Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

jhonywalker

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    624
  • Katılım

  • Son Ziyaret

jhonywalker tarafından postalanan herşey

  1. jhonywalker

    Asiklar atisiyor

    dedim ya ben cahilim... yazzmayı öğrendim ama.. Kime yazaacağimi bilmesemde... Nice iletiler yolladım foruma...
  2. baahissewer) İnatCı....
  3. Hürriyet sewdalısı...
  4. Ama her giyim kuşami görüntüsü düzgün olan kişide iyi insan olduğu kanısına warmamıza yetmez sanırım... Kılık kıyafet görüntü bi yere kadar belki o insan hakkında fikir sahibi olmamızı sağlar.. Unutmamak gerekki insanlar AY'a benzer karanlık yüzlerini asla göstermezler...
  5. SAna soracak değilim yorum yaparken... begenmiyorsan okumazsın...KAale aaalmazsın... ben fikirlerimi yazıyorum ne o sinirlendin saaaaaaanırım yine... sen ne kadar yorum yapmakta özgürsen bende özgürüm hanfendi.. Anladdın sen!
  6. edemezsin ki zaten....O haberi yazaaaan kimse öncemi sonramı bilmeden yazdı... sende araştırmadan yazdın gaflete düşerek... We yazdığın yazıya karşilik cvb alınca bercestearkadaşimizdaan sanırım biraz sinirlendin...
  7. Ben seni kastedrek yazmaaadım zaten arkadaşim...okudum fikirlerini.. seni üzecek bişi yazdıysam özür ayrıca... Yok Erzurumlu olduğum için ağrima gitti biraz....üzüldüm sanırım.. Tşkler alaturka ne güzel izah eetmişsin walla cümlelerime tercüman olmuşssun... SAygılar..
  8. Öncelikle sen neden alındın Kİ BEN CYRANOYA beyanen yazmiştim ama senide yanıtsız bırakmiyim..YAzmak için yazsam kısa cümleler kurardım zahmet etmezdim.... Tşk ederim okuduğun için bende okudum forumda yazılanları ayrıca beni haksız yere yargılamayı bırak önce seni hoşgörüye dawet ederim... ben içkinin kötülüklerinden bahsettim we bu illet yüzünden içki masalarında kaç can yok olduğuna değindim.. İyi okumamişsin okuduysan Ki demek sen çok dar açilardan bakıyorsun konuya... YAda anlamak istediğin gibi anlıyorsun... Hükümeti sen ben o biz siz onlar seçeeriz sandıkta bize daha iyi hizmet etsinler diyerekten.... 1. soruna cvben eğitim açisindan meslek okullarında okuyan insanlara üniwersite okumalarını için Bu güne kadar yanliş olan sistemi kaldirdi... _bas bas bagiran Kürtlere ana dilinde eğitim imkanı sundu... _AB ye girmek için çirpinanlar için müzakere tariihi almayı başardi.. ws ws... 2:soruna cvben HAlkının refahı için öncelik bu olsaydı 3 yıldır hükümette öncelikle bu yasaği koyaardı 3 yıl sonra değil..TABi Ki halkın refahı AALKOL yasaklamaktan geçmez... ÖNcelikle dış we iç borç temizlenmeli ÜLKE İMF in elinden kurtulmalı... Kurtulduktan sonra :IMF ye wwe iç borçlara ödediğimiz faizlerle insanların daha rahat huzurlu wwe REFAh sewiyesi YÜksek bir ÜLKE için projeler üretmeli derim HÜKÜMET.. 3:soruna cvben...Bu zamana kadar werilmeyen eğitim için sanırım sorumlu olmazz bu Hükümet... EĞİTİM ilk aaaailede başlar sonra okuldaa.. İnşallah ümit ediyorum Ki eğitim sistemindee bunuda ele aalan seminerler düzenlerler.... NAsıl Ki cinsellik için okullarda seminerler düzenleyip prezarwaatif we doğum kontrol hapları dağitiyorlarsa we bunun sonucunda Öğrencileri cinsellik açisindan bilinçlendiriyorlarsa... Bu zamana kadar Ki hiç bi hükümette okullarda UYUŞTURUCU hakkındaa seminerler düzenlemedi ben görmedddim.. sen gördün mü... Aslındaaa gençliği tehdit edeen aalkol uyuşturucu ssigara ws ws ürünmü desem maddeemi desem neyse.. SEminerler werilmeli we insanlara bu gibi maddelerin zarralarını: açtiği sağlik sorunları.. aaaile içi huzurluklar kawgalar..tecawüzler,suça meyil, bu gibi maddelerin sonucunda birbirini öldüren insanların warlığındaaan haberdar etmeliyiz.. BEN sadece TOPİÇTE aaçilaan sayfa ile yorum yaptım konuda alkol yasaklanması idi..SAanırım YIKILAn son KAaaleden bahseediyordu.. Bende nacizane bu yasaklamada bir sorun bulmaaaadığımı beyan ettim....Bilakis memnun olduğumu dile getirdim.. AMA aalkol içmek yasaklandı diye weryansın edenlerin neden korktuklarını ben açik yüreklilikle beyan edimmi...KORKTUKLAarıı İSlam kurallarımı geliyor ŞERİAT mı geliyor ne bu gün bu yasaklamaları getirenler yarın cumhuriyeti yıkar LAİKliğe son weriri sanırım yanılmıyorsam bu benim fikrimdir aayrıca belirtim... HAne TATYYİB denen adam İSLAMi kesimi temsil ediyor ya sözüm ona ondan bu kanıya wardım...
  9. MARA BULGE cim onun bir espiri olduğunu anlayacak kadar zeki insansın sen.... cümlenin sonunda Ki tebessüm ifadesini görmemezlikten gelme Lütfen şöle Ki>>>>>>>>)))
  10. jhonywalker

    Avrupali Türkler

    Sen saoL...NE mUTLU TÜRKÜM diyene... DÜNYAnın neresinde olursa olsun...
  11. ERZURUMDA nasıl yaşamak nasıl bişi bilirim diyen arkadaşlar..az zahmet edipte BU İlimiizn we diğer illerimizin Kurtuluş sawaşinda gösterdiği kahramanliği okusunlar... ATATÜRK bişi bilmeseydi ERZURUMDA kongre yapmazdı... nasıl ki bunlardan siz sitem ediyorsanız.... İnanın Ki kendi ülkelerinde eğitim hakları alan insanlarında sizin kadar sitem etmeye hakkı war... Biraz Hoş görülü olun Lütfen..... SONRADA derler ki ülkede beyin göçü oluyor... Şİmdi diyorsunuz Ki genel olarak dewlet kurumlarında TÜRBAN ile girmesinler... PEKi neden Üniwersiteye alınmıyorlar Hiç düşündünüzmü... dewlet kurumu olduğu için mi yoksa Üniwersitelerimiz belli düşüncelerin aşilandiği yermi yoksa yarın bu insanlar okurlarda bizim yerlerimizi işğal eder diye korktukları için mi ..Yoksa sadece islama olan düşmanlıklarından mı...YAda düşüncelerinin yıkılacagından mı korkarlarda bu kadar Türbana karşi çıkarlar... o zaman sormazlarmı adama HAç takan onca TÜRK insanı war we bu insanlar dilediği yere giriyor hatta üniwersiteye..Dewlet kurumlarına bile... Diyorlar Kİ...Türban uluslararası araneda biiz kötü temsil ediyor BÜLENT ARIÇ a hanımını bir daha bu tür gezilere getirmemesi söleniyor... WE yine TANSU ÇİLLEr cilinton ile bir odada kalırken sessiz kalanlar hiç demedilermi bu cilintonla ne yaptı içerde...ÜLke meselelerini konuştular tabi Kİ allah bilirde.MEdyada geniş yankı uyandırmişti...o zamanlar... WE yine mecliste HAHAMLAR PAPAZLAR RAHİPLER WS ws dinlere bagli İnsanlar ağirlanıyor... CUMHURreisin huzuruna çıkıyor...AĞİrlanıyor... HAne nerde LAİKLİK ülke meselelerine müdahale eden HAHAMLAR PAPAZLAR AB hakkında görüş bildirir we ÜLkelerine bilği aktarır.. AMA biz İMAMIN düşünemem yabancı bir ÜLKENİN MECLİSİNE GİRDİĞİNİ giremezde zaten... ONLAR biizm gibi awrupaya hayran olduğumuz kadar TÜRKLERE we Müslümanlara HAYRAn değiller çünkü... Onlar kendi dinlerinmin gereklerini yaptıkları için utanmazda yasaklama gereği hiç duymazken... Biz neden kendi dinimizin gereklerini yaptığımız için utanır we yasaklar getiririz kİ DÜŞÜNÜNCE anlam weremiyorum... Nedir Bu Bütün DÜNYADA uygulanan MÜSLÜMANLARA karşi zulmün nedeni hade onlar haklı diyelim kendi dinlerine mensup insanlar değiller.... YA bize ne oluyor he.... Nemi oluyor İNSANLARIN beyinlerine saygı duymayı unuttuk herkezi kılık kıyafetiyle yargılar olduk... TESETTÜRLÜ olanlara yobaz örümcek beyinli sıfatları ile tanımlarken... Açik seçik giyinip teşircilik yapanlara çagdaş modern insan sıfatları ile tanımlar olduk.. HAlbuki onlarda Ki aklı serçeye nakil etsek uçmaaz serçe bir daha... Bir bir yozlaştık Kültürümüzü unuttuk... KEndi İnsanımıza düşman olduk... KEndi ewlatlarımızı okumaktan alı koyduk... Kısaca özetlersem ben İnsanların dini görüşlerinden ötürü baskı altında yaşamasına OKuma hakkkının elinden alınmasına sinir oluyorummmm... Bu hangi dinden olursa olsun geçerli.... SAYgıLAr...
  12. jhonywalker

    VAHİDEDDİN HAN

    Resmen VI. Mehmed diye bilinen ve halk arasında Sultân Vahîdüddin ünvanıyla tanınan Sultân VI. Mehmed Vahîdüddin Hân, Şubat 1861 yılında Dolmabahçe Sarayı’nda, Sultân Abdülmecid’in IV. Kadınefendisi Gulistû (Gülistan) Hanımefendi’den dünyaya geldi. İttihâdcıların, asıl veliahd olan Sultân Aziz’in oğlu Yusuf İzzeddin’i intihar süsü vererek katletmeleri üzerine Osmanlı veliahdı oldu ve 4.7.1918 tarihinde Osmanlı tahtına oturdu. İyi bir İslâm hukukçusu, Almanya İmparatorluk mareşali ve Osmanlı müşiri ünvanlarına sahip iyi bir asker ve de musikiye âşık bir bestekâr idi. Almanya ve Avusturya seyahatlerinde kendisinin yaveri olan Mustafa Kemal, Padişah olduktan sonra da bir süre fahrî yaverliğini sürdürdü. Padişah olduğunda Hz. Ömer’in kılıcını maneviyât eri Mehmed Bah’aaddin Veled Çelebi kuşattı. Maneviyâtı güçlü bir padişahdı. 18 Kasım 1922’de İstanbul’u terk edinceye kadar geçen sıkıntılı saltanat yıllarında, onunla birlikte vazife ifa eden sadrazamlar arasında, İttihâdcıların reisi Mehmed Tal’at Paşa ve 5 defa hükümeti kuran Dâmâd Ferid Paşa; Şeyhülislâmlar arasında ise, Kuvay-ı Milliye aleyhine mecburen fetvâ veren Dürrî-zâde Abdullah Efendi ve Hürriyet ve İ’tilâf Partisinin adamı olan Mustafa Sabri Efendi, özellikle zikredilmelidir. Sultân Vahîdüddin’in saltanatından 4 ay geçmeden 30 Ekim 1918 tarihinde uğursuz Mondros Mütârekesi imzalandı. Bunu Osmanlı topraklarının i’tilaf devletleri tarafından işgali takip etti. İngilizler Kasım 1918’de Musul’u işgal ettiler; müttefik filo Kasım 1918’de İstanbul’a geldi ve 16 Mart 1920’de İstanbul resmen işgal edildi. Bu tarihten sonra sâdır olan Padişah İrâdelerini ve hatta hükümet kararlarını, sanki Sultân Vahidüddin’in arzusu ve kararı gibi görmek, tarihi yanlış yorumlamak demektir. Bu tarihten sonra Sultân Vahidüddin, hem işgal kuvvetlerini oyalamaya ve hem de elden geldiği kadar Kuvay-ı Milliye’yi destekleyerek yeni Türk Devletinin ortaya çıkmasını, şahsı aleyhine de olsa desteklemeye karar vermiştir. Artık yeniden Osmanlı Devleti’nin hayat bulamayacağının farkındadır. Yapılan bütün icraatlar bunu göstermektedir. Sultân Vahidüddin, İstanbul’un düşman filoları tarafından kuşatıldığını ve topların Saraya çevirdiğini görür görmez, hemen yakın kumandanlarla Anadolu’da istiklâl tohumlarının nasıl atılacağını müzâkere etmeye başlamıştır. Filonun geldiği Kasım 1918’den Mayıs 1919’a kadar devam müzâkereler sonucunda, Mustafa Kemal ile defalarca görüşmüş ve Yıldız Sarayı’ndaki son ve gizli görüşmede, Anadolu’ya görevli olarak gitmesine ve milli bir idare kurulmasına karar verilmiştir. Neticede İtilaf Devletleri Yüksek Komiserliğinden Mustafa Kemal’in vizesini alan, elindeki imkânlarla onu destekleyen ve Samsun’a çıkması için yeterli bir vapur hazırlatan Sultân Vahidüddin, Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ulaşmasından sonra da, hükümetleri vasıtasıyla ve şifrelerle Mustafa Kemal’i desteklemeye devam etmiştir. Sayın Murad Bardakçı’nın yayınladığı Şah Baba isimli eser ve Osmanlı Arşivlerindeki belgeler, bütün bunları doğrulamaktadır. Sultân Vahidüddin’in Mustafa Kemal’e ayrılırken söylediği son söz, “Cenab-ı Allah muvaffak etsin” sözüdür. 16 Mart 1920’de İstanbul işgal edilince 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi Ankara’da toplanmıştır. Düşmanlar Sevr Muâhedenâmesini, ne işgal altındaki Osmanlı Devleti’ne ve ne de Ankara Hükümetine imza ettirememişlerdir. Anadolu’da imanlı milletin desteğiyle muvaffakiyetler kazanan Kuvay-ı Milliye ekibi ve özellikle de Mustafa Kemal ve arkadaşları, Başvekil Rauf Orbay’ın muhâlefetine rağmen, Anadolu’ya saltanat ve hilâfeti kurtarmak için geldiklerini çeşitli nutuklarında söylemelerine rağmen, evvela saltanata cephe almaya başlamışlardır. Cumhuriyet İdaresi kurarak Cumhurreisi olmak isteyen Mustafa Kemal, Türkiye Büyük Millet Meclisine 1 Kasım 1922’de saltanatı ilga ettirmiştir. Bu arada kendi nâzırlarından ve meşhur Osmanlı gazetecilerinden Ali Kemal Bey’in, bazı kimseler tarafından İzmit’e kaçırılarak linç edilmesi, Sultân Vahidüddin’in Ankara’daki havayı sezmesine yardımcı olmuştur. Ankara’nın niyetini anlayan Sultân Vahidüddin, hem yeni kurulacak olan devlete zorluk çıkarmamak ve hem de daha fazla hakaretlere maruz kalmamak için, 18 Kasım 1922’de İstanbul’u terk etmiştir. Zaten 5 Kasım 1922’de resmen Osmanlı Devleti tarihe gömülüyor ve İstanbul Ankara’da kurulan milli devletin hâkimiyeti altına giriyordu. Malta, Hicâz ve Mısır’a uğradıktan sonra İtalya’nın San Remo şehrine gelen Sultân Vahidüddin, 16 Mayıs 1926 tarihinde aynı şehirde, kederinden vefat etmiştir. Cenazesi Şam’a nakledilerek Yavuz Sultân Selim Camii Haziresine defn olunmuştur. CANUĞUR'A beyanen okumasını tawsiye ederim... Mustafa Kemal kendi başına mı Samsun’a çıkmıştır? Önemle ifade edelim ki, Cumhuriyet de Osmanlı da, iyisiyle kötüsüyle, Müslüman Türk milletinin malıdır. Bir insan ecdadını kötülemekle hiç bir yere varamaz. Tarihin her döneminde iyi şahsiyetler de kötü şahsiyetler de gelebilir. Ayrıca iyi şahsiyetlerin kötü ve yanlış tasarrufları ve kötü şahsiyetlerin de iyi ve güzel tasarrufları bulunabilir. Bir şeyi toptan reddetmek veya kabul etmek, aklın işi değildir. İşte bu esaslar çerçevesinde, Mustafa Kemal’in başarılarını saymak, Sultân Vahidüddin düşmanlığı sayılmamalı; Sultân Vahidüddin’in yaptıklarını anlatmak da Mustafa Kemal düşmanlığı olarak görülmemelidir. Bu gözle bakıldığında, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı ve Sultân Vahidüddin’in şahsiyeti ile ilgili Cumhuriyet döneminde yazılanlar, çizilenler ve yapılan değerlendirmelerin tek taraflı olduğu hemen göze çarpacaktır. Biz, bunu yapmayacağız. Zaten bu kitabımızı da, Cumhuriyet ile Osmanlı’nın buluşacağı milli buluşma kitabı olarak görüyoruz. Ayrıca bizim için önemli olan, şahıslar değil, devlet ve milletin devam ve bekasıdır. Bu genel esaslardan sonra şunları bilmekte yarar vardır: 1) Mustafa Kemal ve onun silah arkadaşları, tamamen Osmanlı generalleridirler. Hele Mustafa Kemal, Sultân Vahidüddin Hân’ın hem şehzâdeliğinde ve hem de padişahlığında yaverliğini yapmış bir Osmanlı subayıdır. 2) Kuvay-ı Milliye’nin tohumları, Kasım 1918’de müttefik düşman filolarının Boğaz’a girmesiyle atılmıştır. Kuvay-ı Milliye bir şahsın değil, bir milletin eseridir. Bu milletin içinde Mustafa Kemal de vardır, Sultân Vahidüddin de vardır. Düşman toplarının Saray’a çevrildiğini gören Vahidüddin ve Osmanlı kurmayları, bütün gayretlerini, Anadolu’ya gönderilecek bir komutanla bağımsızlık tohumlarının yeşertilmesi için harcamışlardır. Nitekim Osmanlı kurmayları Mart 1919’un bir gecesinde Erenköy’de yaptıkları bir toplantıda liderliğin Nuri Paşa’ya mı, Miralay Re’fet Bey’e mi yoksa Çanakkale’de göz dolduran Mustafa Kemal’e mi verileceğini tartışmışlardır. Sadrazam, Mustafa Kemal Paşa’yı Padişah’a götürmüş ve askerlerin istediği insan olarak takdim etmiştir. Sami Bey ve Harbiye Nâzırı Şâkir Paşa, Mustafa Kemal’in Cumhuriyetçi olduğunu ve Hânedânı devre dışı bırakabileceğini hatırlatmışlarsa da, Padişah önemli olanın Hânedân değil vatan ve devlet olduğunu ifade etmiştir. İşte bu şartlar altında 9. Ordu Kıtaları Müfettişi kisvesiyle Anadolu’ya gönderilmesi kararlaştırılan Mustafa Kemal ile Sultân Vahidüddin defalarca özel olarak görüşmüşlerdir. Bunun üzerine Sultân Vahidüddin, İngilizleri de Mustafa Kemal konusunda ikna etmiştir. 6 Mayıs 1919 tarihli Mustafa Kemal’in yetkilerini belirten Tâlimat hemen yayınlanmıştır. Tam bir diplomasi oyunu oynanmaktadır. Bandırma Vapuruna Mustafa Kemal ile birlikte kimlerin bineceği tesbit edilmiş ve bunların vizeleri temin edilmiştir. Bütün bunlar, Sultân Vahidüddin’in emriyle olmuştur. Her türlü masraf, Padişahın özel imkânları ve gizli ödenekten karşılanmaktadır. Mustafa Kemal, 15 Mayıs 1919’da Sultân Vahidüddin ile yaptığı son görüşmede, Sultân’ın kendisine ‘Paşa, Paşa, Şimdiye kadar devlete çok hizmet yaptın. Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, devleti kurtarabilirsin’ dediğini bizzat Mustafa Kemal nakletmektedir. Mustafa Kemal, 16 Mayıs sabahı Osmanlı Devleti’nin temin ettiği Bandırma Vapuruna binmeden evvel, önce Osmanlı kurmaylarıyla görüştü ve onlardan milli bir idare kurulması konusunda tavsiyelerini aldı. Buradan son defa görüşmek üzere Yıldız Sarayı’na geldi. Padişah’ın “Cenab-ı Allah muvaffak etsin” sözlerinden sonra, Mustafa Kemal, “Bazı fesâd ehlinin kendisi hakkında yanlış şeyler nakledebileceklerini ve bunlara inanıp sadakatinden şüphe etmemesini arz eyledi”. 16 Şa’ban 1338/16 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal yolda iken, onun Yetki Tâlimatnâmesi, Meclis-i Vükelâ’da ittifakla kabul edildi. İlk dönem masraflarının tamamı örtülü ödenekten karşılanmak üzere karar alındı. Arşiv vesikalarından anlıyoruz ki, Mustafa Kemal Paşa’nın yeni bir devlet kurması için her türlü tedbir alınmış ve hatta görev alanında meydana gelen her çeşit önemli gelişme ile ilgili Osmanlı hükümeti tarafından kendisine şifre ile bilgi verilmiştir. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında, halkın gösterdiği büyük alaka üzerine, İngilizler, Osmanlı Devleti tarafından başka maksatla gönderildiği konusunda ciddi manada şüphelenmişlerdir. 16 Mart 1920’de İstanbul Mütâreke şartlarına aykırı olarak işgal edildiğinde, 23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi Ankara’da toplanmıştır. Ancak Yunanlıların İzmir’i işgal etmeleri, Anadolu’da meydana gelen gelişmeler ve Rauf Bey gibi bazı farklı görüşlere sahip şahsiyetlere rağmen Mustafa Kemal’in Cumhuriyet istemesi, tek taraflı olarak Mustafa Kemal ile Sultân Vahidüddin’in arasını açmıştır. 1920 ila 1922 tarihleri arasında, fiilen idare Büyük Millet Meclisinde olmasına rağmen, Sultân Vahidüddin Kuvay-ı Milliye ve Büyük Millet Meclisi aleyhine bir tek şey yapmamıştır. Bilakis İşgal Kuvvetlerini yatıştıracak bazı tasarruflar dışında, gizlice ve imkânlarının ölçüsü nisbetinde onların işlerini kolaylaştıracak desteklerde bulunmuştur. Ankara’daki yayın organlarının bütün aleyhteki yayınlarına ve Damad Ferid Paşa’nın İngilizler nezdindeki bazı girişimlerine rağmen, onu hiç bir kuvvet Anadolu’nun bağımsızlığı aleyhine geçirtememiştir. Hatta Balıkesir Valiliğinin Kuvay-ı Milliye’ye yardım edenlerin cezalandırılıp cezalandırılmayacağı konusunda Dâhiliye Nezâretine yazılan bir yazının cevabında cezalandırılmaması tâlimatı verilmiştir. Dolayısıyla Sultân Vahidüddin vatan hâini değil; vatanın istiklali için tacını ve tahtını terk eden bir vatanperverdir. Bütün gayretlerine rağmen İstanbul’u işgalden kurtaramayınca, Kuvay-ı Milliye’ye de köstek olmamıştır. İstanbul’u terk ettikten sonra, İngilizler ve İtalyanlar, bütün gayretleriyle onun taşıdığı hilâfet sıfatını Anadolu’daki Kuvay-ı Milliye aleyhine kullanmak istemişlerse de, Sultân Vahidüddin’in iman kuvveti ve vatan sevgisi buna mani olabilmiştir. DİP NOT:Nitekim vefâtını duyan Mustafa Kemal Paşa’nın şu sözleri de, bu cümleleri destekler mahiyettedir: “Çok namuslu bir adam öldü. İsteseydi, Topkapı Sarayı’nın bütün mücevherlerini götürür ve öyle bir ordu kurup dönerdi ki..” Şİmdi CANUĞUR iyi düşün....SEnin we siizn gibi İSLAM düşmanları ATATÜRKÇÜ lüğün arkasına saklanmasın...ECDADLARIMIZI KARALAMASIN..... ELEŞTİR AMA WAATAAN HAİNİ OLARAK TANIMLAMA...
  13. BOZAN abim OSMANLI bir TÜRK dewletidir... AMA özünde ki en büyük hedef İSLAM sancagını taşimaktır... İSLAMı yaymaktır... WE Bunu 700 yıl boyunca başari ile yapmaya çalişmiştir yıkılana kadar... Bu GÜn dünyanın her yerinde MÜSLÜMAN warsa bunda bizim ecdadımızın payı ÇOK büyüktür.. HZ.MUHAmmedin(s.a.v) de dediği üzere Bütün MÜSLÜMANLAR kardeştir felsefesi HAKİmdi OSMANLI da... Onun İçindir Ki müslüman olan her insan dewlet içinde ki görewlerde yer almaktadır... Şimdi Bu yazıyı okumanı RİCa edim BOZAN ABİ...BElKi istediğin cvpların bazısı içinde wardır bence war...biraz uzun aama) Muhtelif fikir çevrelerinde Yavuz’un Kürtleri katliama tabi tuttuğu ve hatta onlar hakkında ağza alınmayacak ifadelerle dolu olan bir dörtlüğü olduğu ileri sürülmektedir. Bu doğru mudur? Elbetteki bu iddianın tam tersi doğrudur. Bunu şöyle açıklayabiliriz. Şöyleki, Yavuz olmasaydı, bugün Doğu Anadolu’daki ehl-i sünnet olan Kürtler, Şî’a’nın tasallutu altında olurlardı. Osmanlı Devleti'nin Doğu Anadolu ile alakası, XV. yüzyıla kadar uzanır. Ancak bölgenin Osmanlı Devleti’ne ilhakı veya daha doğru bir tabirle iltihakı, 1514'de kazanılan Çaldıran Zaferi’nden sonradır. Bilindiği gibi, Şah İsmail, İran'da kısa bir zamanda Safevî Devletini kurmuş ve Doğuda hem Osmanlı Devleti için ve hem de âlem-i İslâm'ın birlik ve beraberliği için, hem siyasî ve hem de dinî açıdan tehlike arz eder hale gelmiştir. Şehzâde Selim, bu iki yönlü tehlikeyi henüz Trabzon Sancakbeyi iken fark etmiş ve babasını İstanbul'da ikaz dahi eylemişti. Fakat, II. Bâyezid, tedbir alamamanın yanında, Şi’îlerin tahrikiyle çıkarılan Şah Kulı isyanını da önleyememişti. Anadolu'yu Şiîleştirme hedefini güden ve her geçen gün bu hedefine daha da yaklaşan Şah İsmail, bir türlü durdurulamıyordu. Nihâyet Yavuz Sultân Selim Padişah olunca, şuurlu âlim İbn-i Kemal'in de yerinde ikazlarıyla, hem İslâm birliğini bozan ve hem de Doğudaki Sünnî Kürt ve Türkmen aşiretlerini rahatsız eden Safevî tehlikesini bertaraf etmeye azmetti. Allah'ın yardımıyla 1514 tarihinde kazanılan Çaldıran Zaferi ile, Şah İsmail'in Anadolu üzerindeki siyasî ve dinî emellerine son verildi. Bu mühim zaferin kazanılmasında tamamen Sünnî olan ve gazada Yavuz Selim'in yanında yer alan Sünnî Kürt ve Türkmen aşiret beylerinin de büyük rolü vardı. Anadolu'nun ve hatta Musul ve Kerkük civarının da Osmanlı Devleti’ne katılması gerekiyordu. Bu iş nasıl yapılmalıydı? Kılıçla ve savaş yoluyla bu mümkün değildi. Zira bunlar da hem Müslüman ve hem de ehl-i sünnet vel-cemaat idiler. Bununla beraber, bu bölgenin kendi başına kalması, hem mahallî halkın güvenliği açısından tehlikeli ve hem de Osmanlı Devleti'nin de Müslüman bir ülke olması; İslâm'ın kahramanca müdafaasını yapan böyle bir devlete itaat etmenin siyasî ve hukukî açıdan bir farklılık meydana getirmeyeceği ve hem de İslâm birliğinin teşekkülü gibi gayelerle münferiden hareket edilemeyeceği ortadadır. İşte bu hakikatı idrâk eden Kürt ve Türkmen Beyleri, istimâlet ile yani kendi meyil ve arzuları ile, Osmanlı Devleti'ne itaat etmenin zaruretini anlamışlardır. Büyük âlim İdris-i Bitlisî tarafından Padişah'a yapılan telkinler neticesinde, Doğu ve Güneydoğu bölgesinin tamamı, bir iki ay içinde Osmanlı Devleti’ne iltihâk etmişti. Osmanlı Devleti'nin değişmeyen siyâsetinin kaynağı ve dayandığı hukukî temeli, İslâmiyetin getirdiği hükümlerdi. Osmanlı Devleti, Kur’ân, sünnet, icmâ’ ve kıyas yoluyla vaz’ edilen hukukî hükümler yanında, İslâm hukukunun müsaade ettiği ölçüde her mahallin örf ve âdetlerine de hürmet gösteriyordu. Bu sebeple, Osmanlı Devleti’ne tâbi’ olan bir Müslüman beylik, dâhilde ve hâriçte, farklı bir sistemle karşılaşmıyordu. Mesela, Doğudaki Kürt ve Türkmen Aşiretleri, Osmanlı Devleti’ne iltihak etmekle bir şey kaybetmemişlerdi; belki kazanmışlardı. İşte Osmanlıya bağlılığın sırrı burada yatıyordu. Daha önce de izah ettiğimiz gibi, Osmanlı Devleti sahip olduğu topraklar üzerinde, ırka ve maddî sömürüye dayanan bir ayırıma gitmiyordu. Zira topraklarının dahilinde bulunan her yer dâr’ül-İslâm sayılıyor ve bütün Müslüman ahali de bu ülkenin aslî vatandaşı kabul ediliyordu. Zaten Osmanlıyı Avrupa'dan ayıran en önemli hususiyet de buydu. Osmanlı topraklarında yaşayan insanların arasında düşünülebilecek en önemli farklılıklar, bazı örf âdetlere münhasırdı. Rengi ve şekli farklı olsa da, bütün Müslüman Osmanlı ahalisi, yemede, içmede ve hatta giymede dahi aynı dinin esaslarına tabi’ oldukları için, aralarında ihtilafa vesile olacak ciddî bir şey mevcut değildi. Mesela, Müslüman Türklerle Kürtler arasında mevcut olan bazı ufak ve önemsiz farklılıklar dışında, aralarında dinî, ahlakî, kültürel ve coğrafî çok büyük azamî müşterekler vardı. Bu sebeple de, Doğu Anadolu'nun siyasî, dinî, kültürel ve idarî bütünlüğünü bozmak ve parçalamak maksadıyla içerde ve dışarıda yapılan faaliyetlerin, bölge halkı arasında müessir olması çok zordu. Çaldıran Zaferini takip eden 1516 yılında, Yavuz Sultân Selim, kendisine Doğu Anadolu'nun fethedilmesini tavsiye eden meşhur âlim ve tarihçi İdris-i Bitlisî'ye, Doğu ve Güneydoğu bölgelerinin Osmanlı Devleti'ne ilhâkı için vazife veriyordu. Böylesine ehemmiyetli bir zamanda İslâm birliğinin zaruretine inanan başta Bitlis Hâkimi Şerefüddin Bey, Hizan Meliki Emir Davud, Hısn-ı Keyfâ Emiri Eyyubîlerden II. Halil, İmâdiye Hâkimi Sultân Hüseyin olmak üzere 25-30 tane Kürt beyi (ümerây-ı ekrâd), Osmanlı Devleti'ne itaat arzularını padişaha iletmişlerdi. Şah İsmail'in Diyarbakır muhasarası için gönderdiği orduyu on bin kişilik İdris-i Bitlisî kumandasındaki gönüllü birliklerle hezimete uğratan aynı beyler, bu hâdiseden önce Şi’îlerin Diyarbekir'i muhasara altına almaları üzerine, Yavuz Sultân Selim'e tarihçe müsellem olan tarihî arîzayı, yardım talep etmek ve Osmanlı Devleti'ne itaat etmeden huzur bulamayacaklarını ifade etmek gayesiyle göndermişlerdir. “Can ü gönülden İslâm Sultânı’na bî’at eyledik, İlhâdları zâhir olan Kızılbaşlar’dan teberri eyledik. Kızılbaşların neşrettiği dalalet ve bid’atleri kaldırdık ve ehl-i sünnet mezhebi ve Şafi’î mezhebini icra eyledik. İslâm Sultânı’nın namı ile şeref bulduk ve hutbelerde dört halifenin ismini yâda başladık. Cihada gayret gösterdik ve İslâm Padişahı’nın yollarını bekledik. Bu muhlis ve size itaat eden bendelere yardım edesiniz. Bizim beldelerimiz Kızılbaş diyarına yakındır, komşudur ve hatta karışıktır. Nice yıllar bu mülhidler, bizim evlerimizi yıkmışlar ve bizimle savaşmışlardır. Sadece İslâm Sultânı’na muhabbet üzere olduğumuz için, bu inancı saf insanları o zâlimlerin zulümlerinden kurtarmayı merhametinizden bekliyoruz. Sizin inâyetleriniz olmazsa, biz kendi başımıza müstakil olarak bunlara karşı çıkamayız. Zira Kürtler, ayrı ayrı kabile ve aşiret tarzında yaşamaktadırlar. Sadece Allah'ı bir bilip Muhammed ümmeti olduğumuzda ittifak halindeyiz. Diğer hususlarda birbirimize uymamız mümkün değildir. Sünnetullah bizde böyle cârî olmuşdur.” Bu mektûb üzerine Konya Beylerbeyisi Hüsrev Paşa kumandasında ve İdris-i Bitlisî'nin manevî yardımlarıyla toplanan on bin kişilik gönüllüler ordusu, Şah İsmail'in Diyarbekir'i muhasara altına alan ordularını tarumâr eylemiştir. XX. asrın İdris-i Bitlisî'si olan Bediüzzaman 1910'larda Osmanlı Devleti'ne karşı isyan etmek isteyen Kürt aşiret reislerine hitaben diyor: “Altı yüz seneden beri tevhid bayrağını umum âleme karşı yücelten ve millî âdetlerini terk ederek ihtiyarlanan bizim şanlı Türk pederlerimize, kuvvet ve cesaretimizi hediye edelim. Ona bedel, onların akıl ve ma’rifetinden istifade edeceğiz ve asaletimizi de göstereceğiz. Elhâsıl, Türkler bizim aklımız, biz onların kuvveti; hep beraber bir iyi insan oluruz. Dik başlılık etmeyeceğiz ve kendi başına hareket yapmayacağız. Bu azmimizle başka milletlere ibret dersi vereceğiz. İyi evlâd böyle olur... İttifakta kuvvet var, ittihâdda hayat var, uhuvvette saadet var, hükümete itaatte selâmet var. İttihâdın sağlam ipine ve muhabbet şeridine sarılmak zaruridir.” Diyarbekir'in Safevî Devleti'nden alınmasından sonra Kürt Beyleri arasındaki gayretlerini sürdüren büyük âlim İdris-i Bitlisî, bu faaliyetlerinin neticesinde kısa zamanda Doğu ve Güneydoğudaki Kürt ve Türkmen Beylerinin Osmanlı Devleti'ne itaatlerini temin eylemiştir. İdris-i Bitlisî vasıtasıyla Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinin kısa bir zaman içinde ve hem de yerli beğlerin istek ve arzularıyla Osmanlı Devleti'ne ilhak edildiğinin haberini alan Yavuz Sultân Selim, bu büyük âlimi taltif etmek üzere kendisine bir ferman gönderir. Mektubunun başında Diyarbekir Vilâyeti’nin sulh ile ve istimâlet yolu ile fethine vesile olduğu için İdris-i Bitlisî'ye teşekkür eder. Sonra da manevi takdirleri yanında ona gönderdiği bazı maddî hediyeleri zikreder. Osmanlı Devleti'ne kendi arzularıyla tâbi olan beylerin ve bunlara bağlı olan sancakların mikdarlarını ve tahrîrî bilgileri hazırlamasını emreder. Diyarbekir Beylerbeyi Bıyıklı Mehmed Paşa'ya beyaz hükm-i şerifler gönderdiğini ve Osmanlı Devleti'ne bundan sonra da tâbi olacak olan bey olursa, gönderilen tuğralı beyaz kâğıtlar kullanılarak onlara berâtlarının yazılmasını emreder. Yani bugünün vilâyetleri ve hatta devletleri, kendi arzu ve istekleriyle ve hem de birer mektup ile Osmanlı Devleti'ne bağlanmaktadır. Devlete bağlanan beyler arasında ihtilaf ve ihtilal vuku bulmaması için gereken tedbirlerin alınmasını ve in’âm ve ihsanların da ona göre yapılmasını ister. Mektubun sonuna doğru, Anadolu'yu Şi’îleştirmek isteyen Şah İsmail'in kendisine elçiler gönderdiğini, bin bir türlü yağcılıklar yapıp sulh istediğini, ancak onun sözlerine ve ıslah olduğuna inanılmaması icab ettiğini belirterek gerekli tedbirlerin ihmal edilmemesini emretmektedir. Bu gayretlerin neticesinde, yıllar sürecek harplerle elde edilemeyecek zaferlere ulaşıldı. Şark diye adlandırabileceğimiz ve bugün Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu, Musul ve Kerkük'den itibâren Kuzey Irak ve Haleb'i de içine alan Kuzey Suriye bölgelerinde yaşayan çok sayıda Arap, Türkmen ve Kürt aşiretleri Osmanlı Devleti'ne iltihâk eylemiştir. Bu iltihâklardan bazılarını beraber görelim: 1) Kürt ve Türkmen beylerinden istimâlet ile kendi meyil ve arzuları ile itaat eden 25'den fazla aşiretten ve reislerinden bazıları şunlardır: Bitlis Hâkimi Emir Şerefüddin; Hizan Meliki Emir Davud; Hısn-ı Keyfâ Emîri Melik Halid; İmadiye Hâkimi Sultân Hüseyin; Cezire Hâkimi Şah Ali Bey; Çemişgezek Hâkimi Melik Halil; Pertek Hâkimi Kasım Bey.... Ayrıca Suran, Urmiye, Atak, Cizre, Eğil, Garzan, Palu, Siirt, Meyyafarakin, Sason, Sincar, Çermik, Malatya, Urfa, Besni, Harput, Mardin ve benzeri yerlerdeki aşiretler de arka arkaya Osmanlı Devleti'ne iltihâk etmişlerdir. 2) Kürt ve Türkmen aşiretleri gibi, güneyde yer alan Arap aşiretleri de yine kendi irâdeleriyle Osmanlı Devleti'ne iltihâk etmişlerdir. Aralarında İbn-i Harkuş, İbn-i Said, Benî İbrahim, Benî Sâyim, Benî Atâ aşiretleri, Safed ve Gazze şeyhleri ile Haleb ileri gelenlerinin bulunduğu seçkin bir temsilciler heyetinin Yavuz'a takdim ettikleri ve aslı Topkapı Sarayı’nda bulunan şu itâ'at mektubu çok manidardır: “Bizler, canlarımız, mallarımız, iyâlimiz ve dinimizin emniyeti için size itaati arzuluyoruz. İslâmı tatbik ve adâleti te’sis için sizin hâkimiyetinizi zaruri görüyoruz “.[1] Yavuz Sultân Selim ve Kürtler konusunda ileri sürülen önemli fikirlerden biri de Yavuz Sultan Selim’in Doğuda bağımsız bazı küçük Kürt devletlerine müsaade ettiği ve asırlarca bu devletlerin varlığını sürdürdüğü iddiasıdır. Bu konuyu da önce Osmanlı Devleti’nin Doğuda kurduğu idare tarzı nasıldı onu kısaca açıkladıktan sonra, bu iddiaların doğru olup olmadığına işaret edelim. Esasen bu iddiaların da Osmanlı Devlet teşkilâtını bilmemekten ve konu ile ilgili bazı belgeleri yanlış yorumlamaktan kaynaklandığını hemen burada işaret edelim. Bilindiği gibi, Osmanlı Devleti'nin idarî yapısının temelini kaza, sancak ve eyâletler teşkil ediyordu. Ancak Osmanlı Devleti, bugünün Amerika’sı gibi, mutlak bir merkeziyetçilikten tamamıyla uzak bir anlayışa sahipti ve idaresi altına aldığı bölge ve cemiyetleri, çeşitli özelliklerine göre farklı idare tarzlarına tabi tutuyordu. Yani eyalet ve sancakların İstanbul'a olan bağlarında ayrı ayrı statüler söz konusuydu. İşte Osmanlı Devleti, Çaldıran Zaferi’nden sonra Doğu Anadolu'da Diyarbekir merkez kabul edilerek Musul, Bitlis, Mardin ve Harput da dahil olmak üzere bütün Doğu Anadolu'da gayet geniş bir eyâlet meydana getirmişti. Kanunî Süleyman devrinde yeni bir düzenleme yapılarak Van'da ayrı bir eyâlet daha teşkil olundu. Doğu Anadolu'daki sancakları, idare tarzı açısından, her iki eyâlette de, üç ana guruba ayırmak mümkündü. Bunları kısaca özetlemekte yarar görüyoruz. Birinci gurup, klasik Osmanlı Sancakları şeklindeydi. Yani Osmanlı Devleti'nin diğer bölgelerinde tatbik edilen idare usulü burada da cari idi. Sancakbeyleri doğrudan merkezden tayin olunurlardı ve herhangi bir imtiyaza sahip değillerdi. Bu sancaklar tımar sistemine dahildi. Diyarbekir ve Van eyaletlerindeki bu tür sancaklar, umumiyetle aşiret yapısı kuvvetli olmayan yerlerde teşkil edilmiştir. Diyarbekir Eyâleti'nde merkez Amid, Harput, Hasankeyf, Akçakale, Sincar, Zaho, Ergani ve Çemişkezek sancakları ile Van Eyaleti’ndeki Erciş ve Adilcevaz sancakları, bu tür sancakların başlıca örneklerini teşkil ederdi. İkinci gurup, Yurtluk ve Ocaklık tarzındaki sancaklardır. Fetih esnasında bazı beylere hizmet ve itaatleri karşılığında, devamlı olarak sancak ve has şeklinde tevcih edilmiştir. Bunlara Ekrâd Sancakları da denir. Hatta Kürdistan Eyâleti sancakları da denmektedir. Bunlar klasik Osmanlı sancaklarından farklıdırlar. Zira sancakların idaresi genellikle bölgeye eskiden beri hâkim ola-gelen nüfuzlu, eski mahallî beyler ve hânedanlara terk edilmiştir. Hayat boyu sancakbeyi olan bu idareciler vefat ettiğinde, yerlerine oğulları veya diğer yakınlarından biri geçmektedir. Devlete ihânet ettikleri takdirde değiştirilebilmektedirler. Seferde Beylerbeyi’nin hizmetine girmekle mükelleftirler ve bu memleketlere merkezden kadı tayin edilir. Arâzîleri tımar nizâmına tabidir. İmtiyazlı sancaklar da diyebileceğimiz bu sancaklardan Diyarbekir Eyaleti’ne bağlı 13 ve Van Eyaletine bağlı olarak da 9 adet mevcut idi. Çermik, Pertek, Kulp, Mihrani, Siirt ve Atak Diyarbekir'e bağlı bu tür sancaklardandırlar. Müküs ve Bargiri de Van'a bağlı bu tür sancaklardandırlar. Üçüncü gurup ise, Hükümet adı verilen sancaklardır. Bunların idâresi, fetih esnâsında gösterdikleri hizmetlerden dolayı tamamen yerli beylere terkedilmiştir. Sancakbeylerinin tayinine merkezî idare asla karışmaz ve ellerine verilen ahidnâmeler gereğince, bunlar azl ve nasb edilemezler. Arâzîsinde tımar nizâmı cari değildir. Dahilde tamamen müstakil olan bu bölgeler, hariçte yani askeri ve siyasi alanda bölgedeki Osmanlı beylerbeyine tabidirler. Diyarbekir eyâletinde Hazzo, Cizre, Eğil, Tercil, Palu ve Genç sancakları; Van Eyaletinde ise, Bitlis, Hizan, Hakkari ve Mahmûdi sancakları bu mahiyette Osmanlı Sancaklarıdır. Yani bunlar, bağımsız birer devlet tarzında değil, sadece icranın başı olan beyin tayini ile arazinin statüsünün tesbitinde müstakil yetkilerle donatılmışlardır. Zaten toprak itibariyle de, Diyarbekir veya Van Eyâletinin içine serpiştirilmişlerdir. Kısaca özetlediğimiz bu sistem, daha ziyade Doğu Anadolu’da’da uygulana gelmiştir. Sebebi bu bölgede daha önce müstakil veya İran’a bağlı beylerin fetih esnasında Osmanlı Devleti'ne sadakat göstermeleri ve en önemlisi de, hem itikadî açıdan ve hem de amelî açıdan, Osmanlı Devleti ile aralarında herhangi bir farkın bulunmamasıdır. Başlangıçta hizmet ve sadakat karşılığı verilen bu sancakların durumu, daha sonra ailelerin tasarrufuna bırakılmış ve Tanzîmât dönemine yani 1840'lara kadar bu hal aynen devam etmiştir... KISCA NE ALEWİ NE KÜRT AYRIMI YAPMİŞTİR NE SAĞ NE SOL HERKESE İSLAMIN EMREWTTİĞİ ÜZERE DAWRANMİŞ.... TEMEL AMAÇ İSLAM DIR OSMANLI DA...
  14. aliO 1 bizde bunu özetledik düşüncelerimizi yazıya dökerek....
  15. jhonywalker

    HALKEVLERİ

    Nerenle okuyon yazdıklarımı... en son satırı okumadın sanırım DENETLENMÊSİ şart dedim çıkar amaçli örgütlerin maşaşi olmaması adına..
  16. jhonywalker

    jhonywalker

    ........KOLAY OLANI SEÇTİM'' SENİ SEWİYORUM''......... Sadakat rüzgarları eksilmesin gölgenden... Okşarken tenini masumca... Söndürmesin ışıltısını gözlerinden... Gecenin karanlığı değil... Sabahın aydınlığı gelsin yüzünden.. KOlay değil demek elweda... Sonsuz aşkın penceresinden... SAbah et, sabır et gönlündeki şimşekten.. Dün değil belki de yarın yada sonsuz gelecek içinden... Sükun değil mi güzellikleri yaratan bizden.. Kolay değil demek elwedaa.. Sonsuz aşkın penceresinden.. Güzellikler ayrılmasın daima gölgenden... Öyle mutlu olki görünmesin üzüntüler çehrenden.. Bir yudum su kadar huzur doluyorum... Neşe YoLu sewginden.. Kolay değil demek elweda sonsuz aşkın penceresinden.. İyiler kısa yaşar almazlar fazla tat sewgiden.. Sewdilermi tam sewerler korkmazlar ne yardan ne selden.. Bir içim meyle olurlar sarhoş beyzadenin ellerinden... her nefeste bir sükunet tattım o güzel ellrinden... Öyle Ki korkarım güzelliklerinin düşmanı şiddetinin şerrinden.. Aç kollarını kabul et getirdiğim güzellikleri dünyanın 7 yerinden.. Sessiz istanbul akşamları gibi gelir sesin derinden derinden... Yine 1 istanbul akşamı yazarken mısralarımı kalbimden.. Sesin kulağimda fısıldıyor meşke çağiriyor içten içten... gelmemek mümkün mü ne olur uy bana sesssiz sessizz ecelden... KOlay değil Biliyorum demek elweda ama demek Kolay... ''SeNi SeWiYoRuM'' Her Şeyden ÇoK Gönlümden!!!
  17. jhonywalker

    turkish-media FM

    SELDA BAGCAn'dan UĞURLAR OLSUN...
  18. Forumda fikirlerini kayda değer bulduğun kişiler kimlerdir...MADEİN..
  19. MARA BULGE açaçaktım da anahtarı paspasın altına koymayı unutmuşsun..KApıyı kırmak zorunda kaldım) )_(> çayımıda aldimm.. hergelen kendi çeyini alsin..
  20. Bende TArihte yapılan bir anlaşmadan örnek werim LOZAN BARİŞ ANTLAŞMASI.... İSMET İNÖNÜ nün altin kalemle imzaladığı antlaşma war ya o işte... 12 adanın yunanistana werildiği antlaşma..BAriş adına İSMET İNÖNÜ bi toplantıda YAhu bu 12 adamıydı werdiğimiz.. haritaya bakınca çok küçük gözüküyorlardı gözüme diyerekten bi espiri yapmiştir... DEmekk Ki TElekomda Hükümetin gözüne çok Küçük gözüktü satalım gitsin dedi)
  21. MARA BULGE diyor ki İRAn rejimi istiyormuşuz... İRAN rejimi baskılar üzerine kurulur değil mi sence.. Onun İçin İRAN örneği werdin sanırım İRAN=Şeriat(allahın kanunu) Şİmdi demezler mi Günümüzde uygulanan rejim sence nedir bence .. TAnımlarsam TürKİYE=LAİKŞERİAT(ATA nın KANunu) olsa gerek.. Neden mi sen baskılardan yasaklardan dolayı İRAN örneğini werdin ya... BEnde diyorum ki şimdi bende sana Böle bir örnek weriim TÜRKİYE.. Bu örneğimi sakin bir hataya düşüpte ülkemi sewmediğim anlamına yorumlamayın... ŞAhsi fikrim önce ALLAHIN kUralları sonra KUlların koyduğu kurallar... TARihte KUlların kurallarından çok İŞkenceler zulumler gören insanlar olmuştur... CYRANO da diyor ki bu HİZBULLAH nerden geldi.. HİZBULLAH ÜLkemizdeki terör örğütü PKK ya karşi kurulmuş olup TANSU ÇİLLER zamanında silahlandırılmıştır... DAha sonradan ikiye ayrılmiştir... biri legal olarak yoluna dewam etmiştir.. Diğeri ise kurulma amacından saparak Ülkede çeşitli eylemlere karişmiş we dewletin ona sağladiği imkanları şahsi menfeatleri doğrultusunda kullanmiştir.. We Sonuçta dewlet tarafından düzenlenen operosyanda kawacıkta willada öldürülmüştür elebaşları... YAZARKEN az araştır Öğrendinmi CYRANO HİZBullah nerden gelmiş neden O ağır sawaş silahları o sığınaklardan çıktı ... ANLAdıı sen....
  22. jhonywalker

    Avrupali Türkler

    TÜRK hernerde yaşiyor we yaşamak zorunda kalırsa kalsın öz kardeşimizdir... BAşka söze gerek yok... AYRICA EURO gözüyle GURBETTE YAŞAYAN TÜRK kardeşlerine bakanlara yazıklar olsun...
  23. İki Şıkkı Bir an önce açmanı bekliyorum...
  24. Umarım hep böLe olur ...ŞU an gündemde diye butür uygulamalar yapılmıyordur Bu YUwalarda... Gündemden düşünce eski düzene geri dönmezler inşallah...çat pat küt yat uyu zıbar hı seni seni patara çatara uygulaması.. Bekleyecez we görecez...
  25. Sinirlenme LAlala cım) Sen yaz yorum yapsınlar fikir üretebilsinler....Öğrensinler yazıya dökmeyi fikirleri.. Nedenlerini açıoklamıyorlar sosyalistlikle suçluyoırlar...ben sosyalist değilim ayrıca ALKOLİĞim)) SAygıLAr...
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.