Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

NICLENO

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    374
  • Katılım

  • Son Ziyaret

İletiler gönderen: NICLENO

  1. Ülkemizde Carlos Santana'yı anons eden VJ ler büyük bir inatla Ünlü Meksikalı Şarkıcı diye söylerler, yazılı basında da bu sıfatla sık sık karşılaşırız. Çünkü şarkı söylenmeden sadece gitar çalarak ya da bestelerle Grammy kazanılabileceğine kafaları basmaz bu kişilerin. Geldikleri kültür böyledir çünkü. Oysa medya işçiliği bir kültür işidir. Evrensellikten nasibini almadıysanız, çakralarınız buna kapalı, Arabesk kültürle sınırlıysanız ne diye yayımcılığa soyunursunuz?

    Bir zamanların sonu 'ca' ile biten dergilerden birinde Paco de Lucia'nın İstanbulda verdiği konser haber yapılmış, bir de konserde gitarını çalarken çekilmiş fotoğrafı konmuştu. Fotoğrafın altındaki yazı ise unutulacak gibi değil. İsteyen araştırıp bulabilir bu derginin dişil olanının arşivinden. Aynen şöyle: Ünlü kemancı kemanıyla. :lol:

  2. Değerli forumdaşlarım; sitem için bir araştırma yapmaktayım. Yardımcı olacağınızı umar, şimdiden teşekkür ederim.

     

    Sizlere bir soru soracağım ve alacağım yanıtlara göre bu araştırmaya yön vereceğim. Sorum şöyle:

     

    Sizi etkeleyen, uzun süre dinlemeden yapamayacağınız klasik bir piyano parçası varsa lütfen adını yazınız.

     

    Tamamen piyano için yazılmış klasik bir eser olsun yazdığınız. Herhangi bir şarkının piyanoyla çalınmış halini (transcription) istemiyorum. Yönlendirme yapmamak için örnek vermiyorum.

  3. Ne yazık ki çağımızın Poe' su King'in romanları sinemaya uyarlandığında değerini önemli ölçüde yitiriyor. Yazarın en önemli özelliği okuyucusunun hayalgücünü çalıştırması. Sinemada bu özellik tamamen yok olmakta. Zevk alarak okuduğum ve sonradan sinema versiyonlarınuı izlediğim romanların bu uyarlamaları çocuk filmi gibi gelmişti bana.

  4. Canlı Yayın Gafları

     

    Yurdum insanının pek sevdiği ulusal kanaldaki programlardan birinde türkücü sunucu bayana canlı yayında İsveç'den telefon geliyor. Malum hoşbeşden sonra gurbetçi vatandaşımız soruyor. 'İsveçe gelecek misiniz? Kızımız sonucu düşünmeden hemen atlıyor. 'Aaa..Zaten biz Avrupa turnesindeyken İsveç'e geldik' Vatandaş soruyor: 'Nereye geldiniz?' Kızımızın yüzü kireç gibi, hemen lafı değiştiriyor. 'Burayı özlüyor musunuz?' Vatandaş yineliyor. 'İsveç'de hangi kente geldiniz? Kızımız bu defa mosmor, lafı yine değiştiriyor. 'Hava soğuk mu oralarda?' Vatandaş ısrarlı.. Konseriniz hangi şehirdeydi? İmdada reji yetişiyor. 'BAĞLANTI gitti...' Ne ki, vatandaşın sesi tekrar duyuluyor. 'Hanımefendi İsveçde hangi kentte konser vermiştiniz....??

    ****

     

    Bu da yıllar önce TRT deki bir yarışma programından. Yarışmacılara bir yöremizin türküsü dinletilip , hangi yöreye ait olduğu sorulmaktaydı bir zamanlar. Jüri olarak da zamanın ünlü türkücüleri programa konuk edilmekteydi. 80 lerin en ünlü bayan türkücümüzün jüri olduğu bir yarışmada türküyü dinleyen yarışmacı yanıtını İç Anadolu Bölgesi olarak veriyor, ne ki kara gözlü esmer türkücümüz yanıtı 'yanlış' olarak değerlendiriyor. Sanırım sunucu Bülent Özveren'di. Türkücümüze dönüp doğru yanıtın ne olduğunu soruyor. Yanıt bugün bile aklımda hala. Orta Anadolu Bölgesi.

    NICLENO

  5. 29 Mart’ta, Cumhuriyet tarihinin en şaibeli seçimi yapılacaktır!

     

    İşçi Partisi Genel Başkan Vekili Mehmet Bedri Gültekin:

     

    İşçi Partisi Genel Başkan Vekili Mehmet Bedri Gültekin, bugün Ankara’da bir basın açıklaması yaparak 29 Mart seçimlerini değerlendirdi. Gültekin’in açıklaması şöyle;

    .

    .______________________________

     

     

    Özellikle Ankaradaki olaylar sonucu seçim sonuçları güvenilirliğini yitirmiştir. Oy hırsızları yakalanmış, bu işlerin organize olarak yapıldığı ortaya çıkmıştır. Bunu yapanlar cezalandırılmalıdır.

  6. Şehmuz'a belediyede bir iş vermişler...

    Git bizim şu Sütçüimam Caddesindeki kapı numaralarını tak demişler.

    Cadde de şehrin en uzun caddesi, binlerce ev var, ama karşısı yayla, caddenin sadece bir tarafında binalar var.

    Kapı numaraları doğal olarak tek sayılar yani: 1,3,5,7,9,11,...

    Şehmuz, kutulardan her rakamdan 100 tane olmak üzere 100 tane 1, 100 tane 2, 100 tane 3...... 100 tane 9, 100 tane 0 rakamını almış ( toplam 1000 tane rakam yani ) ve başlamış binaları numaralamaya...

     

    Şehmuz kaç nolu binaya kadar numaralama yapabilmiş ?

    Elinde kaç tane rakam kalmış ?

  7. Kesinlikle hayır,hiçbir kavram kişilerin tekelinde değildir.Ben kendi adıma milliyetçiliği sevmem.Bu benim kavrama olan bakışımdır.Sizin kavrama olan bakışınızla şekillenen bir milliyetçilik anlayışınız da ise bana susmak düşer.

     

    Yalnız,milliyetçilik kavramı bugüm modern dünya tarafında kesin sınırlıklar içinde red edilen bir kavram.

     

    Bakın değerli forumdaşım. Yaptığım iş icabı Antalya Side'de yıllardır her milletten insanlarla konuşuyorum. Hiç de sizin söylediğiniz gibi değiller. Aksine hemen hepsi son derece milliyetçi hatta rasist. İnanın tartışmasız bir günüm dahi geçmiyor.

     

    ASLINDA milliyetçilik bileşik kaplar gibidir. Bir gurupta başladımı diğerlerine de sirayet ediyor. Dikkat edilmesi gereken nokta budur. Ülkemiz üzerinde bir yığın emperyalist amaçlar uğruna oyunlar oynanırken ne yapmalıyız sizce?

     

    Adamlar utanıp sıkılmadan çifte standart uyguluyorlar ve işbirlikçileriyle beraber ülkeyi sömürge haline getirmeye çalışıyorlar. Siz belki buna paranoya diyebilirsiniz ama biraz tarihimize bakarak hiç de öyle olmadığını anlayabilirsiniz. Dostlukla...

  8. Bugün 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü. Medyada yine sanat ve sanatçıya veril(mey)en değer konuları işlenecek, her geçen yıl durumun daha kötüye gittiği, tiyatro salonlarının birer birer kapatılması, yaşamını sanat uğruna tüketen değerlerimizin karşılaştıkarı zorluklar, yaşlanıp emekli bile olamadan son günlerinde içine düştükleri durum vurgulanacak. Vurgulanacak vurgulanmasına da, ilgililerin vurdumduymazlığı karşısında bir işe yarayacak mı? Hiç sanmıyorum...

     

     

    TARZINI sever veya popülist bulabilirsiniz ama bu onun bir 'tiyatro öncüsü' olduğu gerçeğini değiştirmez. Bir ömrü ülke insanına bu sanatı sevdirmek için harcamıştır. Şimdilerde yaşının ve hastalığının getirdiği sorunlarla yaşamını sürdürmek zorunda. Sevgili Nejat Uygur'a şifalar diliyorum ve yıllar önceki anlatıklarını aktarıyorum.

     

    ''Tiyatro gönül işidir. Sevmeden, yalnız para kazanmak için yapılmaz. İlk başladığımızda VW minibüsümüze kişisel ve sahnede kullanacağımız eşyalarmzı tıka basa doldurur, yola çıkardık. Gittiğimiz yerlede çadırımızı kurardık. Suarelerde hava ayaz olurdu. Bunun için kocaman bir odun sobamız vardı. Zar zor satabildiğimiz birkaç biletin parasıyla odun alır, oyun başlamadan önce çadırın içini ısıtırdık. İnsanlar gelip sobanın etrafında saf tutarlardı. Pek de temsille alakalı oldukları söylenemezdi. Öncelikli amaç ısınmaktı. Günübirlik yaşardık. Gerekli benzin parasını biriktirince toparlanıp başka kente giderdik.''

     

    Nıcleno (27 MART 2009)

     

     

     

     

     

    Nejat Uygur

     

    (d. 10 Ağustos 1927, Kilis). Türk tiyatrocu.

     

    Kaynak: Vikipedi

     

     

     

    Hayatı

     

    Öğretmen bir annenin ve subay bir babanın üç oğlundan ortancası olan Uygur, Kilis doğumludur. Kilis'li sanatçı İsmail Dümbüllü tarafından keşfedilmiş ve meşhur edilmiştir.

     

     

    Eğitimi

     

    Eğitimini Anadolu'nun çeşitli bölgelerinde tamamladı. İlkokulu Siirt, Ezine ve İntepe'de okudu ve bu dönemde tiyatroya müsamerelerle başladı. Sarıyer, Çanakkale ve Manisa'da ortaokulu tamamladıktan sonra Güzel Sanatlar Akademisi'nin Heykel Bölümü'ne girdi ama mezun olamadı.

     

     

    Sporculuğu

     

    1943 yılında Sarıyer Halkevi'nde başladığı boksla beraber spora karşı ilgisi arttı. Atletizm ve su topu yanısıra iyi bir at binicisidir.1952 yılında Necla Uygur ile hayatını birleştirdi.

     

     

    Tiyatroculuğu

     

    Tiyatroya profesyonel olarak 1949 yılında "Nejat Uygur Tiyatrosu" ile adım attı. Nejat Uygur, düşündüğü ilk mesleğin tiyatro olmadığını belirtti:

     

    "Benim düşündüğüm ilk meslek pilotluktu. Çocukluğumda pilot olacağımı düşünürdüm. Hatta hiç unutmam Manisa'da olduğumuz yıllarda, yatak çarşaflarını alıp yüksek bir yerden aşağı atlamayı planlamıştım. Tecrübe pilotu olarak önce ağabeyim atladı ve ayağını kırdı. Ağabeyim Zeki Ayhan Uygur, Amerika'da ünlü bir beyin cerrahı şimdi. Onunla gurur duyuyorum. Ağabeyim burada deniz albayıydı, ordudan ayrıldı sonra."

     

    Gençlik yıllarında Amerika'ya ulaşmak isteğiyle gemici oldu:

     

    "Benim gençliğimde herkeste Amerika'ya gitmek gibi çok yoğun bir istek vardı. Bu yüzden liman cüzdanı çıkarttım ve gemici oldum. Hiç unutmam, bir Panama şilebinde çalıştım. Gemide kimsenin canı sıkılmazdı. Onlara fıkralar anlatır, taklitler yapardım. Herkes çok gülerdi. Sonra askere gittim, orada da arkadaşlarımı çok güldürürdüm. Giderek insanların yüzünü güldürmek bende tutku oldu. Sonra da tiyatro başladı zaten."

     

    13 yıl süren Anadolu turneleri sürecinde sırasıyla Süheyl, Süha, Ahmet, Kemal ve Behzat adlı beş erkek çocukları dünyaya geldi. Süheyl ve Behzat babalarının deyimiyle "armut ağacının dibine düştüler" ve tiyatrocu oldular.

     

    1998 yılında Kültür Bakanlığı'nca verilen Devlet Sanatçısı unvanını almıştır.

     

    Uygur, 10 Eylül 2007'de beyin damarlarında oluşan bir tıkanıklık nedeniyle vücudun sol tarafında kısmi felç geçirdi. Sağlık durumuna ilişkin yapılan basın toplantısında Uygur'un sol kolunu hareket ettiremediği, yüzünde kayma olduğu, bacağında biraz hareket olduğu, konuşmasının ise düzgün olduğu ifade edildi..[5]Oğulları Süheyl ve Behzat Uygur son açıklamalarında Nejat Uygur'un artık geçmişiyle yaşadığını söylemişlerdir.

     

     

    Ödülleri

     

    2007 - Altın Kelebek TV Yıldızları Yarışması "Tiyatroya Destek Yılı Özel Ödülü"

    2006 - Kemal Sunal Kültür Sanat Ödülü "En İyi Tiyatrocu"

    1999 - 22. Avni Dilligil Tiyatro Ödülleri "Belkıs Dilligil Onur Ödülü"

     

    Filmografi

     

    2007 - Beyaz Melek

    2004 - Vizontele Tuuba (Hacı Zübeyir)

    1974 - Cafer'in Nargilesi

    1971 - Cafer Bey İyi, Fakir Ve Kibar

    1970 - Cafer Bey

  9. Katılıyorum. Bu nasıl bir kompleks, bu nasıl bir arabesk isyan ki;

     

    "Ben emir eri değilim!" diye aklı sıra çıkış yapıyor. Yahu sana "Rahat! Hazırol! Marş marş!" diyen mi oldu, ne emir eri yahu, emir eri nerden çıktı? :)

     

    Ha pardon, şimdi yeni açılım arabesk de değil artık, rep! "Fark vaar! fark vaar!" :lol:

     

    Bir de arabeski batıya taşıma moda: "Vammünüt! Hop, vammünüt!" :lol:

     

    Gişeler de "Recep" İvedik'e teslim nasılsa...

     

    Benim merakla beklediğim, "göbeğini kaşıyan adam" filmi ne zaman vizyona girecek ki?

     

    Değerli forumdaşım, bence o film 50'lerden bu yana vizyonda. 80 de aldığı rüzgarla bu günlere geldi.

  10. Arkadaşlar aradığım müziği genelde, ihtilalle ilgili bi haber oldu mu o zaman çalıyor televizyoncular. Merhum Eski Başbakan Menderes'in asıldığı anı gösterirken falan hep o enstrümantal müzik çalıyor. Bileniniz var mı acaba bana bi yardımcı olursanız çok sevinirim...

     

    Belgeselin müziklerini Fahir Atakoğlu yapmıştı. Fizy -videomüsic sitesinden bir bakın.

  11. Cedric'i izliyor musunuz? Hani Cine 5 de yayımlanan 'Eğer sekiz yaşınızdaysanız....' diye başlayan. Daha önce bu konuda foruma yazmıştım. Bu sabah yine ondan bir inciyle güne başladım. 'Hayatta okulda derslerden iyi not almaktan daha önemli şeyler de vardır.' diyordu.

     

    Bu söz üzerinde biraz düşündüm ve ufaklığın ne kadar haklı olduğunu anladım.

     

    Çocuklarımızı yarış atı gibi yıllarca sınavalara hazırlarken onların neler kaçırdığının (kaçırttığımızın) farkında mıyız acaba. Aklıma gelen soruları yazayım.

     

    Öğrencilikleri boyunca ders dışı herhangi bir kitap okuyabiliyorlar mı ? Buna vakitleri oluyor mu? Başuçlarında ders dışı bir kitap oldu mu hiç?

     

    İnsanı insan yapan, yeteneklerinin sergilenmesine ortam yaratan hobilerine ayıracak zamanları oluyor mu?

     

    Hiç bir ciddi müzik eserini, atıyorum, RACHMANNİNOFF'un dünya şaheseri sayılan o güzelim piyano konçertosunu hayatlarında bir kez başından sonuna kadar dinlediler mi ? Ahmet Altan bir hikayesinde bu eseri tam olarak yorumlayabilmek için bir konser piyanistinin bıkıp usanmadan bir ömür çalışması gerektiğini vurgulamıştı. İstatistiklere göre ise konser piyanisti bu eğitimi alan piyanistlerden sadece binde biri olabiliyor.

     

    Okulda 'doldur, boşalt' kabilinden ezberciliğe dayalı bir eğitim sistemi yüzünden kısa sürede hurdaya çıkan beyinleri; gittikçe yaratıcılığın yerine dogmacılığın yer aldığı eğitim sürecinin çağdışılığı; çalışıp çabalamalar sonucu diplomalı işsizler ordusuna yeni bir nefer olarak katılmak durumunda olmanın farkındalığı ve gençcecik yaşlarında üzerlerine düşen kasvet.

     

    Peki, biz bu gençlerden ne bekliyoruz? Onlar bizlerin, 80 lerden bu yana ülke zihniyetinin ürünü değil mi? Köşe dönücülüğün, çürümüş ve kokuşmuşluğun, kısır çekişmelerin, maddiyattan başka bir şey tanımayan değer yargılarının...

     

    Özetle, maalesef insani değerleri çocuklarımız öğrenemiyorlar. Belki bir yüksek tahsil yapıp diploma sahibi oluyorlar ama o kadar boşlar ki? Sanat yok, edebiyat yok, hobi yok, müzik dersen disko tarzı ya da uçkur peşkir havasının ötesine geçemiyor.

  12. BU insanlar kimlerden bu cesareti alıyor bir düşünün bakalım. Bu ülkenin en kutsal değerleri bir takım ne ****** belirsiz kişilerin ağzına sakız oldu. Seviyesizlik gırtlağa kadar. Kerameti kendinden menkul bir yığın meczup TV kanallarını dolaşıp ileri geri ahkam kesiyor. Her taraftan hacılar, hocalar , şeyhler , şıhlar mantar gibi bitti, kitleleri peşlerine takıyorlar.

    Evet dostum size katılıyorum. Demokrasi kalkanı arkasına sığınıp ülke değerlerini hiçe sayanlara, bunlara söz söyletenlere yüzbin kere lanet olsun.

  13. Kıvrak zekasıyla övünen Cengiz Han'ın kulağına bir söylenti gelir.

    Hükümranlığı altında bulunan köylerden birinde, köydeki yetişkin erkeklerin herbiri oldukça zekiymiş. Öyle ki, akıl oyunlarını çözmede pek bir nam salmışlar.

     

    Bu haberi alan Cengiz Han, köylülerin zekalarını sınamak istemiş. Bu amaçla hemen köye varmış ve köyün yetişkin erkeklerini meydana toplatmış.

    Onlara demiş ki: Duyduğuma göre zekanız ile nam salmışsınız.

    Sizi tecrübe etmek isterim.

    Yarın şafakla birlikte sizleri (köyün yetişkin erkeklerini) yine buraya, meydana toplatacağım.

    Sizi tek sıraya dizdireceğim.

    Daha sonra başlarınıza üç renk miğferlerden rasgele giydireceğim.

    Sarı, Mavi ve Yeşil miğferler!

    Benim elimde bunlardan sınırsız sayıda mevcut.

    Rasgele dedim ya, hepinizin başında Mavi miğfer de olabilir, ona göre.

    Her biriniz sadece önünde, sırada olanların başlarındaki miğferleri görebilir, fakat kendi başındaki miğferi göremez.

    En arkadan başlayarak herkes başındaki miğferin rengini yüksek sesle söylemelidir.

    Bu cevabı -sıradakiler dahil- herkes duymalıdır.

    Sorulduğunda bir dakika içinde cevap vermeyenler ya da yanlış cevap verenler öldürülecektir.

    Yarın şafağa kadar düşünün, taşının. En çok insanı ölümden kurtaracak bir çıkar yol bulamazsanız vay halinize!

     

    Evet, köylüler düşünür ve taşınırlar. Sonunda bir çözüm bulurlar elbette.

     

    Peki, siz olaydınız nasıl bir çözüm önerirdiniz. Unutmayın! Aslolan en çok insanın hayatını kurtarmak.

  14. Değerli dostum Necati Bey'in bu manzumesini bana vermiş olduğu izine istinaden paylaşıyorum. İster mizah niyetine okuyup gülün , ister ağlayın. Keyfiniz bilir. ;)

     

    Kriz Detanı..

     

    Ne hayalle kurduğum şirket memleketime

    Ekmek yediriyordu işsiz üç-beş kişiye

    Lizing ödemeleri şiar kendi kendime

    Edindim amma lâkin günbegün eriyorum

    Yetiş başbakanım koş, ben bugün ölüyorum

     

    Kriz teğet geçmedi, ok saplandı böğrüme

    Kobilere ters tepti, yok dolandı dilime

    Tahammüller kalmadı “kriz yok ki” filmine

    Borç gırtlağa dayandı, gırtlağı deliyorum,

    Yetiş başbakanım koş, ben bugün ölüyorum..

     

    Finans sektörü sağlam, artık banka batmıyor

    Bankalar garantide kredi dağıtmıyor

    İpoteğim kalmadı, sattıklarım yetmiyor

    Alacaklı tepemde hal bilmez biliyorum,

    Yetiş başbakanım koş, ben bugün ölüyorum..

     

    Dünyayı saran kriz, teğet geçecek ti ha

    Vergi vereni keriz, keriz seçecek ti ha

    İşsiz kalan orduya, ömür biçecekti ha

    İşsiz ordusu arttı, ben bile görüyorum,

    Yetiş başbakanım koş, ben bugün ölüyorum..

     

    Parasızlık büyüdü, vadeler de uzadı

    Artık anlamıyorum, durum kime yaradı

    Kaç gündür sineklerden başka kimler aradı

    Tutuştum da çıralar halt etmiş yanıyorum

    Yetiş başbakanım koş, ben bugün ölüyorum

     

    Biz işsiz yanar iken seçim girdi araya

    Raflarında yer buldu, geçim yazı turaya

    TL ye döndük amma, hasret kaldık paraya

    İtibarım tükendi, ben artık bitiyorum

    Yetiş başbakanım koş, ben bugün ölüyorum

     

    Yaşadığım hayatım, inan sade; lüksü yok

    Evde gazım kalmadı, ısınacak tütsü yok

    Elektriğim borçlu, suyu dersen kastı çok

    Dükkân sahiplerinden utanıp kaçıyorum

    Yetiş başbakanım koş, ben bugün ölüyorum

     

    Deryanın ortasında çırpınan balık var ya

    Krizin ortasında çırpınan alık var ya

    Emeklisin hâlbuki evin olsa tüm dünya

    Yaptığım yatırıma inan ki ağlıyorum

    Yetiş başbakanım koş, ben bugün ölüyorum

     

    Kime lâf anlatayım, çalışan para ister

    Banka her gün tepemde, Lizing taksiti ister

    Malzemeci kaç aylık olan borcunu ister

    Factoringe çekleri ucuz kırdırıyorum

    Yetiş başbakanım koş, ben bugün ölüyorum

     

    Önceden işim vardı, çalıştım gündüz-gece

    Para tahsili zordu, çember daraldı iyce

    Kriz denen bu illet, bizi yuttu resmice

    Krizin pençesini, gırtlakta görüyorum

    Yetiş başbakanım koş, ben bugün ölüyorum

     

    Neden açılmaz işler, her şeyimiz var mıdır?

    Dışardan alınan şey, milletime ar mıdır?

    Her şeyi biz üretsek memlekete kâr mıdır?

    Aklıma geldiğince sorular soruyorum

    Yetiş başbakanım koş, ben bugün ölüyorum

     

    Herkes işsiz kalırsa, ekmek yiyecek nerden

    Memleket istikbali darbe yer mi her yerden

    Başka yerden fayda yok, bize çare içerden

    Neye varacak sonu, doğrusu bilmiyorum

    Yetiş başbakanım koş, ben bugün ölüyorum

     

    Üretim bir durursa, esnaf biter temelden

    Esnaf eğer durursa, sarsılırız temelden

    Tüketmesi çok kolay, kesilmezse temelden

    İş yapmakla işledim, suçumu biliyorum

    Yetiş başbakanım koş, ben bugün ölüyorum

     

    Komşu dükkân boşalttı iflâs edip kapattı

    Elde kalan ne varsa ölü fiyata sattı

    Boynun büktü ve gitti, içimizi sızlattı

    Sıra geliyor bize, sanki hissediyorum

    Yetiş başbakanım koş, ben bugün ölüyorum

     

    Ne yaparsam yapayım, yama tutmaz yırtık post

    Elin günün içinde, düşmanları bildik dost

    Her gün öğlen yediğim, yarıma karışık tost

    Ekmeğin parasını artık veremiyorum

    Yetiş başbakanım koş, ben bugün ölüyorum

     

    Sıkıntıdan çıbanlar çıktı bütün tenimde

    Çaresizlikte çare bulmalı memlekette

    Çomaklar çıkarılmalı dönecek tekerlekte

    Milletime gönülden tahammül diliyorum

    Yetiş başbakanım koş, ben bugün ölüyorum

     

    19.02.2009

    Necati ŞİMŞEK

    Ankara

  15. Bilmiyorum, sizlerin de başınıza geliyor mu, bu mobil hatlarda bedava konuşma günleri promosyonu yan ürünü olarak bendeniz de payıma düşen tacize sıklıkla maruz kalmaya başladım. Şöyle ki; çenesi sağlam, empatisi az hasbelkader cep numaranızı ele geçirmiş bir takım muhteremler, hiç gözünüzün yaşına bakmadan en meşgul anlarınızda bile arayarak muhabbeti derinleştirme arayışlarına giriyorlar, siz de kurtulmak için son bir umutla 'tamam , anladım, telefonun fazla yazmasın' türü bir şeyler mırıldanınca aldığınız şu yanıtla yıkılıyorsunuz: 'Yok, merak etme. Bugün benim bedava konuşma günüm. :lol:

     

    Olası durumları şöyle bir toparladım. Sizler de hayalgücünüzü işletip katkıda bulunursanız 'dedeniz' ;) sevinecek. Dostlukla...

     

    *****

    Bedava Gün Muhabbetleri

    tarafından NICLENO Bugün 1:37 am

     

    Zırr..

    -Alo..

    -Şaziment, ben Rıfkı. Bu gün bedava konuşma günüm de ayrıldığımızdan beri ne yapıp, ne ediyosun bir arayayım dedim.

    -Ulan ne anlayışsız adamsın be.. Pintiliğin yüzünden nişanı attım, arayıp ettiğin lafa bak.

     

    *****

    Market bekçisi gözüne kestirdiği kasiyer kızı arıyor.

    -zırr..

    -Alo..

    -Ben Rıfkı, bu gün bedava günüm de ....

    -Yuh bre..Görmüyosun sanki kasanın önündeki kuyruğu. Git ordan bir şey satın al, kuyruğa gir, sıran gelince ara. Oldu mu canım.

     

    *****

    -Zırr...

    -Aloo...

    -Bedava yaşıyoruz bedava.. Hava bedava, su bedava, makarna, kömür, bulgur bedava, bugün bana kontör de bedava...

    - Vayyy.. Özdemir Ağabey, nerelerdesin yahu. Sen ara yeter ki. İstersen ödemeli ara. Özledik seni be ağabeyciğim.

     

    *****

    Fırlama 900 lü hatları arıyor.

    -zırr..

    --aLOOo

    -Teyze. Bugün benim bedava konuşma günüm orda da geçiyor mu?

    -Annen burda çalışıyorsa sadece onunla bedava konuşursun yavrucuğum.

     

    ********

    Fırlama İtfaiyeyi arıyor.

    -Zırr...

    -Buyurun , İtfaiye.

    -Amca, Yangın arabaları niye kırmızı olur söyleyeyim mi....

  16. Bu eski fıkrayı güncelledim. Umarım seversiniz.

     

     

    Bir gün köy ahalisi köy kahvesinde bir yandan haberleri izliyorlarmış bir yandan da pişpirik çeviriyorarmış. İçlerinden biri (Mustafa Ağabey) televizyonda Tayyip Erdoğan'ı görmüş ve demiş ki :

    "Başbakan oldu yüzümüze bakmıyor. Eskiden böylemiydi be! Etrafimda dolanırdı! Hey be, zaman ne çabuk geçiyor..."

    Tabii kahvedekiler merakla sormuşlar:

    "Mustafa Ağabey? Sen nereden tanıyosun başbakanı yahu?"

    Mustafa Ağabey istifini bozmadan cevap vermiş:

    "Üniversite yıllarında ağabeylik ettim ona! Az ekmeğimi yemedi! Gel gör ki şimdi bizi unutmuş baksana!"

    Kahvedeki ahali inanmamışlar tabii ki.

    Mustafa Ağabey'de inandırmak için demiş ki:

    "Gelin ulan! Meclisin önüne gidiyoruz. Çıkışta yakalayacağız başbakanı. O zaman anlarsınız yalan mı, değil mi?"

    Hepbirlikte T.B.M.M.'nin önüne giderler ve çıkışta Erdoğan'ı yakalarlar. Erdoğan hemen Mustafa Ağabey'in elini öpmeye kalkışır ve der ki:

    "Ağabeyim, Mustafa Ağabeyim; kusura bakma başbakanlık bir dakika boş bırakılmıyor ki! Kusuruma bakma ağabey."

    Mustafa ağabey kahve ahalisine şöyle bir bakar ve ahalinin acayip şekilde etkilendiğini görür. Başka bir gün gene kahvede ahali ile TV seyreden Mustafa Ağabey TV' de Abdullah Gül'ü görür ve der ki:

    "Bu da öyle. Cumhurbaşkanı olunca kendini birşey zannetti. Hayırsız çıktı bu da!

    Ahali: "Hadi canım. Erdoğan'ı belki şans eseri tanıyosun ama buna inanmıyoruz!" der.

    Mustafa Ağabey hemen ahaliyi toplar ve Çankaya'ya giderler. Mustafa Ağabey'i gören Gül hemen Erdoğan gibi Mustafa Ağabey'in ellerine sarılır ve öpmeye kalkışır. Mustafa Ağabey buna izin vermez tabi.

    Gül ekler: -Ağabey, vallahi billahi kusura bakma. Uzun yıllardır göremiyordum seni. Tam da seni ziyarete gelecektim der.

    Mustafa Ağabey tekrar ahaliye dönerek bir bakış atar ki artık ahalinin gözünde peygamber kadar yükselmiştir. Tekrar bir gün kahvede tv izlerken bu sefer tv ye Obama çıkar.

    Mustafa Ağabey söze başlar ve der ki :

    "Ulan ne çabuk unuttun o sefalet dolu günleri? Tabi zengin oldun , Amerika'nın da başına geçince unuttun bizi... Hayırsız herif! Ahali bu kadarının da fazla olduğunu söyler ve diğerlerinin belki bir şans eseri olabileceğine ama Obama'yı tanımasının imkansız olduğuna imece usülü karar verirler.

    Mustafa Ağabey'in tabii ki kafası atar ve bazı köylüleri alarak Beyaz Saray'a giderler. Kapıdaki görevliye Obama ile görüsmek istediklerini söylerler. Görevli de sadece bir kişinin girebileceğini söyler. Köylüler düşünürler ve sadece Mustafa Ağabey'in Obama'yı tanıdığını söyleyerek Mustafa Ağabey'in gitmesini isterler. Güvenlik Mustafa Ağabey'i iyice arayarak içeri sokar. Saatler geçer ama kapıdan kimse çıkmaz. Köylüler sıkılır. Pencere çok yukarda olduğundan bakma olanakları olamadığı için ordan geçen uzun boylu birine sorma kararı alırlar. Şans eseri orada o anda Michael JORDAN geçmektedir.

    ingilizce bilen bir köylü Michael Jordan'a döner ve der ki:

    "Ya Jordan Ağabey! Senin boyun uzun. Camdan içeri bakıp neler oluyor, kaç kişi var bir söylesene..

    Jordan camdan bakar ve cevap verir:

    "Vallahi ne olduğunu bilmiyorum. Içerde 6 kişi var. Biri Mustafa Ağabey, diğerlerini tanımıyorum."

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.