Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Demokrasi ile Demokraaasi Birgün...


Artropod

Önerilen İletiler

Çok partili parlamentoya geçildiğinden beri iktidarlarda söz sahibi olmuş,ülkenin gidişatına direk etki etmiş olan partilerin genel seçimlerdeki oy oranlarını karşılaştırmak istedim:

 

1950 - DP % 52.7 --- CHP % 39.4

1954 - DP % 57.6 --- CHP % 35.4

1957 - DP % 47.9 --- CHP % 41

1961 - CHP % 36.7 --- AP % 34.8

1965 - AP % 52.9 --- CHP % 28.7

1969 - AP % 46.5 --- CHP % 27.3

1973 - CHP % 33.3 --- AP % 29.8

1977 - CHP % 41.3 --- AP %36.9

1983 - ANAP % 45.1 --- Halkçı Parti % 30.4

1987 - ANAP % 36.3 --- SHP % 24.7 --- DYP % 19.1 --- DSP % 8.5

1991 - DYP % 27 --- ANAP % 24 --- SHP % 20.7 --- RP % 16.8 --- DSP % 10.7

1995 - RP % 21.3 --- ANAP % 19.6 --- DYP % 19.1 --- DSP % 14.6 --- CHP % 10.7 --- MHP % 8.1

1999 - DSP % 22.1 --- MHP % 17.9 --- FP % 15.4 --- ANAP % 13.2 --- DYP % 12 --- CHP % 8.7

2002 - AKP % 34.4 --- CHP % 19.4 --- DYP % 9.5 --- MHP % 8.3 --- ANAP % 5.1 --- DSP % 1.2

2007 - AKP % 46.6 --- CHP(+ DSP) % 20.8 --- MHP % 14.3 --- DP % 5.4

 

 

ÇOK AZ OY ALAN UÇLARDAKİ PARTİLER HARİÇ:

 

1987: SAĞ % 55.4 --- SOL % 33.2

1991: SAĞ % 67.8 --- SOL % 31.4

1995: SAĞ % 68.1 --- SOL % 25.3

1999: SAĞ % 58.5 --- SOL % 30.9

2002: SAĞ % 57.3 --- SOL % 20.6

2007: SAĞ % 66.3 --- SOL % 20.8

 

 

1950'DEN BU YANA YİNE UÇLAR HARİÇ, ORTALAMA OLARAK:

 

SAĞ % 51.8 --- SOL % 31.7

 

1987 SONRASI ORTALAMA:

 

SAĞ % 62.2 --- SOL % 27

 

Dikkat edildiğinde 1950'de çok partili demokratik seçime geçildiği gibi sağcı anlayış iktidara sahip olmuştur.CHP'nin aldığı oy DP'nin oyuna bir türlü yetişememiştir.

 

Darbeden 1 yıl sonra,Menderes'in idam edildiği 1961 yılında yapılan seçimde ise görüldüğü gibi CHP yine de oyunu arttıramamış ve hatta düşüş yaşamıştır.Bu arada DP'nin ardılı olarak görebileceğimiz AP CHP'ye çok yakın bir oy oranına sahip olmuştur.Hemen ardından gelen 1965 seçimlerinde ise artık AP'nin başında Süleyman Demirel vardır ve bir daha da siyaset sahnesinden silah ya da kanun zoru olmadığı müddetçe kolay kolay çekilmeyecektir ve -artık yine neler vaadettiyse- aldığı oy CHP'nin neredeyse 2 katıdır.

 

AP başarısını bir sonraki seçimde de yinelemiştir.Sonrasında 12 Eylül'ün ilk perdesi olan ve 61 Anayasası'na ve ABD'ye karşıt sol oluşumların devlet politikasına muhtemel etkilerini tasfiye niteliği taşıyan 12 Mart Muhtırası'nda Bülent Ecevit'in takındığı tavır 1973 seçimlerinde Ecevit'in CHP'sine olan güveni tazelemiştir.Ama sonuca baktığımızda o zaman CHP'nin oyunu çok da arttırmış olduğu söylenemez.Yani yine sağdan sola bir kayma yoktur.

 

Kıbrıs Barış Harekatı Ecevit'in ülke genelinde güçlü bir lider karizması edinmesinde etkili olarak 1977 seçimlerinin sonucuna etki etmiştir.Bana kalırsa,77 seçimlerinde solun ülke tarihindeki en yüksek oyuna ulaşmasına karşın yine de tek başına iktidara gelememiş olması sol adına bazı şeyleri başarmanın seçim yoluyla olabileceğinin pek safça bir düşünce olduğunu göstermesi açısından çok önemlidir.

 

70'lerin sonundaki iç çatışmaların devlet geleneğinin statikliğine bir tehdit oluşturması ve genel bir huzursuzluk haline dönüşmüş olması ABD'nin son derece işine geliyordu.80'lerde tüm dünyada birden ayyuka çıkacak olan Yeni Dünya Düzeni hazırlıkları için Türkiye deki belirsizlik tam bir biçilmiş kaftandı.Dolayısıyla böyle bir ülkede darbe sonrası sular durulduğu anda başa ABD'de ihtisas yapmış,hatta Dünya Bankası'nda çalışmış,oyunculuk becerileri yüksek,küreselleşmeye uygun olarak bir anda vahşi kapitalizme kucakları açacak biri layıktı.Özal'ın yaptıklarının ülkeye olan etkileri,siyaset alanında belki de en çok tartışılmış konuların başında gelir.Bence,Özal zamanında yapılanlar ekonomiye olan reel ve nominal etkileri arasında gerçekçi bir karşılaştırma yapılarak ve ithalatın mı üretimin mi,alnının teriyle çalışmanın mı kısa yoldan parayı götürmenin mi yüceltildiği göz önüne alınarak yorumlanmalıdır.Sonraları Özal'ın uygulamalarını gören birçok kişi arasında 'Menderes'in ne günahı vardı da idam edildi?' tartışmaları olagelmiştir.

 

80'lerin sonu ve 90'ların başında bazı kesimler tarafından Erdal İnönü'nün solda ayrı bir hava estirebileceğine inanılmış,ancak ne var ki bu da parodilere malzeme olan bir koalisyondan öteye gidememiştir.

 

Özal'ın vefatı sonrası Demirel'in çok uğraşmasına rağmen bir türlü süresini uzattıramadığı Cumhurbaşkanı makamına oturması ile birlikte ve Mesut Yılmaz'ın Özal'a benzer özelliklere sahip olamamasının da etkisiyle ülkede hissedilen bir ABD ihtisaslı ilgi çekici kişilik eksikliği bir süreliğine Tansu Çiller ile giderilmiştir.

 

90'lı yıllar yine ülkenin ekonomisini dışa açma,özelleştirme,ama buna karşılık üretimi ve gelir adaletini arka planda tutma çabasıyla geçmiştir.

 

Şunu da belirtmek gerekir ki,Erbakan ABD'nin pek de hesabında olmayan ve kendi bildiğini okuyan inatçı bir kişiliğe sahip oluşuyla ABD'nin hiç işine gelmeyen bir siyasetçi olmuştur.Dini hassasiyetlerini olmadık biçimlere sokarak,laikliğe adeta meydan okuyan bir siyaset gütmesi siyaset sahnesindeki bir harakiri olarak nitelenebilir.Bu anlamda 28 Şubat süreci de laiklikle ilgili haklı hassasiyetlerin ötesinde,ABD'yi kendi amaçlarına uygunluk açısından oldukça memnun etmiş olmalıdır.

28 Şubat'ın ardından zoraki biraraya gelen hükümetlerde yine Bülent Ecevit başrolü oynasa da hem fiziki açıdan hem de hafıza açısından sağlık durumunun bu görevi yürütmesine izin vermeyeceği aşikardı.99 seçimlerinden sadece 2 ay önce Abdullah Öcalan'ın ABD'nin özel çabasıyla Hükümet'e teslim edilmesi ise Ecevit'in ABD'ye karşı bir siyaset izlemesini adeta imkansızlaştırmıştır.

 

Önce deprem,sonrasında malum ekonomik kriz ise ülke ekonomisinin ve altyapısından nasıl bir içler acısı halde olduğunu ibretlik bir şekilde göstermişti.Bunlar her hükümetin başına gelebilecek şeylerdi aslında.Önemi ülkenin yarım asır boyunca gerçek anlamda ilerici ve gelişmeye yönelik bir yönetimle hiç ilgisi olmayan bir anlayış geleneğiyle yönetilmiş olduğunu ve demokrasiye sadece parti sayısının arttırılmasıyla geçilemeyeceğini gözler önüne sermesiydi.

Yuvarlana yuvarlana giden,bir anda çökmesi de bir anda doğrulması da mümkün olmayan ülkemiz siyaseti ve ekonomisi 2000'lere direrken bir enkaz görünümündeydi.Peki bu durum yine kimin işine gelecekti?

 

Ne pahasına olursa olsun,Özal'ın önderi olduğu küreselleşmenin,sıcak paranın bir çekim merkezi ve Yeni Dünya Düzeni'nin parçası olma ve IMF'den kopmama davası devam etmeliydi.Türkiye bir seçime daha gidiyordu.Bu sefer Erbakan safdışıydı,zaten yasaklı olmasa bile artık ne sağlığı ne de inadının gücü istese de birşeyler becermesine engeldi.Ama onun bir öğrencisi vardı ve ülke genelinde tutuluyor,ayrıca da İstanbul'da seçimlerden zaferle çıkıyordu.İslamcıydı ama iktidara gelebilmek için yumuşayıp ılımlı bir hale rahatlıkla gelirdi.'Milli Görüş'ün sadece adı milli idi belki de.Sonradan belirtildiği gibi içlerine işlemiş bir anlayış,bir dava değil,sadece bir gömlekti onlar için,işine gelmedi mi çıkarıverirdi.

 

Refah kapatılmış Fazilet açılmıştı,o kapatılmış potansiyel oylarını kapabilecek hemen bir AKP açılmıştı.En önemlisi de ortada zamanında tek başına iktidar olmuş bir Özal gerçeği vardı.

 

Daha önce,İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerinde RP adayı Tayyip Erdoğan ANAP adayı Ali Talip Özdemir'i önemli bir oy farkıyla geride bırakmıştı.Dolayısıyla bu gerçek,kısa bir dönem ANAP'ın başına geçen Ali Talip Özdemir'in Özal'ın politikalarını devam ettirme iddiası Recep Tayyip Erdoğan'ın bu politikaları devralması ve güçlü bir şekilde sürdürebilmesi olanağının yanında sönük bırakmaktaydı.Yani ön plana çıkacak isim,o zamandan mağdur rolü için biçilmiş kaftan olan Tayyip Erdoğan'dı.Özal gibi,her kesime hitap etme çabasına girecek,etnisite konusunda çıkışlar yapacak,ABD'nin sözünden çıkmayacak,kabinesinde ABD ile süpürme pazarlıkları konusunda deneyimli kişiler yanında eski solcuları dahi bulundurabilecek,'oy nasıl alınır'ın uzmanı olacak bir devletçilik karşıtı,Amerikan askerlerine dua dahi okuyabilen bir nefer.

 

Nitekim tam da planlanan şey seçimlerde gerçekleşti.AKP'nin karşısındaki tek parti CHP idi.Ancak ne olursa olsun solun oy potansiyeli belliydi.Seçim çalışmaları da rüşvet anlayışı ile ilerlemiyordu.Zaten ABD politikaları için tehlike arzedecek bir sol bu sistemde varolsa bile barınamazdı.

 

2002 seçimlerinde tek başına iktidar zaferi,yıllar sonra gelen devlet kademelerine yayılma imkanı ve bunun çok etkin ve planlı bir şekilde başarılması.

 

Bu süreçte tüm AKP karşıtlarının Türkiye'nin ilerlemesinin önündeki engeller olarak lanse edilmesinin iktidar medya organları ile gerçekleştirilmesi.Sırf oy koparabilmek amacıyla ''Kürt sorunu var.'' söyleminin ön plana çıkarılması ama ''Sorun var,çözüm yok.'' anlayışına sahip olduklarının çok az kişi tarafından farkına varılması.Üstüste yapılan gaflar,öfke dolu sözler,türbanı dini simge olmaktan çıkarıp kendi siyasetlerinin simgesi haline getirmeler,kendi çiftçisini azarlamalar,önüne geleni özelleştirmeler,yılın Avrupalısı seçilmeler ve balyoz maceraları derken 2007 seçimlerine varıldı.

 

AKP'ye gerçek anlamda muhalefeti ulusalcılar yapıyordu ve bu yüzden bazı kesimlerce statükoculukla eşdeğer tutuldular.CHP ise bir anlamda ulusalcı muhalefetten medet ummaktaydı.Deniz Baykal AKP'nin oy avcılığından hiç haberi yokmuşçasına ''İktidara geldiğimiz zaman onlara diyeceğiz kiiiii,marş marş yüce divanaaaaa!'' söylemleriyle açıkçası kuru bir iddia öne sürüyordu.Bilmiyor muydu ki solun oyu genel anlamda iktidara yetebilecek kadar artmaz bu ülkede?

Velhasıl 2007 seçimlerinde de CHP 2002 seçimlerindeki oyun üzerine ancak DSP'nin 2002'deki oylarını ekleyebildi ve peri masalı çabuk sona erdi.

 

Özal'ın veliahtı,Özal'ın 1983'de aldığı oy oranını dahi geride bırakmıştı.Yani görülüyordu ki,aynı politikalar aynı sonucu veriyordu.Halkın anlayışında değişen hiçbir şey yoktu.Ayrıca Cumhurbaşkanı koltuğundaki kişi artık Atatürk ilkelerine bağlı birisi değildi.Bundan daha iyisi olamazdı.

 

Bu durumda muhalefet yapmak gittikçe daha tehlikeli bir iş haline gelmeye başlamıştı ki yine bir parti kapatma davası ortaya çıktı.Bu sefer de CHP'nin tutunabileceği tek dal bu oluyordu.

 

Ama bugüne kadar yaşanan deneyimler açık şekilde gösteriyor ki,herhangi bir zorlama ya da darbe sonucu düşürülen bir hükümetin üzerinden pek fazla zaman geçmeden onun bir ardılı meydana çıkıp eski politikaları kolaylıkla devralıp aynı oy potansiyeline ulaşabiliyor.İşte ülke siyasetinin gözler önündeki açmazı.

 

Sol bu açmazdan kurtulabilir mi?Kendi içinden kendi güçlü ve cesur liderlerini çıkarabilir mi?Türk siyasetinde ABD'ye açık şekilde meydan okuyabilecek bir karakter olabilir mi?Taşın altına elini koymaktan öte taşı sırtlayacak olan her kesimden insanlar tam bağımsız bir Türkiye için,her türlü faşizme karşı,kültürleri yaşatarak,özgür bilinci destekleyerek ,AB ve ABD'nin güdümünden çıkarak,şekilciliğe değil öze değer vererek yeni bir kurtuluşun kapısını açabilirler mi?

 

Benim Türkiye siyaset tarihinden çıkardığım sonuçlardan biri,kuru kuruya orduya güvenerek bir pasifliğe yönelmenin hiçbir şeyi halletmediği, tam tersine, herşeyi daha da çıkmaza soktuğudur.Bence bu da merkez solun kendi açmazıdır.

 

Saygılar...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 5 hafta sonra...

Osmanlı Devleti gibi bir imparatorluğun mirasını devralmış bir Cumhuriyetin kendi içerisinde ki çıkmazlarını çok net bir şekilde göstermişsiniz.Osmanlı Devleti diye başladım çünkü bu imparatorluğun hakim olduğu coğrafyada bir değil binler vardı.Yani farklı kimlikler,farklı dinler,farklı renkler...Ve belki de bu çıkmazın en önmeli nedenlerinden biride bu farklılıkların ''birbirine benzeyen,benzemeye çalıştıkça birbirine cephe alan'' değerler statüsüne dönüşmesidir.

 

Cumhuriyetin ilanı ''Kayıtsız,şartsız olan milli eğemenliği'' yani milletin söz sahibi olduğu eğemenliği bize sundu.Saltanat yerini halka bırakmıştı.Kurtuluş savaşı sürecinde omuz omuza çarpışanlar işte burada,eğemenliğin kime dayanması konusunda, birbiriyle çatışmaya başladı.Çok partili bir Cumhuriyet denemeleri başarısız olmuş,tekrar tek partili bir dönem başlamıştı.Arda arda yapılan devrimler,halkın yönetimde ki yerini anlama çabaları,isyanlar,dini ve etnik ayrışımlar,düşünceler,ideolojiler...Oldukça sancılı geçen bir Cumhuriyet tarihi.Ve gelelim yakın tarihe!Kendi başbakanını idam sehapalarına gönderen,darbeler,darbeler sonrası yenilenen(!) anayasalar,sağ-sol diye birbirine kırdırılan insanlarıımız,bedeller ödeyen gençecik bedenler,işkenceler,halledelmişliği bırakılmış,adı konulmamış sorunlar,ve en büyük kaybını ''İNSAN HAKLARINA DAYALI BİR DEVLET'' iken ''İNSAN HAKLARINA SAYGILI BİR DEVLETE'' verdiğinin bile farkında olmayan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı.Bunlar anlaşılmayan bir tarihin anlaşılamayan sancıları.Konuşulmayan,yasaklanan bir tarih ve sonrası...

 

Kapatılan partilerin haddi hesabı yok.Her giden parti başka bir isimle,daha gür bir sesle döndü.Biz demokrasi palavralarıyla geleceğe uzanmaya çalışırken dün daima arkamızda bir gölge oldu.Kısırdöngüler,kendini tekrarlayan siyasiler ve AKP!Halkımız yine mazlum olanın yanındaydı ve AKP idi onlar için haksızlığa uğrayan.CHP sol sınırları içerisinde sınırını çizemeyince,alın size 22 Temmuz!!!Tabi aradaki o muhtıraları,kafa karışıklığını saymıyorum.Şimdi mi?

 

Meclisimiz bize göre daha demokratik.AKP,MHP,CHP,DTP,ÖDP...Her ses her farklılık bizden diyebiliyoruz gözü kapalı.Ama değişen ne?Değişen kocaman bir HİÇ.Bizler daha demokrasi yalanlarını masala dönüştüren bir tarihin Cumhuriyete özlem duyan çocuklarıyız.Cumhuriyetimiz kan kokuyor,öfke kokuyor,vurdumduymazlık kokuyor ve hala bize küs!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

...Ve belki de bu çıkmazın en önemli nedenlerinden biride bu farklılıkların ''birbirine benzeyen,benzemeye çalıştıkça birbirine cephe alan'' değerler statüsüne dönüşmesidir.

 

Ne yazık ki büyük çoğunluğumuzun siyasetten uzaklaşmış ya da siyasete hiç yakınlaşmamış oluşu,siyasilerden gerçek anlamda uzlaşmacı ve hayatı yüceltmeye,yükseltmeye dönük samimi adımlar beklemiyor oluşu çıkmazları daha da derinleştiriyor.Siyaset çoğu kişi için artık cephelere bölünmüş olmak demek.Siyaseti ele geçiren fanatiklerin yaptıkları ise partileri takım tutar gibi tutmak,genel başkanların her dediğini doğru saymak,farklı düşünenlerin kafasının ezilmesini içten içe dava edinmek,gittikçe artan tahammülsüzlükler,hatta birbirini anlamaya dahi çaba göstermemeyi siyasetin gereği zannetmeler,ötekileştirmeler,hedef göstermeler.Tüm bunları bilerek isteyerek yapmak ve gerilimsiz yaşayamamak.

 

Siyaseti ötekinin yaptığını bozmak olarak,çözümsüzlüğü kendi teminatı olarak görenlerin kültürlere,farklılıklara,uzlaşmaya,yaşamı zenginleştirmeye,özgür düşünceye tahammül etmeye yönelik bir düşünce yapısında olamayacakları aşikardır.İşte bu noktada aklı başında,toprağını,vatanını gerçekten seven ve bunu soğukkanlılıkla,şov yapmadan ortaya koyabilen kişilerin birbirlerine karşı cephe almak hatasına düşmemeleri gerekir.İnsanları ayırabilen o kadar çok potansiyel olgu vardır ki,fikir dünyası çoğunlukla bunlar yüzünden felç edilir.Her yapının,kültürün kuşkusuz olumsuz tarafları da vardır.Önemli olan,fikirlerin bu olumsuzlukları eritebilecek seviyeye çıkarılabilmesidir.Peki gerçekçi baktığımızda soğukkanlı,yapıcı fikirler üretmeye çalışanların siyasette uzun süre tutunabildiklerini söyleyebilir miyiz?Mümkün değil.İnsanlara hayatlarını yükseltmek için fırsat eşitliği vermekten bahsedenler neredeler?Zamanında koca koca laflar edenler dönüp de ülkenin halen en ufak şeyde birbirine girdiğini,hemen hemen hiçbir şeyin çözülmediğini gördüklerinde ne düşünüyorlar acaba?Bence o makam koltuklarının sıcaklığından başka birşey düşünmüyorlardır.Akıllarında kalan ve kalacak olan sadece odur.Siyaset tarihinde üzerinde uzlaştıkları tek şey bugünkü neye yaradığı belirsiz düzendir.Tüm değerleri değersizleştirdikleri,toplumu sadece tüketmeye alıştırdıkları,sağlığın ve çocukların hiçe sayıldığı,birkaç büyük şehir tüketecek diye diğerlerinin haldır haldır ürettiği,bir kısmın teknoloji çağında,bir kısmın ortaçağda yaşadığı sakat ve kısır bir düzen.

 

Böyle bir düzenin içinde topluma baktığımızda da bir yerlere sürüklenmeye alıştırılmış yığınlar görüyoruz.Her köye doktor ve okul girmiyor ama çok daha önemliymiş gibi televizyon,magazin gibi şeyler giriveriyor artık.Bu insanlar başkalarının şımarıkça yaşantılarını izledikçe fikirleri nasıl şekilleniyor,kendi hayatını nasıl görmeye başlıyor,düşünen yok.Böyle olunca,kültürler bir topyekün kültürsüzlüğe doğru elenmeye başlıyor.Çünkü ortada açık bir dengesizlik var.Hayat gittikçe daha çok parası olanlara benzemeye endeksli olarak yaşanmaya başlıyor.Farklılıkların da,geleneklerin de olumlu,zengin yönleri değil,garip,eciş bücüş yönleri ön plana çıkarılıyor.Kişiler şiveleri yüzünden dahi bilinçaltında ötekileştiriliyor.Dolayısıyla uzlaşmanın olmadığı yerde birbirine daha çok benzeyenler gruplaşmaya ve birbirlerinden destek almaya,palazlanmaya başlıyor.Din,mezhep,etnisite,eğitim düzeyi gibi olgular benzerleri birleştirirken,geneli ayrıştırıcı ve bölücü etki yapıyor.Verilen cevaba göre insanlar sanki kek gibi kalıplara sokulacakmışçasına her yerde ''Memeleket neresi?'' sorularıyla bilinçli ya da bilinçsizce kökenler ön plana çıkarılıyor.Öyle ki tutulan futbol takımları dahi artık ayrıştırıcı bir unsur haline getirilebiliyor.

 

Velhasıl ben aklı başında,kararlı,yüksek iradeye ve fikirlere sahip olanların siyasetin çürüklüğüne karşı duruşta bir güç birleşimine gitmek zorunda olduklarını düşünüyorum.Artık insanlar birbirinin köylüsü olup olmadıklarından çok fikir yapılarının olgunluğuna yönelik bir arayışa girebilmelidir.İnsanları buna zorlayacak bir oluşumun yolları aranmalıdır ki gerçek anlamda bir gelişme yaşanabilsin.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ve en büyük kaybını ''İNSAN HAKLARINA DAYALI BİR DEVLET'' iken ''İNSAN HAKLARINA SAYGILI BİR DEVLETE'' verdiğinin bile farkında olmayan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı.Bunlar anlaşılmayan bir tarihin anlaşılamayan sancıları.Konuşulmayan,yasaklanan bir tarih ve sonrası...

 

En büyük kaybımız bu olmuş diye farzettik ama zaten bu anayasalar büyük kayıpların ürünü değil mi?Bunlardan nasıl artı ve eksi diye bahsedebiliriz ki?

 

Meclisimiz bize göre daha demokratik.AKP,MHP,CHP,DTP,ÖDP...Her ses her farklılık bizden diyebiliyoruz gözü kapalı.Ama değişen ne?Değişen kocaman bir HİÇ.Bizler daha demokrasi yalanlarını masala dönüştüren bir tarihin Cumhuriyete özlem duyan çocuklarıyız.Cumhuriyetimiz kan kokuyor,öfke kokuyor,vurdumduymazlık kokuyor ve hala bize küs

 

ve

 

Velhasıl ben aklı başında,kararlı,yüksek iradeye ve fikirlere sahip olanların siyasetin çürüklüğüne karşı duruşta bir güç birleşimine gitmek zorunda olduklarını düşünüyorum.Artık insanlar birbirinin köylüsü olup olmadıklarından çok fikir yapılarının olgunluğuna yönelik bir arayışa girebilmelidir.İnsanları buna zorlayacak bir oluşumun yolları aranmalıdır ki gerçek anlamda bir gelişme yaşanabilsin.

 

diyerek bitirmişsiniz yazılarınızı!Belki de siyasi çıkmazları iyice çıkmaza koyan siyasilerimize birazda bu gerçekleri haykırmak gerek değil mi?Devamını bekliyoruz .

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

En büyük kaybımız bu olmuş diye farzettik ama zaten bu anayasalar büyük kayıpların ürünü değil mi?Bunlardan nasıl artı ve eksi diye bahsedebiliriz ki?

 

MADDE 2.- Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, millî demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.(1961 Anayasası)

 

MADDE 2.– Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.(1982 Anayasası)

 

İki Anayasa.İkiside darbeler sonrası hazırlanmış.Olağanüstü dönemlerin hemen sonrasında hazırlanan bu anayasalar size tam olarak neyi ifade ediyor;ve kendinizi bu anayasalarda belirtilen hükümlerle ne kadar güvende hissediyorsunuz?

Değişmeyen ''laik, sosyal ve hukuk devleti'' ibareleri aslında Türkiye Cumhuriyet'i gibi bir ülkede genel anlamda baktığınızda toplumsal mutakabatı sağlayacak olan mihenkl taşlarıdır;tabi ya hukukun üstünlüğü bireyin hak ve özgürlüklerini güvence altına alır,sosyal olan toplumsak refahı sağlar,laik olan devlet vicdani özgürlüğü ölçüt alır;ama İÇİ BOŞALTILMADIKÇA!

Anayasaların kayıpların ürünü derken kastınız darbeler olmalı!Darbe;

1 . Vuruş, çarpış

2 . Bir ülkede baskı kurarak, zor kullanarak veya demokratik yollardan yararlanarak hükûmeti istifa ettirme veya rejimi değiştirecek biçimde yönetimi devirme işi

3 . mecaz Birini kötü duruma düşüren, sarsan olay(TDK)

gibi anlamlarına gelen,ülkemizde genel anlamda askeri darbeler ile kavram kargaşasında yerini bulamamış,adıyla korku verici olan onlardan kavramlardan biridir.Böylesi bir kavram tabi ki yüceltilemez ama

 

Siyaset tarihinde üzerinde uzlaştıkları tek şey bugünkü neye yaradığı belirsiz düzendir.Tüm değerleri değersizleştirdikleri,toplumu sadece tüketmeye alıştırdıkları,sağlığın ve çocukların hiçe sayıldığı,birkaç büyük şehir tüketecek diye diğerlerinin haldır haldır ürettiği,bir kısmın teknoloji çağında,bir kısmın ortaçağda yaşadığı sakat ve kısır bir düzen.

gibi bir siyasi düzen karmaşasında sorun sadece darbe değil,bu darbeyi yapanlar değil;BU DARBELERE DAVETİYE ÇIKARAN SİYASİ ARENAMIZ!Bakın arkadaşımız yazılarında oldukça açık bir şekilde bu siyasi çıkmazı sonuçlarıyla belirtmiş.Daima kendi sınırları içerisinde,kendi çıkarları doğrultusunda PARADOKSLAR ÜRETEN BİR SİYASİ ANLAYIŞ,buna fazlasıyla alet olmuş DEMOKRASİYİ SLOGANİK OLARAK HAYKIRAN UYUTULMUŞ,UYANMAYI DA BAŞARAMAMIŞ OLAN TC VATANDAŞLARI da çok masum olmasa gerek!Evet iki Anayasa DARBE ANAYASASIDIR ama öylesine anlaşılmaz ki ''İNSAN HAKLARINA DAYALI OLAN DEVLET''in bir anda ''İNSAN HAKLARINA SAYGILI BİR DEVLET'' dönüşmesi.Sorgulamak gerek neden;suç kimde.Emin olun ki suç bizde!

 

İnsanları ayırabilen o kadar çok potansiyel olgu vardır ki,fikir dünyası çoğunlukla bunlar yüzünden felç edilir.Her yapının,kültürün kuşkusuz olumsuz tarafları da vardır.Önemli olan,fikirlerin bu olumsuzlukları eritebilecek seviyeye çıkarılabilmesidir.Peki gerçekçi baktığımızda soğukkanlı,yapıcı fikirler üretmeye çalışanların siyasette uzun süre tutunabildiklerini söyleyebilir miyiz?Mümkün değil.İnsanlara hayatlarını yükseltmek için fırsat eşitliği vermekten bahsedenler neredeler?Zamanında koca koca laflar edenler dönüp de ülkenin halen en ufak şeyde birbirine girdiğini,hemen hemen hiçbir şeyin çözülmediğini gördüklerinde ne düşünüyorlar acaba?Bence o makam koltuklarının sıcaklığından başka birşey düşünmüyorlardır.Akıllarında kalan ve kalacak olan sadece odur.

 

İnsanlar farklı düşünür,farklı yaşar.Renkler farklı,idealler farklı.Peki bu farklılıkları nasıl aynı düzen içerisinde yedirebiliriz?Mesela demokrasi de yer alan partiler!Parti bellli başlı aynı düşüncelerde olan bireylerin kendi içerisinde örgütlenmesidir ve demokrasinin olmazsa olmazıdır.Peki bu partilerin işlevi nedir diye başlayarak ''peki''lerle başlayan soru zincirlerine halkalar takarak devam edersek geldiğimiz nokta şu olur;''Evet anladım o zaman niye biz bunu neden beceremedik'' diye de bir soruyu da cevaplanmaksızın üretiriz.Neden mi?Çünkü kendi içnde örgütlenen bu farklılığı bütünleştirmesi,ortak çıkarlarda buluşturması gereken partiler adeta TOPLUMU UÇLARA ÇEKEN,ONU FARKLILAŞTIRAN,DÜŞMANLAŞTIRAN,ÖTEKİLEŞTİREN bir AJİTASYON aracına dönüşür.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

SİYASİ PARTİLER VE DEMOKRASİ

 

 

 

Çağdaş liberal-demokrasilerin vazgeçilmez aktörleri olarak görülen siyasi partiler demokrasinin tarihsel gelişiminin mantıkî bir sonucu olarak ortaya çıkmış değildir. Başka beşeri kurumlar gibi, siyasi partiler de “tarihsel olarak zorunlu” olgular değildirler; yani, demokrasi tarihi pekalâ başka şekilde gelişebilir ve siyasî partiler ortaya çıkmayabilirdi. Modern siyasî partiler, esas itibariyle, Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’nın 18. ve 19. yüzyıl sosyal ve siyasî tarihinin özel şartlarında ortaya çıkmış politik örgütlerdir. Demokrasi uygulamasının 20. yüzyılda aldığı şekil de bu “tarihsel” yapıların varlıklarını sürdürmelerine imkân vermiştir. Oysa, klâsik demokrasi anlayışının siyasî partileri bırakınız zorunlu görmeyi, bunların onunla uyuşacakları bile şüphelidir.

 

Bu elbette, siyasi partilerin günümüz şartlarında demokratik sistemler için önemini inkâr etmemizi gerektirmez. Şöyle veya böyle, siyasî partiler bugün temsilî demokrasinin zorunlu araçları durumundadırlar. Demokrasi ideali günümüzde aşağı yukarı temsili bir model içerisinde uygulanabilirlik kazanmıştır; çağdaş liberal demokrasiler de esas itibariyle temsili demokrasilerdir. Gerçi, öteden beri bu modele birtakım teorik eleştiriler yöneltilmiştir, ama bugün gündemde olan “katılımcı demokrasi”, “müzakereci demokrasi”, “radikal demokrasi” gibi eleştirel perspektiflerin gerçekten alternatif demokrasi modelleri sundukları söylenemez. Daha açık bir anlatımla, ne “katılımcı demokrasi”, ne “müzakereci demokrasi” (deliberative democracy) ne de “radikal demokrasi” kendi başlarına uygulanabilir, bütünlüklü modeller oluşturmamaktadırlar. Bunları, temsilî demokrasinin kimi eksiklerini telâfi etmeye, ona “demokrasi” kelimesinin çağrıştırdığı anlamların tümünü kapsayacak bir nitelik kazandırmaya hizmet etmesi mümkün birer teorik katkı olarak görmek daha doğrudur.

 

Bunun konumuz bakımından anlamı şudur: Temsili demokrasiye yöneltilen eleştirilerin sahiplerinin tavsiye ettikleri düzeltmeler yapılsa veya yapılabilse bile, yakın bir gelecekte demokrasi uygulamasında siyasî partilerin merkezî önemi ortadan kalkacak gibi görünmüyor. Bununla beraber, yapıları ve işleyişleri, hatta demokrasideki rollerinin önem derecesi bakımından siyasî partilerin kimi değişikliklere uğraması da ihtimal dışı değildir. Esasen, söz konusu eleştirel perspektiflerden bağımsız olarak, siyasi partilerde bu gibi değişikliklerin işaretleri bir süredir zaten ortaya çıkmaya başlamıştır.

 

Prof. Dr. Mustafa Erdoğan

Hacettepe Üniversitesi İİBF Öğretim Üyesi

 

gibi bir siyasi düzen karmaşasında sorun sadece darbe değil,bu darbeyi yapanlar değil;BU DARBELERE DAVETİYE ÇIKARAN SİYASİ ARENAMIZ!Bakın arkadaşımız yazılarında oldukça açık bir şekilde bu siyasi çıkmazı sonuçlarıyla belirtmiş.Daima kendi sınırları içerisinde,kendi çıkarları doğrultusunda PARADOKSLAR ÜRETEN BİR SİYASİ ANLAYIŞ,buna fazlasıyla alet olmuş DEMOKRASİYİ SLOGANİK OLARAK HAYKIRAN UYUTULMUŞ,UYANMAYI DA BAŞARAMAMIŞ OLAN TC VATANDAŞLARI da çok masum olmasa gerek!Evet iki Anayasa DARBE ANAYASASIDIR ama öylesine anlaşılmaz ki ''İNSAN HAKLARINA DAYALI OLAN DEVLET''in bir anda ''İNSAN HAKLARINA SAYGILI BİR DEVLET'' dönüşmesi.Sorgulamak gerek neden;suç kimde.Emin olun ki suç bizde!

 

galiba bizlerde dediğin gibi bunu fazlasıyla yüceleştirenlerdeniz.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

 

MADDE 2.- Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına ve başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, millî demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.(1961 Anayasası)

 

MADDE 2.? Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.(1982 Anayasası)

 

İki Anayasa.İkiside darbeler sonrası hazırlanmış.Olağanüstü dönemlerin hemen sonrasında hazırlanan bu anayasalar size tam olarak neyi ifade ediyor;ve kendinizi bu anayasalarda belirtilen hükümlerle ne kadar güvende hissediyorsunuz?

Değişmeyen ''laik, sosyal ve hukuk devleti'' ibareleri aslında Türkiye Cumhuriyet'i gibi bir ülkede genel anlamda baktığınızda toplumsal mutakabatı sağlayacak olan mihenkl taşlarıdır;tabi ya hukukun üstünlüğü bireyin hak ve özgürlüklerini güvence altına alır,sosyal olan toplumsak refahı sağlar,laik olan devlet vicdani özgürlüğü ölçüt alır;ama İÇİ BOŞALTILMADIKÇA!

 

En başta cunta rejimleri ve manidar bir şekilde değiştirilen anayasalar zaten siyaseti bir tiyatro sahnesine çevirerek bazı senaryoların hazırlayıcısı olmuşlardır.61 Anayasası kuşkusuz birçok bakımdan özgürlükçü bir anayasaymış.Ve sonrasında ise birileri tarafından açıkça planlanmış bir şekilde tasfiye edilmiş.1970'de Bülent Ecevit CHP Genel Sekreteri iken ordunun yakın gelecekte bir ABD tertibi sonucu halk üzerinde bir dikta rejimi kurarak belirli ekonomik çevrelerin daha güçlü bir konuma getirilme yolunu açma tehlikesinden bahsettiğinde bazı sol çevreler tarafından dahi çok fazla ciddiye alınmamış.Belki bu ılımlı sol diyebileceğimiz kesimin orduyu her zaman sosyal hukuk devletinin baş dayanaklarından biri olarak görmesinin bir yanılgısı olarak görülebilir.Fakat 80 darbesiyle ülkenin nasıl bambaşka bir hale getirildiği ve ekonomik ve sosyal planda solun sesinin neredeyse tamamen kesildiğini göz önüne aldığımızda partilerin ve sivil oluşumların istenildiğinde ne kadar kolay şamaroğlanına çevrilebildiğini de görmekteyiz.

 

Acı gerçeği her kesimin görmesi gerekir.Çok partili hayata altyapısız,taklidi bir sözde demokrasiyle geçilme denemesinin ve bu sürecin türlü beceriksizlikler ve öngörüsüzlükler sonucu sürekli darbelerle kesilmesinin sonucunda ülkeye tamamen hakim olan anlayış,daha çok parası olanın siyasette daha çok söz sahibi olması,gelişmemiş bölgelerdeki toprak reformunun tam olarak gerçekleştirilmemesi,kaymak tabaka herdaim karlı çıkarken,zaten üzerine sürekli basılmış,kısık çıkan sesi dahi yok edilmiş olan alt tabakaların bir de terör olgusuyla karşı karşıya bırakılması,bu teröre kurban gidenlerin hep bu alt tabakadan çıkıyor olması ile bu kişilerin düzenin iki kat mağduru haline gelmeleri ve hepten ortada bırakılmaları sonucunda batıya sürekli artan göçler,büyük bir karmaşa,cehaletin mafyaya alet olması,mafya ilişkilerinin sivri zekalılarca partilerin göbeğinde olmazsa olmaz hale getirilmesi,kaymak tabakaya dahil olanların başkalarının mağduriyeti üzerinden oy toplaması,zenginin hep daha zengin olması ve ortada ne devletçiliğin ne halkçılığın ne de inkılapçılığın kalması.

 

Halkın en temel özelliği ekmek derdinde oluşudur bence.Zorda kalan vasat bir insan yönlendirilmeye hazırdır.Başka çaresi kalmamıştır artık.Sosyal devlet davasından koparılmış bir korku devletinin çaresiz bir insana vereceği ne olabilir?Ve o çaresizin devlet hakkındaki düşüncesi güvene mi,nefrete mi,korkuya mı dayalıdır?Sonuçta olacak şey öyle ya da böyle o kişinin kendisine umut vaadedenin veya para sunanın yanına koşmasıdır.Bu mafya olur,terör örgütü olur,etinden sütünden yararlanmak isteyen kapitalist olur,ama birisi çıkar mutlaka.İşte siyaset bugün için bu duruma bir panzehir üretmekten tamamen yoksundur.Devlet kendi içerisinde bile birbirini yemekle uğraşmaktadır.Ortada samimiyet denen kavramın zerresi yoktur.Her seçimde sanki çok şey değişecekmiş gibi ortalıklarda kahkahalarla halka vaadler saçanlar,en demokratik olanların kendileri olduğunu iddia edenler,seçildikten sonra ne dokunulmazlıkları kaldırırlar,ne %10'luk seçim barajını indirirler,ne terör sorunu için ne de eğitimsizlik sorunu için öncelikli çözümler üretirler.İşte bahsettiğimiz,kendi çıkarından başka birşey amaçlamayan,birbirine en karşıt olanların bile uzlaşabildikleri,çözümsüzlüklerden beslenen düzenin gözleri fıldır fıldır oynayan figüranları.Onlara benzemeyenler de böyle bir düzende,seçildikleri 5 sene içerisinde hep azınlıkta kaldıklarından curcunaya kurban giderler.

 

Halkın değişik kesimlerinden gelen bilinçli ve değişim yanlısı kişilerin öncüleri olacakları geniş çaplı bir oluşumun hayalini kurarken,bunun bugüne kadar defalarca üstüne basılarak,açmazın unsuru haline getirilme çabasının parayla ve silahla başarılmış olması gerçeği kara bir leke olarak,insanı olumsuz düşüncelere itebilir.İnsanların ilk önce insan olma şerefini herşeyin üzerine çıkarması gerekli.Bireysel anlamda yapabileceklerimiz kendi çevremizle sınırlı olabilir,ama güçlü ve bağımsız fikirlerin ölümsüz olma özelliğine güvenmek gerekir yine de.Özgür düşüncenin bayrağının yere düşürülmemesi için her zaman gönüllü birileri çıkacaktır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Acı gerçeği her kesimin görmesi gerekir.Çok partili hayata altyapısız,taklidi bir sözde demokrasiyle geçilme denemesinin ve bu sürecin türlü beceriksizlikler ve öngörüsüzlükler sonucu sürekli darbelerle kesilmesinin sonucunda ülkeye tamamen hakim olan anlayış,daha çok parası olanın siyasette daha çok söz sahibi olması,gelişmemiş bölgelerdeki toprak reformunun tam olarak gerçekleştirilmemesi,kaymak tabaka herdaim karlı çıkarken,zaten üzerine sürekli basılmış,kısık çıkan sesi dahi yok edilmiş olan alt tabakaların bir de terör olgusuyla karşı karşıya bırakılması,bu teröre kurban gidenlerin hep bu alt tabakadan çıkıyor olması ile bu kişilerin düzenin iki kat mağduru haline gelmeleri ve hepten ortada bırakılmaları sonucunda batıya sürekli artan göçler,büyük bir karmaşa,cehaletin mafyaya alet olması,mafya ilişkilerinin sivri zekalılarca partilerin göbeğinde olmazsa olmaz hale getirilmesi,kaymak tabakaya dahil olanların başkalarının mağduriyeti üzerinden oy toplaması,zenginin hep daha zengin olması ve ortada ne devletçiliğin ne halkçılığın ne de inkılapçılığın kalması.

 

2. Dünya savaşı sonrası dünyayı saran demokrasi,eşitlik , özgürlük dalgası ağır yenilgilerden sonra Cumhuriyeti ilan eden ve ''Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir'' diyen, yenik bir imparatorluktan kalan genç bir devletin belirttiğiniz gibi çok partili hayata geçiş denemleri de, kendi içerisinde çelişkiler barındıran bir ''kesintilerle yalpalayan demokrasi''çabasına dönüştürmüştür.

 

Osmanlı Devleti'n de ilk muhalif hareketleri GENÇ OSMANLILAR ile başladığını kabul edersek demokratikleşme çabalarınıı bu anlamda daha Osmanlı ile başladığını görmekteyiz.Nitekim Tanzimat,Meşrutiyet'te bu muhalefetin sonuçlarıdır.Kurtuluş Savaşı sona ermiş,yeni bir devletin kurulmuş ve bu devletin yönetim şekli belirlenmişti.Buraya kadar basit aslında bu süreci özetlemek.Ya sonrası?Saltanatın kaldırılması,şapka kanunu,art arda gelen devrimler önce siyasi daha sonra toplumsal bir tepkiye dönüşmüş ve bu tepkiler günümüze kadar süregelmiştir.Bu bana göre de ''Çok partili hayata altyapısız,taklidi bir sözde demokrasiyle geçilme denemesinin ve bu sürecin türlü beceriksizlikler ve öngörüsüzlükler''den kaynaklanan büyük ve halledilmemiş bir sorundur.Toprak reformu ile Celal Bayar ''devlet otoritesini halka toprak verme'' ile sağlamaya çalışmış,köy enstitüleri ile hedeflenen amaçlara ulaşılmamış,belirsizliklerle beraber demokrasi de sadece içi boşaltılmış bir kavrama dönüşmüştür.

 

DP böylesi çalkantılı bir dönemden sonra halkın desteğini büyük bir oranda kazanmış,bu destek ekonomide gözle görülür bir iyileşme sağlamış,TC dünyaya açılmış,siyasi anlamda kendisini toparlamıştır.DP iktidardır ve muhalefet yine eksik olandır.1954 yılında güçlü adımlarla iktidar olan bu parti,1957 yılında oy kaybetse de 1960 a kadar iktidardır.1960 yılın arefesinde ekonomide ciddi anlamda düşüş olmuş,bu yeni Cumhuriyet tekrar taklidi olan demokrasi çabalarına dönüşmüş ve 1960 ''ASKER YÖNETİME EL KOYMUŞTUR''Ve bundan sonrası da bu kısır döngülerden arda kalan küllerdir.Demokrasi çabalarımız daima kesintilere uğramış,iktidarlar pervasız,muhalifler daima eksik...

 

Ben siyaseti sevmem,parti tutmam,sendikalara güvenmem.Neden mi?Daha öncede belirttiğim gibi ''ÖTEKİLEŞTİREN,FARKLILAŞTIRAN,YAPICI YERİNE YIKICILIĞI'' adet edinmiş siyasi bir arenada ben ne SAMİMİYETİ ne de HAKPERESTLİĞİ ararım.Çünkü kokuşmuştur,çünkü artık sadece kişiseldir tüm yapılanlar...Düşünsenize siyasetiniz İNSAN KANI ÜZERİNE KURULMUŞTUR!Ne kadar acı değil mi?

 

Bir insanın en temel hakkı yaşamadır.Bu hakkın olmadığı yerde hiçbirşey yoktur.İnsanın yaşaması içinde en başta temel ihtiyaçların karşılanması gerekir.Güvenlik,ekonomi...Yiyeceği ekmeği bile zor bulan,tek derdi geçim olan insanlardan kalkıp da eleştiriyi,sorgulamayı nasıl bekleriz?Evde çocuğu kendisini bekleyen bir baba;ekmek yerine çocuğuna nasıl kendini gerçekleştirme profili sunar.Ve siyaset denilen çıkmazlarda kendisini anlamakta bile aciz bir iktidar,muhalefetin M sini bile anlayamamış sözde muhalifler ve demokrasiyi hala bir düşman olarak algılayan değerli siyasetçilerimize rağmen bizler nasıl olur da kalkıp DEMOKRASİ vardır diyebiliyoruz.

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

''Türkiye Cumhuriyeti’ne şekil veren kurucu irade, Cumhuriyet’in ilk 15 yılını, hiçbir siyasi ve sosyal muhalefeti kaale almaksızın dilediği gibi biçimlendirmiştir; bu, devletle toplumu tek örgüt altında temsil edeceği düşünülen tek partinin egemenliği idi. Bu egemenlik tarzı meclisle CHP’nin, CHP ile bürokrasinin, siyaset sınıfı ile devletin, hattâ basının aynı siyasi program etrafında içiçeliğini öngörmekteydi ve kendi zamana ait bir çözüm biçimiydi.''

 

Bu çözüm biçimi,kendi zamanına ait olarak görünen bir çözüm biçimi olarak sunulsa da ''tek partili bir cumhuriyet'' siyasi ve toplumsal muhalefetin yok sayıldığı,CHP endeksli bir meclis,medya,bürokrasi ile şekillenen,alternatiflerden yoksun bir ÇÖZÜMSÜKLER YUMAĞIDIR!

 

''Tek parti döneminin “tek parti”si CHP, çok partili hayatta varlığını sürdürdü ancak katıldığı her serbest seçimde hayal kırıklığı yaşayarak oy miktarı itibariyle azınlıkta kaldı; buna mukabil kurucularının vaktiyle devleti kurtarmış ve kurmuş olma ayrıcalığını ileriye sürerek, sayıca değilse bile siyasi bakımdan mânidar bir özgül ağırlığı olduğunu iddia etti. Bu tez, gerek siyasi açıdan ve gerekse çağdaş siyasi hukuk açısından geçerli olmayan bir varsayımdı.''

 

Çok partili demokrasiye geçiş aşamalrı ve hemen akaibinde belki de muhalifliğe tahammülü olmayan bir siyasi arenada,dönemin sorunları ile meşrulaştırılmaya çalışılan TEK PARTİLİ DEMOKRASİ(ki bence bu demokrasi değildir) mantığı CHP gibi kurucu siyaset rolünü üstlenmiş,solu üstlenen bir parti tarafından tekrar kesintiye uğramıştır.CHP hiçbir zaman tam anlamıyla halk desteğini kazanamamış,tek partili dönemden çok partili dönmelere değin ''DAİMA BÜROKRASİ-ASKERİ'' yaptırımlarla kendine yer edinmeye çalışmıştır.

 

Türkiye de ki siyasi çıkmazın en temel nedenlerinden biri de kuşkusuz MUHALEFETİN eksikliğidir.Siyaset daima farklı olanları temsil eder.Farklı olanları siyasi arenalarda var eden ise TEMSİLİYETTİR.Mesela bu örgütlenmelerden bir örnek;partiler...Sol görüşe sahip olan bireyin kendisini CHP,muhafazakar olan bireyin kendisini SP veya milliyetçi olarak nitelenen birinin kendisini MHP ile özdeşleştirip,bu partilerle ülke siyasetinde sesini bulması belki de bundandır.Bunlar demokrasi anlamında güzel olandır,yalnız AKP başarasında yoksulluk,bilinçsizlik gibi temel olguları öne çıkaranların es geçtiği çok önemli olan bir nokta vardı;MUHALEFETTİN OLMADIĞI YERDE SİYASET YOKTUR VE CHP HİÇBİRZAMAN MUHALİF OLMAYI BECEREMEDİ!CHP neden bunu başaramadı;Ertuğrul Mavioğlu'nun bu konudaki isabetli tespitlerine bakalım;

 

''CHP 50 yıl önce daha ilerideydi

 

CHP'de sorun sadece liderlik ve yöneticilikteki zaafla izah edilemeyecek kadar kapsamlıdır. Baykal'ı indirerek CHP'yi düzeltmeye çalışmak yanlış.

3 Kasım seçimlerinden sonra ürettiği muhalefet çizgisi seçmenlerde kabul görmeyen CHP, eğilim-sel bir erime sürecine girdi. Yazar Tarhan Erdem, CHP'nin giderek küçülmesinin ve parlamentodaki etkili muhalefet görevini yerine getirememesinin asıl kaynağının politikasızlıkta olduğunu savunuyor.

CHP'yi 3 Kasım seçimlerinde yüzde 19.3 oyla parlamentoya taşıyan koşullar neydi, bugün CHP'yi gerileten koşullar nedir?

3 Kasım'a gelirken halkın bir kararı vardı. Meclis'teki partilerin tasfiye edilmesi. Öncelikle hükümetteki partiler, MHP, DSP ve ANAP. İkincisi eğer mümkünse TBMM'deki muhalif partileri de tasfiye etmek. Saadet Partisi ve DYP. Halk bu kararını acımasızca hayata geçirdi. Ama seçim var ve birilerine oy verilmesi lazım. Halkın AKP'yi iktidara taşımasının arkasında bu saik yatar. SP'den çıkan bir partiye oy veremeyenler de CHP'yi seçti. Yani asıl motivasyon beş partinin tasfiye edilmesi kararıdır. Her iki parti de tepki oylarıyla parlamentoya girdi. CHP, politikasızlığı nedeniyle 3 Kasım'dan sonra gözle görünür bir şekilde inişe geçti. Çünkü CHP bırakın geleneğini bir yana, herhangi bir partinin yapması gerektiği kadar bile politika yapmıyor. CHP'nin geçmişinde bir sol anlayış var. Bugün değil, 50 sene önce de vardı. Bu anlayışa bağlı bir politika üretilmiyor. Halk, o nedenle CHP'ye 3 Kasım'dan daha fazla oy verme eğiliminde değil. Muhalefet görevi sorunlara çözüm üretmeyi gerektirir.

CHP'nin ürettiği politikaların solun evrensel değerleriyle ilgisi var mı? Size göre CHP sol bir parti mi?

Burada CHP'yi ikiye ayırarak düşünmek lazım. Birincisi CHP'nin kuruluşu ve kaynağını oluşturan kesimi soruyorsanız; evet CHP sol bir partidir. Ama bugünkü duruşu itibarıyla CHP sol bir parti midir? Hayır. Konuya CHP'liler açısından da bakmak lazım. CHP'ye oy verenlerin çok büyük bir kesimi insani tercihleri bakımından kendilerine solcu denebilecek yapıdadırlar. Bugünkü CHP'ye söyledikleri ve yaptıkları açısından bakarsanız, sol bir parti olmadığı gibi tutarlı bir parti de değildir. CHP'ye oy verenlerin solcu, CHP'nin ise politikasız olduğunu söylemek doğru olacaktır. CHP'de tabanla ilişkiler konusunda uygun mekanizmalar olmadığı için, seçmenlerinin CHP'yi etkileme şansı bulunmaz.''(Ertuğrul Mavioğlu)

 

Ayrıca Artropod'un yazdığı gibi;

 

Her seçimde sanki çok şey değişecekmiş gibi ortalıklarda kahkahalarla halka vaadler saçanlar,en demokratik olanların kendileri olduğunu iddia edenler,seçildikten sonra ne dokunulmazlıkları kaldırırlar,ne %10'luk seçim barajını indirirler,ne terör sorunu için ne de eğitimsizlik sorunu için öncelikli çözümler üretirler.İşte bahsettiğimiz,kendi çıkarından başka birşey amaçlamayan,birbirine en karşıt olanların bile uzlaşabildikleri,çözümsüzlüklerden beslenen düzenin gözleri fıldır fıldır oynayan figüranları.Onlara benzemeyenler de böyle bir düzende,seçildikleri 5 sene içerisinde hep azınlıkta kaldıklarından curcunaya kurban giderler.

aslında ne kadar büyük bir çıkmazda olduğumuzu,zenginin daha zengin,yoksulun daha yoksul,ekonominin ödenecek borçlar listesinden ibaret olan bir DEMOKRASİ KURBANI ya da DEMOKRASİNİN KURBAN EDİLDİĞİ ülkenin sınırlarını belirleme açısından oldukça anlamlıdır.

 

Bu siyasi arenada ki çıkmazlardan sadece belli başlı DEMOKRASİ SORUNLARInı bu şekilde özetlemeye çalışarak çoğu ayrıntıyı sildiğimin farkındayım.Bugün muhalif bir solun eksikliğinden tutunda bunun önemini kavrayamamış bir halka kadar,enine boyuna sorgulanılması,anlaşılması gereken bu konuyu Sayın Artopod bence çok iyi özetlemiş.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.