Φ evaporit Gönderi tarihi: 31 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 31 Aralık , 2007 Kuranın gönderildiği toplumun sosyal-siyasal ve ekonomik durumlarından bağımsız değildi... o toplumun yaşantısı ve değerleri hem inen vahyin konuları arasında yer alıyor ve hem de Tanrı o toplumu elçinin pratiğinde eğitiyordu... Burada göz ardı etmememiz gereken konular şunlardır; 1- O toplumda Muhammed doğmadan önce de bir gelenek, bir yaşam ve bir değerler bütünü vardı... Şüphesiz bu önceki dönemin gelenekleri de Peygamber izleri taşımakta idiyse de, zamanla insanların tahrifatına uğradıkları için bozuk inanışlar ve uygulamalar barındırıyordu... Tanrı bu geleneklerin tamamını reddetmedi, ıslah edilip düzeltilebilecek olan geleneklerin ıslah edilmesini öngörürken, kabul edilebilecek gelenekler ise korunmuştu...Adalet sınırlarını taşan gelenekler ise kaldırıldı... Mesala alışveriş ve nikah konusundaki bir çok sosyo-ekonomik gelenekler ve seçkinci yönetim anlayışını önceleyen geleneklerin reddedilmesi gibi siyasal alandaki bir çok gelenek ortadan kaldırılmıştır.... 2- Vahy ile reddedilmemiş, ya da ıslah edilip vahyin sınırları içerisine çekilmiş geleneklerin durumu ne olacaktı ? Örneğin Vahy o toplumdaki, giyim kuşamdan tutun, yeme-içme ye kadar bir çok konuda ıslah yöntemini belirlemişti... bunda o toplumun, coğrafik şartları, tarihi birikimi, sahip olduğu teknolojik gereçler ve İnsani tercihleri önemli bir yer tutuyordu... toplumdaki genel kabuller ve tarzlar eğer vahyin sınırını taşmıyorsa reddedilmemişti... Erkeklerin bıyıklı-sakallı olması, kadınların örtünme şekilleri, giyimdeki genel görünüm toplumun genel kabulleri arasında yer almakta idi... 3- Peki Vahy eğer bu toplumun gelenekleri içerisinde ise ve bu kadar iç içe geçmişse nasıl evrensel olduğundan bahsedebiliriz ? Vahy evrensel bir düzenlemedir... Temel bir ilke içerir... Bu temel ilke bazı kurallar ve düzenlemelerle gerçekleştirilir... Yani Toplumun belirli bir amaç doğrultusunda eğitilmesidir, .. bunun için Tanrı kanunlar ve kurallar vazeder... Bu kanun ve kurallar, o toplumun gelenekleri ve yaşamı çerçevesinde bir yaşam tarzı oluşturur...bu yaşam örnektir.. Nasıl yapılacağı bizzat tanrı tarafından gönderilen elçi tarafından öğretilmiştir... Bu toplumdaki uygulamalar çok zaman detaylı olarak anlatılır ve pratik edilir ki; ''Müslümanlar vahy deki evrenselliği kavrayabilsinler'', ''akledebilsinler'', ''Tefekkür edebilsinler'' ve kendi yaşadıkları toplumda, kendi zamanlarında vahyin önerdiği yaşam tarzını kuracakları zaman aynı şekilde hareket edebilsinler... 4- Burada evrenselliğin ve vahyin belirlediği temel ilkenin sağlanabilmesi için, tanrı tarafından gönderilen bilgilerde neyin gelenekleri ifade ettiğini, neyin gelenekleri reddettiği ve neyin gelenekleri değiştirdiği hususlarını iyi anlamak ve kavramak gerektiğini düşünüyorum...eğer bu yapılmazsa hem vahyin oluşturmak istediği maksat gerçekleşmemiş olacak, hem de vahy adına zulüm yapılmış olacaktır...ortada din yerine burada çok kimsenin eleştirdiği gibi, o dönemdeki arap toplumuna ait gelenekler dönüp duracaktır... Reddedenler, Tanrının gönderdikleri diye, arapların geleneklerini reddederken, kabul edenler de aynı mantığı tersten okuyup kabul edeceklerdir... Oysa Tanrı yeryüzünde adaleti ve iyiliği hakim kılmak istemektedir... Adalet ve iyilik ise onun tabiri ile ''evlerinize arka kaplarından girmeniz değildir....''' Kuranı eleştiren, onda çelişki arayanların da mutlaka, vahyi o dönemin şartlarında, geleneklerinde okumaları, içerisindeki evrenselliği ise sezemedikleri vakit, bilenlerden sormalarını salıklarım.... Peki vahy, o toplumdaki bir yaşam örneğini nasıl evrenselleştiriyor ? Kadınların örtünme şekli hem önceki peygamberlerin öğretisinden kalan bir gelenekti ve hem de o toplumda uygulanagelen bir gelenekti... Ama tanrı bu hususu emretmekle, gelenekten çıkarıp, evrenselliğe yükseltmiştir... Örtünmenin şekli ve nasıl olacağı ise toplumun kabullerine ve tercihlerine bağlıdır.... Oysa erkeklerin saç-sakal şekli emredilmediği için, bunun her durumu toplumun tercihleri ve kabullerine bırakılmıştır... Zekatın sosyal bloklar arasında bir dayanışma ve paylaşma duygusu oluşturması evrensel bir gerçek iken, değişen toplumsal ve ekonomik şartlarda bunun nasıl sağlanacağı ise toplumun gelenekleri ve düzenlemelere bağlıdır... Bireyin çevresi ve doğa ile olan ilişkileri, kirletmeme ve tahrip etmeme durumu evrensel ilke olarak kabul edilirken, çevrenin nasıl korunacağı hususu toplumsal düzenlemelere bırakılmıştır... gibi örneklemeler artırılabilir... Örneğin Ezan arapça olarak bütün dünyada İslamın evrensel çağrısının ortak bir dili olarak görülürken, dua ederken kendi dilimizde kullanacağımız kelimelerde bireysel tercihlerimize bırakılmış hususlardır... Şüphesiz allah işitendir, bilendir... Her toplum vahyi kendi geleneklerinde ve dillerinde anlayacak, yaşam tarzını o ortak genel geçer ilkeler çerçevesinde oluşturacaklardır... Yani bir bakıma Mekke de, Medine de bize bir şehrin yaşamından öz kazandırıyor... biz de o zamandan, o mekandan bir kesit, bir fotoğraf çekiyoruz... Hayatı birebir kopye etmeden, özünü anlayarak, hissederek okuyoruz... Mekkenin tozlu, sıcak yollarından herkes kendi şehrine, kendi evine bir kesit taşıyor... Kimimiz sevgiyi, kimimiz dostluğu, kimimiz paylaşmayı, kimimiz karşılıksız vermeyi taşıyacak... Haa kimimiz de sarık-cübbe taşıyacak... ben onlara da saygı ile bakılması gerektiğine inanıyorum, taşıdıklarının din olmadığını bilsem de... demokrasi dedikleri şey başka ne olabiliir ki ?Selam ile... Alıntı
Misafir 4mevsim Gönderi tarihi: 31 Aralık , 2007 Gönderi tarihi: 31 Aralık , 2007 sayın evaporit...teşekkürler emeğiniz için... ele aldığınız konu aslında çok önemli bir konu...kuranın tarihselliği konusu son dönemlerde en çok ele alınan konulardan biri...sizin ele aldığınız başlıkla değerlendirirsek ayetlerin evrensel ya da şartlara bağlılığını ya da sadece o dönemin hukuku oluşunda belirleme kıstasları neler olmalı sizce....ya da bu başlıkta bu konuyu detaylandırmak ister misiniz...kuran elbette harf bile değştiremeyeceğmiz bir kitap ..ama hukuka bakan yönü sizce nasıl ele alınmalı.. selamlar... Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 31 Aralık , 2007 Yazar Gönderi tarihi: 31 Aralık , 2007 Sayın 4 mevsim konuyu forumda gördüğüm çok sayıdaki eleştiri ve soruların odaklandığı bir husus olarak gördüğüm için açmayı düşünmüştüm... çünkü hakikaten çok defa inanan arkadaşlarımızn da hataya düştükleri mühim bir konu... Eleştiren arkadaşlar, din diye arap geleneklerini eleştirirken, savunma pisikolojisindeki arkadaşlar çok kez din diye arap geleneklerini savunmaktadırlar... oysa ortada gerçek anlamda Tanrıya dayandırabileceğimiz bir gerçeklik yoktur... Mesala, İslam hukukunda bir ayetin yorumunu reddettiği için kimse kınanmaz ve kafir olmaz, illa ki açık seçik bir ayeti inkar etmesi gerekir... çünkü yorum bize aittir.. gerçek ise Tanrı katındadır... şimdi kuran indiği toplumun gelenekleri ve yaşamndan bağımsız düşünülemeyecek ise, anlaşılamayacak ise, onu tarihselliğin içinde anlamak ve oradan elde ettiğimiz projeksiyonları (özleri) günümüze çevirmeliyiz... Peki bu nasıl yapılabilir ? Sayın 4 mevsim, öncelikle bütün hukuk sistemlerinin dayandıkları ortak ilkeler varıdr... bu ortak ilkeler evrenseldir... temel insan haklarının ele alındığı özgürlüklerdir bunlar... bir de her hukuk düzeninin kendini farklı kılan temel esasları vardır... Örneğin, Kimi özel mülkiyeti koruma esalıdır, kimi örgütsel çıkarları (Devlet) üstün tutar, kimi bir sınıfın merkeziyetçiliğini üstün tutar, kollar... bütün bu hukuk sistemlerinin gücü ve etkisi meşruu olup olmadıklarından beslenir...Anayasaları ne kadar geniş halk kitleleriin özgür rızasına dayanırsa o kadar güçlü ve sağlam ve bir temelde bir hukuk sisteminden sözedilir... İslam hukuk sistemi de, islam hukuk bilginlerinin çabalarıyla bir sisteme oturtulmuştur. bu çalışmaları çok uzun yıllarca 18. yüzyılın ikinci yarısına kadar üniversitelerde hukuk usulü metodolojisi ve Tarih Usulü olarak okutulmuştur... İslam hukukunu incelerseniz diğer hukuk sistemlerinden ayrılan önemli farklılıkları bullunmaktadır... Hukukun ayakta tutmaya çalıştığı değer, temel ilkesidir ve bu ''Adaleti sağlamaktır''. Sosoyal, siyasal ve ekonomik alanlarda ki ilişkilerin adalet kavramı üzerinde kurulmasını sağlamaktır...bunları örnekleyerek açıkladığımız zaman konu daha iyi anlaşılacaktır.. Asıl konumuz şu idi ; Biz kuranı anlarken hangi özleri nasıl ayırt edeceğiz ? ki yanılgıya düşmeyelim... konuya geçmeden hemen şunu ifade etmeliyim ki bu hukuk konusu sayın demirefenin determinizminden daha karmaşık ve zordur... Hatta Bilim atom altı parçacıkların konumunu bir gün belirleyecektir belki de, ama hukuk alanındaki tartışmalar hiç bitmeyecektir... Kanun koyucunun her vaz ettiği kanunda hasıl olmasını istediği bir netice vardır.. hukukçular kanundan maksadın neyi ve nasıl bir durumu ortaya çıkarmasını anlaöaya çalışarak, o kanunun uygulamasını yaparlar...Buna hakimin içtihadı (görüşü) diyoruz... İslamda da bu uygulamalar zamanla ekol halini alarak mezhep (okul) lerin ortaya çıkmasına neden olmuştur... Tanrı bu emirden veya yasaktan neyin ortaya çıkmasını istemiş olabilir sorusu, İslam hukukunda ''hukukun maksatları''nın araştırılmasını ve ortaya konmasını sağlamıştır... Kurandaki özleri çıkarırken yapacağımız okumaları şimdi maddelerndirebiliriz; 1- Kurandaki bu ayet, muhatap olarak kimi alıyor, hangi ilişkiyi hedef alıyor : Tanrı bazen bireyi, bazen toplumu ve bazen de özellikleri nedeniyle birilerini (peygamberi, zenginleri, bilginleri gibi ) muhatap alabilir... burada dikkat etmemiz gereken söz konusu ayetle tanrı, insan-insan ilişkisini mi, insan-allah ilişkisini mi, yoksa insan-toplum ilişkisini mi, ya da toplum-toplum ilişkisini mi ele alıyor ? 2- Kurandaki bu ayet, ne içeriyor ? bir inanış mı içeriyor ?, bir amel-uygulama mı istiyor ? yoksa bilgi mi içeriyor ?; kurandaki ayetlerin büyük bir kısmı geçmiş toplumların hayatlarına dair tarihsel bilgi vermektedir; bu müslümanlara tarihsel boyutu ile mantık oluşturma yeteneği, müslümanca akletme-tefekkür etme eğitimi kazandırır. önceki toplumların yaşamları-inançları-mantıkları-tecrübeleri-mücadeleleri kısaca ''okumaları'' verilir.... Kurandaki ayetlerin diğer büyük kısmı da inanç oluşturma, kalbi tasavvurları ortaya çıkarma konularının verildiği bölümdür... geriye kalan birkaçyüz ayet ise buradaki başlığımıza da konu olan, hukuk biliminin incelediği ayetlerdir... 3- Kurandaki bu hukuk ifade eden ayet, o toplumun o günkü bir problem ile mi ilgilidir, yoksa gelecekte de çıkabilecek olayları da kapsayacak bir genişlik mi ifade ediyor ? İslam hukunda ''Esbab-ı Nüzul'' başlığı altında incelenen bu konu, ayetin hangi olay üzerine ya da indiği ortam ve durumun bilinmesi ile, kapsamı ve niteliği ortaya çıkarılabilir... 4- Karandaki ayetin ele aldığı konunun öncesini ve sonrasını incelendiğinde nasıl bir durum ortaya çıkıyor ? O toplumda bahse konu olan uygulama daha önce nasıldı sorusu, islam öncesi eserlerden ve tarihi notlardan araştırılır... konunun o topluma ait bir sorundan mı yoksa bütün insanlığa ait biir sorundan mı kaynaklandığı ortaya konulabilir... 5- Toplumun islam öncesi gelenekleri ve islam sonrası gelenekleri arştırılarak, hangi yapısal değişimlerin gerçekleştirildiği araştırılarak, konunun arap toplumuna ait geleneklerden kaynaklanıp kayaklanmadığı araştırılır... 6- Kuran ayetlerinde bahse konu olan hususlarda peygamber tarafından nasıl anlaşıldığı va nasıl uygulandığı mercek altına alınrak, mantığı kavranmaya çalışılır... şimdi konuya çok da tartışılacak bir örnekle açıklık getirmek istiyorum... O dönemin ekonomik şartlarında, Toplumsal barış ve kardeşliğin sağlanması için, Zekat emri % 2.5 olarak uygulanmış ve netice elde edlmişti...Benim kurandan anladığım, tanrı gücün (ekonomik güç) bir tek sınıfın elinde olmasını hoş karşılamıyor... zengin olmak övülse de, bu şartlara bağlanıyor ve ''Allah yolunda sarf edilen bir zenginlik'' öngörülüyor...ekonomide özellikle günümüzdeki gibi süper bir zengin sınıf oluşması hedeflenmiyordu...zekat ta amaç zengin sınıfı ortadan kaldırmak değildir, ancak zekatla amaçlanan, bu iki farklı sınıf arasındaki sosyal barışı sağlamaktır... bunu da devlet (hukuk) eliyle sağlamaktır... ben bugün % 2.5 lik bir zekatla sözkonusu adaletin ve barışın sağlanabileceğini sanmıyorum... bu konu yeniden peygamberin öğrettiği şekilde düşünülerek bilginler tarafından ele alınmalı diye düşünüyorum.. benzer çok sayıda konunun o dönemin toplumsal şartlarında anlaşılıp, neyi gerçekleitirmeye çalıştığı iyice kavrandıktan sonra günümüze taşınması gerktiğini söylüyorum... Mesala, Çokça tartışılan konuların başında, nikah ve miras konuları geliyor... kadın haklarını da unutmamak gerek... Mesala kadınların şahitliği konusu... o dönemin şartları içerisinde, geleneksel olarak, kadınlarıın ekonomik hayatın içerisinde olmadıklarını düşünürsek, ticari bir vesikanın şahitlerle ispat edilmesi durumunda, kadının şahitliği bir erkeğin şahitliği gibi kabul edilmese de, günümüz de bırakın eşitliği, öyle kadınlar vardır ki; şahitliği çok erkekten daha üstün bile kabul edilebilir...burada Evrensel olan ilke, şahitliktir, şahitliğin önemidir... hukukta en önemli delildir, şahit... ama şahidin kadın mı erkek mi olduğu hususu o döenemin, o toplumun gelenekleri bağlamında değerlendirilir... Nikah mevzusu da öyle, miras mevzusu da öyle... Dedim ya önemli olan hukuk sisteminin meşruu olup olmaması... Eğer konu bireysel bir düzenleme ile ilgili ise, yani kul-allah ilişkisini düzenleyen bir ayet ise.... o zaman önemli olan kalbin tatmin olup olmamasıdır... ölçü budur... Çünkü ''Allah kalplerdekini bilendir...'' o ne maksatla neyi yaptığımızı ya da yapmadığımızı bilir.... Sarık sarmakla, cüppe giymekle tanrının hiçbir emri yerine getirilmiş olmaz... Örtünmek evrenseldir, ama ne ile ve nasıl örtünüleceği konusu, toplumun birikimleri ve gelenekleri ile ilgilidir... kişinin yapacağı duaların hangi dilde olacağı, tanrıya nasıl hitap edeceği kendi kalbi tercihleridir.... selam ile Alıntı
Misafir 4mevsim Gönderi tarihi: 1 Ocak , 2008 Gönderi tarihi: 1 Ocak , 2008 sayın evaporit...çok doğal akışı içinde anlatıyorsunuz ve çok doğal şeylerden bahsediyorsunuz hissi doğuyor okurken...ama aslında çok da basit değil verdiğiniz örnekler..zekat konusu mesela...zekatın hangi sınıflara verileceği konusunda tercihler yapılabilmiştir...ama kırkta bir verilmasi konusunda herhangi bir artırma ya da eksiltme olabilirliğine dair birşey duymadım....kıtlık dönemlerinde bile sanırım böyle birşey teklif edilmemiştir....bana göre sadaka dediğimiz husus belki de bu dengeyi sağlama fonksiyonuna sahiptir... ama düşünüyorum şimdi yazarken...elbette daha fazlasını vermek günah olmaz..iyi de olur...ama zekat farz..allahın yüklemediği bir şeyi insanlara yüklemiş olmaz mıyız... adalet kırktabirle sağlanamayacak olsaydı allah öyle emretmezdi denebilir... şahitlik ve miras konuları bugünün bakışıyla elbette bugüne hitap edemez...ama bunu ne zaman anlamış olacaktık...tarihin bize taşıdıklarını değiştirebilmek için ya da medeni kanunu kabul etmek için neyi bekleyecektik.. ölçü konusunu anladım ama örnekler üzerine konuşmak daha iyi olacak gibi... selamlar... Alıntı
Φ Suheyla Gönderi tarihi: 1 Ocak , 2008 Gönderi tarihi: 1 Ocak , 2008 sayın evaporit, Bazi kitaplar Islam oncesi Arap geleneklerinin Islam dini tarafindan nasil dinsel kurallar haline getirildigini inceler. Bu gelenekler Kuranda yer almistir (Allah tarafindan gonderilmis diye). Herkesin bildigi erkek cocuklarin sunnet edilmeleri (kadinlari sunnet etme gelenegi dahi vardi) geleneginin Islam'dan Araplar tarafindan benimsendigini, ve Araplar arasinda yaygin olan bu uygulamanin Islam'a alindigini aciklamistir. Kuran'daki mirasla ya da borclar hukuku ile ilgili hukumler, Araplarin Islam oncesi uygulamalarinin devamindan baska bir sey degildir. Sadece Islam oncesi Arap geleneklerini degil ve fakat o donemdeki Yahudi geleneklerinden bazilarini dahi "musluman gelenegidir" diye Islam'a sokmustur. Su bir gerçekki , Muhammed kendi amaclarini saglayabilmek icin kendisine ne ayet lazim ise gondermis. Istedigi gelenegi almis Islama ve istemedigini degistirmis ve almis. Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 1 Ocak , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 1 Ocak , 2008 Sayın Suheyla öncelikle sondan başlayıp sizin yaklaşımınızı ele alalım.. İki şey karşılaşıp, etkileşince baskın olanın motiflerini ve rengini alıyor... bu özellikle toplumların tarih yürüyüşlerinde böyle oluyor... mesala bizde ingiliz gelenekleri pek görülmez... ama arap, fars ve kürt gelenekleri çok sıktır... çünkü çok uzun yıllar birlikte yaşamışızdır.. şimdi burada dikkatle seçmemiz gereken bir kelime var, İslam ve müslüman kelimeleri... İslam müslümanların inanışları değil, Allahın gönderdiği dinin adıdır... Müslüman ise o dine inandığını iddia eden kimseleri tanımlayan kelime.... basit bir formülmüş gibi görünse de sıklıkla karıştırılıyor.. Şimdi Türklerin şanssızlığı dini peygamberden tanıyıp, öğrenerek İslamı din olarak seçmemiş olmalarıdır.... Peygamber döneminde islamı seçen insanların tek tek, bizatihi peygamber tarafından eğitilmeleri, din hususunda gerçeğin bilgisiine o kadar yakın ve güçlü kişilikli bireyler ortaya çıkmasına neden olmuştur... Oysa islamın yayılmasında tek tek dönemi yerine kitleler dönemi, halklar dönemi başlayınca bu islamla yeni tanışan toplulukların eğitilmeleri mümkün olmamaıştır... sorgulama ve araştırma neticesinde bir islam tercihi olmadığından geniş halk yığınlarında islam geleneklerle karışmış bir yaşam olarak gözleniyordu...Burada normal bir akışın olduğunu hemen söylemeliyim... çünkü din bir yaşam şekli öneriyordu, ama o toplulukların da zaten bir yaşama şekli vardı ve mevcut yaşam şekillerinde neyin, nasıl değiştirecekleri hakkında bir mantık ve yoruma da sahip değildiler... Çünkü İslamın Arap toplumunda neyi değiştirdiği hususunda bilgileri yoktu.. ve islamı kaynaklarından islamın mantığı ve yöntemleri ile değil, kendilerinde islamı gördükleri araplardan kopyeleme yolu ile almayı daha kolay buldukları için tercih etmişlerdi... bu basit halk-kitle-toplum pisikolojisidir...kolay olanı tercih etme... böylece kendi gelenekleri ile arap geleneklerini, bir din gibi taklid ile başlayan yeni islam tarzı, hukukta da kendisini belli etmiştir... Ancak burada şunu kabul etmeliyiz ki, insanların bu kabullerini ''İslama sokmuştur'' kavramı ile açıklamak yanlış olacaktır... çünkü islama bir şey sokmak ya da bir şey eksiltmek mümkün değildir... İsanlar ancak kendi zanlarındaki şeyleri değiştirebilirler... Bugün islam anlayışlarını eleştirebiliyorsak, bu islamın tanrıdan geldiği şekli ile, orjinalinin muhafaza edilmesi ile yapılabilmektedir... Aksi mümkün olamayacaktı...İnsanların bir şeyi anlamak için mantık kuramayışları, akledemeyişlerinin suçlusu, o şey değildir... doğru mu ?Muhammedin kendisine lazım olan ayetleri göderdiği şeklindeki iddianız ise hiç bir mesnede dayanmayan, tamamen sizin subjektif görüşünüzdür... takdiri sizin kalbinize aittir... kalbiniz tatmin oluyorsa en doğru cevabı vermişsiniz demektir... buradan sayın evaporitin sorusuna geçiş yapabiliriz... Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 1 Ocak , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 1 Ocak , 2008 zekat konusu mesela...zekatın hangi sınıflara verileceği konusunda tercihler yapılabilmiştir...ama kırkta bir verilmasi konusunda herhangi bir artırma ya da eksiltme olabilirliğine dair birşey duymadım....kıtlık dönemlerinde bile sanırım böyle birşey teklif edilmemiştir....bana göre sadaka dediğimiz husus belki de bu dengeyi sağlama fonksiyonuna sahiptir...ama düşünüyorum şimdi yazarken...elbette daha fazlasını vermek günah olmaz..iyi de olur...ama zekat farz..allahın yüklemediği bir şeyi insanlara yüklemiş olmaz mıyız... adalet kırktabirle sağlanamayacak olsaydı allah öyle emretmezdi denebilir... .... medeni kanunu kabul etmek için neyi bekleyecektik.. ölçü konusunu anladım ama örnekler üzerine konuşmak daha iyi olacak gibi... selamlar... Sayın 4 mevsim, kalbin tatmin olması ölçüdür demiştim... Din sadece toplum ilişkilerini belirlemiyor... kulun rabbi-yaratıcısı ile olan ilişkilerini de düzenlemektedir... bireysel ibadetler kişinin yaratıcısı ile olan ilişkilerine örnektir... mesala namaz-dua-sadaka-tefekkür etme gibi.... kişinin namazı o kişinin kalbinde bir tatmin oluşturmuyorsa görev gibi gelir...kişinin verdiği sadaka kalbini tatmin etmiyorsa, harcama-masraf gibi gelir... yaptıklarının kalpte yankı bulması, eksikleri-unutulanları-yapılmayanları da tamamlar diye inanıyorum...(''Uyuyarak geçirdikleriniz ve unuttuklarınız sizden affedildi...'') Zekat konusuna gelince... Zekat toplumda ekonomik problemler yaşayan alt gelir grupları ile, ekonomik açıdan müreffeh üst gelir grupları arasındaki sosyal barışı sağlamak, kardeşlik duygularını geliştirmek ve kuranın öngördüğü ''dağılım'' modelinin gerçekleştirilmesini sağlamaktır.... bu amaçla, sorumluluk üstlenmiş yöneticiler öncelikle toplumun ekonomik analizini yapmış olmaları gerekmektedir... Bu şu demektir... Toplumun % 15 ' üst gelir grubunda, % 50 si orta gelir grubunda ve % 20 si yoksul, % 15'i de en alt gelir seviyesindedir... gibi bir analiz neticesi elde edilecektir....ve ekonomistler oturup bir standart belirleyecektir... bir ölçü... Acaba bu en alt gelir grubunun standartları hangi önlemler alınarak yükseltilebilir ve bu durumda üst gelir seviyesi sınıflarına düşen görev ne kadar olacaktır ? bu analiz dikkat edilirse basit ve sıradan bir analiz değildir ki, bu yüzden zekat emrinin muhatabı, birey değil devlet-toplum dur... Yönetici kesim gider gruplarını ve oranlarını belirleyecek ve dağılımı gerçekleştirecektir.... bu her topluma ve her zamana göre yeniden belirlenmek zorundadır... çünkü çok değişken bir durumla karşı karşıya olduğumuz apaçık ortadadır... her yıl gelirler ve gruplar değişip durmaktadır... Tamam ? Oysa uygulamaya bakarmısınız ? örnekleyelim hemen; 1- Hz. Osman döneminin en büyük ekonomistlerinden birisidir... Zekat toplama memurlarını dört bir yana gönderiyor... Ama bazıları gittikleri yerler hem uzak hem de üst gelir grubu mükellefleri az olduğu için yeterli miktarlarda gelir toplayamadan geri dönüyorlardı ve çok zaman gönderilen zekat memurlarının masraflarını bile karşılayamıyorlardı... Halife Osman bu tür yerlere artık memur göndermeyeceğini, bu coğrafyada yaşayan zenginlerin devleti beklemeksizin kendi zekatlarını kendlerinin tespit edip, çevrelerindeki alt gelir gruplarına kendilerinin vermelerini emretmiştir... Doğru mu ?...doğru... Ama bu uygulama zamanla hukukta delil sayılacak ve zekatın devlet uygulaması olmasından çıkaılması gündeme gelecekti... Artık zekat miktarı değişmeyecek, oranlara ve analizlere kafa yorulmayacaktı... ekonomideki bu durağanlık (ihtiyacın olmaması da bir neden olmalı) zamanla kabuk bağladı ve bugünlere kadar geliindi.... Zekat artık kanun yapıcının muradını karşılamıyordu... 2- Zekat kavramı içerisinde belirlenen ''Asli ihtiyaç zekata tabii değildir'' ilkesi o dönemin standartlarındaki bir yorumdu... Binekler ve konutlar, asli ihtiyaçlardan olduğu için zekatı verilecek mal ve gelirden sayılmıyordu... ama toplumun üst gelir grubundaki kişilerin sahip olduğu ev ve binitlerle, alt gelir grubundaki kişilerin sahip olduğu binit ve konutlarla aralarında bir kıyasa imkan tanıyordu... oysa günümüzde kıyası dahi mümkün olmayacak bir durum ortaya çıkmıştır... klasik mantıkla düşünürsek 80 gram altını olan, gecekonduda oturan, 73 model Murat 124 ü olan bir garibanın, boğaza nazır villasında, Trilyonluk otomobili olan ama 80 gram altını ve geliri olmayan bu kimseye zekat vermesi gerekecekti... Oysa zekat ayetinin uygulanması ile ortaya çıkması beklenen bu olmasa gerekti...bu yüzden adalet ve barışın tesisi üzerine müslüman hukukçuların kafa yorması gerekiyor... 3- Aklıma helal kılınan bir konu daha geliyor... Ömerin hilafeti döneminde müsüman erkekler, yabancı kadınlarla evlenme konusunda birbirleriyle yarışa girmişlerdi ve Tanrıının da yasaklamadığı bir durumdu bu... Oysa Ömer bu durumu yasaklamş ve müslüman kadınlarla evlenmeyii teşvik etmişti, bir dönem için... Yine ömerin benzer tutumunu, çok konuda ki içtihadlarını biliyoruz.. 4- sadaka toplumsal bir görevin değil bireysel bir görevin ifadesidir... devleti ve toplumu ilgilendirmez.. zorunluluk yoktur.. o kalbin taminiyle ilgilidir... az ya da çok verirsiniz... ya da vermezsiniz... Ama zekat toplumsal br görevdir... devleti-toplumu ilgilendirir... vermezsiniz suç işlemiş sayılırsınız... alt gelir gruplaarının sizin malınızdaki hakkıdır... Devletin görevi de bu hakkı almaktır... Kıtlık dönemlerinde zekat miktarının artırılmadığından söz ediyorsunuz... Bu bir şart değildir... söylediklerimdem bu anlaşılmasın... ben sadece miktarın her yıl ve ekonomik duruma göre yenden tespit edilmesi gerektiğini söylüyorum... o dönem de o toplumsal ve ekonomik şartlarda 1/40 oranı amaçlanan şeyi karşılamaya yetiyordu.. bu bize aynı oranı uygulama emrini vermek için mi anlatılıyor peki ? hayır... elbette bunun bize anlatılması, iyiliğe ve huzura giden yolun nasıl olması gerektiği hususunu öğretmek... ''Mallarınızda, yoksulların da bir hakkı vardır...'' emri ilahisinin pratik edilmesi ve bunun yönteminin anlaşılması, bütün mesele bu .... işte örnek; 5- zekatın dağılımının yapılacağı sınıflardan (alt gelir gruplarından) birisi de; yabancı memleketlerde zor durumda bırakılmış, vergisini ödyemeyen yoksullardı...bunlar müslüman da değildi üstelik... ama kendi krallarının ya da başka güçlerin baskısı altında ezilmiş, sömürülen zavallı halk yığınları idi... Müslümanların bu insanları yaşadıkları baskıdan ve zulümden kurtaracak askeri gücü olmadığı için, onlara ekonomik destek olduklarını görüyoruz... toplanan zekat paralarından bir kısmı da bu ülkelerde yaşayan ''Mustazaf'' kavramı ile tabir edilen halklar için kullanılıyordu, ilk zamanlarda... Ancak zamanla müslümanlar güçlenip asker yönden de muktedir olunca; artık bu kesime kaynak ayrılmaz oldu... Bu Ömerin içtihadı idi ve artık yardım olarak buralara Asker gönderilecekti... çünkü yeryüzünde kötülük odaklarına ve baskı gruplarına karşı tek güç vardı, İslam... Ama sanırım şu anda ömer öncesi uygulamalara geri dönmek zorundayız... doğru mu ? Mesala sizin hollanda ve Almanya da yaşayan insanlara yönelik müslümanlardan bir yardım talebine ilişkin bir yazınız vardı... ne kadar anlamlı olacaktı değil mi, kurban yardımlarının müslüman olmayanlara da ulaştırılması ?Şimdi sayın 4 Mevsim, bütün bu bilgilerin ışığında, şunu söylemek haksızlık mı olur bilmiyorum....''Zaten ortada uygulanabilir bir zekat anlayışı bırakılmamışken''..... daha tutulabilecek yanı kalmamışken, elbette bu deveden eğri islam anlayışları günümüzde uygulama bulamaz... ömer gibi anlayacaksınız dini, peygamberin öğrettiği gibi, tanrıdan geldiği hali ile, orjinalinden.... selam ile Alıntı
Φ hoppa Gönderi tarihi: 1 Ocak , 2008 Gönderi tarihi: 1 Ocak , 2008 Saab b. Cessame'in (r.a.) anlattığına göre: Hz. Peygamberimize (a.s.) Müşrikler üzerine yapılan gece baskınlarında onların aile ve çocuklarının da hedef olduğundan bahsedilerek bu konudaki hüküm sorulmuştu. Bunun üzerine Peygamberimiz: "Onlar da müşrikler camiasındandır" cevabını verdi. Sahih-i Müslim: 3281 Alıntı
Φ Suheyla Gönderi tarihi: 1 Ocak , 2008 Gönderi tarihi: 1 Ocak , 2008 Sayin evaporit, Yazilariniz enterasan! Bir bakimdan okunmasi kolay, bir bakimdan zor. Kolay, cunku guzel yaziyorsunuz. Zor, cunku mevzu etrafında dans ediyorsunuz. Bir çok "conjecture" yapiyorsunuz. Yani "varsayım, farz" ediyorsunuz. "...çünkü islama bir şey sokmak ya da bir şey eksiltmek mümkün değildir" gibi soyleyerek. Gelelim sizin son yazdiginiz “zekat” konusuna. Muhammed fakir, varliksiz insanlara yardim icin mi yapti yoksa baska bir nedenden dolayi. Tabii ki biz kabul ederiz ki fakirlere yardim etmek, varliksiz siniflari korumak “insanlik” vazifemizidir. Fakat Muhammed bu kurali yoksullari korumak icin koymamistir. Nasil olur dersiniz? Bildiginiz gibi Muhammed'e ilk baglananlar, takip edenler fakir sinif Araplar olmustu. Bu sinif, Muhammed'in cennet vaadlerine ve savaslarda elde edilecek ganimet dagitimi siyasetine kapilarak onun pesinden gitmistir. Boylece Muhammed, bu yoldan varlik edinenleri varliksiz olanlara yardima, yani “zekat”a zorlamakla, kendi taraftarlarinin sayisini arttirmasini saglayabilmistir ve ayni zamanda bu yoksullarin ekonomik durumlarinin toplum idaresine olan tehlikesini azaltmistir. Dolayisiyle, yoksullarin kendisine yuk ya da tehlike olmalarini onlemek icin koymustur. Eger Dunya’da ki ulkelerde en cok huzursuz olan toplumlara bakinca, gorebiliriz ki, ekonomik sorunlar en buyuk nedenlerdendir. Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 1 Ocak , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 1 Ocak , 2008 Sevgili Hoppa, yukarıdaki hadisi ne için buraya yazdığını anlaşılmamakla birlikte, art niyetli bir tavır algılamıyorum... buna rağmen ben sizin adınıza birazcık soruyu dillendirip okumaya çalışayım, yanlış okuyorsam lutfen düzeltip tamamlayınız .. Acaba sayın Hoppa, ''bakınız Peygamber dönemindeki savaş geleneklerinde, bugünün değerlerine aykırı çok konular var'' işte buyrun bu hadiste de kadınların ve çocukların öldürülmesi onaylanıyor, hem de peygamber tarafından '' mı demek istemiş olabilir acaba , sayın Hoppa.. ve sayın Suheylanın Muhammed hakkındaki zekat yorumu... Muhammedin zekatı fakirlerin desteğini almak için çıkardığı düşüncesi ile sayın hoppanın ifade etmeye çalıştığı iddianın her ikisinin yaklaşımında da ortak bir yan var... Bu iki soruyu düşünmeye çalıştığım zaman nedense ''aynı kişiden mi bahsediyoruz ?'' hissine kapılıyorum.. aynı hissi, üniversite yıllarımda yaşamıştım... En iyi arkadaşım, ''Alevi'' olduğunu söylediğinde, kendimden utanmıştım... çünkü o zamana kadar ''Alevi'' olmanın ne anlam taşıdığını bilmiyordum.. bilgilerimiz hep kulaktan dolma idi ve gerçeği bilmiyorduk... Atalarımız ve okuduklarımız bizi hep kalıplara dökmüştü... sürekli tekrar edilen efsaneler, zihnimizde gerçek etkisi oluşturuyordu... zamanla bize öğretilen şeylerin esiri olmuş ve bilmediğimiz, tanımadığımız insanlara düşman edilmiştik... En azından sevgi besleme duygularımızı yitirmemize sebep olmuşlardı.. Bana Sünni olmamı dayatmıştı, gelenekler, arkadaşıma da alevi olmasını... Oysa biz hiç tanımamıştık ki; bilmiyorduk... O gün aleviliği tanımak için bir başlangıç oldu... Kalbimde bir taraf vardı artık, alevi tarafımı keşfettim, o gün... Sünni olamayacağımı keşfetmiştim, o şoktan sonra... kuranı bir daha okudum, ''Bir kavme olan kızgınlığınız, sizi adaletten uzaklaştırmasın...'' ayeti daha bir anlamlı gelmişti... ''Eğer bir münafık(ajan) size bir haber getirirse, onu tahkik etmeden, uymayın...'' ayeti ise bir yöntem kazandırmıştı... okurken tarafsız olmayacağım, ama objektif olmaya çalışacağım, nefret etmeyeceğim, ötekileştirmeyeceğim...İslam bana ait bir şey değil ki? ben onun içerisinde bir parçayım... savunulacak bir şey varsa o da insan hakları olmalı değilmiydi ? Muhammedi düşünün şimdi.... ama lutfen insaf ve izan çerçevesinde... bütün önyargılarınızı bir an için dışarda bırakınız... Muhammed sizin düşmanınız değil... size istese de kötülük yapamaz...ondan korkmayın ve kapınızı ona bir kere açın... onu sevmeye çalışın demiyorum, sadece anlamaya çalışın... yakın olun demiyorum... ama bırakın yüreğinizdeki buzlar çözülsün... Abdullahın yetimi deyin gene siz... ama ona karşı yapılacak en büyük haksızlık, onu, uğruna mücadele ettiği şeyleri istismar etmekle suçlamak olacaktır... bu aklıma hep şu fıkrayı getiriyor... Hani adamın biri çölde kalmış susuzluktan ölecekken, ordan geçen bir adam ona yardım etmek istemiş de su verip devesine almış... sonra bizimki fırsatını bulunca devenin sahibini devenin sırtından atıp, deveyle birlikte kaçmaya başlamış... YArdım eden adam arkadan kendini yırtarcasına haykırıp duruyormuş... ''Bunu kimseye anlatma, sakın kimseye anlatma'' diye bağırıp duruyormuş.. Bizimki meraklanmış, '''yahu adamın devesini de çaldım ama neden bunu kimseye anlatmamı istiyor ki'' deyip geri dönmüş... Aldığı cevap ilginç, ''Ah evladım ahh... demiş. ve devam etmiş '' eğer bunu anlatırsan bir daha kimse çölde kalmış birine yardım etmez'' diye eklemiş... Eğer muhammede bu haksızlığı yaparsanız, kim yeryüzünde haksızlığa uğratılmış insanlara el uzatacak, kim yetimlerin yardımına koşacak, kim zulüm coğrafyalarına ''Allah Rızası'' için gözyaşı döküp elindekini avucundakini gönderecek ? kim yeryüzündeki kötülük odaklarına karşı duracak ? kim yeryüzünü fesada uğratanlar için dur diyecek ? bugün zekatlarını afrikanın çöllerinde açlıktan ölen insanlara yardım için gönderen müslümanlara haksızlık olmaz mı ? dünyanın dört bir yanında acı çeken insanların yardımına koşan müslüman yüreklere, canlara haksızlık olmaz mı ? kendisine zaten bütün arap yarımadasının kırallığı teklif edilmiyor mu ? hem de bütün yarımadanın ileri gelenleri tarafından...Muhammedin bu teklifi kabul etmesi gerrekmezmiydi ? o toplumdaki ileri geleneleri tarafından teklif edilen iktidarı eilinin tersi ile itecek ve toplumun yalınayaklarının önderliğine soyunacak.... Mustazaf diyor kuran, sizin yoksul-fakir dediğiniz kesim için... Aslında daha geniş bir anlamı var bu kelimenin... Zayıflatılmış demek, ''Proleterya'' sınıfını da kapsayan ve üstleyen derin bir kelime bu... Muhammed eğer bir kral olmak istese idi, herşeyin sahibi olan bir kral... o zaman bu mustazafların desteği yerine, kabile önderlerinin teklifine evet demesi gerekirdi... Ama o, hiç bir zaman yeryüzü krallarından bir kral, ya da despot tiranlarından olmak istemiyordu ki... O Tanrının verdiği görevi biliyordu ve sadece onun peşinde idi... O hiç bir zaman kadınları ve çocukların öldürülmesini emretmedi... Bilakis yasakladı... Yukardaki hadis cımbızla çekilmiş bir hadis... o da kastedilen manayı taşımıyor zaten... Sadece gece baskınlarında kaza ile öldürülen masumlardan soruluyor...Peygamber de bugün bile kalpleri fetheden o sözü kullanıyor... Eğer peygamber o gün kadınların ve çocukların öldürülmesini emretse idi, bugün islam savaş hukukunda peygamberin öğretisi doğrultusunda ''kadınların ve çocukların öldürülmasinin helal olacağı kaydının konulması gerekirdi... Oya hukuk kitaplarında bunun haram olduğu yazar... Demekki peygamber bunu yasaklamış... zaten hadis kitaplarında da bu konu çok açık olarak ifade edilmektedir... onlarca hadis vardır, açıkça bu iddianızı reddeden... ama nedense hep bu hadis ortaya atılıyor ... oysa bu hadisi islam hukukçularından bir kısmı, ''onlar da onlardandır'' ifadesini, ölen düşman askerlerinin hukukuna sahip mirasçıları anlamında yorumlamışlardır... bir kısmı da kazaen öldürülmelerinin kastedildiğini çıkarmışlardır... Bugünkü savaşlarda bombalar, kadın çocuk ve yaşlı ayırt etmiyor... büyük bir ahlaksızlık sözkonusu... Oysa islam ''seninle savaşmayanla savaşmayacaksın'' diyor... sivilleri öldürmeyeceksin diyor... ne kadar kuralsız bir dünya değil mi ? müslüman çağdaş dünyanın savaş değerleri ile nasıl baş edecek ? o zalimler gibi yapamaz... çağdaş savaş yöntemleri cephe gerisinin vurulmasının savaşları daha çabuk bitirdiğini öngörüyor... bu yüzden kentler bombalanır... çocuklar öldürülür... Ama bir müslüman bunu yapamaz... çocukları öldürmek amerikanın yöntemidir... İngilterenin... vahşi batının yöntemi.... Muhammed çocukları kendi namazına bile tercih ederdi.... yetimler onun çocuklarıydı... Fakirler onun sofrasında idi... yüreği o kadar zengindi ki, öldüğünde geriye miras bırakacak tek kuruşu bile yoktu.... O hesabını veremeyeceği hiç bir şeye sahip olmadı... o mazlumların ve zayıfların önderi oldu... arkadaşları ile zorla çıkarıldıkları Mekkeye muzaffer olarak geri döndüğünde bile başını yere eğerek devesinin sırtında secde etmiş, asla büyüklenmemiş bir kişilik... Ömrü böbürlenen, büyüklenen, yeryüzünde tanrılık iddiasındaki sahtekarlarla, insanları köleleştiren sistemlerle mücadeleye adanmış bir insana haksızlık etmeyin, çünkü olur da bir gün çölde kalırsınız da bir yardım eden ararsınız .... Selam ile .. Alıntı
Φ muki Gönderi tarihi: 1 Ocak , 2008 Gönderi tarihi: 1 Ocak , 2008 Sayin evaporit, Yazilariniz enterasan! Bir bakimdan okunmasi kolay, bir bakimdan zor. Kolay, cunku guzel yaziyorsunuz. Zor, cunku mevzu etrafında dans ediyorsunuz. Bir çok "conjecture" yapiyorsunuz. Yani "varsayım, farz" ediyorsunuz. "...çünkü islama bir şey sokmak ya da bir şey eksiltmek mümkün değildir" gibi soyleyerek. Gelelim sizin son yazdiginiz “zekat” konusuna. Muhammed fakir, varliksiz insanlara yardim icin mi yapti yoksa baska bir nedenden dolayi. Tabii ki biz kabul ederiz ki fakirlere yardim etmek, varliksiz siniflari korumak “insanlik” vazifemizidir. Fakat Muhammed bu kurali yoksullari korumak icin koymamistir. Nasil olur dersiniz? Bildiginiz gibi Muhammed'e ilk baglananlar, takip edenler fakir sinif Araplar olmustu. Bu sinif, Muhammed'in cennet vaadlerine ve savaslarda elde edilecek ganimet dagitimi siyasetine kapilarak onun pesinden gitmistir. Boylece Muhammed, bu yoldan varlik edinenleri varliksiz olanlara yardima, yani “zekat”a zorlamakla, kendi taraftarlarinin sayisini arttirmasini saglayabilmistir ve ayni zamanda bu yoksullarin ekonomik durumlarinin toplum idaresine olan tehlikesini azaltmistir. Dolayisiyle, yoksullarin kendisine yuk ya da tehlike olmalarini onlemek icin koymustur. Eger Dunya’da ki ulkelerde en cok huzursuz olan toplumlara bakinca, gorebiliriz ki, ekonomik sorunlar en buyuk nedenlerdendir. Yoksulları kendisine ve Allah'a bağlamış, bağlamış ki dinciler istedikleri gibi cirit atsın. Durum şu anda da farklı değil, deyimlerimizden bazıları: Zalimin zulmü varsa mazlumun Allah'ı var! Allah'a havale etmek! Allah bilir! Allah yürü ya kulum demiş! Öteki dünyada inşallah yüzümüz güler! Bu yukarıdaki deyimler züğürt tesellisinden başka ne olabilir? Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 1 Ocak , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 1 Ocak , 2008 Aslınsa ne var bu yazıda, nesine cevap vereceksin ki dedi içimdeki çocuk... Sonra bir başkası seslendi, ''nerden bileceksin, ya öğüt alıp düşünecekse...'' Sevgili muki, dilimizde deyimleşen bu sözler, bazen büyük bir felsefenin ve hakikat bilgisinin küçük bir DNA sı olurken, bazen de büyük bir facianın matematiksel ifadesi olabiliiyor... biz müslümanlar işlerimizi kendimiz yaparız... neticesini ise Allaha bırakırız... Neticeyi yaratacak olan Allahtır... Biz çalışır çaba göseririz... Elimizden gelen gayreti ortaya koyarız... görevimizi hakkıyla yerine getirdiğimize kalbimiz tatmin olunca da neticeyi Allahtan bekleriz.... Allah neyi takdir etti ise ona da boyun eğeriz... Sonuçta başarı da olsa, başarısızlıkda olsa, ikisini de Tanrıdan biliriz... Başarıyı kendimize has kılıp, başarısızlığın suçunu Allaha yüklemeyiz... Başarıyı Tanrının bizi ''Allahtan bilip bilmeyişimizin sınanması, Allaha teşekkür edip etmediğimizin denenmesi'' olarak algılar, başarısızlığı da ''Allahın daha çok çalışmamızı istediği, daha çok Allaha dua etmemizi istediği'' şeklinde anlar, kendimizi en iyisini yapmaya hazırlarız... İşlerimizi değil ama, işlerimizin neticesini Allaha havale ederiz... Bir de ''Misli ile mukabele edemeyeceğimiz'' karşılık veremeyeceğimiz, haksızlıklar olur ki sayın Muki, bu bazen insanlık sınırlarımızı zorlar, edep dışı davranmak yakışmaz, müslümana... Mesala çocukları öldürür, hayranlık duyulan batı medenyetinin bombaları, siz yapamazsınız... onlar insanlığın değerlerini yok eder, siz karşılık veremezsiniz... Onlar alay eder, hakaret eder, insanlık onurunu çiğner, ama siz yapamazsınız... O zaman yapacağınız tek şey ''Allaha havale etmektir..'' sınırların aşıldığı yerde Allaha havale edersiniz... Sonuçları Allahın Yarattığına inandığımız için, yalnızca ondan yardım isteriz... Zalimin zulmüne karşı bu yüzden Allahın yardımını umarız... Çağdaş dünyanın insanları.... çaresiz kaldıklarında, Modern dünyanın bütün kapıları yüzlerine kapandığında, imdat çığlıklarına bütün kulaklar sağırlaştığında, Allahtan başka sesleirni işitecek kimse kalmadığında bilecekler Mazlumların Allahını... Halini arz edecek sözü bile çalınmış olan, geleceği gasbedilmiş bir halkın, üstelik umutlarına bile zincir vurulmuş insanların, çocuklarına verebileceği onurdan ve inançtan başka bir şeyi olmayan bir adamın ''Ahirette yüzümüz güler inşallah'' sözünü, sakın züğürt tesellisi olarak almayınız... O yalınayakların öfkesi büyüyüp sokaklara taşmıyorsa, patlamıyorsa ve hala evlerinizde rahat uyuyabiliyorsanız, bu o insanların inançlarındandır... İnançlarının nefretlerine galip gelmesindendir... Alıntı
Misafir 4mevsim Gönderi tarihi: 1 Ocak , 2008 Gönderi tarihi: 1 Ocak , 2008 Aslınsa ne var bu yazıda, nesine cevap vereceksin ki dedi içimdeki çocuk... Sonra bir başkası seslendi, ''nerden bileceksin, ya öğüt alıp düşünecekse...'' Sevgili muki, dilimizde deyimleşen bu sözler, bazen büyük bir felsefenin ve hakikat bilgisinin küçük bir DNA sı olurken, bazen de büyük bir facianın matematiksel ifadesi olabiliiyor... biz müslümanlar işlerimizi kendimiz yaparız... neticesini ise Allaha bırakırız... Neticeyi yaratacak olan Allahtır... Biz çalışır çaba göseririz... Elimizden gelen gayreti ortaya koyarız... görevimizi hakkıyla yerine getirdiğimize kalbimiz tatmin olunca da neticeyi Allahtan bekleriz.... Allah neyi takdir etti ise ona da boyun eğeriz... Sonuçta başarı da olsa, başarısızlıkda olsa, ikisini de Tanrıdan biliriz... Başarıyı kendimize has kılıp, başarısızlığın suçunu Allaha yüklemeyiz... Başarıyı Tanrının bizi ''Allahtan bilip bilmeyişimizin sınanması, Allaha teşekkür edip etmediğimizin denenmesi'' olarak algılar, başarısızlığı da ''Allahın daha çok çalışmamızı istediği, daha çok Allaha dua etmemizi istediği'' şeklinde anlar, kendimizi en iyisini yapmaya hazırlarız... İşlerimizi değil ama, işlerimizin neticesini Allaha havale ederiz... Bir de ''Misli ile mukabele edemeyeceğimiz'' karşılık veremeyeceğimiz, haksızlıklar olur ki sayın Muki, bu bazen insanlık sınırlarımızı zorlar, edep dışı davranmak yakışmaz, müslümana... Mesala çocukları öldürür, hayranlık duyulan batı medenyetinin bombaları, siz yapamazsınız... onlar insanlığın değerlerini yok eder, siz karşılık veremezsiniz... Onlar alay eder, hakaret eder, insanlık onurunu çiğner, ama siz yapamazsınız... O zaman yapacağınız tek şey ''Allaha havale etmektir..'' sınırların aşıldığı yerde Allaha havale edersiniz... Sonuçları Allahın Yarattığına inandığımız için, yalnızca ondan yardım isteriz... Zalimin zulmüne karşı bu yüzden Allahın yardımını umarız... Çağdaş dünyanın insanları.... çaresiz kaldıklarında, Modern dünyanın bütün kapıları yüzlerine kapandığında, imdat çığlıklarına bütün kulaklar sağırlaştığında, Allahtan başka sesleirni işitecek kimse kalmadığında bilecekler Mazlumların Allahını... Halini arz edecek sözü bile çalınmış olan, geleceği gasbedilmiş bir halkın, üstelik umutlarına bile zincir vurulmuş insanların, çocuklarına verebileceği onurdan ve inançtan başka bir şeyi olmayan bir adamın ''Ahirette yüzümüz güler inşallah'' sözünü, sakın züğürt tesellisi olarak almayınız... O yalınayakların öfkesi büyüyüp sokaklara taşmıyorsa, patlamıyorsa ve hala evlerinizde rahat uyuyabiliyorsanız, bu o insanların inançlarındandır... İnançlarının nefretlerine galip gelmesindendir... neden çiçek veriliyor yazılara çok iyi anladım... daha güzelini yazamayacağını anlayınca ....... Alıntı
Φ hoppa Gönderi tarihi: 1 Ocak , 2008 Gönderi tarihi: 1 Ocak , 2008 Sevgili Hoppa, yukarıdaki hadisi ne için buraya yazdığını anlaşılmamakla birlikte, art niyetli bir tavır algılamıyorum... buna rağmen ben sizin adınıza birazcık soruyu dillendirip okumaya çalışayım, yanlış okuyorsam lutfen düzeltip tamamlayınız ..Acaba sayın Hoppa, ''bakınız Peygamber dönemindeki savaş geleneklerinde, bugünün değerlerine aykırı çok konular var'' işte buyrun bu hadiste de kadınların ve çocukların öldürülmesi onaylanıyor, hem de peygamber tarafından '' mı demek istemiş olabilir acaba , sayın Hoppa.. 1021 - Abdullah İbnu Avn anlatıyor: "Nâfı'ye yazarak savaştan önce (müşrikleri İslâm'a) davet etme hususunda sordum. Şu cevabı verdi: "Bu İslâm'ın başında idi. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Benî Müstalik'e ani baskın yaptı. Adamları gâfıldi, hayvanları su kenarında sulanmakta idi. Savaşabilecekleri öldürdü, kadın ve çocuklarını da esir etti. O gün Cüveyriye (radıyallahu anhâ) validemizi esir almıştı. Bunu bana Abdullah İbnu Ömer (radıyallahu anhümâ) rivayet etti. Abdullah bu orduya asker olarak katılmıştı." Buharî, Itk 13; Müslim, Cihâd 1, (1730); Ebu Dâvud, Cihâd 100, (2633). Din,min herşey bahane,ganimetler şahane. Alıntı
Φ GeceKuşu Gönderi tarihi: 2 Ocak , 2008 Gönderi tarihi: 2 Ocak , 2008 Bu iki soruyu düşünmeye çalıştığım zaman nedense ''aynı kişiden mi bahsediyoruz ?'' hissine kapılıyorum.. aynı hissi, üniversite yıllarımda yaşamıştım... En iyi arkadaşım, ''Alevi'' olduğunu söylediğinde, kendimden utanmıştım... çünkü o zamana kadar ''Alevi'' olmanın ne anlam taşıdığını bilmiyordum.. bilgilerimiz hep kulaktan dolma idi ve gerçeği bilmiyorduk... Atalarımız ve okuduklarımız bizi hep kalıplara dökmüştü... sürekli tekrar edilen efsaneler, zihnimizde gerçek etkisi oluşturuyordu... zamanla bize öğretilen şeylerin esiri olmuş ve bilmediğimiz, tanımadığımız insanlara düşman edilmiştik... En azından sevgi besleme duygularımızı yitirmemize sebep olmuşlardı.. Bana Sünni olmamı dayatmıştı, gelenekler, arkadaşıma da alevi olmasını... Oysa biz hiç tanımamıştık ki; bilmiyorduk... O gün aleviliği tanımak için bir başlangıç oldu... Kalbimde bir taraf vardı artık, alevi tarafımı keşfettim, o gün... Sünni olamayacağımı keşfetmiştim, o şoktan sonra... kuranı bir daha okudum, ''Bir kavme olan kızgınlığınız, sizi adaletten uzaklaştırmasın...'' ayeti daha bir anlamlı gelmişti... ''Eğer bir münafık(ajan) size bir haber getirirse, onu tahkik etmeden, uymayın...'' ayeti ise bir yöntem kazandırmıştı... okurken tarafsız olmayacağım, ama objektif olmaya çalışacağım, nefret etmeyeceğim, ötekileştirmeyeceğim...İslam bana ait bir şey değil ki? ben onun içerisinde bir parçayım... savunulacak bir şey varsa o da insan hakları olmalı değil miydi ? Muhammedi düşünün şimdi.... ama lutfen insaf ve izan çerçevesinde... bütün önyargılarınızı bir an için dışarda bırakınız... Muhammed sizin düşmanınız değil... size istese de kötülük yapamaz...ondan korkmayın ve kapınızı ona bir kere açın... onu sevmeye çalışın demiyorum, sadece anlamaya çalışın... yakın olun demiyorum... ama bırakın yüreğinizdeki buzlar çözülsün... Abdullahın yetimi deyin gene siz... ama ona karşı yapılacak en büyük haksızlık, onu, uğruna mücadele ettiği şeyleri istismar etmekle suçlamak olacaktır... bu aklıma hep şu fıkrayı getiriyor... Hani adamın biri çölde kalmış susuzluktan ölecekken, ordan geçen bir adam ona yardım etmek istemiş de su verip devesine almış... sonra bizimki fırsatını bulunca devenin sahibini devenin sırtından atıp, deveyle birlikte kaçmaya başlamış... YArdım eden adam arkadan kendini yırtarcasına haykırıp duruyormuş... ''Bunu kimseye anlatma, sakın kimseye anlatma'' diye bağırıp duruyormuş.. Bizimki meraklanmış, '''yahu adamın devesini de çaldım ama neden bunu kimseye anlatmamı istiyor ki'' deyip geri dönmüş... Aldığı cevap ilginç, ''Ah evladım ahh... demiş. ve devam etmiş '' eğer bunu anlatırsan bir daha kimse çölde kalmış birine yardım etmez'' diye eklemiş... * ** *** Ömrü böbürlenen, büyüklenen, yeryüzünde tanrılık iddiasındaki sahtekarlarla, insanları köleleştiren sistemlerle mücadeleye adanmış bir insana haksızlık etmeyin, çünkü olur da bir gün çölde kalırsınız da bir yardım eden ararsınız .... Sevgili evaporit; Yaklaşımlarımızı iyi niyet ve insani değerler üzerinde şekillendirerek sunumunu yapıyor olmak oldukça etkili bir yöntem... Okuyanı sarıyor ve acaba sorusunu açığa çıkarıveriyor... Ayrıca bunları iyi niyet ve samimi düşüncelerle yazdığınıza da inanıyorum... Üstelik polemikten de uzak kalmaya çalışılarak yazılan şeyler... *** Ancak yaşamın acı bir gerçeği var insanoğlunun pozitif olması salt iyi niyetlerle ortaya çıkmıyor... Yararlı bir insan olmanızı sadece inancınız değil kabul ettiğiniz insani değerler belirliyor... Ben sizin inançlarınızı paylaşmıyor olsam da aynı insani değerleri önemsiyor olduğumuzda aynı şeylere üzülüp, sevineceğimizden eminim... *** Ayrıca bildiğim bir gerçek daha var... İslamı kabul etmiş birçok kişinin sizin değerlerinize sahip olmadığını ve farklı yorumlar içinde olduklarını... Ama genel kabullerde belli bir çizgiye ulaşıldığında aynı kabullerin istisnasız herkesin kabul edilmeye zorlandığını... Eğer ayrışma söz konusu olursa düşünsel ve yaşamsal açıdan acımasızca bir yok edişin ortaya çıktığını da biliyorum... Burada tırnak içinde "iyi niyetli yaklaşım ve tavsiyelerin sadece inançlarımızı paylaşmayan insanlara yönlendiriyor olmanın" gerçekçi bir tutum olmayacağını vurgulamak istiyorum... Bu arada kendime şu aykırı soruyu sormaktan da alı koyamıyorum... Neden İslami inanışa sahip olanların inançlarını yaymak ve etkin pozisyona getirmek ve hakim kılmak adına "Taliban v.b" teröristleri var da.. Bir Budist?in, bir Hıristiyan?ın,vb...Mücahitleri yok Bir inançsızın bu anlamda düşüncelerini insanlara dayatan ve katletmeye varan eylemleri olmuyor... Bunda Hz Muhammet ve Kuran ne ölçüde etkilidir?.. Etkisi yoktur demek yaşanan gerçeklerin ne kadar doğru ve objektif yorumu olur?.. *** Bir kıssa dan hisse hikayecik de benden... "Bir kuş soğuk bir kış günü ağaç dalında tünüyordur... Donmak üzeredir neredeyse... Bir süre sonra ayakları gücünü yitirir ve aşağıya düşer karlar üzerine... Ölümü kaçınılmazdır tam bilincini yitirmek üzereyken... Oradan geçen bir inek tamda üzerine tezeğini bırakıverir... Sıcacıktır tezek kendine gelir ama ne kadar çabalasa da çıkmayı beceremez içinden... İçinde bulunduğu pis duruma hayıflanır tam da yaşama geri dönmüşken.. Yapış yapış, pisliğin içine hapsolmuş kuşa bir kedi gelip yardımcı olur bulunduğu zor durumdan kurtulmasına... Sevinç ve sevgiyle bakmaya çalışırken kurtarıcısına bizim kuş... Kedinin midesine doğru yol aldığını fark ettiğinde artık birçok şeyin geride kaldığını anlar..." *** Hikâyecik bu, yorumunu herkesin kendi gerçeği ve inancına uygun yapması en doğrusu bence... Onun yaşamı, inançlarına dayalı yorumları ve sonuçları gerçekleri değil onu bağlar nede olsa... Ama bir istisnası var, ve evaporit'in bunu da çok iyi bildiğinden eminim... *tna Alıntı
Misafir maraba Gönderi tarihi: 2 Ocak , 2008 Gönderi tarihi: 2 Ocak , 2008 okurken tarafsız olmayacağım, ama objektif olmaya çalışacağım, nefret etmeyeceğim, ötekileştirmeyeceğim...İslam bana ait bir şey değil ki? ben onun içerisinde bir parçayım... savunulacak bir şey varsa o da insan hakları olmalı değilmiydi ? Sayın evaporit, Sizi diğer forumlarda da okuyorum. Öbjektifliğe, humanizme sempatiniz güçlü gibi gözüküyor. Ancak şüphe götürür olduğuda açık. Zira bunun farkına sayın Gecekuşu da varmış olacak ki; Gecekuşu alıntı: Ayrıca bildiğim bir gerçek daha var...İslamı kabul etmiş birçok kişinin sizin değerlerinize sahip olmadığını ve farklı yorumlar içinde olduklarını... Ama genel kabullerde belli bir çizgiye ulaşıldığında aynı kabullerin istisnasız herkesin kabul edilmeye zorlandığını... Eğer ayrışma söz konusu olursa düşünsel ve yaşamsal açıdan acımasızca bir yok edişin ortaya çıktığını da biliyorum... Burada tırnak içinde "iyi niyetli yaklaşım ve tavsiyelerin sadece inançlarımızı paylaşmayan insanlara yönlendiriyor olmanın" gerçekçi bir tutum olmayacağını vurgulamak istiyorum... Sözleri ile dikkatini çekmek istemiş. Sağolsun, çokta anlamlı ifadeler var. Yerinizde olsam tarafsız bir duruşla bir daha, bir daha okurdum. Ben de, kişiliğinizi yansıtan görüşlerinizin, biraz daha ayrıntılı analizini yapmaya çalışacağım kısa, öz olarak. "okurken tarafsız olmayacağım, ama objektif olmaya çalışacağım," Hata, yukarda değindiğiniz ilkenin zamanlamasının yanlış yapılmasında, kişileri yanlışa yönlendirebilecek yapısında yatıyor. Bilimsel yada objektif analizler yapılırken, sizin dediğiniz gibi; "okurken (yada irdelerken) tarafsız olmayacağım" duruşuyla asla mümkün olmuyor. Yukardaki tespitlerinizden insan değeri, alevilik, ya da sünniliğe yaklaşımınız, belirttiğiniz gibi tarafsız olmadı ise, sonuç mutlaka objektif değil egosal olmuştur diye düşünüyorum. Zira objektif olabilmek, daha olguları irdelerken taraflı olan bir ideoloji ya da kültürü kaynak alarak olmuyor. Kültüre, görüşe taraflı olduğunuz daha hikayenizde ortaya çıkıyor. Çölde kalmış insan... Halbuki ben bunu ıssız bir yolda kalmış, arabaya alınmış bir insan olarak duymuştum. Taraflı olmanın zamanı; ancak evrenselleşmiş genel doğruları referans almakla olabilir. Kaldıki böylesinin bile, zamana bağlı göreliliğini de unutmamak gerekir. Bu yüzden ben, maalesef, evrensel görüş/tarafsız duruşumla, bir diğer arkadaşımın sizin yazınıza atfen verdiği çiçekleri veremeyeceğim. Selamlar. Alıntı
Φ Suheyla Gönderi tarihi: 2 Ocak , 2008 Gönderi tarihi: 2 Ocak , 2008 Bugünkü savaşlarda bombalar, kadın çocuk ve yaşlı ayırt etmiyor... büyük bir ahlaksızlık sözkonusu... Oysa islam ''seninle savaşmayanla savaşmayacaksın'' diyor... sivilleri öldürmeyeceksin diyor... ne kadar kuralsız bir dünya değil mi ? müslüman çağdaş dünyanın savaş değerleri ile nasıl baş edecek ? o zalimler gibi yapamaz... çağdaş savaş yöntemleri cephe gerisinin vurulmasının savaşları daha çabuk bitirdiğini öngörüyor... bu yüzden kentler bombalanır... çocuklar öldürülür... Ama bir müslüman bunu yapamaz... çocukları öldürmek amerikanın yöntemidir... İngilterenin... vahşi batının yöntemi....Muhammed çocukları kendi namazına bile tercih ederdi.... yetimler onun çocuklarıydı... Fakirler onun sofrasında idi... yüreği o kadar zengindi ki, öldüğünde geriye miras bırakacak tek kuruşu bile yoktu.... O hesabını veremeyeceği hiç bir şeye sahip olmadı... o mazlumların ve zayıfların önderi oldu... arkadaşları ile zorla çıkarıldıkları Mekkeye muzaffer olarak geri döndüğünde bile başını yere eğerek devesinin sırtında secde etmiş, asla büyüklenmemiş bir kişilik... Ömrü böbürlenen, büyüklenen, yeryüzünde tanrılık iddiasındaki sahtekarlarla, insanları köleleştiren sistemlerle mücadeleye adanmış bir insana haksızlık etmeyin, çünkü olur da bir gün çölde kalırsınız da bir yardım eden ararsınız .... Selam ile .. Sivil ucaklarini kaciran, sivil gemilerde tatil yapanlari esir alan, sivil otobus ve Tren yolcularini bombalayan, sivil gazeteci yazarlara, sivil muzakarelere bombalar veya mermilerle hep cevap verenler “Muslumanlardir”. (Biliyorum onlarin yaptiklarini siz Islama mal etmezsiniz) 20inci asir doneminde, bir tek “Islam Dunyasinin” insanliga olan faydasini soyleyebilirmisiniz? Yalniz bir tek! Bati dunyasi, teknoloji ve Tip yonunden yaptigi gelismeleriyle Insanlari “Insan” gibi yasamasina imkan verdi. Elektrik verdi ki okuyabilesin, telefon verdi ki ailen ile temasda kalasin, teknik kitaplar verdiki egitim okullarinda ogrenesin ve ailene daha iyi bir imkanlari saglayabilesin, Ilaclari icat edip milyonlarca insanlari “Islam Dunyasinda” olduren bulasici hastaliklari ortadan kaldirdi…. Sizin Islam Liderleriniz “Depremin faydan gelen oldugunu soyluyen seytandir” derken; Batinin sayesinde daha saglam binalar yapildi ve deprem zararlarinin daha fazla olmasini onlemistir. Arap çollerinde, araplara denizdeki suyu icebilmek icin gerekli tesisleri kurmustur be varliksiz ulkelerde insanlara tarim tekniklerini gostyerip ailerini ve cocuklarini beslemerine yardim etmistir… Bati doktorlari ulkeden ulkeye ucup fakir insanlarin ameliyatlarini parasiz yaparlar. Bir facia sonunda (ornegin Endonezyada), Batinin maddi ve manevi yardimlari masum insanlara faydalar saglanmistir. Milyarlarca dolarlar toplanip bu faciadan etkilenen ailelere yardim gonderilmistir. Bugun bile Islam Dunyasi hava durumlarini izlemek icin ve halkina uyari saglayabilmek icin "Bati"nin teknolojisine ihtiyac duyarlar. Yalniz etrafiniza bakin evinizde, bu yaziyi okurken, Islam Dunyasi ne yapti sizin icin. Islam Dunyasi 1400 senedir kendi halkina “savas” actiki, insanlarin bilgisizligine devam etsinler diye, herseyi Allaha biraksinlar diye ve 7inci asirda yasiyorlarmis gibi yasamaya devam etsinler diye… Bati ile Islam Dunyasi arasinda bir medeniyet catismasi yok. Boyle bir catismanin olmasi icin “iki” medeniyetin ortada bulunmasi lazim. Ortada bulunanlardan birisi 21inci yuzyilda ki bir zihniyet, digeri orta cagda kalmis bir zihniyet. Buna medeniyet catismasi denmez. Islamin ogrettigi sizlere "Batinin" urettiklerini tukenerek onlardan nefret etmeye devam edin ve kendi halkiniza ve insanliga bir fayda yapmamaya devam edin... Cunku yeter ki kendinize ... ölmeden önce "La ilahe illa’llah" deyin “Hırsızlık, zina vb. gibi suçları işleseniz bile her türlü günahtan kurtulup doğruca cennete gideceginize inanin ” Iste Islamin ogrettikleri budur. Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 2 Ocak , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 2 Ocak , 2008 Ancak yaşamın acı bir gerçeği var insanoğlunun pozitif olması salt iyi niyetlerle ortaya çıkmıyor... Yararlı bir insan olmanızı sadece inancınız değil kabul ettiğiniz insani değerler belirliyor... İslamı kabul etmiş birçok kişinin sizin değerlerinize sahip olmadığını ve farklı yorumlar içinde olduklarını... Ama genel kabullerde belli bir çizgiye ulaşıldığında aynı kabullerin istisnasız herkesin kabul edilmeye zorlandığını... Eğer ayrışma söz konusu olursa düşünsel ve yaşamsal açıdan acımasızca bir yok edişin ortaya çıktığını da biliyorum... Burada tırnak içinde "iyi niyetli yaklaşım ve tavsiyelerin sadece inançlarımızı paylaşmayan insanlara yönlendiriyor olmanın" gerçekçi bir tutum olmayacağını vurgulamak istiyorum... Bu arada kendime şu aykırı soruyu sormaktan da alı koyamıyorum... Neden İslami inanışa sahip olanların inançlarını yaymak ve etkin pozisyona getirmek ve hakim kılmak adına "Taliban v.b" teröristleri var da.. Bir Budist?in, bir Hıristiyan?ın,vb...Mücahitleri yok Bir inançsızın bu anlamda düşüncelerini insanlara dayatan ve katletmeye varan eylemleri olmuyor... Bunda Hz Muhammet ve Kuran ne ölçüde etkilidir?.. Etkisi yoktur demek yaşanan gerçeklerin ne kadar doğru ve objektif yorumu olur?.. Sevgili gece kuşu, yazınızı dikkatle okudum... gerçekten yukarıda özünü almaya çalıştığım her bir bölümünü tek tek düşündüğümü ve haklılık payı taşıyan endişelerinizi anladığımı söylemeliyim... 1- Sanırım çok konuda aynı duygu ve düşünceleri taşıyor olmamızın, temelde insan oluşumuz ve insani duyguları taşıyor olmamızdan kaynaklanıyor... İnsanın iyi niyet taşımasının dediğiniz gibi yeter bir şart olmadığı, ancak gerek bir şart olduğu üzerinde hemfikiriz... bu aynı coğrafyanın çocukları olarak, birbirimize karşı beslememiz gereken bir his olmalı... Her türlü farklılığımızı kendimize ve bu topraklara ait zenginlik olarak kabul etmek zorundayız... ve asla bu farklılıkları düşman olarak görmeyeceğiz... bu karşılıklı iyi niyet başlangıç için gerekli ama yetersizdir...Bu güzel başlangıçla birlikte sizin hikayenize kadar bir yol haritası çizmek gerekiyor.... 2- ''Hiç kimse bir diğerini değiştirme niyetini taşımayacak...'' Sanırım bu bir çok inanan arkadaş tarafından eleştirilecek bir söz olsa gerek .... Ama ben islamı başkalarını değiştirmek adına kullanılacak bir araç olarak görmüyorum... ''Siz kitabı başkalarına okuyup, kendinizi unutuyormusunuz ?...'' uyarısı, öncelikle itabı kendime okumam gerektiği hususunu yeterince açıklıyor olsa gerek... Eğer toplumsal bir değişimden yana beklentimiz varsa, Tanrı bunun yolunu, öncelikle kendi nefislerimizde olanı değiştirmekle bunun mümkün olabileceğini söylemektedir... İnsan öncelikle kendisini temizleyecektir, her türlü kötülükten... ve iyi bir insan olma çabası içine girerse, ancak allah onu doğruluğa eriştireceğini söylemektedir... Başkalarını okurken, sadece onları zalim, kafir, münafık, cahil, vs olarak görenler, kendilerini okumayı unuturlar diyor Tanrı... Demek ki, kimseyi değiştirme görevimiz yok... herkes kendini değiştirmekle sorumlu... İnsanlar arasındaki ilişkinin nedeni birbirlerini değiştirmek değil, ''Tanımak''tır... '' ...Birbirlerini tanısınlar diye kavim kavim yarattık...'' ayeti birbirimizi tanımamız gerektiğini ifade etmektedir. kuran bütünlüğünde karşılıkı haklara tecavüz etmemek için tanımanın gerekliliğini kavrıyoruz... Bir hindu karşısında inek kesmenin ne kadar kötü ve saygısızca olacağını düşünün.... bu benim için bir özgürlük olduğu halde, komşularımı rahatsız etme düşüncesi, medeni ve toplumcu bir davranış olacaktır... 3- Taliban ya da benzeri tanımlamaları kullanmak istemiyorum, ama tam karşılık olmasa da bilinen geleneksel-klasik islami inanışların egemen olduğu bir toplumda sanırım benim ve düşüncelerimin bile pek yaşama şansı bulacağını sanmazken... endişelerinizde haklılık payı olduğunu biliyorum... böyle bir toplum olmaya doğru mu gidiyoruz ? hayır, hayır... Bir medeniyet doğacağına inanıyorum ben bu coğrafyadan... bu inancımı da hala koruyorum... Bu toplumu şekillendirecek bütün aydınların, bilginlerin ortak bir görevi olduğuna da inanıyorum... bütün farklılıklarına rağmen bütün aydınlarımız, bütün bilginlerimiz, düşünürlerimiz.....İnsanlarımıza umudun ve birarada yaşamanın bilgisini kazandıracaklar... birlikte olmanın-toplum olmanın-ümmet olmanın-medeni olmanın güzelliğini öğretecekler... nefretin ve kinin ve öfkenin insanları mutsuz edeceğini öğretecekler... farklılıklarımıza karşı işlenen her türlü tecavüze ortak bir tavrın nasıl alınacağını öğretecekler... İşkencenin ve baskının insanlık onuruna yakışmadığını öğretecekler... insan olma hakkının sadece ve sadece insanlık ailesine aidiyetle kazanılacağını öğretecekler... İnsanlığımıza sahp çıkmanın yolunun ben Tanrının öğretisi olduğunu söyleyeceğim çevremdekilere.... Siz de ordan söyleyeceksiniz.... siz oradan kıracaksınız cehalet zincirlerini, ben buradan... Memur eylemine neden katılmadığımı soran arkadaşlara, ''Sizi coplamak zorunda bırakılan polislerin haklarını savunmak için eylem yapmadığınız sürece, sizi desteklemeyeceğim'' demiştim... benzer şekilde, kürtlerin hakkını Türkler, Alevilerin hakknı sünniler savunduğu gün toplum olmaya başlangıç yapmışız demektir... 4- ''Peki neden diğer dinlerde terörist çıkmıyor da, İslamda çıkıyor'' sorusu sanırım yukarda Suheylanın ifade etmeye çalıştığı sorunun özü ile çakışıyor... Bunu etraflıca düşünmekte fayda var... Birincisi, İslam topluluklarında tarih boyunca ''hukuk'' biliminin yer etmeyişi ve bunun da çok önemsenmeyişi, islam topluluklarında önemli bir eksiklik olarak karşımıza çıkmaktadır... Özellikle yönetimlerin kraliyet, imparatorluk, padişahlık gibi islama aykırı şekillerde olması, hukukun da bu merkezler tarafından belirlenmesi ve bu merkezlere hizmet etmesi anlayışını doğurmuştur... Tarih boyunca hakkını aramak durumunda kalan müslümanlar, yönetimler tarafından asi ilan edilmiş, cezalandırılmış ve hatta din dışına itilmiştir... iktidar kavgaları adına kardeşler öldürülmüş, katliamlar yapılmış, kan akıtılmıştır... Çok mazlum sadece kendini savunmak adına terörist ilan edilmiş, canından edilmiştir... Hukuk deneyimi olmayan bu toplumlarda, geçer hukuk, feodalite kuralları olmuştur yıllar boyunca...İslam adına padişah hukukunun egemen olduğu bu coğrafya da, halk bilerek hukuktan ve bilgiden uzak bırakılmıştır... Çünkü insanları bir arada yaşatan, toplum yapan, hukuktur... hukuk bir arada yaşamamızın garantisidir... ve bu garanti bugünkü gibi 367 sayısıyla değiştirilemeyecek kadar garantili olmak zorundadır... Bu tarihi hukuksuzluk dönemi islam coğrafyasında bir ''kendi işini kendi halletme'' geleneğini doğurdu... bugünde halen sürüp giden bir gelenek ya... İkincisi, Batı toplumlarının bugün sahip oldukları güç ve teknoloji, istediklerini meşruu, istediklerini terörist ilan etme hakkını vermektedir onlara...bunun için yeterli iletişim gücüne ve organizasyonuna da sahiptirler... Müslümanların ise yapabilecekleri hiç bir şey yoktur... çok zaman kendlerini ifade edecek sözleri bile kalmamıştır... herşeyleri çalınmış ve yağmalanmıştır....''Ölümden öte köy'' aramayışlarının bir nedeni de bu olsa gerektir... Bir insan nasıl ölebilir ve öldürebilir ki ? Tanrıya bile kulaklarını tıkayıp, gözlerini kapatabiliyorsa, bunun bir açıklaması olmalı değil mi ? Muhammede ve onun söylediklerine bakarsanız, bir müslüman asla terörist olamaz .... Peki neden ? bunu birlikte araştırmamız daha önemli açılımlara neden olabilir.... Alıntı
Φ muki Gönderi tarihi: 2 Ocak , 2008 Gönderi tarihi: 2 Ocak , 2008 Çağdaş dünyanın insanları.... çaresiz kaldıklarında, Modern dünyanın bütün kapıları yüzlerine kapandığında, imdat çığlıklarına bütün kulaklar sağırlaştığında, Allahtan başka sesleirni işitecek kimse kalmadığında bilecekler Mazlumların Allahını... Sayın evaporit, çağdaş dünyanın insanları ile batıyı kastettiyseniz tıklayın google'da yabancı bir dilde kim nereye ne yardımı yapmış diye bakıverin. Ben tıkladım, sadece 'Tsunami Hilfen' yazdım ve karşıma sayısız yardım kuruluşu çıktı. Bunlardan bazıları: BM İnsani Yardım Koordinasyon Dairesi'nin (OCHA) açıklamasına göre, bugüne kadar verilen yardım sözlerinde 683 milyon dolarla Almanya ilk sırada yer alırken, 354 milyon dolarlık yardımıyla ABD, Asya Kalkınma Bankası, Japonya, AB Komisyonu, Fransa ve Avustralya'nın gerisinde kaldı. Türkiye felaketin boyutunu göz önüne alaraktan yardımı 1 milyon dolardan 1.250 dolara çıkarıyor. ABD 10 miyon yardımda bulunacağını açıklıyor. Ancak diğer ülkelerden gelen tepkilerle ABD yardımı 35 milyon dolara çıkarıyor. Bu da yetmiyor... Bütün yayın ve basın organları 'biz cimriyiz' diye bir hafta boyunca propaganda yapıyor. Sonuç: ABD 500 miyon dolar yardımda bulunacağını açıklıyor. Ve bunlar sadece devletlerin yardımları, bu rakama insanların kendi aralarında topladıkları paralar dahil değil. Almanya'da ise insanlar Tsunami felaketzedeleri için sadece Kızıl Haç'a 107 milyon euroluk bağışta bulunuyor. Ayrıca bildiğiniz gibi Schumacher tek başına 10 milyon dolarlık yardım yaparak büyük katkıda bulunuyor. Gene Almanya'da televizyon kanallarında Tsunami felaketzedeleri için bağış kampanyası programları düzenleniyor. Demek ki çağdaş dünya insanları dediğiniz insanların imdat çığlıklarına ne kulakları ne gözleri ne de dilleri kapalı. Bizde basın ve yayın organları magazin haberlerinden maada ne yapıyor? İnsanlarımız ne yapıyor? Bizde yardım dernekleri maddi yetersizlikten dolayı tek tek kapanıyor mu, kapanmıyor mu? Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 2 Ocak , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 2 Ocak , 2008 Sayın evaporit, Ben de, kişiliğinizi yansıtan görüşlerinizin, biraz daha ayrıntılı analizini yapmaya çalışacağım kısa, öz olarak. "okurken tarafsız olmayacağım, ama objektif olmaya çalışacağım," Hata, yukarda değindiğiniz ilkenin zamanlamasının yanlış yapılmasında, kişileri yanlışa yönlendirebilecek yapısında yatıyor. Bilimsel yada objektif analizler yapılırken, sizin dediğiniz gibi; "okurken (yada irdelerken) tarafsız olmayacağım" duruşuyla asla mümkün olmuyor. Kültüre, görüşe taraflı olduğunuz daha hikayenizde ortaya çıkıyor. Çölde kalmış insan... Halbuki ben bunu ıssız bir yolda kalmış, arabaya alınmış bir insan olarak duymuştum. Taraflı olmanın zamanı; ancak evrenselleşmiş genel doğruları referans almakla olabilir. Kaldıki böylesinin bile, zamana bağlı göreliliğini de unutmamak gerekir. Bu yüzden ben, maalesef, evrensel görüş/tarafsız duruşumla, bir diğer arkadaşımın sizin yazınıza atfen verdiği çiçekleri veremeyeceğim. Selamlar. Sevgili maraba, yukarda yazdıklarım arasında alıntıladığınız ifade var....sizin şahsıma yönelik görüş-kişilik analizinizi de bu çerçevede okuduğumu bilmenizi isterim... Yani tarafsız ama, objektif olarak okumaya çalıştım... Eğer sizin dediğiniz gibi bir işiliğe sahip olsa idim, yani tarafsız okusaydım bu yazdıklarınıza karşılık;'' Tarafını belirlemiş insanları, tarafsızlıklarını belirlemeleri konusunda eleştirmek de tarafsızlar tarafına bir taraf olmaya çağrı değilmi ? Bu kadar taraf olmanın anlamı ne ? peki siz hangi tarafsızlardansınız ? Kişilik taraf olmakla oluşursa, tarafsız olmak hangi türe giriyor ? Tarafsızlık diye bir şey matematikte bile mümkün değilken, hukukta nasıl mümkün olacak ? '' şeklinde bir sürü sorarak cevap arayacaktım... Ama ben taraflı davranarak, size objektif olmanın gerekliliğini açıklamaya çalışayım... Sayın Maraba, Kişilik, şahsiyet dediğimz şey; insanların inandıkları ve düşündükleri şeyler doğrultusunda bir yaşam, bir eylem, bir hareket ortaya koymaları demektir...yani kalp-beyin-ruh ve beden uymudur... buna söz ve fiil uyumu da diyebilirsiniz... Her insanın yaşama dair bir okuması ve yorumu vardır... bunun sonucu olarak da doğal olarak bir kabulu, ve bir düşüncesi vardır... bunlar ise onun hareketlerine, değerlerine ve yaşamına tesir edecektir... Bu kişiliğin oluşması demektir işte... yani her kişilik altında bir düşünce ve inanç taşımaktadır... Uyumsuzluk varsa bu hemen sırıtır... şahsiyetsiz kelimesi bunu ifade etmek içindir... Her insan kabulleri ve düşünceleri ile bir taraftır.... İnsan doğası gereği hakikate ve doğrulara eğilimlidir... bu yüzden her insan hakikate ve doğrulara taraf olma eğilimindedir... İnsanın özgürlük arayışı da bu yüzdendir... Tarafı olduğu şey inançları ve düşünceleridir.. Bu inanış ve düşüncelerinin, kısaca kabullerinin onda taraf olma eylemini oluşturması kaçınılmaz bir sonuçtur... Oysa bu kabullerimizin oluşumunda çok önemli bir süreçten geçeriz... Bu Bilginin elde edilmesi sürecidir... her insanın bir görüş, bir düşünce oluşturabilmesi için bilgi elde etmesi, bilgiye ulaşması sökonusudur.. Aynı bilgiye ulaşamamış insanlar aynı düşünceye sahip olamazlar bu yüzden... aynı bilgiye sahip olsalar da bazen de aynı bilgiyi aynı şekilde yorumlayamazlar... bu durum da da aynı görüşe-kabule ulaşamazlar... Sayın Maraba, İnsanın ulaştığı bilgileri yorumlaması ve kabulü ve ya reddi, tamamen o insanın inisiyatifindedir... Bu insiyatifin kullanılması ile ''Taraf'' olunmuştur... Ama Objektif olmak durumu taraf olmak durumundan çok daha önemlidir... Çünkü bilgiye ulaşmak ve onu yorumlamak, anlamak için gösterilecek çaba objektif olmayı gerekli kılar... Zira objektif davranabildiğiniz ölçüde bu bilgi sizi ya doğanız gereği eğilimli olduğunuz hakikate ve doğruya götürecektir, ya da yanlışlara ve karanlıklara götürecektir.... Mahkemedeki bir hakimi düşünün, onun tarafı bellidir; Hukuk.... Kararını önüne konacak delillere ve şahitlere göre verecektir... Onu doğru bir karara götürecek olan inandığı tarafına olan sadakati (Hukuk) ve önüne konan kanıt ve şahitlere objektif yaklaşması olacaktır..Selam ile... Alıntı
Misafir 4mevsim Gönderi tarihi: 2 Ocak , 2008 Gönderi tarihi: 2 Ocak , 2008 Kültüre, görüşe taraflı olduğunuz daha hikayenizde ortaya çıkıyor. Çölde kalmış insan... Halbuki ben bunu ıssız bir yolda kalmış, arabaya alınmış bir insan olarak duymuştum. Taraflı olmanın zamanı; ancak evrenselleşmiş genel doğruları referans almakla olabilir. Kaldıki böylesinin bile, zamana bağlı göreliliğini de unutmamak gerekir. Bu yüzden ben, maalesef, evrensel görüş/tarafsız duruşumla, bir diğer arkadaşımın sizin yazınıza atfen verdiği çiçekleri veremeyeceğim. Selamlar. sayın maraba..sizi görmek güzel... hikayeyi ben de anadoluda ve atına binen bir adamla ilgili olarak dinlemiştim ...araba cansız,materyal..bunu tutup sizin görüşlerinizle bağdaştırsam mı diye düşündüm ama vazgeçtim... aslında anlatılanlarda maksud nedir üzerinde yoğunlaşmak gerek..ne dediğimizden çok ne demek istediğimiz konusu bize zaman kazandıracaktır... sonuçta şunu görüyoruz ki..duyduklarımızı bizdeki karşılıklarıyla kodluyoruz..yabancı dil gibi...ama her zaman kodlama yapamayız..bazen kültürlerin kendine has kavramlarını mana olarak anlamak zorunluluğumuz da vardır... tarafsız oluşunuz taraflı duran insanların evrensel doğru ve güzel olanı dile getirdiklerinde bile takdir etmenizi engelleyecek kadar taraflı olmamalı... selamlar... Alıntı
Φ evaporit Gönderi tarihi: 2 Ocak , 2008 Yazar Gönderi tarihi: 2 Ocak , 2008 Sayın evaporit, çağdaş dünyanın insanları ile batıyı kastettiyseniz tıklayın google'da yabancı bir dilde kim nereye ne yardımı yapmış diye bakıverin. Ben tıkladım, sadece 'Tsunami Hilfen' yazdım ve karşıma sayısız yardım kuruluşu çıktı. Bunlardan bazıları: BM İnsani Yardım Koordinasyon Dairesi'nin (OCHA) açıklamasına göre, bugüne kadar verilen yardım sözlerinde 683 milyon dolarla Almanya ilk sırada yer alırken, 354 milyon dolarlık yardımıyla ABD, Asya Kalkınma Bankası, Japonya, AB Komisyonu, Fransa ve Avustralya'nın gerisinde kaldı. Türkiye felaketin boyutunu göz önüne alaraktan yardımı 1 milyon dolardan 1.250 dolara çıkarıyor. ABD 10 miyon yardımda bulunacağını açıklıyor. Ancak diğer ülkelerden gelen tepkilerle ABD yardımı 35 milyon dolara çıkarıyor. Bu da yetmiyor... Bütün yayın ve basın organları 'biz cimriyiz' diye bir hafta boyunca propaganda yapıyor. Sonuç: ABD 500 miyon dolar yardımda bulunacağını açıklıyor. Ve bunlar sadece devletlerin yardımları, bu rakama insanların kendi aralarında topladıkları paralar dahil değil. Almanya'da ise insanlar Tsunami felaketzedeleri için sadece Kızıl Haç'a 107 milyon euroluk bağışta bulunuyor. Ayrıca bildiğiniz gibi Schumacher tek başına 10 milyon dolarlık yardım yaparak büyük katkıda bulunuyor. Gene Almanya'da televizyon kanallarında Tsunami felaketzedeleri için bağış kampanyası programları düzenleniyor. Demek ki çağdaş dünya insanları dediğiniz insanların imdat çığlıklarına ne kulakları ne gözleri ne de dilleri kapalı. Bizde basın ve yayın organları magazin haberlerinden maada ne yapıyor? İnsanlarımız ne yapıyor? Bizde yardım dernekleri maddi yetersizlikten dolayı tek tek kapanıyor mu, kapanmıyor mu? sayın muki ve Suheyla yaşadığımız yüzyılın müslümanların yardımı olmaksızın inşaa edildiğini, iyiliklerin ve güzelliklerin batı medeniyetinin bir neticesi, bütün acıların ve kötülüklerin ise doğu (islam) kaynaklı olduğunu iddia edip duruyorlar... Sayın hoppa'da islami kaynaklardan bulabildiği ne kadar delil varsa bulup çıkarıp ortaya dökerek, ''aha işte vahşetin ve kötülüğün kaynağı sizin inandıklarınız'' demeye getirirken, öte yandan Demirefe de islamın yayılmasını bir sömürge hareketi olarak gösterip, ''Akdeniz havzasını'' işaret ediyordu... Ne kadar ilginç bir yorum değil mi ? Acaba bu yaklaşım ne kadar doğru kabul edilebilir ? Batı Medeniyeti dediğiniz şey, bundan 200 sene önce 300 milyon Afrikalının, 100 milyonunu öldürüp, 100 milyonunu avrupaya ve amerikaya köle olarak götüren, 100 milyonunu da Afrikada çiftçilik yapsın diye aç bırakan bir vahşetin adı değil miydi ? Afrika da kalanların görevi ise kanadalı ve Avrupalı çikolata ve kahve tüccarları için kakao üretmek idi... Afrika çöktü, insanlar sömürüldü ve tüketildi.. Güney Afrikada ve Avusturalya da beyazlar iktidarda, sömürüye bakarmısınız ... ''Bulunmaz Hint Kumaşımısın'' diye bir deyim vardı... bu deyimin nerden çıktığını biliyor musunuz ? Hint kumaşı meşhur bir kumaş idi, 1800lerin başlarında... Dünyaca billiniyor ve tanınıyordu.. Elde dokunuyor ve bu dokuma ustaları çok meşhurdu...Hindistanda da en yaygın ve geçer zenaat idi...Asya da İngiliz kumaşları satmıyor... hint kumaşı varken, ingilizlerin dokumasını kimse tercih etmiyordu...İngiltere hindistanı işgal ediyor ve 100 bin dokuma ustasının elleri kesiliyor, kimi asılıyor, kimi kurşunlanıyordu.... Artık ingiliz kumaşı piyaslarda, tezgahlarda yerini almıştı... ''Hint kumaşı da bulunmaz oluyordu elbette ''... Hintli ustalar, özgürleştirilmişti.... tezgahlarına bağlandıkları elleri artık yoktu... Beyaz adamın girdiği her yerde, kan ve göz yaşı hep vardı... Afrika, asya, Avustralya... ve Tabiiki Amerika, orda yerli bırakmadılar, özür dileyecekleri tek bir yerli bile kalmadı...Antartika da insan yaşamadığı için orda fokları kafalarına sopa vurarak katletiler... daha hafızalarımızda değil mi Afrikanın orasında Fransa-Belçika işbirliği ile 2 milyon insanın Hutu-Tutsi savaşında katledilişi...dile kolay bir rakam ha, 2 milyon... Afganistandan-pakistana-Iraka-cezayire uzanan coğrafyanın her santimetrekaresinde onlarca bomba ve gözyaşı var... Peki neden ? İslam coğrafyasında ki bu zulmün sebebi sizin iddia ettiğiniz gibi İslam mı idi ? yoksa sömürgecilerin doymak bilmeyen iştahları mı idi ? Şüphesiz bu günkü batı zenginliğinin ve rahatlığının altında geçmişten gelen bir hırsızlığın ve vahşetin neticesi yatıyor... 1. Bedava :Hammadde : Asya, Afrika ve Avustralyadan işgal yolu ile elde edilen enerji ve hammadde, kalkınmanın kaynağı oldu... uzun yıllar kendi aralarında bu kaynakları paylaşma kavga ve savaş nedeni oldu ise de son zamanlarda bunu çözdüler... 2- Ucuz işgücü : Uzun yıllar boyunca kölecilik yolu ile, afrikadan taşıdıkları işgücü, üretim maliyetlerini önemli ölçüde azalttı... 3- Sermaye : faiz yolu ile sermaye birikimini sağladıkları için büyük şirketleşmeler gerçekleştirildi ve yeni üretim alanlarına geçilebildi... 4- Hazır Piyasa : Ürettikleri her şeyi satablecekleri, işgal altındaki islam coğrafyası hazır pazar olarak önlerinde duruyordu... Müsümanlar ise, hiçbir zaman işgal düşüncesinde olmadıkları için, fethettikleri ülkelerde yağmacı olmamışlardı, çünkü bu haramdı, allah tarafından yasaklanmıştı... İnsanlar üzerinde baskı ve dayatma kurmamışlardı... bu yüzden sermaye sahibi olamamışlardı... Faiz yolu ile ekonomi kurmamışlardı... bu yüzden hep köylü toplumu olarak kaldılar... Ama bir gün topraklarında yabancı askerleri gördüklerinde iş işten çoooktaan geçmişti. Önce, ne olduğunu anlamadılar bile... sonra yorumlayanları çıktı... Askeri alandaki yenilginin nedenlerini araştırdılar... Ekonomideki geri kalmışlığımızı araştırdılar... fransadan ingiltereye kadar çok ülkeye bilimadamları gönderildi. Nedenleri ve çözümleri araştırıldı... İnanılmaz gelse de ''Fransadan damızlık erkek'' getirip Türk soyunu ıslah etme düşüncesi bile ortaya atılmıştı... İslamın ilerlemeye ve modernleşmeye engel olduğu, ''bu kafayla bilim yapılamayacağı'' iddiaları da ortaya atılmış ve sonuçta dinden vazgeçilmesi bile öngörülmüştü.... Sonuçta müslümanlar, askeri alanda kaybettiler, yenildiler... Ve her yenilgide olduğu gibi, bu yenilgide de fatura İslama ve dine kesildi... Haklılık ve medeni olmak, ileri olmak kavramlarını belirleyen tek şey, ''Kazanmış olmak'' idi.... aynı darbelere benziyor... Darbe yaparsınız, başarılı olursanız haklısınız, başaramazsanız faturası ağır olur.... Güçlü olanların ve kazananaların haklı olduğu bir dünyada yaşıoruz... Müslümanlar Medeniyetler oyununu hep kitabın kurallarına göre oynadılar... sömürmediler... yok etmediler... gözyaşı ve kan üzerine medeniyet kurmadılar... öyle olsaydı bugün o coğrafyalarda bir tek farklı kimlik olmaması gerekirdi, öyle değil mi ? Amerikadaki yerlileri biliyorsunuz... Onlar ilk dönemlerde öldürmeyi bilmezlermiş. Savaşlarda hani arabaları çevirip etrafında atları ile dönüp dururlardı ya kovboy filmlerinde setrettiğimiz... bunu bir cesaret geleneği olarak yaparlarmış... Ölümden korkmadıklarını göstermek için... Beyaz adamın elindeki ölüm kusan, o gürleyen şeye rağmen koşup eliyle düşmanın göğsüne dokunabilmek için... çünkü bir kızılderili, rakibinin göğsüne elini böyle koyarsa, bu hem barışı ve hem de büyük bir zaferi simgelermiş... Beyazlar da, bu kahramanlık gösterisine karşılık olarak, onlara kurşunlarla cevap verirlermiş... Bir yerli kafaderisi getirene 10 cent para verirlermiş... Bizon derisinden daha ucuz?. Sayın Muki, Gerçekten batı dünyasının yardımlarına ilişkin verdiğiniz örnekler ilginç? Bir konserin geliri kadar yardımlardan bahsediyor olsanız da, İslam ülkelerinden bu kadar bile yardım yapılmamasının neden sizce ne olabilir ? Bunun çok değişik nedenleri olduğunu düşünüyorum? Amerikalıların bir yandan Kızılderili kafa derisi için para ilan vermeleri, öte yandan soğuktan donmasınlar diye battaniye dağıttıkları yerliler geliyor aklıma? Fransanın Cezayirde toplama kamplarında önce yemek verdikleri sonra kurşunladıkları 1.5 milyon Cezayirli geliyor aklıma? Afganistan?da bir yandan talibanı gönderip, öte yandan başka bir talibanı iktidar yapan Amerikanın bu zaman zarfında 200 bin insanı katlettiği geliyor aklıma? Irakta da öyle yapmamışlarmıydı.. Önce yardım etmişlerdi, Saddamı işbaşına getirmişlerdi. Sonra 1 milyon ıraklının ruhunu bedenlerinden özgür hale geçirdiler? Beyaz adamın yerli halka dağıttığı battaniyelere zehir sürdüğü ve ertesi sabah hiç birinin bir daha uyanmayışı ile çok sonra anlaşılmıştı? Fransızların Cezayirlilere verdiği yemeklere zehir kattığı gibi? Tsunami yardımlarının orda yaşayan batılı yatırımcılara ait tesislere ve azınlıklara yönelik olduğunun sonradan anlaşılması gibi? Müslüman çocuklarının kiliselerce toplanıp götürülmesi gibi? Misyonerlik faaliyetleri için kiliselerin yardım taleplerine verilen bir cevap olması gibi, sonradan anlaşılan gerçekler işte? Sayın Muki, Karşılıksız sevginin ve merhametin ve paylaşmanın ben bize ait olduğunu sanıyorum?. İçten ve samimi olarak paylaşacağınız bir simitin bile daha değerli olduğunu söylüyorum?Bırakın milyonlarca doları onların olsun? insan dolar uzatan bir el ile, şefkat uzatan bir el arasındaki farkı ayırt edebiliyor? Alıntı
Φ Suheyla Gönderi tarihi: 2 Ocak , 2008 Gönderi tarihi: 2 Ocak , 2008 Amerikadaki yerlileri biliyorsunuz... Onlar ilk dönemlerde öldürmeyi bilmezlermiş. Savaşlarda hani arabaları çevirip etrafında atları ile dönüp dururlardı ya kovboy filmlerinde setrettiğimiz... bunu bir cesaret geleneği olarak yaparlarmış... Ölümden korkmadıklarını göstermek için... Beyaz adamın elindeki ölüm kusan, o gürleyen şeye rağmen koşup eliyle düşmanın göğsüne dokunabilmek için... çünkü bir kızılderili, rakibinin göğsüne elini böyle koyarsa, bu hem barışı ve hem de büyük bir zaferi simgelermiş... Beyazlar da, bu kahramanlık gösterisine karşılık olarak, onlara kurşunlarla cevap verirlermiş... Bir yerli kafaderisi getirene 10 cent para verirlermiş... Bizon derisinden daha ucuz?. Oooh Sayin evaporit, vallah alemsiniz yani. Beni guldurdunuz simdi... bilhassa altini cizdigim cumlelerinizle! Savas, su bir gercek ki. Cirkin bir sey. Keske hic dunya da savas olmasa idi. Ama insanoglunun yaptigi. Ayni zamanda, Insanoglu savasin sonu geldiginide biliyor. Beyaz adamlar ve Yerliler 1800 yillarindan beri savas yapmadilar. Baris icindeler. Nedense Siz baris yapmiyorsunuz. Bugun, Amerika da federal hukumet tarafindan resmen taninmis 550 yerli "kabilesi" var. Bu yerliler kendine ait topraklarinda otururlar ve hukumetle bir problemleri yok. Federal Hukumetine de vergi vermek zorunluklari yok. Bazi eyaletler de gazino acip, epeyce zengin olan kabileler vardir. Beyaz Adamla Yerliler arasinda bugun hic bir problem yok, yalniz ortak tarihleri var. Iste batinin zihniyeti degisik bu konuda, ileriye bakmali geriye degil. Alıntı
Φ muki Gönderi tarihi: 2 Ocak , 2008 Gönderi tarihi: 2 Ocak , 2008 sayın muki ve Suheyla yaşadığımız yüzyılın müslümanların yardımı olmaksızın inşaa edildiğini, iyiliklerin ve güzelliklerin batı medeniyetinin bir neticesi, bütün acıların ve kötülüklerin ise doğu (islam) kaynaklı olduğunu iddia edip duruyorlar...Sayın hoppa'da islami kaynaklardan bulabildiği ne kadar delil varsa bulup çıkarıp ortaya dökerek, ''aha işte vahşetin ve kötülüğün kaynağı sizin inandıklarınız'' demeye getirirken, öte yandan Demirefe de islamın yayılmasını bir sömürge hareketi olarak gösterip, ''Akdeniz havzasını'' işaret ediyordu... . . . Karşılıksız sevginin ve merhametin ve paylaşmanın ben bize ait olduğunu sanıyorum?. İçten ve samimi olarak paylaşacağınız bir simitin bile daha değerli olduğunu söylüyorum?Bırakın milyonlarca doları onların olsun? insan dolar uzatan bir el ile, şefkat uzatan bir el arasındaki farkı ayırt edebiliyor? Sayın evaporit siz 200-300 sene evvelinden bahsediyorsunuz. İsterseniz biraz daha geri gidelim... Türklerin müslümanlaştırılmasına kadar yolu var, ne dersiniz? Ha ayrıca insan katletmeye gelince: Oturduğunuz evin depreme ne kadar dayanıklı olduğunu biliyormusunuz? Bir de size tavsiyem internette bir araştırıverin bakalım yardım kuruluşları Tsunami için paraları nerelerde kullanılmış. Batı da artık uyandı. Yardım kuruluşları parayı 'alın siz ne yaparsanız yapın' diye felaketzede devletlerin eline vermiyor, çünkü böyle yaptıkları zaman paraların kimlerin cebine gireceğini biliyorlar. Karşılıksız sevgi, merhamet ve paylaşmanın bize ait olduğunu sandığınızı söylüyorsunuz. Kim bu 'biz' acaba? Ve ne yazık ki simitle karın doymuyor artık. İnsanların simitten daha başka gereksinimleri de var! Gene demeden edemeyeceğim... Türkiye de sivil yardım kuruluşları maddi olanaksızlıklardan dolayı bir bir kapanıyor veya zor durumdalar. Yani şefkat uzatan el her zaman simit verecek diye bir kural yok... Alıntı
Misafir 4mevsim Gönderi tarihi: 2 Ocak , 2008 Gönderi tarihi: 2 Ocak , 2008 Sayın evaporit siz 200-300 sene evvelinden bahsediyorsunuz. İsterseniz biraz daha geri gidelim... Türklerin müslümanlaştırılmasına kadar yolu var, ne dersiniz? Ha ayrıca insan katletmeye gelince: Oturduğunuz evin depreme ne kadar dayanıklı olduğunu biliyormusunuz? Bir de size tavsiyem internette bir araştırıverin bakalım yardım kuruluşları Tsunami için paraları nerelerde kullanılmış. Batı da artık uyandı. Yardım kuruluşları parayı 'alın siz ne yaparsanız yapın' diye felaketzede devletlerin eline vermiyor, çünkü böyle yaptıkları zaman paraların kimlerin cebine gireceğini biliyorlar. Karşılıksız sevgi, merhamet ve paylaşmanın bize ait olduğunu sandığınızı söylüyorsunuz. Kim bu 'biz' acaba? Ve ne yazık ki simitle karın doymuyor artık. İnsanların simitten daha başka gereksinimleri de var! Gene demeden edemeyeceğim... Türkiye de sivil yardım kuruluşları maddi olanaksızlıklardan dolayı bir bir kapanıyor veya zor durumdalar. Yani şefkat uzatan el her zaman simit verecek diye bir kural yok... 200 300 yıl evvel yaşananlarla günümüz sömürüleri arasında ne fark var... çimentodan çalmanın suçlusu da mı hz muhammed oldu...siz tüm sahtekarlıkları ve haksızlıkları islama fatura ederken söz konusu batı bile olsa gözardı ettiğiniz insan olmanın iyilik ve kötülük yapmaya da eğilimli olduğu ama asıl bunun toplumsal kabuller olarak görülmesiyle büyük felaketin başlayacağını gözardı ediyor ve herzaman olduğu gibi objektif olamayışınız istediğiniz taraftan olmadıkça doğruya doğru yanlışa yanlış deme erdeminden sizi alıkoyuyor... hangi maddi yardım kuruluşlarından bahsediyorsunuz...halkın güvenini ve desteğini alan yardım kuruluşları benim bildiğim tüm dünyaya yardım ulaştırıyorlar... e millet arada bir hırsızları ve yardım paralarını iç edenleri içki alemlerinde yiyenleri eleyecektir...halkını hor gören hiçbir zihniyet ilelebed hüküm sürmez... Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.