Zıplanacak içerik

instantkarma

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

instantkarma tarafından postalanan herşey

  1. Şimdi, Sayın Sarıgöl, sizin gibi yorumlamaya çalışıyorum. Atmosferin oluşumunu, soğuyan dünyanın manto ve yer kabuğu tabakalarından çıkan nitrojen, karbondioksit, karbon monoksit gazlarının, dünyanın yerçekimi ve merkezkaç kuvvetiyle dengelenerek ve dünyanın dönmesi nedeniyle ilkel atmosferi oluşturduğu teorisine göre bildiğimize göre, Enbiya-30'da Göklerle Atmosferin kastedildiği yorumunu da yapabiliriz. Yine burada , Zariyat 47'de kastedilen Sema ( Gök, Gökyüzü ) Atmosfer ise, ozon tabakasının azalmasıyla atmosferdeki ısınmanın, troposferin genişlemesi ve kutuplara doğru büyümesine yol açtığını biliyoruz. Yani, bu ayete de bu şekilde de zorlama bir yorum getirilebilir, zorlamazsak o zaman alakasızdır zaten. Şimdi, eğer Enbiya-30daki Gökler ve yer derken, göklerden kasıt tüm boşluk yerden kasıt tüm madde ise doğrudur, Big Bang'e uyar. Ama, Evrenin yaşının 13 milyar yıl, dünyanın yaşının da 4.5 milyar olduğunu düşünürsek ve göklerden kasıt dünya dışındaki evrenin tümü yerden kasıt sadece dünya ise yanlıştır, Bigbang'e uymaz ki bu anlam daha yakın. Eğer, Zariyat 47'deki Gök ( Sema )den kasıt atmosfer ise bu atmosferin genişlemesine zorlama şekilde uyar. Eğer, Zariyat 47'deki Gök ( Sema )den kasıt evren ise bu evrenin genişlemesi gözlemine uyar. Eğer, Enbiya-30daki Gökler ( Semavat )den kasıt atmosfer ise bu atmosferin oluşumuna uyar. Eğer, Enbiya-30daki Gökler ( Semavat )den kasıt evren ise bu Bigbang'e uymaz. Sonuç: 1-Eğer her iki ayette de gök, gökler diye evren kastediliyorsa biri bilime uyuyor, öbürü hiç uymuyor. 2-Eğer her iki ayette de gök, gökler diye atmosfer kastediliyorsa biri bilime uyuyor, öbürü bilime zorlama şekilde uyuyor, belki de hiç uymuyor. 3-Eğer Zariyat 47'deki Gökden kasıt evren ise bilime uyar, Enbiya'30'daki Gökler den kasıt atmosfer ise bilime uyar. 4-Eğer Zariyat 47'deki Gök ( Sema )den kasıt atmosfer ise zorlama şekilde bilime uyar, belki de hiç uymaz, Enbiya-30'daki Gökler ( Sema )den kasıt evren ise bilime uymaz. Bunlardan birini seçin. Big bang’ı artık yazmaya gerek yok herkes biliyor... Saygılarımla.
  2. Sayın Snake, ben 20 sene iman penceresinden bakmışım ve huzur bulamamışım. Neredeyse helak olacakken huzuru bulmuşum. Araştırma yapmayı, Allahı tanımak için de yapabilirsiniz elbette yeter ki çeşitli kaynaklardan yapın. Meditasyona bakmayı da ihmal etmeyin. Önemli olan doğru ve derin yaşamaktır, inanıp inanmamak değil. Keşke, Müslüman dünyası gerçekten Kurandaki bu emre uysaydı ve Kurandaki namaz, oruç vs. ile uğraşacaklarına, şimdiye kadar batılılardan öğrendiğimiz bilimi üretmiş olsaydı. Şimdi olduğu gibi onların bulduklarına yorum yapmakla, teknolojiyi kullanmakla yetinmeseydi. Saygılarımla.
  3. Sayın Sarıgöl, beni bir siz anlamışsınız ama siz de yanlış anlamışsınız. Nefs dediğimiz ego koşullanmışsa eğer determinist ilkeye bal gibi uyar. Örnek vereyim, çok iyi tanıdığınız birinin ( karınız, kardeşiniz, yakın arkadaşınız, anneniz, babanız ) ne yapacağını, neler düşündüğünü kestirebilir hatta emin bile olabilirsiniz. Her gün yaptığımız gibi, İnsanların söylediklerini mantık süzgecinden geçirip neden böyle bir şey söylediklerini düşünmek determinist bir yaklaşımdır. Kelebek etkisi ifadesi yine determinist anlayışla ele alınmakta ve gelişmiş analog ve sayısal bilgisayarlarla çözülmeye çalışılmaktadır. Kelebek etkisinin mucize ile alakası yoktur. Matematiksel bir denklem takımının çözüm yöntemleri vardır ama fiziksel olaylarda çok çok az da olsa ölçüm hatası olacağından çıkan sonuç büyük bir yaklaşıklıkla gerçek duruma uymakta, sorun sadece geçen zaman içindeki sapmada çıkmaktadır. Bu ise ölçümlerin uydular aracılığıyla yapılması akabinde aşılacak örneğin, 1 yılı aşkın sürede doğru hava tahmini yapılabilecektir. Bu çalışmalar başlatılmıştır. Havanın 3 gün sonra sonraki sıcaklığının, mevcut matematiksel ilişkiler nedeniyle determinist olarak ,olması gereken değere gelmesini,geleceğini söyleme hakkına,sahip olduğunuz zaten “KÜLLİ İRADEYE” teslimle alakası yoktur. Yukarda açıkladığım gibi bu sadece ölçüm yöntemlerimizden kaynaklanmaktadır. ÖLÇÜM HASSASİYETİ artıkça sistemin matematiksel modele uygunluğu doğrulanmaktadır, henüz uymayan garip bir duruma rastlanmamıştır. Bunun Kuantum Mekaniğindeki belirsizlik ilkesi ile uzaktan yakından ilgisi yoktur. Tabiat olaylarının ise yeterli teknoloji ile kontrol altına alınıp engellenmesi mümkündür. Takyonların, 5.boyut olduğu doğrudur ama bunların Melekler ve Ruh olduğu sadece bir yorumdur. Bilimsel literatürde böyle bir yaklaşım yoktur. Takyonlar, Hızlı Evrene ait olduklarından, bizim evrenle bir temasları-etkileri olamayacağından bir neden sonuç ilişkisi kurulamaz sadece. Olasılık basit bir bilim değildir. Olasılık ve İstatistik kullanılarak evrimi açıklamak determinizmi çökertmez, nedenleri ile ortaya koyup mantık silsilesi ile sonuçlar çıkartırken olasılıktan yararlanmak, Kuantum Mekaniğindeki olaydan çok ama çok farklıdır. Bir teoriyi tam anlamıyla çürütmek ancak aksi doğrultusunda gözlemler ve deneylerle mümkündür. Sinek ve mikrop örneğimi hatırlayın. Yaratıcıya inanmak, bilimsel olmamakla beraber tercih meselesidir. Saygılarımla.
  4. Şimdi, Sayın Sarıgöl, sizin gibi yorumlamaya çalışıyorum. Atmosferin oluşumunu, soğuyan dünyanın manto ve yer kabuğu tabakalarından çıkan nitrojen, karbondioksit, karbon monoksit gazlarının, dünyanın yerçekimi ve merkezkaç kuvvetiyle dengelenerek ve dünyanın dönmesi nedeniyle ilkel atmosferi oluşturduğu teorisine göre bildiğimize göre, elbette böyle bir yorum yapabime hakkım var. Yine burada kastedilen Sema ( Gök, Gökyüzü ) atmosfer ise, ozon tabakasının azalmasıyla atmosferdeki ısınmanın, troposferin genişlemesi ve kutuplara doğru büyümesine yol açtığını biliyoruz. Yani, bu ayete de bu şekilde de zorlama bir yorum getirilebilir, zorlamazsak o zaman alakasızdır zaten. Bakalım kavramışmıyım, kavramamışmıyım ? Şimdi, eğer Enbiya-30daki Gökler ve yer derken, göklerden kasıt tüm boşluk yerden kasıt tüm madde ise doğrudur, Big Bang'e uyar. Ama, Evrenin yaşının 13 milyar yıl, dünyanın yaşının da 4.5 milyar olduğunu düşünürsek ve göklerden kasıt dünya dışındaki evrenin tümü yerden kasıt sadece dünya ise yanlıştır, Bigbang'e uymaz ki bu anlam daha yakın. Eğer, Zariyat 47'deki Gök ( Sema )den kasıt atmosfer ise bu atmosferin genişlemesine zorlama şekilde uyar. Eğer, Zariyat 47'deki Gök ( Sema )den kasıt evren ise bu evrenin genişlemesi gözlemine uyar. Eğer, Enbiya-30daki Gökler ( Semavat )den kasıt atmosfer ise bu atmosferin oluşumuna uyar. Eğer, Enbiya-30daki Gökler ( Semavat )den kasıt evren ise bu Bigbang'e uymaz. Sonuç: 1-Eğer her iki ayette de gök, gökler diye evren kastediliyorsa biri bilime uyuyor, öbürü hiç uymuyor. 2-Eğer her iki ayette de gök, gökler diye atmosfer kastediliyorsa biri bilime uyuyor, öbürü bilime zorlama şekilde uyuyor, belki de hiç uymuyor. 3-Eğer Zariyat 47'deki Gökden kasıt evren ise bilime uyar, Enbiya'30'daki Gökler den kasıt atmosfer ise bilime uyar. 4-Eğer Zariyat 47'deki Gök ( Sema )den kasıt atmosfer ise zorlama şekilde bilime uyar, belki de hiç uymaz, Enbiya-30'daki Gökler ( Sema )den kasıt evren ise bilime uymaz. Bunlardan birini seçin. Big bang’ı artık yazmaya gerek yok herkes biliyor... Ondan bir evvelde şöyle denmekte “Özellikle uzak süpernova gözlemleri ve yüksek çözünürlüklü kozmik mikrodalga arkaplan ışıması analizleri olmak göre gözlemsel veriler, evrenin büyümesinin kütleçekim etkisi sonucu yavaşlamadığını, tam tersine giderek hızlandığını tutarlı olarak göstermektedir. Dolayısıyla büyük çöküş kuramı günümüzde sorunlu bir kuram olarak değerlendirilmektedir.” ( Wikipedi ) Saygılarımla.
  5. Değerli kardeşim, ben kimseyi inandırmaya çalışmıyorum. Sadece, hayatta böyle şeyler de var demiş gibi algıla söylediklerimi. Yazılarımda anlattım ben determinist değilim felsefi anlamda. Sadece, bilimin yöntemi budur başka da yolu yoktur diyorum. Bilimin sonucu olan teknolojiyi kullanıyoruz, bu ilkenin ürünü mühendislik. Pratik faydaları var tabii ki. O kanun dediklerin sadece bizimle ilişki kuran doğayı temsil eden matematiksel tasvirler. Dediğim gibi pratik yararları var, hayatımızı kolaylaştıran. Bir şey araştırılmadan, yaşanmadan yok denilemez, bu peşin yargı yada müstebitlik olur. Bu akla aykırı. Allahın var olup olmaması önemli değil önemli olan Allahı yaşamak. İyi dileklerin için teşekkür ederim.
  6. İNSANLAR ÖLÜMLÜ TANRILARDIR, TANRILAR ÖLÜMSÜZ İNSANLARDIR. Varlık birliği düşüncesini açıklayan Hermetizm’in kökleri Hermes’den çok daha önce oluşmuştur. Gerçekte düşünceler hiçbir zaman tek kişinin malı olmamıştır. Ancak, yavaş yavaş oluşan düşünceler, evrensel diyalektikte tam yerine oturmuş bir etkileyici bir sisteme kavuşmaktadır. Hermes’te insanlık evriminin başlarını tutan talihli kafalardan biridir. Hermes’in öğretisi eski Mısır’ın Teb ve Memphis tapınaklarının büyük ve kutsal sırrıdır. Mermesin öğrencilerinden Askelopis büyük ustanın şu sözlerini açıklamaktadır. “ İnsanlar ölümlü tanrılardır, tanrılarda ölümsüz insanlardır. Eşyanın dışı içi gibidir. İç ve dış arasında hiçbir ayrılık yoktur. Küçük büyük gibidir, küçükle büyük arasında hiçbir ayrılık yoktur. Evrende hiçbir şey ne iç, ne dış, ne küçük, ne büyüktür. Bir tek yasa ve o yasanın gördüğü bir tek iş vardır. Bu sözlerin anlamını anlayan, gerçeği görür. Kimi insanlar bu anlayışları olağan üstü çabaları ve yetkinlikleriyle öteki insanların görmediklerini görebilirler. Oysa nedenler nedeni daima gizlidir. Çünkü sonsuzlu, pek kısa bir son olan zaman ve gene pek kısa bir son olan mekan içinde anlaşılamaz ve anlatılamaz. Bizler ancak öldükten sonra onu anlayabiliriz. Çünkü yaşarken zaman ve mekanla sınırlıyız. SINIRSIZLIK, SINIRLILIK İÇİNDE KAVRANAMAZ. İşte din ve felsefeleri binlerce yıldan beri etkileyen kaynak buradan gelmektedir. Hermes’e göre “ İnsanca ölümlü olmakla, Tanrıca ölümsüz olmakta elimizde. Ancak HİYOROFON denilen başrahibin inisiye olan rahibe yaptığı uyarı da çok çarpıcıdır. Ve ona şöyle seslenir. “ Her akıl bu gerçeği kavrayamaz. Büyük sırrı gönlümüzde saklayarak, eylemlerimizde söyleyelim. Bilim gücümüz, inanç kılıcımız, sukut kalkanımız olsun. Ufaklıklar ki büyük çoğunluktur. Ya aptal ya da kötüdürler. Aptallar bu gerçek karşısında akıllarını büsbütün yitirirler,. Kötüler, bu gerçeği kötüye kullanarak büsbütün kötülük ederler. Gerçeği gizlemekten başka çıkar yol yoktur. BİLME, BULMAK, SUSMAK , GEREKİR.” Yunanlı Heroleitos’a ( 576-480 ) göre olmak ve olmamak aynı anlamdadır, aynı şeydir. Eğer bunlar aynı şey olmasalardı, değişerek birbirleri olamazlardı. Yaşamam fırtınasında varlık durmadan yokluk, yokluk durmadan varlık olmaktadır. Evren var olmakla yok olmanın sonsuza kadar birbirini kovalamasıdır. Her şey ancak karşıtların kavgasında doğar. Hava ateşin, ateş havanın ölümünü içinde taşır, başka bir deyişle ateşte havalık, havada ateşlik vardır. HER ŞEY SOSUZA KADAR DEĞİŞMEKTEDİR. ( Bu ana düşünceler Hegel ve Marx’ı doğoracaktır ) Bütün şeylerden bir şet, bir şeyden bütün şeyler. Diyebilen ilk Antikçağ düşünürüdür. Efes’li anlaşılması çok zor olduğu için KARANLIK lakaplı HERAKLEİTOS. Tasavvufun ana düşüncesi şudur: Yaradılış diye bir şey yoktur varlık birliği vardır. Varlık evrende ne varsa canlı cansız, tümünde belirmektedir. Ne başlangıç vardır, ne son, var olan, varlığın belirtileridir. İnsan da , hayvan da, bitki de, maden de aynı varlığın çeşitli görünüşleridir. Hiçbir şeyin kendine özgü bir varlığı yoktur. Yukarıdaki Herakleitos’un düşüncesi ile tasavvuf düşüncesindeki ortak noktalar açık seçik bir şekilde görülmektedir. Tasavvuf bilginleri akılcı ve bilimsel düşünür. İslam kurallarını akla ve çağlarının bilimsel verilerine göre yorumlamışlardır. İlk tasavvufi düşünceler şöyle özetlenebilir. Tanrı, kitabında, ben her şeyi kapsarım, ben insanı ruhumdan üfledim. Önce ve sonra, açık ve gizli benim. Yüzünüzü nereye dönerseniz beni orada görürsünüz demektedir. Bu sözlerin açık anlamının altındaki gizli anlamı, her şeyin tek varlığın ürünü olgusudur. ( VAHDETİ VUCUT ). Ama peygamberler karşısındakilere akıllarının alabileceği kadarını söyleyebilir. Putlara tapıldığı bir çağda, o taşların bile gerçekte tanrının bir tezahürü olduğunu elbette söyleyemezlerdi. Gerçek anlamın bir süre gizlenmesi, din iyice oturunca ve akıllar geliştikçe alıştıra, alıştıra açıklanması gerekiyordu. Hz.Ali de bu gizli anlamları Peygamberden açıkça öğrenmişti. O da bunları açıklayamazdı. Ki onun sıfatlarından birisi de SIRRULLAH’dır. Hz. Ali’nin torunu Zeynelabidin de şöyle diyor. “ Nice bilim cevheri var ki, eğer onları açıklayacak olsam, beni puta tapmakla suçlar, kafamı kesersiniz. Bu ana düşünce gittikçe gelişerek tam bir maddecilik karakteri göstermektedir. “ Her şey tek şeydir. Ne başlangıç vardır ne de son, ne yaratan vardır ne de yaratılan, evrendekilerin tümü aynı varlığın tezahürleridir. Daha açık bir değişle aynı varlık.” XIV. yüzyıl mutasavvufu Şayh Bedrettin Varidat adlı yapıtında, ağacın ben tanrıyım demesi, bir insanın da bu sözü söyleyebileceğini gösterir. Değilmi ki bütün evren Tarının görünüşüdür, o halde kim ben O’yum derse yalan söylemiş olmaz. Tasavvuf felsefesini “ Hiçbir şey yoktan var olmaz “ Parmanides ile “ Her şey karşıtı ile gelişir “ Heraklietos’un yaklaşımlarından etkilenmiştir. Ben Tanrıyım diyen MANSUR. Suyun rengi kabın rengidir diyen, Cüneydi Bağdadi. Tanrıyı görmek isteyenler eşyaya bakın diyen Muhuddin-i Arabi’nin bu sözleri gibi, kimi tasavvuf bilginlerinin açık sözleri, islam tasavvufundaki Tanrı; evrenin toplamından başka bir şey değildir diyen Pantaizme yaklaşmaktadır. Muhiddin-i Arabi ( 1165-124o ) İrfan Aynası adlı yapıtında şöyle der. “ O bir elçi gönderdi. Kendisinden, kendisiyle,kendisine. “ Şu manaları da unutma; Ezel şu andır, ebet şu andır, kıdem şu andır, Yani; Ezel, ebet, kıdem şu içinde bulunduğumuz ve göz açıp kapayacak kadar bir zaman içinde elden çıkardığımız vakte sığdırılmıştır. İŞ BU VAKTİN İÇİNDE KENDİNİ ARA. Araz, cevher ne varsa; yani öz çekirdek ve bu çekirdeklerin sonradan meydana getirdikleri ki bunlar MÜKEVVENAT tabir edilir. Bütün bunlar Hakkın vücududur. Varlığıdır. ( Mükevvenat- yaratıklar, varlıklar. ) Bütün bunların sırrı, bir zerrenin içinde saklıdır. Zerrelerden herhangi birinin sırrı çözülsün, işte o zaman görülecektir ki bütün mükevvenatın sırrı meydandadır. Yüce Allahın zatına bağlı sıfatlar her an bir değişik şekil almaktadır. Şeyh Bedrettin ( 1357-1420 ) Varidat adlı yapıtında “ Her nesnede hatta her zerrede bütün alemler mündemiçtir. Görülmez ki, tasavvuf itibariyle bir tanede bir ağacın hepsi gizlenmiş olduğu gibi, tane dahi ağacın her cüzünde gömülüdür, Alemler de böyledir. Bütün cüzleriyle kendi aslında, o asıl da alemlerin her birinde mevcuttur. Öyleyse bütün alemler her zerrede bulunduğu şüphesizdir. HER GÜZEL ŞEY CENNET VE HER KÖTÜ ŞEY CEHENNEMDİR. Giordino Bruno ( 1548-1600 ) Aristotales’in evreni bölümlere ayırmasına karşı çıkarak, Tanrı ve evren bir ve aynı şeydir . Tanrı, evrenin yaratıcısı değil kendisidir. Ne yaratan vardır ne de yaratma eylemi, olmakta olan şey vardır. Evren-Tanrı sonsuz büyüklükte nasıl bulunuyorsa, sonsuz küçüklükte de öylece bulunur. Sonsuz gerçek olarak onun her yerde bulunması yüzünden doğada her şey canlıdır. Ve hiçbir şey yok olmaz. Öz de olsa tasavvuf düşüncesini aşağıdaki yaklaşımla vurgulayabiliriz. “Eski Mısır tanrılarından Yahudiliğe, Hıristiyanlıktan İslamiyet’e , Brahmanizm’den Budizm’e varıncaya kadar bütün dinlerin anlatmak istediği gerçek apaçık ortadadır.
  7. İşte bu insanın hayatta kalmasını sağlayan, pratik yararları olan bilincin insan aklına yaptığı bir baskıdır, insan böyle duruduğunda ya geçmişi sorgular, hatalarını, pişmanlıklarını yada geleceği planlar durur, düşünce bir türlü durmaz. Çünkü, insanın mantığı yararcılık üzerine çalışır, illaki her olayı nefs (ego ) ile değerlendirir. Dünyada kendi nefsini tam olarak öldürmüş insan gerçek ermişlerdir, onlar da çok yaşamaz, kimsenin de onlardan haberi olmaz, saygı da görmezler. Çözüm, optimum olandır bu açıdan. Düşüncenin baskısından kurtulmak, derin duygulara bir kapı açmak, bir içgörü oluşturabilmek, düşünceyi aşabilmek için kendini rahat bırakmak, hiçbirşey düşünmemeye zorlamamak işin başlangıcını oluşturur. Sonra, öyle derin bir sezgiye ulaşılır ki işte bu anlatılamaz. İnan, işkembe-i kübradan konuşmuyorum. Bunlar benim kendi deneyimlerim.
  8. Öyle bir şey demiyorum zaten. Sana bir örnek vereyim: 'herşey sonunda bir'e (kendine) döner. Öyleyse bir sonunda neye döner?' Bu bir Zen Koanıdır. Koan Zen (Chan) Budizminde mantıklı düşünceyle cevaplanması mümkün olmaya, yalnız sezgilerle anlaşılabilen hikaye, diyalog ya da sorulara verilen addır. Koan Çince "gōng'àn" (公案) kelimesinin Japonca okunuşudur. Kelime anlamı olarak kamu davası ya da halka açık olay diye çevrilebilir. Koan'ların ortaya çıkışı Zen Ustaları ve öğrencileri arasında geçen diyalogların kaydedilmesine dayanır. Bu diyalogları kayda değer yapan ise, o anda ya da konu üzerinde çok uzun süre kafa yorma sonucunda öğrenciye bir uyanış ya da bir aydınlanma deneyimi yaşatmış olmasıdır. Daha sonra Song Hanedanlığı döneminden itibaren bu kayıtlar Zen Ustaları tarafından öğrencilerine meditasyon konusu olarak verilmeye başlanmıştır.
  9. Namaz meditasyondur yada meditasyon namazdır demiyorum. Budizm de bir din değildir, yaşam yoludur, yaşama sanatıdır, budist rahipler keramet gibi mucizeler göstermez. Birşey soracağım sana hiç hareket etmeden ve hiç birşey düşünmeden durabilirmisin ?
  10. Bunlar Batıl değil. Bu dediklerimi, Kur'an'nın Batıni yorumlarında da bulabilirsiniz zaten. Saygılarımla.
  11. Değerli kardeşim, meditasyon aklı kaybetmek değildir, biraz araştır lütfen. Meditasyon, tam uyanıklık halidir. Şöyle anlatayım, hem dış dünyaya hem de kendindeki her duyguya tam bilinçlilikle açık olma halidir, id'l ego durumudur, ilkel benlikle, tüm komplekslerle hesaplaşma ve yüzleşme halidir. Üst bilinç seviyesine çıkış halidir. Binlerce senedir yapılıyor. Yapmadan anlaşılmaz. Saygılarımla.
  12. Körü körüne inananlar da var, sizi tenzih ederim. Benim dediğim şey, önemli olan Allaha inanmak değil, Allahı yaşamak. Evrenle bütünleşebilmek, her hareketinde, her davranışında sonsuzluğu yaşayabilmek. Şimdi, bu yanlış anlaşılmasın, bundan kastim dinin kuralları, yasakları, cennete gitmek için iyilik yapmak, sevap işlemek, cehenneme gitmemek için günahlardan kaçmak değil. Bu görüş batı dinlerinde olan ( buna İslam da dahil ) Allahı, kurallara uymayınca cezalandıran, uyunca seven, koşullu seven baba Tanrı olarak gören anlayış değildir. Günümüz insanlarının bir çoğunun ' nasıl olsa Allah affeder tarzı' ne yaparsan yap affeden koşulsuz seven Anne sevgisi de değildir. Bahsettiğim çok başka bir şey. Saygılarımla.
  13. Değerli kardeşim, ben 20 sene namaz kıldım. Siz hiç meditasyon yaptınız mı ?
  14. Galiba demek istediğinizi anlıyorum. Şu aşağıdaki yazımı lütfedip okursanız, bunun üzerine fikir teatisinde bulunabiliriz sanırım. Çok yakın zamana kadar pozitif bilimlerin ilgilendiği alanlar ve Determinizm, doğrusallığın ( lineerlik ) geçerli olduğu, daha doğrusu çok büyük hatalara yol açmadan varsayılabildiği alanlardır.Oysa, nedensellik, gerekircilik ve belirlenimciliği içeren determinizim, nonlineer fonksiyonların geçerli olduğu, analitik olmayan fiziksel durumlarda yerini Kaosa bırakır. Nonlineer fonksiyonların geçerli olduğu analitik olmayan fiziksel durumlarda, ölçmede belirsizliğin etkisi çok büyük olur. Herhangi bir fiziksel olayı açıklamak için yaptığımız matematiksel modellemede, analitik çözümün olabilmesi yani başlangıç ve sınır koşullarının etkisinin makul ölçülerde sınırlı olabilmesi için lineer denklemlerle ifade edilmesi gerekir.( Dinamik sistemler ) Lineer fonksiyonlar, gerçek fiziksel durumun ihmal ve kabullerle elde edilmiş Lineer olmayan fonksiyonların özel halidir. Pratikte işe yararlar. Ancak, bir bilardo topunun masada nereye çarpacağını hesaplayamamak, üç gün sonrasının hava durumunu doğru tahmin edememek ya da bir dünya savaşının sonuçlarını öngörememek gibi olgular, kaygı verici değilse bile, determinizmin verdiği huzura gölge düşürecek kadar hayal kırıcıdır.İnsanlar günlük yaşamdaki bu kaotik etkinin çok eskiden beri farkındaydı. Kaosun bir bilim haline gelmesi için bu yüzyılı beklemek gerekiyordu. Bu gibi durumları modelleyen lineer olmayan fonksiyonların çözümü ancak sayısal yolla ( tekrarlama= iterasyon yöntemi) bilgisayarlar sayesinde yapılabilir. Çözümün olabilmesi için de başlangıç değerlerinin çok iyi bir kesinlikle belirlenmesi gerekir yani başlangıç koşullarındaki çok küçük değişim, sistemin davranışında çok büyük fark yaratabilir Dinamik ( lineer ) sistemlerde istenilen şey, dinamik kural dediğimiz diferensiyel denklemin (ya da denklem sisteminin) çözümünü bulmaktır. Buna matematikte tersinme (inverse) problemi diyoruz. Cebir, analiz ve diferensiyel denklem kuramlarımız çoğunlukla tersinme problemleriyle uğraşır. Öte yandan, bütün problemleri çözen bir tersinme kuralı yoktur. Bu gün, belli iterasyonlarla “kaotik grafikler” çizen bilgisayarlarımız, başka bir bilgisayarın çizdiği “kaotik grafiklere” bakarak iterasyon kuralını ve kuralın başlangıcını çıkarmayı başaramamıştır. Bu nedenle analitik olmayan fiziksel durumlardaki problemler kendi içlerinde birbirine benzer sınıflara ayrılıp, her sınıf için ayrı ayrı çözüm yöntemleri geliştirilir. Örneğin, bütün diferensiyel denklemleri çözen bir tek yöntem yoktur. Bunun yerine, her diferensiyel denklem sınıfı için ayrı ayrı çözüm yöntemleri aranır. Kaotik sistemler için de benzer şeyin olması gerekir. Matematikçiler, Çinde kanat çırpan kelebeğin nasıl olup da Teksas’ta kasırga yaratacağını açıklayan matematiksel modelden çok, Teksasta olan kasırgayı Çin’de hangi kelebeğin hangi kanat çırpışıyla yarattığını bilmek isterler. Günün birinde kaos bir bilim olacaksa, matematikçiler o kelebeği bulmak zorundadır. Bulunamazsa gerekircilik, nedensellik iflas eder. Kaos teorisinin ardında yatan yaklaşım, özellikle de bilim felsefesi açısından bugün pozitif bilim olarak nitelendirdiğimiz şey, batı uygarlığının ve düşünüş biçiminin bir ürünüdür. Bu yaklaşımın en belirgin özelliği, analitik oluşu yani parçadan tüme yönelmesi (tümevarım) Tümevarım yaklaşımının tam tersi ise tümdengelim, yani bütüne bakarak daha alt olgular hakkında çıkarsamalar yapmaktır.. Genel anlamda tümevarımı Batı düşüncesinin, tümdengelimi ise Doğu düşüncesinin ürünü olarak nitelendirmek mümkündür.Kaos ya da karmaşıklık teorisi ise, bu anlamda bir Doğu-Batı sentezi olarak görülebilir. Kaos teorisinin Doğu öğretilerindeki karşılığı belki de Karma yasasından çıkış ve Samsara döngüsünden kurtuluştur. Doğu öğretilerindeki Karma yasası, kısaca, her yaşamın, önceki yaşamlarda yapılan hareketlerin sonucu olarak belirlenmesi esasına dayanır. Batı düşüncesindeki nedenselliğe benzer. Yani, kişinin yaptığı hiçbir hareket sonuçsuz kalmayacak ve kişinin mukadderatının belirlenmesinde bir neden oluşturacaktır. Hiçbir neden, herhangi bir sonuç yaratmadan yok olup gitmez. Bu durum, Samsara denilen doğum-ölüm-döngüsü içerisinde tekrarlanır.Dolayısıyla Samsarayı esas alan Doğu öğretilerinde her yaşam ve her yaşamdaki koşullar, önceki yaşamlarda yapılan hareketlerin bir bileşkesi olarak meydana gelmekte olup, o yaşamda yapılacak hareketler de bir sonraki yaşamı ve koşullarını belirleyici bir etken olacaktır.( Fraktal fonksiyonlar )Daha kısa olarak ifade etmek gerekirse, Doğu’nun karma yasası bir Türk atasözüyle tek cümleyle şöyle ifade edilebilir: “Ne ekersen onu biçersin.”Bunu devam ettirirsek; Düşünce eken davranış biçer, Davranış eken alışkanlık biçer, Alışkanlık eken huy biçer, Huy eken yazgı( kader ) biçer. Buradan demek ki kaderimizi biz yapıyoruz anlamı çıkar yani kaderimizin kendi düşüncelerimizin ürünü olduğu yargısına varabiliriz. Bu durum insanın özgürlüğü kavramını da tartışmalı hale getirir.şöyle ki; bir karar verme durumunda olduğumuz zaman, diyelim ki iki durum arasından herhangi birini seçme olasılığımız aynı olmyacaktır. Diğer yandan, huy yani dolayısıyla yazgı ( kader) oluşturan ilk düşüncemizle yaptığımız davranıştan sonra, ikinci durumda alışkanlık oluşturmayacak şekilde farklı bir düşünce üreterek davranmak, bizi Karma oluşturmaktan dolayısıyla Samsara döngüsünden kurtuluşumuzun yolunu açar. Düşüncemizin, dolayısıyla, beynimizdeki nöronların arasındaki elektriksel aktivitedeki belirsizlik, elektriksel sinyalleri taşıyan parçacıklardaki madde-enerji etkileşimi dolayısıyla evrendeki Higgs alanı ile etkileşimi nedeniyle Big-bang ve öncesi durumlara kadar dayandırılabilecek şekilde tüm evrenle bütünleşebilmek, iki durumdan birini seçme olasılığını, %50-%50 eşit duruma getirebilir. Bu ise, insanın gerçek özgürlüğü demektir. “Aydınlanma” denen bu kaotik durum, Doğu dinlerindeki meditasyon uygulamalarıyla binlerce yıldır sağlanabilmektedir. Bu duruma erişebilenler için evrenin ve yazgımızın deterministik olduğu yani belirlenebilir olduğu öne sürülemez. Bu kaotik yaşantının tadına varabilen insan için de, ateizmin de, teizmin de, agnostizmin de hiçbir anlam ve önemi yoktur. Saygılar.
  15. Bir yere kaçmıyorum burdayım. Sevgili kardeşim, şimdi yapay zeka üzerinde çalışılıyor, epey yol katedildi. Ben yakınen şahidim, anlatabiliyormuyum ? İnsanın gen haritasının tam olarak çözülmesine az kaldı. Ölümsüzlük geni hTRT de bulundu. Bizim tartışma konumuzun dışında bunlar yani. Bizim tartıştığımız ve benim de karşı olduğum nokta determinizmin yanlış anlaşılması, felsefi zeminde ele alıp bunu kullanarak ateist olanların olması yada bunu inkar edip dini inancı buna alternatif gibi göstermeye kalkanlar. Determinist düşünce ister istemez İslamda da var zaten, çünkü insan mantığı böyle çalışır, anlatabildim mi bilmiyorum. Saygılarımla.
  16. Sayın snake5316, Şimdi bir düşünelim. Siz düşüncelerinizi aktarırken ne yapıyorsunuz. Şu şundan dolayı şöyledir deyip nedenler ileri sürüp sonuç çıkarıyorsunuz değil mi ? Yani insan mantığı böyle çalışıyor, nedenlerden sonuç üretiyor her daim. Günlük konuşmalarda, her yerde değil mi ? Neden sonuç olmadan konuşursak ne derler bilirsiniz değil mi ? Herkes bu mantık gereği birbirini ikna etmiyor mu günlük hayatta ? Yani, nedensellik bizim mantığımız zaten, neye karşı çıkıyorsunuz anlamıyorum. Nedenselliğin, Allahı inkar etmeyi de gerektirmeyeceğini zaten söylemişim yazımda, buna da Einstein'ı örnek göstermişim. Neden bu kadar öfkeli cevap yazıyorsunuz anlamadım gerçekten. Saygılarımla.
  17. Yapma sevgili kardeşim, neden böyle cevaplar veriyorsun suçlayıcı tarzda. Benim yazımda ne demek istediğimi gerçekten anladın mı ? Tartışılan konu bilgisayarın her şey yapabileceği değilki. Kaldı ki o dediğin de yakında olacak öyle görünüyor son gelişmeler. Saygılarımla.
  18. Yazılarımda farkettiyseniz ben o kapıyı açık bıraktım, bu bir inanç meselesidir, isteyen inanır isteyen inanmaz. Sizin yaptığınız da sadece telkin! Cevap değil! Saygılarımla.
  19. Dünya Satranç Şampiyonu Vladimir Kramnik, bilgisayar programı Deep Fritz'e yenildi. Son oyunu kazanarak maçta 3-3'lük bir beraberlik almak istelen Vladimir Kramnik, dengesiz bir açılış yapmasına karşın sonradan iyi bir duruma gelip eşitliği sağladı, ama yenilgiyi engelleyemedi. Son oyunu da alan Deep Fritz, maçı 4-2 kazandı. Saygılarımla.
  20. Sayın demirefe, Eintein'nın, din konusundaki görüşlerini aktarırken kaynak yazmayı unutmuşum, yazdığım alıntılar, onun kendi kitabı olan Einstein, Albert (1954), Fikirler ve Tercihler'den alınmadır, bilmiyorum ben Wikipedia'nın yalancısıyım. Sizin kaynağınız nedir acaba ? 1/18 düzeltmesi için teşekkürler, gözümden kaçmış yazarken. Saygılarımla.
  21. Sayın Fuzuli, Gelen ihtiyar adam, gençlere şöyle bir teklif yapar: -Benim bu devemi size verip mirasın 1/8'ini almama izin verirseniz, bu miras meselesini çözeceğim ve herkes payını alacak. Gençlerin kabul etmesiyle, ortadaki miras 18 deve olacağından, büyük oğul 9 deve, ortanca 6 deve, küçük olansa 2 deve alır, yaşlı adamsa devesini alır gider. Kurandaki oranları aynı şekilde düşünemeyiz çünkü genelde fazla çıkıyor toplamları. Ben excelde de denedim, her durum için toplam oran 1'den fazla yada az çıkıyor. Saygılarımla.
  22. Sn. Sarıgöl, Yazımın yeterince açık olmaması ve öncelikle, bazı konuları kısaca geçmem yanlış anlamalara sebep olmuş olabilir. Tekrar ifade etmeye çalışacağım;Öncelikle Laplace’nin determinizmi kendine göre yorumlaması, Einstein’in hem determinist hem de Tanrıya inanan biri olması ile çelişmez. Yani, determinizm kesin olarak insanı ateizme götürür diye bir sonuç çıkarmak yanlış olur. Tam tersine, Einstein, Nobel Ödülü almasına neden olan Fotoelektrik Olayı açıklayıp kuantum teorisinin kurulmasında ve geliştirilmesinde katkılar yapmış olmasına rağmen olasılık fikrini sevmediği için karşı çıkmıştır. “Tanrı zar atmaz” derken determinizmi savunmaktadır. Einstein, parçacık olayları dahil fizik için “gözlenmesinden bağımsız olarak gerçekliğin kendisine ulaşmak için bir girişimdir” derken matematiksel denklemlerle kesin olarak ifade edilebilen ve açıklanabilen, başlangıç koşullarını ve yasalarını Tanrının belirlediği deterministik bir evreni kastetmiştir. Bu, Einsteinin inancıdır, yorumudur, fizikten beklentisidir.Bohr ise, fiziği, matematiksel ifadeler yoluyla bizimle ilişki kuran doğanın bir yansıması olarak görmüştür. Bohr’a göre, bu matematiksel ifadeler, gerçeğin sadece bir görünümü olabilir yada gerçek hakkındaki bilebileceğimiz şeyleri ifade eder.Bu noktada bir saplama yapacağım: Öncelikle bilim dediğimiz şey, bizim olayları ve gözlemleri mantıksal olarak açıklama çabamızdır. Buna, Cüzi irade diyebilirsiniz belki. Bu çaba, inançtan bağımsızdır, ancak, çıkan sonuç inancı gerektirirse yani tam olarak, net bir biçimde kanıtlandığında bunu kabul etmez diye bir şey de söz konusu değildir. Ancak, belirsizlik durumunda yada hesaplanamazlık durumlarında, bilinmeyen hakkında söylenebilecek en mantıklı şey, yine tam olarak çürütülememiş teorilere inanmak olacaktır. Buna inanmama ve bir Külli İradeye, Tanrı’ya, Allah’a inanma hakkı saklıdır. Yani, bu bir tercih meselesidir, bilimle ilgisi yoktur. Allah’a inansanız da, bilim insanı olarak, bu hesaplanamazlıkları hesaplanabilir hale getirmeye mecbursunuzdur, çünkü başka mantıklı yol yoktur, anlatabildim mi bilmiyorum ama. Kaotik durumlar için bir örnek üzerinden gidersek, mesela, sıcaklık tahmininde kullandığımız analitik olmayan ( non-lineer ) fonksiyonlarımız, fena halde başlangıç ve sınır koşullarına bağlı olduğundan, denklemi bir analog bilgisayar yardımıyla çözmeye kalktığımızda, bilgisayara giriş olarak vereceğimiz başlangıç sıcaklığını ve zamanını ölçme konusundaki deney aletlerimizden kaynaklanan ölçme hatası yani belirsizlik, çıkan sonucu aşırı etkileyebilir, tahminde yanlış sonuçlar doğurabilir. Ancak, biz böyle bir işe kalkışmasak ta, havanın 3 gün sonraki sıcaklığın mevcut matematiksel ilişkiler nedeniyle yine deterministik olarak olması gereken değere geleceğini söyleme hakkımız vardır. Demek istediğim bu. Işık hızından hızlı hareket eden Takyonlar ( soyut kütle ) ve Hızlı Evrenler ise Feinberg tarafından matematiksel olarak kanıtlanmış, Hilbert uzayında temsil edilmiştir ama buradaki sıkıntı, hızlı evren ile bizimki arasında ilişki olamayacağından ve zamanın ters akmasından dolayı neden-sonuç ilişkilerinin bozulduğu yönündedir. Anca çok küçük alanlarda olabilen yani deneylerde gözlenebilen kuarkların dünyasında bulunabilen, yani, Hilbert uzayındaki, Takyonlar ışık hızında durabilirler. Yani, gözlenebildikleri durum yarı soyut, yarı somut oldukları durumudur. Evrim konusunda ise olasılıklara sığınmadım. Yine bilimin yöntemi konusunda söylediklerimi dikkate alarak düşünürseniz, bilimin, türlerin kökenini bir şekilde mantıksal olarak açıklamak zorunda oluşundan hareketle kurulan evrim teorisi, mutasyonların iyi ve kötü yönde olabileceğini inkar etmediğini, sadece, geçen milyarlarca yılda, olabilecek tüm olasılıkların yaşanması için yeterli bir zaman olduğu düşünülerek kurulmuş, bilimin temel ilkesi olan determnizm ilkesine dayanarak yapılan açıklamalar bütünüdür. Bugün bile bu mutasyonların olduğu, sinek ilaçlarının yada beşeri ilaçların yok ettiği mikrop ve sineklerin arasında, bir şekilde geçirdiği mutasyon neticesinde, bu ilaçlardan etkilenmeyip sağ kalan mikropların tekrar üreyip aynı hastalığı yada aynı çöp kovası üzerinde toplanmayı meydana getirdiği gözlenen gerçeklerdir. Bu mutasyonu oluşturan etkinin de çeşitli radyasyonlar olabileceği fikri akla ve bilimsel düşünceye uygundur. Tabii ki, bu mutasyonları Tanrı’nın, Allah’ın da yapabileceği ihtimalini söyleme hakkı da saklıdır, ancak, bu iddia felsefenin alanına girer. Görüşün ( düşüncenin ) evrilmesi ile ilgili H2O ( Su ) benzetmeniz ise, madde ( somut ) ile düşünceyi ( soyut ) aynı kulvarda farzetmek olduğundan yanlıştır. Einstein’in dini inanç ve Tanrı hakkındaki görüşleri de şöyledir : "Gerçekten bilimsel kafalara sahip olan insanlar arasında, dini duygular taşımayan bir kişiye çok zor rastlarsınız. Fakat bu herhangi bir insanın dindarlığından çok farklıdır. Böyleleri için Tanrı, şefkatinden yararlanmayı umduğu ve cezalandırılmasından korktuğu için çocuğun babasına beslediği duygulara benzeyen yüce duygular beslediği, her ne kadar korkuyla karışmış olsa da varlığını dayandırdığı kişisel bir ilişkidir."» « Bilimle ciddi şekilde uğraşan herkes tabiat kanunlarında bir ruhun, insanlardan daha üstün bir ruhun olduğuna ikna olur. Bu yüzden bilimle uğraşmak, insanı dine götürür. » Yani, anladığım kadarıyla, Einstein, Tanrı’yı, bir ön kabul olarak değil de yapılan bilimsel çalışmaların sonucu ulaşılabilecek bir sezgi olarak düşünmüş. Yani, bu onun kendi tercihidir. Saygılarımla.
  23. Düzeltiyorum : Planck zamanı başlı başına yoktur, Planck sabiti ile ilişkilidir. Planck zamanı da konuyla ilişkili değildir.
  24. Sayın Sarıgöl, "İnkar edenler gökler ve yer birbirleriyle bitişik iken onları ayırdığımızı görmüyorlar mı? ( 21 Enbiya Suresi 30 ) ayetinde bahsedilen "Gökler" den kasıt atmosfer olabilir ancak, aşağıdaki; "Ve göğü kuvvetimizle kurduk, muhakkak ki onu genişletmekteyiz." ( 51 Zariyat Suresi 47 ) ayetinde de atmosferden bahsediliyorsa atmosfer genişliyor değildir. Eğer 21 Enbiya Suresi 30. ayetindeki "Gökler" olarak dünya haricindeki tüm evren kastediliyorsa da bu da Big Bang'e uymaz. Belki, 51 Zariyat Suresi 47. ayetindeki "Gök" olarak tüm evren kastediliyorsa bu Hubble kızıl ötesi kaymasına uyar ve evren genişlemesine bir atıf olarak söylenebilir. Ancak, "O gün Göğü kitabın sayfalarını katlar gibi düreriz. Ve onu yaratılışa ilk başladığımız duruma iade ederiz. Bu, üzerimizdeki bir vaattir. Elbette, gerçekleştireceğiz." ( 21 Enbiya Suresi 104 ) ayetinde ise yine "Gök" diye tüm Evrenden bahsedildiği iddia edilmekte, bu ayet Big Crunch ( Büyük çöküş ) teorisi ile ilişkilendirilmektedir. Oysa, son gözlem ve analizler neticesinde, genişleyen evrenin yavaşlamadığı, tam tersine giderek hızlandığı anlaşılmış, yapılan hesaplarla da böyle bir yavaşlama, durma ve geri çökmenin olamayacağı kanıtlanmıştır. Ayrıca, "Planck zamanı" diye bir şey yoktur, "Planck Sabiti" vardır. Saygılarımla.
  25. Düzeltiyorum: Einstein'nın Özel Görelilik Teorisi'ne göre ışık hızına yaklaştıkça bir madde için zaman yavaş akar.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.