Zıplanacak içerik

Ahmet AY

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Ahmet AY tarafından postalanan herşey

  1. Aradan 18 yıl geçmesine rağmen hala televizyon programlarında kör dövüşüne dönen “kimler yaptı” tartışmalarını dinleyince aklıma (hedefi bulmamayı esas alana sitem için söylenen) bir Kürt Atasözü geldi; “ez dibéjim hırç vaye, tu dibéji réç vaye/ben, işte ayı diyorum, sen, işte izi diyorsun”. Programlarda genellikle birilerini karalama, birilerini aklama; bir kesimi töhmet altında bırakıp “bağcıyı dövmek” gibi amaçlar ön plana çıkıyor. Yeter artık, neyi örtmeye çalışıyoruz? Derin devlet ve taşeronlarının hangi zulmünü, rezilliğini, caniliğini gizleyebilir, kapatabiliriz? Leblebi kadar aklı olan biliyor ki son 50 yılın faili malum-meçhul cinayetlerin, kayıpların, eylemlerin kahhar ekseriyetini GLADYO, derin devlet, kontralar, ETÖ’ler, SUSURLUK’lar, (ÇATLI’lar, İ.ŞAHİN’ler, V. KÜÇÜK’ler, A. ASLAN’lar, O. SAMAST’lar, A. Kadir AYGAN’lar, Yeşil’leri kullanarak yapmışlardır) bunu bilmeyen yok ama bilip de kabullenemeyenler çok… Hani devlet hala kutsal ya, hani devlet ana, bazen de babadır ya; hiç kıyar mıymış evlatlarına? Kaldı ki biz devletin içine çöreklenmiş ve kendilerini “devletin asli ve asıl sahipleri” gibi gören bir çeteden, derin devletten söz ediyoruz. Bu derin devlet kıyar mı kıyar, hem de en inanılmazına kıyar. Başbakanlarına kıyan, generallerine kıyan, 19 yaşındaki 15 günlük askerine kıyan derin güç herkese kıyar. Yeter ki onların mevzileri muhkem olsun. Bu uğurda kim giderse gitsin. Onlar için bir ağacın dalından bir yaprak kopmuş kadar ucuz ve basit… İşte bu derin güçler Madımak’ı yakıp ateşiyle Başbağlar’ı da tutuşturdular. Biliyoruz, Başbağlar PKK tarafından yakıldı. Bunu kendileri üstlendi. Madımak nasıl yandı, kim yaktı konusunda söyleyeceklerim çok yeni ve farklı değil. Ancak şunu vurgulamakta fayda görüyorum: Madımak ile Başbağlar olayları aynı merkezce ve merkezde karara bağlanmıştır. Bunu kim nasıl yorumlarsa yorumlasın, iddia ediyorum; Başbağlar’ı PKK’ya havale eden güç, Madımak’ı da kendilerinden olan bir güruha havale etmiştir. Süreç belli; Adnan KAHVECİ’yi kazaya kurban eden, Uğur MUMCU’yu öldürten güç, Orgeneral Eşref BİTLİS’i de katletmiştir. T. ÖZAL’ı yok eden güç ile Süleyman DEMİREL’i köşke çıkartan da aynı güçtür. Bingöl baskınında istihbaratın tehlikeyi/saldırıyı bildirmesine rağmen 33 eri silahsız ve önlemsiz yola koyan güç ile Şemdin SAKIK’a yem eden aynı güçtür. Dolayısıyla Madımak ve Başbağlar’ı da bu güçlerle beraber düşünmemiz gerekmektedir. Ancak çok tartışılan bir konu da cami cemaatinin çoğunluğunu oluşturduğu kalabalığın Madımak yanarken tekbirlerle yangını seyredişindeki garabeti nasıl açıklamamız gerektiği konusudur. Şimdi insanlardan bahsediyoruz; duyguları ön planda olan, galeyana gelen, panikleyen, korkan, dolduruşa gelen, kitle psikolojisinin etkisiyle kendisi olmaktan çıkan, kalabalıklarla hareket ederken doğru-yanlışı fark etmeyen, etse de “boş veren” insanı esas almalıyız. Yoksa mantıklılığı, muhakemeyi her ortamda ve şartta esas alan, itiraz etmenin bedelini ödemeyi göze alabilen, kitle psikolojisini bilen ve bundan uzak durabilen insandan değil. Bu eleştiren, itiraz eden insan ile kendini kaybedip kitlelerin küçük bir parçası olmayı kayıtsız, şartsız, kararsız ve itirazsız kabul eden insan aynı özelliklere sahip değildirler. Bunlar Müslüman veya başka bir inançtan olsunlar hiç fark etmez. Bunun için o gün orada “ateşe üfürenler maalesef dolduruşa gelen dindarlar olmuşlardır” demekle bütün bir İslam dininin müntesiplerini töhmet altında tutmak aynı şey değildir. Yoksa büsbütün Müslümanların bu ********* ve cani olayın failleri olduklarını söylemek olur ki bu büyük bir bühtandır. (Bu satırların yazarı böyle bir iftiradan Rabbine sığınır) ama o gün önceden planlandığı gibi görevli bir grup provokatör tekbir getirerek, zaten dolduruşta olan kitlenin de tekbirlere eşlik etmelerini sağlamışlardır. Oysa “silm-sulh” olan esenlik ve barış dini “bir insanın öldürülmesini bütün insanlığın öldürülmesiyle eş tutarken” nasıl olurda öldürmelerin en ağırı ve en iğrenci olan ateşte öldürmeyi –bırakın teşvik etmeyi- hoş görsün. Bunun için “Madımak’ı Müslüman dindarların yaktığı” iddiası uluslar arası GLADYO ve derin devleti temize çıkarma anlayışından kaynaklı olduğunu belirtmek istiyorum. Ama Allah aşkına Müslüman böyle bir durumda tekbir getiren provokatörlere eşlik edebilir mi? Müslüman dindarlar bu ********* katliamda yanmaları pahasına da olsa Madımak’ı söndürmek için nasıl olur da çabalamazlar? (Büyük çoğunlukla Sivas halkını tenzih ederek) Müslüman Sivas halkı Aziz NESİN’in bütün tahriklerine rağmen karşılığın ölüm olamayacağını, hele hele kitleyle beraber ateşte yakılmayacağını bilmiyor muydu? Dedim ya kitleye teslim olunca “ben”in bitmesi söz konusu olmaktadır. Sözün özü; Sivas katliamı insanlığın yüz karası bir katliamdır. Dünya durdukça unutulamaz, unutturulmamalıdır. Bu ********* caniliği, bu ülkenin GLADYO’su, bugün adına ERGENEKON denilen “terör örgütü” ve diğer kollar yapmışlardır. Dindar kitle önce demokratik tepki için toplandı. Ama işin içinde derin komplo ve katliamın olabileceğini düşünemediğinden her slogan ve tepkiyi kendilerinden bildiler. Sonra derin güçler devreye girerek Madımak’ı ateşe verip tekbir getirdiler. Orada bulunan dindar topluluk provokasyonu göremedi. Yangını engellemekle mükellefken, ateşin yanmasıyla beraber canı pahasına söndürmeye çalışmalıyken provokatörlerin yönlendirmeleriyle önemli bir grup tekbir getirerek hem olayı onaylamış ve hem de alevlerin şiddetini arttırmışlardır. Ama bunu Müslümanlara mal etmenin de insafa sığmayacağını bilmemiz gerekmektedir. Biliyoruz ki MADIMAK'I YAKANLARIN ARKASINDA DERİN GÜÇLER VARDI, AMA MADIMAK'IN ÖNÜNDE DE PROVOKATÖRLERİN TEKBİRLERİNE TEKBİRLERE EŞLİK EDEN DİNDAR BİR KİTLE VARDI. Peki, tarihin bu ********* olayını gerçekleştiren derin güçlerin asıl amaçları neydi? Bu soruya net bir cevap vermek için Madımak’ı yakan güçlerin 2 gün sonra da dindarlığıyla bilinen Başbağlar’da masum köylüleri canice katlettiklerini hatırlamamız gerekmektedir. 2 Temmuz Madımak’ta Alevi vatandaşları yakarak katledenler ********* amaçlarına ulaşabilmek için 4 Temmuzda da Sünni ve dindar olan Başbağlar köyünü yaktılar. 29 kişi kurşunlanarak öldürüldükten sonra ateşe verilen evlerde 4 masum vatandaş yanarak can verdi. Şimdi dikkatli bakıldığında amaç belli, Alevi-Sünni ayrıştırmasını iki kesim arasında savaş çıkartmak… Maraş’ı, Çorum’u ateşe verenler 12 Eylül darbesini hızlandırmışlardı. Sivas’ta yapılmak istenen de aynı şeydi. Bu anlayış darbeyi gerçekleştirmek için her türlü yolu –ne kadar canice ve ********* olursa olsun- meşru, hatta mecbur addeder. Yoksa Madımak’ta hayatını kaybedenler gibi Başbağlar köyü sakinleri de masum insanlardı. Burada bir çift sözüm de PKK için; Başbağlar katliamını hemen Madımak sonrası yapmakla kimlere hizmet ettiklerini gördüler mi? Eğer bu olay PKK tarafından derin güçlerden bağımsız ve habersiz gerçekleştiriliş ise o zaman olayın zamanlanmasının nasıl bir açıklaması olabilir? Hiçbir şekilde şiddeti tasvip etmesek de Madımak ile Başbağlar katliamlarının zamanlamasını “öncede planlanmıştı” deyip geçiştirilemez. Kaldı ki örgütün önemli isimleri konu ile ilgili yaptıkları açıklamalarda Başbağlar katliamının Madımak olaylarının intikamı olduğundan söz ediyorlardı. Bir son sözüm de Başbağlar katliamını alkışlayanlar, Madımak’ın intikamı olduğuna sevinenlere; Sizin dininiz-dinsizliğiniz, mezhep ve siyasi düşünceniz ve insanlık aidiyetiniz belli mi? Bu tür insanlık dışı olay ve cinayetleri red eden, "insanlık onuru ve yaşamı kutsal ve dokunulmazdır" diyen herkese selam olsun. İblisin yeryüzündeki insan kılıklı taşeronlarına ise lanet olsun.
  2. Kardeşim halk bu, başka halk yok. Bunu anlayın lütfen. Silivri'dekiler çiçek bahçesinde çiçek devşirdiler diye değil, terörle hükümeti devirmek için çalıştılar diye orada tutuluyorlar. Mahkemenin dediği bu. Kesinleşmesini bekliyoruz. saygılar
  3. Bu ifadeleri seçimin ağır yenilgisine veriyorum. Herşey daha güzel olacak.
  4. Saf değilim, süreci okuyorum.
  5. Lütfen artık 1940'lı yıllardan kurtulun. Dünya tarihiyle 2011 yılındayız. Kemalizm falan bir oyundu; İ. İNÖNÜ'NÜN kendisini kamufle oyunuydu. Halk bu oyundan bıktı ve "oYUN BİTTİ" Buyurun Türkiye gerçeklerine; Cumhuriyeti kuran, CHP'yi iktidara getiren, TİP'i meclise sokan, KARAOĞLAN hikâyesini yazan bu halk o yıllarda çok mu bilinçliydi. Halk bu, Halkımı seviyorum.
  6. Türkiye tarihinin en önemli seçimini az önce sonuçlandırdı. Sonuçları değil, kimileri galibi dünden belli olan seçimlerin sürpriz sonuçları bekleniyordu. 1946’da başlayan çok (aslında iki) partili demokratik mücadele boyunca derin çizgiler belliydi. Kim, ne kadar oy oranıyla iktidar olursa olsun ülkenin yönü değişmezdi. Nasıl değişsin ki? Hemen hemen bütün özgürlük alanları yasaklarla örülmüş, kırmızıçizgileri vatandaşın temel hak ve hukukunun üstünden geçip yerle bir eden bir rejimle yönetiliyorduk. Kendine demokrat, kendine özgür bir anlayışın 65 yıl boyunca vatandaşına reva gördüğü yasaklardı, suçlamaktı, kan ve gözyaşıydı. Bizler bu 65 yıllık çok partili hayatta “siyasi iktidarlar ülkeyi yönetemedikleri için!” her 10 yılda bir askerin direkt-endirekt müdahalesi ile karşılaştık. Neymiş? “ülke uçuruma gidiyormuş!”. Osmanlı tecrübesinden gelip, bu asırların engin mirasını yok sayarsanız sizi uçurumdan ben bile kurtaramam. Vesayeti elinde bulunduranların yüzünden hakikaten bu ülke defalarca uçurumdan döndü. En son 21 Şubat 2001’de tarihinin en büyük krizlerinden birini yaşadı. Beceriksiz, yetkin olmayan, halkın duyarlılıklarını taşımayan siyasetçiler yüzünden ülke olarak neredeyse şarampole yuvarlanacaktık. Bu yetkin olmayan siyasetçileri başımıza manipülasyonlarla işte o vesayetçi anlayış musallat etmişti. Türkiye’de yaşayan halkın sosyolojisine zerre kadar vakıf olmayan, demografik yapıdan bihaber ve halkın esenliğine ehemmiyet vermeyen bir anlayışla yıllarca ülke inim inim inletildi. Son seçimler bu yüzden büyük bir önem arz ediyordu. 3 yıldır vesayet anlayışıyla mücadele de Ergenekon adında bir illegal yapılanma, TSK içinden cuntacı gruplar deşifre edilmişti. 12 Eylül 2011’de mini anayasa referandumla kabul edildikten sonra vesayetin yargı ve asker ayağı (tam olmasa da önemli ölçüde) pasifize edildi. Ülkede katliam boyutuna varacak şekilde terör estirerek ülkede kaos ve sonunda darbeye yol açmayı hedefleyen karanlık güçlere indirilen darbelerle beklenmedik olumsuz gelişmelerin önüne geçildi. Sonunda beklenen tarihi seçim sürecine girildi. Seçim kampanyası boyunca hırçınlaşan liderler şunu çok iyi biliyorlardı: Millet bu seçimle ya vesayetlere son diyerek hakiki anlamda halkın egemenliği sağlanacaktı. Ya da vesayet geri gelecek, son 8 yıldaki kazanımlar bir bir kaybedilecekti. Liderler de birbirlerine bu sebeple ağza alınmayacak hakaretler savurdular. Bunlardan Kemal KILIÇDAROĞLU’nun başbakana yönelik “…ana…”sı siyasi tarihe kara bir leke olarak geçecekti. Gelinen nokta halkın % 50’si Ak Parti, dolayısıyla “değişim ve dönüşüm devam etsin” dedi. Kanaatim o dur ki halkın bu talebi iktidar partisi tarafından doğru okunacak ve “ileri demokrasi” için gereken anayasal değişiklik “yeni ve sivil anayasa” ile gerçekleşecektir. Yoksa halkın büyük çoğunluğunun oylarıyla 3. kez iktidara gelmenin bir “travmaya yol açacağı” endişesinin yanlışlığı açıklanamaz. Şimdi, Daha önce iktidar partisinden pek çok kez görüştüğüm şahsiyetlerin; artık “yasaksız ve yeni bir anlayış olmalı, herkes için eşitlik ve özgürlük olmalı” sözlerinin gereğini yapmalarını bekliyoruz. Artık mazeret kalmamıştır. Ak Parti arzu edilen anayasa değişikliğini diğer partilerle birlikte öncelikli görev olarak görmelidir. Destek görmemesi halinde ise erken seçim kozunu kullanmalıdır. Yazıyı bitirirken başbakanın ünlü “balkon konuşması” başladı. En çok dikkatimi çeken konu, bizim de öteden beri dile getirdiğimiz “herkes ve her kesimin kendisini özgür hissedeceği bir ülkeye yakışan sivil anayasa”ya değinmesiydi. Gerçekten de bu ülkenin 74 milyonuna yaraşır ve yakışır bir anayasa şart. Sivil, demokrat, özgürlükçü; 21 yüzyılın ihtiyaçlarına cevap veren sivil bir anayasa bu ülkeye yapılacak en büyük iyiliktir. Yarın sabah uyandığımızda bugünkü modan çok farklı bir moda gireceğiz. O mod sakinleşmiş, kendini öz eleştiriye tabi tutan ve nasıl “iyi bir iş” yapması gerektiğini düşünen mod olacaktır. Herkes yeni güne herkese hayır isteyerek başlamalı. Ve Çok iyi bilmeliyiz ki hepimiz aynı topraklarda ve aynı kadere sahip olarak yaşıyoruz. Keza bize isabet eden acının da ortak olduğunu unutmamalıyız. Kendimiz için istediğimizi başkaları için de istemediğimiz sürece “adam” olamayacağımızı da… Hayırlı olsun.
  7. Ülkemizde cumhuriyet kurulduktan sonra son 50 yılda halkın oylarıyla iktidara gelenler, askeri müdahaleler sonucu iktidardan uzaklaştırılmışlardır. Antidemokratik, cunta yöntemleriyle 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 ve 28 Şubat 1997 tarihlerinde gerçekleşen darbe ve muhtıralar bazen kanlı olmuş, bakanlar ve başbakanlar idam edilmişlerdir. En son 28 Nisan 2007’de adına “sanal muhtıra” da denilen askeri müdahaleyi Ak Parti hükümeti tanımayıp etkisiz kılmıştır. Entrika, suikast, katletme gibi yöntemlerle yönetimi ele geçirme teşebbüsleri dünyada pek çok ülkede olduğu gibi Osmanlıda da sıkça görülmüş ve kimi zaman da fiilen gerçeklemiştir. Bizi ilgilendiren konu bugünlerde adına ETÖ denilen illegal yapılanmanın halkın oylarıyla iktidara gelen Ak Parti iktidarını devirme planlarının kökenlerine inmektir. Ergenekon nedir? Nasıl kuruldu? Bu örgütün ilham kaynağı olan illegal yapılanmaların 150 yıllık geçmişi nedir? Osmanlı döneminin özellikle son yarım yüzyılında “yönetime ortak olma, yönetimi ele geçirme istekleri” kurulan örgütler eliyle gerçekleştirmeye çalışılmıştır. Aslında dünyanın her ülkesinde yönetimde söz sahibi olma, iktidar olma çabaları vardır. Asıl ve makbul olan legal/meşru yollarla belirlenen kurallar esas alınarak yönetimin el değiştirmesidir. Kimi zaman da maalesef yönetim zorla, darbe/ihtilal ve entrikalarla başka güçlerin eline geçmiştir. Osmanlı döneminde örgütlü olarak yönetimi baskılarla etkileme çabaları 1840’lı yılların sonunda başlamıştır. Bu uygulama Osmanlı’da ilk kez Padişahların “ikna edilerek”, Osmanlı yöneticilerine akıl hocalığı yapmak, yönetime de “gerektiğinde ‘balans ayarı’ çekmek için” aralarında dönemin b/ilim erbabının bulunduğu bir grup yapmıştır. Bunu sonradan fiili bir devlet kurumu olacak olan Encümen-i Daniş gerçekleştirmiştir. Osmanlı İmparatorluğu yıkılsa da “Encümen-i Danis” Cumhuriyet’te de devam etti. Bu kurumun devlet politikalarının belirlenmesinde çok önemli bir roller oynadığı muhakkaktır. (son yıllarda da tekrar gündeme gelen bu yapılanmanın neden gizli tutulduğu, ne gibi faaliyetlerde bulunduğunu örnekler vererek açıklayacağız) Encümen-i Daniş, Osmanlı döneminde Ahmet Cevdet Paşa tarafından Sultan Abdulmecid’e bir mektup sunmakla (26 Mayıs 1846) başlayan çalışmalar sonucunda 1851′de resmen kurulur. O dönem kuruluş amacı –kâğıt üzerinde- eğitim kitaplarını hazırlama gibi görünse de neticede “bilirkişi” olma özelliğinden dolayı padişaha zaman zaman “balans ayarı” yapma hevesindedir Encümen- Daniş. Zaten kısa bir süre sonra eğitim kitaplarının yanı sıra neredeyse her türlü kitap hazırlığı, basımı, dağıtımı onların “olur”uyla mümkün olabiliyordu. 19. yüzyılın ortalarına gelindiğinde Ahmet Cevdet Paşa’nın sultan Abdulmecid’i ikna etmesiyle çalışmalara başlayan Encümen-i Daniş; Padişah’ın bizzat onayı ve katılımıyla 18 Temmuz 1851′de büyük bir törenle açılır. Encümen-i Daniş Eğitim Kurulu 40 tane dâhili, 30 tane harici üyeden oluşuyordu. Bu üyelerin taşıması gereken özellikler kurul tüzüğünde açık ve net bir şekilde belirtilmişti. Örneğin dâhili üyelerin, bir ilim dalında mütehassıs olması, bir yabancı dili bilmeleri, bir eser hazırlama veya tercüme kabiliyetlerine haiz olmaları şart koşuluyordu. Harici üyelerin kurula kabul şartları ve görevleri ise farklıydı. Reddi miras yapılsa da Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’nın mirası üzerine kuruldu. Ama bu mirasta en çok öne çıkan “kurucu felsefedeki” yapılanma şekli oldu; “derin cumhuriyet”… Doğrusu cumhuriyetin kuruluş felsefesine yaklaşık 2 asırdır süren “Batı'ya dönük siyasi projeler”de ulaşılabiliriz. Asıl kurucu damar bu süreçte açıldı. Öteden beri bizdeki batı hayranlığından özgürlük, eşitlik, aydınlanma değil; batılı giyim-kuşam, batı türü ve hazcı yaşam tarzı kastediliyordu. Kimi zaman batı türü eğitim talepleri de yine bu hazcı yaşam tarzı amaçlanarak dile getiriliyordu. İşin bizi ilgilendiren tarafı bu siyasi projeyi gerçekleştirmek isteyen güçlerin örgütlenmelerinde daha sonradan dünyaca tehlikeli görülen uluslar arası terör örgütüyle ilişkisi. Zira bu ilişkiden sonra suikastler, provokatif eylemler, baskınlar ve tabii ki darbeler süreci başlar. Carbonari örgütünden söz ediyorum. İtalya Mafyası tarafından kurulan Carbonari (kömür işçileri) örgütü “bizimkilerin” hem örgütlenmelerinde hem de eylemlerinde oldukça etkili olmuştur. İtalya başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesinde terör estiren Carbonari terör örgütünün Osmanlı dönemindeki muhaliflerle ilişkisi Osmanlı’da ciddi bir kırılma noktasıdır. Bab-ı Ali baskını, 31 Mart Vak’ası, Darbe ve diğer darbe teşebbüslerinin Carbonari’nin eğittiği örgütler üzerinden gerçekleşti. Son yıllarda ortaya çıkarılan BALYOZ, ELDİVEN, SARIKIZ, YAKAMOZ darbe planlarının kökleri İtalyan Mafyası Carbonari'ye kadar uzanır. Ülke ve demokrasi birebir benzeyen ve fakat az format değiştiren bir yapılanma ile karşı karşıya kalmıştı. Devam edecek…
  8. Kastamonu’da seçim mitingini bitirip Amasya’ya gitmekte olan başbakanın seçim otobüsüne eskortluk yapan polislere saldırı düzenlendi ve 1 polis hayatını kaybetti. Seçim çalışmaları dolayısıyla Kastamonu mitingi bitmiş, sayın başbakan Amasya’ya doğru yola çıkmıştı. Ancak Kastamonu çıkışında konvoya silahlı saldırı gerçekleşti. Başbakanın bulunmadığı konvoyda polis otosu çapraz ateşle tarandı. El bombası atılan otomobil olay yerinde yandı. Saldırganlar ormanlık alanın şartlarından yararlanarak kaçmayı başardılar. Bir zamanların TRT’si gibi sunduğumu ben de fark ediyorum ama ne yapayım? Ne/yi yazayım? MİT’in ihmalini mi yazayım? Emniyetin “bu olayı işleyecek olan failleri” daha önce ellerinden nasıl kaçırdıklarını mı..? Askerin hala “Ilgaz Dağları’nın Özel Kuvvetlerin bölgesi” olduğuna ilişkin açıklama yapmadığını mı? MOSSAD’ın Karadeniz ve mücavir alanda neden güçlendiğini mi? Defalarca söylememize rağmen bazı önlemlerin alınmadığını mı? Hangi birini yazayım? Bir kere açıkça söylemeliyim ki bu eylemi PKK’nin yaptığına inanmayanlardanım. Zira PKK (ister üstlensin ister üstlenmesin) yapmışsa kesinlikle Kürtler için yapmamıştır. O halde eylemin asıl faillerini ortaya çıkarmak için kafa yorulmalıdır. Kur’an İsrailoğullarından bahsederken Bakara suresinde -meal ve tefsir alimlerinin büyük oranda bizce literal ve bütünlükten uzak, hatalı yorumlanan- bir ayet vardır; “Hani siz bir kişiyi öldürmüştünüz de ardından bu meselede birbirinizi suçlamıştınız. Hâlbuki Allah gizlediğinizi ortaya çıkarırdı. Bu amaçla “bu ilkeyi/prensibi bu şekilde çözümlenmemiş cinayetlerinden bazılarına uygulayın…” (Bakara/7273) Yani bir kıstas var ve bu olayı o kıstasa göre ortaya çıkarmaya çalışın” mealinde… Evet, Daha önce benzeri olaylar olduğunda nasıl aydınlatılırdı? Ya da aydınlatılmamasının sebebi neydi? Aydınlatılsa kime zarar verirdi? Bu tür eylemler kim(ler)in işine yarar? Seçimler öncesi oluşturulmak istenen kaos Türkiye’de yaşayan Kürtlere-Türklere ve diğer etnik, sosyal ve dini gruplara hiçbir yarar sağlamayacağı aşikârdır. Sadece ve yalnızca ETÖ ve onunla paralel duran dış servislerin arzu ettikleri bir ortamdır kaos ortamı. Çünkü bu seçimler sonuçları itibariyle “derin devleti” tamamen tasfiyesi edebileceği gibi, derin devletin kaybettiği bütün mevzilerini tamamen ve daha kavi bir şekilde geri almasına da vesile olabilir. Kaybeden bu yüzyılda artık sahne almayacak demektir. Bunun için “karşı taraf”ın her şeyi ve her kaybı göze aldığını bilmek ve bu minvalde önlem almak olmazsa olmazdır. Türkiye yeni bir medeniyet oluşturmak zorundadır ve önümüzdeki seçimler bu adım için en önemli merhaleyi oluşturuyor. Türkiye için (amiyane tabiriyle) ya herru, ya merru… İşte bu sebeple kaos senaryoları ve akabinde ortamları hiçbir zaman iktidara yaramamıştır. Mağduriyetler dışında halkın teveccühü kaos ortamlarında muhalefetten yanadır. Kim bu kaos ortamını istemektedir? Eylemi yaptıranlar kimin hesabına/hanesine kâr olarak yazılmasını ister? Mesela eylemler artınca doğuda BDP, doğudan öte CHP ve tam da anketlerde MHP’nin baraj altında kaldığı iddia edildiği bir dönemde MHP’ye yaramayacak mı ve bu Ak Parti’nin kaybı olmayacak mı? İsrail’i oldukça sıkıntılı günlerin beklediğini ben biliyorum da kendisi bilmeyecek mi? HAMAS-EL FETİH BARIŞI (velev ki geçici de olsa) ne ifade ediyor? Bu barışta Türkiye’nin rolünü İsrail unutur mu? Ortadoğu’daki olumlu gelişmeler İsrail için tehlike çanları çalmıyor mu? Kürt Sorunu seçimden sonra ciddi mesafe alırsa İsrail razı olur mu? Bütün bunları alt alta, yan yana koyup toplarsak ne çıkar? Sonuç; ETÖ-derin devlet, İsrail-MOSSAD ve tuttukları taşeronlar için dünyanın sonu demek değil mi? O zaman hesap başka… Eylemin asıl failleri araştırılırken bu soruların tümünü dikkatlerden kaçırmamalıyız. Aksi takdirde yanlışlara, dönülmez hatalara ve sonuçlarına razı oluruz. İkinci mesele; TSK iddia edilen “Ilgaz Dağların’ın Özel Kuvvetlerin bölgesi” olduğu idiaları ile ilgili açıklamayı vakit geçirmeden yapmalıdır. PKK’de bu işin neresinde olup olmadığını açıklamalıdır. Bugün ajanslara geçen “üstleniyoruz” iddiası gerçekse o zaman farklı konuşuruz… Sonuç yerine: Bu eylem ülkenin geçmekte olduğu seçim sürecini baltalamaya yönelik olabileceği gibi “asla unutulmaması gereken ‘başbakana suikast planlarını’ da devreye koyanların sonuç alma girişimidir. Her şeye rağmen sakin, sağduyulu ve çok dikkatli olmak zorundayız. Bu hassasiyetler yetkilileri hamasete sürüklememelidir. Milliyetçi reflekslerin anlamsızlığını bilmem kaçıncı kez görmeye tahammülümüz yoktur. Onun için barış, esenlik, adalet vurgusu ön plana çıkmalıdır. O zaman kaybeden kaosgiller olurlar. Allah korusun yoksa hepimiz…
  9. Kendisini zor durumda bırakmak için (olmayan) sorunlar var edip bununla ayağına değil beynine nişan alan başka bir millet, başka bir ülke bilen varsa göstersin ben de bu söylediklerimi geri alıp özür dileyeyim. Bir ülke düşünün ki bırakın kazançları engellemede, kayıplara yol açmada en başta gelen kurumu yargı, yargı kurumları arasında da yüksek yargı olsun… İnsanlar makam ve mevkii ne olrsa olsun ideolojik düşününce hak, hukuk, adalet, yemin, iş/görev namusu vs. değerleri bir tarafa bırakılabiliyorlar. Geçmişinden ibret al(a)mayan ülkeler geleceklerini şaşı bakışlarla düzeltemezler, düzenleyemezler. Neyi, neden ve niçin yaptıklarını bilmeyen erk sahipleri sadece kendilerine zarar vermekle kalmazlar, bütün ülkeyi bu çarpık ve küçük anlayışlarına feda edebilirler. Dünyanın geldiği noktaya bakın; Arap ülkelerinin yaşadıkları sürece bakın, bizimkiler hala 1940’lı yılların mantalitesini, siyasi atmosferinin beklentisiyle yanıp tutuşuyorlar. Ya hu uyanın artık, dünya 2000’li yıllara gireli 11 yıl oldu. Artık “eski hal muhal” bunu anlayın. Siz mektep okumuş, hatta üniversite eğitimi almış yaşlı başlı insanlarsınız, farkına varın değişim ve gelişmenin ve bunun önüne geçemeyeceğinizi anlayın artık. Aslında anladınız ama kabullenemiyorsunuz ve bunun mantıksız mücadelesini veriyorsunuz. Kimi zaman Kürtleri, kimi zaman İslamcıları-dindarları, bazen sosyalistleri-solcuları, bazen de alevi ve diğer farklılıkları sistemin dışına itmenin bu ülkeye kaybını yeryüzünde başka bir halk, başka bir ülke insanlarına yaşatmamıştır. Ne yani? 1991 seçimlerinde meclise giren Kürtleri yaka paça TBMM çatısı altından çıkartıp cezaevine tıkmanız bu ülkeye neye mal olduğunu görmediniz mi? Yasakçı zihniyetin vetolarına uğrayan bir genel başkan birkaç ay sonra bu ülkede 9 yıldır başbakanlık yapmıyor mu? Kapattığınız partiler bu ülkede iktidara gelmediler mi? Şimdi de Kürtlerin oluşturdukları bağımsız bloğun adaylarını veto ile siyaset dışına itmeniz ne anlama geliyor ve neyin peşindesiniz?.. Allah akıl versin diyorduk ama eksik dua ediyormuşuz; Allah size de bize de yetecek kadar akıl versin. Bu kadarıyla olmuyormuş. Hele hele yargı mensubu için hiç mi hiç yeterli değilmiş… Adamlar size gelip sormuşlar; “bir eksik, bir sorun var mı? Varsa tamamlayıp giderelim” diye. Ve sizler de “”hiçbir eksik ve sıkıntının olmadığını” beyan etmişsiniz. Peki, bu geçen üç günlük sürede fareler evrakları yemediyse eksik olan ne? Bu eksikler baştan beri var idiyse neden size sorulduğunda “her şey tamam” dediniz. Eğer eksiklikleri yeni öğrendiyseniz o makamda oturmanız doğru mu? Aynı YSK bir yılı aşkın süredir cumhurbaşkanının görev süresi ile ilgili tek bir şey söylememişti. En son ısrarlar üzerine “zamanı gelince açıklarız” demişlerdi. Beyler, o “beklediğiniz zaman” hiçbir şekilde gelmeyecek. Siz Sayın GÜL’ün görev süresi sadece “5 veya 7 yıllıktır” derdiniz, demediniz. Sanır mısınız ki ****** avlama misali ani ve dar sürede açıklayacaksınız da Sayın GÜL ve Sayın ERDOĞAN cumhurbaşkanlığı için kapışacaklar?.. Çok beklersiniz. Ben sizi rahatlatayım; Ne başbakan ve ne de cumhurbaşkanı sizin bildiğiniz ve/ya tahmin ve temenni ettiğiniz gibi cumhurbaşkanlığı için birbirleriyle yarışmayacaklardır. Nasıl olsa Ak parti’den aday da değilim ve kimse bu söyleyeceklerim için “yaranmak içindir” de diyemeyecek. Onun için kamuoyu beklentisini tatmin eden cevabı ister açıklayın ister “zamanını” bekleyin, onlar kapışmayacaklar. Yani o beklediğiniz “zaman” sonsuza kadar ertelenmiştir. O halde nedir bu lakaytsızlığınız? Neyin peşindesiniz? Aslında plan tutmadı, Derin güçler YSK’nın bu vetolarıyla bölgede birinci parti olan Ak Parti’yi zor durumda bırakıp oy oranını, dolayısıyla milletvekili sayısını önemli ölçüde düşürmek istemişlerdi. Bununla iktidarın devrilmesini ve/ya koalisyona mahkûm edeceklerdi. Ama BDP’nin açıklamaları derin ağabeyleri “bu sefer de yanlış yaptık, dön baba dönelim” demeye sevk etti. BDP’nin açıklamaları oyunu bozmakla kalmadı, bu derin güçlerin hesaplarında akıl ve izanı yeterince kullanmadıklarını da plan sahiplerine göstermiş oldu. Çünkü BDP’nin “seçimlerden çekiliriz” resti hesaplanmamıştı. BDP’nin seçimlerden çekilmesi bölgedeki milletvekilliklerinin tamamına yakınını İktidar partisi (Ak Parti) alacak demekti. Hatırlayanlar bilir, 1994 yılında benzer durumda bütün belediyeleri Refah partisi almıştı. Aynı durumun bu kez de Ak Partinin lehine olacağı şüphe götürmez. Bu da Ak Partinin tek başına anayasayı değiştirecek meclis çoğunluğuna sahip olması anlamına geliyor. Plan sahiplerinin amacıyla yüzde yüz ters bir sonuç olacaktı. Ancak planı yapan derin güçler yedek planı da tedbir olarak tutuyorlardı. Bu süreçte yaşanacak olanlardan hükümeti sorumlu tutup farklı bir yara açma amaçları tuttu. Hem de cana mal olacak şekilde. Süreci normalleştirmek isteyen siyasilerin yanı sıra sayın cumhurbaşkanı da devreye girip BDP eşbaşkanı Sayın Selahattin DEMİRTAŞ’ı köşke davet etti. DEMİRTAŞ tereddütsüz kabul etti. Ancak tetikte bekleyip tetiği çekenlerin cana kıymasıyla süreç sabote edildi ve DEMİRTAŞ köşk yerine cinayetin işlendiği ilçeye gitmeyi tercih etti. Önceleri devlet erkânını bu tür görüşmelerde caydırmayı esas alan güçler bu kez 12’den vurmayı başardılar. Bir gösterici öldürülerek DEMİRTAŞ’ı köşke çıkmamaya mecbur! ettiler. Bununla da kalmadı. Adana’da BDP yanlıları protestolarını bölgenin en güçlü İslami STK’sı olan Mustaz’af Der’e yönelttiler. PKK ile Mustaz’af Der geçmişte kanlı bir savaşın tarafları olduklarını unutmayalım. YSK ile Mustaz’af Der’in alakasını kuramadım. Öte yandan diğer cemaatlere yönelik provokatif sloganların ne hizmet ettiğini iyice düşünmek lazım. Samanyolu TV ve Zaman gazetesinin bu kararı nasıl eleştirdiklerini görmemek mümkün müdür? Demek ki hesap tutmayınca “birileri” başka hesap peşinde… Kim neyin peşinde? Diyarbakır’da gençleri yenden sokaklara sürme seçimi gerginliklerle geçirmek isteyen çeşitli güçlerin (bu BDP’den ibaret değil) tam da istediği bir karardı. Bismil’de olayların/eylemlerin ölümle neticelenmesinin ardında hangi güçlerin çıkacağını merak etmiyorsanız süreci doğru okumuyorsunuz demektir. Çünkü “Diyarbakır üşürse bütün bölge değil grip komaya girer”. Bunu bilmeyen güç derin güç olabilir mi? Evet, Diyarbakır en sakin haftalarını yaşarken bu süreç seçim sonuna kadar kavga değil çatışmalarla isteyenlerin ekmeğine ballı yağ sürmüştür. Diyarbakır 6 bağımsızı seçebilirken şimdi Ak Parti oylarını referandum da dâhil son üç seçimin en kötü sonucuna doğru itmektedir. Ak Parti artık burada çok da rahat seçim çalışmalarını sürdüremeyecektir. Bunun da ötesinde ak Parti ciddi darbe almıştır. Sokaktaki vatandaş nezdinde –ki pek çoğuyla ru be ru görüştüm- Ak Parti seçim barajından tutun değiştirilen anayasa paketinde bu durumları neden göz önünde bulundurmadığının soru ve hesabıyla karşı karşıyadır. İşte hesabı yanlış yapan iktidar partisine bir de YSK kararının vurduğu darbe. Bunun için akıl dilerken “yetecek kadar istemek lazım” diyorum. Yoksa güdüleriyle de yaşamak mümkün ama ne’ce..? Bu arada her türlü şiddeti ret ediyorum, hiçbir hak şiddet kullanılarak aranmamalıdır. Ama son YSK kararı dolayısıyla cereyan eden olayların ve maalesef bugün Diyarbakır’ın Bismil ilçesindeki olaylar sonunda öldürülen vatandaşımızın kardeşimizin (İbrahim ORUÇ) sorumluları bu çarpık planın hazırlayıcılarıdır. Alın size; Hangi ülke kendi insanına, vatandaşına bu kadar zülüm eder? Bir ülke kendisine -olmayan sorunlar var ederek- bu kadar haksızlık eder mi? Bir yargı ülkesine bu kadar hassas olan konularda böyle bir bedel ödetmeye önayak olabilir mi? Bana başka bir ülkede bunlar var diyorsanız adını söyleyin ben de söylediklerimi geri alayım ve özür dileyeyim. Boşuna yorulmayın; Yok…
  10. Ahmet AY şurada bir başlık gönderdi: Politika Bilimi
    İnsanlar var oluşları/yaratılışları gereği, yani doğal olarak ve de haklı bir taleple uzun ve sağlıklı ömür dilerler. Yaşamları boyunca huzurlu, mutlu ve çoluk-çocuklarıyla, eş-dostlarıyla ömür boyu beraber olmak isterler. İnsanoğlu ömürleri boyunca her türlü acıyı yaşayabileceği gibi, en unutulmaz mutlulukları da yaşayabilirler. Bazen sevdiği/sevdikleriyle mutlu anların doyumsuzluğunu yaşarken, bazen de onları kaybetmenin dayanılmaz ızdırabını iliklerine işlerler. Kazandıklarıyla sevinirken, kaybettiklerinin ardından kahrolurlar. Doğan bebesinin cennet kokusunu ciğerlerine teneffüs ederken, onun kaybıyla ciğerine cehennemvari ateşin bıraktığı yanık kokuları işler. Velhasıl ömür dediğimiz veterede/serüvende her türlü mutluluk ve mutsuzlukları tatmak mümkündür. Ancak ben farklı bir hikâyeden; uzun ömrün finalini tarifi yeryüzünde hiçbir cümleyle, hiçbir paragrafla, hiçbir yazıda, kitapta ve belki emsali asla görülemeyecek (ve Allah hiçbir yaratılmışa göstermesin) acıdan, acının KARACADAĞ’ın yanında kıl gibi hafif kaldığı bir hayatın finalinden söz ediyorum. Berfo Nine’den, onun uzun ve meşakkatli ömrünün sonunda bütün hücrelerinde his ettiği 105 yıllık ömründeki bütün acı ve mutlulukları kat be kat aşan acısından bahsetmek istiyorum. Bahsetmek istiyorum ancak bunu nasıl, hangi kurgularla yazacağımı bana hiçbir edip, hiçbir filozof, hiçbir âlim öğretemez. Zira tarifi muhal olan bir acıyı yazıyorsanız, anlatıyorsanız yazacaklarınız onu ifadede yetersiz olduğunu peşinen kabul etmişsiniz demektir. Aynen öyle, peşinen kabul ediyorum ki Berfo Nine’nin acısını yazacak hiçbir kalem bulunamaz ve ben de bu konuda yetersiz kalacağımı kabul ediyorum. Doğrusu ben Berfo Nine’ye kızgınım! Ne vardı Allah’tan uzun ömür dileyecek? Ne yani, çok yaşayıp neyi görecektin? Cemil’in gözaltına alınmış, nerede olduğu bilinmiyor! Ne güzel işte! Bilinmiyorsa bilinmiyor… Uzun ömür isteyeceksin de, Cemil gelecek göreceksin de… Allah bilir belki boynuna sarılıp haftalarca koklamak için bekledin on yıllardır. Yavruuuuuuum! deyip yeryüzündeki bütün annelerin köz olmuş yavru hasretini dindirecektin. Canııııııııım! derken bütün ölüleri diriltecek şekilde bağıracaktın. Hayal bu ya; yeryüzünde ayrılık ateşiyle yanan bütün yürekleri serinletmeyi düşlüyordun. Evladıııııııım! diyerek evlat hasreti çeken annelerin dağlı ciğerlerine merhem olacaktın… ona ne kahvaltılar hazırlayacaktın, ne yemekler pişircektin bütün anneler adına ve yerine… Torunların olacaktı ondan. —Bak Cemil’im bak, aynen rahmetli babana benziyor diyecektin her torunsuz kalanın yerine. Ah be Berfo Nine’m! Sen Allah’tan çok şey istedin! Bizim gibi kulların cürümlerini, pisliklerini, zalimliklerini Allah’ın temizlemesini mi bekliyordun?! Berfo Nine’m, Biliyorsun ki bizim zulmümüz arşı alâya ulaştı. Arşın sahibi bizden yüz çevirdi. 124 bin kere uyardı bizi ama biz bu gafletten uyanmak istemedik. Hekimler, filozoflar, âlimlerle uyardı yine kâr etmedi. Doğadaki olaylarla sebep sonuç ilişkisini sundu, yine de bir türlü ibret almadık… Berfo Nine, Biz yaratılış gayesinden fersah fersah uzaklaştık ve el’an mesafeyi gittikçe açıyoruz. Peki, sen ne diye uzun ömür istedin? Cemil’inin hayaliyle ölüm dileseydin sanki daha mı çok acı çekerdin? “Umut yaşamın temel esprisidir” dediğini duyar gibiyim. Evet, ancak umutla yaşanır. Ama kimlerden ne umduğunu, neyi ümit ettiğini 70–80 yıllık ömrün sana öğretmemiş miydi ki yeniden aynı “cansız”lardan hayat bekliyordun? Berfo Nine’m, Sen ömrünün; 105 yıllık ömrünün en büyük hatasını yaptın! Uzun ömür dilemeyecektin. “Cemil’im gitti de dönmedi, yeter artık” deyip veda edecektin bu acımasız dünyaya… Yapamadın, yapmadın işte. Cemil’ini bir kere daha görmek sana 105 yıllık ömrünün bütün acılarını unutturur, bütün mutlulukları gölgede bırakırdı. Cemil’in gençti, daha yeni yeni gençlik yıllarına başlamıştı. Üstelik onu alıp götürenler “bu memleketin evlatlarıydı” diye düşündüğündendir bekleyişin. Götürürler, suçsuzsa bir süre sonra bırakacaklardı. Varsa bir suçu cürümünü çeker gelirdi, beklerdin tabi ki, ne vardı ki beklemeyecek? Ama değilmiş Berfo Nine’m, bildiğin gibi değilmiş. Ya oğlun asla dönmeyecek ve ne olduğu bilinmeyecek bir suç işlemişti! ya da götürenler bildiğin ve düşündüğün gibi insanlıktan nasip almamışlardı. Tamam da hangi hayvan insanı alıp götürür de kemikleri de olsa bulunamaz şekilde kaybedilirdi? Sahi böyle bir hayvan var mı? İnsanı kapacak götürecek, yiyecek, öldürecek ve geride hiçbir parçası, tek bir eseri bulunamayacak? Yok yok, böyle bir hayvan, bu denli hayvanlıktan da çıkmış bir yaratık olamaz, olmamıştır. Daha dün gece Kütahya’da aç kalan kurtlar bir insanı yediler ama cesedinin geri kalan kısmını bıraktılar oracıkta. Yakınları da alıp götürdüler parçalarını gömdüler. O halde Cemil’ini götürenler hangi diyarın vahşileriydi? Sana çok kızıyorum Berfo Nine’m! Kimseye gücüm yetmiyorsa sana da mı yetmiyor? İyisi mi, sana kızayım? Neden çok yaşadın, neden? İşte şimdi ömrünün bütününe sığdıracağın bir acın oldu. Yediklerin, içtiklerin hatta aldığın her nefes burnundan geldi. Al sana, Cemil’inden haber var. Açıkladılar; Hani sen “bizim gibi buraların evlatları” dediğin adam görüntülü, insan kılıklılar vardı ya, işte onlar götürmüşler. Dur, hemen sevinme. Sana daha da acı çektirerek anlatayım. (Dedim ya en iyisi sana kızmak. Şimdi de en acıyı sana daha da acı hale getireyim de gör. Tabi bunun ötesi var ise) Onlar götürdüler ama getirmeyecekler. Yooo, öyle “olsun, yaşasın da getirmesinler, yaşıyor ya razıyım” diye sevinme. Ne o? Neden kaşlarını çattın ki? Berfo Nine’m! Sadistleşmemin yanı sıra bu aralar mazoşistlikle de aram iyi benim. Sen bu gavurca lafların ne anlama geldiğini bilmesen de sana şu an çektirdiklerimi düşün yeter. Berfo! İlerleyen ve tükenen yaşından dolayı her sözü on kere tekrarladıkları halde zar zor duyan kulakların neden Cemil ile ilgili her söylediğimi eksiksiz duyuyor neden? Neyi duymak istiyorsun benden? Neyin haberini? Berfo! Uzatma artık, git başımdan!!! - Cemil’im… Sus be kadın! Ne titriyorsun? Ne ağlıyorsun? Bak artık gözyaşın kalmadığı için ağlamayı bile beceremiyorsun!.. Berfo!.. dur, ne olur dur, gitme. Ölürüm sana, öleyim sana dur gitme. Bekle az, ağlayayım sana. Cemil için, ben ne çektiğini kıyısından da olsa bilirim. Ben de çektim o işkencelerin bir kısmını. Acısı değil, çaresizliğidir kahreden. Berfo, ölürüm sana, gurbanım yarana senin. O kapanmayan ve dünya durdukça her gün kanayacak yarana. Oy Berfo Ninem! Nasıl söyleyebilirim, nasıl anlatabilirim sana?.. Hani biraz yaşın müsait olsa söylerim de… Hayır hayır, Cemil’ini katlettiler diyemem. Camdan attıkların hiç söyleyemem. Gerçi o istemişti eminim, o kahrolası işkencelerdense ölümü o istemişti. Ama hemcinsleri görünümlü olanlar tarafından camdan atılarak ölmeyi değil elbetteki. Sen ölümü dilemedin ama o dilemişti eminim ve kabul edildi. Haydi, sıra sende. Gel sen de artık yeter de. De ki bitsin bu kâbus aratan rüya. Bitsin ki sana Cemil’inin devletin emniyetinde iken camdan atılarak öldürüldüğünü yazabileyim. Askerin, polisin, MİT’in ve bilmem nelerin koruması gereken bir vatandaşın camdan atılarak nasıl ve neden öldürüldüğünü anlatayım. Sen yaşarken anlatamam, hiç sızlanma vallahi söylemem. İyisi mi? Sen öl ki ben rahat rahat anlatabileyim. Çünkü bugün TBMM çatısı altında kurulan komisyon başkanı da açıkladı. Haydi, öl ki anlatayım. Sen duyma. Dayanamazsın, ölürsün bu dertle. Tuhafım, ben de ölümünü istemiyor muydum senin?
  11. ÖCALAN TÜSİAD’A (UUU!) DÖNÜŞÜ YAPTIRDI Anlayan beri gelsin diye başlayacaktım ama kim ne/yi anlayabilsin ki? Madem gerçekten de (öyle istiyorsan o zaman “sus, dediğin gibi oluyor zaten” diyeceksin ama kime? Eğer konuşmakla işlerin bozulacağını bilip de konuşuyorsan durum farklı. O zaman işin içinde başka işler var deme hakkı doğar. TÜSİAD’IN Öcalan’la “imtihan”ından bahsediyorum. Bu öyle bir “imtihan” ki sabah söyler doğruyu, akşam dedirtir eğriyi… TÜSİAD’ın anayasa hazırlığında sona doğru yaklaşırken “ağır toplar”ın gazabına ilaveten ÖCALAN’ın açıklamasıyla ortalığın toz duman olmasından söz etmek istiyordum. TÜSİAD sermaye adına faaliyette bulunan en güçlü sivil örgüt. Aynı TÜSİAD ekonominin renginden, başta ABD olmak üzere batı ile ilişkilerimizde etkisi olan bir örgüt. İşte bu TÜSİAD geçmiş yıllarda ülkenin en önemli sorunları ile ilgili açıklamalar yaparak hükümetler üzerinde etkisini göstermişti. Geçmişte görülen bu etkileri TÜSİAD’ın istekleriyle birebir örtüşür nitelikte kendini gösteriyordu. Hakikaten 74 milyonu kucaklayan, ayrı hele hele gayrı olmayan, kimsenin ötekileştirilmediği bir çalışmaydı TÜSİAD’ın hazırlattığı anayasa. Kamuoyu bu konuyu tartışıyor, beğenen beğenmeyen çıkıyor, şurası böyle olsa daha iyi olurdu diyenler… Hop, Öcalan’dan açıklama. Ne zaman? Bahçeli’nin “APO’nun isteğine göre hazırlanan bir anayasadır” dediği gün… Peki, bütün bunlar olup biterken ÖCALAN ne diyor? Ya da avukatları tarafından ÖCALAN’ın ne dediği söyleniyor? Özetle ve mealen “ben de böyle bir anayasayı önermiştim ve böylesi bir anayasayı istiyordum/istiyorum” deyivermiş ÖCALAN. Allah aşkına bu ifade ÖCALAN’ın ise bunun anlamı ne? Bununla ÖCALAN ne demeye getiriyor? Hakikaten istediği bu muydu? ÖCALAN bu ülkede “Allah bir” dese Türk kamuoyu buna bile tepki göstereceğini bilmez mi? Kaldı ki zaten kamuoyu TÜSİAD’ın bu açıklamasına “ülke bölünür” paranoyasıyla yaklaşmış, BAHÇELİ; “TÜSİAD bu anayasayı bölücü başının talimatıyla hazırladı” demiş. İşte böyle bir ambiyansın tam orta yerinde ÖCALAN kalkıp “bu anayasa benim istediğim gibi” açıklaması yapıyor. “Buyur buradan yakın” derler ya, aynen… Bunca zamandır içerde kendini “barış adına okumalara veren” ÖCALAN bu konuda bir açıklama yapacak olsa TÜSİAD ve hazırlanan yeni anayasa taslağına ne zarar vereceğini bilmez mi diyelim? 2007 anayasasını hazırlayan 6 kişiden birisine sormuştum; Anayasada “etnik vurgu” olmasa olmaz mı? Cevap “öyle düşünüyoruz” olmuştu. Aradan 2–3 gün geçmeden İmralı bir açıklamayla her şeyi yerle bir etmişti; “Yeni anayasada etnik vurgu olmasın”!!! Emriniz olur! 2007 anayasası hala yolda… Şimdi ÖCALAN söyledi mi? Avukatlarına söyletildi mi (zira geçmişte ÖCALAN’ın söylemediği ifadelerin ÖCALAN söylemiş gibi yayıldığını duymuştuk) bilmiyoruz. Ama eğer ÖCALAN bu ifadeleri kullanmış ise buna ne dememiz gerekir bilemem. Doğrusu TÜSİAD geri adım atmışsa bundan ÖCALAN’ın da sorumlu tutulması gerek.
  12. Ahmet AY şurada bir başlık gönderdi: Politika Bilimi
    Eğer bir gün nesiller insanlığın nasıl vahşileştiğine ve nasıl vahşileşebileceğine, Ya da geçmişte yeryüzünde insan neslinin tarihindeki en acımasız caniliğine, Aynı toprakları paylaştığı halde ırkçılıktan dolayı nasıl insanlıktan okun yaydan fırladığı gibi fırladığına, “Özgür dünyanın” bir alçaklığı nasıl önemsemediğe için insanın insanla imtihanına örnek vermek istediğinde Halepçe’de bütün bunları gösterebilir. Kürtlere soykırım uygulandığı için değil, Kürtler öldürüldükleri için değil, Kürtler evlerinden yurtlarından kaçmak zorunda bırakıldıkları için de değil; Halepçe’de “insanın” insana karşı küre-i arzdaki hiçbir canlının yekdiğerine karşı uygulamaya duyularının, güdülerinin, hislerinin izin vermediği insanlık değil, En vahşisinden canavarın bile kıyamadığı vahşeti reva gördüğü için kahroluyorum. Halepçe’de 16 Mart 1988’de Kürtlere karşı “ganimet” anlamına gelen El-enfal operasyonu/saldırısı ile katliam uygulandı. Halepçe’deki katliamı insanlığın yüzkarası oluşundan farklı bir şekilde anlamak gerek. Halepçe’de II. Dünya Savaşında ölenlerden çok daha az insan hayatını kaybetti. Halepçe’de insanların ölümüne değil, insanlığın yerin yedi kat dibine girmesinden dolayı kahroluyorum. Kürtler ilk kez katledilmemişlerdi. İnsanlar ilk kez soykırıma uğramamışlardı. Halepçe’de olan insanlığın insanlık sınavında dibe vurmasıydı (bottom). Halepçe; Ah Halepçe! Kurşunların gök gürültülü yağmasını kimyasal bombalar taşıyan uçaklarla sağlanmasına tanıksın. Halepçe! Cansız bedenine annen bile yaklaşamadı senin. Belki tarihte ilk kez anne evladına siper olma fırsatını bulamadı, asıl acı olan da bu; kötürüm kalan anne evladının üzerine örtünemeden can verdi. Halepçe’de insanlık sınandı, soru bütün zamanların en ağır sorusu ve (insanlık tarihi) için beş bin puanlık; Halepçe’de Kürtleri petrol zengini olmayan bir ülke katledebilir miydi? Buna cesaret veren petrol ülkesi olma özelliğinin vermiş olduğu alçakça şımarıklık değil miydi? Sevinin, Petrolün ham maddesi fosillerden de oluştuğu için önümüzdeki yüzyıllarda torunlarınız Kürtlerin fosilleşecek cesetlerini bilmem ne kadar zaman petrol olarak kullanacaklar. Halepçe’de Kürtler’in cesedi insanlık onurunun kobayıydı. Kobay kobay olarak kaldı, Peki ya insanlık?.. Eğer Halepçe’de katledilenler Araplar olsaydı, Eğer Halepçe’de soykırıma tabi tutulanlar İngilizler olsaydı, Eğer Türkler, Almanlar olsaydı dünya buna nasıl karşılık verirdi dersiniz? Demeyin, Demeyin zira insanlıktan arta kalan bir kırıntı varsa bari o kalsın numune olarak. İnsanlık Halepçe’de bottom. Ya Filistin’de? Guantanamo’da?.. Zaire’de, Nijerya’da?
  13. Ahmet AY şurada cevap verdi: Ahmet AY başlık Politika Bilimi
    Şeriat paranoyası çok kalıcı, asla geçmezmiş. Bazıları da şeriatın falanın gelmeyeceğini çok iyi bildikleri halde "hırsıza bak" misali bu şarkıyı tekrar ediyorlar. Beyler! Şeriat falan yoooooooookkk, başka birşey söyleyin.
  14. Önce benim kadar müktesebatınızı ortaya koyun ondan sonra tartışma kültüründen söz ediniz.
  15. Ahmet AY şurada cevap verdi: Ahmet AY başlık Politika Bilimi
    Peki, MUAMMER AKYOS, BAHİRİYE ÜÇOK, UĞUR MUMCU, BİTLİS PAŞA, HABLEMİTOĞLU... RAHİP SANTARO, MALATYA ZİRVE, MUSA ANTER, VEDAT AYDIN, GAZETECİ METİN GÖKTEPE... Bence bunları da cemaat öldürdü: ETÖ cemaati...
  16. Biz Clinton'un yanında esas duruşa geçen KARAOĞLAN'ları, 70 sente muhtaç Çoban Sülüleri, ABD yetkilisini gördüğünde Türkçe konuşmasını unutan ÇİLLER ve YILMAZ'ları da gördük. Şimdi ise "işinize gelirse" diyen bir hükümet var. Eğer ETÖ olmasaydı o zaman AB/D bu kadar da etkili oamazdı. Zira ETÖ-MOSSAD onlara hizmet etmektedir.
  17. Biz sizin faretmediğiniz Türkiye'nin gücünü görüyoruz, siz ise güçsüz olsun bizim olsun ve Tayyip başarılı olmasın da ne olursa olsun dyorsunuz ve bunu kabullenemiyorsunuz...
  18. Demokrasinin nevş-u nema bulması için önce eli sopalılar sopalarından vazgeçmelidirler. Ellerde sopa olunca demokrasinin gelişmesi mümkün olamamaktadır.
  19. AB/D Ak Parti ile iyi geçinmek zorundadır. Yoksa Orta Doğu'da beş paralık olurlar. Borsalar konjonktürle alakalıdır. Başka bir amacı yok. Öküz altında buzağı meraklısı olunca kuru havada nem aranır.
  20. ABD'nin mineti dağ başına, hatta EVEREST tepesine. Türkiye halkı artık ABD'lerin oyununa gelmeyecek kadar rüştünü ıspatlamıştır. Bunun en güzel örneği 2007 seçimleri, ve 12 Eylül referandumudur.
  21. Tabi, Bütün cuntacılar öyle yaparlar; Kanatırlar yarayı, seyrederler, biber ve tuz ekerler yaraya... Sonra ortam darbeye müsait hale gelir; Haydi operasyona ve "ne yapalım hasta ölüyordu?" TSK hiç bir şekilde müdahale hakına sahip olamaz. Cuntanistan ve Nijerya olsa eyvallah. Ama eğer Türkiye, demokrasi, özgürlük diyorsak sorunlarımızı darbe heveslileri kanlı hale getirip darbe gerekçesi hazırlamasınlar. Gölge etmesinler ihsan istemez. Hatta ölümü gösterip sıtmaya ve sonrası ölüme razı etmesinler.
  22. Siyasal islam olsa ne olurdu? Siyasal sola olur Siyasal kapitalizm olur siyasal profonculuk olur ama siyasal islam olmaz. Haşk seçmişse siyasal islamcı da olur. Ancak laiklik ilkesine uyulması koşulu aranır o kadar. Kaldıki SUSURLUK olayında bir çelişki bulunmamaktadır. Derin Devlet ayıplarını dindarların bilmesini istemediler. G.ANTEP milletvekili Bedri İNCETAHTACI'ya ne oldu? Saygılar.
  23. Sayın Canraşit beyefendi ETÖ'nün anti Amerikancılığını bu kadar kesin bildiğiniz için teşekkür ve tebrik ediyorum. Siz olmasaydınız bu ülkedeki anti Amerikancıları nasıl b,lebilirdik ki? Bir şey daha, Bir insan antiAmerikancı olabilir çünkü ABD üvey evlat ve kardeşlerini hep yarıyolda bırakır. Bu antiAmerikancıların ille de demokrat olduklarını ortaya koymaz. Unutmayalım en büyük anti ABD İrandır. Vesselam...
  24. Bazıları yazılarıyla değil başka yönleriyle katkıda bulunmaktan onur duyarlar. Mesela kalemiyle, kelamıyla. Kimileri endamıyla Ali KALKANICI mesela, Fadime ŞAHİN mesela...
  25. İklim kimin nesi oluyor?

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.