Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

kehf suresinde hz. musa ve salih kul kıssası


Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Sevgili arkadaşım, amacım seni sinirlendirmek veya üzmek değildi. :(

 

Anlaşıldı ...Ben en iyisi okuyucu olarak kalıyım.

  • Cevaplar 69
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:
sayın brainslapper

vahiy varsa tanrıya mekan tayin etmiş oluruz diyorsunuz....ben basit düşünmeyi severim...elektrik örneğini versem beni kınamazsınız umarım....elektiriğin mekanı var mıdır...elektirik santrali elektiriğin mekanı olamaz değil mi....elektiriğin şekli şemali ya da mekan tahsisi gibi değerlendirmeleri yapabiliyor muyuz...bu konuda aydınlanmaya ihtiyacım var...

 

Sayın 4mevsim,

 

Elektrik, yönü, voltajı ölçülebilen, etkisi ve sonuçları gözlenebilen, madde kaynaklı bir metadır.

Herkes uzman olmasada, elektrikli ve elektriksiz kablo arasındaki farkı anlar. Elektriğin nerede, hangi kaboda olduğunu anlayabilir.

 

Elektrik "alan" ve " veren" cihazlar ayırt edilebilir.

 

İlah kavramı için yukarıda saydıklarımızdan hiçbirisi yapılamaz.

 

Vahy'den bahsedebilmek için, peygamberlik iddiasında bulunan kişiden AYRI bir varlık düşünmek şarttır.

AYRI kavramı, direkt olarak peygamberlik iddiasında bulunan ile ilah denilen şeyi birbirine karşı konumlandırır ve mekanlandırır. Bu nedenle "mekansız ve konumsuz" ilah kavramı ile "vahy" kavramı çelişen kavramlardır.

 

rivayetle ilgili söylediklerimi unutalım ve baştan düşünelim...

aslında o sorunuzu ilk cevaplarken de dakikalarca düşündüm....ölçüt nedir...

sanırım bir insanın deli ya da şizofren olduğunu anlama noktasında pek zorluk çekmeyiz...

ama bir insanın peygamber olup olmadığını anlama noktasında nasıl bir ölçü vardır...doğrusu peygamberin yaşadığı asırda olmadığım için bunu ciddi anlamda hiç düşünmemiştim...

..

sanırım sayın brainslapper bu sorunuza da somut bir cevabım yok...

 

Sayın 4mevsim,

 

Ciddiyetle kafa yorduğunuz için, ve ayrıca samimiyetiniz için teşekkür ederim.

 

Burada yazan veya okuyucu durumda olan birçok kişi, benim İslam'ı veya diğer dinleri karalamaktan zevk aldığımı sanıyorlar. Öyle birşey sözkonusu değil. Ben sadece, insanları okumaya, düşünmeye ve irdelemeye çağırıyorum.

Bunu yaparken, "öyle in anıyorsunuz da, bak şu şekilde de düşünülebilir" diyerek kafaları düşünmeye zorluyorum.

Yoksa kimsenin inancının, başkalarının hayatına müdahale etmediği sürece, beni alakadar etmeyeceğini söyledim defalarca.

 

bilgiye sahip olmak bazen birşey ifade etmiyor...çok azı hariç yahudiler ona inanmadılar çünkü...

bu sorunun cevabını ona inananlar verebilirdi o dönemde....

hz hatice hz ebubekir hz ali hz bilal hz yasir vs...

onlara kimse öğretmemişti bir peygamber nasıl olur...kimse anlatmamıştı...kimse de zorlamamıştı onları...hatta tam aksine iman edenler birçok şeyden vazgeçmeyi göze alıyorlar...çileye yürüyorlardı...

mutlaka onda gördükleri birşeyler vardı...ona inanmak ona tabi olmak için...

iman edenlerin görüp mekkelilerin göremediği birşeyler....çünkü onlar bunun ancak bir sihir olabileceğini düşünüyorlardı....gözle görebildikleri bir neden yoktu çünkü insanların ona inanmalarını sağlayacak....yanında melekler yürümüyor...gökten sofralar inmiyordu....

hatta nasıl oluyorda bu peygamber bizim gibi çarşılarda dolaşıyor yiyip içiyor diyorlardı...onlar için bu ölçü olabilirdi ancak...ama inananlar için bu da ölçü değildi...

peygamberlik bir yetime değil bizim aramızdan soylu ve zenginlerden birine gelmeliydi diyorlardı...ama bu da ölçü değildi ona inananlar için....

..

ahlakı samimiyeti vakarı sözlerindeki inanç erdem dürüstlük daha birçok şey sayılabilir...herkes sanırım onda aradığı şeyi buldu...aradığı şeyi gördü...ve bu durum inanmak gibi bir sonucu doğurdu....

biz hepimiz neyi arıyorsak onlar da aradıklarını onda buldular ki ardından gittiler seve seve...

herkesin cetveli kendi yüreği değil midir son tahlilde...

 

Şimdi gelelim, Muhammed'in peygamberliği hususuna.

 

Yahudiler bilgiye değil, rivayete sahiptiler.

Ve rivayetin de bir dayanak olamıyacağı konusunda sanırsam anlaştık.

 

Peki Muhammed'in peygamber olduğuna insanlar neden inandılar.

 

Ortadoğu oğrafyasında, ilahlarla iletişim kurulabileceğine inanan bir kültür var. Öncelikle bunu aklımızdan çıkarmayalım.

Bu kültürün üstüne Muhammed bin Abdullah'ın sara/epilepsi hastalığını ekleyelim. Karşınızda, sara nöbetleri geçiren, yani fizyolojik ve zihinsel olarak hasta, ama hastalığı sırasında bilinçsiz olarak yaptığı morarma, terleme, anlamsız bakma, hırıltılar çıkarma gibi eylemleri "metafizik dünya ile ilişki kuraraken gözlenebilecek belirtiler" olarak yorumlanmaya müsait bir insan var karşınızda. maalesef geri toplumlarda kimse çocuğunun sara hastası veya psikolojik sorunlu olduğunu kabul etmez ve mümkünse bu durumu saklamaya çalışır.

 

Muhammed'in saradan muzdarip kişiliğine, bir de annesiz, babasız ve itilip kakılarak büyütüldüğünü, sürekli çobanlık yaptırılarak sosyalleşmesinin önlendiğini de ekleyin.

 

Bu insan tercihinden dolayı değil, tercih edilmediğinden dolayı 25 yaşına kadar evlenememiştir.

 

Peygamberlik iddiasında bulunmadan önceki durumu hatırlayınız. Artık toplum içinde bile kalamayıp, mağaralara saklanan bir insan var karşınızda.

 

Kuran'daki ilk sureleri hatırlayınız. Sürekli bir savunma göreceksiniz. Sürekli muhammedin cinlenmediği, delirmediği söylenir durur.

 

Yani bunu söytlerken zevk almıyorum, sadece yüreğim sızlıyor, ama maalesef Muhammed peygamberlik iddiasında bulunmadan önceki dönemde bile, Kuran'dan anladığımız kadarıyla "arkasından teneke çalınan bir insan" konumunda.

 

Peki böyle bir insan nasıl peygamberlik iddiasında bulundu?

 

Yılmaz Erdoğan'ın "Bana bir şeyhler" oluyor diye bir tiyatrosu var. Orada nasıl şeyh/peygamber olunur güzelce anlatmış.

Zaten dilimizde bir söz de var bu durumlar için.

"Şeyh Uçmaz, mürit uçurur."

 

*

 

Arkasından teneke çalınan, zavallı bir insan nasıl peygamber yapılır ki?

 

Dalga geçerek ve gaz vererk.

 

"Sen peygambersin yaw" falan deyip, gaz vermek suretiyle.

 

Ama Araplar arası aile bağları çok güçlü olduğundan, her ne kadar bayılmasalar da, Abdulmuttalipoğulları "itilip kakılan, dalga geçilen kuzenlerine" sahip çıkıyorlar ve iş bundan sonra ciddileşiyor ve bugünlere kadar geliyor.

 

Abdulmuttalip oğullarının kuzenlerine sahip çıkmalarından önceki dönemde islamın yayılması diye birşeyden bahsetmek mümkün değil. İş ne zaman ki aile kavgasına dönüştü ve herkes bir taraf tutmak zorunda kaldı, o zaman yayıldı islam. Muhammed haklı olduğu için değil, herkes taraf seçerken binbir türlü hesap yaparak taraf seçtiği için yayıldı.

 

Medine dönemi zaten ayrı bir konu.

Korku ve yaşma ile insanlar ya katılmaya zorlandılar ya da karşı olmaya.

Bir taraf yağmayı serbest bırakınca, serbest bırakan tarafa katılım doğal olarak daha fazla oldu.

 

Yağmanın hedefi olmaktansa, yağmacı olmak daha akıllıca geldi insanlara.

Akrşı gelip öldürülmektense, katılmak veya katılmış görünüp, hayatta kalmak akıllıca bir seçenek haline geldi.

 

Yani işin, Muhammed'in erdemiyle, dürütlüğüyle, ahlakıyla alakası yok.

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:

bu konu hakikaten çok ilginç ...

mevzuya girmeden önce bir kaç önemli ilkeden hareket etmekte fayda var...

birincisi, bir konu hakkında fikir sahibi olabilmek için bilgi sahibi olmak gerekiyor.. bilgiye ulaşmak, bilgiyi değerlendirebilecek metoda sahip olabilmek, onu anlamak ve nihayetinde bu bilgiden bir netice çıkarmak...

ikincisi, bilginin kaynağının ne olduğudur ki ; bu bazen yazılı bazen de sözlü aktarımla bize gelmesi muhtemeldir... buna islami literatürde, yazılı olanına ayetleri, sözlü olanlarına ise rivayetleri misal verebiliriz... bir diğeri ise ne yazılı ne de sözlüdür ki bu bilgi aktarımı yaşamın taa kendisidir, geleneği örnek verebiliriz...

üçüncü olarak hatırlatmakta fayda görüyorum; bilginin ait olduğu alandır.. mesala tarih, coğrafya veya matematik gibi fizik alemde insani yetenek ve becerilerimizle tecrübelerimize dayanarak üretebildiğimiz bilgiler, ya da tecrubelerimizin dışında bize algılarımızın dışından gelen, rivayetlere dayanan bilgilerdir, fizik ötesi alana ait ilahi bilgiler örnek verilebilir... islami literatürde bu tür bilgiye haber-i sadık deniliyor... yani fizik ötesi-ahiret alemi- ne ait bilgiler... bu iki bilgi arasında çok temel farklılıkların olduğunu kutsal kitaplardan öğreniyoruz, çünkü bu alemde yaşadığımız sürece muhatap olduğumuz emir ve yasaklamaların yalnızca bu dünya hayatı ile sınırlı olduğunu öğreniyoruz...

şimdi kuranda tanrı iman mevzuunu anlatırken bizim kesin bir bilgi ile inanmamızı istediğini belirtmekte, inandığımız şeyden emin olmamızı, şüpheden uzak olmamız gerektiğini bildirmektedir... bu şu demektir ki; insani tecrübelerimizle elde ettiğimiz bilgilere nasıl inanıyorsak, hiç görmediğimiz aleme ait bilgilere de aynı derecede inanmak gerekmektedir... bu imanın gereğidir ve özelliğidir... meleklerin varlığına ve allahın yarattığı kulları olduğuna inanıyorum, tıpkı, elimde tuttuğum bardakta ki suyun varlığını tecrübe ettiğim gibi... cennetin varlığına ve tanrının rızasını kazananlar için bir mükafat olacağına inanıyorum, tıpkı hiç görmediğim halde, amerika kıtasının varlığına inandığım gibi... örnekler çoğaltılabilir... burada öz şu ki; görünmeyene görünen gibi, duyulmayana işitilen gibi inanmak iman etmenin özelliğidir...

iman etmek zordur... hakikaten vahye muhatap olduğu halde, kalbi tatmin olsun diye tanrıdan delalet ve işaret talep eden peygamberlerin durumunu da gözönüne aldığımızda konunun ne kadar zor bir durum olduğunu anlayabiliriz... hele bütün varlık alemini sadece görebildikleri ile sınırlayan bir insan için çok daha zordur...

benzer şekilde hz. Musa da tanrıdan hakikatin bilgisini istemektedir... bilmek istemektedir.. gerçekliği bilmek... insan oğlunun içini kemiren en büyük sır bu olsa gerek sanırım... hakikatin bilgisini elde etmek, varlık aleminin sırrına vakıf olmak ? ontolojik anlamda evreni ve yaşamı anlayabilmek....

ölümü ve yokluğu, ruhu ve varlığı çözebilmek... ve en önemlisi kalbinin tatmin olması.... belki de ilk önce kendimize izah edebilmek ...

şunu unutmamak gerekiyor ki , peygamberler bizim gibi birer insandır ve onlar da bizim gibi acı çekerler, hissederler, severler, aşık olurlar, aç kalırlar, zaman zaman zaafa, ya da yılgınlığa da düşebilirler, hata da yapabilirler.... onlar insandır çünkü... ilahi ve kutsal yönleri yoktur, onlar sadece tanrı tarafından elçilik için seçilmiş kişilerdir... ancak tek farkla... onlar tanrı tarafından düzeltilir ya da uyarılırdı.

Hz. musa tanrıdan bu bilgiye ulaştırılması için duada bulunuyordu ve istiyordu... tanrı da çok peygambere yaptığı gibi ona da bir melek gönderip gerçeğin bilgisini göstermek istedi... hatta tanrıyı görmeyi dahi istemişti Musa... tanrı Cebraili peygamberlerine insan suretinde gönderir ve onlara ilminden öğretirdi, bunu Muhammed peygamberden de öğreniyoruz ki ; '' o cebraildi, size dininizi öğretmek için gönderilmişti'' şeklinde haberler gelmektedir.. demek ki sayın +mevsim'in anlatmaya çalıştığı konu aslında o gelen kimsenin bir melek olduğu olmalıdır... ve olayın devamında fiziik alemin ve aynı zamanda islamın da mantığı ile hareket eden Hz. Musa ile Fizikötesi alemin kuralları, bilgisi ve mantığı ile hareket eden bir melek bir süre birlikte oluyor... Ancak ahiret yurduna ait olan melek vakıf olduğu bilginin özelliği nedeniyle, daha baştan Musanın bu tecrübe ile gerçekliğin bilgisine dayanamayacağını bildirmektedir... ancak musa o denli bu bilgiyi istemektedir ki, meleğe söz bile verir... ve nihayetinde bu yol arkadaşlığı 3 ilginç tecrübe ile son bulur... tecrübelerin ortak noktası ise şudur ; insanoğlu fizik dünya koşullarında fiziksel olarak algı ve tecrübe edinmekte, bu bilgilerle ancak fiziksel neticelre ulaşmaktadır... burada hemen hatırlatalım ki; islam hukuku da bu bakımdan fizikseldir.... ancak varlığın hakikati tek yönlü değildir.. onun içsel bir mantığı ve çok farklı yönlerden anlamlandırılmaları vardır... varlık alemi tek cihetten algılanıp değerlendirilecek kadar yüzeysel ve sade değildir... çok yönlü bir bakışı, çok yönlü bir algıyı ve çok yönlü bir anlayışı gerekli kılmaktadır ki; Musa bunu nihayetinde anlamıştır....

ayetler dikkatli incelendiğinde özellikle kırmızı çizgili olanlar konu daha iyi anlaşılmaktadır... Arkadaşların üzerinde durdukları konu tanrının suçsuz bir çocuğu katlettiği konusudur... sanırım varlığı elinde tutan tanrıya yapılacak en acı iftira bu olur... yaşamı da ölümü de elinde tutan tanrı olduğuna göre, onun sahibi o olduğuna göre, neyi nasıl yapacağına siz mi karar vereceksiniz ki ? neden o çocuk yaşamadı ? beki de yaşattıklarının hikayesi de vardır ve neden yaşattı ki şeklinde sorularımıza muhatap olmaktadır ? gerçekliğin bilgisini elimizde tutmadığımız sürece iman edip ona yönelmekten başka çıkar yol kalmamaktadır... benzer şekilde diğer iki olay da aynı şekilde, tanrının iradesi ve bilgisi ile olmaktadır... duvarı yıkılanlar olduğu gibi, kimilerinin de gemilerine el koyan korsanlar bulunmaktadır.... hayatta hepsi de gerçekleşmekte ve herkesin bir duvarı ya da gemisi bulunmaktadır...

tanrı bize ve hayatımıza dair çok denemeler ve çok olaylar yaşatmakta ve bizi denemektedir.... inandıklarıızla, yapıp ettiklerimizle denemektedir....

Ancak hemen altını çizmem gereken bir durum daha var..... arkadaşlar her anlamadıkları konu geldikçe, ya allaha iftira etmekte, ya da muhammede hakaret etmektedirler... onlardan rica ediyorum, müslümanlarca değerli ve önemli kabul edilen bir değer olan peygambere ve risaletine dair bir değerlendirmede bulunurken lütfen edep, saygı göstermeseniz de saygısızlık etmeyiniz.... çünkü ona ibr zarar veremeseniz de ona inanaları incitmiş olursunuz da, olur ki onlar da sizin peygamberlerinize nezaketsizlik etme terbiyesizliğinde bulunurlar...

muhammed in sara hastası olduğunu lan eden arkadaşa sormak gerek, ne zaman muayene etmişsiniz ? kim yapmış bunu ? tıp ta ahlak yok mu ? ilke yok mu ? bu hastalığık hakkında ne biliyorsunuz ve geçmişte yaşamış biri hakkında nasıl bu denli kesin teşhis koyabiliyorsunuz ? bu teşhis sanırım bilimsel bir kavram kullandığınız için istiyorum, muhakkak bir belgeye dayanmalı değilmidir ? mağaralara saklanan bir kişilik olduğunu iddia ediyorsunuz ?

Muhammed yaşadığı toplumun çirkinliklerinden uzaklaşmak, tefekkür etmek, huzur bulmak için fizik alemin mağaralarına giderdi... herkesin kalbinin huzur bulduğu bir yeri yokmudur ? siz kalbinizdeki mağaralardan çıkabilirseniz onu görebilirsiniz ! o vahy yokken, toplumsal çıkmazların bunalttığı, düşünen, hisseden bir yüreğe sahipti ve huzuru arayan adamdı... onun ki orada o coğrafya da bir yerdi ve şehrin en güzel yeriydi - şehre hakim kayalıklarda yüksek bir yerdi- oradan şehri seyrederdi ve çirkinliklerden uzak, tanrıya dua ederdi....

o 25 yaşına kadar tercih edilmedi diye iddia ediyorsunuz ki; bir tane bile bu konuya dair ne bilgi, ne haber ve ne de yazılı bir şeye sahipsiniz.... oysa aksini iddia eden, mekkeli kadınların gözdesi olduğuna ilişkin ve bütün kadınların onunla evlenmek için teklifte bulunduğuna dair haberler çok sayıdadır....

''arkasından teneke çalınan adam'' diye çok kötü bir ifade ile nitelediğiniz peygamber, hiç düşündünüz mü,.... nasıl oluyor da 1 milyarı aşkın insaın kalbinde yer ediyor... hasta, aile çatışmalarından dolayı yayılan bir din, vs. vs... bunlar dikkate alınacak ciddiyete haiz değil ki.... gülünç şeyler... aklın önesürebileceği şeyler değil....

Gönderi tarihi:
şimdi kuranda tanrı iman mevzuunu anlatırken bizim kesin bir bilgi ile inanmamızı istediğini belirtmekte, inandığımız şeyden emin olmamızı, şüpheden uzak olmamız gerektiğini bildirmektedir... bu şu demektir ki; insani tecrübelerimizle elde ettiğimiz bilgilere nasıl inanıyorsak, hiç görmediğimiz aleme ait bilgilere de aynı derecede inanmak gerekmektedir... bu imanın gereğidir ve özelliğidir... meleklerin varlığına ve allahın yarattığı kulları olduğuna inanıyorum, tıpkı, elimde tuttuğum bardakta ki suyun varlığını tecrübe ettiğim gibi... cennetin varlığına ve tanrının rızasını kazananlar için bir mükafat olacağına inanıyorum, tıpkı hiç görmediğim halde, amerika kıtasının varlığına inandığım gibi... örnekler çoğaltılabilir... burada öz şu ki; görünmeyene görünen gibi, duyulmayana işitilen gibi inanmak iman etmenin özelliğidir...

 

Muhammed bin Abdullah ve örnek aldığı kendin önceki dönemlerde yaşayan yahudi liderleri, kendi sözleri tek doğru sanılsın diye, şüphe etmeyi bile yasaklamışlar.

 

..... arkadaşlar her anlamadıkları konu geldikçe, ya allaha iftira etmekte, ya da muhammede hakaret etmektedirler... onlardan rica ediyorum, müslümanlarca değerli ve önemli kabul edilen bir değer olan peygambere ve risaletine dair bir değerlendirmede bulunurken lütfen edep, saygı göstermeseniz de saygısızlık etmeyiniz.... çünkü ona ibr zarar veremeseniz de ona inanaları incitmiş olursunuz da, olur ki onlar da sizin peygamberlerinize nezaketsizlik etme terbiyesizliğinde bulunurlar...

 

muhammed in sara hastası olduğunu lan eden arkadaşa sormak gerek, ne zaman muayene etmişsiniz ? kim yapmış bunu ? tıp ta ahlak yok mu ? ilke yok mu ? bu hastalığık hakkında ne biliyorsunuz ve geçmişte yaşamış biri hakkında nasıl bu denli kesin teşhis koyabiliyorsunuz ? bu teşhis sanırım bilimsel bir kavram kullandığınız için istiyorum, muhakkak bir belgeye dayanmalı değilmidir ?

 

Hakaret nerede söyler misiniz?

 

Muhammed'in sara hastası olduğu Kuran'da ve İslam tarihinde yazıyor. Ben uydurmadım.

 

Epilepsi (Sara) Nedir?

 

Epilepsi, halk arasındaki adıyla sara, yineleyen nöbetler ile karakterize ve sıklıkla geçici bilinç kayıplarına neden olan bir durumdur. Ancak bu geçici ve bilinç kaybı her zaman oluşmaz.

 

Nöbetler çok farklı şekilde ortaya çıkabilirler. Bazı nöbetlerden önce bir koku hissi gibi olağandışı bir algılama yaşanırken, bazı nöbetlerde kişi yere düşebilir veya ağzı köpürebilir. Bazen de boşluk nöbetleri denilen kişinin gözlerini bir noktaya dikmesi ve donuklaşması gibi durumlar ortaya çıkar. Nöbet sırasında hasta bayılma, kızarma, morarma, çırpınma, atitreme, anlamsız bakma, dalıp gitme, nalamsız sesler çıkarma gibi bilinçdışı eylemler yapabilir.

 

Muhammed'in durumuna ilişki veriler ise şöyle:

 

Hz.Peygamber’in vahiy esnasında vücudu titrer, yüzünün rengi değişirdi. Vahiy esnasında en soğuk günlerde bile alnı terler, nefes alırken horultuya benzer bir ses çıkarırdı. Onun vahy esnasında bazen buhranlı anlar geçirdiğine şâhid olunmuştur.

 

Karşılaştır bakalım epilepsi belirtileri ile Muhammed'in vahy aldığını sandığı halüsinasyın anında yaşadıklarına.

Şimdi, ben hakaret mi etmişim, yoksa İslam tarihinde ne yazıyorsa onu mu almışım?

 

Sıradan bir sara nöbetini "vahiy geldiği için, bunun ağırlığı altında Muhammed çırpınıyor, morarıyor, boncuk boncuk ter döküyor," diye yorumlayarak, kendini rahatlatacaksan bişey diyemem.

 

Ama o zaman sana şu soruyu sorarım: Herhangi bir sara hastası da benzer bilinçdışı eylemler yapınca onun da "vahiyin ağırlığı altında ezildiğini" iddia ediyor musun? Tutarlı ol lütfen.

 

Muhammed'in çocukluk/gençlik dönemindeki bayılma nöbetlerine ne diyorsun?

Sara nöbetlerine "vahiyin ağırlığı altında ezilme" kılıfı bulunmuş ya, peki gençlik dönemindeki bayılma nöbetlerine nasıl kılıf bulunmuş?

Ha onlar da, Allah'ın, Muhammed kötülükleri görmesin diye bayıltarak koruması ve peygamberliğe hazırlaması mı?

 

mağaralara saklanan bir kişilik olduğunu iddia ediyorsunuz ?

Muhammed yaşadığı toplumun çirkinliklerinden uzaklaşmak, tefekkür etmek, huzur bulmak için fizik alemin mağaralarına giderdi... herkesin kalbinin huzur bulduğu bir yeri yokmudur ? siz kalbinizdeki mağaralardan çıkabilirseniz onu görebilirsiniz ! o vahy yokken, toplumsal çıkmazların bunalttığı, düşünen, hisseden bir yüreğe sahipti ve huzuru arayan adamdı... onun ki orada o coğrafya da bir yerdi ve şehrin en güzel yeriydi - şehre hakim kayalıklarda yüksek bir yerdi- oradan şehri seyrederdi ve çirkinliklerden uzak, tanrıya dua ederdi....

...

''arkasından teneke çalınan adam'' diye çok kötü bir ifade ile nitelediğiniz peygamber, hiç düşündünüz mü,.... nasıl oluyor da 1 milyarı aşkın insaın kalbinde yer ediyor... hasta, aile çatışmalarından dolayı yayılan bir din, vs. vs... bunlar dikkate alınacak ciddiyete haiz değil ki.... gülünç şeyler... aklın önesürebileceği şeyler değil....

 

Mağaraya neden gittiğinin açıklaması Kuran'ın ilk bölümlerinde var.

"Ben deli değilim, cinlenmiş değilim" diye savunmaya geçtiğine göre.

Neden böyle bir savunma içine girmiş?

 

o 25 yaşına kadar tercih edilmedi diye iddia ediyorsunuz ki; bir tane bile bu konuya dair ne bilgi, ne haber ve ne de yazılı bir şeye sahipsiniz.... oysa aksini iddia eden, mekkeli kadınların gözdesi olduğuna ilişkin ve bütün kadınların onunla evlenmek için teklifte bulunduğuna dair haberler çok sayıdadır....

 

Böyle mi öğretiyorlar size?

Peki, Muhammed'i uzaktan harikulade sanıp, aynı odaya girince vazgeçenler ne oluyor? Mesela Esma, Leyla, vs?

 

Peki yanılıp Muhammed ile evlenen ve ayrılmak isteyen kadınlar?

Bırakın onunla bütün mekkeli kadınların evlenmek istediği iddiasını, şaşıp yanılıp evlenenler bile boşanmak istemişti. Muhammed, karısız kalmamak için, Kuran'a, boşanmak isteyen karılarını korkutan ayetler ekleyerek karısız kalmaktan kurtuldu.

 

Ahzab Suresi-28 :Ey Peygamber, eşlerine şöyle söyle: "Eğer şu iğreti dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, haydi gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de sizi güzellikle serbest bırakayım."

 

Ahzab Suresi-29: "Yok eğer Allah'ı, resulünü ve âhiret yurdunu istiyorsanız bilin ki, Allah sizin güzel düşünüp güzel hareket edenlerinize büyük bir ödül hazırlamıştır.

 

Buraya gelip beni hakaret etmekle suçlamadan önce, kendi kitabınızda ne yazıyor, İYİCE ÖĞRENİNİZ.

 

Saygılar, sevgiler.

Gönderi tarihi:
Epilepsi (Sara) Nedir?

 

Epilepsi, halk arasındaki adıyla sara, yineleyen nöbetler ile karakterize ve sıklıkla geçici bilinç kayıplarına neden olan bir durumdur. Ancak bu geçici ve bilinç kaybı her zaman oluşmaz.

 

Nöbetler çok farklı şekilde ortaya çıkabilirler. Bazı nöbetlerden önce bir koku hissi gibi olağandışı bir algılama yaşanırken, bazı nöbetlerde kişi yere düşebilir veya ağzı köpürebilir. Bazen de boşluk nöbetleri denilen kişinin gözlerini bir noktaya dikmesi ve donuklaşması gibi durumlar ortaya çıkar. Nöbet sırasında hasta bayılma, kızarma, morarma, çırpınma, atitreme, anlamsız bakma, dalıp gitme, nalamsız sesler çıkarma gibi bilinçdışı eylemler yapabilir.

 

Muhammed'in durumuna ilişki veriler ise şöyle:

 

Hz.Peygamber’in vahiy esnasında vücudu titrer, yüzünün rengi değişirdi. Vahiy esnasında en soğuk günlerde bile alnı terler, nefes alırken horultuya benzer bir ses çıkarırdı. Onun vahy esnasında bazen buhranlı anlar geçirdiğine şâhid olunmuştur.

 

Ona vahiy gelmesi sırasında bu belirtileri yapması Sara hastalığını 1400 yıl önce bize göstermiş olmasına neden mucize demiyelim :)

 

Muhammed'in çocukluk/gençlik dönemindeki bayılma nöbetlerine ne diyorsun?

Sara nöbetlerine "vahiyin ağırlığı altında ezilme" kılıfı bulunmuş ya, peki gençlik dönemindeki bayılma nöbetlerine nasıl kılıf bulunmuş?

Ha onlar da, Allah'ın, Muhammed kötülükleri görmesin diye bayıltarak koruması ve peygamberliğe hazırlaması mı?[/b]

 

Evet peygamberliğe hazırlandığına dair mucizelerden biri daha bravo iyi tespit...

 

Mağaraya neden gittiğinin açıklaması Kuran'ın ilk bölümlerinde var.

"Ben deli değilim, cinlenmiş değilim" diye savunmaya geçtiğine göre.

Neden böyle bir savunma içine girmiş?

 

Kişi suçsuz olduğu halde hırsızlıkla suçlandığından ben hırsızlık yapmadım demesi de garip bir savunma dimi...

 

Peki yanılıp Muhammed ile evlenen ve ayrılmak isteyen kadınlar?

Bırakın onunla bütün mekkeli kadınların evlenmek istediği iddiasını, şaşıp yanılıp evlenenler bile boşanmak istemişti.

 

Ahzab Suresi-28 :Ey Peygamber, eşlerine şöyle söyle: "Eğer şu iğreti dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, haydi gelin size boşanma bedellerinizi vereyim de sizi güzellikle serbest bırakayım."

 

Ahzab Suresi-29: "Yok eğer Allah'ı, resulünü ve âhiret yurdunu istiyorsanız bilin ki, Allah sizin güzel düşünüp güzel hareket edenlerinize büyük bir ödül hazırlamıştır.

 

Ahzab Suresi-49:Ey iman edenler! Mü’min kadınları nikahlayıp, sonra onlara dokunmadan (cinsel ilişkide bulunmadan) kendilerini boşadığınızda, onlar üzerinde sizin sayacağınız bir iddet hakkınız yoktur. Bu durumda onlara mut’a(boşanma bedellerini) verin ve kendilerini güzel bir şekilde bırakın.

 

..., kendi kitabınızda ne yazıyor, İYİCE ÖĞRENİNİZ.[/b]

 

Çok iyi öğreniyoruz da ayetleri tersten anlayanlar da çok malum...

Gönderi tarihi:

Brain, çok ilginç çıkarımlar. Doğru olmaları olasılığı da oldukça yüksek. Ben bir ekleme yapmak isterim: Dindar insanlar Ahzab 28-29 ayetleriyle ilgili savına yanıt olarak sanıyorum peygamber eşlerine dünya süsleri, dünya nimetleri konusunda izin vermediği için, onlar da bir devlet başkanına varırken altına, zenginliğe kavuşacaklarını sandıkları ve bunu bulamayınca ayrılmaya kalktıklarını söyleyecekler.

 

Ancak korkarım durum böyle gözükmüyor. Tahrim suresinden anlaşıldığı kadarıyla peygamber eşleriyle yeteri kadar ilgilenemiyor ve sadece yeni bir eş, yeni bir cariye aldığında ona ilgi duyabiliyor. Bu da diğer eşler arasında tartışmalara yol açıyor. Genç eşlerini de fena halde kıskanıyor. Hatta bugün başörtüsü diye bir sorunumuz olmasının nedeni sırf bu kıskançlık gibi görünüyor.

 

Durum çok fazla ironik değil mi? Bu kadar yoğun ironiyi kaldırmak zihin için sarsıcı gelebilir. Bu konuların hakaret olarak algılanmasının nedeni de bu zihin sarsıntısı. Determinist ilkeye göre çok büyük karmaşaların ardında çok basit nedenler yatıyor olabilir. Tarihin tüm akışını çok basit bir neden değiştirmiş ve bir devrime yol açmış olabilir, hiç garip değil. Determinist ilke tersine olarak çok basit bir olgunun da arkasında çok karmaşık nedenler olabileceğini söyler. Bu iki ilke içiçedir, ayrımsanması güç olabilir.

 

Adını hatırlamadığım bir Alman tarihçi, Orta Asya'dan göç eden Türklerin Hazar kıyılarına geldiklerinde çoğunun güneye, azının kuzeye dönmeyi tercih ettiklerini ve bu tercihin dünya tarihini değiştirdiğini söyler. Bu tercih tersine olsaydı bambaşka bir dünya tarihi olacaktı. İşte kaderle çok karıştırılan determinizmin kaderden farkı budur. Kadere sorarsanız Türkleri Orta Asyadan çıkaran da, buralara getiren de tanrının öyle dilemesi. Determinizme sorarsanız nedensellik...

 

En çok bu tür zihinsel sarsıntıların insanlar üzerinde bir bunalım yaratmasından çekinirim. Bu sarsıntıdan olumsuz etkilenmemek için geniş görüşlü, geniş fikirli olmak gerekiyor. Dar, şartlanmış bakış açılarına zihnini mahkum etmemek gerekiyor. Bu tür şeyler duyunca bunalıp daralmamayı, korkuya kapılmamayı başarabilmek gerekiyor.

 

Zihinlerin olasılıkçı yaklaşımlara yatkınlaşması gerek. Farklı olasılıkçı yaklaşımlar arasında özgürce dolaşabilmek gerek. Her olasılık her zaman vardır. İnançlılar derlerse: "İyi o zaman, tanrının varolması da olasılık dahilinde!" Doğru, bir olasılıkla olabilir...

Gönderi tarihi:
Elektrik, yönü, voltajı ölçülebilen, etkisi ve sonuçları gözlenebilen, madde kaynaklı bir metadır.

Herkes uzman olmasada, elektrikli ve elektriksiz kablo arasındaki farkı anlar. Elektriğin nerede, hangi kaboda olduğunu anlayabilir.

 

Elektrik "alan" ve " veren" cihazlar ayırt edilebilir.

 

İlah kavramı için yukarıda saydıklarımızdan hiçbirisi yapılamaz.

 

Vahy'den bahsedebilmek için, peygamberlik iddiasında bulunan kişiden AYRI bir varlık düşünmek şarttır.

AYRI kavramı, direkt olarak peygamberlik iddiasında bulunan ile ilah denilen şeyi birbirine karşı konumlandırır ve mekanlandırır. Bu nedenle "mekansız ve konumsuz" ilah kavramı ile "vahy" kavramı çelişen kavramlardır.

 

sayın brainslapper

metafor konusu olunca sayın demirefeyi hatırlamamak olmaz...bu forumda sıkça dile gelen konulardan biri de metaforların bir ya da birkaç yönde olabileceğidir...birebir eşleme yapmaya kalktığımızda metafor anlamsızlaşır...ben elektrik benzetmesini yaptığımda siz yönü voltajı etkisi ve sonuçları gözlenen madde kaynaklı bir metadır dediniz...oysa benim ortak bulduğum nokta mekan isnadıydı....şunu söyleyebilir miyiz...arkadaşlar elektrik denen metanın mekanı işte şu gördüğünüz mekandır...elektrik burda yaşar..burda ikamet eder deme ,mkanımız olur mu...

olmaz ise cevabımız şayet ve biz elektriği yapıp ettiklerinden biliyorsak o zaman allaha da vahiy dolayısıyla mekan tayin etmiş olmayız demek istedim....yine de inat etmiyorum..dedim ya elektrik konularından anlamam....sigorta bağlamayı bilrdim eskiden.. artık o da otomatik oldu çoktan...

 

Peki Muhammed'in peygamber olduğuna insanlar neden inandılar.

 

Ortadoğu oğrafyasında, ilahlarla iletişim kurulabileceğine inanan bir kültür var. Öncelikle bunu aklımızdan çıkarmayalım.

Bu kültürün üstüne Muhammed bin Abdullah'ın sara/epilepsi hastalığını ekleyelim. Karşınızda, sara nöbetleri geçiren, yani fizyolojik ve zihinsel olarak hasta, ama hastalığı sırasında bilinçsiz olarak yaptığı morarma, terleme, anlamsız bakma, hırıltılar çıkarma gibi eylemleri "metafizik dünya ile ilişki kuraraken gözlenebilecek belirtiler" olarak yorumlanmaya müsait bir insan var karşınızda. maalesef geri toplumlarda kimse çocuğunun sara hastası veya psikolojik sorunlu olduğunu kabul etmez ve mümkünse bu durumu saklamaya çalışır.

 

Muhammed'in saradan muzdarip kişiliğine, bir de annesiz, babasız ve itilip kakılarak büyütüldüğünü, sürekli çobanlık yaptırılarak sosyalleşmesinin önlendiğini de ekleyin.

 

Bu insan tercihinden dolayı değil, tercih edilmediğinden dolayı 25 yaşına kadar evlenememiştir.

 

Peygamberlik iddiasında bulunmadan önceki durumu hatırlayınız. Artık toplum içinde bile kalamayıp, mağaralara saklanan bir insan var karşınızda.

 

Kuran'daki ilk sureleri hatırlayınız. Sürekli bir savunma göreceksiniz. Sürekli muhammedin cinlenmediği, delirmediği söylenir durur.

 

Yani bunu söytlerken zevk almıyorum, sadece yüreğim sızlıyor, ama maalesef Muhammed peygamberlik iddiasında bulunmadan önceki dönemde bile, Kuran'dan anladığımız kadarıyla "arkasından teneke çalınan bir insan" konumunda.

 

Arkasından teneke çalınan, zavallı bir insan nasıl peygamber yapılır ki?

 

Dalga geçerek ve gaz vererk.

 

"Sen peygambersin yaw" falan deyip, gaz vermek suretiyle.

 

Ama Araplar arası aile bağları çok güçlü olduğundan, her ne kadar bayılmasalar da, Abdulmuttalipoğulları "itilip kakılan, dalga geçilen kuzenlerine" sahip çıkıyorlar ve iş bundan sonra ciddileşiyor ve bugünlere kadar geliyor.

 

Abdulmuttalip oğullarının kuzenlerine sahip çıkmalarından önceki dönemde islamın yayılması diye birşeyden bahsetmek mümkün değil. İş ne zaman ki aile kavgasına dönüştü ve herkes bir taraf tutmak zorunda kaldı, o zaman yayıldı islam. Muhammed haklı olduğu için değil, herkes taraf seçerken binbir türlü hesap yaparak taraf seçtiği için yayıldı.

 

Medine dönemi zaten ayrı bir konu.

Korku ve yaşma ile insanlar ya katılmaya zorlandılar ya da karşı olmaya.

Bir taraf yağmayı serbest bırakınca, serbest bırakan tarafa katılım doğal olarak daha fazla oldu.

 

Yağmanın hedefi olmaktansa, yağmacı olmak daha akıllıca geldi insanlara.

Akrşı gelip öldürülmektense, katılmak veya katılmış görünüp, hayatta kalmak akıllıca bir seçenek haline geldi.

 

Yani işin, Muhammed'in erdemiyle, dürütlüğüyle, ahlakıyla alakası yok.[/b]

 

Saygılar.

ilk sara hastası bir insanın krizine şahit olduğumda ortaokuldaydım..ve sonraki yıllarda da çok şahit oldum...asla tedavisi yoktur...ve inanın sara krizini bir rahatsızlık olarak kabul etmek için uzman olmanıza gerek yoktur...çok rahatlıkla herkes bunu ayırt edebilir...

peygamberimizin yaşadığı dönemde onun sara ya da epilepsi teşhisi konmadan da rahatsız olduğunu anlamaları hiç te zor olmazdı....aslında sizin iddianız yeni değil...batılı oryantalistlerin bazılarının maksatlı ortaya attıkları bir iddiadan öte hiçbir bilimsel değer de taşımayan bir iftiradır....zaten çok azı bunu söylemiş diğer meslektaşları tarafından bile rağbet görmemiştir...onun öğretisine eleştiri getirebilirsiniz ama belaltı vurmak sizi haklı yapmaz...

 

bu konuda ayrı bir başlık açmak istiyorum..orada tartışalım...burada konu fazla dağılmasın...

ben tüm arkadaşlardan kehf suresindeki kıssa ile ilgili yorumlarını bekliyorum....

özellikle sayın halkalıyıldızdan...kendisine asla sinirlenmedim..kızmadım...üzülüyorum bazen onu inkar edemem....ben de çok duygusalım napıyım...uğraşıyorum ama kendimi eğitmek için inanın...

selamlar...

Gönderi tarihi:
sayın brainslapper

metafor konusu olunca sayın demirefeyi hatırlamamak olmaz...bu forumda sıkça dile gelen konulardan biri de metaforların bir ya da birkaç yönde olabileceğidir...birebir eşleme yapmaya kalktığımızda metafor anlamsızlaşır...ben elektrik benzetmesini yaptığımda siz yönü voltajı etkisi ve sonuçları gözlenen madde kaynaklı bir metadır dediniz...oysa benim ortak bulduğum nokta mekan isnadıydı....şunu söyleyebilir miyiz...arkadaşlar elektrik denen metanın mekanı işte şu gördüğünüz mekandır...elektrik burda yaşar..burda ikamet eder deme ,mkanımız olur mu...

olmaz ise cevabımız şayet ve biz elektriği yapıp ettiklerinden biliyorsak o zaman allaha da vahiy dolayısıyla mekan tayin etmiş olmayız demek istedim....yine de inat etmiyorum..dedim ya elektrik konularından anlamam....sigorta bağlamayı bilrdim eskiden.. artık o da otomatik oldu çoktan...

 

 

ilk sara hastası bir insanın krizine şahit olduğumda ortaokuldaydım..ve sonraki yıllarda da çok şahit oldum...asla tedavisi yoktur...ve inanın sara krizini bir rahatsızlık olarak kabul etmek için uzman olmanıza gerek yoktur...çok rahatlıkla herkes bunu ayırt edebilir..

.

peygamberimizin yaşadığı dönemde onun sara ya da epilepsi teşhisi konmadan da rahatsız olduğunu anlamaları hiç te zor olmazdı....aslında sizin iddianız yeni değil...batılı oryantalistlerin bazılarının maksatlı ortaya attıkları bir iddiadan öte hiçbir bilimsel değer de taşımayan bir iftiradır....zaten çok azı bunu söylemiş diğer meslektaşları tarafından bile rağbet görmemiştir...onun öğretisine eleştiri getirebilirsiniz ama belaltı vurmak sizi haklı yapmaz...

 

bu konuda ayrı bir başlık açmak istiyorum..orada tartışalım...burada konu fazla dağılmasın...

ben tüm arkadaşlardan kehf suresindeki kıssa ile ilgili yorumlarını bekliyorum....

özellikle sayın halkalıyıldızdan...kendisine asla sinirlenmedim..kızmadım...üzülüyorum bazen onu inkar edemem....ben de çok duygusalım napıyım...uğraşıyorum ama kendimi eğitmek için inanın...

selamlar...

 

Anlamışlar zaten

 

Hicr 6 Dediler ki: "Ey kendisine Kur'an indirilen (Muhammed)! Sen mutlaka bir ******!"

 

Sâffât 36 "Mecnun bir şair için biz tanrılarımızı bırakacak mıyız?" derlerdi.

 

Sizemi inanacağız yoksa olayın canlı tanıklarınamı ?

Gönderi tarihi:
...onun öğretisine eleştiri getirebilirsiniz ama belaltı vurmak sizi haklı yapmaz...

 

Sayın 4mevsim,

 

Bir insanın hasta olduğunu söylemek, belaltı vurmak değildir! Bir teşhistir.

Bir hasta ile dalga geçmek karakterimin parçası değildir.

Daha önceki iletimde, Muhammed'in hasta olduğunu söylemekten zevk almadığımı, aksine üzüldüğümü, yüreğimin sızladığını söyledim.

 

Yani bunu söylerken zevk almıyorum, sadece yüreğim sızlıyor, ama maalesef Muhammed peygamberlik iddiasında bulunmadan önceki dönemde bile, Kuran'dan anladığımız kadarıyla "arkasından teneke çalınan bir insan" konumunda.

 

Burada sadece bir tespit yapıyoruz, saradan muzdarip bir insanın davranışlarının "aha şimdi Cebrail geldi sarsmaya başladı Muhammed'i" şeklinde yorumlanmasına dikkat çekmeyue çalışıyoruz.

 

İlk sara hastasını gördüğünüzde, mesela "neden onun da vahiy aldığını düşünmediniz?"

 

Düşünmediniz, zira artık sara hastalığının vahiyle, metafizik güçlerle alakası olmadığını, fiziki/zihinsel bir hastalık olduğunu biliyorsunuz.

Eğer bu hastalık hakkında bilgimiz olmasaydı, eski çağlarda yaptıkları gibi, işin kolayına kaçıp sara nöbeti geçiren bir insanın metafizik güçlerle rahatsız edildiğini düşünecektik.

 

Anadolunun geri kalmış yerlerinde, sara nöbeti geçirien çocuklara hala "cinler musallat olmuş" muamelesi yapılmakta, tedavi için hocalara götürülmektedirler.

Sizce bu muamele doğru mu?

 

İlk sara vakası ile karşılaştığınızda, bunun bir hastalık olduğunu mu düşündünüz, yoksa cinlerin musallat olduğunu mu düşündünüz?

 

Yaptığımız tespitleri, hakaret veya belaltı vuruş olarak değerlendirmeden önce, üzerinde düşünmenizi rica ederim. Hakkınızda edindiğim izlenim, düşünmekten korkmayan bir insansınız.

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:
Ona vahiy gelmesi sırasında bu belirtileri yapması Sara hastalığını 1400 yıl önce bize göstermiş olmasına neden mucize demiyelim :)

Ha, Muhammed'in sara hastası olduğunu kabullendiniz, şimdi bu durumdan mucize çıkartmaya mı çalışıyorsunuz?

 

Kişi suçsuz olduğu halde hırsızlıkla suçlandığından ben hırsızlık yapmadım demesi de garip bir savunma dimi...

 

Hırsızlık, failin "belirsiz olduğu", "failin gizli kalabileceği" bir suç türüdür.

Hasta olmak, saradan muzdarip olmak, veya eskilerin deyimiyle "cinlenmiş" olmak, failin gizli kaldığı bir durum değildir. Konunun öznesi bellidir.

Bu nedenle, hırzızlık suçlamasına maruz kalmak ile, "cinlenmiş" yaftalamasına maruz kalmak aynı kategoride değildir.

 

Ahzab Suresi-49:Ey iman edenler! Mü’min kadınları nikahlayıp, sonra onlara dokunmadan (cinsel ilişkide bulunmadan) kendilerini boşadığınızda, onlar üzerinde sizin sayacağınız bir iddet hakkınız yoktur. Bu durumda onlara mut’a(boşanma bedellerini) verin ve kendilerini güzel bir şekilde bırakın.

Azhab 28-29'a ilişkin bir cevap mı bu şimdi?

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:

Cinlerle, şeytanlarla, büyülerle ve efsanelerle örülü bir çağda epilepsinin önce cinlenme, sonra ötelerle bağlantıya geçme olarak yorumlanması olasılık dahilinde. Ancak bunu o çağda bile olsa hiç kimsenin düşünememiş olması olasılığı biraz zor. Hadi epilepsiyi bilmiyorlar, cinlenmiş dediler. Fakat sonra cinlerin yerine vahiy meleğini nasıl kabullendiler? Aslında hemen hop diye kabullenmediler zaten. İlk inananlar çoğunlukla ezilmiş, dışlanmış kişilerdi. Bir de örneğin Hamza gibi uçsuz bucaksız çöl gecelerinde kum gibi saçılmış inci taneleri gibi parıldayan gökyüzünü seyre ve düşüncelere dalan, Ömer gibi öz kızını öldürmüş olduğunu kendi anlatımıyla itiraf etmiş ve yüreğinin derinliklerinde suçluluk duygusu taşıyan, içki ve eğlenceden bıkmış seçkinler ya da Ebubekir gibi iyi bir yürek taşıyıp toplumun dönüşmesini isteyen, Osman gibi cömert ve iyi kalpli olup topluma yararlı olmak isteyenler de var.

 

Ayrıca konuyu sadece bir epilepsi bağlamında tutmak yeterince açıklayıcı değil. Dağda çobanın birinin epilepsi nöbetlerine tutulduğundan kimsenin haberi olmaz. Muhammed mutlaka ki çok düşünen, kafa yoran biriydi. Bir insan epilepsi geçiriyorum diye değil, düşüncelere dalmak için mağaralara kapanır. Eşlik eden halisünasyonlar mutlaka ki olmuştur. Halisünasyon görmek istediğinizde kolaylıkla görebilirsiniz. Ben bunu kendimden biliyorum. Bir kere başta halisünajen maddeler vardır. Bir tür kırmızı mantar insanı resmen uçurur ve Afrika kabileleri bunu dini törenler için kullanır. Tabii onlar bu mantarı tanrının ruhsal varlıklarıyla bağlantı kurmaları için özellikle yarattığına inanıyorlar. Ben tabii ki bunu kullanmadım. Tavsiye de edilmez. Esrar da böyledir. Söylemek istediğim, sadece halisünasyon görmenin zor bir şey olmadığı.

 

Bir tanıdığım askere giden eşinin her an bir acı haberini beklemekten bunalıma girdi ve sonunda halisünasyon görmeye başladı. Odada olmayan eşine çay demleyip getirip ikram ediyor, onunla, tabii aslında kendi kendine konuşuyordu. Tedavi gördü ve bu durumu atlattı. Bunlar delilik değildir, toplumumuz bunları delilik, ayıp sayar ve "deli doktoru"na gitmeye de çekinir. Bu kızcağızı neredeyse hocalara okutmaya götüreceklerdi. Götürmediklerine de emin değilim ya! Çok yakınım birisi değildi, fakat neredeyse dayanamayıp müdahale edecektim. Neyse sonunda doktora götürmüşler ve düzeldi. Cinci hocaya götürdün mü iyi bir evham verir, "yedi tane çok şedit cin tasallut etmiş! Hmmm..." diye iyi bir ateş verir ve sonra sövüşlemesine bakar.

 

Bakın arkadaşlar, bu tür şarlatanlıklara alet olunmaması hakkında çok ciddi uyarıyorum. Bu sahtekarların iddiası şu: Kadının bu durumundan faydalanmak isteyen cinler ona cinsel olarak yaklaşabilmek için kocasının görünümüne giriyorlar. Bu safsatanın nerelere varacağını düşünebiliyor musunuz? Bu insanın ruhsal sağlık durumunun ne kadar kötüye gidebileceğini tahmin edebiliyor musunuz? Böyle safsatalarla insanları uyutmak en büyük kötülüktür. Bu ********* kulak verenleri görünce çok üzülüyorum. Bu ********* prim verenleri görünce de kızıyorum.

 

Kendime gelince, ciddi anlamda halisünasyon görmüşümdür. Bundan hoşlanıyordum, çünkü halisünasyon olduğunu biliyor ve korkmuyordum. Hatta "of ya nerde kaldı bu benim cinim? Özledim!" diye dalga geçiyordum. Basbayağı uyanıkken beni ziyarete geliyordu. Zaten rüyada da rüya olduğunun bilincinde olarak görürüm. Fakat rüya olsun, halisünasyon olsun, öyle olduğunun bir kanıtını mutlaka yakalarım. Bir zihinsel ve nedensel bağlantı mutlaka vardır. Bana bir süre önce kızgınlıkla veya takdirle bakmış birinin bakışlarına bürünür örneğin. Anlarım ki kesinlikle kendi zihnimin animasyonudur. Bunu anlattığım tanıdıklarım "korkmuyor musun? Bir okunsan" filan dediklerinde kahkahayla gülerdim. "Valla bu gece gelsin, ben hazırım" diye dalgamı da geçerdim.

 

Tecrübe ile söylüyorum: Halisünasyon "görmek" için hafif bir uyku hali şarttır. Ama sesler duymak için buna ihtiyaç yoktur. "Cinimin" bana doğru geldiğini tam anlamıyla uyanıkken ayak sesini açıkça duyarak biliyordum. Ayağına ne giydiğini anlayacak derecede açıkça duyabiliyordum. O zaman arkama yaslanıp gelmesini beklerken hafif bir uyku bastırıyor ve gözkapaklarım ağırlaşıyordu. Hoop az sonra damlıyordu. Zihninde canlandırdığın sözcükleri, o varlığın konuşmadan, gözlerine bakarak zihnine akıttığını da sanabiliyorsun. Bütün bunlara cin çağırdığını iddia eden ve beni de buna inandırmayı başaran bir arkadaş neden olmuştu. Gelmesinin kolay da, gitmesinin zor olduğu söylenir ya, öyle oldu. Ben tersine gitmesini istemedim, sadece bu işin fazla detaylanmasını istemedim.

 

Bu işin fazla detaylanması ve beklenti de olması, zihnin odaklanması durumunda vahiy getiren melek görmek ve uyanıkken, otururken sesler duymak da hiç garip gelmez bana. Zihnimiz, özellikle inanıyorsak bir çok oyunlar oynayabilir. Çünkü zihin yapımızı pek bilmiyoruz. Beyinlerimizin içinde yapısını, işleyiş şeklini tam bilmediğimiz bir dünya taşıyoruz. Çoğu kişinin kafasının içinde çınlayan bir sesle adının çağrıldığını duyduğunu söylediğini biliyorum. Bana da olur. İç dünyamızın eşiğindeyiz aslında, bize çok yakın, çünkü kafamızın içinde. Bu işe esrar katmamak, nedensellik içinde ele almak gerekiyor.

 

Sonuç olarak sara nöbetleri sayesinde bir insanın peygamber olarak tanınması biraz zor. Konu biraz daha karmaşık. Brain'in dediği gibi bir gaz verme ve "madem bu işin önüne geçemeyeceğiz, bundan faydalanalım" fikri olabilir. Yani sonuçta Mekkeliler de biliyordu taştan tahtadan putların tanrı olmadığını. Bir dönüşümün zamanı gelmişti ve dönüşüm bir tetikleyici bekliyordu. Bu iş aynen tek tanrıya inandıktan sonra tek tanrıdan sıkılıp Samiri'nin buzağısına tapan ve sonra ondan da sıkılıp tekrar Musa'ya kulak veren Yahudilerin işi gibi. Artık tahtadan taştan tanrılar yontup bunlara tapmak sıkmıştı, İbrahim'in soyut tanrısı belki de daha iyiydi ama, her dönüşüm bir tetikleyici ister.

 

Determinist ilke... Değişimin önünde bizler bir açıdan figüranlarız, irademizin etkisi yok denecek kadar az, ama bir açıdan çok basit bir neden, akışı farklı bir yöne de çevirebilir, belki zamanı gelmiş bir değişimin önünü basit bir hareketimizle aça da biliriz...

Gönderi tarihi:

mantık hiç değişmiyor ...

hep aynı inkar mantığı... Musayı inkar eden firavnın mantığı, ibrahimi inkar eden nemrudun mantığı ne ise muhammedi inkar edenlerin mantığı da aynı...

tarih iman ile küfrün mücadelesini, ışık ile karanlığın mücadelesini anlatıp durur. değişen sadece sahneler ve dekorlarıdır... konu hep aynıdır, söylenenler ve diyaloglar hiç değişmez... konu hep aynıdır...

Muhammed yalnızca bir kuldu ve rasuldu, müslümanlar ona ilah diye iman etmedi, o sadece bir elçi idi.... tanrının sözlerini insanlara duyurdu. ama insanlar onun ve getirdikleri hakkında fitneye düştüler. tıpkı öncekler gibi. musa gibi, ibrahim gibi...

muhammed den önceklere de aynı iftiraları ve karalamaları yaptılar.... onlara hastalıklı dediler... delirmiş dediler, cinlenmiş dediler....

pisikolojik rahatsızlıklar da eklediler belki de, o gün adını bilmediğimiz nice hastalık isimleri koydular... o gün muhammed kimsesizdi, yapayalnızdı, ardında ona inanan bir avuç insan vardı... onu karalayanlar, ona bu yaftalamalarda bulunanlar ise devrn en ileri gelen şahsiyetleri idi... bugün yeni imiş gibi ileri sürdüğünüz bu iftiraların daha alası ve daha koyusu o dönemde ileri sürülmüştü... gerçekte eğer bu karalamalar doğru olsaydı, o toplumda muhammedi görüp tanıyanlar derhal ondan yüz çevirir ve onu tek başına bırakırlardı. ama gelin görün ki; onlar bu yalanları sıralayıp durdukça, muhammedin bağlıları artıyor, ona olan inançları bir kat daha artıyordu... ne kadar ilginç değil mi ? siz birine hastalıklı diyeceksiniz ve bu doğru olacak öyle mi ? ve o insanın hastalıklı olmadığına dair iman edenlerin sayısı gün geçtikçe artacak... ve sizin bugün öne sürdüğünüz bu safsatalara, o dönemin ne yahudi bilginleri ve ne de mekkenin kahinlari sahip çıkacak, siz aradan 1400 küsür yıl sonra, hastalıklara ait semptomatik bulgularınızı ortaya koyup teşhisinizi koyacaksınız, bu sara hastasıdır diyeceksiniz...!!!

ya kardeşim bu aklı başında bir tıp bilgininin söyleyeceği bir şey değil dir... lütfen bir doktora gidiniz ve ona sorunuz ... eminim sizi kovalar, eğer aklı selim biri ise... neden mi ? çünkü bugün hayatta olan biri için biile sara teşhisi koymak o kadar zor bir şeydir ki ... siz kalkıp iki kelime rivayetin ardından teşhis koyacaksınız... bunu köylerde yapıp ilaç tavsiye eden yaşlılara benzetiyorum... birbirlerinin ilaçlarını, ''bana iyi geldi sen de kullan'' mantığına veriyorum... bu çağdışı bilimsellikten uzak mantığınızı gözden geçirin ...

sonra bir düşünelim sara hastası birinin kendi uydurmaları olduğunu iddia ettiğiniz sözleri bir düşünelim....

nasıl oluyor da, o sara hastası adamın szleri bütün kalpleri fetheden bir kitap oluyor ?

ben çok sara hastası gördüm ama, hiç birinden ne ses ve ne de söz çıkmadı... sadece baygınlık halidir yaşadıkları ve sonrasında bir boşluk, hiçbir şey hatırlamıyorlar... büyük bir boşalma ve boşluk sadece... oysa peygamber, o anda, tam vahy indiği anda vahyi tekrarlıyor ve yanındakiler yazıyordu... söylediklerini de ezberine kazınıyordu... vahy direkt kalbine ve diline geliyordu... sara hastalarında bu mümkün değildir, adlarını dahi söyleyemezler... karşılarındakini dahi tanyamazlar... ne söylediklerini bilemezler ve hatırlayamazlar... peygamber ise herkesin anlayacağı şekilde konuşurdu...

peki neden '' o deli değildir, cinlenmiş değildir'' şeklinde geçer kuranda..???

o dönemin şirk mantığı bilginleri, internet sayfaları olmadığı için, direkt olarak peygamberin ardından görev yapıyorlardı. peygamber çadır çadır, sokak sokak dolaşıp insanlara özgürlüğün yollarını anlatıyordu. onlara adam olmak, adil olmak, hakikate ulaşmak konularında öğütte bulunuyordu....karanlığın felsefecileri de onun ardından konuştuğu kimselerin yanına gidip hemen kinlerini kusuyorlardı...'' o bizim akrabamızdır, kendisi delirmiştir, ya da cinlenmiştir... ve ya kötü bir hastalığa tutulmuştur'' diyerek onu ve anlattıklarını karalamaya, söylediklerini etksizleştirmeye çabalıyorlardı... bunun üzerine bizzat Allah tarafından bu iftira kampanyalarına cevap verilmiş ve onun hastalıklı ya da cinlenmiş olmadığı ortaya konmuştur...

yoksa kalkıpta kendisi ben cinlenmiiş değilim demiş değildir... Sara hastası birinin kendisini uyarması ve hatalarını düzeltmesi de mümkün değildir sanırım... zira kuranda Allahın muhammede olan uyarıları ve düzeltmeleri de vardır... buna ne diyeceksiniz ??? Muhammed kendi hatalarını da mı uydurmuş diyeceksiniz ??

O öyle bir kitap ki kendisinde asla şüphe yoktur ve muttakiler için bir yol göstericidir. sara hastası diye nitelediğiniz birisinden sadır olması mümkün değildir....

Peygamberden boşanmak isteyen kadınlar mevzusu ise apayrı bir komedi..... yaw kardeşim lütfen bir konuyu iddia edecekseniz hiç olmazsa bir kitap okuyun da öyle tartışalım.... o yazdığınız ayetlerin hiç olmazsa iniş sebeplerini bir tefsirden okusanız bu da yetecektir.... orada göreceksiniz, peygamberden mi boşanmak isteyip istemediklerini,,, ******************************.... ayetleri yüzünden okuyup delil etmeye kalkışmazsınız....

kendi cinlerini anlatan arkadaşa gelince,

ya kardeşim tamam uyku ile uyanıklaık arasında halisünasyon görmüşün, tamaaaaaaammmmmm..

Eeee, bu neyi ifade edecek ?

tanrıdan vahy aldığını mı iddia edeceksin yani ? hadi ettin diyelim... buna kendin bile inanmayacaksan - ki öyle anlaşılıyor, bundan maksadın zaten bunun bir tür aldatmaca olduğunu ispata kalkışıyorsun - o halde ne işe yarayacak ki ? kendini bile kandıramayacağğın bu tezlerle kimi inandıracaksın ?....

Muhammede inanan milyarlarca insan var ve olacak da ? ne kaybettiler ? aksine bir hayatı şerefli kıldılar, onurlu bir yaşama sahip oldular... var sayalım ahiret yok, tanrı da yok, muhammed de..... kitap ta yalan.... ne kaybedeceğiz ? Onurlu bir yaşam, şeref ve izzet.... kimsenin öninde boyun eğmeyeceğim, kimseye kulluk etmeyeceğim, kimsenin önünde secde etmeyeceğim, kendimi alçaltmayacağım, şerefimi iki paralık etmeyeceğim, özgürlüğümü koruyacağım.... özgürlüğümü hiç bir şey için satmayacağım... onurumu hep üstün tutacağım, sözümü tutacağım, hırsızlık etmeyeceğim, yalan söylemeyeceğim, kimsenin malını haksızlıkla yemeyeceğim, kimsein namusuna ve şerefine dokunmayacağım, vs, vs....bunlar benim kazançlarım.... ha bir de tanrı varsa eğer, ve eğer Muhammedin söyledikleri de doğru ise.....

kardeşim ben özgürlüğümü, herşeyden daha üstün ve herkesten daha layık olan Allaha sattım.... onun vaadettiklerine karşılık.......

Sen özgürlüğünü, neye karşılık kime satarsın onu bilemiyorum, ama YA BİR DE TANRI VARSA ve MUHAMMED GERÇEKTEN DOĞRU SÖYLEDİ İSE....sen ne kaybettiğini biliyormusun ???

Gönderi tarihi:
Sen özgürlüğünü, neye karşılık kime satarsın onu bilemiyorum, ama YA BİR DE TANRI VARSA ve MUHAMMED GERÇEKTEN DOĞRU SÖYLEDİ İSE....sen ne kaybettiğini biliyormusun ???

 

Biz müslüman değiliz ama yinede kumar oynamayız.

Gönderi tarihi:
mantık hiç değişmiyor ...

hep aynı inkar mantığı... Musayı inkar eden firavnın mantığı, ibrahimi inkar eden nemrudun mantığı ne ise muhammedi inkar edenlerin mantığı da aynı...

tarih iman ile küfrün mücadelesini, ışık ile karanlığın mücadelesini anlatıp durur. değişen sadece sahneler ve dekorlarıdır... konu hep aynıdır, söylenenler ve diyaloglar hiç değişmez... konu hep aynıdır...

 

Bizim mücadelemiz de, hep sürecek.

Karanlık bir gün yenilecek.

Körü körüne iman değil, bilgi hakim hakim olacak.

Metafizik fantastik güçlerden feyz ve icazet alan gerilik, ****** sona erecek.

İnsan onurunu, aklın,ı vicdanını aşağılayan bütün sistemler yıkılacak.

 

sonra bir düşünelim sara hastası birinin kendi uydurmaları olduğunu iddia ettiğiniz sözleri bir düşünelim....

nasıl oluyor da, o sara hastası adamın szleri bütün kalpleri fetheden bir kitap oluyor ?

 

Kuran kalpleri fethetmiş mi, yoksa körpecik beyinlere kazındığı için insanlar müslüman olmayı "kimliklerinin bir parçası SANDIKLARINDAN" dolayı mı yaşamını sürdürmeyi başarmış?

 

Ben kalpleri fethettiği için müslüman olan bir adama rastlamadım.

Tanıdığım bütün müslümanlar körpecik beyinlerine daha onların dünyadan haberi yokken kazındığı için müslümdılar.

Aynen senin gibi. Bir zamanlar benim olduğum gibi.

 

Kuran kalpleri fetedebilecek bir kitap değildir.

Daha çok korku kitabıdır. Yemeğini yemeyen, vaktinde yatağına gitmeyen çocuklar korkutulabilir.

Veya sürekli tekrarlanan bölümleden biri açılarak uyku getirmek amacıyla kullanılabilir.

Veya Kuran'ın Allah'ının onu sevmeyenleri cezalandırıken kullandığı yöntemlerden esinlenerek insanlık dışı işkence teknikleri de öğrenilebilir.

Ama Kuran'dan kesinlikle, sevgi, saygı, hoşgörü, insanlık öğrenilemez.

 

O öyle bir kitap ki kendisinde asla şüphe yoktur ve muttakiler için bir yol göstericidir. sara hastası diye nitelediğiniz birisinden sadır olması mümkün değildir....

 

Konu bütünlüğünden uzak, daldan dala atlayan, ortadoğu bölgesinde o zamanlar bilinen bazı hikayeleri bıktırıncaya kadar tekrarlayan, akla, mantığa, vicdaha, adalate, ****** aykırı tarif, tasvir ve tavsiyelerle dolu bir kitap...

 

O kitabı yolgösterici olarak seçenlerin başları beladan, ülkeleri gerilikten kurtulamaz.

 

Peygamberden boşanmak isteyen kadınlar mevzusu ise apayrı bir komedi..... yaw kardeşim lütfen bir konuyu iddia edecekseniz hiç olmazsa bir kitap okuyun da öyle tartışalım.... o yazdığınız ayetlerin hiç olmazsa iniş sebeplerini bir tefsirden okusanız bu da yetecektir....

 

Kılıf bulunmuş, rasyonelize edilmiş tefsirler.

Onlarda bile kadınların Muhammed'in yanında yaşadıkları hayattan memnun olmadıkları yazılı.

 

Okumamış arkadaşlar için söyleyeyim, tefsirlerde diyor ki, kadınlar daha iyi bir hayat ve ziynet eşyası istemişler.

Bunun üzerine Muhammed de onlara Azhab 28-29'daki sözleri söylemiş.

 

Ziynet eşyası isyeyen kadına, eğer süs istiyorsan seni boşayayım denir mi?

Ne bileyim, aşkım, kadınım,- hayat arkadaşım, paramız yok, pulumuz yok falan filan denir.

Ama adam doğrudan boşanmadan bahsediyor. Ortada bir menuniyetsizlik var.

 

Ama Muhammed, hem kadınlara istediklerini vermiyor, hem de bnoşanmalarını önlüyor. Nasıl? Tehdit ederek.

Boşanırsanız "allah'ı ve cennet hayatını" feda etmiş olacaksınız!!!

Allah'a ve cennete inanan insan için bundan daha büyük bir tehdir olabilir mi?

 

Muhammede inanan milyarlarca insan var ve olacak da ? ne kaybettiler ? aksine bir hayatı şerefli kıldılar, onurlu bir yaşama sahip oldular... var sayalım ahiret yok, tanrı da yok, muhammed de..... kitap ta yalan.... ne kaybedeceğiz ? Onurlu bir yaşam, şeref ve izzet.... kimsenin öninde boyun eğmeyeceğim, kimseye kulluk etmeyeceğim, kimsenin önünde secde etmeyeceğim, kendimi alçaltmayacağım, şerefimi iki paralık etmeyeceğim, özgürlüğümü koruyacağım.... özgürlüğümü hiç bir şey için satmayacağım... onurumu hep üstün tutacağım, sözümü tutacağım, hırsızlık etmeyeceğim, yalan söylemeyeceğim, kimsenin malını haksızlıkla yemeyeceğim, kimsein namusuna ve şerefine dokunmayacağım, vs, vs....bunlar benim kazançlarım.... ha bir de tanrı varsa eğer, ve eğer Muhammedin söyledikleri de doğru ise.....

kardeşim ben özgürlüğümü, herşeyden daha üstün ve herkesten daha layık olan Allaha sattım.... onun vaadettiklerine karşılık.......

Sen özgürlüğünü, neye karşılık kime satarsın onu bilemiyorum, ama YA BİR DE TANRI VARSA ve MUHAMMED GERÇEKTEN DOĞRU SÖYLEDİ İSE....sen ne kaybettiğini biliyormusun ???

 

Hırsızlık yapmak, müslüman olmayanlara özgü bir ahlaki bozukluk mu?

Yalan söylemek, müslüman olmayanlara özgü bir ahlaki bozukluk mu?

Haksız kazanç elde etmek, müslüman olmayanlara özgü bir ahlaki bozukluk mu?

Başkasının şerefini, onurunu, namusunu rencide etmek, müslüman olmayanlara özgü bir ahlaki bozukluk mu?

 

Kusura bakma, semitik din anlayı dışında, bırakın başkasına "kulluk etmeyi" ve "secde etmeyi", bu kelimeler, bu fiiller bile yok! Kulluk etmek, secde etmek ifadeleri bile senin dinine ait. Senin dininin insan'a layık gördüğü en iyi makam "kulluk". Secde eden bir kul makamı. Ben secde de etmem, kul da değilim. Sana da saygı duyarım. İster secde et, ister eğil, ister kul ol, ister köle ol.

 

Saygılar.

Gönderi tarihi:
Muhammede inanan milyarlarca insan var ve olacak da ? ne kaybettiler ? aksine bir hayatı şerefli kıldılar, onurlu bir yaşama sahip oldular... var sayalım ahiret yok, tanrı da yok, muhammed de..... kitap ta yalan.... ne kaybedeceğiz ? Onurlu bir yaşam, şeref ve izzet....

 

Ne? Anlamadım?

Muhammede inanan hangi ülkede bu bahsettiklerin gerçekleşmiş?

Muhammedi kabul etmeyen toplumlar ****** mi, onursuz mu yaşıyorlar?

Toplumlara gerek yok kendi ülkendeki insanlara bak:

Hırsızlıktan, dolandırıcılıktan, tecavüz suçundan yargılananlara git sor bakalım neye inanıyorlar?

İnanmak neyi halletmişte gelip burda güllük gülistanlıkmış gibi anlatıyosun ? Ahkam kesiyosun? Çok ilginç çoook.....

 

ama YA BİR DE TANRI VARSA ve MUHAMMED GERÇEKTEN DOĞRU SÖYLEDİ İSE....sen ne kaybettiğini biliyormusun ???

 

Bu ne şimdi? Senin inancının temeli bu korkumu? Onca şey yazdıktan sonra bi de bunu diyerek yazdıklarının içinin ne kadar boş olduğunu ispatladığının farkındamısın?

 

Emin ol kimse bişe kaybetmedi, zamandan başka.... Onu da en çok siz kaybediyor ve kaybettiriyorsunuz!!!!

Gönderi tarihi:

insanın özgürlüğünü koruması demek, bütün varlık alemindeki en üstün arlık olma tecrübesidir... kimseye boyun eğmemek, kimsenin önünde secde etmemek, özgürlüğün ifadesidir... bu ifadeyi İLLA ALLAH kelimesiyle sınırlandırmak ve anlamlandırmak gerekiyor... yani tanrının dışında bütün yaratılmışlara karşı ilan edilen bir özgürlüktür bu... eğer bunu yapmazsanız, biliniz ki, içinizdeki inanma ve sığınma duygularını yönlendireceğiniz bir başka ilah arayışında olacaksınız... ve bu ilah da ontolojik olarak bir diğer yaratılmış olacaktır... sizden daha fazla aklı olmayan, daha fazla düşünemeyen, idraki ve kaabiliytleri sizinkinin bir benzeri olan bir yaratılmış şey..... bu bir nesne de olabilir, bir para, yahut mevkiii, yahut hizmetini üstlendiğiniz ve sizi mükafatlandırıp ya da cezalandıracağına inandığınız başka bir şey.... bu ilah sizin hayatınınızı ve değerler hiyerarşiizi belirleyecek herhangi bir şey de olabilir, herhengi bir akım, eğilim, düşünce sistemi vs... ya da bu ilah arayışınız, içinizdeki megalomanlık düzeyine göre sizi bile ilahlık iddiasına götürebilir, aklınızı, ruhunuzu ilah edinebilirsiniz... kendi kendinizi başkalarına rabb olarak dayatabilir, ilahlık taslayabilirsiniz... Nemrut gibi, firavn gibi... ya da onların kahinleri gibi.... ama şu gerçeği değiştirmeye yetmeyecektir bütün bunlar ; '' ÖZGÜRLÜĞÜNÜZÜ KORUMAMIŞ OLURSUNUZ '' kendi kendinizi köleleştirmiş olursunuz.... Öncelikle bütün şeylere karşı özgürlüğünüzü ilan edin ve onu korumak için de özgürlüğünüzü onu size bağışlayan alemlerin rabbi olan ALLAH'a satın.... O yaratılmamıştır, doğmamııştır, doğrulmamıştır, herşeyden yücedir... ellerinizle yapıp ürettiğiniz tanrılardan daha yücedir... özgürlüğünüzü ona satar ve yalnızca ona eğilirseniz, başka hiç kimseye eğilemezsiniz... ona adarsanız özgürlüğünüzü, yalnızca ona boyun eğersiniz, bunu yapmazsanız, tanrıdan başka herkesin ve her şeyin önünde eğilip, secde edersiniz... şu 3 günlük dünya hayatı basit hesapların içine girmezsiniz... dimdik durursunuz, eğilmeden bükülmeden...

Benim dinimde secde etmek demek, sıradan bir eylem demek değildir, eğilmek demek basit ve bayağı bir hareket ya da ibadet değildir... epistemolojik olarak bunları incelemenizi ve vahyin indiği dönemde o toplumda nasıl anlaşıldığını incelemenizi tavsiye ederim....

özgürlük insana tanrının bahşettiği en büyük nimettir, akıl dan sonra tabikii..... onu korumanın yolu Allaha teslim olmaktan geçiyor....

bir de arkadaşım bu güzel olan davranış şekillerinin yalnızca müslümanlara ait olmadığından söz etmişsiniz .....

haklısınız bu konuda, güzel olan herşey insanlığın ortak malıdır... ama ben işin orjinalini, kaynağını işaret etmek açısından buna değinmiştim....burası çok önemli bence..

zira diyelimki, hırsızlık, ya da gasp veya cinayet kavramını ele alalım... bunun ilk kaynağına inmek isterim... ilk başlangıcına.... homosapiens'in bu kavramları yoktan varetmesini mümkün görmüyorum... adil olmak, dürüst olmak, yalan söylememek, şerefli olmak.... bunlarda mümkün değil... bu kavramların temelinde ilahi yani dinsel bir öğreti görüyorum.... çünkü bütün toplumlarda bu kadar benzer tanımlama ve aynı şekilde algılama mümkün gelmiyor bana... demek ki ilahi bir kaynaktan beslenme var. yoksa ilkel denilen bir varlığın bu kavramları icad etmesini iddia etmek gerçeklik ifade etmeyecektir...

ikincisi bu güzel hasletleri taşımanın sorgulanması ve değerlendirilmesi hususu var ki; bunu hemen bir soru ile açalım :

şimdi fizik alemin fizik kuralları içerisinde, hangi yeryüzü dini insanların ahlaki davranmasını öngörebilir ve mallarını ve canlarını diğer insanlar harcamalarını temin edebilir ve bunu sorumluluk olarak sunabilir ki ? hangi yeryüzü inanışı, insanlara paylaşımı öngörebilir ve komşusu açken tok yatmamayı temin edebilir ve buna bir sorumluluk ykleyebilir ki ?

geçen bir arkadaş Muhammed için bir devletin reisi olarak menfaat temin ettiğini ve hiç aç kalmadığını iddia etmişti...yeri gelmişken hatırlatayım... Açlık dönemlerinde, müslümanlar ekonomik ve siyasal boykot altında iken, bir müslüman karnına taş bağladığını peygambere gösterdiğinde, Muhammedin karnına 2 tane taş bağladığını görünce utandığını anlatır tarihçiler... şimdi hangi yeryüzü dininin peygamberi insanlarına ahlak ve erdemi, fazilet olarak öngörebilir ki ,?

ve hangi sahte yeryüzü ilahı, insanlara mallarını ve canlarını insanlık için feda etmeleri halinde, karşılığının cennet olacağını söyleyebilir ? ...

yapamazlar çünkü, onların vaad edecekleri cennet zaten burada, yeryüzünde olacağı için, inananlarına da bu fedakarlığı öğütlemelerinin ve öngörmelerinin anlamı kalmayacaktır, öyle değil mi ? çünkü, onlar için bu hayatta ne kadar biriktirebilir ve ne kadar üst üste yığabilir ve ne kadar kuralsızca ve ahlaksızca ve futusuzca biriktirebilirse yeryüzü cennetini o kadar çabuk kurabilecektir... bunun için de her yol mubahtır değil mi ? faiz yoluyla nsanların mallarını gasb edeceksin, hisse senet sepet yoluyla hırsızlıklar vurgunlar yapacaksın, neden ? yeryüzünde cennetini kuracak ya onun için elbette.... ilahları böyle öngörüyor... yeryüzü ilahları... sahte ilahlar...

Özgürlüğünü koruyamazsan, muhakkak bir yeryüzü cenneti edinmen mümkündür.... ama tanrının yanında yerin olmayacaktır o zaman da ....

Yani bu güzel hasletlerin, bu güzel davranışların temelinde dini öğreti vardır arkadaşım...

bir de benim dinimde hoşgörünün , sevginin, saygının olmadığını, korkunun olduğunu iddia etmişin !!!!

arkadaş...

yukarıda söylediğim gibi, hiçbir yeryüzü dini sevginin üstünlüğünü sağlayamaz, bunu ancak ilahi bir öğretiden temellendirebilirsiniz...

tanrı herşeyin başına sevgiyi koyar... insanların yaşama hakkını koyar merkeze... adaleti koyar... birlikte yaşamanın formülünü koyar.... insanların özgürlüklerini korumalarını ister çünkü... bu neye yarar derseniz eğer ?

bakın şimdi, bütün savaşların, cinayetlerin, gaspların ve kötülüklerin, ve tacizlerin.... hepsiinin temelinde, bir kısım yaratılmışların diğer yaratılmışların üzerinde dayatmacılıkta bulunması değil midir ? bir kısım insanlar, bir diğer kısım insanları ezmek, sömürmek, ve onların üzerinde tahakküm kurmak, onlardan menfaat temin etmek istedikleri için değil midir bütün bunlar ??

yani özetle ; bir kısım insanların yeryüzünde ilahlık iddiasında bulunmaları, ya da rabb olma iddiasında bulunmaları değil midir ??? burada terminolojilerimiz farklı olsa da anlamanızı umuyorum beni ...

şimdi arkadaş... insan hayatına en büyük saygı, onun özgürlüğüne saygı olmaz mı ? bunun tek savunucusu da GERÇEKTE YALNIZCA ALLAHTIR.... diğerleri sadece kendi ilahlıklarının egemenlik mücadelesindedirler... karanlıkla mücadele ediyoruz derken aslında onlar kendi karanlıklarını egemen kılmak istemektedirler....

arkadaş.... korku vardır elbette.... ilahlık iddiasında bulunup, insanları kendilerine köleleştirmek isteyen, insanların haklarını gasp eden, onları sosyal-siyasal ve ekonomik olarak sömürüp taciz eden bütün yeryüzü dinlerinin sahte ilahları ve onların yardımcıları korkacaklardır... korkmalıdırlar da... hatta onlar yeryüzü halklarının bütün tersanelerini işgal etmiş de olabilirler.... ve hatta yaratılmış olanlarımızdan birçokları da gaflet ve dalalet içinde olabilir.... Biz hayatın ölümle sınırlı olamdığına inanıyoruz.... ceza da mükafat ta tanrının elindedir.... korkması gerekenler elbette korkacaklardır.... ''yaşasın insanlığa ihanet edenler için cehennem !!''

eğer doğrulardan ve hakikatten taraf iseniz '' üzülmeyiniz, korkmayınız, onlar için altlarından ırmaklar akan cennetler vardır'' özgürlüğünü koruyabilenlere ne mutlu ...

 

var sa, ya da yok sa...

var ya da yok ...

inandığınız şeylerle elbette kumar olmaz... söylediklerim sizde bu anlamı çağrıştırıyorsa eğer, bir özür borcum olmalı... çünkü bunu kastetmedim ..

müslüman olup olmamak kişinin kendi tercihidir ve bu bir haktır... hakkınızı en demokratik yollardan kullanabilirsiniz.. kimse sizin hayatı nasıl algıladığınızı ve anladığınızı sorgulama hakkına sahip değildir... bu sizinle kalbiniz arasındaki sorununuzdur... acıktığınız zaman yemek yersiniz, karnınızı doyurursunuz... aç kalmak çok ağır bir imtihandır.. midenizi doldurmanız gerekmektedir... akllınız aç kaldığınız zaman hep midenize takılıdır.. onu doyurmadan rahat olamazsınız, diğer ihtiyaçlarınızda olduğu gibi... örneğin dişiniz ağrıdığında, aklınız hep ordadır ya...

insanın doyurması gereken en önemli parçası ise kalbidir sevgili Hoppa ...

eğer onu tatmin edebiliyorsanız ve eğer onu rahat tutabiliyorsanız, yani özgür kılmak diyorum buna ben.... o zaman siz, olumlu, pozitif, birisiniz demektir... bunu toplumsal açıdan önemsiyorum... pozitif insanlar çevresine ve topluma olumlu yönden enerji katarlar, korurlar ve yıkmazlar, yaşamayı ve yaşatmayı tercih ederler... çevremzde bu tür insanların artması bizi mutlu edecektir... Tanrı da bunu ister bizden.... uyum... mutluluğun ve huzurun yolunu evrenle uyuma bağlar... siz inandıklarınızı kalbinize götürün, aklınızın size ürettiği şeyleri kalbiniz le test edin... eğer sizi mutlu ediyorsa ve tatmin oluyorsanız... bu neticesi ne olursa olsun güzel bir şeydir... çünkü toplum açısından önemli olan sizin mutlu olmanızdır.. sizi mutlu eden her türlü inanç ya da inançsızlık bizim mutluluğumuz olacaktır... onu korumak bütün bireylerin ve özellikle müslümanların görevidir... zira bu insanlığın varlığının garantisidir... öyle inanıyorun ben, tanrı öyle söylüyor çünkü ...

kumar oynamayınız, hele inandıklarınızla.... çünkü kalbi kumarla tatmin olan kimse görülmemiştir ....

müslüman kumar oynamaz, çünkü ''var sa da yok sa da'' kaybetmiyor ki ? her halde kazandığı için kumar oynamamıştır.... Yaşamı ''se-sa'' şart eklerine bağlamıyor... o hep kazananlardan çünkü, kaybedeceği hiç bir şey yok....

Gönderi tarihi:
Ne? Anlamadım?

Muhammede inanan hangi ülkede bu bahsettiklerin gerçekleşmiş?

Muhammedi kabul etmeyen toplumlar ****** mi, onursuz mu yaşıyorlar?

Toplumlara gerek yok kendi ülkendeki insanlara bak:

Hırsızlıktan, dolandırıcılıktan, tecavüz suçundan yargılananlara git sor bakalım neye inanıyorlar?

İnanmak neyi halletmişte gelip burda güllük gülistanlıkmış gibi anlatıyosun ? Ahkam kesiyosun? Çok ilginç çoook.....

 

 

 

Bu ne şimdi? Senin inancının temeli bu korkumu? Onca şey yazdıktan sonra bi de bunu diyerek yazdıklarının içinin ne kadar boş olduğunu ispatladığının farkındamısın?

 

Emin ol kimse bişe kaybetmedi, zamandan başka.... Onu da en çok siz kaybediyor ve kaybettiriyorsunuz!!!!

Gönderi tarihi:
Ne? Anlamadım?

Muhammede inanan hangi ülkede bu bahsettiklerin gerçekleşmiş?

Muhammedi kabul etmeyen toplumlar ****** mi, onursuz mu yaşıyorlar?

Toplumlara gerek yok kendi ülkendeki insanlara bak:

Hırsızlıktan, dolandırıcılıktan, tecavüz suçundan yargılananlara git sor bakalım neye inanıyorlar?

İnanmak neyi halletmişte gelip burda güllük gülistanlıkmış gibi anlatıyosun ? Ahkam kesiyosun? Çok ilginç çoook.....

 

 

 

Bu ne şimdi? Senin inancının temeli bu korkumu? Onca şey yazdıktan sonra bi de bunu diyerek yazdıklarının içinin ne kadar boş olduğunu ispatladığının farkındamısın?

 

Emin ol kimse bişe kaybetmedi, zamandan başka.... Onu da en çok siz kaybediyor ve kaybettiriyorsunuz!!!!

Gönderi tarihi:

sayın evaporit

iletilerinizi neden bu kadar uzun yazıyorsunuz ki? Yazılarınızı okuduğumda vermek istediğinizi aslında 3 cümlede verebileceğinizi gördüm. Hayır takip etmek zor oluyor bizim için de ondan yani. Yoksa tarzınız bu olabilir saygısızlık etmek istemem.

Gönderi tarihi:

uzun yazmanın sorun olduğunu biliyorum, ama daha da önemlisi, sizin ne kadar uzun ya da çok şey anlatıp yazdığınız değil, karşıdakinin anladığı kadardır gerçeği... ve daha da kötüsü ne biliyormusun ? o kadar çok uzun uzun anlat, ama başa dön, hiç bir şey anlatmamış gibi ol... karşıdakinin seni anladığını sanması... ya da herkesin aslında karşısındaki için değil de kendisi için anlatması mı bunu bilmek çok zor işte...

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.