Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

 

7 yıl önce öldüğünü söylediklerinde çok umursamamıştım. Son günlerinde o zamanki beni tatmin etmekten çok uzaktaydı. Bana göre kendi isteğiyle uzaklaşmıştı. Şimdi bakınca O’nun hayatında bir kimlik arayışını görmek çok da zor olmuyor.

 

İddialı bir yazı olacak...

Çünkü Ahmet Kaya öyle biriydi ki; üstüne herkesin söyleyeceği bir sözü vardı ve ne söylenirse karşılığı oluyordu, sohbetlerde. Ben de onlardan biriyim, umarım kimse alınmaz. Ahmet Kaya’yı övmek ya da yermek gibi bir derdim yok. Derdim başka…

 

Bağlamayı eline aldığında 9 yaşındaydı. 5 çocuklu evin en küçüğü olarak, müziğe ilgisinde ailesinin payının da büyük olduğunu tahmin etmek zor değil. Evin küçüğü her şeye rağmen şımartılabilir. Babası da buna sığınarak küçük oğlu Ahmet’e doğum gününde boyu kadar bir bağlama hediye etti. O bağlamasının teline vurduğu yıllarda, Türkiye, yeni bir harekete ısınıyordu. Türkiye’de sol hareket bağlamayı, her grevde, eylemde, gözaltında eksik etmiyordu. Bir süre sonra, buğulu sesiyle buluşturduğu notalar, Ahmet Kaya’yı aşar hale gelmişti. Türkiye’nin zor, daha doğrusu zorlaştırılmış yılları, O’nu ve bağlamasını taşıyamaz hale geldi. Hızla gelinen 12 Eylül, herkesi vurdu. Yüz binlerce kişi tutuklandı. Darbe o kadar ağırdı ki, dışarıda kalanlar bile bu yükü taşıyamıyordu. Derdini türküleriyle söyleyen Ahmet Kaya’yı dinleyecek kimse kalmamıştı etrafında. Ama babasının hediye ettiği bağlamasının ötesinde, annesinin kendisine bahşettiği sesi, zor yılları aşmasında yardımcı oldu. Her albümü ayrı bir olaydı. Türkiye bir Ahmet Kaya tanımaya başladı. Ya da daha doğru bir ifadeyle, Türkiye artık, Ahmet Kaya’ları tanımaya başladı.

 

BENİ TARİHLE YARGILA

"Titrek bir mum alevinin havaya bıraktığı bulanık bir is,

Ve göz gözü görmez bir sis değildik biz

Beni bilimle anla iki gözüm, felsefeyle anla,

Ve tarihle yargıla..."

 

Bal değildir ölüm bana,

İdam gül değildir bana,

Geceler çok karanlık,

Gel düşümdeki sevgilim,

Ay ışığı yedir bana...

 

”Ahh... Ben hasrete tutsağım,

Hasretler tutsak bana

Bıyığımdan gül sarkmaz,

Bıyık bırakmak yasak bana,

Mahpus bana, sus bana.

Yağlık ilmek boynuma...

Sevgili yerine

Koynuma idamlar alır, idamlar alır yatarım,

Ve sonra sabırla beklerim,

Bulutları çekersiniz üstümden,

Suçsuzluğumun yargılayıcılarını yargılarsınız,

Ve o güzel geleceği getirirsiniz bana...

Ölüm tanımaz işte o zaman sevgim,

Tırnaklarımı geçirip toprağın sırtına, doğrulurum,

Gözlerimde güneş koşar,

Ve çiçekler ekersiniz, çiçekler ekersiniz toprağıma...”

 

Duygu bana, öykü bana,

Roman gibi her an bana

Hücremde yalnızım gel,

Gel düşümdeki sevgilim,

Soyunup hazırlan bana.

 

“Biraz sonra asmaya götürecekler beni,

Biraz sonra dalımdan koparıp öldürecekler beni,

Hoşçakalın sevdiklerim;

Dört mevsim, yedi kıta, mavi gök...

Bütün doğa hoşçakalın...

Hoşçakalın sevdalılar,

Çocuklar, üniversiteliler, genç kızlar,

Sonsuz uzay, gezegenler ve yıldızlar,

Hoşçakalın...

Hoşçakalın senfoniler, oyun havaları,

Sevda türküleri ve şiirler.

Bildirilerimizin ve seslerimizin yankılandığı şehirler.

Dağlarında yürüdüğümüz toprak,

Yalınayak eylem adımlarıyla geçtiğimiz nehirler hoşçakalın...

Hoşçakalın ağız tatlarım;

Sıcak çorbam, çayım, sigaram...

Havalandırma sıram, banyo sıram, kelepçe sıram...

Parkamı, kazağımı, eldivenlerimi, ayakkabılarımı,

Ve kalemimi, ve saatimi,

Ve kavgamı bıraktığım sevgili dostlar

Hoşçakalın, hoşçakalın...”

 

Dostum bana, sevdam bana,

Soluğunu geçir bana,

Uyku tutmuyor gözüm,

Anılar sıraya girdi.

Gel anne süt içir bana.

 

”Hoşçakalın anılarımı bıraktığım insanlar,

Mutluluğu için dövüştüğüm insanlar,

Yedi bölge, dört deniz,

Yedi iklim, altmış yedi şehir,

Okullar, mahalleler, köprüler, tren yolları...

Deniz kıyıları, balıkçı motorları, takalar,

Asfalt yolu boyu dizilmiş fabrikalar,

Ve işçiler ve köylüler...

Hoşçakal ülkem

Hoşçakal anne, hoşçakal baba, kardeşim,

Hoşçakal sevgilim, hoşçakal dünya,

Hoşçakalın dünyanın bütün halkları,

Sınırlı olmayan mekâna,

Sınırlı olmayan zamana gidiyorum ben;

En sevda halimle, en yaşayan halimle,

Gidiyorum dostlarım,

Hoşçakalın, hoşçakalın...

Beni yaşamımla sorgula iki gözüm,

Beni yüreğimle, beni özümle,

Bilimle anla beni, felsefeyle anla beni,

Tarihle anla beni,

Ve öyle yargıla.

 

Söz: Ersin Ergün

Müzik: Ahmet Kaya

Gönderi tarihi:

 

7 yıl önce öldüğünü söylediklerinde çok umursamamıştım. Son günlerinde o zamanki beni tatmin etmekten çok uzaktaydı. Bana göre kendi isteğiyle uzaklaşmıştı. Şimdi bakınca O?nun hayatında bir kimlik arayışını görmek çok da zor olmuyor.

.

.

.

 

BEDİRHAN-NAZLICAN-SUPHİ dediği 3 terörist bu teröristlere yaptığı ağıtlar ve türk ordusuna, Askerine ***.... ***... diyerek poüler oldu, öcalana şarkılar besteleyip pkk terör örgütünün kamlarında konserler verip ayrıca kürtçe bilmeyen(eşi bir röpörtajında söylemişti.) *******

Gönderi tarihi:

.....

 

Bir önemli din önderi ile Nobel ödülü kazanmış bir edebiyatçının kendi kendilerini sürgüne gönderdiği bir ülkeyiz, bu durumdaki garipliği sorgulamanın aklımıza gelmesi için bir piyanistin “Giderim ha!” demesi gerekiyormuş.

 

Belki de en geniş 'sürgün edebiyatı' bizde olduğu içindir.

 

Osmanlı döneminde rejim muhalifleri soluğu İstanbul'un elinin uzanamadığı topraklarda alıyordu; dönemin 'samizdat' türü yayınları öyle uzak köşelerinde yayımlanıyordu İmparatorluğun. Çoğu muhalif ise, Fazıl Say'ın da aklından geçtiği üzere, Batı ülkelerini tercih ediyordu sürgün yeri olarak... Londra, Paris, Berlin gibi Batı başkentleri, yıllarca, kendilerini sürgüne çıkarmış (ya da öyle olduğunu düşünen) Osmanlı aydınlarına yuva teşkil etti.

 

.......

 

Say Ailesi'nin ideolojik akrabası Nazım Hikmet 17 yıl cezaevlerine katlandıktan sonra kendini 'sürgüne' atmamış mıydı? 27 Mayıs'ın darbeci kadrosu çatlayınca, muktedirler, içlerinden 14 kişiyi 'sürgün' görevlere göndermişti. 12 Mart ve 12 Eylül dönemleri 'sol' kadrolarından bazısı cezaevleri yerine Batı'ya sürgünü yeğledi. O dönemde kendilerini sürgüne yollamışlardan Şanar Yurdatapan'ın besteleyip Melike Demirağ'ın seslendirdiği 'İstanbul'da Olmak' şarkısı o dönem siyasi sürgünlerinin hislerini yansıtır.

 

Sanatçılarımızın durumu da çok farklı olmadı. Bu yazıyı yazarken bir yandan da Ahmet Kaya'nın 'Dosta Düşmana Karşı' albümünden şimdilerde Niran Ünsal'ın da fevkalade başarıyla seslendirdiği 'Giderim' şarkısını dinliyorum; Ahmet Kaya hastalık ve ölümle ülkesinden uzakta, sürgünde karşılaşmadı mı? Cem Karaca da, Turgut Özal sistemi zorlayarak kapıyı aralamasaydı, aynı âkıbete uğrayabilirdi.

 

......

 

Fazıl Say “Çekip giderim” dediğinde hepimizin içinde bir tel koptu. Onun gitme sebebi 'siyaseten kaybetmişlik duygusu'; kendisini sayıca az bir grubun içerisinde görüyor, çoğunluğun tercihlerinin ve değerler sisteminin kendisinin varlığına tehdit teşkil ettiğini düşünüyor. Orhan Pamuk gibi 'yakın ve açık bir tehlike' değil onun için söz konusu olan; sadece bir duygu. Aslında o duygu da bize hiç yabancı değil: Osmanlı'dan beri aydınlar, ne zaman halk kendine gelip gücünü hatırlatmışsa, o tuhaf duyguya esir düşmüşlerdir.

 

.........

 

Arka planda Ahmet Kaya hâlâ çalıp söylüyor: “Artık seninle duramam / Bu akşam çıkar giderim / Hesabım kalsın mahşere / Elimi yıkar giderim // Sen zahmet etme yerinden / Gürültü yapmam derinden / Parmaklarımın üzerinden / Su gibi akar giderim.” Ahmet Kaya'ların kapıyı çarpıp gitmesi gerekmiyor bugün.

 

Bugünün Türkiye'si insana 'gitme' veya 'kaçma' düşüncesi veren bir ülke değil çok şükür. Yabancıların ilgisi en tepe noktada; güney kasabalarımız bir ara Osmanlı aydınlarına evsahipliği yapmış İngiltere ve Almanya gibi ülkelerden insanlara yuva haline dönüştü. Çeşitli sebeplerle daha önce terk edenler dönüyorlar; sürgünler de dönmeliler.

 

.........(Alıntıdır)

Gönderi tarihi:

Bu millete bu ülkeye baskalarinin hesabina ihanet edenlerin bu ülkede kalmalari onlara ne fayda saglayabilir ki,nobel alsa ne yazar,din alimi olsa ne yazar.Nobel almak veya din adami olmak ihanetleri sevaba cevirmiyor

Gönderi tarihi:
BEDİRHAN-NAZLICAN-SUPHİ dediği 3 terörist bu teröristlere yaptığı ağıtlar ve türk ordusuna, Askerine ***.... ***... diyerek poüler oldu, öcalana şarkılar besteleyip pkk terör örgütünün kamlarında konserler verip ayrıca kürtçe bilmeyen(eşi bir röpörtajında söylemişti.) *******

 

Vay kardeş bilmediğim ne kadar çok şey varmış!Kürtçe bilmemesi senin için niye bu kadar önemli!

Gönderi tarihi:
Bu millete bu ülkeye baskalarinin hesabina ihanet edenlerin bu ülkede kalmalari onlara ne fayda saglayabilir ki,nobel alsa ne yazar,din alimi olsa ne yazar.Nobel almak veya din adami olmak ihanetleri sevaba cevirmiyor

 

Tabi arkadaşım senin için ihanet bu kadar basit!Onun için sana birşeyler yazmayacağım.

Gönderi tarihi:

Ağlama Bebeğim

 

 

Ağlama bebek, ağlama sende

Umut sende yarın sende.

Yağmur gibi gözlerinden akan yaş niye,

Bu suskunluk, bu durgunluk, sıkıntın niye.

 

Çok uzakta öyle bir yer var

O yerlerde mutluluklar

Paylaşılmaya hazır

Bir hayat var.

 

Ağlama bebeğim ağlama sende

Acı sende hasret sende.

Dalıp dalıp derinlere düşünmen niye,

Bu küskünlük, bu dargınlık, kızgınlık niye

 

Mensucat işçisi bir baba, çocuklarını yetiştirmekle yükümlü bir anne ve diğer dört kardeşle birlikte geçen çocukluk... Babası, neredeyse onun boyu kadar olan bir bağlama ile eve geldiğinde mutluluğun bu olduğunu düşünür. Dokuz yaşındadır daha. 24 Temmuz İşçi Bayramı'nda sahneye çıkarırlar onu, bir daha unutmaz bunu...

 

Yaz tatillerinde, ya plakçıda ya da tanıdıkların minibüsünde çalışır. Başar ağabeyi tutuklanınca Ahmet, küçük bağlaması ile ilk bestesini yapar: "Bir Volkswagen alacağım, Adını 'Başar' koyacağım" der... Ruhi Su'nun plaklarını satın alan Ahmet Kaya, bol paçalı pantolonlar giyen uzun saçlı 68'lilerden etkilenen bir gençtir artık...

 

Mensucat fabrikasından emekli olan babası, daha iyi bir yaşam için İstanbul'a göç eder. İstanbul/Kocamustafapaşa'ya yerleşirler. Ahmet Kaya'nın ilk izlenimi 'korku'dur. Bu devasa kentin içinde tutunup-tutunamayacağı korkusudur bu.

 

Ahmet Kaya, ortaöğrenimini tamamlamaya çalışırken yetmişli yılların toplumsal akışının içinde bulur kendini ve kendisi gibi olanlarla buluşur. Ora'dan, gelmiş olmanın, 'öteki' olmanın farklılığını, bu yeni kültür ve yaşam biçimi ile iç içe yaşar. Türküler, devrimci marşlar, Ruhi Su dinlemeye başlar. Daha sonraki yıllarda da bu müzikal yapıdan etkilendiğini inkar etmez, ama kendisini ve kendi sesini arama çabası hiç bitmez. Bütün boş zamanlarda bağlama çalıp şarkılar söyler. İlk bestelerini tam da bugünlerde yapar. Boğaziçi Üniversitesi'nde bir panelde Ruhi Su'yla karşılaşır. Ustayı çok sevse de yetmeyen birşeyler vardır Ahmet Kaya için, bunu ifade etmeye çalışır Ruhi Su'ya ve onun talebi üzerine de, 'Mahsus Mahal' türküsünü kendince yorumlar. Bağlamanın sapını tutan Ruhi Su, "Böyle bağlama çalınmaz! Böyle döver gibi çalınmaz" der. Oysa Ahmet Kaya'daki sadece 'kendisi' olma çabasıdır. Farklı arayışlar içersindedir ve o yıllarda yaptığı müziği bile 'Arayış Müziği' diye ifade eder. Ondaki yapısal muhalefet, yıllar sonra verdiği ilk resitalde, 'Bağlama Böyle De Çalınır' başlığıyla konser afişlerine yansır.

 

Bir yandan müzikal arayışlarını sürdüren Ahmet Kaya, diğer yandan da, inanmanın, sıra dışı olmanın, hayatı değiştirme idealizminin ve gençliğinin dinamizmiyle toplumsal muhalefet içersindeki yerini de belirler.

 

¤¤¤¤enli yıllar onun hayatını da kalın çizgilerle belirleyecektir.

 

¤¤¤¤enli yılların başı talihsizliklerle geçer. Evliliği biter, bebeği ondan ayrı büyüyecektir ve bu yeni duyguyu yenmek çok zordur. Bu dönem, bestelerinin de giderek olgunlaştığı dönemlerdir. Sadece müzikle kendini ifade eden Ahmet Kaya, 1985 yılına geldiğinde kararını verir. "Zamanıdır" deyip, koltuğunun altına şarkılarını alıp, Unkapanı'nın yolunu tutar. Dinleyenlerin hiçbir kategoriye koyamadığı bu müziğe kimse başlangıçta yüz vermez. Sonraki günlerde arkadaş yardımları ve kendi olanakları ile ilk albümünü yapar. Ama albüm o yılların tahammülsüzlüğü ile hemen toplatılır. Yapılan itiraz sonuç verir. Olay gazetelere yansır, Ahmet Kaya'nın 'Ağlama Bebeğim' adlı ilk albümü Danıştay kararıyla 'serbestir' artık!

 

Bu arada Üniversite öğrencileri, dar gelirliler, 12 Eylül darbesinden nasibini almış-çeşitli kesimlerden tutuklu yakınları, Türkiye'de demokrasiyi yeniden inşa etmeye kararlı kitle örgütleri, sivil toplum kuruluşları yavaş yavaş Ahmet Kaya'nın dinleyici profilini oluşturmaya başlar.

Kısa bir süre sonra ikinci albümü 'Acılara Tutunmak'ı yapar Ahmet Kaya. Onu sarsan bütün toplumsal-siyasal duyarlılığını üretimine yansıtmakta, bütün insani birikimini şarkılarına taşımaktadır artık. Ahmed Arif, Enver Gökçe, Hasan Hüseyin Korkmazgil gibi, aynı duyarlılığın şiirdeki taşıyıcılarıyla buluşmakta ve şiir bestelemektedir. Bu albümün repertuar çalışması sırasında, sürecin ortak acılarından nasibini almış ve yüreği onunla aynı yerde kesişen Gülten Hayaloğlu ile tanışır. Stüdyo kayıtlarında birliktedirler artık.

 

Üçüncü albümde Gülten, o sıralar tutuklu olan ve idamla yargılanan Nevzat Çelik'in 'Şafak Türküsü' isimli şiirini getirir ve "bunun mutlaka bestelenip, en geniş kesimlere dinletilmesi gerektiğini" söyleyerek Ahmet Kaya'nın önüne koyar. Başlangıçta bu 'serbest' şiirin bestelenmesinin zorluğundan söz etse de, bu şiiri kısmen besteler ve albüme de aynı adı verir, 'Şafak Türküsü'! Gülten'le birlikte 'içerden' esen bu rüzgarı almış, Ülkenin gündemindeki idam cezaları ve hapishanelerde bulunan binlerce insanın ve onların ailelerinin içinde bulunduğu durumu şarkılaştırmıştır... 12 Eylül yılları, kendi anayasası ve bütün karanlığı ile hüküm sürmektedir hayat üzerinde. Ahmet Kaya'nın sesi ve şarkıları, örgütsüz ve dağınık muhalefetin sesiyle buluşmakta ve neredeyse ve giderek bir 'İtiraz Müziği' şekillenmektedir artık.

 

'An Gelir' isimli dördüncü albümünde Attila İlhan, Hasan Hüseyin Korkmazgil ve Ülkü Tamer'in şiirlerini besteleyen Ahmet Kaya, yeni arayışlar içerisine girmiş, besteciliği ile ilgili kendisini epeyce geliştirmiştir. İlk üç albümde aranjör olarak kendi çabalarının yanı sıra Sezer Bağcan, Oğuz Abadan gibi isimlerle çalışan Ahmet Kaya, dördüncü albümde Osman İşmen ile çalışmaya başlar ve bu beraberlik uzun yıllar sürer.

 

Beşinci albüm, 'Yorgun Demokrat'ta, ünlü şairlerin yanı sıra yeni bir isimle, Yusuf Hayaloğlu'yla çalışmaya başlar. Bu doğru buluşma, aynı kültürün çocuklarının buluşmasıdır. Gülten, uzun yıllardır şiir yazan ağabeyi ile eşini tanıştırmış ve ikisinin baskısı sonucunda Hayaloğlu şarkı sözleri yazmaya başlamıştır. 'Yorgun Demokrat'la başlayan bu üretim ortaklığı, Ahmet Kaya müziğinde Yusuf Hayaloğlu ile sonuna kadar sürecek uzun ve verimli bir çalışmanın başlangıcını oluşturur. 'Yorgun Demokrat' isimli bu albüm, gerek dönemi gerekse içeriği bakımından yine Türkiye’nin toplumsal gidişatına denk düşmüş ve 12 Eylül döneminin etkisini üzerinden atmaya çalışan milyonlarca demokratın durumunu dile getirmiştir.

 

Albüm çalışmalarına paralel olarak halk konserleri de yapar Ahmet Kaya. Gösterilen ilgi, katılım ve çoşkuya rağmen, ülkenin birçok yerinde 'sakıncalı' bir şarkıcıdır artık O. Dinleyicisiyle buluşamamak onu üzmektedir..

Altıncı albümünde 'Başkaldırıyorum' der. Yeni bir Yusuf Hayaloğlu-Ahmet Kaya çalışmasıdır bu ve dönemle çok örtüşür. Ülke çok yavaşta olsa Eylül karanlığından çıkma çabası içersindedir. Çok ağır seyreden bu 'sivilleşme' sürecine, 'içerden' yeni yeni çıkanlar katılmakta ve bu şarkılar, sesi susturulmaya çalışılmış kalabalıklara bütün heyecanıyla ulaşmaktadır. Konserlere binlerce insan gelmekte ve bu geçiş sürecini Ahmet Kaya ile birlikte yaşamaktadırlar. Bu arada yeniden baba olur ve sevgili kuşu Melis dünyaya gözlerini açar.

 

Kısa bir süre sonra, 'Resitaller 1' ismiyle, canlı konser kayıtlarının da olduğu albüm ulaşmıştır dinleyiciye. Ahmet Kaya bütün üretkenliği ve bütün dinamizmi ile bir yandan yeni şarkılar yaparken, diğer yandan da soluklanmaya çalışmaktadır.

 

Yaşadığı topraklardaki hiçbir acıya kayıtsız kalmayan ve bu acıların tamamına şarkılarıyla deva olmaya çalışan Ahmet Kaya, ülkesinin bir bölgesinde başlamış olan ve nasıl süreceğine ilişkin ipuçlarını da içinde barındıran süreci 'İyimser Bir Gül'le, diğer adıyla 'Kod Adı Bahtiyar'la karşılar. Resitaller 1 adlı albümden sonra, bu onun 8. albümüdür ve 90'lı yılları böyle karşılar Ahmet Kaya.

Yasaklanmayan konserlerinde okuduğu türkülerin bir çoğuyla 'Resitaller 2' isimli albümü yapar. Halk müziğine olan tutkusu ve türküleri yorumlayış biçimi ve geleneksel müzikteki performansını da bu albümle sunmuştur. Onun müziğini besleyen asıl kaynak halk müziğidir ve türkülerden en çok kendisi etkilenmektedir. Artık alıştığı satış rekorlarından birini daha yakalar bu albümle.

 

Konserlerinin bir çoğunda kendisine bağlamasıyla eşlik eden Ahmet Koç'la, onuncu albümü olan 'Sevgi Duvarı'nın hazırlıklarına başlar. Can Yücel'in aynı isimli şiirini bestelemiş olan Ahmet Kaya, bu albümü "vazgeçilmezlerim" dediği Yusuf Hayaloğlu ve Osman İşmen'siz hazırlayarak, genç bir aranjöre de şans vermek istemiştir. Yine ilk defa bu albümde, gazeteci Ali Çınar'ın şiir ve şarkı sözlerine yer veren Ahmet Kaya, arkasına bakmadan yürümektedir yolunu.

 

Olgunluk çağında ülkesinin içinde bulunduğu olumsuzluklara, mevcut gidişata ve sistemin hoşnut olmadığı her yanına şarkılarla müdahale etmeye çalışan bir 'muhalif' yanı ve şarkıları her yerdedir artık.

 

Giderek başı, sıklıkla derde girer, birçok yerde konser verememenin yanı sıra albümleri 'sakıncalı' bulunup kısmen de olsa toplatılır. Bu sürecin şarkılarına yansıması kaçınılmazdır. Yeni albümün adı 'Başım Belada'dır o yüzden. Ahmed Arif, Attila İlhan ve Yusuf Hayaloğlu'nun şiirleri ve şarkı sözleri Ahmet Kaya müziği ile bir araya gelir. 11. albüm yine inanılmaz satışlara doğru giderken, artık tam olarak şekillenmiş olan Ahmet Kaya müziğinin taklitleri de giderek çoğalmaya başlar. Farklı siyasal kesimlerden müzisyenler onun müziğinden esinlenmekte ve sürecin başında ad konamayan bu müzik, listelerde de yerini alıp, kendine bilboardlar açmaya başlar. Medya, aranan tanımı bulmuştur ve Ahmet Kaya'nın bütün itirazına rağmen, bu tür 'Özgün' olarak tanımlanmaya başlanır.

 

12. albümü 'Dokunma Yanarsın' ile birlikte hayatında da bir takım değişiklikler gündeme gelir. Yeni firmalar ve yeni prodüktörlerle emeğinin karşılığını alma çabasına girer. Yine ağırlıkta Yusuf Hayaloğlu sözleri vardır ve giderek özdeşleşen bu ortak üretim süreci aynı verimlilikte hızla yol almaktadır.Bu yeni süreçte de milyonluk satışlara imza atar Ahmet Kaya. Türkiye'yi şarkılarına fon yapmış, ne istediğini bilen olgun bir Ahmet Kaya müziği vardır artık.

 

13. Albüm olan 'Tedirgin', sesinin rengini ve olgunluğunu günün teknik imkanlarıyla buluşturduğu bir çalışmadır. Yeni ve müziğine daha profesyonel bir destek sunacağına inandığı bir firmaya transfer olur bu albümle. Ahmet Kaya, hayata şarkılarıyla ve muhalif duruşuyla müdahale etmeye devam etmektedir.

 

Ve 14. albüm 'Şarkılarım Dağlara' hazırlanır. Kendi söz ve müziklerinin ağırlıkta olduğu bu albümde, ilk defa Gülten Kaya'da bir şarkı sözü yazmış ve yol arkadaşını yine yalnız bırakmamıştır. Ahmet Kaya dinleyicisini yeni ve güçlü bir isimle daha tanıştırır; Orhan Kotan. Uzun yıllar bir Kuzey Avrupa ülkesinde sürgün yaşayan bu Kürt şairi ile buluşması tesadüfi değildir Ahmet Kaya'nın... Ve şarkılarını dağlara söylemesi de... 90'lı yılların ikinci yarısına doğru ülkenin bir tarafı ciddi bir savaşın bütün sonuçlarını ve acılarını yaşarken ve dağlarda genç insanlar ölürken, Ahmet Kaya bu gerçeği de şarkılarına taşımış ve toplumcu yanını bir kez daha koymuştur dinleyicisinin önüne. Albüm çok büyük satış rakamlarına ulaşır.

 

Umutla beklenen ve özellikle Ahmet Kaya'nın ifade ediş biçimiyle "Tam bağımsız ve Gerçekten Demokratik bir Ülke" özlemi her geçen yıl biraz daha ertelenmekte, hem savaşın sonuçları hem 'kayıplar' gibi bir gerçekle karşı karşıya olmak onun duygularını bir kez daha ayaklandırmaktadır. 15. albümün adı bile Türkiye'nin içinde bulunduğu durumu sembolize etmektedir; 'Beni Bul'...

Ahmet Kaya gerçeğini artık herkes kabul etmektedir. Çıktığı her televizyon programı reyting yapmakta, onunla yapılan röportajlar yazılı basında satış artırmakta, Ahmet Kaya dergi kapaklarındaki haklı yerini almaktadır artık. Eşi Gülten'le birlikte kendi isimlerinin baş harflerini taşıyan bir prodüksiyon şirketi kurup (GAK PRODUCTION), iyi ve nitelikli müzik yapan herkese kapılarını sonuna kadar açmışlardır. Şimdi bütün birikimlerini paylaşma zamanıdır onlara göre. Ahmet Kaya, üretkenliğini başka bir alanda daha deneyip, bir ulusal TV kanalında 'Ahmet Abi'nin Vapuru' isimli bir program yapmaya başlamış, yine 'vazgeçilmezi' Yusuf Hayaloğlu ve eşi Gülten'le yoğun ve yorucu bir performans için kollarını sıvamıştır.

 

'Gak Production'da, Kent Ozanları isimli çağdaş halk müziği yapan bir grup ve on yıldır asistanlığını yapan Çetin Oraner'in albümlerine de yapımcı olarak imza atan Ahmet Kaya, bu arada kendi sürecini de devam ettirmekte ve hep amaçladığı bir şeyi gerçekleştirmek istemektedir. Yıllar öncesinin teknik imkanlarıyla az kanallı stüdyolarında kaydettiği şarkılara yeniden düzenlemeler yaptırmak ve giderek oturan ses rengiyle o şarkıları yeniden okumak istemektedir. 'Yıldızlar ve Yakamoz' isimli 16. albüm fikri de böyle olgunlaşır.

 

Yaptığı her albümde, haftalarca-aylarca müzik listelerinin en üst sırasına yerleşen ve başarı grafiğini her defasında, her yeni ürünüyle yükselten Ahmet Kaya, her yıl düzenlenen ve neredeyse gelenekselleşen ödül törenlerinde birinciliği kendi dalında hiç kimseye bırakmadan onlarca ödül almaya devam eder.

 

Bu başarıyı 'Dosta Düşmana Karşı' adlı 17. albümü izler. Artık alıştığı başarılardan birinin daha keyfini yaşarken, Magazin Gazetecileri Derneği'nin düzenlediği "Yılın Müzik Yıldızı" ödül töreninde de yerini alır. Ödülünü alırken yaptığı teşekkür konuşmasında yeni çalışmasından söz etmek istemiştir. Ancak ödül gecesi, Ahmet Kaya sürecinde bir milat oluşturmuştur. Bir linç girişimi ile hukuki savunmasını yapmış ve turnesini gerçekleştirmek üzere Avrupa'ya gitmiştir. Bu, onun çok sevdiği ülkesine bir daha ve asla dönemeyeceği bir yolculuktur. Kayıtlarını ve okumalarını bitirdiği son albümü 'Hoşçakalın Gözüm' tam bir veda albümüdür ve onun sevgili yol arkadaşı Gülten Kaya'ya emanettir artık. Paris'te yaşadığı fiili sürgün süreci ve köklerinden koparılmış olmanın acısıyla, 16 Kasım 2000 yılında, arkasında inanılmaz bir duruş, dosdoğru bir imaj ve hayatlarımızın üzerine serpilmiş güller gibi duran yüzlerce şarkı bırakarak gitmiştir. Bütün acısını içine gizleyerek, birkaç ay içersinde bu son albümün mix, editing-mastering çalışmasını tamamlayan Gülten Kaya, büyük bir kararlılıkla Ahmet Kaya'yı hayata taşımaya devam etmektedir.

 

Profesyonel süreci boyunca onun müziğinde çeşitli isimler bulunmuşsa da Ahmet Kaya, kendisini hep toplumcu-gerçekçi sanat kategorisinde görmüştür. Dünyada 'protest müzik' olarak tanımlanan bu türün ülkemizdeki önemli temsilcilerinden olan Ahmet Kaya'nın en belirgin ve ayırdedici tarafı, müziğindeki geleneksel motiflerin ve ulusal kültür değerlerinden yola çıkmasıdır. Ahmet Kaya, toplumsal süreçten hiç kopmadan müziğini yapmış, hep Türkiye'nin siyasal ve toplumsal gidişatına paralel bir müzik seyri izlemiştir.

 

O, Paris Komünarlarıyla ve dünyanın en önemli muhalifleri ve aydınlarıyla birlikte Pere-Lachaise mezarlıgında yatarken, bize duruşu ve sesi kaldı

  • 2 hafta sonra...
Gönderi tarihi:

ŞAFAK TÜRKÜSÜ

 

 

Beni burada arama

Arama anne

Kapıda Adımı

Adımı sorma

Saçlarına yıldız düşmüş

Koparma anne ağlama

 

Kaç zamandır yüzün traşlı

Gözlerim şafak bekledim

Uzarken ellerim kulağım kirişte

Ölümü özledim anne

Yaşamak isterseken delice

Ah verebilseydim keşke

Yüreği avcunda koşan herbir anneye

Tepeden tırnağa oğula

Ve kıza kesmiş

Bir ülkeye armağan

Düşlerimle sınırsız

Diretmişliğimle genç

Şaşkınlığımla çocuk devrederken sırdaşıma

Usulca acı verdi yanağımda tomurcuk

Pir sultan'ı düşün anne, şeyh bedretinn'i

Börklüce'yi, torlak kemal'i

Insanları düşün anne

Düşün ki yüreğin sallansın

Düşün ki o an güzel günlere inanan

Mutlu bir yusufcuk havalansın

Yani benim güzel annem

Ala şafağında ülkemin yıldız uçurmak varken

Oturup yıldızlar icinde kendi buruk kanımı içtim

Ne garip duygu şu ölmek

Öptüğüm kızlar geliyor aklıma

Bir açıklaması vardır elbet giderken dar ağacına

Geride masa üstünde boynu bükük

Kaldı kağıt kalem

Bağışlar beni güzel annem

Oğul tadında bir mektup yazamadım diye

Kızma bana

Elleri değsin istemedim

Gözleri değsin istemedim

Ağlayıp kokluyacaktın

Belki bir ömür taşıyacaktın koynunda

Yaşamak ağrısı asıldı boynumda

Oysa türkü tadında yaşamak isterdim

Ölmek ne garip şey anne

Bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı

Sedef kakmalı bir kutu içinde

Vermek isterdim çocukların ellerine

Sonra, sonra benim güzel annem

Damdan düşer gibi vurulmak isterdim bir kıza

Gecenin kıyısında durmuşum

Kefenin cebi yok

Koynuma yıldız doldurmuşum

Koşun çocuklar koşun

Sabah üstüme üstüme geliyor

Kısacası güzel annem

Bir çiçeği düşünürken ürpermek yok

Gülmek umud etmek özlemek

Ya da mektup beklemek

Gözleri yatırıp ıraklara

Ölmek ne garip anne

Artik duvarlari kanatırcasına tırnağımla

Şaşkin umutlu şiirler yazamıyacağım

Mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamıyacağım

Baba olamıyacağım örneğin

Toprak olmak ne garip şey anne

Uçurumlar ki sende büyür

Dagdır ki sende göçer

Ben bayram derim çiçek derim

Çam diplerine açmış kanatlarını kozalak derim

Gül yanaklı çocuğa benzer

Yinede oğlunu yitirmek ne garip şey anne

Her kavgada ölen benim

Bayrak tutan çarpışan

Her kadın toprağı tırnaklı***********

Doğurur beni

Özlem benim kavga benim aşk benim

Bekle beni anne

Bir sabah çıkagelirim

Bir sabah anne bir sabah

Acını süpürmek için açtığında kapıyı

Adı başka sesi başka

Nice yaşıtım

Koynunda çiçekler

Çicekler içinde yeni bir ülke getirirler

 

Şu an rüyalara dalmış olan canım anneme...Düşümde ona sarılacağım sıkıca bu gece...

Gönderi tarihi:

Ahmet Kaya'nın müziği ile büyüdüm desem doğrudur.

Kendisi, Türkiye'nin en önemli seslerinden birisidir. Yaptığı müzik ise gerçekten kalitelidir. Her ne kadar şarkı sözlerinin büyük bir kısmı Yusuf Hayaloğlu'na ait olsa da, kendisi de çok güzel sözler yazmıştır.

 

 

Kişiliği ve siyasi görüşü hakkında fazla bir yorum yapmayacağım. Çünkü kendisi, (TAM ANLAMIYLA) eleştirilebilecek bir siyasi görüşe sahip değildi sanırım. Yıllar önce Refah Partisi'ne bile yeşil ışık yakmış, ama aynı zamanda PKK yanlısı konserlere imza atmış, bir taraftan da lümpen denilebilecek bir hayat sürmüştür. Bu kısmı beni pek ilgilendirmez. Severek dinlenebilecek şarkılarını yok saymak, bir çok sanatçımıza gösterdiğimiz yanlış tavırlardan birisi olacaktır. Olayı bu yönüyle değerlendirelim...

Gönderi tarihi:

İşte Gidiyorum

 

--------------------------------------------------------------------------------

İşte gidiyorum...

Karşılıksız bir aşka kurban ettim ömrümü!

İşte gidiyorum,

Toprak alsın benim de bu hazin öykümü...

 

İşte gidiyorum... gurbet yorgunu gövdemi,

Çukura kim indirecek?

İşte gidiyorum,

Bu menfur cinayeti, şimdi çıkıp kim üstlenecek?

 

Çürüdü gözlerim,

Çürüdü yüreğim, bu yağmurlu şehirde.

İşte gidiyorum,

Beni kaldırın, hicranım kalsın teneşirde.

 

Size, yüzyallardır sesini kaybetmiş

Bir türküyü söyleyecektim;

Ve bir yayla rüzgarı şefkatiyle

Kirpiğinizin ucundan öpecektim...

 

Bir masum türküydü sadece

Yüz binlerce mağdurun gönlünde;

Belki söyleriz hep birlikte

Belki... mahşerin birinci gününde.

 

Nasıl sevmiştim hepinizi,

Nasıl böyle oldu akıbetim?

Ve nasıl çöle döndü,

O benim gül-gülistan memleketim?

 

İşte gidiyorum,

Hiçbiriniz, hiçbir dilde beni anlamadınız.

Ben başımı verdim, sizinse

İnsafsız bir linç oldu karşılığınız.

 

İşte gidiyorum,

Penceresiz bir dünyanın bilinmez labirentine...

İşte gidiyorum,

''Saçlarındaki yıldızları artık koparabilirsin anne! ''

 

Sonunda kaptırdım gönlümü

Ölüm denen o kaypak türküye.

Ve işte kurtuldun benden

Şen olasın ey sevgilim; Türkiye!

 

Elbet benim de vardı,

Kendime ve yurduma dair umutlarım.

Belki bıraktığım yerden sürdürür;

Dostlarım, karım ve çocuklarım...

 

Çatladı yüreğim, çatladı sazım.

Demek ki böyleymiş yazım.

Sizlere armağan olsun

Sizlerden ödünç aldığım bu yürek sızım.

 

Bu nasıl hapis Tanrım

Sabah-sabah bu ne hikmet, bu ne sis?

Kalbime son mermiyi sıkmak

Sana mı düştü, ey güzel Paris?

 

İşte gidiyorum,

Kalmadı söyleyecek son bir sözüm.

Dediğiniz gibi olsun be!

Dediğiniz gibi olsun gözüm!

 

İşte gidiyorum,

Tükenmişti inancım, bu nankör hayata dair.

Belki benim için birkaç mısra döktürür

Hayaloğlu diye bir şair!...

 

Yusuf HAYALOĞLU

Gönderi tarihi:

Ben Altı yaşındayken başladım, babamın bana Altı yaşındayken bir bağlama almasıyla başladı, aslında problem esas ordan başladı, belkide bu konuda en fazla suçlu babamdı. yani iyi şarkı söyleyen çocukken iyi şarkı söyleyen insandım ama pek fazla iyi kafa tutan bir insan değildim açıkçası.

 

Kimlik sorunu yalnızca insanın milliyeti yada milleti ile ilgili değildir, yani kişilik sorunu ilk önce insanın ben varmıyım yokmuyum diye başlar. Yani hayatın içinde varsanız hayat için birşey yapıyorsanız bunun çok ağır bedelleri vardır, bu benim içinde geçerli işte bu ülkenin yöneticileri içinde geçerlidir, bakkalı için’de yani eczacısı içinde geçerlidir, ama sanatçı halkın sesi halkın gözüdür yani çağın tanığıdır, ve çağın bire bir tanığıdır yani bütün cinayetlerin tanığıdır görür ve anlatır, halk görür anlatamaz halk susar. Sanatçının işi gördüğünü anlatmaktır korkmadan anlatmaktır yiğitçe anlatmaktır.

 

Ben o zaman aslında önemli bir şeyler açıklamak adına değil yani bir Kürt asıllı bir insan olarak bir kaset yaptığımı ve bir tek Kürtçe kaset yaptığımı değil, bir kaset yaptığımı ve Kürtçe bir şarkı söylediğimi, çok iyi bir niyetle söyledim, orda yani ben bu kadar tepkinin geleceğini aslında bilmiyordum tahmin bile etmiyordum.

 

Ve, Kürtler Ve Türkler 1500 senedir binlerce yıldan beri birlikte yaşayan bu halkın gerçekten kardeş olduğuna inanıyorum, yani bunu böyle istediğim için, Kürt asıllı olduğum için, böyle bir şarkıyı söylemek istediğim için yaptım. Yani işte madem sen işte Kürtçe bilmiyorsun bu Kürtçe’yi nasıl söyleyeceksin diye sordular? Yani bunun cevaı çok kolay, Türkiye’de bugün Portekizce İspanyolca İngilizce Şarkıcılar nasıl söylüyorsa bende böyle söyleyeceğim yani.

 

Ben her yerde şunu söylüyorum; ben yaşamın hiç bir döneminde hiç bir aşamasında, orda büyüdüğüm orda yerleştiğim orda yediğim orda içtiğim, birlikte hayatı paylaştığım insanlara şrefsiz demedim, ve bunu demeyecek kadar koskocaman dev asa bir yüreğimin olduğunuda herkes çok iyi bilir.

 

Hiçbir yanlış adım atmamış bir Ahmet Kaya’nın yanlızca Kürdüm dediği için başına bu kadar felaketlerin gelmesi doğalmıydı!

 

Beni Annemden

 

Beni Kardeşlerimden

 

Beni Ailemden

 

Beni Ülkemden

 

Beni Dostlarımdan

 

Beni Çocuklarımdan

 

Beni Eşimden

 

Ve en yakınımdaki insanlardan ayırmak için bir sebepmiydi gerçekten bu! Onları vicdanlarıyla ve yürekleriyle baş başa bırakıyorum.

 

o kadar kenar mahalle, şehrin varoşlarından şehrin damarlarından çıkıp Istanbul şehrinin Bizans’ın ortasına gelen bir Ahmet Kaya olarak bugün böyle bu tür sürgün işlerinde yaşamayı hazmedemiyorum açıkçası.

 

Ya intikamcı duygulardan arınmış ve gerçekten Türkiye’de iç barış isteyen, artık insanların kıçının dibinde yani bombaların patlamasını istemeyen, artık turistlerin rahatlıkla gittiği, insanların artık ben köyüme gidip köyümün çeşmesinden bir bardak su içmek istiyorum, oraya gitmek istiyorum diyen insanı rahatlıkla bugün gidebileceği bir Türkiye yaratmak için kolları bir kere sıvadım.

 

Doğru, Namuslu Bir İnsan Olarak yaşamanın tek bir koşulu tek bir şartı vardır;

 

Hiç bir zaman, Sanat, Şöhret, Para, Pul, Ar, Namus, Herşey ama Herşey İnsanın Kültürel anlamdaki Siyasal anlamdaki Ulusal Anlamdaki Kişiliğinden çok daha önemli DEĞİLDİR..

 

Daha önce söylediğim bir şey vardı, yani meraklısına duyurulur; Benim kefenim arka cebimde duruyor, hiç sırtımıda duvarlara yaslamadan dolaşıyorum, sırtım açık, bir şarkıda söylediğim gibi Beni Bir Çocuk Bile Vurabilir, boynuna bakıldığı an ensesi görünecek kadar şeffaf bir insanım

 

Ahmet KAYA

Gönderi tarihi:
Ya intikamcı duygulardan arınmış ve gerçekten Türkiye’de iç barış isteyen, artık insanların kıçının dibinde yani bombaların patlamasını istemeyen, artık turistlerin rahatlıkla gittiği, insanların artık ben köyüme gidip köyümün çeşmesinden bir bardak su içmek istiyorum, oraya gitmek istiyorum diyen insanı rahatlıkla bugün gidebileceği bir Türkiye yaratmak için kolları bir kere sıvadım.

 

 

kürtteki komünist takiyesine bak, osmanlıdan beri katletmedikleri Türk kalmadı, birde utanmadan intikamcı Türk diyor,Bir çok Türkmen bunlar sayesinde Kürt-Aleviyim demek zorunda kaldı , ermenilerin topraklarına konmak için katlettiler Türklerin üstüne attılar birde utanmadan 1500 yıldır barış içinde yaşadıkları söylemi yapıyorlar.**********

Gönderi tarihi:

BAŞIM BELADA

 

Bugün düsünemiyeceğin kadar başım belada

Köşe başları tutulmuş üstelik yağmur yağmada

İler-tutar yani yok

Fişlenmişim adım-eşkalim bilinmekte

Üstelik göğsümde yani tam şuramda

Kirli sakalıyla bir eşkiya gezinmekte

Başım belada

Adamın biri vurulmuş sokakta

Cebinde adresim bulunmuş

Başım belada

Tabancamı unutmuşum helada

Nerden baksan tutarsızlık

Nerden baksan ahmakça

başım belada

üzerime kan sıçramış doğarken

uykularım yarıda kalmış

başım belada

senelerce kuralsız yaşamışım

nere gitsem çaresi yok

nere gitsem çaresi yok yanmışım

 

Sevdim inanamayacağın kadar seni esmer kız

Kirpiklerimde çırpınan şu tuzlu gözyaşımda

İhanetin adı yok

Neylersin ki çember daralmakta

Şimdilik hoşçakal yaban çiçeğim

Yasal mermisiyle bir komiser yaklaşmakta

 

Başım belada

adamın biri vurulmuş sokakta

cebinde adresim bulunmuş

başım belada

tabancamı unutmuşum helada

nerden baksan tutarsızlık

nerden baksan ahmakça

başım belada

üzerime kan sıçramış doğarken

uykularım yarıda kalmış

başım belada

senelerce kuralsız yaşamışım

nere gitsem çaresi yok

nere gitsem çaresi yok yanmışım

başım belada

Gönderi tarihi:
Ben Altı yaşındayken başladım, babamın bana Altı yaşındayken bir bağlama almasıyla başladı, aslında problem esas ordan başladı, belkide bu konuda en fazla suçlu babamdı. yani iyi şarkı söyleyen çocukken iyi şarkı söyleyen insandım ama pek fazla iyi kafa tutan bir insan değildim açıkçası.

 

Kimlik sorunu yalnızca insanın milliyeti yada milleti ile ilgili değildir, yani kişilik sorunu ilk önce insanın ben varmıyım yokmuyum diye başlar. Yani hayatın içinde varsanız hayat için birşey yapıyorsanız bunun çok ağır bedelleri vardır, bu benim içinde geçerli işte bu ülkenin yöneticileri içinde geçerlidir, bakkalı için’de yani eczacısı içinde geçerlidir, ama sanatçı halkın sesi halkın gözüdür yani çağın tanığıdır, ve çağın bire bir tanığıdır yani bütün cinayetlerin tanığıdır görür ve anlatır, halk görür anlatamaz halk susar. Sanatçının işi gördüğünü anlatmaktır korkmadan anlatmaktır yiğitçe anlatmaktır.

 

Ben o zaman aslında önemli bir şeyler açıklamak adına değil yani bir Kürt asıllı bir insan olarak bir kaset yaptığımı ve bir tek Kürtçe kaset yaptığımı değil, bir kaset yaptığımı ve Kürtçe bir şarkı söylediğimi, çok iyi bir niyetle söyledim, orda yani ben bu kadar tepkinin geleceğini aslında bilmiyordum tahmin bile etmiyordum.

 

Ve, Kürtler Ve Türkler 1500 senedir binlerce yıldan beri birlikte yaşayan bu halkın gerçekten kardeş olduğuna inanıyorum, yani bunu böyle istediğim için, Kürt asıllı olduğum için, böyle bir şarkıyı söylemek istediğim için yaptım. Yani işte madem sen işte Kürtçe bilmiyorsun bu Kürtçe’yi nasıl söyleyeceksin diye sordular? Yani bunun cevaı çok kolay, Türkiye’de bugün Portekizce İspanyolca İngilizce Şarkıcılar nasıl söylüyorsa bende böyle söyleyeceğim yani.

 

Ben her yerde şunu söylüyorum; ben yaşamın hiç bir döneminde hiç bir aşamasında, orda büyüdüğüm orda yerleştiğim orda yediğim orda içtiğim, birlikte hayatı paylaştığım insanlara şrefsiz demedim, ve bunu demeyecek kadar koskocaman dev asa bir yüreğimin olduğunuda herkes çok iyi bilir.

 

Hiçbir yanlış adım atmamış bir Ahmet Kaya’nın yanlızca Kürdüm dediği için başına bu kadar felaketlerin gelmesi doğalmıydı!

 

Beni Annemden

 

Beni Kardeşlerimden

 

Beni Ailemden

 

Beni Ülkemden

 

Beni Dostlarımdan

 

Beni Çocuklarımdan

 

Beni Eşimden

 

Ve en yakınımdaki insanlardan ayırmak için bir sebepmiydi gerçekten bu! Onları vicdanlarıyla ve yürekleriyle baş başa bırakıyorum.

 

o kadar kenar mahalle, şehrin varoşlarından şehrin damarlarından çıkıp Istanbul şehrinin Bizans’ın ortasına gelen bir Ahmet Kaya olarak bugün böyle bu tür sürgün işlerinde yaşamayı hazmedemiyorum açıkçası.

 

Ya intikamcı duygulardan arınmış ve gerçekten Türkiye’de iç barış isteyen, artık insanların kıçının dibinde yani bombaların patlamasını istemeyen, artık turistlerin rahatlıkla gittiği, insanların artık ben köyüme gidip köyümün çeşmesinden bir bardak su içmek istiyorum, oraya gitmek istiyorum diyen insanı rahatlıkla bugün gidebileceği bir Türkiye yaratmak için kolları bir kere sıvadım.

 

Doğru, Namuslu Bir İnsan Olarak yaşamanın tek bir koşulu tek bir şartı vardır;

 

Hiç bir zaman, Sanat, Şöhret, Para, Pul, Ar, Namus, Herşey ama Herşey İnsanın Kültürel anlamdaki Siyasal anlamdaki Ulusal Anlamdaki Kişiliğinden çok daha önemli DEĞİLDİR..

 

Daha önce söylediğim bir şey vardı, yani meraklısına duyurulur; Benim kefenim arka cebimde duruyor, hiç sırtımıda duvarlara yaslamadan dolaşıyorum, sırtım açık, bir şarkıda söylediğim gibi Beni Bir Çocuk Bile Vurabilir, boynuna bakıldığı an ensesi görünecek kadar şeffaf bir insanım

 

Ahmet KAYA

 

Tüh,bende bunu ekleyecektim :D neyse yüreğine sağlık!!!Ahmet Kaya'yı senden iyi anlatamam!Selamlar ve sevgiler...

  • 1 yıl sonra...
Gönderi tarihi:

Vatandaşlık' tan çıkarılması gereken ucuz şahsiyetlerden biri.

 

''Yavaş yürüyorum bela bana yetişiyor, hızlı yürüyorum ben belaya yetişiyorum.'' (Kürt ata sözü)

 

Peki ya gözüm belanın, bela tapıcılarının hiç mi suçu yok?

 

Eğer Ahmet Kaya vatandaşlıktan çıkarılması gereken ''ucuz'' bir şahıssa, bu ülkede yaşamayı hak eden var mı aceba?

 

 

Birazdan kudurur deniz

Birazdan dalgaların sırtından

Üst üste fışkıran rüzgarlar

Bir intikam gibi saldırınca üstüne.

Yüzüne şarkılar çarpar, yüzüne şiirler çarpar, ağlarsın

Sen artık, sen artık buralarda duramazsın.

 

"Artık sazın bağrı mı olur

Kimsenin bilmediği bir ağrı mı

Gider kendine gömülürsün

Yoksa bu şehir bu sokaklar

Seni alır kullanır seni alır kullanır

Santim santim çürürsün."

 

Bazen bir uçurum kalır

Bazen de martıların ardından

Velvele koparan bir leş kalır

Bir intihar gibi puşt olunca sevdalar.

Sırtını duvara yaslar, sırtını ağaca yaslar susarsın

Sen artık hiçbir sözü, hiçbir sözü kaldıramazsın.

 

"Şimdi bir yeni sevda mı olur

Kimsenin kapını çalmadığı bir inziva mı

Tutar sıfırdan başlarsın

Yoksa bu ilişkiler bu zaaflar

Seni yiyip bitirir, seni yiyip bitirir

Dirhem dirhem azalırsın."

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.