Zıplanacak içerik

ABDULLAH GÜL BENİM CUMHURBAŞKANIM VE BAŞBAKAN ERDOĞAN BENİM BAŞBAKANIM DEĞİL..(En yüce değerlerimizi ayaklar altında paspas yapanları"reddetme"hakkım)

Featured Replies

Gönderi tarihi:

Benim cumhurbaşkanım olsaydı...

Ben böyle "devlet adamı" görmedim. Sen kalk git kaldığı otele, Kral'ın dibine otur.

Öbürü de öte yanında...

Kral ortada.

İki gündür bekliyorum:

9 uçak, iki bin bavul, üç yüz gardırop ve altın tahtı ile gelen (iyi ki petrol kuyularını getirmedi) Kral'ın oteline giden ve sağına-soluna oturan Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve Başbakanı size "gurur" mu verdi, yoksa "hüzün" mü?

O zaman ben "Benim cumhurbaşkanım olamaz" dediğimde niye kızdınız?

*

"Benim cumhurbaşkanım" olsaydı; Anıtkabir'i ziyareti reddeden, bu ülkeyi kuran insana saygı göstermeyi kabul etmeyen bir Kral'a "Devlet Şeref madalyası" vermezdi.

Hem de 10 Kasım günü...

Mustafa Kemal; son yüzyılda, İslam áleminin Batı emperyalizmine karşı tek onurlu ve şanlı zaferini kazanmış komutandır.

Kral ise; Körfez savaşları boyunca, kendi topraklarını korumak için kutsal mekanların savunmasını dahi elinde bira kutusu olan Amerikalı askerlere bırakmış birisidir.

"Benim cumhurbaşkanım" olsaydı....

Kimin koltuğunda oturduğunu bilir, en şerefli savaşın kahramanına saygı göstermeyen, kutsal toprakları ABD deniz piyadelerine bekleten bir Kral'ın oteline koşmazdı.

Kral, görüşme salonuna Atatürk'ün resimlerinin asılmasını da kabul etmedi, kendi fotoğrafını astırmış, onun altına oturdular.

10 Kasım nedeniyle tüm bayraklar yarıya indirilirken, Suudi Arabistan bayrağının yarıya indirilmesini de reddetti Kral.

Ama bizim "devlet adamları" doğru otele.

Biri sağında, biri solunda.

Ortada Kral...

Tepelerinde de, kendisi yetmiyormuş gibi fotoğrafı.

Ben ise televizyonda şeriat bayrağının altındaki öpücükleri sayıyorum; işte sırayla ve hasretle yumuluyorlar... Sağ yanak bir, sol yanak iki, sağ yanak bir kez daha, etti üç...

*

Ne yapacaksınız?

Abdullah Gül "Benim Cumhurbaşkanım" olsaydı böyle yapmazdı.

Ben böyle "başbakan" ya da böyle "cumhurbaşkanı" istemem.

Benim de; en yüce değerlerimizi ayaklar altında paspas yapanları "reddetme" hakkım vardır.

Böyle yapmazdı "Benim Cumhurbaşkanım" olsaydı...

 

Bekir Coşkun / Hürriyet / http://www.aktifhaber.com/news_detail.php?id=140544

295810_kasim_gunu.jpg

194birinci_ve_ikinci_cumhuriyet.jpg

Gönderi tarihi:
  • Yazar

8972kapak.jpg

 

Leman dergisi bu sayısındaki kapakla yine çok tartışılacak. İş Bankası'nın Atatürk reklamını Erdoğan'a uyarlayan Leman, Gül'ün Suudi Kralı'nın ayağına gidişini de kapağına taşıdı ve Abdullah Gül'ü 'Kral'ın soytarısı' olarak çizdi... :lol:

Gönderi tarihi:

Sayın gül ve sayın tayyip bey büyüklerine karsı olan vefa borclarını yerine getiriyor diye kızıyorsunuz:)

onlar iyi aile terbiyesi almıs zamanında yapılan iyilikleri unutmayan vefakar insanlardır. Simdi borclarını ödemek zamanı gelince tereddut bile etmiyorlar.. sizde rahatsız oluyorsunuz.. anlamıyorum sizi... onlara verdiginiz makamlar cidden bu ulke icin o kadar degerli ve önemli olsaydı onlara vermezdiniz sanırım.... Abi kardes, babalarının makamlarını paylastılar.. Bir ulkenin en degerli, en önemli mevkilerini aldılar.. Simdi de kralın dizi dibinde oturup elini öpüp şefaat dileniyorlar diye kızıyorsunuz.. kral onların kralı, nasılki bush onların baskanıysa bunun da cok farkı yok.. rahatsız mı oldunuz?

Buyrun istemeyen ceksin gitsin.. İşinize gelmedimi? sanmam baya bi hosunuza gitmiştir yüce kralın kanatları altında duran baskanlarımızı gordukce baya bi mutlu olmussunuzdur.. Yoksa neden sectiniz ki bu adamları?

Sözüm meclisten dışarı.... Yazacak çok şey varda neyse.. yazdıkca midem bulanıyor.. sanırım bu ülke beni tutmaya başladı üzgünüm....

 

Durmak Yok Yola Devam...!!!!!

Gönderi tarihi:

Bir ülke haysiyetini bu kadar kaybedebilir. Hepinize bravo...

 

Nasıl mı bu hale geldik?

Bunu Atatürk ta ne zaman görmüş söylemiş:

 

Çalışmadan, yorulmadan, öğrenmeden rahat yaşama yollarını aramayı itiyat haline getirmiş milletler, önce haysiyetlerini ve daha sonra istiklallerini kaybetmeye mahkumdurlar.

M. KEMAL ATATÜRK

Gönderi tarihi:
  • Yazar
Sayın gül ve sayın tayyip bey büyüklerine karsı olan vefa borclarını yerine getiriyor diye kızıyorsunuz:)

onlar iyi aile terbiyesi almıs zamanında yapılan iyilikleri unutmayan vefakar insanlardır. Simdi borclarını ödemek zamanı gelince tereddut bile etmiyorlar.. sizde rahatsız oluyorsunuz.. anlamıyorum sizi... onlara verdiginiz makamlar cidden bu ulke icin o kadar degerli ve önemli olsaydı onlara vermezdiniz sanırım.... Abi kardes, babalarının makamlarını paylastılar.. Bir ulkenin en degerli, en önemli mevkilerini aldılar.. Simdi de kralın dizi dibinde oturup elini öpüp şefaat dileniyorlar diye kızıyorsunuz.. kral onların kralı, nasılki bush onların baskanıysa bunun da cok farkı yok.. rahatsız mı oldunuz?

Buyrun istemeyen ceksin gitsin.. İşinize gelmedimi? sanmam baya bi hosunuza gitmiştir yüce kralın kanatları altında duran baskanlarımızı gordukce baya bi mutlu olmussunuzdur.. Yoksa neden sectiniz ki bu adamları?

Sözüm meclisten dışarı.... Yazacak çok şey varda neyse.. yazdıkca midem bulanıyor.. sanırım bu ülke beni tutmaya başladı üzgünüm....

 

Durmak Yok Yola Devam...!!!!!

Bir ülke haysiyetini bu kadar kaybedebilir. Hepinize bravo...

 

Nasıl mı bu hale geldik?

Bunu Atatürk ta ne zaman görmüş söylemiş:

 

Çalışmadan, yorulmadan, öğrenmeden rahat yaşama yollarını aramayı itiyat haline getirmiş milletler, önce haysiyetlerini ve daha sonra istiklallerini kaybetmeye mahkumdurlar.

M. KEMAL ATATÜRK

 

Sevgili yersoy...

Bu arkadaşlarımız galiba neyi görmüşse onu beğenme durumunda bırakılmış kişiler...

Onurlarla dolu tarihlerinden haberleri bile yok sanıyorum...

Söz Atatürkümüzden açılmışkan...

Bence verilebilecek en güzel örneklerden biri şu olmalı...

 

Yıl 1938 10 Kasım, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde bir Alman Profesör,

Atatürk'ün öldüğünü duyunca şaşırmış, derse girip girmemeye karar verememiş.

Rektöre müracaat ederek,"Efendim mütereddidim acaba ne yapsam?" diye sormuş.

Rektör "Sizde büyük bir adam ölünce ne yapılıyorsa onu yapın"diye cevap verince

Alman Profesör kollarını iki yana sarkıtarak "

Ama bizde bu kadar büyük bir adam olmadı ki" demiş.

İşte bizim Atatürk'ümüz bu...

İşte büyüklük bu...

İşte itibar bu...

 

Ama bugünkü ülkenin başında bulunanlar ne itibardan, ne büyüklükten haberdar...

Çünkü onların tek derdi...

Ülkeyi çarşafa bürümek, türbana sokmak ve şeriat yazan bir bayrağın altında bir kral ile hotellerde boy göstermek...

Yazık değilmi...

Yazık...

Hemde çok yazık...

Gönderi tarihi:

Kahrolmaktayız sayın Dipnot... kahrolmakta...

Gönderi tarihi:

Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, Kral Abdullah'ın ayağına gitmesinin şokunu yaşarken, Kral Abdullah'ın uğurlanışında da kurallar yok sayıldı.

 

Abdullah, Türkiye'ye geldiği gün Cumhurbaşkanı Gül tarafından karşılanırken, diğer yabancı liderlere uygulandığı gibi Esenboğa Havalimanı VIP Salonu önündeki bayrak direklerine Türk ve Suudi bayrakları çekildi.

 

Kral Abdullah'ın önceki günkü uğurlanışında ise bayrak direklerinde sadece 10 Kasım nedeniyle yarıya indirilen Türk bayrakları koyuldu.

 

Türkiye'ye yakışmadı

Bayrak Yasası gereği 10 Kasım'larda resmi kurumlardaki tüm bayrakların yarıya indirilmesi gerekiyor. Aksi takdirde 3 aydan 6 aya kadar hapis cezası verilebiliyor. Uzmanlar ise söz konusu uygulamanın sakıncalı olduğuna dikkat çekiyor. Birçok Arap ülkesinde Türkiye'nin diplomatik temsilciliğini yapan emekli Büyükelçi Orhan Aka, bu durumun Batı demokrasisini benimsemiş, protokole önem veren Türkiye'ye yakışmadığını söyledi.

 

Bu tür yaklaşımların ancak, Arap ülkelerinde olabileceğinin altını çizen Orhan Aka, "Bu tür uygulamalar ancak Arap ülkelerinde olur. Biz Batı ülkesiyiz. Ama ne yazık ki bizde de gerçekleştiğini gördük" değerlendirmesini yaptı.

 

Türkiye'nin eski Washington Büyükelçisi Nüzhet Kandemir, 40 yıl süren bürokrasi yaşamında böyle bir durum ile karşılaşmadığını belirtti. Kandemir şunları söyledi:

 

"Havaalanına giderek karşılama, aralarındaki yakınlık dolayısıyla yapılmış olabilir. Ama bunun görüşülerek karşılıklı olması beklenir. Yani Cumhurbaşkanı Riyad'a gittiğinde Kral'ın da onu karşılanması istenir. Eğer bu olmazsa, karşılıksız bir davranış gerçekleştirilmiş olur.

 

Cumhuriyet

Gönderi tarihi:

Son zamanlarda çok garip tablolar,birbiri ardına resmi geçit yapıyor.

Seyrediyoruz.

Üzülüyoruz,kahroluyoruz ama hala büyük bir inatla hiçbirşeyi değiştirmiyoruz.

Daha dogrusu değiştiremiyoruz.

Hiç sebebinin ne olduğunu düşündünüz mü?

Çarpık demokrasi'den başka birşey değildir.

Geciken adalet nasıl adaletsizlik ise çarpık demokrasi de demokrasi değildir.

Demokrasi söylem de değildir.

Demokrasi işlemdir.

Biz yıllarca demokrasiyi söyleme taşıdık.

Eyleme taşıyabilseydik bugün bu utancları hiçbir zaman yaşamamış olacaktık.

Yanlışı haykırdığınızda kanunlar sizin bu davranışınızda en büyük kalkanınız olacaktı.

Yeşilleriniz kirlenmiyecekti.

Denizleriniz kirlenmiyecekti.

Siyasetiniz de kirlenmiyecekti.

Bundan dolayıdır ki sadece seyrederek üzüleceğiz.

Bundan dolayıdır ki minik rakı sofralarında güzel dostlarımızla meseleleri tartışıp,yeniden ve yeniden memleketimizi kurtaracağız.

Bizlerden sonra çocuklarımıza sıra gelecek,sonra da torunlarımıza,

O rakı sofrası ve memleketi kurtarma sevdası hep olacak.

Gönderi tarihi:

Tayyibin ikinci defa kazanmasini,Gül'ününde Cumhurbaskani secilmesini Cankayaya türbanin cikmasini demokrasi geldi,jakoben zihniyete son bundan sonra hersey daha iyi olacak diyerek Atatürkün kurdugu Cumhuriyetin, Laikligin icine eder gibi yazip cizenler nerede simdi,neden onlarin artik sesleri cikmiyor, ne oldu demokrasinize, ne oldu daha iyi olacak seyler, gösterin bakalim ne degisti Tayyip ve Gülün demokrasisi ile.Türk ulusunun haysiyetini iki paralik etmekten öte ne yapti bunlar,kimdi Suudi krali?Bir zamanlar Ingilizlerle birlik olup Türklere karsi olusan cephenin merkezi Suudiarabistandi.Onlar bu cepheyi asla kaldirmadilar o cephe aynen durmaktadir,iki paralik adamlarin ayagina gidenlerin kimler olduklarina baktigimizda Araplarin Türklere karsi olusturduklari cephede daha kimlerin oldugunuda görmemiz kolaylasiyor.Türkiye Cumhuriyetini yönetenlerin onurlarindan bahsetmiyorum,onlarda bu haslet mevcut degildiki yine olsun,ben Türk ulusunun kaybolan onurunu soruyorum.Ahmet Necdet Sezermi onurluydu demokratti yoksa kim oldugu belli olmayan bugünkülermi???

Araplara mübarek millet diyenler,Araplar bizim dostumuzdur kardesimizdir diyenler,Atatürk Türkiyeyi Islam dünyasindan kopardi diye kitap yazan AKP yandaslari,Cumhuriyetciler kazanamadi demokrasi kazandi diye göbek atanlar,oturun simdi eserinizle iftihar edin.Müslümanligi birakip türbancilik oynayanlar,Bu ülkede Kürt sorunu var diyenler,Alt kimlik üst kimlik diye AB yardakciligi yapanlar,PKK uzantilarini meclis catisi altina sokup,mahkemelerde sorgulananlari milletvekili sectirenler,Atatürkü anmak icin sap gibi ayakta durmak gerekmez diyenler,demokrasi bir tramvaydir duraga gelince ineriz diyenler,Sayin Apo diyenler,Laiklik kalkacak Islam gelecek diyerek Cankayaya cöreklenenler,iste demokrasi kazandi diye göbek atanlarin eseri bunlardir.

Acaba diyorum bunlar birer tesadüfmüdür;Erbakan döneminde Iran bizim icislerimize rahatlikla karisabiliyor,Laiklige Atatürke dil uzatabiliyordu,AKP döneminde ise zaten olanlari anlatmaya gerek yoktur.Hersey ortadadir.

 

 

 

saygilarla

Gönderi tarihi:
  • Yazar
Son zamanlarda çok garip tablolar,birbiri ardına resmi geçit yapıyor.

Seyrediyoruz.

Üzülüyoruz,kahroluyoruz ama hala büyük bir inatla hiçbirşeyi değiştirmiyoruz.

Daha dogrusu değiştiremiyoruz.

Hiç sebebinin ne olduğunu düşündünüz mü?

Çarpık demokrasi'den başka birşey değildir.

Geciken adalet nasıl adaletsizlik ise çarpık demokrasi de demokrasi değildir.

Demokrasi söylem de değildir.

Demokrasi işlemdir.

Biz yıllarca demokrasiyi söyleme taşıdık.

Eyleme taşıyabilseydik bugün bu utancları hiçbir zaman yaşamamış olacaktık.

Yanlışı haykırdığınızda kanunlar sizin bu davranışınızda en büyük kalkanınız olacaktı.

Yeşilleriniz kirlenmiyecekti.

Denizleriniz kirlenmiyecekti.

Siyasetiniz de kirlenmiyecekti.

Bundan dolayıdır ki sadece seyrederek üzüleceğiz.

Bundan dolayıdır ki minik rakı sofralarında güzel dostlarımızla meseleleri tartışıp,yeniden ve yeniden memleketimizi kurtaracağız.

Bizlerden sonra çocuklarımıza sıra gelecek,sonra da torunlarımıza,

O rakı sofrası ve memleketi kurtarma sevdası hep olacak.

 

Balık baştan kokar ama değilmi sevgili gugukçuk...

Burda bütün bunları rakı sofralarında da söyleyebiliriz tabiki ama...

Şu küçücük formda bile bün bu olumsuzlukları var dilleriyle anlatan ve var dilleriyle mücadele eden değerli dostlarımız var. Bu nedenle dir ki dipten gelen bu dalga gün geçtikçe büyümette ve çoğalmaktadır...

Her şeye rağmen tabiriniz ile çarpık, eksik ve yarım demokrası kullanarak devletin altını oyanlara, karanlıklara götürmeye çalışan tebedekilere inat, bunu iyiye, güzele, doğruya, doğru kanalize edenlerde az ama yetersiz değil...

Umudumuz hep olacak ve bizler herşeye rağmen mücadelemizle ses olacağız...

Sevgi ve saygılarımla...

Gönderi tarihi:

Bu ülkenin maddi ve manevi tüm değerlerine saygısızlık etmeyi,ve hatta aleni

şekilde tahrib etmeyi ve bunu da din ve inanç kisvesi altında yürütmeyi

ilke edinmiş böyle ******** ***** bir yönetim,hükümet daha önce gelmemişti,

yazık..

Gönderi tarihi:
  • Yazar

'Yapay Protokol' (!) ve Teklifsizlik...

Laik Türkiye'nin simgesi Atatürk'ü hiçe sayan bir adama şeref madalyası veriliyor. Protokole 'yapay teferruat' gözüyle bakmayan Vatikan ise 'konuğuna' maharetle konukluğunu bildiriyor.

"Çıkarlarımızın ileriye götürülmesine fırsat veren bu önemli ziyaretin 'yapay protokol iddialarıyla' gölgelendirilmeye çalışılması üzüntü vericidir!"

Suudi Arabistan Kralı'nın Ankara ziyaretinde yaşanan talihsiz gelişmeler, Köşk'ten yapılan açıklamada "yapay protokol iddialarına" (!) indirgeniyor.

Yani "Aslolan reel politiktir. Reel politik çıkarlar yanında, aşırı önem atfedilen 'protokol' mevzuları, önemsiz ve 'yapaydır' . 'Yapay' formaliteyi kasıtlı biçimde böyle sakız gibi uzatanlar; bizim reel politik çıkarlarımıza hizmet eden bir geziye gölge düşürmekte; siyasi emellerine alet etmektedirler!" demeye getiriliyor...

 

"En iyi savunma, saldırıdır!" hesabına yapılmış bir açıklama. Tatmin edici olmaktan çok uzak...

Devlet protokolünü, "yapaylık" (!) kavramıyla yan yana getirmekte mahsur görmeyen bu "teklifsizlik" , sorunun ta kendisi değil mi?

 

Bir şeriat devleti hükümdarı, Türkiye Cumhuriyeti'ne resmi ziyaret yapıyor.

Şeriatçı Kral, laik T.C. devletinin bir numaralı değeri ve simgesi Atatürk 'ü tanımıyor ve hiçe sayıyor. Hiçe saydığı için, Anıtkabir'e çıkmayı, bayrağını Türk bayrağıyla gönderde yarıya indirmeyi zül addediyor. Bu adama siz "Devlet şeref madalyası" veriyorsunuz!

Devletinizin kurucusu ve kuruluş felsefesine açıkça meydan okuyan birine, o devletin en yüksek nişanını layık görüyorsunuz.

Hepimizin gözüne birer yumruk gibi giren o "Swissotel fotoğraflarını" bir an için bir kenara koysak bile bu "devlet nişanı" neyin nesidir? Köşk'ten gelen açıklamada bu konuya hiç girilmemiş.

Soru, "Kral Abdullah bu nişanı hak etmek için ne yaptı?" falan da değil, "Laik devleti alenen tanımayan, hiçe sayan birine siz bu nişanı nasıl verdiniz?" gibi esasa dair bir soru...

Böylesine esasa dair bir soruyu "yapay protokol iddialarıyla" geçiştirmek mümkün mü?

 

Esnekliği Vatikan'dan öğrenin

Protokol evet, sarsılmaz kanunlar değildir. Devlet protokolü, belli sınırlar içinde "âli çıkarlar" uğruna esneklik gösterebilir. Burada kullanılan kriter, "tarafların karşılıklı esneklik" göstermesi ve sözü edilen "âli çıkarların" da açık-sarih olmasıdır. Sizin kurallarınız ve değerlerinizi hiçe sayan birine, ileri geri "esneklik" göstermezsiniz.

Nerde kalmış göğsüne devletinizin en yüksek şeref madalyasını iliştirmek!

Kral Abdullah'ın Türkiye'ye gelmeden önce yaptığı Vatikan gezisi, mütekabiliyet esasına dayanan "esnekliğe" tipik bir örnek. Kral Abdullah'ın Vatikan çıkarması, çok yönüyle "tarihi bir gezi" oldu. Şeriat devleti Suudi Arabistan'la Vatikan arasında "diplomatik ilişki" yok çünkü. Yani resmi düzeyde ne Vatikan Suudi Arabistan'ı tanıyor ne Suudi Arabistan Vatikan'ı!

Riyad'ın Vatikan'da, Vatikan'ın Riyad'da resmi temsilciliği yok. Suudi Arabistan zira "kutsal Müslüman toprakları" üzerinde, bir temsilcilik kapısında dahi "haç" görmeye tahammül edemiyor. Ancak küreselleşme ile birlikte Avrupa'da giderek artan bir Müslüman nüfus oluştuğu gibi Suudi Arabistan da bir milyonu bulan Katolik göçmen nüfus alıyor.

Avrupa'da Müslümanların ibadet özgürlüğü var. Suudi Arabistan'da Hıristiyanlara bu özgürlük tanınmıyor.

Hıristiyan göçmenler, İncil ve haçlarını, Suudi Arabistan girişinde gümrük kapılarında bırakmaya zorlanıyorlar.

Papa II. Benediktus "mütekabiliyet" ilkesi çerçevesinde şimdi Suudi Krallığı'ndaki Hıristiyan göçmenler için "din ve vicdan özgürlüğü" istiyor.

Ziyaretin ana teması bu. İki taraf için de öylesine önemli bir konu ki bu, ilk kez bir Suudi Kral, "kâfir" saydığı Vatikan'a ayak basmayı göze alıyor.

Resmi diplomatik ilişkileri olmayan iki devlet arasında böylece en üst düzey bir ziyaret gerçekleşiyor.

Ziyaret talebi, Papa ile "Ortadoğu meselesini" de görüşmek isteyen Kral Abdullah'tan geliyor!

Baştan sona "esneklik" örneği...

Gelin görün ki bu "esneklik" çift taraflı ve "esnekliğin" sınırları var!

Sınırlarından "haç" sokmayan Kral Abdullah, "Haçlı" Papa ile dün "Cumhuriyet" te gördüğünüz, İsa tablosu altındaki pozu veriyor. Vatikan protokolünden bu konuda herhangi bir özel talepte bulunmuyor. "Arkası boş bir fon önünde" resim çektirelim falan demiyor.

Ya da "Madem burda sağım solum 'haç', şurda da benim şeriat bayrağım duruversin!" diye bir dayatmaya girmiyor.

Sıkı mı? İki bin yıllık "diplomasi geleneğine" sahip olan Vatikan çünkü hiçbir zaman protokole "yapay teferruat" gözüyle bakmadığı için "konuğuna" maharetle konukluğunu bildirmeyi başarıyor.

"Reel politik çıkarlardan" zerre kadar fedakârlık etmeden hem de...

 

14.11.2007 / NİLGÜN CERRAHOĞLU / ROMA -

 

Keşke okunabilse, keşke anlaşılabilse...

Teşekkürler sevgili Nilgün hanım...

Teşekkürler...

Gönderi tarihi:
  • Yazar

Faizcilikte Dünya Şampiyonu AKP...

Gazetelerin tümünde bir haber bangır bangır bağırıyor...

Nedir o?..

Faiz haberi..

Ne olmuş?..

Faiz oranı indirilmiş...

Ne kadar?..

Nınının nınısı kadar...

Sayfalarda başlıklar çarpıcı gerçeği büyük puntolarla bildiriyor:

"Faizde dünya şampiyonuyuz!.."

Yeryüzünde en yüksek faizcilik, "Ilımlı İslamcı Devlet" Türkiye'de, AKP iktidarında, türban modasıyla birlikte tezgâhlanıyor... Peki, neden faiz folluğuna dönüşen bu ülkede, türban, devletin ve hükümetin en yüksek katlarına tırmanıyor?..

Sorunun kısa yanıtı:

Göz boyamak için!..

*

Aklı başında bir insan, Müslümanlığı nereden öğrenir?..

Yanıt açık:

- Kuranıkerim'den!..

İslamda faizi öğrenmek mi istiyorsun?..

Aç Tanrı'nın kitabını oku!..

Bakara suresi:

"Allah alışverişi helal, faizi haram kıldı..."

"Kim faizciliğe dönerse, işte onlar cehennemliktir..."

"Faiz yiyenler mahşerde ancak şeytanın çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar..."

Allah faizi haram kalmış; ama, türbancılık yaparak iktidara oturmuş sözüm ona Müslümalar faizcilikle ceplerini dolduruyorlar; bunların soyu, sopu, akraba ve taallukatı faizcilerden oluşuyor...

*

Geleneksel başörtüsüne saygımız sonsuz...

Ama, faizcilerin modası türban, satılmışlık siyasetinin flamasına dönüştüğünden, saygınlıkla ilişkisi bulunmayan bir kandırmaca işlevi görüyor.

Hem Kuranıkerim'de yasaklanan faizciliği ülkede neredeyse temel ekonomik düzene çeviren sözüm ona İslamcı iktidar, türbanı-tesettürü Müslümanlık adına mı savunuyor!..

Yok canım...

Bunlar için kadının tesettürü, cins-i latif üzerindeki erkek diktasının ilkellik, kıskançlık ve egoizmini tatmin etmek yöntemidir...

Erkek egemenliğindeki bir toplumda demokrasicilik oynayanların türbancılık siyaseti, gerçekte kadın değil erkek davasıdır...

*

Çoğu Müslüman Kuranıkerim'i bilmiyor...

Kuran'ı okuyup belleyeceksin, öğreneceksin... ki İslamı anlayabilesin...

Ülkeyi yâr-ü ağyarla birlikte faiz folluğuna çevirip elin gâvuruna, keferesine ve kendi iktidarının palazlanmış yandaşlarına sömürttükten onra türbancılık yaparak Müslümanlık taslamak sahtekârlıktır...

Türkiye tarihinde hiçbir politikacı kadrosu bu iktidar kadar sahtecilik yapmadı...

İktidar, faizcilikte dünya, türbancılıkta ülke şampiyonu...

İlhan Selçuk / Cumhuriyet / 16.11.207

Gönderi tarihi:
  • Yazar
kasmpasana0.jpg
Gönderi tarihi:
  • Yazar

Av. Tezcan ÇAKIR

Meşrutiyet cad. No:3/14* 06650 Ankara

Tel: 0. 312. 418.39.89 * 418.59.21 Faks: 0. 312. 425.68.97

DANIŞTAY BAŞKANLIĞI'NA / ANKARA

DAVACI : Av. Tezcan Çakır

DAVALI : Başbakanlık

T. TARİHİ : 8.11.2007 günlü ve 26694 sayılı R. G. Tebliğ ile duyurulmuştur.

T. KONUSU : Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin Abdülaziz El Suud'a Devlet Şeref Madalyası verilmesine ilişkin 3.11.2007 tarihli ve 2007-12760 sayılı Bakanlar Kurulu Kararının iptali istemidir.

OLAY:

 

1- 8.11.2007 günlü ve 26694 sayılı Resmi Gazete yayımlanan Tebliğ; ülkemizi ziyaret etmek üzere gelen Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin Abdülaziz El Suud'a, "Şeref Madalyası verilmesi" yolunda 3.11.2007 tarihli ve

2007-12760 sayılı Bakanlar Kurulu kararı alındığını kamuoyuna duyurmuştur.

Bakanlar Kurulu kararı, Resmi Gazetede yayınlanmamış olmakla beraber, söz konusu tebliğ ile alındığı anlaşılmaktadır.

 

2- "Devlet Şeref Madalyası" 24.10.1983 tarih ve 2933 sayılı Madalya ve Nişanlar Yasasının 2. maddesinin (B) bendi uyarınca verilmiştir.

3- İlgilinin madalyanın gerekçesi veya nedeni olarak da; "… Suudi Arabistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin her alanda güçlendirilmesi ve bölgemizin barış ve istikrara kavuşması için sorunların çözümüne yönelik şahsi çaba ve katkıları...." gösterilmiştir.

 

A- Dava ehliyeti hakkında:

1- Ankara Barosuna kayıtlı olarak serbest avukatlık yapmaktayım.1136 sayılı Avukatlık yasasının 2. maddesi, "….her türlü hukuki mesele ve analaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini, hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını…" avukatlığın amacı olarak belirtmiştir. Avukatlardan oluşan baroların, hukukun üstünlüğünü sağlamakla görevli olduğu yasanın 76. maddesinde öngörülmüştür.

 

2- Öte yandan, 30601426046 kimlik numarasıyla, T.C vatandaşlığına sahibim.

Vatandaşı olmakla övündüğüm Ulusumun ve dolayısıyla Devletimin en üstün madalyasının, tebliğde öne sürülen gerekçelerden yoksun bir kişiye Devletim adına verilmesinden üzüntü ve elem duydum. Madalyanın üzeri altın kaplama olmasa bile,- ki yönetmeliğin 5. maddesi uyarınca, altın kaplamalı ve "T.C." sembolünü taşıması gerekir- ülkeme ait bir değer, öne sürülen nitelik ve değerleri taşımayan bir kişiye verilmiştir. Sade bir vatandaş olarak da, Anayasanın 36. maddesi uyarınca ortaya çıkarılan bu ölçüsüzlüğe hukuki bir tavır koyabilme hakkımın olduğunu sanmaktayım.

 

B- Hukuki düzenlemeler:

1- 2933 sayılı Madalya ve Nişanlar yasasının 2. maddesi; Devlet madalyasını üç tür olarak tanımlamıştır. Maddede aynen;

a) Devlet Şeref Madalyası; "Devlet Şeref Madalyası, Bakanlar Kurulunun teklifi, Cumhurbaşkanının tevcihi ile Türkiye Cumhuriyetinin bekası, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğü, toplumun huzuru, birlik ve beraberliği için yurt içinde veya yurt dışında üstün feragat, fedakârlık, başarı ve yararlık gösteren Türk ve yabancı uyruklu kişilere verilir."

 

B) Devlet Övünç Madalyası; "İlgili bakanın teklifi, Bakanlar Kurulunun onayı ve Cumhurbaşkanının tevcihi ile yurt içinde veya dışında gösterdiği sorumluluk ve görev anlayışı içinde feragat ve fedakarlık, başarı ve yararlılık dolu çalışmalarıyla Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milleti adına haklı gurur kaynağı teşkil ederek malul olanlara ve şehit olan kişilerin bu Kanunun 5 inci maddesinde belirtilen mirasçılarına verilir."

 

Dava konusu Bakanlar Kurulu kararını göremediğimiz için tebliğe itibar ederek, madalyanın yasanın 2/b maddesi uyarınca verildiğini kabul etmemiz gerekmektedir. Ancak, madalya verilen kişinin yasanın 2/b maddesinde belirtilmiş kişilerden olmadığı çok açıktır. Eğer, tebliğ ve Bakanlar Kurulu kararındaki yasal dayanak 2933 sayılı yasanın maddesi ( 2/B) ise, hukuki sakatlık daha baştan belirgin bir haldedir. Kral Abdullah, "…. Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milleti adına malul ve şehit olan kişilerinden olmadığı gibi, bunların mirasçıları…" da değildir.

Basında yer alan haberler "Devlet Şeref Madalyasının" verildiğini yazdığına itibar edersek, bu takdirde yasanın (2/a) maddesindeki koşulların oluşmadığını aşağıdaki bölümlerde açıklamağa çalışacağım.

 

2- Bakanlar Kurulunun 4.07.1988 gün ve 88- 13039 kararıyla kabul edilip, 7.8.1988 gün ve 19892 sayılı Resmi Gazete yayımlanan "Devlet madalya ve Nişanları Yönetmeliği" 2933 sayılı yasanın 13. maddesi uyarınca çıkarılmıştır. Yönetmeliğin 2. maddesi kapsamı, 4. maddesi de madalyayı tanımlamıştır. Madalya; "yurtiçinde veya dışında, Türkiye Cumhuriyetinin bekasında, ülkenin ve milletin bölünmez. bütünlüğünün korunmasında, Devletin yücelmesinde ve milli menfaatlere katkıda, hizmet ve vazifede, üstün feragat, fedakârlık, başarı ve yararlık gösteren kişilere verilen muhtelif cins ve değerde bir sembol…" olarak tanımlanmıştır.

 

Yönetmeliğin 8. maddesinde belirtilen kişi veya makamların, madalya ve nişanlara layık görülen gerçek veya tüzel kişileri, makama önerebilecekleri öngörülmüştür. Bu makam yönetmeliğin 4. maddesine göre, Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğüdür.

Yönetmeliğin 9. maddesi de, Genel Müdürlükte toplanan tekliflerde ilgilinin kimliği, madalyaya layık ve talep edilme sebepleri ile ve varsa belgelerin de ekleneceğini düzenlemiştir.

 

Yönetmeliğin düzenleme biçiminden anlaşıldığı gibi, ilgiliye madalya verilmesini isteyen bir kamu makamı ve bunun yazılı neden ve belgeleri anılan genel müdürlükte bulunmaktadır. Bir Hukuk Devleti olduğumuzdan, herhalde " bana madalya verene, ben de bir madalya vereyim … " denilmemiştir. İdarenin yargısal denetiminin yapılması gerçekten amaçlayan bir Hukuk Devleti isek, madalyayı öneren kamu makamı, önerisinin nedenini ve belgelerini içeren dosya, anılan Genel müdürlükten resen istenip değerlendirilmelidir.

 

Hukuksal Durum ve İptal Nedenleri:

Bu dava; kralın ziyaret günü ve nedeni, ziyaret biçim ve protokolü, karşılanma ve ağırlama biçimi üzerine kurulu olmamakla beraber, bu hususlarda gösterilen Devlet ciddiyet ve zaafiyet eksikliği veya yetersizliği, aynı zamanda madalyanın verilmesine de neden olduğundan, gerektiği ölçüde bu gibi hususların üzerinde durulmuştur. Elbette, bir hukukçu olarak konunun diplomatik ve tarihsel, sosyal ve siyasal boyutunu bir yana bırakarak salim kafayla hukuki açıdan değerlendirilmesi çabası içinde olmağa çalışılacaktır.

 

1- Öncelikle belirtmek gerekir ki, madalya verilmesinin yasal koşulları oluşmuş (!) veya oluşturulmuş veya bu dava nedeniyle hemen oluşturulabilecek olsa bile, ilgilinin ülkemize, ülkenin ve demokratik toplum düzeninin kurucu olan Mustafa Kemal Atatürk' e karşı aldığı tavırlar nedeniyle hakketmediği kanısındayım. Öte yandan, "ulusal çıkar" kavramı, iki ülke ve toplumlar arasında yaşanılan gerçekler ile halen ve herkez için geçerli hukuk kuralları göz ardı edilerek, iki kişi arasındaki özel ilişki madalya alışverişiyle resmileştirilmiştir.

 

2- Tebliğde yazılı olan madalya verilmesinin nedeni/ gerekçesi; "Suudi Arabistan ile Türkiye arasındaki ilişkilerin her alanda güçlendirilmesi ve bölgemizin barış ve istikrara kavuşması için sorunların çözümüne yönelik şahsi çaba ve katkılar…" imiş. Anlaşılan odur ki, ilgili kişi iki ülke arasındaki ilişkileri güçlendirmek üzere geçmişte esirgememiş olduğu ilgi ve çabayı (!), ileride de devam ettirecek imiş. Bu hususun güvenceye bağlandığı anlaşılıyor. Bunun yanı sıra, halen bölgenin barış ve istikrara yönelik katkılarından dolayı da, madalyayı hak etmiş imiş. Bu gerekçelerin neler olduğu, madalya teklif yazısında, Bakanlar Kurulu gerekçesinde görüleceğinden, resen getirtilip irdelenmelidir. Böylece, ilgilinin iki ülke ilişkilerini güçlendirme amaçlı olarak yaptığı ve yapacağı kişisel çaba ve katkılar, kamuoyunca da bilinir.

 

3- Somut olayda Mahkeme'nin re'sen araştırma yetkisinin harekete geçirilmesiyle, idarenin yasal sınırlarını aşıp aşmadığı anlaşılabilecektir.

Uyuşmazlığın esasının çözümlenebilmesi için bu görev ve yetkinin kullanılması ve böylece idarenin, hukuka bağlılığı, yasal sınırları içinde olup olmadığı, dolayısıyla hukuka uygun bir Bakanlar Kurulu kararının tesis edilip edilmediği, hukuka saygılı bir idarenin varlığı anlaşılmış olacaktır.

 

"… Her ne kadar idari yargıda resen araştırma ve inceleme ilkesi geçerli ise de, bu olgu mahkemenin araştırmalarının keyfi bir şekilde yürütülebileceği anlamını gelmez…"[1][1] , "…Gerçeğe ulaşılma doğrultusunda yapılan araştırma ve incelemelerin idarenin yerine geçme olarak düşünülmesi de mümkün değildir…"[2][2] biçimindeki Danıştay kararları, resen araştırmanın boyutunu ve gerekliliğini ortaya koymaktadır.

 

İdare Hukuku öğretisinin üstadı, Ord. Prof.Dr. SS. Onar'ın konuya yaklaşımı da oldukça aydınlatıcıdır. "Dairelerin veya kurulların bu yetkilerinin, tetkik ve hükmü başka mercilerine ait olan hususları kapsamayacağı tabiidir. …. İdari hâkimin bilgi toplama yetkisi, ancak idari hususlar hakkındadır… İdare mahkemesinin yetkisi sadece davanın unsurlarını uyuşmazlığı aydınlatacak bilgi toplamağa inhisar eder, faal idareye emir, talimat ve direktif verme kudreti yoktur…" [3][3] biçimindedir.

 

4- Madalya verilen kişi, Türkiye Cumhuriyetinin sürekliliği, ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğü, toplumun huzuru, birlik ve beraberliği için yurt içinde veya yurt dışında üstün feragat, fedakârlık, başarı ve yararlık gösteren bir kişi değildir. Eğer davalı idare, bu kanı ve iddiada ise, bunları tek tek kanıtlamalı ve belgelendirmelidir. Ülkemiz için yaptığı fedakarlıklar, gösterdiği yararlı çalışmalar, uluslar arası arenada ülkemiz için gösterdiği çaba ve girişimler, ulusun bölünmez bütünlüğü, huzur ve birliği için yaptığı çalışmalar, nelerse kanıtlanmalıdır. İşte bu nedenle, yargının resen araştırma yöntemini uygulamasını istemekteyim.

 

Kanımızca, iki ülke insanlarının Müslüman olmaları dışında hiçbir ortak yönleri yoktur. Madalyalı kişi, Birinci Dünya ve Kurtuluş savaşında İngiltere ile birlik olup Türk askerlerin arkadan vuran bir aşiret devletin kralıdır. Geçmişte Ulusal bağımsızlığımıza yardım ve katkısı olmadığı gibi, bugün geçerli olan Devlet ve hukuk düzenimizi kendisine benzetme çabası içindedir. Tarihin görebileceği en büyük Önderinin kimliğini, anlamını ve tarihsel ağırlığını bilmekten aciz ve saygısız bir kişidir. Mekke'de Osmanlı mirası ECYAD kalesini yıktırarak tarihi değeri ve mirası yok etmiştir. Onun yerine inşa ettirdiği iş merkezi- otel yapısıyla, ne kadar paragöz olduğunu göstermiştir.

 

Şeriat yasalarının uygulandığı, yargısız infazların ve teokratik polis devletinin geçerli olduğu, silah, petrol ve rüşvet ilişkileriyle ABD'nin kuklası olan bir devletin, ülkemizle ilişkileri tartışmalıdır. Ulusal bir matem gününde, yerleşik diplomatik kuralları ile - anıtkabire gitmemesi, bayrağını indirmemesi, oteline çöl çadırı kimliği vermesi, ülke Cumhurbaşkanını ayağına çağırması vs gibi- Cumhuriyetin kurucusunu ve ilkelerini hiçe sayan kişiye, Türkiye Cumhuriyetinin en büyük madalyasını verilmesiyle, ulusal onurumuz kırılmıştır.

 

5- Öte yandan daha önceden tanışmış olmaları, 1983-1991 döneminde Cidde İslam Kalkınma Bankasından dolayı amir ve memur ilişkisi içinde bulunmaları,- madem ki kral, Bankanın patronu sayılır ve banka çalışanları da kralın memurudur - aynı manevi değerlerle donatılı olarak yaşamaları, diğerinin de benzeri bir armağan vermesi gibi olgularla devlet adına ve devlet hesabından, madalya ve buna bağlı onurlandırma belgesi verilmez.

Verildiğinde, ulusal onurumuz zedelenmiş olur.

 

Ülkeyi ziyaret eden devlet Başkanlarına sembolik ve bir anı olarak hediye eşyalar verilmesi gelenek ise, bunun ayrıca bir madalyayla desteklenmesi gerekmez. Ülkemizi temsilen gidilen yabancı ülkelerde ve Ülkemizi ziyaret eden devlet Başkanlarına, gerek duyulursa ve bir karşılık olarak verilmesi gerekiyorsa, açık veya örtülü ödenekten hediye eşyalar, verile gelmiştir. Bu tür hediyelerin bedeli, tüm vatandaşlardan elde edilen gelirlerden sağlandığı halde, şimdiye kadar kimse "benden aldığım vergi ile ne diye hediyeler veriyorsun" dememiştir.

 

Ama hediyenin konusu ülkenin onur madalyası olduğunda; olaya oldu-bitti, ahbap - çavuş ilişkisi, karşılıklı alış-veriş gibi bakılamaz. Hacca gidecek vatandaş sayısını arttırma amaçlı olarak görülemez. Sorun, Ulusun vatandaşlarını, halen ve geçmişte bu ülke için savaşanlarını, savaşırken arkadan vurulan atalarımızı çok yakından ilgilendirir.

 

Savaşta bile, on binlerce kişi savaşır, üstün yararlılık ve fedakârlık gösterir, fakat bazılarına madalya verilir. Dünyada o kadar ilişkide olduğumuz ülkeler varken, neden şeriat ile yönetilen bir ülke başkanı seçilmiştir.?

Bir ulusun onur madalyası, herkese değil, hak edene verilir. Devletimizin kurucusuna ve kuruluş felsefesine açıkça meydan okuyan birine, kamu vicdanı ve tepkisi göz ardı edilerek Devletin en yüksek madalyası verilemez. Atatürk'e sevgi ve saygısızlığını her ortamda ortaya koyan kişiye Atatürk'ün kurucusu olduğu Devlet, en üstün madalyasını en aykırı kişiye veriyorsa, madalya dışında bunun bir başka nedeni, anlamı olmalıdır. Milli bayramı ve matem günlerini, alternatif bir başka toplantı ve gösteriler düzenlemekle geçiren yöneticilerimiz, ulusal matem gününü seçerek birilerine özel mesaj iletmek istemiş olabilirler.

 

6- 2933 sayılı yasaya göre, "Devlet Şeref Madalyası" Bakanlar Kurulunun teklifi, Cumhurbaşkanının tevcihi ile" ile verilmektedir. Tebliğe göre, Bakanlar Kurulu bir karar aldığı anlaşılmakta ise de, 3-13 Kasım tarihli Resmi Gazetelerde yayımlanmadığı görülmüştür. Bu durum Bakanlar Kurulu kararı olmadığı değil, yayımlanmasından kaçınıldığı anlamında kabul edilebilir. Bakanlar Kurulu kararının kesinleşmesi veya uygulanabilir bir hale gelmesi ise, "Cumhurbaşkanının tevcihi" ile mümkündür." Tevcih; yöneltme, rütbe verme, mana verme, yorumlama anlamına gelmektedir. 2933 sayılı yasa ve yönetmelikte, tevcihin nasıl sağlanacağına açıklık getirmemiştir.

 

Tevcih; yazılı karar alma, yazılmış olan kararı onaylama veya yazılı karar doğrultusunda işlem ve eylemde bulunma biçiminde olabilir. Hangi yöntemle sonuca ulaşılırsa ulaşılsın, Bakanlar Kurulunca bir karar alındıktan sonra yapılabilmektedir. Bir başka anlatımla, madalya verilmesine dair Bakanlar Kurulu kararı, bir ön- hazırlık- işlemdir.

 

Bundan sonra Cumhurbaşkanının alacağı karar veya tavır, bu ön işleme kesinlik kazandırmaktadır. Öyleyse, ortada zincirleme- halkalı - bir idari işlemler dizini var denilebilir.

Halkalı işleminin başlangıcındaki sakatlık, nihai işlemi de sakatlar.

Öte yandan, Cumhurbaşkanının kararı veya takındığı tavır, yoklukla sakattır.

 

Çünkü, 5678 sayılı yasada, görevde bulunan Cumhurbaşkanının yasa değişikliğinden sonra hukuki durumunun ne olacağını belirleyen geçici maddeye yer verilmemiştir. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine dair yasa, referandum sonucunda yürürlük kazanmış olduğundan, görev süresinin son ermiş olması ve 60 gün içinde halk tarafından Cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılması gerekir. Yargılama sürecinde söz konusu 60 gün geçirilmiş olacağından, karar aşamasında bu tartışmanın yapılması gerektiği kanısındayım.

 

7- Hukuk, yaşayan ve yaşanılan toplumsal ilişki ve olaylara bir çözüm getiren, kurallara bağlayan bir bilim dalıdır. Hukuk, toplumsal olaylardan etkilenir, bunları bir kurala bağlar. Bu nedenle madalya verilmesine ilişkin yasal düzenlemeler dışında, iki ülke ve vatandaşları arasındaki tarihi, diplomatik ve sosyolojik gelişme ve olaylara bakılarak bir sonuca ulaşılmalıdır.

 

"Verilmiş olan madalyanın davası görülmez.", "İptal kararı verilse bile, uygulanması sorun yaratır." denilse bile, davanın gerçek sahibi olan toplumun tavır ve tutumuna daha çok önem vermekteyim. Davanın usulden veya esastan reddi, hukuki inancımı ve vicdani kanımı değiştirmez.Toplumun, Devletimizin kurucusuna ve kuruluş felsefesine sahip çıkacağına inanıyorum.

Demokratik ve laik bir Cumhuriyetin, şeriat kurallarını uygulayan bir ülke yöneticisine, Cumhuriyetin en üstün madalyasını vermemesi gerektiğini düşünüyorum. Somut olayda, demokratik, laik ve Hukuk Devletine yakışmayan bir karar alınmış ve uygulanmıştır.[4][4]

 

Demokrasilerde hukuk, tarafların gücü ya da statüsüne göre yorumlanmaması gereken, evrensel kurallar bütünüdür.

SONUÇ: Açıklanan nedenler ve resen görülecek sair hususlarla dava konusu kararın iptaline, avukatlık ücreti ile yargılama giderlerinin davalı idareye yükletilmesine karar verilmesini, saygılarımla arz ve talep ederim.

 

13.11.2007

Av. Tezcan Çakır

EK:

Dava konusu Bakanlar kurulu kararı R.G. bulunamadığından eklenilememiştir.

BK Tebliği

Gönderi tarihi:
İşte Atatürk’ün “Şeriatçı” Suudi yönetimine karşı tavrı.

Bugünkü Suudi Arabistan devleti Hicaz, Necd ve yöresini birleştiren Abdülaziz ibn Suud’un melik, yani kral ilan edilmesiyle 8 Ocak 1926 tarihinde bağımsızlığına kavuştuğunda İslam âleminde olduğu kadar Türkiye’de de iyimserlik meltemleri estirmişti. Nitekim Türkiye Cumhuriyeti yönetici kadrosunun, çöken Osmanlı Devleti’nin küllerinden doğan ikinci bağımsız devlet kimliğiyle Suudi Arabistan’la yakınlaşma, hatta dayanışma içerisine girdiklerini görüyoruz. 1932’de Suudi Arabistan’ı resmen tanıyan ilk devletin Türkiye Cumhuriyeti, ilk kutlama mesajını çeken kişinin de Gazi Mustafa Kemal olması, bu şaşırtıcı gerçeğin göstergeleridir.

Daha ilginç bir nokta ise şudur: Yıllar sonra Suudi Arabistan tahtına oturacak ve 1975 yılında bir suikasta kurban gidecek olan vezir Emir Faysal, 1932’de Türkiye’ye yaptığı ziyarette kelimenin tam anlamıyla “krallar gibi” karşılanmış, yani kraliyet protokolü uygulanmıştı. Başta Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı olmak üzere devlet adamları ve erkânından, ayrıca halktan çok yakın ve sıcak bir ilgi görmüş, hatta gazete haberlerine bakılırsa sokağa çıktığında coşkun bir şekilde alkışlanmıştır. Türk basını ise bu ziyaret sırasında Suudi rejiminin “Şeriatçı” olup olmadığıyla değil, bağımsızlığına kavuşmuş bir kardeş İslam ülkesi diye ilgilenmiştir. Hele bu ziyaret vesilesiyle Yunus Nadi’nin “Cumhuriyet” gazetesinde yazdığı bir yazı var ki, bugün o yazının aynı gazetede yayınlanması maalesef hayaldir!

Faysal, Ankara’da resmî bir törenle karşılanır, ardından Çankaya’da Gazi Mustafa Kemal tarafından kabul edilir; şerefine bir ziyafet verilir. Ertesi gün Anadolu Ajansı “Gazi Hazretleri”nin gezi münasebetiyle “irad ettikleri” şu nutku yayınlayacaktır:

“[bu ziyaret] münasebetlerini samimiyet ve karşılıklı itimad esasları üzerine kurmuş bulunan Türkiye Cumhuriyeti ile Hicaz-Necd ve Yöresi Devleti arasındaki bağları daha ziyâde kuvvetlendirecektir... Memleketlerinizin terakki yolunda inkişafı için sarfolunmakta bulunan gayret, Türkiye’de alâka ve takdirle takip olunmaktadır... Türk milleti, devletiniz ve milletiniz için devrin icablarına göğüs gerecek ciddî mesâide büyük muvaffakiyetler kazanılmasını bütün samimiyetiyle arzu etmektedir. Haşmetlû Melik Hazretleri ile yüksek Hânedânının saadeti ve Devletinizin ikbal ve tealisi hakkındaki kalbî temennilerimi bu vesile ile de ifade etmek isterim.”

Bunlar diplomatik nezaket kelamlarından ibaret değildir kuşkusuz. Öyle olsaydı Atatürk’ün Suudi Arabistan’ın bağımsızlığını ilk tebrik eden devlet başkanı olmak için acele etmesine ne lüzum vardı? O zamanlar Suudi Arabistan’ın bugünkü gibi “katı” bir şeriat rejimi olmadığını söyleyip, daha az Vehhabi ve daha az “İslamcı” olduğunu bahane etmeye kalkacaklar fazla heveslenmesinler. Zira Emir Faysal’ın İstanbul’daki basın toplantısında yaptığı konuşma ve gazetecilerin sorularına verdiği cevaplar basına yansımış ve hiçbir gazete de “Şeriatçılar adam kesiyor” yaygarası koparmamıştır. Genç misafir, basın mensuplarına lafı eğip bükmeden, ülkesinde Şeriat hükümlerinin geçerli olduğunu, hırsızlık yapanların ellerinin kesildiğini, katillere kısas uygulandığını, içki içenlerin mülklerinin ellerinden alınıp sınır dışı edildiğini, tiyatro ve sinemanın yasak olduğunu söylemiştir. Yine çıt yok!

Faust öyle demişti değil mi: “Dostum, geçmiş bizim için yedi mühürlü bir kitaptır.”

MUSTAFA ARMAĞAN

 

Aslında olaylara bakışımız biraz objektif olsa hem kendimiz hemde başkaları rahat edecek doğrusu.

:(

Gönderi tarihi:

cok onemlı bırfırsatı kacırdık malesef bunda ahmet necdet sezerınde etkısı buyuk.cumhurıyet mıtınglerınde cok guzel bır hava yakalanmıstı.ahmet necdet sezerın elınde tayyıp erdoganı ıstıfaya davet etme gıbı bır yetkısı oldugu halde bunu kullanmadı.tarıhı bır fırsatta kacmıs oldu.tek bır cumle soylemesı yeterlıydı.ya BOP esbaskanlıgından ıstıfa et yada TC basbakanlıgından ıstıfa et demesı gerekırdı.ama demedı veya dıyemedı.varsa yoksa turkıye laıktır laık kalacak sloganlarıyla kendımızı kandırmıs olduk.benım basbakanım baska bır ulkenın hemde ulkemızı bolen bır projenın es baskanlıgını yapamaz.sımdı kım ıstıfaya davet edecek abdullah gul mu..

Gönderi tarihi:

Olaylarin objektiflikle ne ilgisi var simdi anlayamadim,yani Atatürk'ün büstünün kapatilmasini,Anit kabir ziyaretinin reddini,Cumhurbaskaninin Kralin ayagina gittiginimi hangisine objektif yaklasmamiz gerekiyor aciklayan olsada bizde bilsek.Resmen Cumhura hakaret edilmistir,Cumhurbaskani kendi basina alip Hayrünnisa hanimini Krali ziyarete kisisel olarak gidebilir,hatta Kasimpasali Erdoganda gidebilir,ama Türkiye Cumhuriyetinin Cumhurbaskani ve basbakani sifatiyla Kral ugruna protokoller degistirilemez.O zaman birakin her gelen ziyaretci bildigi gibi hareket etsin varmi böyle birsey,bu ülke sömürge degildir helede Suud kralinin emrine göre hareket edilmiyor bu ülkede.Muz Cumhuriyeti arayanlar gitsinler Afrikada cok muz yetisiyor oralarda basbakanlik veya Cumhurbaskanligi yapsinlar,hem oralarda rengarenk giysilerde var tam istedikleri gibi calaR oynarlar.Ve yakisirlarda oralara.

 

 

saygilarla

Gönderi tarihi:
  • Yazar
6113Abdullah.jpg
Gönderi tarihi:
.

.

.

 

Demokrasilerde çare tükenmez. :)

Gönderi tarihi:
  • Yazar

9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'le son günlerin tartışılan konularını konuştuk:

'Otel odasında görüşme olmaz'

SÖYLEŞİ...

Ankara'da Güniz Sokak'tayım. Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel , 22 Temmuz seçimlerinden sonraki uzun süreli suskunluğunu bozuyor. Anlaşılan son gelişmeler, hele de Suudi Kral'a el etek öpmeler ve PKK terörünün iyice azması, sınır ötesi operasyon teranesi Demirel'i iyice kızdırmış. Eleştirilerini ince ince yapıyor. Ama o inceliğin altında nasıl taş gibi bir sertlik yattığı da kolayca anlaşılıyor. Sorularım karşısında Demirel, "Çok güzel sorular soruyorsun. Soruların bir kısmı tehlikeli alanlara girer ve çok polemiğe müsaittir. Ama ben sana her zaman olduğu gibi gayet samimi, içimden geldiği gibi, mümkün olduğu kadar mayınlara yaklaşmadan cevap vereceğim. Bunları da başına böyle yazarsın" diyerek kahkahayı atıyor.

 

- Suudi Arabistan Kralı Abdullah Türkiye'ye geldi. Kralın Atatürk ilke ve devrimlerine, Türkiye Cumhuriyeti'ne bakış açılarını biliyoruz. Anıtkabir'e gitmeyi reddetti. Böyle bir insana Devlet Şeref Madalyası nasıl verilebilir? Siz bir cumhurbaşkanı olarak bunu yapar mıydınız?

DEMİREL - Suudi Arabistan da, Türkiye de devlettir. Bu iki devlet arasında siyasi sorun yoktur. Yalnız rejimleri farklıdır. Suudi Arabistan'ın rejimi şeriattır, krallıktır. Bizimki ise laik, demokratik cumhuriyettir.

Geçmişte de biz bu tartışmaları çok yaptık. Mesela 1960'lı yıllarda Sovyetler Birliği'yle münasebete geçtiğimizde bu çeşit şeyler benim başımdan çok geçti. Ama rejim bir ülkenin kendi meselesidir. Devletler birbirleriyle, dostluk demiyorum, münasebeti kurarken birbirlerinin içişlerine, birbirlerinin rejimlerine karışmayacaklarını esas alırlar. Çünkü içişlerine karışma noktası, düşmanlığın ya da hoşnutsuzluğun başladığı yerdir.

Esasen hiçbir ülke, öbürünün rejimini filan düzeltemez. Herkes kendi bildiği istikamette gidecektir. Türkiye'ye davet edilirken Suudi Arabistan Kralı'nın birtakım hassasiyetleri olduğu, Anıtkabir'i ziyaret etmeyeceği bilinir. O zaman Türkiye'ye davet etmemek lazım. Yahut ettikten sonra "Niye Anıtkabir'e gitmedi" demenin çok anlamı yok.

'Yanlış yapıyorlar'

 

- Belli protokol kuralları var. Kral İngiltere'ye gittiği zaman İngiliz protokolüne, Vatikan'a gittiğinde de Vatikan protokolüne uydu. Ama her nedense Türkiye'nin protokolüne uymadı. Sizce neden?

- Protokolün temel birtakım kuralları olmakla birlikte, çok katı değildir; esneklikleri vardır. Çünkü mesele şekil değil, esas meselesidir. İnsanlar arasında şahsi dostluklar olur. Ya da devletler arasında çok samimi ilişkiler olur. Bir başka ülkeye uygulanan protokolden farklı birtakım şeyler yapılabilir.

Siz karşınızdakine ne yaparsanız onlar da size aynını yaparlar. Bir konuşma, müzakere söz konusuysa bunlar daha çok ziyaret edilen ülkenin makamında yapılır. Otel odasında yapılmaz. O yanlış. Biraz eleştirmeye değer bir konu.

Protokol kurallarının esnekleştirilmesine rağmen yine de dikkatli olmak lazımdır. Esnekliğin de bir sınırı vardır. Mesela otel odasında müzakereye girişmek sınırları aşar. O esneklik değildir; yanlıştır.

- Ayrıca anlaşıldığı kadarıyla bunlar zabıt tutulmadan yapılan müzakereler...

- O da devlet kurallarına uymaz. Devlet adına söylenen her lafın mutlaka arşive girmesi gerekir.

........

 

 

Leyla Tavşanoğlu / Cumhuriyet / 18.11.07

Gönderi tarihi:

 

Hürriyet gazetesi yazarı Emin Çölaşan 2 Ekim 2000 tarihli yazısında her zamanki hesap soran üslubuyla, bu kez eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev'e yazdığı bir mektubun hesabını soruyordu. Mektup, Demirel'in yeğeni Murat Demirel'in Azerbaycan'da kuracağı bir banka için "kolaylık" rica ediyor, şöyle bitiyordu:

 

"Banka sektöründe tecrübeli, muteber bir işadamı olarak dürüstlüğünden şüphe duymadığım Sayın Murat DEMİREL'den yakın ilgi ve desteğinizi esirgemeyeceğinizden eminim."

 

 

 

 

Güzel "TÜRKİYE" mizin güzel İnsanlarına... "DÜN,DÜNDÜR,BU GÜN,BU GÜNDÜR". ;)

Gönderi tarihi:

Tamam,bunu söyleyin,bu ülkeyi yönetenler eger ülke icin iktidarda olsaydilar Türkiye 50 yil sonra böyle olmazdi.Dün dündür bugünde bugün,demokrasi bir tramvaydir durakta ineriz,Türk kimligi degil Türkiyeli kimligi gibi laflarla bu ülke yönetildi ve yönetiliyor hala.Türkler ülkelerini savunurken Türkiyelilerde bölmeye calismaktadir,iste aradaki fark budur.Devleti yönetenler bu devletin ve ulusun sayginligini düsünmez onurunu hice sayarsa iste gider otellerde el ayak öper sonrada onlarla cok iyi iliskilerimiz var aman bozulmasin diye öptük derler,ayni Suudi Krali idam cezasi alan Türk'ün kafasini ucurturken Amerikali mahkumu ise affederek ülkesine gönderdi,ama Amerikali ,kralin elini ayagini hic öpmedi bugüne kadar.

 

 

saygilarla

Gönderi tarihi:
  • Yazar

Atatürk, İnönü, Bayar, Gürsel, Sunay, Korutürk, Evren, Özal, Demirel, Sezer ...

Hangisi kalkıp konuk bir Arap şeyhinin kapısına gitti? Hangisi okurumun isteği üzerine sıralayacağım şu sözleri söyledi:

 

1-Moral değerleri açısından Türkiye'nin bütünlüğünü tehdit eden ve en ziyade tahribatı vermiş olan, laiklik ilkesidir.

2-İkinci Cumhuriyet ve Yeni Osmanlılık kavramlarını çok sağlıklı buluyorum ve geleceğe umutla bakıyorum.

3-Türkiye Cumhuriyeti'nin sonu geldi, kesinlikle laik sistemi değiştireceğiz.

4-8 yıllık kesintisiz, zorunlu temel eğitim, reform değil, eğitime darbe, basın destekli sivil asker bürokrasisi ve sol partilerin dayatması..."

 

Söylermisiniz lütfen; Türkiye Cumhuriyeti'nin temel ilkelerine ve anayasasına karşı olan böyle bir kişi bizim, sizin, tüm halkımızın "Cumhurbaşkanı" olabilir mi?

  • 2 hafta sonra...
Gönderi tarihi:

457159Untitled-1.jpg

 

Fatih - Çarşamba Hatırası. Sayın Tayyip diz çökmeye erken yaşta alışmış. Ne demişler ağaç yaşken eğilir diye... Bir elde Kuran, bir elde tespih kafada sarık zihniyetinin müslamanlığı kula kulluk etmekten, el etek öpmekten ibarettir.

 

Türkiye'nin en yüksek makamlarında oturan insanların bu laubali tavırları, Türk insanının yüksek onuruna zarar vermektedir. ************, sabun köpügü etkili televizyon dizilerinde oynayan oyuncular bile, dizinin imajını zedelememek adına özel hayatlarından, ilişkilerinden feragat etmektedirler. Böyle bir skandala yol açmakatan çekinmeyen Sayın Cumhurbaşkanı ve Sayın Başbakan böyle bir feragatı Türkiye Cumhuriyeti ve Türk ulusu için gösterememektedir. Bugün hacılara, hocalara, tarikatlara göbeğinden bağlı bir yönetim, ülke onurunu ve çıkarlarını ne kadar koruyabilir veya bu bilince ne kadar sahiptir, bu sorulmalıdır.

 

Atatürk savarona yatında verilen bir balo sırasında, o zamanki yabacı sefirlerden birinin kızını nezaket icabı dansa kaldırır. Atatürk'le dans etmenin verdiği heyecan ile genç kız dansa odaklanamamakta ve sürekli Atatürk'ün ayağına basmaktadır. Atatürk kızın heyecanını anlar ve ses çıkarmaz fakat kız hata yapmanın verdiği suçlulukla valsi kendisinin idare etmesi durumunda daha az hata yapacağını düşünür ve valsi kendisinin yönetmek istediğini söyler. Atatürk'ün cevabı ise gayet kısa ve nettir. "Bir ülkeyi yöneteni ne zaman bir başkası yönetirse, o ülkenin muvaffak olması söz konusu değildir" der ve genç kızı nazikçe yerine oturtur. Bu, ülkesinin onurunu ve çıkarlarını her zaman ve şartta korumasını bilen bir lider örneğidir. Muhataplarına ibret olmasını dilerim...

 

Devlet terbiyesi almış, milli onura sahip insanlarla, mahalle kültürü alıp, arap terbiyesi ile yetişenleri kıyasladıkça içim bir tufaf oluyor, ağzıma saçma sapan sözler dolanıyor. Bizi kim yönetiyor yada bizi yöneteneleri kimler??? Halk bu sorunun cevabını bulunca, onlar da "geldikleri gibi gidecekler"...

 

Saygılarımla,

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.