Zıplanacak içerik

instantkarma

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

instantkarma tarafından postalanan herşey

  1. instantkarma şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Bilim Felsefesi
    Anlattığım elektronun dalga özelliğini anladığınızı zannettiğim için, bundan söz edebileceğinizi tahmin etmemiştim. Sorunuza gelince, bu bildiğimiz dalga değil demiştim. Yani, ne EM dalga ya da De Broglie dalgası olduğunu bunun bir olasılıksal bir dalga olduğunu anlatmaya çalışmıştım. Dolayısıyla, esir falan gibi konuların bu konuyla ilgisi yoktur. Biraz bu konuları okuyup anlamaya çalışırsanız iyi olur. Ama fizik bilimini tam anlamak için biraz yüksek matematik biraz da kompleks fonksiyonlar teorisi okumuş ve anlamış olmak şart. Uzaydan, dünya üzerine düşen milyonlarca nötrinodan bazılarının uzun sürede detekte edilmesini kastediyorsunuz herhalde. Bu bilinen bir şey zaten ama dalga-parçacık probleminin çözümüne bir katkısı olamıyor. Çünkü, uzaydan gelen nötrinolar ışık hızına yakın hızlarda olduğundan ve durgun halde yada düşük hızlarda nötrinolar yapay olarak elde edilemediğinden, bunların enerjisi zaten elektronu etkileyecek düzeyde. Bu nedenle, çift-yarık deneyindeki elektronun hızını ve konumunu aynı anda belirlemek şu anki bilime göre olanaksız.
  2. Sevgili forumdaşlar, bayılmadan önce, en azından Sayın demirefeye şu konuyu anlatmayı bir daha denemek istiyorum : Yani, zaten polemiğin satranca döndüğünü söylemişim. Sizin zaten siyah taş olduğunuzu vurgulamışım. Kusura bakmayın ama, yani, şimdi son iletimdeki ilk cümlemde ne söylemek istediğim anlaşıldığı halde, ikinci cümlemde bir kelime eksik yazılmış diye, mal bulmuş magribi gibi bunun üzerinden haklı çıkma çabaları eğreti duruyor ne yazık ki! Asıl anlamı bırakıp kelime üzerinden demogoji yapmak ne derece etik ? Sıkıntı bir kelime ise , düzeltelim hemen. Polemik satranca dönerse ortalık kızışmasın diye gerekirse pata da götürebiliriz diye üstten konuşan biz miydik ? Şimdi oldu mu ? Burada, eğer, polemik satranca dönüştüyse-ki benim iddiam zaten bu-, 1-Zayıf taraf bizsek, pata izin verecek siz olursunuz. 2-Zayıf taraf sizseniz, bu durumda bu cümle tarafımızdan bir pata izin verme isteği olur. Hangisini kastetmiştiniz ? Yok polemik satranca dönmedi diyorsanız, Size göre, Siyah-Beyaz ayrımı yok demektir. Yani, Etik bilimdir-Hayır felsefedir çekişmesi de yok, Etikin önce felsefe sonra bilim olduğu iddiası ile Etikin önce de sonra da felsefenin konusu olduğu iddiaları var demektir. Ama bizim için bu nüans siyah-beyaz çekişmesiyle aynı. O zaman da hangi tarafın iddialarına ne derece kaynak gösterebildiğine ve geçerli argüman üretip üretemediğine bakılır. Etikin bilim olduğuna dair ciddi bir kaynak verilemediğine ve buna ilişkin üretilen argümanlar çürütüldüğüne göre, sonuç : Etik bilim değildir, Felsefenin konusudur.
  3. Madem öyle, burada ne anlatmaya çalışıyorsunuz bize siz tercüme edin lütfen.
  4. Evet, bu söz doğrudur. Peki biz, bilimi gözardı etmek gerektiğini, onun yol gösterici olmadığını söylüyor muyuz ? Hayır. Bu nasıl mantık ? Etiğe bilim dersek, diktatörler bilime güven duyacakları ve itiraz edemeyecekleri için, etik olanı uygularlar ve baskı ve zülum yapmazlar. Bu sakıncası yüzünden mi Etike bilimin konusudur demeliyiz yani. Diktatörlük gelmesin diye gerçeği, doğruları saklamak ne derece etik ? Gerçekleri söylememize korkularımız mani mi olacak yani ? Birebir cevap alınca polemik mi oluyor ? Satranca dönerse güçlü olanın patı teklif edebileceğinden bahseden kim ? Güçlü taraf siz değilseniz, o zaman pat teklifini bizden mi bekliyordunuz ? Öncelikle, sınıflandırmanız çok yanlış. Psikoloji, Sosyoloji bilimleri zaten uygulamalı deney ve gözlemi kullanan yani pozitif bir sosyal bilimdir. Siyaset, Hukuk Bilimleri zaten uygulamalı formel mantık ile genelleme ve tümdengelim yöntemlerini kullanan normatif bir sosyal bilimdir. Bunların ayrıca uygulamalı bir dalları yoktur. Çünkü, kendileri uygulamalıdır. Psikoloji, Sosyoloji bilimleri insanı ve toplumu inceler, insan davranışlarının ve toplumsal olguları deney ve gözleme dayanarak açıklamaya çalışır. Bu ikisinin ortak alanı da sosyopsikolojidir. Bir psikoterapist Nevrotik hastasına, bulunduğu topluma, çevreye uyum sağlaması için o toplum ve çevre için geçerli olan iyi ve doğruları telkin edebilir. Yani, normal olanı. Normalin tanımı da, herhalde herkes bilir bunu yazmıyorum. En azından anlamayan için bir ip ucu vereyim : ayrık değişkenlerde Binom dağılımı, sürekli değişkenlerde normal dağılım yada sık bilinen adıyla çan eğrisinde ortalama değer ( en sık görülen ) civarı… Normal veya anormal yargısı, iyi yada kötü gibi bir değer yargısı değildir. Somuttur, gerçektir, değer yargısı değildir. Bir toplumbilim uzmanı ( sosyolog ), toplumsal hareketleri değerlendirirken ve toplum için yararlı olan görüşünü söylerken kendi felsefi görüşünü ortaya koyar. Yani, Hegelci ise olayları Hegelin idealist paradigması ile açıklar Marksist ise Marksist diyalektik ile ( genelde marksisttirler ), Postmodernist ise daha farklı…Yani herhangi bir toplumsal olayın nedenleri incelenir, ortaya konulur, ama bu nedenlerden emek-sermaye çekişmesi mi baskın nedendir, yoksa, ırk çatışması mıdır, din çatışması mıdır, bunlar yorum konusudur, yorum yapanın görüşlerini yansıtır.Zaten bu yüzden en çok tartışılan konular bunlardır. Bir siyaset bilimci, demokrasinin işletilmesini tartışırken sosyoloji biliminin uygulamalı dalını yürütmez. Çünkü, Siyaset Sosyoloji biliminin uygulamalı dalı değildir. Yukarıda da belirttiğim gibi Siyaset, zaten uygulamalı formel mantık ile genelleme ve tümdengelim yöntemlerini kullanan normatif bir sosyal bilimdir. Siyaset bilimci normlara göre konuşur. Siyaset felsefesinin ürettiği normlara göre…Demokrasi, monarşi, uluslararası siyaset normları gibi… Bir hakim kararını verirken sosyoloji ve psikolojinin ortak uygulama alanı olan hukuk bilimini uygulamaz. Çünkü, Hukuk bilimi, sosyoloji ve psikolojiden de beslenen Hukuk felsefesinin ürettiği yasalara göre karar verir. Bir ekonomist enflasyonun etiği aşındırdığını söylerken sosyoloji biliminin ekonomi uygulama dalını ortaya koymaz. Çünkü, Ekonomi sosyoloji bilimin uygulamalı dalı değildir. Matematik biliminin uygulamalı dalıdır. Bir ekonomist enflasyonun etiği aşındırdığını söylerken de Etik felsefesinin ortaya koyduğu yerel veya evrensel değerlerden bahsediyordur. Bir toplumda aşırı enflasyon parayla seksi arttırıyorsa ve bu kötü diye adlandırılıyorsa, ama başka bir toplumda aynı sonuç iyi yada normal kabul ediliyorsa, bu ekonomistin o toplumdaki değer yargısını baz alarak ortaya koyduğu bir bilimsel yargı olur. Günümüzde çoklu disiplinli ( multi-disipliner ) yada disiplinler arası (inter disipliner ) denen alanlar vardır. Hatta Bilişsel Bilim ( Cognitive Science ) diye bir bilim de gelişme yolundadır.Ancak, dünyada Felsefenin sorularını bilimin konusu yapan biri henüz ortaya çıkmamıştır. O örneği, Teolojinin bilim olduğunu söylemek için değil, Türkçedeki Etik için kullanılan Töre Bilimi terimini kendi iddiasına dayanak yapıp Etiği bilim yapan şahıs için vermiştik. Polemiğe dönerse ortalık kızışmasın diye gerekirse pata da götürebiliriz diye üstten konuşan biz miydik ? Bunları Etik bilimi değil, Etik felsefesi söylüyor.Bilim iyi-kötü gibi değer yargısı belirtmez. Dengesiz diyetin yararlı veya zararlı olduğunun söylenmesi somut bir sonuçtur ve kişiden kişiye, toplumdan topluma değişmez ve tüm zamanlarda geçerlidir. Dengesiz beslenmenin bilimsel adı yeme bozukluğu değildir. Senin dediğin Blumia Nevroza gibi durumlardır. Bu bir davranış bozukluğu ( Nevroz ) değil ruhsal bozukluktur ( Psikoz ). Psikozlar, patolojik olduğu için psikopatolojiyi, psikiyatriyi ilgilendirir.O nedenle, psikopatolojinin yargısı bilimsel, tıbbi bir yargıdır. Etik ile ilgisi yoktur. Bunu Hukuk bilimi değil, Hukuk felsefesi söylüyor. Pozitivizm aşağı yukarı bu şekilde yayıldı. Eğer, senin dediğin felsefe de genel kabul gören bir felsefe olsaydı ve ayrıca bunu savunanlar da yeterince güçlü olabilselerdi( işin bu kısmı daha önemli), o zaman bu dediklerin de olabilirdi. Fiziğin iki elektron birbirini iter yargısı gibi, sosyolojinin endüstri toplumlarında çekirdek aileler önem kazanmıştır yargısı da bilimseldir. Aynı şekilde, Fiziğin, depremin şurda, şu gün, şu saat, şu dakika, şu büyüklük ve şiddette , fırtınanın şurda, şu gün, şu saat, şu dakika olacak diyemeyişi gibi, Sosyolojinin de, 50 yıl sonra modern toplumlarda aile yapısı kesin şöyle olacak gibi bir yargısı da olamaz. Ya da, Tarih bilimcilerin Hırvat genç, Avusturya veliahtını öldürmeseydi 1. dünya savaşı çıkmazdı diyemeyecekleri gibi… İşte bu yüzden etik, hukuk, siyaset, estetik felsefe disiplinleri, olayları birkaç nedene indirgeyip nasıl olmalı önerisini sunan farklı farklı felsefeler ortaya koyarlar. Etik felsefesinde, kimi, erdemi, insanın güçlü olması, kimi, insanın bencil olması, kimi, insanın tutkularını aklı ile yönlendirmesi, kimi ise insanın deneyimlerinin neticesinde ortaya çıkması gerektiğini söylemiş. Siyaset felsefesinde toplumların mutluluğu için, faşizm, ulus bilinci, anti demokrasi, birlik, mücadele, liderlik ve gücü, Anarşizm, devletin yokluğunu , Komünizm, üretim araçlarında ortak mülkiyeti önemsemiş ve önermiş, Liberalizm serbest piyasa, özgürlük vs önerilerini getirmiştir. Hukuk felsefesinde, yasa koyucu olarak yargıçları kabul eden Anglosakson hukuku, yasama organı meclisi kabul eden Roma hukuku, Kuranı kabul eden İslam Hukuku, bireyden çok toplum çıkarlarını gözeten Sosyalist hukuk önerileri vardır. Estetik felsefesi de farklı farklı anlayışlar getirmiştir. Her güzel şeyin estetik olmayabileceği gibi...
  5. instantkarma şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Bilim Felsefesi
    Dayanaksız iddia etmek serbest değil. Linke göz atanlar zaten anlar. Ve Kaos ve Kuantuma da yanıtlar vermiştir değil mi ? Yani demirefe, Kaotik süreçlerde ve Kuantum mekaniğinin geçerli olduğu atomik düzeylerde determinizm geçerli değildir demek bu kadar mı zor yahu ? Fotonun ölçülemeyecek kütlesi olduğu görüşü Einsteinin genel görelilik ( Özel görelilik demiyorum dikkat ) kuramındaki, büyük çekim alanlarının ışığı bükmesini açıklamak için düşünülmüş. Yani yoğun bir kütlenin arkasından bize doğru gelen foton dümdüz yol almamakta ve eğri bir yol izlemektedir. Bu durum, paralaks hesaplamaları ile güneş arkasındaki yıldızların ışığının yer değiştirmesinden yani yıldızın olduğu yerden farklı yerde olduğunun gösterilmesi ile kanıtlanmıştır. Gravitonlar kütle üzerine etkilidir. Buradan da anlaşılacağı üzere fotonun çok küçük de olsa bir kütlesi vardır. Oysa E=mc2 formülünde fotonun kütlesi olmadığı düşünülmüştür. Demek ki, Fotonun hızı olması gereken ışık hızından az olmalıdır. Daha doğrusu gerçek ışık hızı foton hızından daha büyüktür. Bu durumda ışık hızı hesabında diğer leptonlardan gravitasyonel alandan etkilenmeyen kütlesiz ve yüksüz nötrinoların hızı üzerinde durulmaktadır. Küçük boyut, düşük enerji düzeyi anlamına gelmez. Küçük kütle, düşük enerji düzeyi anlamına gelir. Parçacığın enerjisi hız ve kütle ile orantılıdır. Fotonun enerjisi ise, Planck sabiti ve frekansı ile orantılıdır. Kuantum dünyasında bulunan bütün alt parçacıkların yani lepton, quark, fermyon ve bozonların spinleri ( açısal momentum ) Planck sabiti ile orantılıdır. Bu arada Higgs alanının esirle ilgisi yok. Higgs alanında yayılan da dalga değil, etki yani Higgs alanının etkisi. Higgs bozonunun da kütlesinin elektronun kütlesinden yaklaşık 230 kez daha büyük olması gerektiği düşünülüyor. W ve Z mezonlarının kütleside yaklaşık elektronun 160 katı. Yüksüz ve sıfıra yakın çok küçük kütleli Nötrinolarla deney yapmanın ise anlamı yok çünkü bunlar da hayalet parçaçıklar olduklarından elektronla etkileşime girmeden yollarına devam ederler. Ölçülemeyecek kadar küçük kütleli fotonlarla ( ama yüksek enerjili ) yapılan deney de ortada olduğuna göree…dalga-parçacık ikileminin aşılması zor görünüyor. Önümüzdeki maçlara bakacağız ama daha küçük enerjili parçacıklarla çarpıştırma yöntemi bulma sorunumuz vardır. Böyle bir yöntem bulunabilir mi ? Sorumuz, sorunumuz budur.
  6. Farkındaysanız bunların incelenmesine, kökenlerinin araştırılmasına itiraz yok. Zaten, psikoloji, sosyoloji, psikopatoloji vs. bunlar için var. Anlaşmazlık, demirefenin bilimin bu değer yargılarının nasıl olması gerektiğini söyleyebileceği, bilime dayalı bir etik anlayışının geliştirilebileceği konusunda ısrarından kaynaklanıyor. Evet, bilimin şu, şu şartlarda mavi sevilir gibi bir çıkarıma ulaşması, mavinin sevilmesi gerektiği ile ilgili bir yargı değildir. Bilimin mavinin kırmızıya tercih edilmesi gerektiği ile ilgili bir yargısı olamaz.
  7. Hangi özelliklerdeki kadının güzel bulunması, hangi tür müziği dinlenmesi gerektiği ile ilgili sonuçlanmamış bile olsa bir bilimsel çalışma girişimi var mı ? Varsa bir bildiğiniz deney veya tez çalışması sizden bekliyoruz. Anlamayacak bir şey yok, bilimin bu yargıya varmasında engel, bizzatihi kendisinin böyle bir yargıya varmasının mümkün olmadığından geliyor. Sorumuz '' Bilim, hangi davranışın etik olduğuna nasıl karar verebilir ?'' Ya da bilimin '' kimse zarar görmemeli '' ya da '' herkes ölsün '' gibi bir yargıda bulunabilme durumu var mıdır ? '' Bunu size anlatabilmenin başka bir yolu olmalı. Şöyle bir sanal dialog geliştirelim : -Kapalı alanda sigara içmek yasaktır. Bilimsel olarak pasif içiciler sigaradan zarar görmemeli!. -Neden ? -İnsanlar hasta olmasın, hastanelerde yığılma oluyor, zaman, emek ve para kaybı oluyor. Sonuçta tüm bunlar toplumun her bireyini ekonomik olarak etkileyip, yaşama standartlarını düşürüyor. -E, nolmuş, bana ne ? Düşsün! Herkesin hasta olması da umurumda değil, ben sigaramı her yerde içerim! -Ama sen ve senin gibi sigara içenler toplumun ilerlemesini engelliyorsunuz dolaylı olarak. -Toplum ilerlemek zorunda mı ? Böyle bir bilimsel yargı nerden çıktı ? -Yani, ilerlese hepimiz için daha iyi olmaz mı ? Yaşam standartımız yükselir, daha kaliteli bir hayat yaşarız. -Valla ben hayatımdan memnunum. Bir de olaya şu açıdan bakın. Hastalar ve hastalıklar oldukça Tıp bilimi daha hızlı ilerliyor. Bu da bilimsel bir gerçek. -Tıp bilimi hasta olmadan da ilerleyebilir, daha yavaş olsa da. Ama sosyal fayda bizim için daha önemlidir. -Neden ? Benim için de hiçbir önemi yoktur. Ben başkaları için alışkanlıklarımdan vazgeçmem! -O zaman sana kanuna göre ceza vereceğiz. Çünkü, biz toplandık ve düşündük, sosyal faydanın daha önemli olduğu kanaatine vardık ve çoğunluğun kararıyla ceza kanununda sigara ile ilgili kanun maddesi oluşturduk. Evet, alalım 167 küsur lira. -Niye o kadar lira ? Bunu neye göre hesapladınız ? -Hastanelerdeki ekonomik kayıplara göre. Şöyle ki; sigara içen bir kişi, ortalama 2 kişinin hastalanmasına sebep olup hastaneye göndermiş olursa ortalama hastane masrafları çarpı 2 dersek, 167 küsur lira çıkıyor. -Peki, kapalı alanda sigara içen birinin dolaylı olarak tıbbın ilerlemesine birim katkısını hesaplayıp bu miktardan çıkardınız mı ? Belki, bana üste para verirsiniz bu durumda… -Doğru, bu aklımıza gelmemişti. Biz bir hesaplayıp gelelim. Sen burada bizi bekle. -Size iyi günler! ( 2 saat sonra ) -Nerde kaldınız ya ? Sizi beklerken sıkıntıdan 3 paket sigara içtim... -Ya biz hesapladık da, aslında sosyal fayda ile tıbbın ilerlemesinin faydası eşit çıktı. Ama, biz karar verdik sana yine de bu cezayı vereceğiz. Çünkü, bizim için sosyal fayda daha önemli. Bu bizim değer yargımız. -Peki, canınız sağolsun. Kredi kartı geçerli mi ?
  8. Bilimin etik davranışlar geliştirmeye katkısı olup olmayacağı ayrı bir konu. Buradaki soru, Etik davranışlar nelerdir ve bunları hangi disiplin tanımlar ? Hayır, yanlış yapmıyor, felsefe yapıyor. Sizi de Surmaya göndersek, 2 hafta sonra Cindy Crafford’u boşverip o halka dudaklı hatuna takılmayacağınızın garantisi var mı ? Cindy Crafford, bilimin bu yada buna benzerdir dediği güzellik ideali midir ? Hayır, bu sanrıya nereden kapıldınız, anlamadım ?
  9. Bilimden beslenerek yine bilim yapmak başka bir şey, bilimden de beslenip felsefe yapmak başka bir şeydir. Bunu söylemiş olsanız bile bu tür endişelere kapılmanız yersiz. Çünkü, bu dediğiniz, Etikin bilim olduğu iddianızın niteliğini değiştirmez. Bu tartışmayı, kurallarına göre oynanan bir satranç oyununa benzetip, sıkıştığı yerde tüm dünya bilim ve felsefe literatürlerindeki kavramları eğip, büküp, yamultarak tartışma etiği dışı yöntemlere sapan birinin yani hem atın, filin, piyonun, vezirin hamle kurallarının dışına çıkıp hem de gerekirse pata izin verebilecek güçlü taraf olduğunu iddia ederek olgunluk triplerine girmesi etik midir ?
  10. Üstünkörü okuyup aynı şeyi savunduğumuzu zannetmişim. Evet, Cyranonun da vurguladığı gibi bilimsel verilerin etik felsefesinde etkisi olmadığını söylemiyoruz. Ama başlıbaşına bilime dayalı evrensel bir etikin olmadığını söyleyebiliriz. Cinsel beğeni kriterlerinin belirlenmesi gibi, genel güzellik algısında ( estetik ) da, bir toplumdaki popüler felsefi kabüllerin ya da kapitalist toplumlarda tüketime yönelik yönlendirmelerin etkisi gibi nedenlerin olduğunun ispatlanması da bilimin işi olur tabii ama bu yönlendirmelerin kaynak olduğu düşünceleri üretenler de estetikle uğraşan filozoflar olur neticede.
  11. Hem biyolojik hem de kültürel evrim süreci kesiklidir. Buna neo-darvinizm deniyor.
  12. instantkarma şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Bilim Felsefesi
    Onun da cevabı ilgili başlıkta verilmişti. ( bkz. Din olmadan önce de ahlak vardı başlığı ) Cevap-1 Cevap-2 Felsefi determinizmin bir inanç olduğunu söyleyen birisi, felsefi determinizmin de bir dogma olduğunu kabul etmesi gerekmez mi ? ( bkz. Din olmadan önce de ahlak vardı başlığı ) Burada İndeterminist savların nedenini 2 grupta toplayan sizsiniz. Eğer, başka gruplar da varsa-ki var, en bilinen örnek mesela Heisenberg gibi düşünenler- sizin bu iddianız ( 2 gruba ayırmanız ) çürümüş olmuyor mu ? Böyle bir amacım yoktu. Feynmanın ‘ altta daha çok yer var ’cümlesiyle, determinizmin çok küçük boyutlarda geçerli olacağını kastettiğini iddia eden sizdiniz. Ben de onun düşüncelerini aktardım ve güncel fiziğin mantığını açıkladım. Düşünülüyor ama ispatlanmış değil. Oysa, fotonun kütlesiz olduğu ispatlanmış bir olgu ve hesaplarda sorun çıkarmıyor. ( en basiti bkz. Compton olayı ) Ayrıca, bunu söylemeniz de ilk söylediklerinizle çelişmiş. Yani, önce fotonun boyutlarının büyük olmasından dolayı doğru ölçemiyoruz diyip şimdi küçük olmasından medet ummak, gel de smiley kullanma Bunu neden yazdınız anlamadım. Smileylerle ve dayanaksız suçlamalarla uğraşmak yerine karşı argüman geliştirmek daha iyi olur bence. Bu iki alıntıda anlatılanlarda bir farklılık var değil mi ? Demirefe arkadaşımız, ilk yorumunda, tenis toplarının yeterince küçük olmadığından dolayı ayının şekli ve şemalini tam olarak belirleyemiyoruz demek istemiş. Yani, kestirilemezliğin sebebini tenis toplarının boyutunun ayıya göre küçük olmasına bağlamış. İkinci yorumunda ise, tam olarak kestirebileceğimizi söylemiş. Bu kez de sineği kestiremeyeceğimizin sebebini tenis toplarının boyutunun sineğe göre büyük olmasına bağlamış. Oysa, ısrarla söylediğim dalga-parçacık ikilemini biraz anlamaya çalışsa bu tür çelişkili yorumlar yapmazdı. Hem elektronun hem de fotonun bazı durumlarda dalga bazı durumlarda parçacık gibi davranması, çift-aralıkta yani hareket ederken bir dalga gibi davranan elektron, floresan ekrana çarptığında bir parçacık gibi etkileşmesi. Bohr'un bu gözlemler üzerine sürdüğü bütünleme ilkesi şudur : '' Dalga ve parçacık karakterleri bütünleyicidir. İkisi aynı anda gözlenemez. Yapılan ölçümün cinsine göre bu iki karakterden biri gözlenir. '' Çift yarık deneyinde elektronun hangi aralıktan geçtiğini gözlemlemeye kaktığımızda yani bir foton gönderip geçen, hareket halinde olan elektronla çarpıştırdığımızda, yerini tespit etmemize karşın, fotonun enerjisi ve momentumu, elektronun enerji ve momentumunu etkileyeceğinden, bu etki ekranda olması gereken girişim olayını bozmaya yeterli olur. Yani, yeri belirlediğimizde hızı bilemeyiz, hızı belirlediğimizde yeri bilemeyiz. Klasik fizikte olayların dışında ve onları etkilemeyen bir ölçme kavramı vardı ama Kuantum mekaniğinde her ölçme olayı sistemi etkiler.Dolayısıyla, gönderdiğimiz fotonun büyüklüğüyle orantılı bir durum yok ortada. Böyle anlamak tamamen olayı anlamamış olmakla alakalı. Bizim sorunumuz, bir parçacığın enerji ve hızını etkilemeyecek tarzda bir yöntem bulabilirmiyiz sorusunun cevapsız olmasıdır. Başka bir deyişle, tenis topları ile mağaradaki ayının yeri belirlenebilir ancak bir objenin hızını etkiliyorsak -yani gerçek ve anlık hızını- yani bir sineğe tenis topu atarak bize doğru uçma hızını bilemeyiz. Burada elektron bir parçacık olmadığı gibi klasik bir madde dalgası da değildir. Elektronun uzun sürede elde edilen girişim saçaklarının istatistiksel dağılımının betimlediği olasılıksal bir dalga fonksiyonudur. Çift yarık deneyinde elektron delikten geçerken bir dalga gibi davrandığından ( öyle olmasaydı girşim oluşturmazdı ), gönderdiğimiz fotonun boyutunun önemi kalmaz. Burada elektronu etkilediği için enerji taşıması önem kazanır. Yani, tenis topları ayıyı anlık durdurarak hızını etkileyebilir ama fener ışığının fotonlarının enerjisi ayının veya sineğin hareket enerjisi ve hızının yanında ihmal edilebilecek kadar küçük olur.Burada elektronun yeri ve hızını belirlemek için ihtiyacımız olan şey, elektronun enerjisinden çok daha küçük enerjili bir parçacıkla çarpıştırma yapma yöntemi bulunması. Çünkü, bu, fotonlarla mümkün değil. Fotonların enerjisi dalga boyu ile dorğu orantılıdır. Yani, dalga boyu büyüdükçe enerjisi düşer. Ama dalga boyu büyüdükçe de bir foton elektronla etkileşime giremez, yani bir hayalet gibi birbirlerinin içinden geçerler. Görünmez adamı görememekle aynı şey. Dolayısıyla, çarpıştırdığımız parçacığın boyutu önemli değildir. Daha küçük enerjili parçacıklarla çarpıştırma yöntemi bulma sorunumuz vardır. Böyle bir yöntem bulunabilir mi ? Sorumuz budur.
  13. Sayın Cyrano da, sayın Yarasa da gayet net ve esprili bir dille anlatmışlar, ama bir de ben anlatmayı deneyeyim somut bir örnek üzerinden. Şimdi, Kyle Minouqe’nin bel-kalça oranının ‘ Altın Oran ‘ olduğunu bilim, günümüz genel kabulüne dayanarak istatistiksel olarak söyleyebilir. ( Böyle bir haber okumuştum ) Yada, günümüz erkeklerinin genelinin beyinlerini inceleyerek, Kyle Minouqe gibi bir kalça-bel oranına sahip olan bir kadının,o erkek beyinlerinde yarattığı elektro kimyasal olayları açıklayabilir. Ama bu demek değildir ki, Kyle Minoqe tüm zamanlarda geçerli bir altın orana sahip ve de geçerli bir altın oran var. Öyle olsa,, Fellini’ye yada Tinto Bras’a hiç de bilimsel olmadıklarını söyleyerek haksızlık etmiş olmaz mıyız ? Mesela, 60’lardaki Twiggy modası. Şimdi, kim kalkıp bir kadının çiroz gibi vücut oranlarına sahip olmasının, erkeğin genlerini devam ettirebilmek için uygun olduğunu söyleyebilir ? ( geniş kalça, iri göğüs, sağlıklı ve canlı bir ten vb.nin tam aksi ) Peki, bilim genlerin devam etmesi gerektiğini söyleyebilir mi ? Genlerin devam edip etmemesi bilimin umurunda mıdır ? Umurunda olmalı mıdır ? Oysa, bildiğimiz gibi, 60’larda, Twiggy modasını dolaylı yoldan yaratan, o zamanlarda batı dünyasında etkin olan uzak doğu felsefeleriydi. Kısaca, insanların öznel değer yargılarından yola çıkıp, belli bir zaman dilimindeki ve belli bir yerdeki, en sık görülen bir değer yargısını belirlemek yada bu kabulün neden olduğunu açıklamak, değer yargılarını açıklamaya çalışmak zaten bilimin işidir.. Ama, örneğimizdeki gibi bilim tanımı gereği, işi bu olmadığı için gerçekte olması gereken ideal oranı söyleyemez. Yani, Bilim ‘ Nasıl ’ı araştırır, ‘Nasıl olmalı ‘yı değil. Bilimin yargı belirtemediği durumlarda yani değerlerle ilgili durumlarda değerlerin nasıl olması gerektiği ile ilgili yargıları felsefeciler üretir.
  14. Tüm sorun, bilimin olayları açıklarken ve bilimsel yargıda bulunurken kullandığı değer yargılarını ( etik davranış ne demektir gibi ) üretenlerin kimler olduğunun anlaşılmasının zorluk düzeyinde…
  15. Bence, kişinin, ilkel dinlerin doğuşunun bilimsel açıklamasını, felsefenin sadece düşünmek olmadığını, felsefenin alanını, sistematiğini ve neden felsefe diye adlandırıldığını anlayabilmesi, sadece pozitif bilimlerle ilgili popüler kitaplar okumasını değil, daha çok araştırma yapmasını gerektirir.
  16. Mesela, sorulardan birisini ele alalım. İyilik ve güzelliği tanımlayan ' Etik bilimi ' nasıl bir bilimsel yöntem izler ve çıkarımları nelerdir ? Güzel neye göre güzeldir, güzelliğin bilimsel ölçütleri nelerdir ? İyilik neye göre iyiliktir, iyiliğin bilimsel ölçütleri nelerdir ?
  17. Bildiğimiz kadarıyla, tarih öncesi avcı-toplayıcı ilkel topluluklarda da din vardı. Pekiyi, aynı zamanda felsefe de var mıydı ve o topluluklarda da din felsefeden mi doğdu ? Yani, ilkel toluluklarda filozof denen adamlar mı vardı ? Kabile büyücüleri filozof muydu, din adamı mıydı ? Felsefenin din ve bilimi doğurduğu milatları nedir ? Siz sanki, Aristo'nun aşıldığı noktada bilimin ortaya çıkışı gibi bir milat tanımlamışsınız din için.
  18. instantkarma şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Bilim Felsefesi
    Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz diyen Herakleitos, bugün dualist mantığı reddeden, Kuantum teorisinin gündeme getirdiği çelişik mantığı ilk ortaya koyan filozoftur. Bildiğimiz yani tüm Batı felsefesinin ve Batı dinlerinin ( Ortadoğu kaynaklı ) dayandığı geleneksel ve sembolik mantığın kökeni Aristonun dualist ( ikici ) mantığın yerine, yani; ‘ ya şudur, ya da budur ’ ve ya şu değildir ya da ya bu değildir ‘ ilkesi yerine, ‘ hem şu hem bu, ne o ne bu ’ ( karşıtların birliği ) ilkesiyle getirdiği Çelişik mantık, bugün Kuantum fiziğinin bulguları ile uyum içerisindedir. "Karşıt olan şeyler bir araya gelir ve uzlaşmaz olanlardan en güzel uyum doğar. Her şey çatışma sonucunda meydana gelir." ( Herakleitos ) İyi de alıntıyı verdiğim kitabında Feynman zaten kuantumu yorumluyor. ( Fizik Yasaları üzerine-Bölüm :Olasılık ve Belirsizlik Kuantum Mekaniği Açısından Doğa-TUBİTAK yay.sayfa 171-172-173 ) Feynman hocanın tercümana ihtiyacı olmadığını biliyoruz, değil mi ? Onun ne dediğini yine kendi ağzından söylersek daha inandırıcı olur herhalde : Demirefe arkadaşımız, fotonun bir kütlesi olduğunu sandığı için, benim elektronu, boyutsal argüman olarak ( fotondan daha büyük olduğunu söylediğimi zannederek )verdiğimi zannetmesi de gayet doğal. Kendisi bana kuantumu anlatmak için foton örneğini verirken, karanlık mağarada tenis topuyla ayıyı belirlemek için uğraşma benzetiminin boyutla alakalı olduğu şeklinde bir yanlış anlamadan kaynaklanan bir hata. Üstelik, benim bu deneyin daha küçük parçacıklarla tekrarlandığını söylemiş olmama rağmen. Oysa, koskoca Kuantum teorisinin dayandığı dalga-parçacık ikilemini ortaya çıkaran yöntem ve cihazların etkisi sorunu. Bu noktada yine üstadın söylediklerine tekrar kulak versek daha iyi olacak :
  19. instantkarma şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Bilim Felsefesi
    Literatürde olmayan bir ayrım için, ‘ Rastlantı ve Kaos ‘ kitabında kullanılmış olan bir anlatım yolunu delil göstermek ne derece geçerlidir ? Peki, ‘ Modern Determinizm ‘i de kullanmış mı Ruelle ? Bu biraz Etik bilimdir iddiasına kaynak olarak Bursa Ticaret odasında yapılmış bir konuşmayı göstermeye benzemiş ( bkz. Din olmadan önce de ahlak vardı topiği ). Gerçekten ciddi bir kaynak gösterebilecek olan bir tartışmacı, bu tür yollara sapar mı ? Var olduğu öne sürülen, yazım tarzı, ruhu ve seçtiği kelimelerle her açıdan kendi klavyesinden çıktığı bir çırpıda anlaşılıveren, içinde aşağıdaki cümlelerin geçtiği kaynağa, olmayan bir kaynak dersek daha mı doğru olur acaba ? Demirefe arkadaşımız, felsefe dünyasına kazandırdığı Modern-Klasik Determinizm terimlerine ilaveten, İndeterminizmi de kendi kafasına göre yeniden tanımlamış. İndeterminizm tanımını vermeden önce bazı hataları düzeltelim : Buna dogmatik denmez. Bu, henüz kanıtlanmamış olası bir metafizik nedeni düşünceyle, uslamlayarak çıkarsamaktır. Yani, metafizik felsefedir. Dogmatik olması için, öne sürülen iddianın herhangi bir otoriteye dayandırılarak doğru kabul edilmesi gerekir. Teoloji de felsefenin ayrı bir dalıdır. İnançla, dogma arasındaki farkı da daha önce açıklamıştım. Anlaşılmamış. O halde tekrar açıklayayım. İnanç, asla ispat edilemeyecek bir düşünceyi doğru kabul etmektir. Dogma ise, herhangi bir otoriteden gelen bir veriyi usa vurmadan doğru kabul etmektir. Aralarında fark var. Demirefe arkadaşımızın iddiasına göre, Anarşizm, psikopatlıkla eşdeğer. Anarşizmin ne olduğunu kulaktan dolma bilgilerle öğrenmiş birisi için gayet normal aslında. Yine Demirefe arkadaşımıza göre, Heisenberg, Bohr, Pagels gibi ünlü indeterminist Fizikçiler bu iki gruptan birisine dahil olmak zorunda. Ona inanan da, Heisenberg’i elinde otomatik silahlarla, alışveriş merkezlerinde yada okullarda katliam yapan psikopatlardan biri sanacak. Öncelikle,burada bu tarz bir tartışma yapılmıyor. Eğer, sürekli nedenlerden bahsediliyorsa, ‘ Kaos çözüldü zaten" tarzı bir ifade olamaz ’ demekle olmaz. İtiraz nedenlerinin ortaya konulması, öne sürdüğüm argümanların çürütülmeye çalışılması gerekir. Kelime oyunları ile bir yere varılamayacağı da çok açık; kaos’un günlük dilde kullanımından yola çıkıp iddialarını ispatlama yoluna gitmek de geçersiz bir yöntem.
  20. Bildiğimiz kadarıyla, tarih öncesi avcı-toplayıcı ilkel topluluklarda da din vardı. Pekiyi, aynı zamanda felsefe de var mıydı ve o topluluklarda da din felsefeden mi doğdu * Sayın Cyrano daha önce sormuş, bunları hala cevaplamamışsınız : Bu da Bilim felsefesi oluyor. Yani, felsefe demek sadece bilim felsefesi demek değildir.
  21. Tam Determinist olmanın yolu Tanrı tanımaz olmaktan mı geçer ? Spinozaya gelirsek : Tam tersi, başka bir başlıkta pozitivizme yakın olduğunuzu belirtmiştim. Spinoza için söylediğiniz de tam öyle değil :
  22. Zamanı tanımlarken yalnızca algılarımızla sınırlı tutmak yanlış olur. Çünkü, bu nesnel bir bakış olmaz. Zamanı maddenin veya enerjinin ( aslında ikisi öz itibariyle aynıdır ) bir fonksiyonu dersek daha nesnel bir tanım yapmış oluruz. HY ağabeyimiz aradaki bölümü atlamış : Buna daha önceki iletimde cevabını vermiştim :
  23. İkizler paradoksunu ( düşünce deneyi ) bilirsiniz, işte dünyadan kalkıp ışık hızına yakın yüksek hızlarda dünya nın samanyolundaki yörüngesine paralel, -atıyorum sayının önemi yok- 5 sene yolculuk yapan bir uzay gemisindeki astronot, dünyaya geri döndüğünde ikiz kardeşinin kendisinden -yine atıyorum-10 yaş fazla yaşlandığını, dünyadaki olayların da 10 sene ötesindeki halinin geliştiği zamana geldiğini anlar, falan… Yani, dünyanın geleceğine gitmiş olur. Bu gözlem ve deneylere dayanan ispatlanmış bir olgu. Öte yandan, zamanda geriye gitmek, bizim açımızdan deneylenemez bir şey. Nedeni ise, ünlü E=mc2 denkleminde cismin hızının ışık hızından büyük olması varsayımı ile matematiksel olarak bulunmuş olan kütlenin sanal olması gerektiği. Yani, karmaşık ( Kompleks ) sayı içeren sanal bir kütle olan ve Takyon diye adlandırılan bir parçacık… Bu gözlenmesi imkansız olan tamamen teorik bir çıkarım. Çünkü, gözlemlemeye kalktığımızda, kütlesi sanal olmamalıdır. Bu ise, hızının ışık hızının altına düşmesini gerektirir. O zaman da Takyon özelliği kaybolur. Bu teorik varsayımı denklemde ilerletirsek, gerek E=mc2 denkleminden elde edilmiş Lorentz denklemlerinden, gerekse Lorentz denklemlerinden ulaşılan uzay-zaman grafiğinde ( Minkowski uzayı ) ters uzay -zaman konisi olan anti evrende zamanın geriye döndüğünü görebiliriz. ( Teorik olarak ) Bu biraz da, Newton fiziğinde yaşamamızdan dolayı, mutlak zaman yanılsamamızdan kaynaklanan bir sezgi. Yani, Tanrısal boyutun sanal kütleye sahip olmadığını iddia etmek için elimizde dayanak yok. Bu da olası bir durum olduğuna göre, anti evrende zamanın tersine yaşanmasını izleyebilen birileri de olabilir ( Teoride tabii )
  24. Zaten, determinizmin geçerli olması durumunda böyle bir çelişki mevcut. Yani, gerek bu durumda Dekart’ın Teist düşüncesi ile, gerekse determinizme dayanan Spinozanın Evren ve Tanrı tasvirinde bu çelişki devam ediyor. Ha, sizin söylediğiniz şu ünlü ‘ kaderimiz önceden belirli ise, o zaman cennet ve cehennemle ödüllendirilmenin, sınavın anlamı kalmaz ‘ paradoksu… Seyirci açısından bütün bunlar belirlenebilir ve müdahale ile yönlendirilebilir ise demiştim. Yani, Kaotik ve Kuantik belirsizlikleri belirli yapabilen bir Tanrıyı varsaysak, bu durumda, Tanrının insanın yaptıklarına, dua yada gönlünden geçirdiklerine göre, zaman zaman yaptığı müdahalelerde bulunması yani karşılıklı bir etkileşim mümkün olur. Yalnız, zaten bunlar da kader olarak Tanrı katında yazılmış ise paradoks yine devam eder. Yazıda konusunun geçmemesine rağmen sayın demirefenin yanlış anlamasıyla aklıma getirdiği İzafiyet teorisini de işin içine katarsak, Tanrının eylemsizlik sisteminin hızının değişken hızlarda olabildiğini, dünyaya göre çok büyük hızlara çıkabildiğini öne sürsek-ki bu durumda zaman dünyaya göre yavaşlar-, hatta ışık hızının da üstünde bir hız olduğunu söylersek -ki bu durumda zaman dünyadakinin tersine akar-yaşanacak olayları hesaplayabilmesi de önemsiz hale gelir. Yani, zaten, kendi eylemsizlik dizgesinin hızını istediği gibi ayarlayarak, yaşanacakların tümünü öğrenebilir. Yani, ‘ bilme ’ ve ‘ belirleme ’ yi ayırırsak paradoks ortadan kalkar. Bahsettiğim budur. Burada sorulacak soru, ‘seyirci açısından bütün bunlar belirlenebilir ve müdahale ile yönlendirilebilir mi ? ’sorusu olmalıdır. Ancak, e, pi, gibi transandan ve köklü sayılar gibi bir irrasyonel, hiçbir zaman sabitlenemeyen değerlerden oluşan başlangıç koşullarının geçerli olduğu bir kaotik sürecin sonucunu Tanrı bile belirleyemez. Bu matematiksel bir gerçek. O halde, Tanrının belirsizlikleri belirleyerek bir müdahalede bulunma şansı da olmaz. Yani, paradoks çözülmez. Yani, seyirci açısından, determinizm mümkünse, kader anlayışı ile çelişmez. Zaten geçerli olmadığı için, modern fizik verileriyle, kader anlayışı arasında çelişki vardır. Yerçekimi kuvvetine Öz, düşme eylemine Varoluş dersek, Eğer, yerçekimi kuvveti olduğu için düşme eylemi var diyorsak, olaya düşen biz değilmişiz gibi bakıyoruz demektir. Tam tersi olarak, bizzat düşme eylemini yapan özne biz iken,düştüğümüz için kuvvet var diyorsak yani kuvveti bizim düşme eylemimiz ortaya çıkarıyor diyorsak, bu durumda dış gözlemcinin kestirebilirliği havada kalır. Yani, Öz ve Varoluşun, dış gözlemciye göre, birbirine göre önceliği yoktur. Şimdi, kalınlaştırdığım ifadeyle, yani, ‘biz değilmişiz gibi ’ bakmak demek Tanrı dizgesinde olmak yani Seyirci olmak demektir. Tanrı yada Seyirci dizgesinde ise,Öz ve Varoluş’un birbirine göre bir önceliği olmadığına göre, ancak ve ancak, insanın eylemde bulunmaması yani oyuncuların oynamaması halinde determinizm ( belirlenim ) geçerli olabilmektedir. Oyuncuların oynaması oranında , belirlenim azalacağından, oyuncu dizgesinde determinizm geçerliliğini yitirecektir. Bu nedenle, determinizm görecelidir. Rica ederim, dikkate alıp, mantıklı sorularınızla bana açıklayabilme fırsatı verdiğiniz için ben teşekkür ederim. Saygılar.
  25. Bir kaç ileti öncesinde, iletime, yanıtını verip, aynı zamanda, diyen biri, şimdi, diyor ve üstelik, uyarımı dikkate almadan. Değerli forumdaşlar, ikilem yada pürüz olup olmadığına varın siz karar verin :)

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.