Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Baskın Oran DTP'lileri şok etti...(Baskın Oran kimdir?)


Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Öncelikle bu topiğin başlığında ismi yazan aydının DTP li olmadığını, terörü protesto eden ve bunu yaptıkları için PKK dan ölüm tehdidi alan aydınların da DTP li olmadıklarını bilmek gerekir. Daha doğrusu basmakalıp sloganları otomatikman yinelemeden önce neden bahsedildiğini anlamaya çalışmak gerekir.

 

Bu sloganların Türkiye'yi getirdiği noktada, bu sloganları bıkmadan usanmadan yineleyenlerin geldiği noktada ortadadır.

 

Beynimizi hertürlü gelişmeye, değişime kapatıp her şeye aynı refleksi vererek varolan tabloyu değiştiremeyiz. Terörü reddeden, etnik kürt milliyetçiliğini reddeden yeni siyasi aktörler ve aydınlar çıkıyorsa o bölgeden bize düşen onların önünü açmaktır. Onlardır şu an siyasal alanda PKK'nın ve onun DTP gibi türevlerinin alternatifi.

 

Söz konusu terör, buna karşı duran insanların başka konularda ne düşündükleri değil bizi terör konusunda ilgilendiren.

 

Ama biliyorumki bunlarıda boşuna yazıyorum.

  • Cevaplar 68
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:

Cyrano,

 

Beynimizi gelişime, değişime açmak bazı konularda tavizler vermek demek mi? Boşuna anlatıyorum demişsin yarı sitemkar, sen bildiklerini anlat içinden doğruları almasını bilenler alır arkadaş...

 

Pkk'ya alternatif ne demek biraz açarmısın? Yani pkk hangi konularda haklı mücadele verdiki, sonra kötüye kullanmış olsun ve alternatifi ne yapacak?

 

Söz konusu terör ve bu terörün haklı sebebi varmı?

 

Bu terörü yapanların, destekçilerinin meclisteki temsilcilerinin Kürt kökenli vatandaşlarımızın gerçek sorunlarına ne denli eğildiği ortada değilmi?

 

Bu terörü bu ülke topraklarının bütünlüğünü savunan herkes lanetliyor... kürtlere bazı konularda ayrıcalık tanımak mı gerekiyor bu sorunları çözmek için...

 

Söz konusu olan Güneydoğunu kalkınması ve eğitim düzeyinin yükseltilmesiyse bunu ben ve benim gibiler herkesten çok istiyoruz... Ama alternatif olarak gördükleriniz bizim gibi düşünmüyor...

 

Evet sana göre ya da senin gibi düşünenlere göre slogan atıyoruz... Aslında böyle bir kaygımız yok... Kaybettiğimiz bişeyde yok, benim anlayışıma göre terörün haklı savunması olamaz kemalizmin anlayışına aykırı her anlayış bence emperyalizme hizmet eder... o yüzden bu kadar eğilip bükülmüyoruz ve o yüzden bizi slogan atmakla itham edebiliyorlar...

 

Etsinler, Kürt kökenli insanların haklarını çok düşünenler benim gibi düşünenleri göz ardı ediyorsa ben zaten o anlayışta gerçekten demokrasi olduğuna inanmam...

 

Güneydoğu insanı bilinçlendirilmeli, bölge kalkınmalı, oraya yatırım yapılmalı ve teşvik edilmeli ama pkknın propagandasını yaptığı dil+etnik ayrım+özel haklar işte bunlara karşıyım...

 

Sanırım bende boşuna anlatıyorum...

Gönderi tarihi:

*********************

ittihat terakki Osmanlinin son günlerinde yani zayif dönemlerinde ortaya cikmis bir teskilattir,Atatürk'te bu teskilattaydi ama onlarin nasil bir zihniyete sahip olduklarini anlayinca ayrildi o teskilattan,konulari bilmiyorsaniz ya susun yada saptirarak Atatürk'ü isin icine cekme gayretine düsmeyin.Sevr Ittihat Terakki sayesinde Türk ulusunun basina örülen bir corapti.Aynen bugün kendilerini aydin görerek Ermeni diasporasinin borazanini calanlar ve PKK ya sokulanlar gibi.

Türk milletinin üzerinde büyük oyunlar oynanmaktadir,bu oyunu oynayanlar aynen tarihte oldugu gibi bugünde kendini Batiya adamis olan sözde Aydinlardir.

Bilgiclik taslayip böyle insanlari demokrat göstermenin onlara karsi olanlari ise Irkcilikla geri kafalilikla suclamaninda bir alemi yok.Demokrasiyi herkes sizler kadar bilmektedir.Demokrasi ülkesini milletini gercek disi suclamak degildir,tabiiki kendini bu millete ve ülkeye ait görüyorsa.

 

 

saygilarla

Gönderi tarihi:

Atatürk'ün İttihat Terakki üyeliğinden ayrılmasının sebepleri arasında "onların nasıl bir zihniyete sahip olduğunu gördü" gibi bir şey yoktur.

 

Atatürk İttihat Terakki'nin kurucuları arasındadır. İttihat Terakki'den ayrılma sebebi ise siyasi değildir.

 

Askerlerin teşkilata üye olmalarının yanlış olduğu

 

İttihat Terakki'nin komitacı organizasyondan bir siyasi partiye dönüşmesi gerektiği gerekçeleriyle ayrılmıştır İttihat Terakki'den.

 

Bu sebeplerin yanında Enver Paşa ile aralarında olan rekabet ve kişisel anlaşmazlıklarda vardır.

 

 

Sevr'in İttihat Terakki sayesinde ulusun başına sarılan bir bela olduğunu söylemek ancak ilkokul seviyesinde dahi Türk Tarihi bilgisine sahip olmamayı gerektirir. Dahası Sevr Antlaşmasını onaylamayan ve reddeden Osmanlı Meclis-i Mebusan'ının ittihatçı kadroların çoğunluğunda olduğunuda bilmemek gerekir.

 

İttihat Terakki hakkında kimi şeriatçı yayın organlarının yazdığı şeyleri okuyup sloganlar atmak dünyanın en kolay işidir.

 

Gerçekten artık bu forumda çok şeye şaşırıyorum. İş slogan atmaya geldimi herkesten çok kemalist geçinen insanlar, kalkıp İttihat Terakki hakkında bunları söyliyebiliyor.

 

İttihat Terakki, onun mücadelesi, onun bu ülkeye getirdiği fikirler kuvay-ı Milliye'yi, Kurtuluş Savaşını, Cumhuriyeti doğuran faktörlerdir. Tarihçilerin deyimiyle "ikinci meşrutiyet, Cumhuriyet'in laboratuarıdır" Milliyetçilik, laiklik, bağımsızlıkçılık gibi fikirler bu topraklara İttihat ve Terakki tarafından getirilmiştir.

 

Savaşın kaybedilmesi ve ülkenin işgal edilmesinden sonra İttihat ve Terakkiciler'e karşı İngilizler tarafından sürek avı başlatılmış yakalananlar idamdan, onlarca yıl hapse kadar çeşitli cezalara çarptırılmıştır İstanbul'da. İttihatçılar Anadoluya geçerek Anadolu kentlerinde Kuvay-ı Milliye adını alan direniş örgütlerini kurdular (Savaş yıllarında düşmana karşı üç kıtada gerilla harbi veren teşkilat-ı Mahsusa'nın aslanlar savaştan sonra anadoluda direniş örgütlediler) . Daha Sonra Atatürk Samsuna çıkıp ardından Amasya'da tamimini yayınladıktan sonra onun yanında yer aldılar.

 

Atatürk'ün yanında Milli Mücadeleyi başlatan kadroların tümü 1918'e kadar İttihat ve Terakki üyesi olan insanlardı.

 

Şöyle bir bakalım Milli Mücadele'yi başlatanlar arasında ünlü İttihat Terakkici isimlere ;

 

İsmet İnönü, Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Celal Bayar, Adnan Adıvar, Yunus Nadi, Falih Rıfkı Atay, Mehmet Akif Ersoy, Ziya Gökalp, Fethi Okyar, Bekir Sami, Recep Peker, Yusuf Kemal, Mehmet Emin Yurdakul, Hüseyin Avni, Fevzi Çakmak, Ali Fuat Cebesoy, Refik Saydam, Mithat Şükrü Bleda, Refet Bele.

 

ve bu insanlar için bu forumda kendisine kemalist diyen birisinin söylediklerine bakar mısınız

 

İnsan milliyetçi geçinirken, Türk Milletinin tarihindeki o büyük kahramanlara karşı saygılı olmayı öğrenmeli bence.

 

Kuşçubaşı Eşref, Yakup Cemil, İsmail Canbulad, Ömer Naci, Süleyman Askeri, Filibeli Hilmi gibi isimleri bu milletin tarihine altın harflerle yazılmış savaş boyunca üç kıtada gerilla harbi vermiş, savaş bitince anadoluda direnişi örgütlemiş Teşkilat-ı Mahsusa'nın aslanlarından bahsederken de saygılı olmalı.

 

Bir bakarsınız kemalist birisi islamcı bir yayın organında yazanlarla kemalist bir kurumu suçlar. Bir bakarsınız birisi bu ülkede şeriatçılardan başka herkesin (en başta Atatürkçü ve milliyetçilerin) sevgiyle ve saygıyla andığı İttihat Terakkicilere demediğini bırakmaz.

 

 

Herşeyden önce Türk tarihini, en azından yakın tarihini öğrenip sonra başkalarına akıl vermeli. Slogan milliyetçiliği anca bu kadar oluyor işte.

Gönderi tarihi:
Atatürk'ün İttihat Terakki üyeliğinden ayrılmasının sebepleri arasında "onların nasıl bir zihniyete sahip olduğunu gördü" gibi bir şey yoktur.

 

Atatürk İttihat Terakki'nin kurucuları arasındadır. İttihat Terakki'den ayrılma sebebi ise siyasi değildir.

 

Askerlerin teşkilata üye olmalarının yanlış olduğu

 

Atatürk'ün yanında Milli Mücadeleyi başlatan kadroların tümü 1918'e kadar İttihat ve Terakki üyesi olan insanlardı.

 

Şöyle bir bakalım Milli Mücadele'yi başlatanlar arasında ünlü İttihat Terakkici isimlere ;

 

İsmet İnönü, Rauf Orbay, Kazım Karabekir, Celal Bayar, Adnan Adıvar, Yunus Nadi, Falih Rıfkı Atay, Mehmet Akif Ersoy, Ziya Gökalp, Fethi Okyar, Bekir Sami, Recep Peker, Yusuf Kemal, Mehmet Emin Yurdakul, Hüseyin Avni, Fevzi Çakmak, Ali Fuat Cebesoy, Refik Saydam, Mithat Şükrü Bleda, Refet Bele.

 

ve bu insanlar için bu forumda kendisine kemalist diyen birisinin söylediklerine bakar mısınız

Atatürk kurucuları arasında olmamıştır cemiyet gizli çalıştığı dönemlerde çok kısa bir süre içlerinde bulunup kendi isteği ile ayrılmıştır.

Ayrıca..

Dr.Nazım'ı,Dr.Reşit bey'i,İsmail Canbolat bey'i Saidi Nursi'yi neden koymadın listeye bunlar ittihat ve terakinin asıl kurucuları değilmiydi?

Üsteli Dr.Nazım ve İ.Canbolat'ın akıbeti ve sebebini bilerek...

İttihat ve Teraki aynı zamanda Osmanlı karşıtı bir örgüt değildi bunu herkes bilir.Yinede niyetlerinin kötü olmadığına bende inanıyorum sadece sonrasında doğan sonuçlar kötüydü.Birde her birinin farklı ideolojiye önderlik etmesi var tabi,o ayrı tartışılır.

Metot ve prensiplerine karşı koyduğu; vatan ve millete zarar getirilmelerini önlemeye çalıştığı, uyarmalarına kulak asmayan liderleriyle mücadele ettiği ve nihayet İstiklal Mahkemesi'nde son tasfiyesini yaptırdığı İttihat ve Terakki Fırkası hakkında Atatürk'ün son hükmü şudur: “İttihat ve Terakki vatansever bir kuruluştur, kusurları, yanlışları ve zararları olmuştur. Ama vatanseverliği, tartışmaların üstündedir.”alıntı

Atatürk döneminde bir çoğu sürgüne gönderilmiş,idam edilmiş,öldürülmüş,bir örgütten bahsediyoruz.

Demem odur ki Kemalizmle İttihat ve Teraki asla bağdaştırılamaz...

Gönderi tarihi:

***************

Ittihat ve Terakki,Almanlarla yaptiklari gizli anlasmalarla Osmanliyi harbe sokan bir cemiyettir,bu ister bir kisi ister bes kisi olsun farketmez,Sevr Ittihat ve Terakki'nin basimiza ördügü bi coraptir.Tarihi kendinize göre yorumlamayin tarihi tarih olarak taraf tutmadan yorumlayin.Bir taraftan Atatürk'ü o kurulusun icersinde gösterin diger taraftan Ittihat ve Terakki ile Atatürk'ü ayni kefeye koyun,bumudur sizin kimselere birakmadiginiz Atatürk'cülük.Ittihat Terakki'nin icersinde belki vatanseverler vardi,olmamamsi zaten dogal degildir.Ama bir o kadarda yanlis düsünen isimler vardi.Kuscubasi Esrefle ilgili cok söylentiler var.Konu Kuscubasi degildir.Konu ittihat ve Terakkidir.Atatürk'ün Ittihat ve Terakkiden ayrilmasi bu cemiyetin üyelerin bir kisi disinda kalan hepsinin Enver Pasaci olmalaridir.Enver Pasa'nin Alman sevgisi Osmanli'yi harbe sokmustur.Ittihatcilarin tutuklanisini vatan sevgisi ile bagdastirmak ise daha ilginc bir iddia.Savasi Almanlar kazansa idi yine tutuklanacaklarmiydi acaba.Imparatorlugu savasa sokanlar isgalden sonrada tutuklandilar bu kadar basit bu is.Zaten Atatürk'e bagli olanlar bir yolunu bulup kactilar Istanbul'dan.Enver'inde nereye kactigini hep biliyoruz.

Tarih illede sizlerin dediginiz gibi olamaz,eger böyle düsünüyorsaniz yanilirsiniz,size uymayanlari ise kendi taktiklerinizle suclamaktanda vazgecin,kisisellestirmeden tartismayi ögrenin,ama siz isin icinden cikamayinca hemen yafta takmaya basliyorsunuz unutmayi nki birileride size yafta takabilir.

****************

 

 

saygilarla

Gönderi tarihi:

Atatürk Ittihat ve Terakki'nin calismalarini izliyor ve begenmiyordu,daha öemli isler vardi yapilmasi gereken ama cemiyetin yönetici kadrosu tek parti halinde calsmaktan yanaydi.Babiali baskinini bu yönde degerlendirmek gerekir.Babiali baskin Ittihatcilarin muhalefeti susturarak ülkeyi fiilen tek parti yönetimine sokmalarina neden olan bir olaydir.Balkan yenilgisini firsat bilip kaba kuvvet kullanarak hükümete karsi bir ayaklanmaydi Babiali baskini.Bu baskinda yer alanlar:Enver pasa,Talat pasa,Filibeli Hilmi,Sapancali Hakki,Mithat sükrü Bleda,Yakup Cemil,Mustafa Necip,Kara Kemal,Izmitli Mümtaz,Silahci Tahsin,Samuel Israel,Ömer Naci.

Yukarda yazili isimlerin bazilari,ilerde Istiklal mahkemelerinde yargilanan isimlerdir.Bazilarida Mustafa Kemal'in zaferinden sonra Türkiye'den kacmislardir.Ittihat ve Terakki'nin tarihini bilmeden o cemiyetin icinde olanlari incelemeden Atatürk'ü o cemiyetten zihniyet farki ile ayrilmadi diye iddia etmek ise tarihi kulagini ters göstermekten farki yoktur.

Dün Almanlar'la gizli anlasmalar yaparak milleti felakete sürükleyenler bugünde sözde Ermeni soykirimi yalanlari ile dis güclerle elbirligi ederek milleti ve ülkeyi zor durumlara düsürmekten geri kalmamaktadirlar.

 

 

saygilarla

Gönderi tarihi:

Ay yıldızlı bayraktan yana tarafsız olmak.(Baskın Oran)

 

 

 

Cat Stevens içinde bulunduğu ortamdan, Yusuf İslam adıyla Müslüman olmak sayesinde kurtuldu. Kürtler, milliyetçilik sayesindedir ki kimliklerine saygı talep edebildiler. Kemalizm Türkiye’yi yarı feodal bir imparatorluktan alıp ayakları üzerine kaldırdı. Yani, ideolojilerin çok yararlı kimi yönleri olduğu kesin. İsterseniz ideoloji yerine laik olan ve laik olmayan dinlerin diyelim; hemen anlatacağım.

Ama, onların en az bir yönüne itirazım var: Akla değil de iman’a dayanmalarının doğal sonucu olarak, düşünmeyi ve tartışmayı yasaklamalarına.

Daha iyi anlatabilmem için, bu sütunlarda 23.12. 2007’de çıkan “1938” makalem hakkında, bir eposta listesine yazılan şu iletiyi birlikte okuyalım:

Kafamıza uymayana, “filtre”

“Eylül 1925 Şark Islahat Planı diye bir şeyden bahsediyor B.Oran. Ve tüm kurgusunu bu Plan üzerine temellendirmiş. Ve tüm argümanını bu planın tek tek maddeleri üzerine kurmuş.

“Ben şahsen samimi olarak merak ediyorum. Herhangi bir kurum veya grup ya da kişi kendince görüş şeklinde bir plan mı hazırlamıştır? Yoksa bu gizli de olsa resmi bir hükümet planı mıdır? Evet, gerçekten net bilgi elde edebilir miyiz?”

Benden bilgi istenince, şunları yazıp yolladım:

“Şark Islahat Planı Ş. Sait isyanının bastırılmasından sonra derhal hazırlanmaya başlandı. 08 Eylül 1925 tarih ve 2536 sayılı, ‘Türkiye Reis-i Cumhuru Gazi Mustafa Kemal’ imzalı Bakanlar Kurulu kararı gereği şu isimlerden meydana gelen bir Şark Islahat Kurulu oluşturuldu:

“- Mahmut Esat (soyadı: Bozkurt. Bozkurt-Lotus davasındaki rolüyle ve çok önemli devrim yasalarının [Medeni Kanun, Ceza Kanunu, Borçlar Kanunu, vb.] çıkarıldığı dönemde adalet bakanı oluşuyla bilinir. Daha az bilinen yönü, kimi ilginç sözleridir: "Türkün en kötüsü, Türk olmayanın en iyisinden iyidir", "Türk devleti işlerini Türklerden başkasına vermeyelim. Türk devleti işlerinin başına öz Türklerden başkası geçmemelidir. Yeni Türk Cumhuriyetinin devlet işleri başında mutlaka Türkler bulunacaktır", "Benim fikrim, kanaatim şudur ki, dost da düşman da dinlesin ki, bu memleketin efendisi Türktür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır" Bu son alıntı, kendisinin Ödemiş söylevindendir). Mustafa Abdülhalik (soyadı: Renda. TBMM Başkanı. Daha az bilinen yönü, 1915 Ermeni Katliamlarında Bitlis ve Halep valiliklerinde bulunarak olaya çok aktif biçimde katılmış olmasıdır). M. Cemil (soyadı: Ubaydin. İçişleri bakanı). Mirliva Kazım (soyadı: Orbay. Genelkurmay ikinci başkanı).

“Plan, 25 Eylül 1925 tarihinde yürürlüğe kondu. Resmîdir. Arkadaşımızın bu Plan konusunda kuşku belirtmesi beni iki açıdan mutlu etti: 1) Her şeyden kuşku duymak, bilimsellik'in bir numaralı gereğidir; 2) İnsanlar iman ettikleri şeylerden önemli bir tanesinin yanlış çıktığını görünce gerisinden de kuşku duymaya başlarlar ve gerçeğe erişmeleri böylece kolaylaşır.”

Şimdi, “Resmî bir hükümet planıdır” biçimindeki kesin bir cevaptan ve bu kadar ayrıntıdan sonra ne beklersiniz? Şu cevap geldi:

“Evet. Eğer böyleyse, bu açıkça görüldüğü gibi hükümete sunulmuş bir rapordur. Hükümetlere her zaman sayısız raporlar sunulur. Önemli olan o raporların hükümet veya Meclis’ce kanun, kararname, yönetmelik, vb. haline getirilip getirilmediğidir. Bu durumda, B.Oran’ın yazdığı yazıyı ciddiye almadığım gibi, bundan sonra ondan gelenlere de filtre koymak durumundayım. Tabii, herkes kendi bildiğine inanmakta serbest ve özgür.”

İyi de, bu tutumun bir İslamcıdan ne farkı var? İman ettiği şeye uymayan bir yazıyı “filtre” ederek ona gözlerini kapatıyor. Hacca giden dindaşlarımız da 2003’te havalimanındaki Zeki Triko mayo reklamlarının üstünü kapattırmışlardı. Arkadaşımız iktidarda olmadığı için ancak kendi gözünü kapatabiliyor. Olsaydı, bu zihniyetle belki bizimkini de kapatabilirdi. Demek ki bu bir din veya milliyetçilik meselesi değil; iktidarda olup olmamak meselesi.

Tabii ki bütün bunlar hep vatan için. Ama tam da bunun için tehlikeli. Susurluk çetecileri de yaptıklarını kelimesi kelimesine aynı gerekçeyle savunmuşlardı. Sadece, “vatan” yerine “devlet” diyerek.

Devletin filtresi

Bu örneği isterseniz saymayalım. Çünkü devleti temsil etmiyor. Memurları, hatta memurların en bağımsızını, yargıçları alalım. Hatta, Yargıtay başkanının en bağımsız davranacağı emeklilik töreninde söylediklerini:

“Hakimler bağımsız, teminatlı ve tarafsız olmalıdır. Ama hakimin taraf olacağı olaylar da vardır. Hakimler Türkiye Cumhuriyeti’nden yana taraftır. Hakimler üniter devletten, bölünmez bütünlükten yana taraftır. Taraf olmuştur, olacaktır. Ay yıldızlı bayraktan yana taraftır” (CNN Türk.com, 26.12.2007).

Çok önemli sözler. Çünkü:

1) Yasalar bunları içeriyorsa söylemeye zaten gerek yok. İçermiyorsa, o zaman Başkan yargıçların TBMM yerine geçip kanun üretmesini ve bu ürettiğini uygulamasını istiyor. Bunun adı literatürde “Yargıçlar Devleti”dir ki, Montesquieu’nün 1748’de Yasaların Ruhu’nu yazdığından beri demokrasinin özü sayılan “kuvvetler ayrımı”nı söker atar.

Bu durumda yargıçların yasa yapıp uygulamasının, din adamlarının tıbbi etik kurula sokulması (Milliyet, 26.12.2007) gibi tüylerimizi diken diken eden bir olaydan ne farkı var? Aslında var tabii: AKP bunu din adına, Yargıtay Başkanı ise milliyetçilik adına yapıyor. Peki, o zaman kuvvetler ayrımını ihlal (ve ayrıca kanunsuz yetki kullanma) açısından din ile milliyetçilik arasında ne fark kaldı?

2) Demokrasi kavramı yargı tarafından bu kadar “farklı” yorumlanırsa, yargıçların bu yaklaşımla verecekleri kararları ne yapacağız? Başkan şöyle diyor: “Kesinleşmedikçe eleştiremeyeceksiniz” (Türk Hukuk Sitesi, 06.09.2006).. Yani, “Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs” başlıklı TCK 288’i böyle yorumluyor.

Prof. Kaboğlu buna karşı diyor ki: “O zaman, Van rektörünün tutuklanmasını ve evinin aranmasını eleştiren binlerce kişinin hapse atılması gerekirdi”. Av. Fethiye Çetin’in söylediğiyse ilke açısından daha çarpıcı: “Bu sözler her şeyden önce yargı mensuplarına güvensizliğin ifadesi. Ayrıca, kesin kararı beklerseniz eleştirinin ne anlamı kalır?”

Zavallı Hrant. Kendini gazetesinde savunduğu için 288’in hışmına uğramış, ancak ölerek kurtulabilmişti. Acaba, mesele sadece 288’in hışmı mıydı yoksa maddeyi öyle yorumlayan “bağımsız, teminatlı, tarafsız” yargının “ay yıldızlı bayraktan taraf” olması mı?

3) Türkiye’de siyasal cinayetlerin artık sadece “ay yıldızlı bayrak” bahanesiyle işlenmeye başlandığı bir dönemde Yargıtay başkanının bu konuşması ne kadar yararlı bir ortam yaratır acaba?

Gönderi tarihi:

Anayasa’dan Atatürkçülük kalkar mı?(Baskın Oran)

 

 

 

 

Atatürkçülük diye kendini paralayan bir anayasamız var. 12 Eylül cuntacıları neden Atatürk’e bu kadar sarıldılardı, onların gerek ideoloji gerekse ezber icabı bugünkü izleyicileri niye bu kadar sarılıyorlar, anlatmayı meşhur fıkraya bırakalım. Molla dua ediyormuş: “Allahım, sen bana iman bahşet”. Bektaşi duymuş, duyuracak biçimde de mırıldanmış: “Allahım, sen bana rakı bahşet”. İzah da etmiş: “Eh, herkes kendinde olmayanı ister”.

Mollanın buna ne dediği bilinmiyor ama, "Atatürk kurucumuzdur. Kurucu liderimizdir. Elbette Anayasa'da Atatürk'e vurgu yapılır. Ama Atatürkçülüğe vurgu yapılmasına, ilke ve inkılaplarına ideoloji bağlamında yer verilmesine gerek yoktur. Renksiz bir anayasa lazım " dediği için kendini TBMM’ye sokamadan başını derde sokan AKP milletvekili Prof. Zafer Üskül’e seçim sonucu iyice demoralize olmuş “Kemalist”lerin nasıl saldırıverdikleri malum. Dut yemiş bülbüle dönen Baykal: “Dakika bir, gol bir!" diyerek canlandı. 184 oyla cumhurbaşkanı seçilebilen bir ülkede bunun toplantısı için 367 gerektiğini ortaya atan ve de (torunlarımız vallahi inanmayacak ama) Anayasa Mahkemesi sayesinde tutturan Yargıtay Onursal Başsavcısı S.Kanadoğlu bu sefer anlamlı konuştu: “O zaman siz ulus-devletin ortadan kalkmasını veya zayıflatılmasını istiyorsunuz” dedi.

Vallahi öyle. Aynen! Türkiye Cumhuriyeti’nin devam edebilmesi için ulus-devletin zayıflatılmasını hatta ortadan kalkmasını istiyoruz. Hemen anlatayım.

“Atatürkçülük”, “Yukarıdan Devrim”, “Ulus-devlet”

Çok sayıda makalenin dışında “Atatürk Milliyetçiliği” adlı 300 küsur sayfalık kitap da yazdım ama, Atatürkçülük nedir bilmiyorum. Bilenlere de şaşıyorum. Çünkü Atatürk aramızdan ayrılalı 70 yıl oldu. Türkiye gibi bir ülkede 70 saatte bir herşey baştan aşağı değişirken 70 yıl içinde aynı içerikte kalmış bir ideolojiden bahsedilebilsin, pes. “6 Ok” diyecekseniz, hiç kendinizi yormayın:

Cumhuriyetçilik: En tartışılmayan ilke. Çünkü 1923’te Saltanat’ın yerine Cumhuriyet geldi ve bir daha kimse tartışmadı. Şimdi ise “demokrasi karşıtlığı” anlamına gelir oldu!

Laiklik: En tartışma yaratan ilke. “Laikçilik” biçimindeki yorumu “kamusal alan”a türbanlıların sokulmasını yasaklıyor. Sokak da kamusal alanın en önde geleni; oradan hesap edin. Yok, resmî daireleri kastettim diyorsanız o zaman vergi ödemeye giden başıbağlı kadını da sokmayın.

Halkçılık: Sakın ola başka bir şey sanmayın, “İmtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz” deyip emeğin örgütlenmesini yasaklamış ilkedir.

Devletçilik: İsterseniz hiç açmayalım. Biz gençliğimizde bunu sosyalizm sanıyorduk, bunu söyleyeyim yeter.

Devrimcilik: “Reform” ve “ihtilal” gibi iki birbirine zıt kavramı birden anlatmak yüzünden anlamsızlaştı. Bu yüzden de kimileri askerî darbeyle sosyalizm kurmak, kimileri de kızların başını zorla açtırmak biçiminde anladı.

Milliyetçilik: 1920 ve 30’larda yarı-feodal bir imparatorluğu bir ulus-devlet’e, ümmet’i ulus’a, tebaa’yı da vatandaş’a dönüştürebilmek için şart olan yukarıdan devrim’i (YD) yaparken kaçınılmaz olan tekdüzeleştirme ideolojisiydi. Ama, sosyal sınıfların ve başta etnik grup kimlikleri olmak üzere çeşitli tanınma taleplerinin artık arş-ı âlâya yükseldiği bugünün Türkiyesinde tam bir bölücülük. Çünkü Türk milliyetçiliği Kürt milliyetçiliğini tetikliyor, o da onu. “Milliyetçilik Türk toplumunun çimentosudur” (Hürriyet, 22.03.2007) diyen, MHP kökenlileri birinci sıraya yerleştiren, 301’i savunan ve “ortanın sağında” olduğunu ilan eden Baykal’dan pay biçin.

Şu “devrimcilik” meselesini biraz daha açacağım. İç dinamiği tembel (yarı-feodal) ülkelerde Batıcı seçkinler (aydınlar) devleti bir biçimde ele geçirirler (1923) ve getirdikleri Batıcı yasaları kullanarak bir ana model değişikliğine giderler yani “yukarıdan devrim” yaparlar (1920’ler, 30’lar). Tabii ki kaçınılmazdır ama zorlamanın da şahıdır. Çünkü bir ulus-devlet eliyle yürütülür. Bizde herkesin üniter devlet’le karıştırdığı bu kavram, ulusun tek bir etnik gruptan oluştuğunu varsayan devlet türünün adıdır. Varsaydığı şey hayal olduğu için de asimilasyona girişir. Yani ulus-devletin soyadı “asimilasyon”dur. İşte bu yüzden, kuruluş döneminden sonra da sürdürülürse, aynen milliyetçilik gibi milleti param param parçalar. (Örnek almaya bayıldığımız Fransa üniterdir ama Korsika adasının ayrı yönetimi vardır, Alsace’da Fransızcaya tercüme bile edilmemiş Almanca yasalar geçerlidir, mahkemelerde Alsasça duruşma yapılır, vb. Bkz. http://www.ba.metu.edu.tr/~adil/baskin/296...5-02-2005).doc).

Dahası, YD çocuk oyuncağı değildir; 1 defa yapılır. Yeni temel düzen kurulduktan sonrası, artık tetiklenmiş toplumsal dinamiklere kalmıştır; ilerlemeyi onlar sağlar. Nitekim mükemmelen sağladılar da: 2001-2004 AB Uyum Paketleri! Her istediğim hemen oluvermiyor diye ishal olmuş gibi “YD” daha doğrusu darbe yapılmaz. Yoksa hem bin güçlükle yaratılmış iç dinamiğin oluşumu sıfırlanır (1960, 1971), hem de ilerici yerine gerici modeller ortaya çıkar (1980). Üstelik millet de çok sert tepki verir ve darbenin antitezini pat diye iktidara getiriverir: 27 Mayıs 1960’ın ardından 65’te Demirel. 12 Mart 1971’in ardından 74’de Ecevit. 12 Eylül 1980’in ardından 83’te Özal. 28 Şubat 1997 muhtırasının ardından 2002’de AKP. 27 Nisan 2007 e-muhtırasının ardından da, güüüm, bugünkü durum.

Böylece, darbe yapamaz hale gelirsin. O zaman başlarsın daha kötüsüne: Kendin gibi düşünen “sivil”lere “YD” yapsınlar diye telkine. Bazı yüksek mahkemelerin son dönemde verdiği son derece tartışmalı kararların tarihteki yeri işte budur. Ne hukuk ne de adalet duygusu bırakmıştır. 1920 ve 30’larda hukuk kullanılarak inşa edilenlerin devamı 2000’lerde yine hukuk kullanılarak yıkılmıştır. Artık YD, eski seçkinlerin yerlerini kaybetmeme telaşına dönüşmüştür. Eskinin “din elden gidiyor”unun modern karşılığı “laiklik elden gidiyor” paranoyası kullanılarak.

Atatürk = Muasır Medeniyet

Onun için, Anayasa’dan Atatürkçülük gibi ne anlama geldiği artık şaşmış, üstelik Atatürk tüccarlarının rant kapısı haline gelmiş bir terim bal gibi kalkar ve çok da iyi olur. Ezber artık terk edilir.

Onun yerini, Atatürk’ün çağdaşlaştırıcı işlevini bugüne adapte etmek alır. O büyük adam YD’nin bütün amacını şöyle tanımlamıştı: “Muasır Medeniyet’e ulaşmak ve onu geçmek!” 1920 ve 30’larda “muasır medeniyet” o tarihlerin B.Avrupası idi, Türkiye bugün o faşist ortamdan fersah fersah ileride. O açıdan Atatürk çok başarılıdır. Ama, ezberci oldukları için, “Kemalistler” değil. Çünkü Türkiye bugünün muasır medeniyeti B. Avrupa’dan fersah fersah geride. O kadar ki, bu geriliği en “solcu”larımız bile “AB emperyalisttir” diyerek örtmeye çabalıyor. Sanki devletlerden başkası emperyalist olabilirmiş ve AB de bir demokrasi projesi değil de devletmiş gibi.

Bugünün muasır medeniyetine ulaşmak 1920 ve 30’ların ideolojisiyle olmaz. Neyle olacağını, tarihin tanıdığı başıca merkeziyetçi devlet olan ve Kemalistlerin de her fırsatta gönderme yaptıkları Fransa’nın sosyalist başkanı Mitterrand’dan dinleyelim (1981): “Fransa’nın kurulabilmesi için, geçmişte güçlü ve merkeziyetçi bir iktidara gereksinme duyulmuştur. Bugün ise, dağılmaması için, yasal iktidarın ağırlıklı olarak yerel yönetimlere bırakılması zorunlu duruma gelmiştir” (Oktay Uygun, Federal Devlet –temel ilkeler, kurumlar ve uygulama, İst., Çınar Y., 1996, s.194-5).

Gönderi tarihi:
Atatürk kurucuları arasında olmamıştır cemiyet gizli çalıştığı dönemlerde çok kısa bir süre içlerinde bulunup kendi isteği ile ayrılmıştır.

Ayrıca..

Dr.Nazım'ı,Dr.Reşit bey'i,İsmail Canbolat bey'i Saidi Nursi'yi neden koymadın listeye bunlar ittihat ve terakinin asıl kurucuları değilmiydi?

Üsteli Dr.Nazım ve İ.Canbolat'ın akıbeti ve sebebini bilerek...

İttihat ve Teraki aynı zamanda Osmanlı karşıtı bir örgüt değildi bunu herkes bilir.Yinede niyetlerinin kötü olmadığına bende inanıyorum sadece sonrasında doğan sonuçlar kötüydü.Birde her birinin farklı ideolojiye önderlik etmesi var tabi,o ayrı tartışılır.

Metot ve prensiplerine karşı koyduğu; vatan ve millete zarar getirilmelerini önlemeye çalıştığı, uyarmalarına kulak asmayan liderleriyle mücadele ettiği ve nihayet İstiklal Mahkemesi'nde son tasfiyesini yaptırdığı İttihat ve Terakki Fırkası hakkında Atatürk'ün son hükmü şudur: “İttihat ve Terakki vatansever bir kuruluştur, kusurları, yanlışları ve zararları olmuştur. Ama vatanseverliği, tartışmaların üstündedir.”alıntı

Atatürk döneminde bir çoğu sürgüne gönderilmiş,idam edilmiş,öldürülmüş,bir örgütten bahsediyoruz.

Demem odur ki Kemalizmle İttihat ve Teraki asla bağdaştırılamaz...

 

Suheda sanada önce yazılanları okumanı önereceğim.

 

Öncelikle :

 

Kuşçubaşı Eşref, Yakup Cemil, İsmail Canbulad Ömer Naci, Süleyman Askeri, Filibeli Hilmi gibi isimleri bu milletin tarihine altın harflerle yazılmış savaş boyunca üç kıtada gerilla harbi vermiş, savaş bitince anadoluda direnişi örgütlemiş Teşkilat-ı Mahsusa'nın aslanlarından bahsederken de saygılı olmalı.

 

Öncelikle İsmail Canbulad'ı niye koymadın diye soru sormamış olurdun eğer okusaydın.

 

Birinci yaptığım liste İttihat Terakkici olup savaş bittikten sonra Kurtuluş Savaşı ve milli mücadeleye aktif olarak katılan isimlerin listesidir.

 

İkinci yaptığım liste ise ünlü Teşkilat-ı Mahsusa fedailerinin listesidir. Bu yüzden önce oku sonra şunun adı niye yok. Bunun adı niye yok diye sorarsın.

 

Dr Nazım, Dr Reşid, Saidi Nursi, ne Kurtuluş Savaşında o listedekiler gibi Atatürk'ün kadrosundadırlar. Nede Teşkilat-ı Mahsusa'nın fedaileridirler. Onun için isimleri yazılmamıştır. Anlattığım konuyla alakaları olmadığı için. Sanki ben burada İttihat ve Terakki üyelerinin tam listesini yaptımda onların adı eksik kalmış.

 

...................................

 

Bizim tartıştığımız, İttihat ve Terakki'nin başarılı mı başarısızmı olduğu değildir. İttihat ve Terakki sonunda başarısız olmuştur, elbette her mücadele kaybedildiğinde bedeli ağır olur. Mesela onlara kendisine kemalist diyen insanların yaptığı yakıştırmalardır.

 

İttihat ve Terakki'nin amacı nedir, ne için savaşmıştır mesele buradadır. İttihat ve Terakki'nin doğdoğu süreç, konjonktürdür bakılacak olan. ATV de güzel bir dizi var, değerli tarihçilerimizin danışmanlık yaptığı Elvede Rumeli, Osmanlı'nın son demlerinde Rumeli'de yaşıyan Osmanlı Tebaasının yaşadıklarını anlatan. Evet bunlar yaşandı. O dizide anlatılanlar hayal ürünü değil.. Bulgar ve Rum çeteler tarafından türk köyleri basılırken, subaylara çetelere karşı operasyon düzenlemeyeceksiniz emri verildi, yakalanan bulgar çeteciler affedildi. Türk tebaa, kaderiyle başbaşa kaldı o coğrafyada. Böyle bir ortamda, üniformalarını çıkarıp sadece silahlarını yanlarına alıp dağlarda Bulgar Çeteleri kovalayan, bunu yaparken kendi devleti tarafından eşkiya ilan edilen Enver Paşa gibi subayların hareketidir bu. Bunlara tahammül edemeyen memurların koskoca kaymakamların makamlarını bırakıp ellerinde silah gerilla savaşı veren adamların hareketidir.

 

Dağılmanın eşiğine gelen bir imparatorluğu kurtarmak isteyen vatanseverlerin kurduğu bir harekettir. İttihat ve Terakki'nin bu uğurda tamamen en doğru olanları yaptığını söylemiyor kimse. Ama onların kendisine kemalist diyen bazı insanların iddia ettiği gibi insanlar olmadığını unutmamak gerekir. Kimse İttihat ve Terakki'nin vatanseverliğini sorgulayamaz.

 

İttihat ve Terakki ile, kemalizm arasındaki ilişki, narodniklerle bolşevikler, bismarkçılarla naziler, milli görüşçülerle akp liler vs arasındaki ilişki gibidir. İttihat ve Terakki , kemalizmi doğuran okuldur.

 

Savaştan sonrada Kuvay-ı Milliye çeteleri ittihat ve terakkiciler tarafından kurulmuştur. Atatürk ise artık İttihat ve Terakki'nin yeni lideridir. Tabiki o adı bir daha kullanmamışlardır. Ama mücadele eski ittihatçıların Atatürk'e biat etmeleriyle başlamıştır.

 

Cumhuriyet Devriminden sonra kimi eski ittihatçı liderlerin, Atatürk'e karşı olmaları başka birşeydir. Ki burada olanda düşünsel, ideolojik farklar falan değildir. Tamamen dünyanın tüm devrimlerinde görülen şeydir. Her devrimden sonra yaşanan şeydir.

 

Kazım Karabekir'in daha sonra Atatürk'e muhalif olması başka bir şeydir. Kazım Karabekir'in milli mücadeledeki rolu, vatanseverliği, yaptıkları başka bir şeydir. Atatürk hakkında idam kararı çıkınca ve emir Kazım Karabekir'e gönderilince, yanına gidip "Hepimiz Emrinizdeyiz Paşam" diyen kişidir.

 

Enver Paşa ile Atatürk arasındaki fark ideolojik miydi? Hayır yöntemsel farklardı. Tarihçilerin yorumladığı gibi. "Mustafa Kemal ve Enver Paşa aynı idealler için mücadele eden kimselerdi. Fakat, Enver Paşa yüksek hayaller peşinde koşarken, Mustafa Kemal, küçük ama gerçekçi hedefler koyardı önüne. "

Enver Paşa, balkanlar, anadolu, kafkasya, orta asyadaki tüm Türkleri birleştirerek güçlü bir devlet kurma hayaline sahipken. Atatürk, Osmanlı şehirlerinden geri alınabildiği kadarını alıp yeni ve güçlü bir devlet kurma hedefine sahipti.

 

Enver Paşa'ya yapılan haksızlıkları kabul etmek mümkün değil. Sarıkamış, sanki Enver Paşa'nın sarıkamışta savaşmak dışında bir seçeneği vardı. Rus Ordusu Sarıkamış'ı ve ardından tüm doğu anadoluyu işgal etmek için ilerlerken ne yapacaktı Enver Paşa oturup seyredecekmiydi. Kaybetti Sarıkamış muharebesini. Bu onu kötü bir adammı yapar?

 

Birinci Dünya savaşı. Osmanlı'yı paylaşma planları Birinci dünya savaşından yıllar önce 1853 yılında İngiliz başbakanı ile Rus Çarı anlaşmadılar mı ? "avucumuzda boğazın hasta adam ı var. Nasıl olsa ölecek O. ölmeden önce onu paylaşmalıyız" diyordu Rus Çarı İngilizlere. Osmanlıya takılan kod ad olmadı mı bu "hasta adam". Osmanlı Rus savaşından sonra Avrupa devletleri Osmanlı'nın hangi şehrinin kime verileceğinin metinlerini imzalamadılar mı kendi aralarında.

 

Dünya'da Osmanlı'nın bir tek müttefiki kalmıştı, Almanya. Ve bu Müttefiki, kendisini paylaşma planları yapan. Topraklarında gözü olduğunu artık saklamayan ülkelerle savaşa girdi. Ne yapacaktı İttihat ve Terakki liderleri son müttefikleri Almanya'nında yok edilip sıranın kendilerine gelmesini mi bekleyeceklerdi. Osmanlı birinci dünya savaşına katılmasaydı işgal edilmeyecek miydi ? Buna mı inanıyorlar ? Almanya sattı mı savaşta Osmanlı'yı müttefikliğe aykırı mı davandı ? Hayır. Çanakkale savaşlarında Osmanlı ordularının baş komutanı bile bir Alman Generaliydi. Çanakkale savaşlarında kullanılan silahların hemen hemen hepsi Almanya'dan gönderilen silahlardı. Ki Cumhuriyet'ten sonra 1940 ladar kadar devam etti Almanya ile Türkiye'nin müttefikliği gayri resmi olarak.

Gönderi tarihi:

Ittihat ve Terakki cogusu dönmelerden ve masonlardan olusan icinde Gürcüsü,cerkezi,Yahudisi ,ermenisi olan bir cemiyettir.Atatürk'ün bu cemiyete girisi,kendisinin kurdugu VATAN cemiyeti ile olmus fakat bu cemiyeti yönetenlerin kimler olduklari ve amaclarinin ne oldugunu anladiktan sonra bu cemiyetten ayrilmistir.Ittihat ve Terakki üyelerinin hicbirisi Mustafa Kemal'i aralarinda istemiyordular,cünkü Mustafa Kemal'in görüsleri ile onlarinki tamamen birbirine zit görüslerdi.Herseyden önce cemiyetin asker kimliginden siyrilmasi gerektigine inaniyordu Atatürk.Atatürk Ittihat ve Terakki'nin yöneticilerinin aksine Almanlara karsi güvensizdi,ve Almanlarin bizim icislerimize ortak olamalarini istemiyordu,Enver,Talat ve Cemal ise tamamen Alman yanlis idiler.Vahdettin'in isbasina getirilisiyle Enver'in talihi acilmis ve Atatüerk'e karsi siyasetini yürütmeye baslamisti.Almanlarla yaptiklari gizli anlasmalarl sonucu Osmanli harbe istirak etmis ve zaten gücünü yitirmis olan imparatorluk perisan olmus ve Sevr'e yol acilmistir.Itihat ve Terakkinin icindeki milliyetperverler bu cemiyetin icindeki bazilarinin amaclarini anlayip bir yolunu bularak Ankaraya gelmislerdir.Digerleri ise örnegin Enver bir Alman gemisiyle Sivastopol'a kacmis,Talat Almanya'ya kacmis ve orada Ermenilerce öldürülmüstür.Cerkez Ethem'de bu teskilatin icersindeydi ve sonunda ne oldugunu tarihlerimiz yazmaktadir.Kuscubasinin ise Cerkez Ethem'le birlik olduguda son arastirmalarla sabittir.KuscuBASI 1927 de Atatürk'e suikast düzenleyen Haci Sami'nin kardesiydi.Ayni zamanda Teskilat-i mahsusaninda kurucusuydu,ve ABD li istihbaratci STODDART'in kitabinda Kuscubasi Esref,Cerkez Ethem ve Yunanli subayin Susurlukta beraberce cekilmis resimlerinden sonra aslinda Kuscubasinin kim oldugu konusu daha aciklikla ortaya cikmaktadir.

Tarihi kendinize uyan tarzda yorumlamaktan vazgecip gercekleri daha iyi incelemenizi öneririm.Burada iTTIHAT VE TERAKKI'yi savunma bahanesiyle Atatürkcülere dil uzatmanizda ayri bir ilgiclik örnegidir.Bizleri bir Atatürkcü bir seriatci olmakla suclamak yerine Atatürkcülügün vatan hainligi olmadigini ögrenmeniz gerekir.

Bir iletide Atatürk'ün Ittihat ve Terakki ile ilgili,*Ittihat ve Terakki'nin bütün yanlislarina ve kusurlarina ragmen vatanseverliginden kimse kusku duymasin*sözü alinti yapilmis.Dogrudur,ama Atatürk bu sözü RAHIP FURI ile Sislideki evinde görüsürken söylemistir.Bu gösteriyorki, Atatürk yabanci birisine karsi Ittihat ve Terakki'nin gercek yüzünü söylemeyi kendine yakistiramamis ama buna ragmen Ittihat ve Terakki'nin yanlislari ve kusurlari oldugunuda söylemekten kacinmamistir.

******

 

saygilarla

Gönderi tarihi:
Suheda sanada önce yazılanları okumanı önereceğim.

 

 

Bizim tartıştığımız, İttihat ve Terakki'nin başarılı mı başarısızmı olduğu değildir. İttihat ve Terakki sonunda başarısız olmuştur, elbette her mücadele kaybedildiğinde bedeli ağır olur. Mesela onlara kendisine kemalist diyen insanların yaptığı yakıştırmalardır.

 

Benim o iletimde neye dikkat çekmek istediğimin farkındasın,senin tabirinle kendilerine Kemalist diyenlerin bu oluşuma karşı olan tutumlarıdır,bende dedim ki İttihat ve Teraki ile Kemalizm bağdaştırılamaz verdiğim isimleri bu yüzden özellikle belirttim..

 

Ayrıca senin iletinde Canpolat gözümden kaçmadı onu belirtmemim sebebi Dr Nazım'la ortak yaşadığı akıbetti yani Kemalizm ve İsmail Canbolat???

 

Neyse bu konu uzar gider konu iyice açılış sebebinden farklı yere kaydı..

Gönderi tarihi:

Suheda İttihat Terakki kendini fesettikten 8-10 yıl sonra iki eski ittihatçının yaptıkları başka bir şeydir. İttihat ve Terakki ile kemalizm ilişkisi başka bir şeydir. Dr Nazım'da eski ittihatçıdır, İsmail Canbulad'da. Onları yargılayan mahkeme heyetinin tümüde .

 

"Kemalizmle , ittihat ve terakki bağdaşmaz çünkü iki eski ittihatçı Atatürk'e suikast iddiasıyla asılmıştır" böyle şey olmaz. Ona bakarsan Atatürk'ün bakanları hatta başbakanıda eski ittihat ve terakkici. Bürokratların çoğuda.

 

Artık varolmayan bir teşkilatın iki eski üyesi ve yaptıkları, yaşadıkları üzerinden Kemalizm ve ittihatçılık ilişkisini mi inceleyeceğiz. Ha nedir İttihat ve Terakki heyeti merkeziyesi, kalkıp Atatürk için ölüm fermanı hazırlar o tamam.

 

not: Topal Osman, Çerkez Ethem, Dr Nazım, İsmail Canbulad bunlar ittihatçılık ve kemalizm ilişkisi değil. Çok başka ve farklı bir tartışmanın konusudur. Bu tartışma "derin devlet" konusuyla ilgilidir.

Gönderi tarihi:

Tarih bize, geçmişi inkâr ederek ondan kurtulamayacağımızı gösteriyor. Türkiye devleti kendince nedenlerle Ermeni meselesini yok saysa da, bu olay Türkiye toplumunun vicdanında belli bir rahatsızlık yaratıyor. Bir yanımızla bu olayın varlığını reddetmeye çalışırken, bir yanımızla da gerçek neydi diye merak ediyoruz. 1915'te ne oldu sorusu, geçiştirebileceğimiz bir soru olmaktan çıkıyor. O dönem Osmanlı'yı yöneten İttihatçıları haklı gösterecek nedenler arasak da, büyük bir acı yaşandığının hepimiz farkındayız. Kendimizi artık kaçamayacağımızı sezdiğimiz gerçeklere hazırlamaya uğraşıyoruz. Peki gerçek neydi? Devletin resmi görüşünü biliyoruz ama devletten farklı görüş ve iddiaları bugüne dek ayrıntılı öğrenme imkânımız olmadı. Ermeni meselesini ilk araştıran akademisyenlerden olan, ciddi çalışmalar yapan, kitaplar yayımlayan, araştırmaları nedeniyle devletin büyük tepkisini çeken, Türk üniversitelerinde iş bulamayan, halen Minnesota Üniversitesi'nde öğretim görevlisi olan tarihçi Doç. Dr. Taner Akçam'la o acı olayların bize anlatılmayan yüzünü konuştuk. Akçam, 1915'teki tehcirin nedenlerini, katliam emirlerini, buna karşı çıkanları, Atatürk'ün bu konudaki açıklamalarını anlattı.

 

Boğaziçi Üniversitesinde Ermeni sorunuyla ilgili toplantı düzenleyecektiniz. Adalet Bakanı, bugün sahip olduğumuz iktidarın düzeyi konusunda pek de ümit vermeyen kışkırtıcı bir konuşmayla sizi suçladı. Siz de toplantıyı ertelediniz. Niye ertelediniz?

Toplantıyı Boğaziçi Üniversitesi ev sahibi olarak erteledi. Üniversitenin bu tavrını büyük saygıyla, anlayışla karşılıyorum. Biz burada gösteri yapmıyoruz. Bu, yurtdışında yüzlercesi yapılan akademik toplantılardan biri olacaktı. Türkiye'de bir grup aydının, akademisyenin böyle bir toplantıya cesaret etmiş olması bile zaten büyük bir olaydır. Bu, Türk aydınının 'intifada'sıdır. Çünkü bu konular hep dışarıda konuşuluyordu. Bu toplantı yapılabilseydi, burada da konuşulabilecekti.

Türkiye'nin resmi tezinin tümüyle gerçekdışı olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Bakın, şunda herkes hemfikir. 1915'te İttihat Terakki hükümeti o zamanki Osmanlı vatandaşlarına bir şeyler yapmış. Bir yerden alınmışlar, bir yere götürülmüşler ve bu götürme sonucunda bir grup insan ölmüş. Resmi görüş taraftarı birisi, 'Efendim Ermeniler de şunu yaptı, bunu yaptı' diyor.

Ama dünyada soykırım tartışması açısından bu önemli değil ki. Herkes güler buna. 'Sen bize, İttihat Terakki'nin Ermenileri toptan öldürmesinin nedenlerinden birini anlatıyorsun' derler. Çünkü bütün büyük kitlesel kırımlarda muhtemelen karşı taraf bir şeyler yapıyordur. Beylik lafla söylersem, hiç kimse durduk yerde birilerini öldürmez. Hitler ırkçılık ideolojisi nedeniyle, Stalin politik nedenlerle, öbürü ayaklanma nedeniyle öldürür. Şu anda biz Türkiye'de tarih tartışmıyoruz.

Ne tartışıyoruz?

Ciddi bir moral değeri tartışıyoruz. Bir devlet kendisine tehdit gördüğü bir halk grubunu cezalandırma hakkına sahip midir, bu kolektif cezalandırmayla vatandaşların önemli bir kısmı (devletin böyle bir niyeti olmasa bile) ölüyorsa, devletin bunu yapmaya hakkı var mıdır, kolektif cezalandırma moral olarak savunulabilir mi, bunu tartışıyoruz. Türkiye devleti bugün, 'Evet böyle şeyler olmuştur, gerekirse gene yapılır. Olur böyle şeyler' diyor.

Bunu neye dayanarak söylüyorsunuz? Devlet, resmi tezinde 'Karşılıklı öldürmeler yaşandı, bu bir mukateledir' demiyor mu?

Edirne'deki Ermeni niye sürüldü? 1915'te Osmanlı topraklarındaki Ermeni nüfus, bütün Anadolu'dan toplanarak bir yerlere götürüldü. Resmi tez, 'Götürülmelerinin nedeni, Doğu Anadolu'da Ermenilerle yaşanan çatışmadır' diyor. Demek ki, Doğu'daki Ermeniler Türk ordusunun hatlarını kesmiş, orduyu arkadan vurmuş, onun için de Osmanlı devleti, Batı Anadolu'dakiler de dahil tüm Ermenileri kolektif olarak cezalandırıp Suriye'ye sürmüş. Demek ki, ülkesinin herhangi bir yerindeki bir halk grubu kendisine sorun çıkartırsa, devlet, o ırk grubunun tüm ahalisini, vatandaşlarını bir yerden bir yere götürebilir, sonucunda bir grup insan ölebilir ve bunda çok garipsenecek durum yoktur. Türkiye devleti, 'mukatele' dediği karşılıklı çatışmayı, tehcirin gerekçesi olarak kullanıyor. Anadolu'daki tüm Ermenileri cezalandırmasının doğru olduğunu ve devletin cezalandırma hakkına sahip olduğunu söylüyor. Oysa mukatele yoktur. Belgeler var. Sistematik ve organize herhangi bir Ermeni ayaklanması yoktur. 1919 Yozgat davasında resmi teze yakın konuşan savcı 'Ermeniler Van'da, şurada burada ayaklandı. Ruslarla işbirliği yaptı ama hiçbir devlet bu olaylarla alakası bulunmayan Anadolu sathındaki bütün Ermenileri sürüp onların imhalarına göz yumamaz. Bu hukuk dışıdır' diyor.

Boğaziçi'ndeki konferans yapılsaydı nasıl bir yararı olacaktı?

Bazı konularda bazı insanların değişik düşündüklerini öğrenecekti insanlar. Türkiye'de hiç konuşulmamış ve düşünülmemiş çok şeyin artık anlatılacağını, söyleneceğini bilmemiz gerekir. Türkiye insanı, duyduğunda hiç hoşuna gitmeyecek şeyleri duymaya hazır olsun. Çok acıklı hikayelerdir bunlar.

Aynı acıklı hikâyeleri Müslümanların da yaşadığı, toplu kıyımların Ermeniler tarafından da yapıldığı anlatılıyor.

Kimin tarafından kime hangi gerekçeyle yapılmış olursa olsun, tarihteki her türlü cinayet açık konuşulmalıdır. Üstünü örtmek devlete fayda getirmez. Biz akademisyenler Ermeniler Türklere bunu yaptı, Türkler Ermenilere şunu yaptı demeyiz. Öldürürken Türkler ya da Ermeniler öldürmüyor. Öldüren İttihat Terakki'dir, Teşkilat-ı Mahsusa'dır, ordu birliği yapmışsa ordu birliğidir, Malatya'daki Kör Ağa'nın aşiretiyse o aşirettir. Öldürenin adını koymak lazım. Çünkü biliyoruz ki başkaları da vardı. Ermenileri evlerine alanlar, kurtaranlar, koruyan subaylar vardı. Hiçbir tarihsel olay 'Geldiler, birbirleriyle çatıştılar' gibi olmaz. 'Türklerle Ermeniler arasında savaş vardır' derseniz düşmanlığı sürdürürsünüz.

1915'de tam olarak ne oldu?

İttihat ve Terakki Partisi Ermeni meselesinin esaslı bir şekilde çözümlenmesi için karar aldı. Zaten Talat Paşa, 26 Mayıs 1915'te Sadrazamlığa yazdığı resmi yazıda bunu belirtir. İttihat Terakki'nin 1915'te Ermenilerin tehcir ve öldürülmesine karar vermesinin nedeni savaş koşulları değildir. Yani tehcir ve ölüm kararı savaş nedeniyle bir askeri tedbir olarak alınmamıştır. Kendilerini rahatsız eden Ermeni meselesinin kökten halledilmesi ihtiyacıdır bu. Bunu derin ve uzun tartışmışlardır.

İttihatçıların amacı neydi?

İttihat Terakki, Ermenilerin varlığının devletin varlığı için ciddi bir tehdit olduğu düşündü ve Doğu Anadolu'nun Ermenilerin imha edilmesiyle korunabileceğine inandı. Anadolu'daki gayrimüslimlerin bir etnik temizlik anlamında ortadan kaldırılması, uzaklaştırılması gerektiğine ilişkin kararları zaten 1914'te vermişlerdi. Kuşçubaşı Eşref, Halil Menteşe ve Celal Bayar anılarında, Anadolu'nun gayri-Türk unsurlarından tasfiye edilmesi doğrultusunda ayrıntılı planlar hazırladıklarını ve bu planları ilk önce Ege Bölgesi'nde Rumlara karşı uyguladıklarını söylerler. Yani gayrimüslimlerin Anadolu'dan uzaklaştırılması, Anadolu'nun homojenleştirilmesi projesi vardı. Bu projeye bağlı olarak da Doğu Anadolu'daki Ermeniler imha edilme sürecine sokuldular. Nedeni de Balkan Harbi'dir. Balkan Harbi'nde biz bir hafta içinde toprakların ve nüfusun yüzde 60'ından fazlasını kaybettik. Bütün gözler Anadolu'ya dikildi. 1912'de Taşnak Partisi, İttihat Terakki Partisi'yle her türlü ittifakı bozdu. Türkiye'de tarihi herkes Türkler bir tarafta, Ermeniler bir tarafta diye anlatır. Oysa Ermenilerin Taşnak Partisi 1912'ye kadar İttihat Terakki'nin koalisyon ortağıydı. Taşnak örgütü, Balkan yenilgisinden sonra kendilerine verilen reform sözlerinin gerçekleşmediğini görerek Batılı devletlerden dış destek aradı.

Ne yapmak için destek arıyordu?

Taşnak'ın istediği Doğu Anadolu Bölgesi'nde idari ve siyasi reformdu. Bakın, 1800'lerin ortasından itibaren ortaya çıkan Ermeni meselesinin özü 'toprak meselesi'dir. Ermeni nüfusun çoğu Doğu'da yaşıyordu. Yüzde 90'ı yoksul köylüydü. Batı'dakiler daha çok esnaftı, tüccardı. Yoksul köylülerin en büyük problemi, topraklarının sürekli Kürtlerce gasp ediliyor olmasıydı. Kürtler ve Çerkeslerin saldırısına uğrayan Ermeni köylülerinin güvenliğinin Osmanlı devleti tarafından garanti altına alınması meselesidir bu. Reformların yapılmayacağını gören Taşnak, dış devletlerin yardımıyla İttihat Terakki'ye diz çöktürmek istedi ve başarılı oldu. 1914'te Ermeni Reform Anlaşması yapıldı. Doğu Anadolu iki vilayete ayrılacak, yönetim Hıristiyanlarla Müslümanların katılımıyla olacaktı.

İki yabancı vali atanacaktı ve atandı da.

Doğu'da Ermeni nüfus çoğunlukta mıydı?

Ermeniler Van şehir merkezi dışında her yerde azınlıktaydı ve bunu bildiği için Taşnak örgütünün bağımsız devlet talebi hiç olmadı. Ama Osmanlı yöneticileri bunu bağımsız devlete ilk adım olarak algıladı. 'Eski oyun yeniden sahneye konuyor. Biz Balkanları hep reform diye kaybettik. Şimdi burayı da kaybedeceğiz' dediler. Ve İttihat Terakki Birinci Dünya Savaşı'na girerek bu reform planını rafa kaldırdı. Ama bir süre sonra Teşkilat-ı Mahsusa'nın Kafkaslarda yenilgileri başladı. Bu yenilgilerde Ermeni çetelerin önemli payı vardır. Sonra Sarıkamış faciası yaşandı ve bizim Doğu cephesi çöktü. Bu yenilgi koşullarında radikal Türkçülük, İttihat Terakki'nin yönetimini ele geçirdi. Mesela Bahaittin Şakir, Dr. Nâzım, Ziya Gökalp, Talat Paşa ırkçılığa kadar varabilecek Türkçülüğü savunan bir ekiptir.

Sizce soykırım kararı mı alındı?

Evet. Bence değil, Osmanlı belgelerine göre bu karar alındı. 'İttihatçılar tehcir kararını alırken, toptan imha etme kararını da aldılar. Belli bölgelerde sınırlı biçimde insanlara Müslümanlaşarak sürgünden ve katliamdan kurtulma imkânını sundular. Ama sayı artınca, Talat Paşa, Müslüman olsalar da sürün emrini verdi. İmha kararının alınmış olduğu, belgeler bir araya getirildiğinde ortaya çıkıyor. Mesela Reşit Akif Paşa 21 Kasım 1918'de Osmanlı Meclisi'ndeki konuşmasında , 'Kabinede görev yaparken dahiliye nezareti evrakı içinde çok tuhafıma giden bir şey gördüm. Bir tehcir emri verilmiş ve bu emre paralel olarak da çetelere öldürme emri yollanmış' diyor. Birçok başka belgeden de biliyoruz ki, İttihat Terakki, Talat Paşa'nın emriyle Dahiliye Nezareti üzerinden valilere tehcir kararı yolladı. 24 Nisan 1915'teki ilk tehcir emrine paralel olarak da bu arada bölgelere İttihat Terakki Partisi kâtib-i mesulleri (sekreterleri) eliyle ölüm emri yollandı. Parti, Bahaittin Şakir'e bağlı Teşkilat-ı Mahsusa birlikleriyle öldürme işini organize etti. Bunu Kastamonu Valisi Reşit Bey, Yozgat mutasarrıfı Celal, Ankara Valisi Mahzar Bey ayrı ayrı söylüyor.

Üçüncü Ordu Komutanı Vehip Paşa, Trabzon Garnizon Komutanı Avni Paşa da, yapılanların katliam olduğunu, bunun Türklükle, Müslümanlıkla alakası olmadığını açıklıyorlar. Meclis-i Mebusan üyesi sıkı İttihatçı Hafız Mehmet, 'Gözlerimle gördüm. Samsun'da kayıklara bindirip denize döküp öldürüyorlardı. Talat'la konuştum, engel olamadım' diyor. Zaten bütün işi koordine eden Talat Paşa'dır. Evindeki özel telgraf cihazından yürütüldü tüm operasyon.

Türkiye Cumhuriyeti 2005'te neden İttihatçıların 1915'teki günahının mirasçılığına soyunuyor?

Türkiye'de yönetim hâlâ İttihat Terakki Partisi geleneğinin, bürokrasisinin ve askerinin kontrolü altındadır. Bugün Atatürk olsaydı 1915'te olanları savunmazdı. Devlet, Mustafa Kemal'in 1919-20'lerdeki medeni cesaretine sahip olsa, o sıradaki tutumunu baz alabilse, bugün bulunduğu yerin çok ötesinde olurdu. Mustafa Kemal bu işi 24 Nisan 1920'de Meclis konuşmasında geçmişe ait bir fezahat, çok kötü bir olay olarak tanımladı. Bir radyo demecinde de, 'Bir daha Ermeni kıtaline benzer bir kötülük olmayacağının garantisini veririm' dedi. Türkiye'de ilk soykırım kelimesini kullanan ben değilim. Atatürk'ün arkadaşı Falih Rıfkı Atay'dır. 1968'de Dünya gazetesinde, 1915 için 'Bu bir jenosittir' dedi. Atatürk'le de bir anısını anlattı. Atatürk 1915'te Halep'te Baron Oteli'nde kalır. Orada Ermenilerin yerleştirilmesiyle uğraşan Çerkez Hasan Amca'yı görür. Atatürk onu görünce çok kızar. ' Katiller' diye bağırır. 'Hepiniz cephe gerisinde Ermeni öldürmek için dolaşan katillersiniz. Hiçbiriniz cepheye gelip savaşmazsınız.' Ama sonra Hasan Amca'yı bağışlar: Çünkü Ermenileri yerleştirme işini ciddiye aldığı için Hasan Amca da görevinden alınmıştır.

1915'te Osmanlı üzerinde büyük bir Alman etkisi vardı. Burada Alman Genelkurmayı'nın generalleri ve subayları bulunuyordu. Ermeni kıyımı konusunda Almanların tavrı ne oldu o zaman?

Göz yumdular ve desteklediler. Alman Başbakanı'nın yazdığı not var. 'Bizim için önemli olan Türkleri ayakta tutmaktır, Ermeniler güme gitmiş

umurumuzda değil' diyor. Talat Paşa tehcir fikrinin Alman generallerince verildiğini söylüyor. Oysa Osmanlı'nın da eskiden beri gündeme getirdiği bir politikadır sürgün. Ama Alman derin devleti askeri olarak imha işinde onay boyutunda yer aldı. Enver'in genel-kurmayındaki bazı Alman subaylar belgeleri imzaladı, bazısı Bağdat demiryolundaki Ermeni işçilerin sürülmesi emrini verdi. Öldürüldüklerini biliyorlardı. Alman Dışişleri tepki gösterdi ama ordu bunları görevden almadı.

İttihatçıları Ermenileri öldürmeleri için kışkırtan demesek de cesaretlendiren kimse var mıydı?

Bu büyük ölçüde İttihat Terakki politikasıdır. Dışarıdan kendilerine ciddi bir müdahale olmayacağının garantisini gördükleri anda bunu yaptılar. İstanbul polis müdürü Bedri, günlüklerinde, 'Biz 1914'te dış güçlerin bir şey yapamayacağını gördük ve bu bizim için önemli ipucu oldu' der. İttihatçılar, bölgedeki Müslüman ahalideki gâvur düşmanı fikrini de kullandı. Halkı öldürmeye ve yağmaya teşvik ederek sivil Müslümanları suça ortak etmeyi istediler. Öldürmelerde belli yerler kullanıldı. Genel olarak jandarmalar Ermenileri öldürülmeleri için belli bölgelerde Kürt aşiretlerine teslim ettiler.

Türkiye, Ermenilerin topluca öldürüldüğünü kabul ederse arkasından tazminat talebi mi gelecek?

Toprak talebi gelmez ama tazminat talebi gelebilir. Hazır olmak lazım. Bu işi ödenecek para tartışmasına kimse indirgemesin. Türk-Ermeni geriliminde, Osmanlı parçalanırken farklı etnik grupların birbiriyle boğazlaşmasında Avrupa'nın ciddi rolü var. Bir fon kurulur, talepler sembolik olarak tazmin edilebilir. Ama tazminat talebi aynı zamanda manevidir. Ermeni kültürünün geri kazandırılması, mesela Ani harabelerinin restore edilmesi de tazminat talebinin bir parçası olarak gelebilir.

Gönderi tarihi:
Tarih bize, geçmişi inkâr ederek ondan kurtulamayacağımızı gösteriyor. Türkiye devleti kendince nedenlerle Ermeni meselesini yok saysa da, bu olay Türkiye toplumunun vicdanında belli bir rahatsızlık yaratıyor. Bir yanımızla bu olayın varlığını reddetmeye çalışırken, bir yanımızla da gerçek neydi diye merak ediyoruz.

.

.

.

Toprak talebi gelmez ama tazminat talebi gelebilir. Hazır olmak lazım. Bu işi ödenecek para tartışmasına kimse indirgemesin. Türk-Ermeni geriliminde, Osmanlı parçalanırken farklı etnik grupların birbiriyle boğazlaşmasında Avrupa'nın ciddi rolü var. Bir fon kurulur, talepler sembolik olarak tazmin edilebilir. Ama tazminat talebi aynı zamanda manevidir. Ermeni kültürünün geri kazandırılması, mesela Ani harabelerinin restore edilmesi de tazminat talebinin bir parçası olarak gelebilir.

Bunlar sizin iddialarinizmi yoksa alintimi bilmiyorum ama öyle veya böyle büyük bir yanlisin icersindesiniz.Kendi iddianizsa yanlis kaynaklardan bilgilenmissiniz yani tam Baskin Oran veya Oral Calislar ve onlarin benzerlerinin fikirlerinden kaynaklanmissiniz.Size tavsiyem gercekleri dile getiren tarihlere basvurun.Örnegin eger bu konuya merakliysaniz gidin Kaynak yayinlarindan Ermeni tarihcilerin kitaplarini alin okuyun eminimki Baskin Oran ve benzerlerinden cok faydali olacaktir size,en azindan gercekleri görebilmenizi saglayacaktir.Türk'leri sözde soykirim yapmakla suclamak modasi baya bir sicrama yapiyor.Ve eminimki Türkleri sözde soykirimla suclayanlar Ermenilerin katlettigi yarim milyon Türkten haberleri bile yoktur,cünkü onlarin beyinleri baska türlü yikanmaktadir.Eger kendinizi bu topluma ait hissediyorsaniz bu topluma karsi olusturulan sinsi cepkede yer almamaya calisin,Ermeniler kimseye madalya vermiyor belki nobel veriyorlar ama herkese degil.

 

 

saygilarla

Gönderi tarihi:

Acı benzerlik.(Baskın Oran)

 

 

 

 

Tarih okuyunca taşlar insanın kafasında nasıl da yerine oturuveriyor. 2007’deki dertlerimiz, 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat fermanları döneminde reformcuların yaşadığı temel sorunların pek benzeri. Onların temel 2 sorunu (ve çelişkisi) vardı:

1) Şer’i zihniyet ile çağdaş yasalar çatışması:

Tanzimatçılar, din ayrımına dayanan Millet Sistemi’ni yani Müslüman-gayrimüslim (GM) eşitsizliğini kaldırıp bütün tebaayı “Osmanlı” adı altında hukuken eşitlemek istiyorlardı. Bu sayede hem iç gerilimleri (parçalanmayı) hem de bunları bahane eden Avrupa devletlerinin baskısını (dışa bağımlılığı) azaltacaklardı.

Bunun çaresi, şer’i hukuktan kurtulup çağdaş yasalar kabul etmekti. Nitekim, Tanzimatçılar Ferman’da bunu şöyle ifade ettiler: “…yüce devletimizin ve ülkemizin iyi bir biçimde yönetilmesi için bundan böyle bazı yeni yasalar çıkarılması gerekli görüldü.”

Fakat işleri zordu çünkü hem 1454’te kurulmuş Millet Sistemi’nin Müslümanların göğsüne takmış olduğu kırmızı kurdeleyi (“Millet-i Hakime”) çıkarttırmak büyük tepki yaratacaktı, hem de bu ayrıcalıkçı zihniyet mevcut şer’i hukuk’tan kuvvet alıyordu. Nitekim, yukarıdakini söyleyen Tanzimatçılar şunu da demek zorunda kalacaklardır: “(…) Kuran'ın yüce hükümlerine ve şeriat yasalarına tam uyulduğundan, ülkemizin gücü ve bütün tebaasının refah ve mutluluğu en yüksek noktaya çıkmıştı. Ancak, (…) şeriata ve yüce yasalara uyulmadığından evvelki kuvvet ve refah, tam tersine zayıflık ve fakirliğe dönüştü.” Halk arasındaki “Din elden gidiyor”un Ferman’daki yansımasıydı bu.

2) Ayrıcalık ezberlerini bozamama sorunu:

Bırakın bu muazzam çelişkiyi, olay özellikle 1856’yla daha da katmerlendi. Çünkü Ferman’la GM tebaanın cemaat ayrıcalıkları teyit ediliyordu. Üstelik, Müslüman ile GM tebaa ve yabancı ile GM tebaa arasındaki ticaret ve ceza davaları karma mahkemelere havale ediliyordu. Dahası, iki GM tebaa arasındaki davalara talep halinde patrikhaneleri bakabilecekti. Buna bir de konsolosluk mahkemelerini, kapitülasyon ayrıcalıklarını, berat alıp kapitülasyonlardan yararlanan gayrimüslim tebaanın ayrıcalıklarını ekleyiniz, çıldırırsınız. Osmanlı İmparatorluğu da çıldırdı zaten. Çünkü gerek Millet-i Hakime, gerek yabancılar, gerekse gayrimüslim cemaatleri kendi ayrıcalıklarına japon yapıştırıcısıyla yapışmışlardı.

Bu Gordion Düğümü’nü 1920 ve 30’larda ancak Kemalizm’in kılıcı çözecektir. M.Kemal toplumun çürümüş genlerini değiştirecek yukarıdan devrim’i yapacak yani şer’i yasaları bir kalemde kaldırıp Batılı yasaları egemen kılarak tek hukukluluğu getirecektir.

Çelişkinin modern biçimi

Kılıçla her şey yapılırmış, ama üzerine oturulmazmış. En azından, uzun süre. Nitekim, o dönemde Türkiye’yi dönüştürerek kurtaran Kemalizm zaman içinde kendini dönüştüremediği için sonunda bambaşka düğümler yarattı. Çünkü çok hukukluluğu teke indirirken her şeyi de tek’e indirmişti. Sınıfsal açıdan “İmtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitle” idik. Dinsel açıdan, Müslüman’dan boşalttığımız Millet-i Hakime tahtına onca laikliğimize rağmen “Hanefi, Sünni, Müslüman, Türk”ü (LAHASÜMÜT) oturttuk. Etnik açıdan Kürt yoktu, Dağ Türkleri vardı. Ermeni Katliamı diye bir şey toplumsal bellekten sıfırlanmıştı. Sonuçta bugün hem iç gerilimler (Türk-Kürt, Dinci-Laikçi) ve dış çatışmalar (Türk-Ermeni) roketlemiş, hem de çok hukukluluk bambaşka biçimlerde geri dönmüş durumda:

Bir defa, on yıllar boyu özellikle Doğu’da “normal TC hukuku” ile “sıkıyönetim hukuku/OHAL hukuku” yan yana yaşayageldi. Kardeş oldular. Şu anda bile bütün Güneydoğu “Geçici Güvenlik Bölgesi”yle (Radikal, 07.06.2007) devamda.

İkincisi ve daha önemlisi, yasalar kimi toplumsal gruplara uygulanıp kimilerine uygulanmıyor. 1991 öncesi “düşman” hanemizde Komünizm yazarken, “bir sosyal sınıfın başka bir sosyal sınıf üzerinde tahakküm kurması”nı cezalandıran maddeler (eski TCK md.141-142) yalnızca bu tahakkümü eleştirenlere (sosyalistlere) karşı uygulanıyordu. Şimdi düşman hanemizde dinciler ve bölücüler yazıyor ve “etnik, dinsel, mezhepsel farklara dayanarak halkın bir bölümünü diğerine karşı kışkırtma, halk arasında kin ve nefret yayma” (TCK md. 216) yalnızca bu kin ve nefreti eleştirenlere karşı uygulanıyor. Lahavle.

Örnek lazımsa, bizim Azınlık Raporu’nun 216’dan yargılandığı bu ülkede Kuvayı Milliye Derneği Başkanı E. Albay M.F.Karadağ “Bu uğurda ölmek var, öldürülmek var, öldürmek var” deyip üyeleri bayrak, Kur’an, tabanca üzerine yemin ettiriyor: “Türk anadan, Türk babadan doğmuş, soyunda dönme olmayan Türk oğlu Türküm ben” diyor (Milliyet, 10.02.07) ve 216’ya girmiyor . Girmeyince, bir de üyelere “Kuvva Nikahı” sırasında tekrar ettiriyorlar yemini (Milliyet, 03.08.07). 216 yine tıss. “Güneydoğu’da iki bomba attırdım” deyip “zamanaşımı”na giren E.Korgeneral Altay Tokat’ın ülkesindeyiz.

Bu durumda yargımızın durumu vahim. Savcılarımız pek kimseleri çete’ye sokmaya yanaşamıyor (“Vatansever Kuvvetler Güçbirliği Hareketi organize değil” -Milliyet, 26.07.07), “Atabeyler Grubu çete değilmiş” -Radikal, 31.05.07). Alimallah, Kenan Evren hakkında iddianame hazırlayan Adana Savcısı Sacit Kayasu’nun ve Genelkurmay Başkanının adını Şemdinli iddianamesinde geçiren Van Savcısı Ferhat Sarıkaya’nın meslekten atılmalarına varan kimi durumlar oluşabilir (“Şemdinli Heyeti Dağıtıldı” -Radikal, 29.06.07, “Küre savcısına düz görev” –Milliyet, 26.07.07), “Şemdinli’de askerî mahkeme kesinleşti” -Radikal, 02.06.07). Daha sayayım mı?

Cemaatler yalnızca dinsel değil

Tabii, bu iki acayip durum en azından 2 ciddi çelişki yarattı:

1) 1920-30 modeli ile çağdaş yasalar çatışması:

Bu “sürekli düşman yaratma” zihniyeti, görevi vatandaş’ı koruma olan devleti vatandaş’tan korumaya başladı; 82 Anayasamız bunun doruk noktasıdır. “(…) Ülkemizin iyi bir biçimde yönetilmesi için bundan böyle bazı yeni yasalar çıkarılması gerekli” ama, “Kemalizm Elden Gidiyor” paranoyası varken çağdaş yasalar yapmak biraz zor.

2) Ayrıcalık ezberleri sorunu:

Çocuk gördüğünü yaparmış. Devlet böyle öğretince, bütün toplumsal öğeler şimdi “cemaat ezberi” okuyorlar. Öne arkaya sallana sallana. Kemalist cemaatinki 27 Nisan 2007 e-muhtırasında tazelendi: “Atatürk'ün Ne Mutlu Türküm diyene anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti'nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır”. Kimi Kürt cemaatleri “Adaylar ya Kürt olsun ya Kürtçü” dedi. Kimi küçük sosyalist cemaatler “Küçük olsun, benim olsun; işçi hakları yanında eşcinsel hakları neymiş?” demiyor mu? Eh, dinsel cemaatlere herhalde örnek gerekmez.

Bu Gordion Düğümü 1923’dekinden daha basit değil. Çünkü 1923’te şer’i hukuku savunmak için Vahdettin’den kuvvet alamazdın, şimdiki “istemezük”çüler Atatürk’ün adını kullanıyorlar. Büyük adamın anısına ağız dolusu hakarettir.

Gönderi tarihi:

Böyle yazilar ancak Baskin Oran gibilere yakisir ve onlarin saksakcilari tarafindanda benimsenir.Baskin Oran belliki kendine göre bir tarih anlayisi ile makaleler yazip gündemde kalma savasi veriyor,tabiiki savundugu kesimlerden korkunc bir destek alarak bunlari yapmaktadir.Baskin Oran'in neden belirli bir kesimde el üstünde tutuldugu zaten bilinen birsey oldugu icin,onun makalelelrinden faydalananlarinda kimler olduklari konusunda süphe kalmamis oluyor.

Eger birisi kendini bilim adami olarak lanse edipte terihi Türkiye'nin düsmanlarinin gözü ile görüyorsa o birisi bilim adami degildir,birilerinin namina taseronluk görevi üslenmistir.Taseronluk görevini üstlenen isimlerin Türkiye'nin devamli karsisinda olan isimler olmasida sasirtici degildir,*Ahmet, ve Mehmet Altan,Oral Calislar,Bakin Oral,eski devgencci Taner Akcam ve daha bazi meshur isimler*in Türkiye karsiti olmalarinin altinda hangi nedenin yattigini bilmek icin AB fonlarini incelemekte yarar vardir.

 

 

 

saygilarla

Gönderi tarihi:

Türkiye’de aydın ve demokrasi.(Baskın Oran)

 

 

 

Dikkat ettiniz mi bilmem: En sık kullandığımız terimlerin anlamı çoğunlukla net değildir. “Aydın” bunların başında gelir. Önce izninizle biraz teori yapalım, sonra ülkemize döneriz.

Aydın terimi Batı dillerine çevrilemez. Çünkü yalnızca azgelişmiş ülkelere özgüdür. Ortaçağ’ın izlerini silen “Aydınlanma”dan gelir. Aydın, bu çağı yaşamamış olan kendi ülkesinde onu simüle etmeye çalışan toplumsal tabakanın adıdır.

Toplumsal tabaka? Küçük burjuva’nın hayatını okumuşlukla kazanmayan türüne “esnaf”, kazanan türüneyse “aydın” denir. Bu ikisinin arasında ilginç bir karşıtlık vardır: Birinci tür, yani esnaf, Batılılaşmaya karşıdır. Çünkü Batı’nın altyapısı olan kapitalizmin tekelci eğilimi onu devreden çıkarır (“Kahraman Bakkal Süpermarket’e Karşı”), Batı’nın üstyapısı da zıvanadan çıkarır (cinsel özgürlük, mini etek, vs.).

İkinci türü oluşturan aydın ise, tam tersine, Batı’dan ayrı düşünülemez. John Kautsky’nin çok öğretici tanımıyla o, “modernleşme kendi ülkesine ulaşmadan modernleşmenin ürünü olan” kişidir. Bunu yapan Batı eğitimidir. Ülkenin geneli Batı’yla ilgisiz olduğu için, bu eğitimi alınca ülkesine yabancılaşır. Yabancılaşınca, orada yaşayabilmek için ülkesini Batı’ya benzetmeye girişir. (Zaten bu nedenledir ki, İslamcı aydın olmaz. Müslüman (mütedeyyin/dindar) aydın olur, ama İslamcı aydın olmaz). Tabii, bunu yapabilmesi için işe Bağımsızlık’ı elde etmekle girişecektir çünkü bu evre Batılılaşma için gerekli ön aşamadır.

Aydının 2 temel sınıfsal niteliği vardır. Sınıflararası (yani proletarya ile burjuvazi arasında) oluşu onu kompleksli ve yetenekli yapar: Aşağıya düşmemek ve yukarıya çıkmak çabasının sonucudur bu. Zaten aydına “belkemiksiz” denmesi de bu yüzdendir.

Asıl önemli olan, aydının sınıflarüstü niteliğidir. Çünkü, alttan hiçbir reform talebi üretmeyen (hatta, tersini üreten) ülkesinde sınıf yapısının gelişmemiş olmasından yararlanarak devleti ele geçirir ve “yukarıdan devrim” yapar. Yukarıdan devrim, devleti ele geçiren aydının hukuku (üstyapıyı) değiştirme yoluyla ülkeyi toptan değiştirmesinin adıdır.

Hangi Batı?

Bu durumda aydın kavramının 2 temel çizgisi ortaya çıkıyor: 1) Batıcıdır; 2) Kurduğu devletle kendini özdeşleştirmiştir.

Ama, hangi Batı? Nasıl devlet? Aydın, model aldığı Batı’yı belli bir tarihte donmuş kabul ederek statik olarak mı algılayacaktır, yoksa Batı’nın evrimini izleyen dinamik bir yorum mu yapacaktır?

2007 yılının AB tarafından temsil edilen Batısı, “tek” kelimesiyle başlayan kavramlar (tek parti, lider, kültür, dil, ideoloji, millet, vs.) tarafından temsil edilen 1930’lar Batısının antitezi olduğu için, bu iki sorunun yanıtı fevkalade önemli. Aydın eğer birinci (statik) yolu izlerse anti-Batı bir tutuculuğa saplanabilir. Bu uğurda, ülkenin yaşamına bitmek tükenmek bilmeyen anti-demokratik müdahalelerde bulunmaya girişebilir. Her etkiye bir tepki gelmesi fizik kuralı olduğuna göre, bu müdahalelere gelecek kaçınılmaz tepkiler ülkenin iç dinamiğini yıpratabilir. Dahası aydın, devleti yönetmenin ister istemez getirdiği bir dizi ayrıcalığı koruma peşine de düşebilir.

 

Türkiye’de aydın, ülkeyi 1920 ve 30’ların Batısına uydurmak yönünde çok ciddi bir başarı kazanmıştı. Yarı-feodal bir imparatorluktan modern bir ulus-devlet’e geçişi sağlamıştı. Ümmet’ten millet’e geçişi başarmıştı. Tebaa’dan vatandaş’a geçişi temin etmişti.

Fakat bugün, soyadı asimilasyon olan ulus-devlet’ten demokratik devlet’e geçmeyi vatanı bölmekle eş tutuyor. Alt kimlikleri tanımayı reddeden millet’ten çoğulcu ulus’a geçmeyi ihanet olarak yorumluyor. Alt kimliği inkar edildiği için bu ülkede kerhen yaşayan vatandaş’tan, alt kimliği tanındığı için bu ülkede severek yaşayacak vatandaş’a geçmeyi engellemek için kendini paralıyor.

2007 = 1930 ?

Bugün maalesef çoğu aydın, kendisine “Kemalist” adını yakıştırarak, gerek devletin statüsü (bağımsızlık ve egemenlik) ve gerekse yurttaşın statüsü (özgürlükler) bakımından 1930’larda demir atmış vaziyette.

1) O tarihlerde yani iki dünya savaşı arası dönemde “bağımsızlık” kavramı gerçekten güçlüydü. Çünkü hem İngiltere-Almanya arasındaki çekişme üçüncü ülkeler için geniş bir bağımsızlık alanı yaratıyordu, hem de 1929 ekonomik bunalımı Batı’yı kendi başının derdine düşürmüştü. SSCB de o dönemde doğmuştu. Daha önce ve daha sonra böyle bir döneme rastlanmadı. Bugün onu aramak tam bir aymazlık.

Kaldı ki, öyle bir ortamda bile Türkiye bugünkü çoğu aydının “bağımsızlıktan/egemenlikten vazgeçme” olarak nitelendirebileceği neler yaptı, Lozan’ı bilmedikleri için farkında değiller. Türkiye Musul konusunda kesin kararı Milletler Cemiyeti Meclisi’nin vereceğini ilan etti (Lozan md.3/2). Azınlıklar konusundaki 38-44. maddelerin “hiçbir resmî metin ve hiçbir resmî işlemle” değiştirilemeyeceğini kabul etti (md.37). Gümrüklerini 5 yıl yükseltmemeyi taahhüt etti. “Danışman” adı altında gelecek yabancı uzmanların yargı mekanizmasını ve sağlık hizmetlerini 5 yıllığına denetlemelerini kabul etti. Her TC vatandaşının açık toplantılarda, basında ve yayında istediği herhangi bir dili kullanmasını kabul etti (md.39/4). 29 Ekim 1914’ten önce verilmiş ekonomik imtiyazları geçerli saydı.

Bütün bunların farkında değiller. Bir ülkenin kendi iradesiyle ve sınıf atlamak için yapacağı egemenlik devrini “bağımsızlıktan vazgeçme” olarak algıladıkları için bugün AB’ye girmeye de karşı duruyorlar. XIV. Louis’den sonra “L’Etat, c’est moi” (Devlet ben’im) demeyi marifet sayıyorlar. “Anti-emperyalizm” adı altında yabancı düşmanlığının sınırlarını zorladıklarının farkında değiller.

2) Türkiye’deki aydınların çoğu; bireyin özgürlüğü, ademi merkeziyet, çokkültürlülük gibi konularda 1930’larda kalakalmış vaziyette. Bugünkü Batı’nın bu temel ilkeleri gerçekleşirse “vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü”ne bişeyler oluvereceği şiirini hazırolda ezbere okuyorlar durmadan. İç dinamiğin özerk sürecini askerî darbe ve müdahalelerle sürekli olarak engelliyorlar.

“Batı” kavramının bu statik/arkaik algılamasına, bir de, bu engellemelere gelen seçmen tepkisinden ve ayrıca on yıllar boyu kendi yarattıkları zombilerden duydukları ürküntüyü katın, bugünkü çoğu aydının Batı ve onun demokrasisi hakkında ne düşündüğünü hemen anlayabilirsiniz. Tabii, 1920’ler zihniyetinin sağladığı ayrıcalıklardan yoksun kalma duygusunu da eklemeniz tavsiye olunur.

Gönderi tarihi:

Yaşamak! Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine.....

 

 

-Bumiputra.(Baskın Oran)

 

 

 

12 Eylül cunta anayasasının değişmesini engellemek için Korku Spreycilerimiz her gün yeni bir keşif hatta icat yapıyor. Dünkü (25 Eylül), “Nobel ödüllü O.Pamuk nasıl 1.8 milyon dolara kat alırmış?”ın ardından bugün de “Anayasa taslağını hazırlayan profesörler para aldı mı?” diye çıktı. Artık saygı da mafiş; muslukçu gerekince parayla, profesöre gerekince bedava. Ama şu sırada korku malzemesi olarak öncelik 2 M’de yani mahalle ve Malezya’da.

Bu “mahalle” işine çok gülüyorum. Mahalle hep vardı ve hep olacak. Türkiye’nin en “çılgın” yeri Bodrum’da bile mahalle ne biçim erkek egemen, muhafazakar, baskıcıdır; “Dalavera Memet’in Bodrum Tarihi”nde ve “Enişte Gözüyle Bodrum”da çok anlattım.

Feyhan cuma pazarına gitmiş, üstünde normal hatta astarlı etek. Boyacı İsmail Usta geliyor, elindeki pazar çantasını alıyor, usulca: “Sen hemen evine git, üstünü değiş, güneş vurunca için gözüküyor. Ne lazımsa ben alır bırakırım” diyor. Feyhan da tıpış tıpış eve gidiyor, değiştirmeye. Hasan ile Neyran’ı büyütürken de bundan yararlanmıyor değil. Hasan o sıralarda yaşı icabı haylaz. Eve hemen ihbar geliyor: “Senin oğlan bugün okula gitmedi, mendirekte gazete okuyupturu!” veya “Seninki motor kiralamış, şimdi buradan fırtına gibi geçti”. Neyran 25 yaşında, daha hayatında Bodrum’da iken kimseyle el ele tutuşmamıştır.

Buranın bir “Muhtar Amca”sı var, İbrahim Denizaslanı. 80’inin üstündedir. Herkes saygı gösterir. İki sene önce 31 yıllık muhtarken fazla kısa etekle veya şortla gelene nüfus sureti falan vermez, giyinip geldikleri zaman verirdi. Kimse de itiraz etmezdi. Bırak kadınları, biliyor musunuz ki ben erkekliğimle istediğim gibi sokağa çıkamıyorum Bodrum’da? Evimizin hemen arkasındaki pazartesi pazarına sadece şortla gidemiyorum. Allahın sıcağında üstüme bir atlet veya tişört geçirip de gidiyorum çünkü pazarcılar rahatsız olduklarını hissettiriyor. Al işte sana, mahalle baskısının dik âlâsı.

Tahakküm sona eriyor korkusu dur bakalım daha neler yaptırtacak. Bunlar da “Kemalist devrimci”. M. Kemal hele de 1920’lerdeki mahalleyi hesaba katsaydı hangi Kemalist devrimi yapacaktı acaba?

Olmadı, Malezya verelim

Malezya saçmalığı Amerikalı diplomat Holbrooke’un iki ülkeyi “Ilımlı İslam”a örnek vermesiyle başladı. Kimse kalkıp da, bu adam Türklere oynasınlar diye yumak verdi kuşkusunu duymadı. Ağzından çıktığından bu yana biz Malezya’yla yatıyor kalkıyoruz.

Kiminle yatıp kalktığımızı bilelim hiç olmazsa: Malezya Federasyonu, Güneydoğu Asya’da 13 eyaletlik bir meşruti monarşi. 1963’te bağımsız olmuş. İngiliz kuvvetleri 1971’de çekilmiş. Batı kısmı yarımada, arada Güney Çin Denizi var, doğu kısmıysa ada. Başkenti Kuala Lumpur dünyanın en yüksek kulelerini barındırıyor ama, ülkenin batı kırsalında insanlar direkler üstünde oturuyor, doğusunda ise daha düne kadar kafatası avcılığıyla ünlenmiş yerli halklar yaşıyor. Bu eyaletlerin babadan oğula geçme dokuz sultanı Malezya Kralı’nı beş yıllığına seçiyor. Her eyaletin kendi yasaları var. “Oruç Polisi” gibi bizi büyük heyecana ve “Bak, gördün mü!”lere sevk eden haberler bu 13 eyaletin ikisiyle ilgili.

Peki, neden İslam ülkenin “resmî dini”? Neden bu kadar güçlü ve güçleniyor? Çünkü İslam, yüzde 52’yi oluşturan fakir Malayların yüzde 30’u oluşturan zengin Çinlilere karşı çıkabilmeleri için bir toplumsal tutkal sayılıyor. Ne gibi? Malay-Müslümanlar açısından düşününce aynen milliyetçilik gibi birleştirici. Ama ülke bütünü açısından düşününce (gayrimüslimler % 40) aynen milliyetçilik gibi bölücü.

Malayları nasıl birleştiriyor? Anayasanın otomatik olarak Müslüman saydığı Malaylar, “Malezya’nın Efendileri” oldukları gerekçesiyle (vallahi bu gerekçeyle) ve bu anayasanın 153. maddesine göre “Bumiputra” statüsüne sahip. Parlamentoda bile tartışılması hukuken yasak olan bu madde (tanıdık geldi mi?), Bumiputralara sayısız ayrıcalık tanıyor: Üniversiteye ve memuriyete girişte kontenjan, otomobil ve taşınmaz alımlarında % 5-15 arası indirim, vs. (bkz. http://en.wikipedia.org/wiki/Islam_in_Malaysia ).

Bumiputralık, yani Malay-Müslüman ayrıcalığı nasıl uygulanıyor? Kimlik bilgileri “MyKad” adlı kartın “smartchip”ine yüklü. 12 yaş üstü herkes bu kartı her kontrolde göstermek zorunda (http://en.wikipedia.org/wiki/Malaysia ). Şimdi anladınız mı İslam niye önemli Malezya’da? Yerli Malayların göçle gelmiş Çinlilerle mücadele silahı! Anlatın da anlayayım, bunun neresi Türkiye’ye benziyor? Ama derseniz ki bu Bumiputralık “birleştiricilik” açısından Kemalizm’in Malezya versiyonuna benziyor, ben demedim siz dediniz.

Hani, yeniçeri Yahudi’yi yere yatırmış, boğazına bıçağı dayamış: “Ulan, İsa Peygamber’i çarmıha gerersiniz ha!”. Yahudi inliyor: “Aman yiğidim, bu 1500 sene önceydi”. Yeniçeri köpürüyor: “Olsun! Ben daha yeni duydum!”. Bunlar yeni şeyler değil. 153. maddenin kökü taa İngiliz sömürge yönetimine kadar gidiyor. Holbrooke yem atınca mal bulmuş Mağrıbî gibi atlayan Korku Spreycilerimiz sayesinde biz yeni duyuyoruz. S.Arabistan’la korkuttunuz, İran’la korkuttunuz, şimdi de sıra Malezya’ya mı geldi?

84 yıllık aczin itirafı

21 Eylül günü Hasan Cemal yazdı: “TBMM Şeref Salonu. Askeri cuntanın üyeleri yan yana dizilmiş. Balkonda, Cumhurbaşkanlığı Filarmoni Orkestrası Beethoven'ın Kader Senfonisi'ni çalıyor. Darbe, kutlamaları kabul ediyor. Yüksek yargı organlarının üyeleri, üniversite rektörleri sıraya girmiş, daha altı gün önce parlamentoyu kapatarak parti liderlerini hapsetmiş darbecileri tebrik ediyorlar”. Peki bugün?

Anayasa Mahkemesi, TBMM toplanamasın diye, 276’yla cumhurbaşkanı seçilen bir ülkede toplantı yeter sayısını 367 ilan ediyor. Yargıtay, gayrimüslimleri “yabancı” ilan ettikten, Hrant’ın 301’den cezasını onayladıktan ve Kaboğlu’yla benim beraat kararımı bozduktan sonra P. Selek’in yargılanmasına gerek olmadığına dair kararı da bozuyor. Bizim karar 12 Temmuz’da çıkmış, avukatlarımızın bile haberi yok, taa 13 Eylül’de tam anayasa tartışmalarının göbeğinde “Yargıtay’ın tutumu işte budur” dercesine basına açıklanıyor. Yargımız çok tutarlı: Askerleri 1980’de nasıl desteklemişse şimdi de aynı şeyi yapıyor.

Bir video klip çıkıyor: “O gün öyle desinler, / Bugün böyle desinler, / Fatihalar, Yasinler, / Bitmez Karadeniz'de” diye şiddeti överken derhal karakolda Türk bayrağı önünde çekilmiş meşhur fotoğraf ekrana geliyor. “Hiç kimse vatanını, / Satmaz Karadeniz'de / Vatan satsa bir kişi, / Anında biter işi” dediği anda da canım ciğerim Hrant kaldırımda arkadan vurulmuş yatıyor. İzmir ve Erzurum barosu başkanları bu rezilliğe arka çıkıyor, haklarında soruşturma bile açılmıyor. Ama Yargıtay, içinde şiddetin ş’si bulunmayan, yönetmeliğin amir hükmü (md. 5) gereği yazdığım bilimsel Azınlık Raporu’nu “açık ve yakın tehlike” ilan ediyor. “İfade özgürlüğü sınırlarını aşmıştır” diyor. “Kin ve nefret yaymaktadır” diyor.

1992’de TÜSİAD’a hazırladığı Rapor’da (acaba TÜSİAD telif ücreti vermemiş miydi?) “Tek Parti döneminde Kemalist ilkeler ulusal birliğin sağlanmasında bir aşamayı simgelemektedir. Liberal demokratik rejimlerde devletin bir resmi ideolojisi olamaz" demiş olan YÖK başkanının bir işareti üzerine bütün rektörler ve üniversiteler ayaklanıyor: “Yeni anayasayı istemezük!” Üniversitemiz çok tutarlı: Askerleri 1980’de nasıl desteklemişse şimdi de aynı şeyi yapıyor.

Tamam. Ama bütün bunları laiklik adına yaptıklarını söylemesinler. Bumiputra’nın tanımındaki “Türk” kelimesini muhafaza etmek için yaptıklarını söylesinler, yeter.

 

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.