Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

BURADA HER SORUYA CEVAP VERİLİR


Önerilen İletiler

Taklamakan, her ne kadar Kurân değişmiş, değişmemiş muhabbeti olmaz dediysem de verdiğin bilgiler çok açıklayıcı. Zaten akıl mantık da verdiğin bilgilerin doğru olmasını gerektirir. Ağaç, kemik, taş, deri parçalarına yazılan, noktalama işaretlerinin, harekelemenin bulunmadığı, insanların ezberine emanet edilen parçalı metinlerin bir araya hiç hatasız gelebileceğine inanmak, ancak bir dogma olabilir.

 

İddia edilen, Kurân'ın aslının levhi mahfuz denen tanrı indindeki bir kitapta kayıtlı olduğu ve oradan yeryüzüne parça parça indirildiği, sonra parçaların aslına hiç bir aykırılık olmadan birleştirildiği... Tabii ki bu iddiaya ancak inanç sayesinde onay verilebilir. Sıklıkla söylediğim gibi, dogmalar üretkendir. İnanmak isteyen şuna da inanabilir: "Derleme yapılırken kalplerine ilham geldi, doğru kelimeleri doğru şekilde diziverdiler! Sonuçta levhi mahfuzun tıpkısı oluverdi! Allah güç yetiren değil mi? Yapar, olur!" İnanacak olan buna da inanır.

 

Zaten bilimin, hukuğun, devlet yapılanmasının inançlar üzerine kurulmamasının gereği bu yüzden değil mi? Buna bilimsel ve felsefi olarak pozitivizm, (kanıtlanabilir gerçekler üzerinden varsayım üretmek) siyaseten laisizm (kuralları dine dayandırmamak) diyoruz. İnanç gönüldeyken sadece inançtır, ama toplumsallaştı mı sömürüye, kandırmacaya dönüşür.

 

Kurân mükemmeldir, levhi mahfuzdakinin tıpkısıdır diyenlere tek bir sorum olacak: Kurân'da harfler sağdan sola, rakamlar soldan sağa dizilir. Levhi mahfuzu yazan tanrı, bu sorunu nasıl olmuş da halledememiş? Yoksa yazıyı tanrı, rakamları insanlar mı yaratmış? Ayet numaraları icat olunmasa, tanrı cümlelerinin sonuna nokta koymayı dahi bilmiyormuş! Böyle örnekleri görürüz, kelimeler metin boyunca ardarda dizilir, ne paragraf, ne virgül, ne nokta hakgetire... Tanrı herhangi bir ilkokulda sınava girse başta kompozisyondan çakardı.

 

Sıklıkla tekrarladığım bir argümanı daha tekrarlayacağım: Din toplumsallaştırılmaya kalkışılmadıkça benim insanların gönüllerindeki inançla bir sorunum olmaz. Bıyık altından "laiklik allahın emri değil ya, olmasa ne olur?" diye sırıtarak mırıldanılmazsa ben din ile uğraşmam. Ama bu yapıldıkça, din pazara indirilip ayak altı tezgaha konup satmak için çığırıldıkça, ben dinin oradan alınıp olması gerektiği yere, gönüllere konması için elimden geleni yapacağım.

 

Ben dini bir sanat gibi ele alıyorum. Duygulara hitap eden bir kültür ürünü. Tıpkı aşkın kutsal, göksel bir olgu olduğunu anlatan edebiyat ürünleri, şiirler, romanlar, şarkılar gibi. Bir şarkı aşk kadar, toplumsal yaralara da değinebildiği gibi, din de bu konularda görüş söyleyebilir. Ama sadece o kadar. Hiç bir kurala temel alınamaz!

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sn Demirefe ,

 

Yazılarınızı ilgi ile okur , bişeyler öğrenmeye çalışırım.

 

Ama dini sanat kategorisine sokmak bile bence yanlış.

 

Bir insanın inancından dolayı , canına kıyan , malını talan eden , yuvasını yıkan , anasını , bacısını , karısını , kızını cariye yapan , ergenliğie erişmemiş çocuğunu köle yapan bir mantık , ancak SINIFSIZ olmalıdır.

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Gelelim Sn Birvarmışhiçyokmuş un yeminine ,

 

Aslına bakarsanız Kuran değişmiş mi , değişmemiş mi umurumda değil.

 

Allah diye bişeyin olmadığına inanıyorum ,

 

onun seçtimiş olabileceği peygambere de inanmıyorum.

 

Bu adamlar olsa olsa büyük yalancı olur.

 

Olmayan tanrının seçmediği elçi..

 

Bu tür bir insanın getiridim dediği kitaba da inanmıyorum.

 

İnanılacak yanı yok.

 

Bu kitabın değişmiş olmasına inanç beni ne kadar bağlar.

 

Yada değişmemiş olmasına inanç.

 

Ben sadece şunu göstermek istedim.

 

Şarjörünüzde 3 mermi var ise eğer , 3 el atarsınız. Hadi bide namluda var 4 el. 5 olmaz.

 

Bilgi yükü belli.

 

Risale dışına çıkamamış , risaleyi eleştirememiş biri ile benim derdim sorunum olmaz. Olamaz.

 

Onun yaptığı tehditlere de güler geçerim. Hesap soracaklarmış. Kılıcımın hesabı.

 

Benim canıma malıma kastedecek bir kendini bilmez kapıma dayanırsa , en az 10 tanesini TIMAR cennetine yollar , sonra canımı veririm.

 

Ötesi yok.

 

Bilgi ile mücadele ise , ortada , konu ile ilgili forumdaşların görüşünü ortaya koydum.

 

Sorulan sorulara cevap olmadığı gibi , bide Taklamakan ı hatırlayınız gibi , absürd bir yazı.

 

Al işte , 3 tane alıntı. Susutun kaldın.

 

Ayet se ayet , hadis se hadis , sahabe görüşü ise sahabe görüşü , verdim cevabını.

 

Şimdi sözünü tutarsın umarım. Sn D. Gülbudak.

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ama dini sanat kategorisine sokmak bile bence yanlış.

 

Bir insanın inancından dolayı , canına kıyan , malını talan eden , yuvasını yıkan , anasını , bacısını , karısını , kızını cariye yapan , ergenliğe erişmemiş çocuğunu köle yapan bir mantık , ancak SINIFSIZ olmalıdır

Genel anlamda din duygusundan bahsettiğimi söylersem sorun çözülür kanısındayım. Belli bir din ön planda tutulur, diğer dinler "batıl din" kategorisine sokulursa, sizin dediğiniz sorunlar ortaya çıkar.

 

Aslında bu düzeltmenin yapılması da gerekliydi, dikkatiniz için teşekkürler...

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Genel anlamda din duygusundan bahsettiğimi söylersem sorun çözülür kanısındayım. Belli bir din ön planda tutulur, diğer dinler "batıl din" kategorisine sokulursa, sizin dediğiniz sorunlar ortaya çıkar.

 

Aslında bu düzeltmenin yapılması da gerekliydi, dikkatiniz için teşekkürler...

 

Bu sizin inceliğiniz.

 

Ben teşekkür ederim sn Demirefe.

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

biz kuranın değiştirilmediğini ve değiştirelemeyeceğine inanırız.

neden derseniz ayette cebanı hak biz indirdik biz koruyacağız demiş.

peki neden bu düşüncede olduğumuzu sorarsan

İman tevhidi, tevhid teslimi, gerektirir buda olunca kalben ruhen aklen bir rahatlık olur, çünkü sorumluluk bizden çıktığını gösterir.

zatende tarihe ve olaylara baktığımızda her hangi bir eksilme azalma değiştirilme yok (hareke meselesini hariç tutuyorum bunuda zannettiğiniz gibi olmadığını siz dahi biliyorsunuz)

eğer dediğiniz gibi bir şey olsaydı (tarih büyük bir olay olarak bunu duyururdu, zaten islamiyetin açıklarını aramak moda) hafız dediğimiz şahışlar buna itiraz eder ve dahada önemlisi yalana karşı en büyük savaşı vermiş olan sahabeler gerekli cevabı verirlerdi. doğruluğun en meşhur olduğu bir zaman birde burdaki gerçekleri fark edebilseniz.

şimdiki zamanımızda yalan ve doğru öyle bir hale gelmişki ayırt etmek çok zor. :excl: :excl: :excl:

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sn Fakour ,

 

İnanışınıza saygım var.

 

İman teslimiyeti gerektirir. Sorgulamayı değil.

 

Tuttuğunuz yol sizce doğru , sorgulamayın. Kitapta değiştirilemeyeceği yazıyor ise öyledir deyin olsun bitsin.

 

Peki benim penceremden bakarsanız olay nasıl , bide onu yazayım.

 

Kuran Muhammed ve ekibi tarafından uydurulmuştur.

 

İçerisinde bikaç madde vardır ki , bize birtakım bilgiler söyler.

 

Birincisi değişirilemeyeceği sözü. Eğer bu söz olmasa idi , zamanla biri çıkıp mantıksız gördüğü şeyleri ayıklamaya başlardı ki , bu, ekipaj ın başarısızlığı , yaptığı işlerin boşa gittiği anlamına gelebilirdi. Bu nedenle Kuranlarının içine bu maddeyi koydular.

 

İkincisi , Muhammedin genç karısı Ayşenin zina dedikodusu sonrası inen ayet , bu ayette peygamberin karılarının müminlerin anası olduğu vurgusu , bununla Ayşeden intikam almıştır. Zina olayı doğru yada değil , ama karısının artık bir başkası ile evlenmesinin yolunu kapamıştır. Ölene kadar cinsel oruç tutturmuştur 20 li yaşlardaki genç eşine.

 

Dıhyetül Kelbi denen sahabe. Güya cebrail bu adamın kılığında görünürmüş Muhammede. Bakınız , ekip öyle bir numara bulmuş ki , Dıhye yi gönderiyorlar , Oda cebrail gibi Muhammede ayetleri sıralatıyor. Kanımca Muhammed gerçekten peygamber olduğunu düşünüyordu. BrainSlapper in bir tanımı vardı. Sara hastası diye. Bu hastalığa yakalanmış , tıbbi hiçbir yardım almamış yetim biri naapar. Hayal kurar , bu hayale kendi de inanır. Her hasta aynı tepkiyi vermese de bu olaydaki örnekte bu vardır.

 

Muhammed ekipten kimlerin karısı ile evlenmiştir. Ebubekirin , Ömerin ve de Ebu Süfyanın kızları ile evlendirilmiş. Ebu Süfyan bu ekipteki gizli liderdir aslında.

 

Muhammedin bir baika hadisi vardır. Aytelerin Ekseriyetle Ayşe ile beraberken geldiğine dair. Şimdi olay daha net değil mi. Peki Kuran ın il nüshası nı kim saklamıştı. Hafsa. Hafsa kim. Ömerin kızı. :)

 

Ömerin müslüman oluşundaki olay. Aslında güya Ebu Süfyan Muhammedi öldürmesi için kiralamış mış , oda bu görev için giderken bacısını ve eniştesini müslüman oldukları için dövmüş , onlarda asla müslümanlıktan dönmeyeceklerini söyleyip Ömere ayet okumuşlar , Ömerde müslüman olmuş.

Bu senaryo Ebu Sifyanın senaryosudur. Ömeri içlerine yerleştirme senaryosudur.

 

Zaten oalyın koptuğu yer de , Muhammedin ölmek üzere iken vermek istediği VASİYET ine Ömer in engel oluşu. Önceki iletimde vardır.

 

Hac olayı , Hacc oalyını dine sokan kişi Ebu Süfyandır. Mekke fethi olayında , peygamberle çadır vakası yaşanmıştır. Çadırda sadece ikisi kalmıştır. Bu sürede ne konuşuldu ne edildi bilen yok. Çıkıştaki olaya bakarak anlıyoruz ne konuşulduğunu. Mekke direnmeden feth olunur. Hac farz olunur. Putlar kırılır , Ebu süfyana ve ailesinden kimseye dokunulmaz.

 

Muhammedin ölümü esnasında yaşanan olayda , amcasının itirazları vardır. İyitakip edilmesi gereken bir tarihi nottur.

 

Ekip Muhammed de sonra sırası ile başa gelmiştir. Ebubekir , Ömer , Osman ve Ali.

ALi ile Ayşenin savaşlarını bir okuyunuz , neden öıkmış bu savaş.

 

İslam tarihinin kendi aralarındaki en kanlı savaşı. Hala mantıklı müslümanlar bu savaşın nedenini kendilerine yediremezler.

Oysa İKTİDAR MÜCADELESİ deseler konu kapanacak.

 

Bu bilgileri toparlamaya çalışıyorum.

 

Buraya ham olarak yazdım.

 

Daha sonra geliştireceğim. Tarihi olaylarla bağlantısını kurmaya çalışacağım.

 

Şimdilik bu kadar.

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

sayın taklaman yazınızın bir noktasında kuranın hz muhammed tarafından ekibiyle beraber uydurulduğunu söylemişsiniz.

Kur'ân, kim tarafından olursa olsun, insafla ele alındığı zaman bir beşere mal edilemeyecek kadar üstün ve ilâhî olduğu anlaşılacaktır.

 

Şimdi bu ciddî konunun derinlemesine tahlilini dev adamların devâsâ kitaplarına havale edip sadece birkaç ana başlığı hatırlatacağız:

 

1) Bir kere Kur'ân'ın üslubuyla hadislerin üslubu birbirlerinden o kadar farklıdır ki; Araplar, Efendimizin Kur' ân dışı beyanlarını, kendi sohbet ve konuşma tarzlarına uygun buluyorlardı ama, Kur'ân karşısında hayret ve hayranlıktan kendilerini alamıyorlardı.

 

2) Hadisleri okurken, arkasında düşünen, konuşan, Allah korkusundan iki büklüm olan bir insan imajı sezilir. Oysa ki, Kur'ân'ın sesinde yüksek bir kuvvet, heybetli bir edâ ve cebbar bir şive hissedilir. Bir insan beyanında, birbirinden öyle çok farklı iki üslubu birden tasavvur etmek ne aklın kabul edeceği bir durumdur ve ne de mümkün olabilir.

 

3) Mektep-medrese görmemiş ümmî bir insanın -O ümmîye ruhlar feda olsun- eksiksiz, kusursuz; ferdî, ailevî, toplumsal, iktisâdî ve hukukî bir sistem getirip yerleştirmesi, her şeyden evvel düşünce ve aklın gerçeklerine aykırı bir durumdur.. Hele bu sistem, asırlar boyu, dost-düşman bir çok millet tarafından tatbik edilecek kadar harika ve bugüne kadar tazeliğini korumuşsa.

 

4) Kur'ân'da varlık, hayat ve bunlarla alâkalı ibadet , hukuk ve iktisat gibi mevzular birbiriyle öyle dengeli ve yerli yerince ele alınmıştır ki; bunları görmezlikten gelerek onu bir insanın sözüymüş gibi farz etmek, bir bakıma onu tebliğ eden bir insan kabul etmemek demektir. Zira, yukarıdaki meselelerin bir teki bile, süreklilik ve zaman üstü olma gibi, hususiyetleriyle en büyük dâhilerin dahi altından kalkamayacağı ağır meselelerdir. Böyle, yüzlerce meselesinden her biri, birkaç dâhinin üstesinden gelemeyeceği zengin muhtevalı bir kitabı, mektep-medrese görmemiş ümmî bir Zat’a dayandırmak delili olmayan çıplak bir iddiadır.

 

5) Kur'ân, geçmişe-geleceğe dair verdiği haberler itibariyle de hârikadır ve kesinlikle insan sözü olamaz. Bugün, yeni yeni keşiflerle ortaya çıkarılan, geçmiş kavimlerin yaşayış tarzları, iyi veya kötü akıbetleri kelimesi kelimesine asırlârca evvel Kur'ân-ı Kerim'in haber verdiği gibi çıkmıştır. İşte, Hz. Sâlih, Hz. Lut ve Hz. Musa gibi peygamberler, işte onların kavimleri ve işte her biri başlı başına birer ibret sergisi olan meskenleri..!

 

Kur'ân'ın, geçmişe dair verdiği haberlerin kesinliği ve doğruluğu kadar, geleceğe ait haberleri de o ölçüde önemli ve başlı başına bir mucizedir. Mesela: senelerce evvel Mekke'nin fethedileceğini ve Kâbe'ye emniyet içinde girileceğini 'Allah dilediğinde, güven içinde başlarınızı tıraş ederek ve saçlarınızı kısaltarak korkmadan Mescid-i Haram'â gireceksiniz' (Fetih/27) ayetiyle haber verdiği gibi, İslâm'ın bütün bâtıl sistemlere galebe çalacağını da 'O, Resûlünü, hidayet ve hak dinle gönderdi ki bütün dinlere galebe çalsın. Şahit olarak. Allah yeter' (Fetih/28) beyanıyla ilân etti. Bunun gibi, o gün Roma'lılar karşısında savaş galibi görünen Sâsânilerin yenileceğini ve aynı zamanda, Bedir gâlibiyetiyle Müslümanların da sevineceğini 'Rum yenildi (bölgenize) en yakın bir yerde. Onlar bu mağlubiyetten sonra (yeniden) galebe çalacaklar. Birkaç yıl içinde. Bundan önce de sonra da iş Allah'a aittir. O gün mü'minler de sevinirler.' (Rum/2-4) müjdesiyle duyurmuştu; vakti gelince Kur'ân'ın haber verdiği gibi çıktı. Bunun gibi, 'Ey Resûl, Rabbinden sana indirileni duyur; eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni (insanlardan gelen kötülüklerden) koruyacaktır' (Maide/67) ayetiyle de, en yakınındaki amcasından, düşman millet ve düşman devletlere kadar çevresi düşmanlıklarla sarılı olduğu halde, hayatını emniyet içinde geçireceği va'dolunmuşdu ve öyle de oldu.

 

Değişik ilim dallarının keşfedilmesiyle, âfâk ve enfüsün yâni insan mâhiyeti ve mekânların didik didik edileceğini, ilmî buluş ve tespitlerin, yeni yeni keşiflerin insanoğlunu inanmaya zorlayacağını 'Biz onlara, ufuklarda ve kendi nefislerinde mucizelerimizi göstereceğiz ki, o (Kur'ân ve Kur'ân'ın getirdiklerinin) gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbi'nin her şeye şahit olması yetmez mi?' (Fussilet/53) mucizevî beyanıyla ifâde etmişti ki, günümüzde süratle o noktaya doğru gidilmektedir.

 

Ayrıca, Kur'ân, indirildiği günden bu yana 'Deki: And olsun, eğer insanlar ve cinler şu Kur'ân'ın bir benzerini getirmek için toplansalar, yine O'nun benzerini getiremezler. Birbirlerine arka verseler de.' (İsra/88) deyip, düşmanlarının damarlarına dokundurduğu halde, bir-iki küçük hezeyanın dışında, kimsenin ona bir benzer yapmaya teşebbüs etmemesi ve edememesi, onun verdiği haberi doğrulamakta ve mucize olduğunu ilan etmektedir.

 

Kur'ân-ı Kerim'in indirildiği ilk yıllarda, Müslümanlar az, zayıf, iktidarsız ve geleceğe ait hiçbir düşünceleri yoktu. Ne bir devlet, ne dünya hâkimiyeti ne de yeryüzündeki sistemleri altüst edecek dinamikleri yoktu ve yeni dinin güç kaynağı adına hiçbir şey bilmiyorlardı. Oysa ki, Kur'ân 'Allah sizden, inanıp iyi işler yapanlara va'deti ki; onlardan öncekilerini nasıl hükümrân kıldıysa, onları da yeryüzünde hükümran kılacak ve kendi!eri için seçip beğendiği dinlerini sağlama bağlayacak ve korkularının ardından da onları güvene erdirecektir.' (Nur/55) ayetiyle onlara, bu yüksek hedefleri gösteriyor ve cihanın hakimi olacakları müjdesini veriyordu.

 

Daha bunlar gibi, Müslümanlığın ve Müslümanların geleceği, zafer ve mağlubiyetleri, ilerleme ve gerilemeleriyle alâkalı pek çok ayetler var ki, hepsini burada zikretmemiz mümkün değil.

 

Kur'ân-ı Kerim'in gelecekle alâkalı verdiği haberlerin büyük bir bölümünü, değişik ilim dallarının varacakları nihâi hudutlarla ilgili olan ayetler teşkil eder. İlmî tespitlerle alâkalı, kısa işaretler halinde, Kur'ân'ın verdiği haberler o kadar hârika ve o kadar erişilmezdir ki, onun bu mevzudaki beyanlarını kulak ardı etmek mümkün olmayacağı gibi, bu mevzudaki beyanlarıyla ona insan sözü demek de mümkün değildir.

 

Efendimiz (sav) Peygamberlikle ortaya çıktığı zaman, kitleleri arkasından sürükleyen bir yığın şâir, edip ve söz üstâdı vardı. Bunlar pek çoğu itibariyle de O'na düşman idiler. Yer yer kafa kafaya verip düşünüyor; Kur'ân'ı bir kalıba yerleştirmek, bir şeye benzetmek ve ne olursa olsun mutlaka hakkından gelmek istiyorlardı. Hatta, zaman zaman Hıristiyan ve Yahudi âlimleriyle de görüşüyor, onların düşüncelerini alıyorlardı . Ne pahasına olursa olsun Kur'ân çağlayanını durdurmak ve kurutmak için akıllarına gelen her şeyi yapma kararındaydılar. Bütün bu engellere ve engellemelere, akla hayâle gelmedik karşı koymalara aldırmadan yoluna devam eden Hz. Muhammed (sav), bilumum inkârlara, ilhadlara karşı sadece ve sadece Kurân'la karşılık veriyor ve mücadelesini de zaferle noktalıyordu. Hem de bunca düşmana rağmen.

Evet, o gün, Hıristiyan ve Yahudilerden ileri gelen alimlerle beraber, belagatın dev temsilcileri, tek cephe olup etrafı velveleye verdikleri bir dönemde, Kur'ân o üstün ifade gücü, o büyüleyici beyanı, o baş döndürücü üslûbu, o insanın içini ürperten mana derinliği ve ruhâniliğiyle muhataplarının gönlüne girdi; arşı, ferşi çınlatacak bir ses, bir soluk oldu yükseldi. Sürekli olarak düşmanlarını, karşı koymaları için çağırdı, tehdit etti, meydan okudu: 'Siz de Kur'ân'a benzer bir kitap, hiç olmazsa onun bir suresine denk bir şey, daha da olmazsa aynı ağırlıkta bir âyet ortaya koyun; yoksa savulun gidin!..' dediği ve o günden bugüne de 'Eğer kulumuz Muhammed'e (sav) indirdiğimizden şüphe içindeyseniz, haydi onun gibi bir sûre getiriniz ve eğer doğru iseniz; Allah'tan başka bütün yardımcılarınızı da çağırınız.' (Bakara/23) 'De ki: and olsun, eğer insanlar ve cinler şu Kur'ân'ın bir benzerini getirmek için toplansalar, yine onun benzerini getiremezler. Birbirlerine arka çıkıp yardım etselerde...' (İsra/88) 'Yoksa onu uydurdu mu diyorlar? De ki: Öyle ise siz de onun benzeri on uydurulmuş (dahi olsa) sure getiriniz. (Hatta) eğer doğru iseniz, Allah'dan başka çağırabildiklerinizi de çağırınız' (Hud/13) ayetleriyle aynı şeyleri tekrar edip durduğu halde, bir-iki hezeyanın dışında, Kur'ân'ın bu meydan okuyuşuna cevap verilmemesi, onun kaynağının insani olmadığını gösterir. Zira, tarih şahittir ki, Kur'ân'ın düşmanları O'na ve O'nun tebliğ edicisi olan Peygamber Efendimize (ASM) her türlü kötülük yapmayı denedikleri halde, Kur'ân'a benzer yapmayı akıllarından bile geçirmediler. Böyle bir şeye güçleri yetseydi, yaptıkları nazire ile Kur'ân'ın sesini kesecek, tehlikelerle dolu savaşma yolunu seçmeyeceklerdi.

 

Evet, o koca belagat üstadları, şeref, haysiyet hatta ırz, namus gibi en değerli şeylerini tehlikeye atıp savaşma yolunu seçmeleri, Kur'ân'a benzer yapılamamasının en açık delîlidir. Eğer benzerini yapmak mümkün olsaydı, bu şekilde karşı koymayı savaşmaya tercîh edecek ve geleceklerini katiyyen tehlikeye atmayacaklardı.

 

Arap şâir ve edebiyatçılarının, Kur'ân'ın benzerini getirememeleri tahakkuk edince, ona Hıristiyan ve Yahudiler arasında menşe' aramak bir zavallılık ve çaresizlik ifadesidir. Hem, Hıristiyan ve Yahudiler bu muhteva ve bu ifade zenginliğinde bir kitap hazırlayıp ortaya koymaya güçleri yetseydi, ne diye onu başkasına nispet edeceklerdi. 'Biz yaptık' der ve onunla övünürlerdi.

 

Kaldı ki, dünden bugüne, dikkatsiz veya garazlı bir iki batılı doğu bilimci ve müşrike bedel, bir sürü ilim adamı, araştırmacı ve düşünür Kur'ân'ın içerik zenginliği, ifade gücü karşısında hayranlıklarını gizleyememiş ve onu alkışlamışlardır.

 

Charles Milles; Kur'ân'ın üslubundaki zenginlik itibariyle benzerinin yapılamayacak ve tercüme edilmeyecek kadar yüksek bir edâya sahib olduğunu...

 

Victor İmberdes; Kur'an'ın, bütün hukuk esaslarına kaynak olabilecek zengin bir muhtevaya sahib bulunduğunu...

 

Ernest Renan; Kur'ân'ın dînî bir inkılâb kadar edebî bir inkılâb da yaptığını...

 

Gustave Le Bon; Kurân'la gelen İslâm'ın en saf, en hâlis bir tevhid anlayışını dünyaya tebliğ ettiğini...

 

CI. Huart; Kur'ân'ın Allah kelâmı olup, vahiy yoluyla Hz. Muhammed'e (sav) tebliğ edildiğini...

 

H. Holman; Hz.Muhammed'in (sav) Allah'ın son peygamberi, İslâmiyet'in de vahy edilmiş dinlerin en sonuncusu bulunduğunu...

 

Emile Dermenyhem; Kur'an'ın, Peygamber'in (as) birinci mucizesi olduğunu, edebî güzelliği itibariyle de erişilmez bir muamma olduğunu...

 

Arthur Bellegri; Hz. Muhammed'in (sav) tebliğ ettiği Kur'ân'ın bizzat Allah'ın eseri olduğunu.,.

 

Jean Paul Roux; Peygamberimizin en güçlü mucizesinin melek vasıtasıyla gönderilen Kur'ân-ı Kerim olduğunu...

 

Raymond Charles; Kur'ân'ın, hükmü hâlâ devam eden ve Allah'ın bir elçi vasıtasıyla müminlere tebliğ ettiği beyanların en canlısı olduğunu...

 

Dr. Maurice; Kur'an'ın her türlü itiraz ve eleştirinin üzerinde bir mucize, bir harika olduğunu hatta daha da ileri giderek, edebiyatla ilgilenenler için Kur'ân'ın bir edebî kaynak, dil uzmanları için lâfızlar hazinesi ve şairler için bir ilham membaı bulunduğunu...

 

Manuel King; Kur'ân'ın, peygamberimizin peygamberliği süresince Allah'tan aldığı emirlerin mecmuu bulunduğunu...

 

Mr. Rodwell; İnsanın Kur'ân'ı okudukça hayretler içinde kaldığını ifâde eder ve onu takdirlerle alkışlarlar.

 

Sadece birer cümleciklerini alıp naklettiğimiz bu seçkin ilim adamı ve düşünürler gibi, daha yüzlerce fikir adamı ve araştırmacı, bilgilerinin genişliği ölçüsünde, aynı hakikatlara parmak basmış ve Kur'ân karşısında takdirle iki büklüm olmuşlardır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sn Fokur ,

 

Size ve inanışınıza saygım var.

 

Bide ricam var. Şu linkleri tıklayıp , baştan , ilk mesajdan sona kadar okumanız.

 

 

Şu linkte - Tıklayınız.

 

Link 2

 

Link 3

 

Bu konuları her yönü şle bu forumda gayet seviyeli bir şekilde tartışmışlar forumdaşlar.

 

Sabırla okursanız , yazdıklarınıza cevap var. Buraya yeniden almayalım.

 

Özellikle sn Haksöz ün açtığı Kurandaki çelişkiler başlığı , sonra da sn Hoppa nın ilavelerine dikkat ediniz. Emek verilen bir çalışma.

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Ölüm..

 

.- bu dünya da ayni beden de, ayni sekil de..vs bir daha gözükmüyor yasamiyor degil mi..?, göremiyoruz...

 

- yok olmus, bizler tarafindan bir daha gözükmeyen yani degil mi..?

 

- yada gitti, vefat etti

 

- yada, yasa di ve öldü deniliyor degil mi..?

 

Sonuc ta yok oluyoruz degil mi..? YASADIGIMIZ BU DÜNYADAN ve Öldü kelimesini kullaniyoruz.

 

Buraya kadar umarim tamam dir.

 

~~~~

 

Google:

 

Daha net bir aciklama:

 

Ölüm

 

Sonsuz ilâhî fiillerden birisi: İmate; yani, ölümü tattırma; ruhun bedendeki tasarrufuna son verme. Ruh, Allah’ın en mükemmel, en harika ve en bilinmez eseri. Muhyi (hayat verici) isminin tecellisiyle hayat nimetine kavuşmuş. Bu nimet ve şeref artık ondan ebediyen geri alınmayacak. Kabirde de, mahşerde de, cennet veya cehennemde de devam edecektir.

 

~~~~

 

Bura da ise, ruhun var oldugu söyleniliyor....yasam i cennet veya cehennemde de sürdürüldügünü yaziyor degil mi..?

 

Peki o zaman

 

Madem ki ruh cennet te veya cehennem de devam yasayacak...

 

BU DÜNYADA yani yasadigimiz bu dünya da...........Neden bu hayatan gidene, bedenini görmediklerimiz icin ÖLDÜ

 

diyoruz... ki yazildigina bakilir ise tekrarlayim, bir ruh var ve cennet veya cehennem de devam edecek, yasayacak.

 

Benim kendimden yazdigim ilk kita da ise,yok olduklari icin, gittikleri icin, bir daha göremeyeceklerimize... vs. Öldü diyoruz,

 

Öldü kelimesini kullaniyoruz.

 

Diger net aciklama da ise...ruh var yasayacak denildigi halde...inanildigi halde

 

Yasayacak olan birsey var...

 

Ama yine de BU DÜNYADAN GIDENLERE, Öldü deniliyor, aslin da bir seyin devam yasayacagini bile bile.......

 

Bu arada ben simdi burda cennet var yada yok, ruh var yada yok, ...bunu tartismak icin yazmadim, yeterince cünkü

 

zaten tartisilmak' ta

Sadece merak ettim, neden bir tarafta yok olduklari icin, gittikleri icin...Öldü kelimesi kullanilmak ta

 

Bir yandan ise, madem ki yasayacak denildigi halde..."yasayanlar icin" yine cogunluk' ta Öldü kelimesinin kullani mi

 

Umarim cok karişik olmamisdir...yazim

 

Simdiden Tesekkürler

Saygilar

 

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sn Birce ,

 

ölümle ilgili olrak verdiğiniz ve google da böyle tanımlanıyor dediğiniz yerin link i aşağıdadır.

 

-http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=114195-

 

Mehmet Hasras adlı bir kişinin milliyet teki blog u.

 

Ve aynı kişi orada şu kelimeleri kullanmış...

 

" Nur külliyetında ölüm için getirilen birbirinden güzel tariflerden biriside şudur....."

 

diyerek döktürmüş amcam.

 

Ve sanki google da tek cevap varmış gibi bunu almanız da , yazınızın ciddiyetini bir o kadar zedelemiş.

 

 

 

Ruh yoktur.

 

Ruh diye inandığınız şey , beynin bir faaliyetler bütünüdür. Bilinç tir.

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sn Birce ,

 

ölümle ilgili olrak verdiğiniz ve google da böyle tanımlanıyor dediğiniz yerin link i aşağıdadır.

 

-http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=114195-

 

 

Ve sanki google da tek cevap varmış gibi bunu almanız da , yazınızın ciddiyetini bir o kadar zedelemiş.

 

 

 

Ruh yoktur.

 

Ruh diye inandığınız şey , beynin bir faaliyetler bütünüdür. Bilinç tir.

 

Saygılar.

 

 

Bu arada ben simdi burda cennet var yada yok, ruh var yada yok, ...bunu tartismak icin yazmadim, yeterince cünkü

 

zaten tartisilmak' ta

Sayin TAKLAMAKAN,

 

sanirim bu cümlem gözünüzden kacti, insanlik hali...ki bu sekil de bir tepki gelebilecegini düsündügüm icin bu cümleyi yazmisdim...

 

Google sorununa gelince...öylesine ilk gelene tikladim, secmedim...secmeye kalksam bile hangisi iyi hangisi kötü yada dogru yada yanlis ben bilmiyorum...en azindan bir aciklama olsun diye, tek kendimden olan yorumlarim olmasin diye kopyaladiydim

 

Yazimda ki amacim baskay di, sanirim yine anlatamadim........

 

Ilginiz icin Tesekkürler ve Saygilar

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sevgili Dostlar ;

 

Forum umuz dan Uzak Kaldığım, ve Sizlerle Birlikte Olamadığım Br Kaç Günün Ardından, Vuslatın ve Kavuşmanın Sevincini Yaşıyorum.

Bu Kısmi Ayrılık, Kesinlikle Kendi Tercihimiz Değil, Bilakis Mecburi ve İmkansızlık Dahilindedir.

Sanırım ve Korkarım ki, Yaz Dönemi Boyunca Bu Med Cezirler Yaşanmaya Devam Edecek, Lakin Forumumuza Bağlılığımız Daim Kalacaktır.

 

Şimdi Bu Dönemde, Ortaya Atılmış Bir Takım İddia ve İftira lar a Yanıt Vereceğiz.

 

Kuran ı Kerim in Değiştirilmemiş ve Tahrif Edilmemiş Olduğu Gerçeğini, Yalanlamak Adına Ortaya Atılan Karalama ve Yalanlamalar,

Net ve Kesin Bir Dille Çürütülecek, ve Sayfalar Dolusu Yapılmış Müfritkar Alıntılar, Yine Kaynaklarından Alınan Belge ve Delillerle Geçersiz Kılınacaktır.

 

Lütfen Dikkatle İnceleyiniz. ;

 

Bazı insanların Kuran'a şüphe düşürmek için zaman zaman bazı iftiralar attıkları görülmektedir. Bunlardan biri de Garanik uydurma hikayesidir. Sizin sorunuza neden olan da budur. Allah Peygambelerini bütün vesveselerden ve şeytanın telkinlerinden korumuştur.

 

“Senden önce hiç bir resul veya nebî göndermedik ki, halkının hidâyetini umarak gayret gösterdiğinde, şeytan onun temennisi hakkında bir vesvese vererek, ümidini kırmak istemesin. Ama Allah, şeytanın attığı o vesveseyi giderir, sonra da âyetlerini sapasağlam, muhkem kılar.

Zira Allah alîmdir, hakîmdir (herşeyi hakkıyla bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir)” (Hacc, 22/52).

 

Bu âyet-i kerime farklı değerlendirmelere mülahazalara yol açmış ve etrafında bir takım hâdiseler, rivayetler örülmüştür. Şimdi bunları ve konunun aslını ele alalım:

 

“Temenni”nin anlamları:

 

Burada en önemli kavram “ Temenni ” dir. Kelimenin Türkçe’mizde de bulunan ilk anlamını esas alırsak âyet şöyle tefsir edilebilir:

Her peygamber, kavminin ilahi hidayete tabi olup kötülüklerden kurtulmalarını arzu eder.

Şeytan, insanların kalplerine şüphe atarak halkı resullere karşı koymaya çağırır. Yahut resul, kavminin hidayetini temenni edip hırsla çalışırken,

şeytan onu ümitsizliğe düşürmek için vesvese verebilir, onu maksadından caydırmaya çalışır.

Kur’ân-ı Kerim, şeytanlara uyanların yaptıkları işleri bazen şeytanlara izafe eder. Zira sebebiyet münasebeti vardır.

 

Dine davetinin başlangıcında Peygambere inananlar az, küfür tarafı ise sayı ve maddî imkân bakımından çok güçlü olduğundan şeytan, haklı olanların, sayıca çok olanlar olduğu telkininde bulunur, hattâ "haklı olsa Allah onu üstün kılardı" diye Allah Teâlâ’nın da kendi tarafında olduğu vesvesesini verir. Bu durum, bir taraftan müşrikler, bir taraftan mü’minler hakkında bir fitne (yani imtihan) olur. Fakat neticede Cenab-ı Allah, sabreden iman ehlini teyid ederek, şeytanların ortaya attıklarını giderip peygamberlerin tebligatının hak ve hakikat olduğunu izhâr eder. Şeytanın ye’se düşürmek üzere vesvese verdiği peygamber, ilk anda vesveseye maruz kalsa da, “ismet” vasfı vesvesenin karşısına çıkar, yani Allah’ın verdiği “günahtan korunmuşluk” vasfı, şeytanın vesvesesini iptal edip boşa çıkarır (M. Tahir İbn Âşur, Tefsiru’t-Tahrir, 17/299-300). Allah, müminlerin kalplerinden şeytanın şüphelerini nesh edip, vahdaniyet ve risaletin hakkaniyetini bildiren âyetleri onların kalplerinde muhkem kılar; kâfirler ve münafıklar ise küfür ve şüpheleri içinde kalırlar.

 

Âyet-i kerime, bu sürecin bütün tevhid tarihinde, istisnasız olarak tekrarlandığını bildirerek Hz. Peygamber’i ve müminleri teselli etmektedir (krş. A.H. Aksekili, Hatemu’l-Enbiya Hazretlerine İsnad Olunan En Çirkin İftiranın Reddiyesi, s. 61-67; İbn Âşur, 17/300-301).

 

İlgili âyetlerin mânâsını tevcih hususunda birkaç görüş daha varsa da bu âyetteki umum, talil, risalete hakkını vermek gibi üç husus dikkate alınınca, isabetli tefsirin ancak bunlar olduğu tezahür eder (Aksekili, s.69). Bu izahta ne lisan kaidelerine, ne da itikad esaslarına aykırı bir taraf yoktur. Bu mânâ, zorlamasız, insicamlı olarak âyetin fasih ifadesinden ortaya çıkan mânâ olup, ayrıca bir hikâye uydurmak suretiyle boşluk tamamlama ihtiyacı göstermez (İbn Âşur, 17/303).

 

Âyette geçen temennî’nin ikinci mânâsı “okumak”tır (İbn Âşur, bu mânâ ve bunun şahidi olarak Hassan ibn Sabit (r.a.)’a nisbet edilen beytin ona mensup olduğu hakkında şüphe izhar eder.). Elka “bir şeyi elinden atmak” demek olup, bozmak kasdıyla halk içine bir şey atmak mânasıyla vesvese hakkındâ istiare olmuştur. Nitekim elkaytü fi hadisi fülanin deyimi, “söyleyenin maksadına aykırı olmakla beraber lafzın az çok muhtemel olduğu şeyi sözüne karıştırdım” yahut “netice itibariyle, söylemediği bir şeyi ona mal ettim” demektir. (Hak yolun karşısına çıkanlar, insanları saptırmayı kendilerine iş edinirler, onlar şüpheye uyup, şüphe uyandırmak için çabalar dururlar. Sapkınların kalplerine bunları atanlar (ilka edenler) şeytanlar olduğu için, bu sebebiyyet alâkasından ötürü onların yaptığı iş, şeytanlara izafe edilebilir.)

 

Meselâ şeytanların kulaklarına üflemeleriyle müşrikler, Hz. Peygamber (s.a.s) Kur’ân âyetlerini tebliğ ettikçe, batıl bir şekilde onu redde çalışıyorlardı.

 

Kur’an şirke kaçacak delik bırakmaz

 

Şimdi konunun diğer yönüne geçelim:

 

Cenab-ı Allah Necm suresinde putları tahkir etmek üzere şöyle buyurur:

 

“Baksanıza şu Lat ve Uzza’ya; ve üçüncüleri olan öteki (put) Menat’a. Demek erkek size, kadın Allah’a öyle mi?

O halde bu insafsızca bir taksim! Onlar (o putlar) sizin ve babalarınızın (tanrı) diye isimlendirdiğiniz (boş, medlûlsüz) isimlerden başka bir şey değildir.

Allah onların tanrılığı hakkında hiçbir delil indirmemiştir: o putlara tapanlar sırf zanna ve nefislerinin alçak hevesine uyuyorlar.

Hâlbuki onlara, Rab’leri tarafından yol gösterici gelmiştir. Yoksa her arzu ettiği şey, o insanın kendisinin mi olacaktır?

Son da ilk de (âhiret de dünya da) Allah’ındır. Göklerde nice melek var ki, onların şefaati hiç bir işe yaramaz, meğer Allah’ın dilediği ve razı olduğu kimseye izin verdikten sonra olsun (ancak o zaman şefaatin faydası olur). Ahirete inanmayanlar, meleklere dişilerin adını takıyorlar.

Onların bu hususta bir bilgileri yoktur; sadece zanna uyuyorlar; zan ise hak olan (ilmin) yerini tutmaz (Necm, 53/19-28).

 

Bu pasaj, putları ve putperestliği tahkir eden, bütünlük arz eden, unsurları arasında kopukluk olmayan insicamlı bir metindir. Kısaca söyleyecek olursak, burada putlar ve putperestler, putların kız suretinde tasvir edildiği de tasrih edilerek, yedi yerde açıkça tahkir edilmiştir, şöyle ki:

 

1- Efe raeytüm (l) ile yapılan tahkir. Zira bu tabir, peşinden gelen şeyi reddetmek için yapılan bir giriztir.

 

2- Esmâün semmeytûmûhâ ile, kuru isimler, medlulü olmayan sadece müşriklerin vehimlerinde varlığı bulunan putlar kasdedilir.

 

3- Allah, onları tanrılaştırmaya hak verdirecek hiçbir delil bildirmemiş, hiç bir yetki vermemiştir.

 

4- “Demek erkek size, kadın Allah’a öyle mi?” istihzası.

 

5- Sırf zanna ve alçak hevese uydukları ittihamı.

 

6- Makbul varlıklar olan meleklerin bile, Allah’ın izni olmadıkça, şefaatlerinin fayda vermediği.

 

7- Meleklerin dişi olduğunu söyleyenlerin ahirete inanmadıkları.

 

Efe raeytum ile, müşriklerin mabudlarının hakirliği, akidelerinin sakimliği gösteriliyor. Hitap Kureyş’e yapılmaktadır. Yani “sırf ilahî vahy olan bu kelâmı dinledikten, sahibinizin (arkadaşınızın) miracda gördüklerini duyduktan sonra: “Baksanıza şu Lat ve Uzza’ya, bir de şu geride üçüncüleri olan Menat’a!” (Elmalılı H. Yazır, 6/4591)”...

Bu beyandan sonra, siz de o taptığınız muhtelif putları ve geriliklerini gördünüz değil mi? Şimdi haber verin bakalım, size erkek O’na dişi öyle mi! (Müşrikler putlarına müennes (dişi) isim takarlardı. Onlar “putlar, ilâhî kuvvetlerin, melaikenin suretleridir, melâike ise Tanrı’nın kızlarıdır, biz onların suretlerini yapıp dişi isimleri vererek onlara perestiş etmekle kendilerini Allah indinde şefaatçi ediniriz’’ sanıyorlardı).

 

“O halde bu, insafsızca bir taksim!” (Necm, 22). Allah’a çocuk isnat etmek, haddizatında büyük bir zulümdür. Fakat müşrikler, kendilerinin kız babası olmalarını eksiklik sayarak, kız istemedikleri, hattâ onları öldürdükleri halde, kızları Allah’a tahsis etmekle, kendi vicdanlarına karşı, tazim eylemek istedikleri Mabud’u tahkir etmiş, Ona karşı büyük haksızlık etmiş oluyorlardı. (Taberî, 27/58; Elmalılı, 6/4596). Mezkur hususlar putları açıkça tahkir etmesine rağmen, uydurma bir rivayet 20. âyetten sonra “Ve tilke’l-garaniqu’l-ula, ve inne şefaatahünne le-turteca” (Bunlar yüce kuğu kuşları (tanrıçalar)dır ve elbette onların şefaatleri umulur) sözünün yer aldığını öne sürer.

 

Aslında ilgisi olmadığı halde, Garanîk meselesi ile ilgisi kurulan sahih bir rivayet vardır.

Buharî’de İbn Abbas (r.a)’ın şöyle dediği nakledilir: “Necm suresini okuyunca Hz. Peygamber (s.a.s.) secde etti, onunla beraber Müslümanlar ve müşrikler, cinler ve insanlar da secdeye vardılar’’ (Sahih, “Necm Suresi’nin Tefsiri”).

İmam Ahmed, (Müsned, 6/399-400) ve Nesaî (“İftitah”, 2/160) başka bir tarikten buna benzer bir rivayette bulunur, fakat mazmunu Necm Suresi’nin okunmuş olup, orda bulunan herkesin secde ettiğidir.

 

Bu secde şöyle izah edilir: Hz. Peygamber (s .a.s.), Cenab-ı Allah’ın, surenin son âyetindeki emrini tutarak secde edince, müşrikler de kendi mabudlarına tazimen secde etmişlerdir (İzmirli İsmail Hakkı’dan naklen Aksekili, s.46-47). Secdeye kapanmaları, Hz. Peygamber’in bir mucizesi de olabilir.

Yahut, Kur’ân-ı Kerim’in müessir üslubu, yüce hakikatleri, hele Resûlullah’ın mübarek ağızlarından okununca, muazzam bir tesir gücü kazanmış olmalıdır.

 

Sözde Garanîk Kıssasının tenkidi

 

Taberî; M. İbn Kâb el- Kurazî, Ebu’I-Âliye, Saîd İbn Cübeyr, İbn Abbas, Dahhâk, İbn Şihab’dan özeti şu olan bir kıssa nakleder. (Tefsiru’t-Taberî, 27/186-189):

 

Haşa ;

Resûlullah, kavminin yüz çevirdiğini görünce bu ona çok ağır geldi. Allah’tan kavmi ile kendisini birbirlerine yaklaştıracak bir şey inmesini temenni etti.

Cenab-ı Allah Necm suresini indirdi. O da okudu. Bu esnada şeytan gönlünden geçirip de kavmine getirmek istediği şeyi onun lisanına atıverdi:

“(Bunlar yüce kuğu kuşları (tanrıçalar)dır ve elbette onların şefaatleri umulur).” Kureyşliler bunu işitince sevindiler ve onu dinlemek üzere yaklaştılar. Mü’minler de Rab Teâlâ’dan gelen şeyi tasdik ettiler, Peygamber’i bir hata veya vehimden ötürü itham etmediler. O, sureyi bitirince secde etti. Onun secde ettiğini gören mü’minler de onun getirdiğini tasdik ederek secde ettiler. Mescitteki müşrikler de secde ettiler. Velîd ibn Muğîre hariç herkes secde etti.

Secde haberi, Habeşistan’a hicret etmiş Müslümanlar’a da ulaştı. Bir kısmı orada kalıp, bir kısmı Mekke’ye hareket etti.

Sonra, Cenab-ı Allah, Peygamber’e, “Benim indirmediğim şey söyledin!” dedi. Resûlullah üzüldü, Allah’tan korktu. Bunun üzerine Allah bu âyeti (Hac, 52) indirerek onu teselli etti, Şeytanın ilka ettiğini neshetti” (Taberî, 27/187-188).

 

Bu Uydurma Rivayet in, Muhteva yönünden Tenkidi

 

A) Muhteva yönünden tenkidi (dahilî tenkid). Bu rivayeti, ihtiva ettiği tenakuzlardan ötürü kabul etmek mümkün değildir zira:

 

a) Daha önce gerek Hac, gerekse Necm sûrelerinde geçen mezkûr iki âyet grubunun tefsirini nakletmiştik.

Bu hâdise, onların muhtevaları, sibak siyaklari ile uyuşmaz. Özellikle Necm sûresi, naklettiğimiz pasajında, belirtmiş olduğumuz yedi unsuru ile şirki iptal etmişti. Bu ortam içinde, putları yücelten bir söz girecek yer bulamaz, kabulü mümkün olmaz.

 

Faraza söylenmiş bile olsa, müşriklerin buna kanması mümkün değildir.

 

Şirke, putlara hakaret üstüne hakaret yağdırılırken öven bir cümle ne ifade ederdi ki? (M.H. Heykel, s. 96; Seyyid Kutub, “Necm suresinin tefsiri,” 27/73).

Hiç merak etmeyelim, Peygamberimizin muhatabı şedid müşrikler, böyle bir sözle havalanmayacak kadar davalarına bağlı, şüpheci ve radikal idiler.

Böyle bir sözün burada söylendiği farz edilirse, asıl düşünülecek tevcih, diğer yedi unsura ilaveten, onu sekizinci bir hakaret ifadesi saymaktır.

Yani, başta bir istifham hemzesi takdir edilerek:

 

“O dişiler (tanrıçalar), onların şefaatleri umulacak ha! Yuh olsun sizin aklınıza!”

(Razî, Mefatihu’l-Ğayb, Hac,52 tefsiri, 6/249) da bu ihtimali bildirmekle beraber isabetli bulmaz).

 

B) Cenabı Allah, bu kısa Necm sûresinde, şeytanın sözünün, âyet olarak girdiği iddia edilen kısmın önünde ve sonunda, bu hikayeyi tam iptal edecek hakikatleri yerleştirmiştir. Red ve iptal edici yedi unsuru, daha önce zikretmiştik. Şimdi de, vahy hakkındaki şu kuvvetli teminatı hatırlatalım:

Bu sûrenin baş tarafında (Necm, 2-4): “Şaşırmadı sahibiniz, azıtmadı da. Ve hevadan söylemiyor. O, sade bir vahiydir, ancak vahyolunur.

Ne aldanır, ne aldatır, o kendi re’y, arzu ve temennisinden söylemez.” âyetleri vardır.

Kısaca vahye şeytan asla müdahale edemez, o daima korunma altındadır.

 

c) Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından böyle bir şey söylenmesi, risalete aykırıdır. Zira böyle bir sözü kasden, cebren veya sehven söylemiş olabilir, başka bir ihtimal yoktur. Kasden söylemek küfürdür, caiz değildir. Peygamberin gönderilmesinin sebebi putları övmek değil, kötülemektir. Şeytanın cebren söyletmesi de mümkün değildir. Zira Cenab-ı Allah, Şeytana: “Benim kullarım üzerinde senin bir yetkin yoktur”(Hıcr, 42) âyetinde şeytanın mü'minler üzerinde sultası olmadığını bildirmiştir. Şeytan, mü’min kulları bile icbar edemezse, Peygamber’i hiç edemez. Hz. Peygamberin, sehiv ve gafletle söylemiş olması ihtimali de merduttur; Zira tebliğ halinde onun hakkında gaflet caiz değildir. Caiz olsaydı, onun söylediklerine artık itimat kalmazdı. Ve çünkü vahy edilen Kur’ân hakkında Cenab-ı Allah, (Fussilet, 42) “Kur’ân'a batıl, ne önünden ne ardından yol bulamaz”, keza, “Kur’ân’ı Biz indirdik ve onu Biz muhafaza edeceğiz” (Hicr, 9) buyurmuştur.

 

Diğer taraftan, daha birçok âyet, Hz. Peygamberin risalet ve tevhid hususunda son derece kararlı olup,

müşriklere azıcık bir meyil dahi göstermediğini bildirmektedir, (bkz. Hakka, 46; Yunus, 15; İsra, 74; Furkan, 32.)

 

Rivayet Cihetinden Tenkidi

 

Rivayet yönünden bu vak’a uydurmadır. Birçok muhakkik bu kıssayı reddetmiştir. El-Beyhakî: “Bu kıssa, nakil bakımından sabit değildir.” demiştir

(Razî, Mefatihu’1-Ğayb, 6/245).

Kâdî İyad: “Sahih hadisleri rivayet eden hiç bir kitabın bunu nakletmemesi, hiçbir sikanın bunu sahih ve muttasıl bir senetle rivayet etmemesi, çürüklüğünü göstermeye kâfidir.

Nakledenler, sadece tuhaf şeylerle oyalanmayı âdet edinen bazı tefsirciler ile tarihçilerdir” (eş-Şifa, 2/111).

Es-Suheylî: “Bu hadis, sabit değildir” der (er-Ravdu’1-Unuf, 1/229). Beydavî.

Neysabûrî, Ebu’s-Suûd, Ebü Mansur el-Maturidî, İbn Kesir, Nevevî, Bedreddîn Aynî, el-Hatîb Şirbinî, Alusî, Ebu Bekr ibnu’l-Arabî, Ebû Hayyan, bu kıssanın sabit olmadığını beyan edenlerden bazılarıdır. (

Bu zatların fikirleri hk. bkz. Tefsîru İbn Kesir, Râzî, Hatib Şirbinî, Ebu’s-Suûd, Âlusî tefsirlerinin Hac, 52 âyetine dair yaptıkları açıklamalar).

Rivayetin bir aslı olabileceğini düşünenler arasında İbn Hacer ile İbrahim el-Güranî bulunmaktadır.

 

Bazı rivayet ehlinin bu kıssaya inanmasını nasıl izah etmeli?

Secde gerçeğine sebep arama,

Kureyş’in Hz. Peygamber’in kıraatinin etkisi ve Kur’an’ın büyüleyici üslubunun tesiri altında yaptığı secdeye bahane olarak ileri atmış olabilecekleri sözün yaygınlaşması, keza Hz. Peygamber’in, kavminin hidayete gelmesini çok arzu etmesi, şeytanın işi karıştırıp Hz. Peygamber’e vesvese vermesi,

Habeşistan’a gidenlerin geri dönmesi gibi olaylar hicri ikinci asır başlarında bir araya gelerek bir kıssa halinde birleştirildiği, bazı tarihçiler ve tefsircilerin de, boş bulunup eleştirmeksizin kabul psikolojisi içine girdiği söylenebilir. (bkz. Mevdûdî, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber, 1/487. Bu konuda daha başka tevcihler de yapılmıştır: Mevlana Şiblî, Asr-ı Saadet, c.l; A.Himmet Berkî- O. Keskioğlu, Hatemul-enbiya, s.96-166).

 

A. H. Aksekili rivayeti eleştirirken, şeytanın sözünün on beş ayrı şekilde rivayet edildiğini bildirip bunları ayrı ayrı sıralar (s. 16-17).

Rivayetlerdeki bu ıztırabı, uydurma olduğunun delili sayar. Daha sonra ise râvîlerdeki ıztırabı ele alır.

Ravilerin bu sözü, onu söylediğinde gah Resûlullah’ın namazda olduğu, gah Kureyş’in nâdilerinde (klüplerinde) bulunduğu sırada, veya namaz kılarken uyuklamış, (haşa) uyurken ağzından kaçırıvermiş tarzlarında on bir çeşit anlatım ile naklettiklerini, birinin bir türlü öbürünün başka türlü söylemesinin de meselenin uydurma olduğunu göstereceğini ifade eder (s. 22).

Ona göre bu, Tâbiun devrinden sonra uydurulmuştur. Keza Aksekili, İbn Abbas’a mal edilen bu konudaki sekiz sebeb-i nüzul rivayetini inceleyerek, bu ıztırabın da rivayeti çürüttüğünü beyan eder (s.26).

 

Konuyu dikkatli şekilde inceleyen muasır müellif Mevdûdî ise, tarihi bakımdan şu tenkitleri öne sürer.

 

1-Muteber tarihî kayıtlara göre Habeşistan’a ilk hicret bi’setin 5. yılında Receb ayında olmuştur. Hikâyeye göre, sulh haberini öğrenip dönenler, gittikten

sadece üç ay sonra, aynı yılın Şevval ayında dönmüş oluyorlar.

 

2- Hikâyeye göre bu sözü söylediğinden ötürü Resûlullah’ı itab eden İsra, 73-75 âyeti inmişti. Halbuki İsra sûresi Mirac’ı müteakip inmiştir. Miraç ise bi’setin

11 veya 12. yılında vaki olmuştur. Buna göre uyarmanın 5-6 sene bekledikten sonra yapılmasını kabul etmek tuhaflığına düşülür.

 

3- Teselli etmek üzere indiği bildirilen Hac 52 âyeti Hicrî birinci yılda inmiştir. Buna göre teselli, uyarma ve tekzibden 2-2,5 yıl, olayın üzerinden ise 9 yıl kadar zaman sonra olmuş olur. Bunu kim kabul edebilir ?

 

4- Hem niçin tekzib ve teselli için gelen âyetler, bizzat Necm sûresine ilave edilmeyip ayrı ayrı sûrelere yama olarak eklensin?

Hâlbuki bu âyetler, –daha önce gördüğümüz üzere– muhtevalarıyla tam insicamlı olup yama intibaı uyandırmazlar.

 

Muasır Tunuslu müfessir M. Tahir ibn Âşur bu Garanîk kıssasını maharetle reddettikten sonra hülasa ederken der ki:

“Bu kıssayı, müşriklerin Necm sûresini dinledikten sonra secde ettiklerini bildiren sahih haberle birleştirmek, bazı müelliflerin karıştırmalarından ibarettir.

Keza bu kıssayı Hac sûresi ile birleştirmek de öyledir. Mekke’de ilk nazil olan sûrelerden bulunan Necm sûresi ile, bir kısmı Medine döneminin başlangıcında, bir kısmı Mekke döneminin sonlarında inen Hac sûresi arasında pek uzun bir zaman vardır.

Keza Habeşistan’a hicret edenlerin dönmesi ile birleştirmek de fanteziden ibarettir.

 

Sûresinin inmesi ile Habeşistan’dan dönme arasında nice seneler vardır.1 Hâdisenin aslı şu olabilir: Mekke’de İbnu’z Ziba’ra2 gibi cahil alaycılar vardı.

Onlar, Necm sûresinde Lat, Uzza, Menat’ın anılmasını halk içine fitne sokmak için fırsat bildiler. Bu sûreyi seçmelerinin sebebi ise, Allah Resûlü onu Kabe’de okuduğunda müşrikler de orada idiler ve Allah, nebîsi için mucize olarak Kureyşlileri secde ettirdi.

Sonra onlar, bu secdelerine mazeret olarak böyle bir hâdiseyi uydurdular. (İbn Âşur, Tefsîru’t-Tahrîr, 17/305)

 

İbnu’l-Kelbî (ö. 204) Kitab’ul-Asnâm (Putlar) adlı kitabında, cerh ve tadil kaidelerini de tatbik etmeksizin, putlarla ilgili her türlü haberi toplayıp naklettiği halde bunu zikretmez; buna mukabil, Cahiliyye Araplarının Kabe’yi tavaf ederken: “Lat hakkı için, Uzza hakkı için, üçüncüleri Menat hakkı için! Onlar yüksek kuğular (dişi tanrıçalardır), onların şefaatlerine ümit bağlanabilir” dediklerini anlatır (Kitabu’l- Asnam trc. B. Bilgin, metin, s.13; trc. s.32).

 

Yakut el-Hamevî de Mu’cemu’l-Büldan adlı ansiklopedik coğrafya lûgatında Uzza’yı anlatırken (4/116-117) müşriklerin bu sözlerini nakleder. Bu son iki cümle, Garanik rivayetinde, şeytanın Peygamberimize söylettiği iddia edilen sözün aynısıdır. Büyük ihtimal Garanik kıssasının menşei, müşriklerin bu sözleridir. Elmalılı H. Yazır da, (6/4597)

“Demek ki Garanîk teşbihi, Peygamber’den evvel söylenegelmiş bir sözdür.

Muhtelif şekillerde söylenmiş olması da buna delâlet eder. O halde bu söz, esas itibariyle müşriklere bir ilka-yi şeytanîdir.” açıklamasında bulunur.

 

Bu kıssayı istismar eden veya bu kıssayı çürütebileceğini zanneden oryantalistler

 

Bunca tutarsızlığına rağmen, bu Garanik kıssasını, vahy ve nübüvvet akidesine gölge düşürmeye elverişli bulmaları sebebiyle gerçek kabul eden müsteşrikler, gerçekten acınacak bir ilmî sefalet sergilemektedirler. W. Muir, R. Dozy, Brockelmann, Nöldeke, Blachere, M. Gaudefroy-Demombynes, M. Watt bunlar arasındadır.3 Peşin hüküm ve aleyhtarlık sebebiyle tenakuzlara düşmekten, zekâları ve ilmî maharetleri kendilerini koruyamamıştır.

 

Bununla beraber, müsteşriklerin ele aldıktan hemen her meselede olduğu gibi, bu mevzuda da, içlerinden bu hususta hakkı teslim edenleri çıkmamış değildir. Ezcümle –bir çok mevzuda garazkâr ve peşin hükümlü olan– L. Caetani, isabetli tahlille bu hikayenin uydurma olduğunu açıklamıştır: “(...)

Çünkü bunu uyduranlar, iki büyük gayr-i tabiîliği ve tezadı bertaraf edememişlerdir. Yalanın bacağı kısadır. Yukarıdaki hadislerin hepsi ispat etti ki, Muhammed ile Kureyşliler arasındaki ihtilaf, Kureyşlilerin düşmanlığı karşısında Müslümanları muhacerete mecbur bırakacak kadar şiddetlidir.

 

“Şimdi tetkik etmekte olduğumuz hikayeyi bize nakleden muhaddislerin sözlerine inanırsak, Müslümanlar birkaç Kur’ân âyetini alenen okurlarsa gayet şiddetli fena muameleye maruz kalıyorlardı.

 

“O halde Muhammed’in bütün Kureyşliler önünde koca bir sûreyi baştan aşağı okuması, Kureyşlilerin de ne söyleyeceğini bilmeden dinî bir dikkat ile kendisini dinlemeleri manâsız olmaz mı? Bundan başka, bu hikâye iyi düşünülmüş de değildir. Muhammed, şeytanın talim ettiği âyetleri okuyor ve bunların manâlarını anlamıyor, yahut başka âyet bilemiyor gibi görünmektedir.” (Caetani, İslam Tarihi, 2/264-265).

Keza şöyle der: “Muhammed hakiki bir devlet adamı idi, kendisinde gayet ince biri fikr-i siyasî vardı, insanlarla müzakerede, insanları idarede fevkalâde maharet sahibi idi. Üç puta karşı ibadeti muvakkaten kabul etmek gibi kaba hataların ondan sadır olması gayr-i kâbildir.

Çünkü bu hareket geçmiş senelerin cesur çalışmalarını bir an içinde birden bire yıkmaya ve kendi kendisini mahvetmeye müsavi idi.” (A.g.e., s.265-266)

 

Fakat müsteşriklerden, üstelik ciddî tanınan (Arap Dil Akademisi azalığı ile de taltif edilen) B. Blachere’in irtikâp ettiği, ciddiyetsizlikten de öte, haysiyetsizliği kimse yapmamıştır. Zira bütün dünyada bir kelimesi bile farklı olmayan Kur’ân-ı Kerim’i Fransızca’ya tercümesinde “sözüm ona iki âyet” ilave etmiştir.

Yaptığı ilaveler Necm sûresinin 20. âyetinden sonra 20 bis, 20 ter diye yazıp tercüme ettiği bu şeytanî sözlerdir. Bu tahrifi yaparken dipnotta bir gerekçe (!) yazmaya veya kitabının önsözünde bir açıklama yapmaya bile teşebbüs etmemiştir.

 

Blachere, daha önce yayınladığı ve nüzul sırasına göre sûreleri sıralayarak tercüme ettiği Kur’ân mealinde ise (Le Coran: Traduction selon un essai de reclassement des sourates, Paris, 1949) bu şeytanî sözleri yine âyet diye dercetmekle beraber, buradaki âyetlerin nüzul tarihi konusunda bir iddia ileri sürer. Yukarıda Necm sûresinden iktibas ettiğimiz pasajda (19-28. âyetler) 19-23 kısmına yeniden bakalım:

 

Kur’ân’ın üslubunu az çok bilen bir kimse, burada hiç bir manâ boşluğu bulamaz, fikirler teselsül halindedir, kopukluk yoktur.

Kelamın gelişmesinde muhatap, 20. âyetten sonra, yani putları tahkire yapılan girizgahtan sonra “Demek erkek size kadın Allah’a öylemi?

O halde bu, insafsızca bir taksim!” kısmını bekler. Blachere, putları daha ayrıntılı tarzda reddeden bu 23. âyetin “muahhar” (yani sonradan inmiş) olduğunu iddia etmektedir. Bunun tek sebebi bu âyetin, putları metheden o uydurma söze imkân bırakmamasıdır.

Blachere’in gösterdiği gerekçe de 23. âyetin “arythmique” yani öbürlerine göre uzun olmasıdır.

Kur’ân'ın her zaman şiir şeklinde rythmique olduğunu kim görmüş ...? O, şiir değil ki!

En açık misallerinden biri Fatiha sûresidir. Bu sûrenin 7. âyeti diğerlerine göre açıkça uzun diye sonradan mı eklendiğini söylemek gerekir?

Kitab-ı Mukaddes kritiğinde formgeschichtliche adıyla bilinen Alman metodunu Kur’ân’a uygulamak isteyen bu şahıs, mezkur tercümesinde çok tuhaf ve zor durumlara düşmüştür. Meselâ ona göre Asr sûresi önce “Asra andolsun ki insanlar ziyandadır” şeklinde idi. Kalan kısmı sonradan ilave edilmiştir. Ona kalsa bu nevi istisnalar Medine dönemine ait olmalıdır.

 

Necm sûresinde, 23. âyeti şimdilik bir tarafa bıraksak bile, 21 ve 22. âyetler de putları açıkça reddetmektedir.

Müşrikler erkek evlat ister, kız çocuklara hiç değer vermezlerdi. Burada onların bu telakkilerine işaret olunarak, Allah’ı, kendilerinden daha dûn bir mevkiye düşürmelerindeki saçmalık belirtilmiş olmaktadır. Blachere, bunların sonra ilave edildiğini söylemiyor, aksine bu metinlerin “eski” olduğunu tasrih ediyor. Diğer taraftan o, Tûr sûresini nüzul bakımından 22. sıraya koyar. Necm sûresi ise ona göre 30. sıradadır.

Tur sûresinin 39. âyeti, ”Demek oğullar sizin de kızlar O’nun öyle mi?” diyerek, aynı şekilde bir taraftan putların bir taraftan puta tapanların hakirliklerini ortaya koymaktadır. Blachere’in dediği gibi: “Kur’ân, dişi tanrıları red delilini tekrar ele almıştır”, öyleyse, bu daha önce yapılmış iken, Necm sûresinde de aynı kelam içinde tekrar edilmiş iken, bu batıl tanrıların hak olduklarının, üstelik övülmelerin manâsı kalır mı?

 

Sonra gelen 26. âyet, Allah isteyip razı olmadıkça, meleklerin bile şefaatlerinin muteber olmayacağını bildiriyor, yani putların şefaatlerinin asla mevcut olmadığını anlatmak istiyor. Bütün bunlar, müşriklere ait olan bu uydurma sözün, bu muhtevaya ne derece zıt olduğunu göstermeye kâfidir.

 

Garanik meselesine sarılarak İslâm aleyhinde şüphe uyandırmaya çalışan müsteşrikler dürüst davranmamaktadırlar.

Davransalar, İslâm incelemelerinde, Müslümanların “Bizim malımızdır” diye sahip çıktıkları hususları tetkik edip onlar hakkında değerlendirme yapmaları gerekirdi. Onların “bu sabit değildir, bizim malımız değildir” dedikleri şeyleri ise, bir tarafa bırakmaları gerekirdi. Dürüstlük bunu gerektirir.

Fakat onların çoğu, Buhari’nin kitabı gibi Müslümanlar’ın ittifakla kabul ettiği kitaptaki hadisleri kabul etmez de, tarihî usule, Müslüman hadisçilerinin koydukları cerh ve tadil kaidelerine uymayan rasgele bir kitaba girmiş (meselâ el-Eğâni, Kitabu’l-Mearif, el-İkdu’l-Ferid gibi edebiyat kitaplarında bulunan) rivayetleri İslâm hakkındaki hükümlerine esas alırlar. Fakat bu, onlar farkında olmaksızın İslâm’ın hakkaniyetine ayrı bir delil oluşturmaktadır.

Çünkü böylece onlar, tarihen sabit kâfi nasslarda aleyhte kullanacak tutamak bulunmadığını tasdik etmiş olmaktadırlar.

 

Notlar ve Yardımcı Eserler :

 

1. Habeşistan’a hicret eden Müslümanların bir kısmı Hicret-i Nebeviye’ye yakın, bir kısmı ise hicreti müteakip, bir kısmı ise çok daha sonra dönmüşlerdir. (A.H. Berki - O. Keskioğlu, Hatemu’l-enbiya, s.96).

 

2. Abdullah İbnu’z-Ziba’ra, başlangıçta İslâm’ın en şiddetli aleyhtarlarından biri idi. Mekke’nin fethinden sonra Necran ‘a kaçtı. Daha sonra dönüp özür diledi, özrü kabul edildi, 15/636’da vefat etti (Zirikli, A’lâm).

 

3) Bu müsteşriklerin, Garanik konusuna temas eden eserleri için bkz. Prof Dr. İsmail Cerrahoğlu, A. Ü. İ. F. Dergisi, XXIVI (l981).

“Garanik Meselesinin İstismarcıları”, s. 69-91. bu değerli çalışmada oldukça geniş bir bibliyografyaya yer verilmektedir). ;

 

W. Muir, Life of Mahomet. Londra, 1984 s: 78-82; R Dozy, Tarih-i İslâmiyet (trc. Abdullah Cevdet), Mısır, 1908, 1/68-72; C.Brockelmann,

İslâm Milletleri ve Devletleri Tarihi, (trc. N. Çağatay), Ankara, 1964, s.13; Th. Nöldeke, Geshichte des Qorans, 1909, s: 100-103; Blachere,

Le Probleme de Mahomet, Paris, 1952, s: 40-41; M. Gaudefroy-Demombynes; Mahomet, Paris, 1957, s.84-88; M. Vatt, Muhammad at Mecca,

Oxford, 1953, s: 101-169; M. Watt. Hazret-i Muhammed, (trc. Hayrullah Örs), İstanbul, 1963 ,s: 65-71.

 

 

Saygılarımla. Doğan Gülbudak

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Çok zorlanmış bu satırların yazarı.

 

Allah bile ayetinde , Şeytanın bişeyler kattığını söylüyor.

 

Ve buna engel olduğunu da söylüyor.

 

Neye çabalıyorsunuz.....

 

Allah böyle bişey var diyor. Siz inkar ediyorsunuz.

 

Şeytan bişey katmasa idi , Allah Şeytan seni nerdeyse yanıltıyordu der miydi.

 

Demezdi.

 

Demek ki bişey olmuş...

 

Sİz inkara devam edin.

 

Çok zorlanmış bu yazar...Çok. :D

 

Ortada bir gerçek var , yok demekle , yok olmuyor.

 

Şimdi sizden sözünüzü yerine getirmenizi bekliyoruz. Sn D. Gülbudak.

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

  • 4 hafta sonra...

ALINTI(TAKLAMAKAN @ 03-09-2008, 07:08)

 

Kabedeki Allah putu ERKEK miş.

 

Bizde burada boşuna kendimizi yiyip bitiriyoruz yahu.

 

İslam kadına neden değer vermiyor diye.

 

Allah putu erkek olursa ,

 

Başka ne beklenirdi ki.

 

 

ıslamı mucadelenın ozunde sırk varken, musrıklere aıt putlardan sebep muslumanlara hıc bı ılgılerı yokken ve hatta bu duruma son vermek ıstemelerıne ragmen boyle bı suclamada bulunmak hakkaten tuhaf.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sn Kafedengi ,

 

İslamiyetten önce , ALLAH putu vardı ( El İlah ).

 

Muhammedin babasının adı ABDULLAH tı. Yani kabedeki erkek putun kulu anlamında.

 

Muhammed de bunu kullandı bu bir.

 

Kabede ALLAH putunun yanında 3 tane daha put vardı ki , bunların adı LAT , MENAT , UZZA idi.

 

Bunlarda dişi idi. Ve ALLAH putunun kızları idi.

 

İslam MÜŞRİKLERDEN aldığı putların 3 ünü , yani kızları kullanmadı.

 

Büyük PUT olan ALLAH putunu kullandı.

 

Bende buraya gönderme yaptım.

 

Büyük BABA PUT u kullanan Muhammed , KADIN PUTLARI kullanmamıştır.

 

ELbett beklenir ki , islamda kadın da gözerdı edilmiş olsun....

 

İkinci sınıf vatandaş durumunda dır a getirdim.

 

Daha basitleştirerek anlatmaya çalışacam , ama , bununla yetinseniz.

 

Soru olarak sormuyorum. Cevap yazmayın lutfen.

 

Sadece düşünün....

 

Muhammed neden ALLAH PUTU nu kullandı da , KIZLARINI kullanmadı. ( Latı Menatı ve Uzzayı yani)

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Sn Kafedengi ,

 

İslamiyetten önce , ALLAH putu vardı ( El İlah ).

 

Muhammedin babasının adı ABDULLAH tı. Yani kabedeki erkek putun kulu anlamında.

 

Muhammed de bunu kullandı bu bir.

 

Kabede ALLAH putunun yanında 3 tane daha put vardı ki , bunların adı LAT , MENAT , UZZA idi.

 

Bunlarda dişi idi. Ve ALLAH putunun kızları idi.

 

İslam MÜŞRİKLERDEN aldığı putların 3 ünü , yani kızları kullanmadı.

 

Büyük PUT olan ALLAH putunu kullandı.

 

Bende buraya gönderme yaptım.

 

Büyük BABA PUT u kullanan Muhammed , KADIN PUTLARI kullanmamıştır.

 

ELbett beklenir ki , islamda kadın da gözerdı edilmiş olsun....

 

İkinci sınıf vatandaş durumunda dır a getirdim.

 

Daha basitleştirerek anlatmaya çalışacam , ama , bununla yetinseniz.

 

Soru olarak sormuyorum. Cevap yazmayın lutfen.

 

Sadece düşünün....

 

Muhammed neden ALLAH PUTU nu kullandı da , KIZLARINI kullanmadı. ( Latı Menatı ve Uzzayı yani)

 

 

az bı ıpucu versenız.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

az bı ıpucu versenız.

 

Olur kardeş az ipucu vereyim.

 

Sizin ilahınız ALLAH , daha önce müşrikler tarafından putu yapılmış olan , ve Kabe nin binasının içinde olan bir PUT tu.

 

Erkek bir puttu. Ve kendisine tapılıyordu.

 

Yani , ALLAH bit puttu. Ellenebilen , kirlendiğinde , tozlandığında temizlenebilen bir PUT tu.

 

Muhammed neden bunu kullandı da ,

 

Kuranda LAT , MENAT , UZZA yı kullanmadı.

 

Aslında kullandı da... Onuda sonra soracam.

 

Şimdi sorumun ilk kısmına bir cevap verin , sonra ikinci kısmına geçelim.

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Olur kardeş az ipucu vereyim.

 

Sizin ilahınız ALLAH , daha önce müşrikler tarafından putu yapılmış olan , ve Kabe nin binasının içinde olan bir PUT tu.

 

Erkek bir puttu. Ve kendisine tapılıyordu.

 

Yani , ALLAH bit puttu. Ellenebilen , kirlendiğinde , tozlandığında temizlenebilen bir PUT tu.

 

Muhammed neden bunu kullandı da ,

 

Kuranda LAT , MENAT , UZZA yı kullanmadı.

 

Aslında kullandı da... Onuda sonra soracam.

 

Şimdi sorumun ilk kısmına bir cevap verin , sonra ikinci kısmına geçelim.

 

Saygılar.

 

 

bu yazdıklarınıza bakıyorumda muhakemenızdekı bozulmayı daha net bı sekılde gorebılıyorum.

 

hersey kendı ıstıkametınde ılerleme kaydedıyor. ımanda kufurde.

 

hırsızda polıste

 

mıkropta tıpta. vs vs

 

sımdı sız peygamberımız efendımızın a.s bana vahıy gonderen Allah derken hasa kabedekı putu kasettıgınımı soyluyorsunuz

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Soruyorum sadece ,

 

İp ucu vere vere geldik buraya.

 

Ben size soruyorum.

 

Neden.

 

Neden Allah putunu kullanmış ta , kızlarını kullanmamış.

 

Bu putun kızlarını yani..

 

Ben size soruyorum.

 

Araştırıp bulduklarınızı bizle paylaşır mısınız.

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

BURADA HER SORUYA YA CEVAP VERİLİR

şeklinde açtığınız konu başlığını anlamsız buldum. Bence anlamsız bir başlık bu.

Ne demişsiniz bir bakalım

 

Burada her soruya...........buraya kadar tamam, devamında da

ya cevap verilir.......demişsiniz.

 

Cümle eksik ve düşük kalmış.

"ya cevap verilir"den sonra ", ya da cevap verilmez" sözcüklerinin gelmesi gerekir.

 

Bu durumda cümlenin aslı;

"Burada her soruya, ya cevap verilir, ya da cevap verilmez" olur.

 

Bu da son derece anlamsızdır. Zaten bunun bir ortası yok ki! Ya cevap verir yada vermezsin eee noolmuş. Başkaları ne yapıyor ki. Herkes burada her soruya ya cevap veriyor yada vermiyor zaten.

 

Yoksa bu başlık bir tür tehdit mi içeriyor? Yani "Burada her soruya ya cevap verilir, ya daaa ..........." mı demek istiyorsunuz. Sizce insanlar bundan korkar ve artık soru sormaz mı. Unutmayın ki tehditle bir yere varılamaz, her şey konuşa konuşa değil mi?

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Soruyorum sadece ,

 

İp ucu vere vere geldik buraya.

 

Ben size soruyorum.

 

Neden.

 

Neden Allah putunu kullanmış ta , kızlarını kullanmamış.

 

Bu putun kızlarını yani..

 

Ben size soruyorum.

 

Araştırıp bulduklarınızı bizle paylaşır mısınız.

 

Saygılar.

 

ne sordugunuzu tam olarak anlamalıyımkı yanlıs bı noktadan yaklasıp her zaman maruz kaldıgım anlayamama durumuna dusmeyeyım.

 

dedıgınız bumudur. peygamberımız efendımızın a.s Allah'ı hasa kabedekı putmuydu

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

ne sordugunuzu tam olarak anlamalıyımkı yanlıs bı noktadan yaklasıp her zaman maruz kaldıgım anlayamama durumuna dusmeyeyım.

 

dedıgınız bumudur. peygamberımız efendımızın a.s Allah'ı hasa kabedekı putmuydu

 

Benim de sorum bu.

 

Kabenin içinde ALLAH putu varmıydı. Vardı.

 

Muhammed ne iddia ile ortaya çıktı.

 

ALLAHTAN başka ilah yoktur iddiasıyla.

 

Soru bu.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

şeklinde açtığınız konu başlığını anlamsız buldum. Bence anlamsız bir başlık bu.

Ne demişsiniz bir bakalım

 

Burada her soruya...........buraya kadar tamam, devamında da

ya cevap verilir.......demişsiniz.

 

Cümle eksik ve düşük kalmış.

"ya cevap verilir"den sonra ", ya da cevap verilmez" sözcüklerinin gelmesi gerekir.

 

Bu durumda cümlenin aslı;

"Burada her soruya, ya cevap verilir, ya da cevap verilmez" olur.

 

Bu da son derece anlamsızdır. Zaten bunun bir ortası yok ki! Ya cevap verir yada vermezsin eee noolmuş. Başkaları ne yapıyor ki. Herkes burada her soruya ya cevap veriyor yada vermiyor zaten.

 

Yoksa bu başlık bir tür tehdit mi içeriyor? Yani "Burada her soruya ya cevap verilir, ya daaa ..........." mı demek istiyorsunuz. Sizce insanlar bundan korkar ve artık soru sormaz mı. Unutmayın ki tehditle bir yere varılamaz, her şey konuşa konuşa değil mi?

 

Sn Değil Öyle ,

 

Hakikaten dikkatiniz için tebrik ederim.

 

Bu başlığı açan arkadaş gelmiyor bi zamandır foruma.

 

Gelirse YA cevap verir...

 

Saygılar.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Benim de sorum bu.

 

Kabenin içinde ALLAH putu varmıydı. Vardı.

 

Muhammed ne iddia ile ortaya çıktı.

 

ALLAHTAN başka ilah yoktur iddiasıyla.

 

Soru bu.

 

gulmelımıyım aglamalımıyım ınanın sasırdım.

 

peygamberımız efendımızın Allah'ı hasa kabedekı putu ıse eger soylermısınız onca ısık yılı yukarılara neden cıktı.

 

hadı dıyelım uyduruyor dedınız. olmadı oyle bısey dedınız. kabul etmedınız.

 

aklın boylesıne zor kabullenebılecegı bı ıddıayı neden dıllendırdı.

 

kendılerıne musrıkler tarafından ıstedıgı butun unvanlar mal mulk teklıf edıldıgı halde kabul etmedı.

 

bu dedıklerınız bı tahta parcası ıcın cok fazla. bu kadar degersız bısey ıcın butun hayatını feda edeceksın.

 

ve sız cok ılerı gıtmıssınız.

 

hatta belkı bızım ımanımızda gıdemedıgımız kadar ılerı gıtmıssınız kufrunuzde.

 

ancak emın olun o yoldanda ımana varılabılır.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.