Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

yasark

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    52
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Blog Başlıkları gönderen: yasark

  1. yasark
    Devlet bir gün geniş ve boş bir araziye geceleri göz kulak olacak, 500 TL maaşla, bir bekçi işe almaya karar verir. Bir süre sonra düşünülür Peki talimatlar olmadan bekçi işini nasıl yapacak''Bir planlama birimi kurulur ve planlamayı yapmak üzere, 750'şer TLmaaşla, iki kişi işe alınır.
    Bir süre sonra İşleri yapıp yapmadıklarını nasıl kontrol edeceğiz diyedüşünülerek, 1.000'er TL maaşla, iki denetmen işe alınır, biridenetim yapar diğeri raporları yazar .Bir süre sonra Bunların maaşları hesaplanıp nasıl ödenecek diye tartışılır ve 1.500'er TL maaşla, bir malimüsavir, bir katip, bir de istatikçi işe alınır. Bir süre sonra ''Peki bunlardan kim sorumlu olacak.'' Diye düşünülür ve 5.000 TL maaşlı bir müdür ve 3.000'er TL maaşla iki de müdür yardımcısı işe alınır.Bir süre sonra, ülkede ekonomik kriz çıkar ve bütçedeki masrafları kısmak için bekçi işten çıkartılır...
  2. yasark
    İçim acıyor...Ne tarif edilmez bir duygu bu...Yerini belli edemiyorum..."Sol yanım" diyemiyorum mesela...İçim işte...Her zerrem, her nefesim...İçim acıyor, dayanamıyorum..Nasıl tarif edilir bilmem ki... Hem tarif etmeye gerek var mı ki.. "İçi acıyan" anlar ancak bendeki bu hali...
     
    Gökyüzüne bakıyorum...Hilal çıkmış bu akşam...Ama her zaman karşısındaki yıldızı kollarıyla sarar gibi duran hilal, bugün sırtını dönmüş yıldıza...Hilal küskün, yıldız üzgün...Sanki onlar bile beni anlatıyor,onlar bile halime tercuman...Bu ıssızlık, bu yalnızlık ne yaman!...Ne çöle benzer halim, ne okyanusa...Hani okyanus çöle yağsa belki çiçek açar da, bir ot bile yeşermez gönlümün umut dağında...
     
    Bitişleri içiyorum yudum yudum...Elimden gelse, becerebilsem, bir gün boyu uyurdum...Uyur ve unuturdum...Lakin olmuyor, uykular firari...Geceler,bitmek bilmez karanlık, bir ânı asır misâli...Sabah olsun diye yalvarıp duruyorum...Hayallerimi gecenin bağrına dolduruyorum ve şafak sökmeden hepsini vuruyorum...Güneş doğuyor ,lakin gönlüme değil...
     
    Kalemi elime almışım farkında olmadan...Bakıyorum ki yazmaya başlamışım...İstemiyorum...Hele sana yazmayı hiç istemiyorum...
     
    Kendi ırmaklarım, kendi içime çağlasın artık
     
    Kendi bendlerimi yıkayım
     
    Hasretlerim yaralarımı dağlasın
     
    Kendi gözlerime bakayım
     
    Ve gözlerim halime ağlasın
     
    Kendi şehirlerim viran olsun
     
    Kendi kendime öleyim
     
    Kalemim kendimce sussun...
     
    Ve sen bilme....
     
    Sen bilme depremlerimi
     
    Görme içimde çöken viraneleri
     
    Harap bahçelerimde baykuşlar öter şimdi
     
    Cemreler düşmez yüreğime
     
    Kışın hükmü sürer ebedi
     
    Sen bilme iç acılarımı...
     
    Bilme gönül sancılarımı...
     
    Ve sen görme gözyaşlarımı...
     
    Sen üzülme
     
     
     
     
    ALINTI
  3. yasark
    Öyleyse canın canımdır...Aynan olmalıyım...
    Yüzüne söyleyebilmeliyim her şeyi...Hem sakınmadan, mertçe...
    Hani bilirsin, esirgemem lâfımı,Ne sekil gelirse, öylece...
    Hazırım tüm içtenliğimle konuşmaya, ama,Seni de dupduru isterim karsımda...
    Dostsan
    Gözlerimin içine baka baka yaka silk benden!Arkamdan şikayetlenme!
    Yiğit ol! Gerekirse yiğitçe azarla, çekinme!
    Lâf değil, icraat beklerim senden!Öyle bak ki, hislerini görebileyim...
    Öyle hisset ki, güvenle bakabileyim...Sevmem, ölenin ardından ağıt yakmayı!
    Dil dönerken söylenmeli her şey...Kulak duyarken anlatılmalı...
    Göz bakarken bakmalıyım sana...
    Can sağ iken sarılmalı...Keskelere meydan vermemeli hayatım,
    Pişmanlıklarla yoğrulmamalı....
    Hayır!
     
    Dirime selâm vermeyen,Ölüme de fazla yaklaşmasın!
    Dostsan, ölmemi bekleme!Haklıysam, yasarken savun beni!
    Yasarken yanımda ol!
    İnanmışsan bana, kimse çevirmesin seni yolundan!
    Ve inanmamışsan, sakın rol yapma!Her söylediğimi onaylaman sart değil...
    Her yaptığımı beğenmen de gerekmez...
    Dostsan, rahatça eleştir, fikrini rahatça söyle, sıkılma!
    Yadırgayabilirsin beni
    Ve ben de seni tuhaf bulursam şaşırma...Kandırmanı aslâ kabul edemem!
    Her dediğini, her yaptığını hoş görürüm, ama,Beni, bana sormadan yargılama!
    Her yediğimiz aynı olmaz belki,Her dakikamız birlikte geçmez...
    Her güldüğünde gülmeyi garanti edemesem de,Ağladığında seninle birlikte oturup ağlarım...
    Belki her çağırdığında gelemem fakat,Derdine ortak ararsan, koşarım...
    Ben de herkes gibi insanım elbet,Ne göklere çıkar beni, ne de yerin dibine sok!
    Senin isin bu değil!
    Benim zaten bir yerim var herkes gibi yer ile gök arasında...
    Dostsan
    Küçümsemeden, küfretmeden,Sevgiyle, saygıyla ve huzurla gel sokağıma...
    Dinlenmek istediğinde, hiç düşünme, sana özel bir limanım,
    ama...
    Yorulduğum zamanlarda,
    Dilediğimce sığınabilmeliyim koylarına...Seni bir çocuk kadar saf sevebilirim
    Ve bir deli kadar art niyetsiz...Uğruna seve seve hesabı şaşırırım...
    Görmezden gelebilirim yanlışlarını...
    Başkaları enayilik sayabilir,Başkaları akılsızlığıma yorabilir,
    Bunları dert bile etmem, ama,Sen, aslında aptal olmadığımı,Her an, tekrar tekrar hatırla!
    Ve sakın beni aptal yerine koymaya kalkışma!Seviyorsan, cimrilik etme, söyle!
    Muhabbeti varken, yokmuş gibi yapanla,hiç sevmediği halde, yılışıp durana sinir olurum!
    Neyse, o olmalı insan...Kendisi olmaktan korkmamalı!
    Kendisi olmaktan kaçmamalı!Bil ki, sensin diye seni bırakmam, ama,
    Ben olduğum için bırakırsan beni,Yas da tutmam arkandan!
    Bedel mi?
    Ödemeyeceksen çıkma yola
    İçten pazarlık edersen, ancak kendine edersin...Kendince küser barışır, kendi kendini yersin!
    Dostsan, mevsimince yağ...Kıssan kar ol, güzsen yağmur...
    Soğuğuna, sıcağına, esip savurmana itiraz etmem,Senden, ille de bahar olmanı beklemem, ama,
    Dayanmalısın en şiddetli fırtınalarıma...Belki de çok geldi bunca talep...
    Bana karsı hiçbir mecburiyetin yok, korkma...
    Sana fazla geldiğim ilk anda,Arkana hiç bakmadan, dönüp gidebilirsin...
    Geçip gidebilirsin,borçluluk hissetmeden...Mutlaka bir açıklama da beklemem senden, ama,
    Gitmeye davranırsam bir gün,Sen de karsımda set olma!
    Dost musun?
    Öyleyse, canın canımdır,Yoluna bas koymaya hazırım ya,
    Basını da yollarımda isterim, unutma!!!!!!!
     
    GÜLÜŞLERİNİZ GÖZLERİNİZE IŞIK OLSUN.
  4. yasark
    Doğan CÜCELOĞLU'NUN, Eğitimindeki Katılımcılarla bir konuşmasından alıntıdır.
     
    Doğan Cüceloğlu: Arkadaşlar, aranızda ölümcül hastalığı olan var mı?
     
    Bir Katılımcı: Hocam Allah'a Şükür bildiğimiz kadarıyla yok.
    Cüceloğlu: Ne güzel! Peki, bana, istisnasız tüm insanların, yani altı milyar insanın da başına geleceği garanti
    bir şey söyler misiniz?
    Cevap: (neredeyse otomatik olarak çıkar: ÖLÜM
     
    Cüceloğlu: Gerçekten de ölüm tüm insanların başına geleceği kaçınılmaz olan tek şeydir.
    Doğum da tüm insanların başına kesinlikle gelmiştir ama bundan so nra başa gelmesi kesin olan tek şey
    ölümdür. Başka hiçbir şey insanların tümünün başına gelmeyecektir. Peki, madem öleceğimiz garanti, bu
    benim ölümcül bir hastalığım olduğunu göstermez mi?
    Katılımcılar: (Burada sessizce, başlarıyla onaylamaya başlarlar)
     
    Cüceloğlu: Öleceğim belli ise , benim ölümcül bir hastalığım olduğuda açıktır...
    Peki, ne zaman öleceğimizi biliyor muyuz?
    Katılımcılar: Hayır
     
    Cüceloğlu: Bu saniye içinde olma olasılığı var mı?
    Bir Katılımcı: Evet var.
     
    Cüceloğlu: Ya Yarın ?
    Bir Katılımcı: Evet.
    Cüceloğlu: Ya 30 yıl sonra?
    Bir Katılımcı: Olabilir.
     
    Cüceloğlu: Peki bunlardan hangisinin sizin başınıza geleceğini biliyor musunuz? Mesela bu akşam eve sağ
    salim varacağınızı nereden biliyorsunuz?
     
    (Sınıf sessizce dinlemeye devam eder. Çünkü; genellikle yaşama böyle bakmamışlardır.)
     
    Cüceloğlu: Peki bir de tersini düşünelim, bu akşam eve döndüğünüzde, bu sabah evden çıkarken sağ salim
    bıraktıklarınızı sağ bulma garantiniz nedir? , Var mıdır böyle bir garanti?
    Bir Katılımcı: Yoktur Hocam.
     
    Cüceloğlu: Peki nereden biliyoruz az sonra telefonun çalmayacağını ve evdekilerden birinin az önce
    öldüğünün bize söylenmeyeceğini?
     
    (Katılımcılar burada rahatsız olmaya başlarlar) ve Bir Katılımcı: Hocam konuyu değiştirsek?
     
    Cüceloğlu: Ama en yalın ve açık gerçek üzerine konuşuyoruz, biraz daha devam edelim bence. Peki, acaba
    bunu dün gece bilseydiniz, yani evde akşam birlikte olduğunuz kişilerden birinin yarın ölüm günü olduğunu
    bilseydiniz,o zamanı aynı dün gece olduğu biçimde mi geçirirdiniz? Yoksa farklı şeyler mi yapardınız?
     
    Bir Katılımcı: Kesinlikle çok farklı geçerdi Hocam.
     
    Cüceloğlu: Şimdi sizden rica ediyorum, lütfen bir an arkanıza yaslanın,gözlerinizi kapatın ve bu sabah evden
    çıkarken evde bıraktıkların ızdan birinin gerçekten öleceğini düşünün, dün akşamınızı nasıl geçirirdiniz? Aynı
    iletişim mi olurdu? Onunla aynı konuları mı konuşurdunuz? Aynı konular,tartışma yada gerginlik yaratırmıydı
    Yoksa önemsiz hale mi gelirdi? Bu sabah evden çıkarken, bu son görüşünüzde ona ne derdiniz? Onun
    boynuna sarılmakta tereddüt eder miydiniz? Çok sıkı sarılmaya mı, aynaya mı vakit ayırırdınız? Ona,
    yüreğinizin derininden gelen bir 'Seni gerçekten çok seviyorum' demeye ne gerek var diye düşünürmüydünüz
    Onun ölecek olması sizin ona duyduğunuz sevgiyi yoğunlaştırmaz mıydı?
     
    (Burada bazı katılımcılar ağlıyordur. Belli ki dün akşam yaptıklarından bir kısmının ne kadar anlamsız
    old uğunu şimdi fark etmişlerdir)
     
    Cüceloğlu: Şimdi gözlerinizi açabilirsiniz, acaba kaç tartışmamızı bu kadar gereksiz biçimlerde yapıyoruz,
    kaçı gerçekten yaşamda karşımızdakinin varlığından daha önemli, hangilerinde 'Şimdi kalbini kırdım, ama
    zaman içinde ben ondan özür dilemesini bilirim' diye kendi kabuğumuza çekilip tartışmaları donduruyoruz.
    Yarattığımız kırgınlıkları tamir etme olanağımız gerçekten var mı? Buna zamanımız gerçekten kaldı mı?
  5. yasark
    Camdan
     
    İçkievinden çıkınca
    Camdan
    demin oturduğum yere
    baktım.
     
    Sigara paketimi
    masada unutmuşum.
    Sandalyede
    Tıpkı benim gibi
    Oturuyor boşluğum.
     
    Bir eli alnında
    benim gibi.
    Ama
    biraz daha mı hüzünlü?
    Otururken de
    Biraz daha mı çıkarıyor
    kamburunu?
     
    Biraz daha mi benziyor
    babama?
     
    Bir yaş büyüğüm babamdan
    ve rüzgar
    bir törendeki gibi
    çekiştirir durur
    yağmurluğumu.
    .
     
    Cemal Süreya

  6. yasark
    Bahar gelme üstüme!..
     
     
    Bahar, yalvarırım çek git işine!..
    Salma üstüme çiçeklerini,
    ...aklımı çelme!..
    Her sabah çimenlerin çiyden ürpererek uyanıyor bahçemde;
    sonra güneşle oynaşıp tütsülenmiş gibi buğulanıyor.
    Ne zaman sokağa çıksam badem ağaçları salkım saçak çiçek...
    Kavaklar kıpır kıpır, ıslık ıslığa meltem...
    Kırda dayanılmaz bir kekik kokusu, toprakta türlü çeşit börtü böcek...
    Yapma bunu bana bahar,
    Böyle üstüme gelme...!
     
    * * *
     
    Zaten damarlarıma zor zaptediyorum kanımı...
    Çoktan cemreler düşmüş beynime, yüreğime...
    Kalbimin buzları erimiş.
    Göğüs kafesimde ne idüğü belirsiz bir kıpırtıyla geziyorum nicedir...
    Bir de sen çıldırtma beni...
    Krizdeyim ben... tembelliğin sırası değil, uyamam sana...
    Al git serçelerini sabahlarımdan, çağlalarına, kokularına hakim ol.
    Meltemlerine söyle, deli gibi ıslık çalıp sokağa çağırmasınlar beni...
    Bulutların üşüşmesin başıma...
    Girme kanıma benim...
    ...yoldan çıkarma...!
     
    * * *
     
    Sen ki en cilvelisisin mevsimlerin,
    afrodizyakların en etkilisi,
    Sevdanın suç ortağısın.
    Kıyma bana...!
    Biliyorum çünkü, yine kandırıp yeşillendireceksin aşka; gövdemi azdırıp sonra birden çekip gideceksin.
    Tam kanım kaynamışken sana, toplayıp allarını morlarını, beni bir kuraklığın ortasında terk edeceksin...
    O iple çektiğim ışığın, dayanılmaz olacak o zaman...
    Ne o delişmen sabahlar kalacak, ne günaha çağıran çapkın eteklerin
    uçuştuğu günbatımları...
    Tembel kuşların şakımaktan bitap, ebruli çiçeklerin kokmaktan...
    Buselerin nemi kuruyacak çöl rüzgarlarında...
    Yeşerttiğin çiçekler, yürekler solacak; damar damar çatlayacak ruhumuz...
    Hayat, bir ezik otlar diyarına dönüşecek yeniden... yüreğim viraneye...
    Her bahar sarhoşluğu gibi, geçecek bu sonuncusu da...
    Ebedi bahar, bir başka bahara kalacak.
     
    * * *
     
    İyisi mi, hiç azdırma ruhumu bahar...
    İş açma başıma...
    Git işine!
    Yoldan çıkarma beni!..
  7. yasark
    Genç adamın biri, Dermiş babasına her gün;
     
    'Benim de dostlarım var, sendeki dost gibi'
     
    Baba, itiraz eder, Olmaz öyle çok dost, hakikisi
     
    Belki bir, belki iki, Fazlasını bulamazsın gerçek, hakiki...
     
    Devam eder durur konuşma...
     
    Aralarında başlar bir tartışma, Karar verirler bir sınava,
     
    Dostun hakikisini anlamaya...
     
    Bir akşam bir koyun keserler, Ve koyarlar çuvala. Baba der ki oğluna,
     
    'Hadi al bu çuvalı, şimdi kötür dostuna'.
     
    Çuvaldan kanlar damlamakta, Sanki öldürmüşler de bir adamı, Koymuşlar çuvala,
     
    Dıştan böyle sanılmakta. Delikanlı sırtlar çuvalı, Gider en iyi bildiği dostuna,
     
    çalar kapıyı. O dost, bakar ki bir çuvala hem de kanlı,
     
    Kapar hızla kapıyı delikanlının suratına, Almaz içeri arkadaşını,
     
    Böylece tek tek dolaşır delikanlı,
     
    Kendince tanıdığı, sevdiği dostlarını.
     
    Ne çare, hepsinde de sonuç aynıdır. evlat geriye döner.
     
    Ama içten yıkılır...
     
    Babasına dönerek; haklıymışsın baba ' der. Dost yokmuş bu dünyada ne sana, ne de bana.
     
    Baba 'hayır Evlat 'der, benim bir dostum var bildiğim. Hadi, çuvalı alda bir kerede git ona.
     
    Genç adam, çuvalı sırtlar tekrar. Alnından ter, çuvaldan kanlar damlar...
     
    Gider, baba dostuna. Kabul görür, sevinir.
     
    O dost, delikanlıyı alır hemen içeri. Geçerler arka bahçeye. Bir çukur kazarlar birlikte,
     
    Çuvaldaki koyunu gömerler adam diye, Üzerine de serpiştirirler toprak. Belli olmasın diye
     
    dikerler sarımsak...
     
    Genç adam gelir babasına;
     
    'Baba, işte dost buymuş' diye konuşunca, Babası; 'daha erken, o belli olmaz daha.
     
    Sen yarın git O'na, çıkart bir kavga, Atacaksın iki tokat, hiç çekinmeden ona,
     
    işte o zaman anlaşılacak, dostun hakikisi. Sonra gel olanları anlat bana...'
     
    Genç adam, aynen yapar babasının dediğini, Maksadı anlamaktır dostun hakikisini,
     
    babasının dostuna istemeden basar iki tokadı! Der ki tokadı yiyen DOST;
     
    'Git de söyle babana, biz satmayız Sarımsak tarlasını böyle iki tokada'!
     
    Sevilecek biri olmadığın zamanlarda bile Seni Sevmeli...
     
    Sarılacak biri olmadığın zamanlarda bile Sana Sarılmalı...
     
    Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile Sana Dayanmalı...
     
    Dost dediğin;
     
    fanatik olmalı;
     
    Bütün dünya seni üzdüğünde Sana moral vermeli.
     
    Güzel haberler aldığında seninle dans etmeli,
     
    Ve ağladığında, seninle ağlamalı...
     
    Ama hepsinden daha çok;
     
    Dost matematiksel olmali;
     
    Sevinci çarpmalı...
     
    Üzüntüyü bölmeli...
     
    Geçmişi çıkarmalı...
     
    Yarını toplamalıi...
     
    Kalbinin derinliklerindeki ihtiyacı hesaplamalı... Ve her zaman bütün parçalardan daha büyük olmalı...
     
    İşi bitince seni bir tarafa atmamalı...
     
    Mevlana
  8. yasark
    güvenmek istedim kendime
    fırsatım vardı olmadı
    birazcık sahlansam yakıştırılmadı
    tatmin oldular
     
    elden birşey gelirmi
    kıymet bildiklerim gibi
    benimde bilinirmi
    sen haklıydın her zaman
    annem gibi
     
    haksızlığıda koydum bavuluma
    yanlızlığıda aldım yanıma
    teşekkür ettim her şey adına
    gidiyorum gidiyorum
    ama etmiyorum eyvallah
     
    SEVDA KARABABA
  9. yasark
    Bilerek mi yanına almadın giderken
    başının yastıkta
    bıraktığı çukuru
     
    Güveniyordum
    oysa ben sevgimize
    vapur iskelesi
    ya da tren istasyonundaki
    saatin doğruluğu kadar
     
    Beni senin gibi
    bir de annem terketmişti
    ki göbeğimde durur
    onun yokluğundan
    bana kalan
    çukuru
     
    SUNAY AKIN
  10. yasark
    Yine akşam oldu
    Meltem kokulu bu şehirde
    Ve yine sen yoksun
    Yosun kokan akşamlarda döneceğim
    Demiştin sen
    Giderkek
    Bir gurup vakti
    Bekle beni
    Martılar uçuşurken giden gemilerin ardından
    Döneceğim
    Bir gurup vakti
    Döneceğim sana
    Ellerimde yüreğim
    Yüzümde
    Seni bulmanın sevinci
    Ve herşeyimle ben
    Sana döneceğim
    Bir gurup vakti
    Heyhat
    gece oldu bak
    Yıldızlar dans ediyor gökyüzünde
    Dudağımda eski bir şarkı
    ''Bekledim de gelmedin''
    Kimin söylediğini bilmediğim
    Bakışlarımda hüzün
    Yüreğimde küskünlük var
    Kaç gurup geçti
    Meltem kokan bu şehirde
    Martılar bıraktı giden gemilerin ardından uçmayı
    Bir ben bırakmadım seni beklemeyi
    Bir ben unutmadım
    Döneceğim diyen sesini
    Kordon boyunda her akşam vakti
    Bir ben söyledim
    Dilimdeki bu şarkıyı
  11. yasark
    zaman beni unutuyor denizin mavisinde
    kalbimin kızılı gözünün karasında
    aylak bir saat işliyor
    sana inat benden uzaktaa
    hayata öfkem karışmış
    biraz kırgın biraz bulanık rüyalarımm
     
    artık kendi çocukluğumun büyüyen sokaklarındayım
    içimde aşk derin
    içimde hasret derin
    içimde kavga derin
    ben kimin
    ben neden
    hala seninim
     
    eskisin istemediğim duygularım biraz yorgun
    hangi iskelenin nöbetinde şimdi gemilerim
    ben kaçak kaptanıyım senle başlanan seferimin
    martılara dokunsam
    martıları okşasam
    kız kulesine yanaşıp
    bir salacak sabahında
    seni bana ayırsam
    sormadan inanırmısın hayatıma
    inanırmısın inanmadığın kadar
    inanırmısn terketmediğin kadar
    inanırmısın bin yıl tanıyormuş kadar
     
    senden gitmediğim kadar gidiyor geceler deniz mili
    sabahlar eksik
    gözlerin gibi
    ellerin gibi
    şiirler gibi
    gökyüzüne sakladım tek gamzeni
    gideceksen gökyüzü gibi sessiz git
    kalacaksan gökyüzü kadar lacivert olsun yüreğin
     
    Naşide Göktürk

  12. yasark
    Bir hüznün kıyısında çalıyorum kapını
    Sessiz, ürkek, biraz da yorgun...
    Bekliyorum...
    Kapının önünde bir sesleniş mesafesindeyim sana
    Kulakların tıkalı...
    Buradayım.
    Zamanım az, sevdam bitkin, çığlığım dilsiz.
    Bekliyorum.
    Yüreğin hangi limanda umarsız?
    Hangi sevdaya açıldı kucağın, uzak?
    Bir ümit bu, bendeki.
    Küçük bir fısıltıda akıyorum gönlüne
    Duyup duymaman da değil önemsediğim
    Kapıyı arala yeter...
    Üşüyorum dışarıda!
  13. yasark
    Kayıklarla kayıkçılar
    Dalgıçlarla balıkçılar
    Bilirsin:ne ister,deniz!
     
    Kendini bu isteklerin:
    Yelkenlerin küreklerin
    Altına seriver, deniz!
     
    Balıkların,kandillerin
    Ne varsa olsun ellerin
    Bana mavini ver deniz!
     
    ARİF NİHAT ASYA
  14. yasark
    Kıyamet Günü Yaklaşarak Gelmektedir
    Ölüm gitgide yaklaşıyor. İster genç olun ister yaşlı, geçen her gün, hatta her dakika ölüme biraz daha yaklaşıyorsunuz. Zamana karşı koyamıyor ve ölümün yaklaşmasına bir türlü engel olamıyorsunuz. Almakta olduğunuz önlemlerin hiçbiri sizi ve çevrenizdekileri "geçici" olmaktan alıkoyamıyor. Dünyadaki herşey gibi siz de yaşamınızı sona erdirecek güne doğru ilerliyorsunuz.
     
    Ancak dünyada ölümlü olan yalnız insan değildir. Diğer tüm canlılar, yeryüzü, hatta tüm evren de ölümlüdür, yok olacakları bir gün belirlenmiştir. İşte o gün "son gün"dür. O günden sonra dünya hayatı son bulacaktır. Yokoluş günü yalnızca dehşetin yaşandığı, boyutları hiçbir insanın tasavvur edemeyeceği kadar korkunç, aynı zamanda görkemli bir "son gün" olacaktır. Yeryüzündeki herşey yerle bir olacak, yıldızlar silinip dökülecek, güneş körelecektir. O vakte kadar dünya üzerinde yaşamış olan tüm insanlar biraraya toplanacaklar ve bu güne şahit olacaklardır. Bu "son gün" inkarcılar için zorlu bir gündür ve kuşkusuz bu günün sahibi alemlerin Rabbi olan Allah'tır.
     
     
    Kıyamet yaklaşarak gelmektedir. İnsanların çoğunun inancının aksine, kıyamet hiç de uzak değildir. O gün dünya ile birlikte, dünyaya ait olan herşey de yok olacaktır. Hırslar, istekler, kızgınlıklar, beklentiler, şehvet, düşmanlık ve zevkler sona erecektir. Geleceğe yönelik planların bir anlamı kalmayacaktır. Allah'a döndürüleceğini unutan herkes için, o çok sevdiği, sonsuz hayata tercih ettiği dünyanın, tüm o aldatıcı zenginlikleri, güzellikleri ve meşguliyetleriyle sona erdiği gün gelmiştir. İşte o gün, insanlar Allah'ın varlığına kesin bir biçimde şahit olacak, unutmaya çalıştığı ölüm günü ile karşı karşıya kalacaklardır. Artık Allah'ı ve ahiret yaşamını unutarak geçirdiği bu kısa ömür sona ermiştir ve yeni bir başlangıç kendisini beklemektedir. Bu başlangıç, asla son bulmayacak ve asla inkarcılara mutluluk getirmeyecektir. Bu sonsuz yaşamın ilk anından itibaren azap öylesine şiddetlidir ki, bunu yaşayanlar, azabın yerine "ölümü" ve "yokoluşu" isteyeceklerdir. Bu hayatın başlangıcı kıyamet saatidir. Ve kuşkusuz "kıyamet saati yaklaşarak gelmektedir".
    (ALINTI)
     
    Dünya Hayatı Geçicidir ve Ölüm Kesin Bir Gerçektir
     
    Çocukluğunuzun ilk günlerinden itibaren geleceğinize ilişkin belirli bir hedefe yönelir veya başkaları tarafından yönlendirilirsiniz. Muhtemelen şunlarla karşılaşırsınız: Yaşınız ilerlediğinde artık bir aileniz ve işiniz olmuştur. Daha çok para kazanmak ve daha rahat yaşamak için çaba gösterirsiniz, çocuklarınızı yetiştirir, onların ileride sizden daha iyi bir hayat sürmelerini istersiniz. Haftada bir aile toplantılarına katılır, tatil yapar, işe gider, geri kalan vaktinizi de evde geçirirsiniz. Birkaç aksaklık dışında yaşamınızdaki herşey muntazam devam eder, genelde çok olağanüstü durumlarla da karşılaşmazsınız.
     
    Yaşamınızdaki herşey sanki daha önceden belirlenmiş gibidir, çevrenizdeki insanların yaşamları da birbirleriyle çok büyük benzerlikler gösterir. Bu benzer senaryolara göre yaşamak için çalışmalı, soyunuzu devam ettirmek için de aile kurmalısınız. Bu düşünceye göre zaten "iyi bir aile ve iyi bir iş" dışında yaşamın başka ne amacı olabilir ki! Bunlar sağlandıktan sonra mutlu bir yaşam hayal edersiniz. Böylece herşey tozpembe olacak ve yaşamın geri kalan kısmını huzurlu geçireceksinizdir.
     
     
    Oysa siz bunları düşünürken, bedeninizde ve çevrenizde önemli birtakım değişiklikler olmaktadır. Vücudunuzda farklı işlevlere sahip pek çok hücre görevini tamamlayıp ölmekte ve yaşınız ilerledikçe bunların yenilenmesi daha da yavaşlamaktadır. Bedeniniz yaşlanmakta ve bu yönde sürekli belirtiler, hastalıklar, eksiklikler ortaya çıkmaktadır. Zaman sürekli ilerlemekte ve geri dönüşün imkansızlığı gün geçtikçe daha da açık bir şekilde kendini göstermektedir. Ve siz huzurlu ve rahat geçirmeyi planladığınız "geri kalan ömrünüzde" gitgide ölüme doğru yaklaştığınızın farkındasınızdır. İşte bu nedenle dünya hayatı size beklediğiniz rahatlığı ve huzuru gerçek anlamda asla vermez. O ana kadar sizi pek çok açıdan tatmin ettiğini düşündüğünüz bu yaşamın bir sonu vardır. İşte bu sonun ardından asıl gerçeklerle yüzyüze gelinecektir. O halde dünya hayatında hedeflediğiniz hiçbir şey sizin gerçek amacınız olmamalı. Çünkü dünya hayatı yalnızca geçici bir imtihan yeridir. Kimin güzel davranışlarda bulunduğunun sınandığı yerdir. Allah, bize bu önemli gerçeği şöyle bildirmektedir:
     
     
    O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2)
     
     
     
    Yaşamın gerçek amacı "iyi bir aile ve iyi bir iş" değildir. Herkesin tek bir yaratılış amacı vardır: Allah'a kul olmak. Dünyada elde edilmiş mal, eş, çocuk, mevki, itibar gibi kazançların hepsi yaşam boyunca büyük bir tutkuyla bağlanılan değerlerdir. Fakat ölümün ilk anından itibaren bu dünyevi kazançlar bir anda tüm değerlerini ve önemlerini yitirirler. Bu herkesin bildiği ama düşünmekten kaçındığı bir gerçektir. Dolayısıyla asıl amaç bu olmamalıdır. O zaman gerçek amacın ve kazancın ne olduğunu çok iyi düşünmek, kavramak gerekir. İşte yaratılmanın asıl amacını Allah Kuran'da şöyle bildirmektedir:
     
    Ben, cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım. (Zariyat Suresi, 56)
     
    Ancak Allah'a kulluk görevinin tam olarak yerine getirilmesiyle ölümden sonra başlayacak olan ahiret hayatı için güzel bir beklenti söz konusu olabilir. İnsanların büyük bir kesiminin sahip olduğu çarpık bir beklenti vardır. Çoğu insan bu ihtimale inanarak kendini rahatlatmaya çalışır. Oysa bu büyük bir yanılgıdır. Eğer bir insanın ahirete, ölümden sonraki yaşama yönelik bir beklentisi yoksa, o zaman da geriye tek bir ihtimal kalır: Ölümle birlikte sonsuza dek yok olmak! Bu ihtimal ise diğerlerine göre çok daha ürkütücüdür. Allah'a kulluk etmeyi reddeden insanlar bu olasılıktan korktukları ve unutmak istedikleri için kendilerince çeşitli yöntemler geliştirirler. Bu yöntemler ise genelde hep aynıdır:
     
    Ölüm konuşulmaz, tartışılmaz, hatırlatılmaz. Halbuki ölüm, yaşanılacağı kesin olan bir gerçektir, ama sanki "yokmuş" gibi davranılır. Toplumun büyük bir kesiminin bu mantığa sahip olması insanda bir rahatlamaya sebep olabilir. Oysa kendisi gibi diğer insanlar da aldanmaktadırlar. İnsanlar ölümü, kıyamet gününü ve ahireti bilmekte ama düşünmemektedirler. Dünya hayatıyla tatmin bulmakta, daha doğrusu tatmin bulmayı istemektedirler. Oysa Allah Kuran'da insanların kaçmakta oldukları ölüm gerçeğiyle mutlaka karşılaşacaklarını bildirmektedir. Ayette şöyle buyrulur:
     
    De ki: "Elbette sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, şüphesiz sizinle karşılaşıp-buluşacaktır. Sonra gaybı da, müşahede edilebileni de bilen (Allah)a döndürüleceksiniz; O da size yaptıklarınızı haber verecektir. (Cuma Suresi, 8)
    Ölüm yalnızca insanlara mahsus değildir. Geçici olan dünya hayatında, insan gibi "herşey" ölümlüdür. Allah bize, tüm kainatın, içindeki canlılarla birlikte yok olacağı bir günün varlığını, yani "kıyamet gününü" bildirmiştir. Kıyamet günü, imtihanın son bulduğu, nihai gündür. O günün gelişini, yeryüzündeki her insan pek çok belirti ile anlayacak ve kainatın ölümüyle sonuçlanacak olaylar gerçekten de tüyler ürpertici olacaktır. Ve en nihayet dünyadaki tüm insanlar, kıyametin gerçekleştiği gün, kendilerini bekleyen "yeniden dirilişi" kavrayacaktır. Böyle bir günle karşılaşmayı ummayanlar, karşılarındaki bu apaçık gerçeği reddedemeyecekler ve Allah'ın emrine "isteseler de istemeseler de" boyun eğeceklerdir. Allah, tüm evren için büyük bir son hazırlamıştır. İnsanların çoğu her ne kadar inkar etmeye çalışsa da, kıyamet saati belirlenmiş bir vakitte kendilerini beklemektedir
     
     
  15. yasark
    Mutluluklar pazarlarda alınıp satılır oldu.
    Betonlaştı gözyaşları, yürekler katılaştı.
     
    Kimse kimseyi sevmiyor, kimse kimseye acımıyor, yanmıyor.
     
    Güzellikler bile parayla alınıp satılıyor artık.
     
    Namussuzlar çoğaldıkça namuslular azaldı.
     
    Makamlar büyüdükçe beyinler küçüldü.
     
    Herkes firsattan istifade edip cebini şişirmeye çalışıyor, yetimin,
     
    yoksulun hakkına tecavüz ediyor.
     
    Gözlerde güneşin sıcaklığı, vicdanlarda doğruluğun aklığı
     
    kalmadı çocuk. Yürekler gibi gözlerde kirlendi.
     
    Sevinçlerimizi, şiirlerimizi, kitaplarimizi yok ettiler,
     
    alıp götürdüler bizden uzaklara insani duygularımızı.
     
    Toprağımız küs şimdi bize, ğögümüz de küs.
     
    Bilmem ki nasıl anlatılır sahtekarlığın, cüzdanın ve vicdanın kirlenmişliği
     
    bir ülkede . Erdemin, fazilletin, sevginin ve dostluğun çürümüşlüğü.
    Gökyüzü hepimizin değil mi? ya yeryüzü.
     
    Neden vicdanları gibi gökyüzünüde, yeryüzünüde
     
    kirletirler çocuk. Doğaya, insana, kuşa, çiçeğe,
     
    emeğe bu düşmanlık niye...
     
    Bilmezlermi ki, bunları sevmekle başlar yaşam.
     
    Bu kin, nefret ve düşmanlıkla nereye varacak dünyamız.
     
    Bunlar sevmeyi bilir mi çocuk? zerre kadar bir vicdan
     
    taşımışlar mı yüreklerinde?
     
     
    Hayatta hiç sevmişler mi bir ırmağın türküsünü?
     
    Gümbürtüsünü bir ormanın durup dinlemişler mi?
     
    bir pınarın akışını, yağmurun yağışını?. Bir türkünün,
     
    bir şiirin güzelliğini, bir dostluğun ve
     
    sevdanın sıcaklığını yaşamışlar mı hiç? Gülümsemişler mi
     
    çocuklara bahar gülleri gibi, okşamışlarmı saçını
     
    bir öksüzün. Vurmuşlar mı sesini dağlara, çağlayanlara?
     
    Oturup ağlamışlar mı yavrusu vurulmuş bir cerenin acısına.
     
    Duymuşlar mı oğlu mahpus bir ananın feryadını yüreklerinde...
     
    Yalvarma güzel çocuk, dillerini utandırma.
     
    Utandırma dillerini, dillerin ki dağ yelidir senin;
     
    Pınarların sesi, kuşların ötüşüdür.
     
    Bükme boynunu gözlerini utandırma, gözlerin gökyüzüdür senin,
     
    mavi gülüşlü bir çiçek. Yalvarma çocuk; sesini utandırma.
     
    Gülün kokusudur sesin; rüzgarın nefesi, ırmağın türküsüdür.
     
    Yalvarma çocuk; ellerini utandırma.
     
    Yokluk, yoksulluk kötü bilirim. Umudu, sevinci,
     
    onuru utandırma. En güzel senin ellerindir çocuk ekmeği tutan, suya uzanan.
     
    Ey çocuk yoksulluğunu öfkeli bir bıçak gibi taşı
     
    yüzünde ama yalvarma, utandırma yüzünü.
     
    Utancını ve hıncını güneşin sarısı gibi yüreğinde sakla.
     
    Unutma seni ağlatanları. Unutma utanması gerekenleri ama sen ağlama, utandırma gözyaşlarını.
     
    Aşk için ağla, dostluk ve sevgi için. Ama yoksulluğun için ağlama, yalvarma, utandırma gözyaşlarını çocuk.
     
    Bırak dereler ağlasın senin yerine, rüzgarlar,
     
    pınarlar ağlasın ama sen ağlama. Deli taylar gibi sev yaşamı,
     
    aşkı sevgiyi ve umudu. Yüzün her koşulda onuru,
     
    öfkeyi, sevinci, direnci taşısın; Yılgınlık, bezginlik olmasın.
     
    Yeri geldiğinde sormalısın yoksulluğun hesabını..
     
    Elimden tut ey çocuk; utandırma ellerini.
     
    Tut elimden güneşe yürüyelim, sevince,
     
    umuda, neşeye yürüyelim. Tutki güneş doğsun,
     
    serçeler sevinsin. Zulümler, karanlıklar çekilsin üstümüzden.
     
    Tut ki tomurcuklar açsın, büyüsün çocuklar, serceler ucsun,
     
    tohumlar ekilsin, yeşersin umutlar.
     
    Bir demet ışık saçılsın dünyaya, açılsın,kapılar açılsın,
     
    kalmasın esaret, ezilmişlik, açlık. Kimse kimseye avuç açmasın,
     
    çocuklar ağlamasın, utanmasın analar,
     
    babalar yoksulluktan yokluktan. ağlamasın.
     
    Ah… çocuk!
    vakitsiz açan ,bir çicçek tarlası gibi yüreğin
    beyaz kardelenler, sarı papatyalar
    bükmüş boyunlarını ip - ince boynundan
    güneşe bakıyorlar... her iç çekişte
    dünyanın bütün çiçekleri kanamada
    bütün kuşları havalanmada
    umudun evi yok, sevincin adresi neylersin çocuk...
     
    ah…. çocuk!
    vereceksen, rüzgarlara ver sesini, tomurcuklara
    baharı muştulasın yarınlara mümkünü yok artık, gittiğim her yere
    soluk yüzünü taşıyacağım
    ve seni her düşündüğümde
    çağımın utancını yaşayacağım ah! çocuk

  16. yasark
    kader...
    belki...
    yanıbaşında olurum
    sımsıkı tutarım elini
    bida bırakmamak üzere
    gözlerine bakarım belki
    sonre kocaman öperim seni
    belki...
    belki sende beni öpersin..
    kim bilir..
    belki..
    belki
    yağmurda elele yürürüz
    sarmaş dolaş
    elbiselerimizin ıslaklığı birbirine geçer
    belki..
    ve bu yüzden şemsiye açmayız
    sen benim kolumun altına saklanırsın
    belki..
    belki de gelemem
    seni bıraktığım yerde bulamayacağımı düşündüğüm için
    gelemem
    belki…
    kim bilir..
    belki gelsemde seni bulamam…
    kayıp aşıklarız biz
    sen bende ben sende kayıbız
  17. yasark
    Yıl: 1965
     
    "Karşıma âniden çıkınca ziyâdesiyle şaşakaldım ve mütehassis oldum... Nasıl bir edâ takınacağıma hükûm veremedim, âdetâ vecde geldim. Buna mukâbil az bir müddet sonra kendimi toparlar gibi oldum, yüzünde beni fevkalâde rahatlatan bir tebessüm vardı... Üstümü başımı toparladım, kendinden emin bir sesle 'akşam-ı şerifleriniz hayrolsun' dedim.."
     
    Yıl: 1975
     
    "Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım ve hislendim.. Ne yapacağıma karar veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Ama çok geçmeden kendime gelir gibi oldum, yüzünde beni rahatlatan bir gülümseme vardı.. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle 'iyi akşamlar' dedim.."
     
    Yıl: 1985
     
    "Karşıma âniden çıkınca fevkalâde şaşırdım ve duygulandım.. . Nitekim ne yapacağıma hükûm veremedim, heyecandan ayaklarım titredi. Amma ve lâkin kısa bir süre sonra kendime gelir gibi oldum, nitekim yüzünde beni ferahlatan bir tebessüm vardı.. Üstüme çeki düzen verdim, kendinden emin bir sesle 'hayırlı akşamlar' dedim.."
     
    Yıl: 1995
     
    "Karşıma birdenbire çıkınca çok şaşırdım ve duydulanımlandı m... Fenâ hâlde kal geldi yâni.. Ama bu iş bizi bozar dedim. Baktım o da bana bakıyor, bu iş tamamdır dedim... Manitayı tavlamak için doğruldum, artistik bir sesle 'selâm' dedim.."
     
    Yıl: 2006
     
    "Abi onu karşımda öyle görünce çüş falan oldum yani ve duygudurumum kabardı... Oğlum bu iş bizi kasar dedim, fena göçeriz dedim, enjoy durumları yani... Ama concon muyum ki ben, baktım ki o da bana kesik.. Sarıl oğlum dedim, bu manita senin... 'Hav ar yu yavrum?'"
     
    Yıl: 2016
     
    "Ven ay vaz si hör, ben çok yani öyle işte birden ve çok imoşınıllaştım... Off, ay dont nov abi yaa... Ama o da bana öyle baktı, if so aşık len bu manita.. 'Hay beybi..'"
     
    Yıl: 2026
     
    "Onu görselimde duyumsayınca imgelemim almadı ve duyalamam tutarıklandı, ben çok yani öyle işte birden ve çok kabarık oldum... Off, ekinsel körlük zihinsel anlığımı kapımsadı... Ama o da bana öyle baktı, bu XY bana kesin sevili... 'Herkese mrb..'"
     
    alıntı
  18. yasark
    Sevgi
     
    Rahip mezarlıktaki işini bitirmek üzereydi . O anda elli yıllık karısını kaybeden 78 yaşındaki adam : ' Onu ne kadar çok sevdim .' diyerek çığlık çığlığa ağlamaya başlamıştı . Yaşlı adamın yaşlı sesi törenin asil sessizliğini bozmuştu . Mezar başındaki diğer aile bireyleri ve dostlar şok olmuslardı , utanç içindeydiler . Yetişkin çocukları alı al moru mor babalarını yatıştırmaya çalıştılar : 'Tamam , baba . Seni anlıyoruz .' Yaşlı adam gözlerini dikmiş kazılan mezara yavaş yavaş inen tabuta bakıyordu ...
     
    Rahip törene devam etti . Törenin sonunda , aile bireylerini ölüm töreninin kapanışı olarak tabutun üstüne toprak atmaya çağırdı . Yaşlı adam hariç hepsi sırayla toprak attılar . Yaşlı adam hala : 'Onu ne kadar çok sevdim' diye sesli sesli konuşuyordu . Kızı ve iki oğlu konuşmasını engellemek istediler , ama o devam etti , 'Onu sevmiştim !'
     
    Kalabalık mezarlığı terk etmeye hazırlanırken , yaşlı adam gitmemekte direniyordu . Gözlerini mezara dikmiş bakıyordu . Rahip yaklaştı : 'Kendinizi nasıl hissettiğinizi biliyorum , ama gitme zamanı geldi . Buradan ayrılmalı ve kendimizi hayatın akışına bırakmalıyız .' dedi . Yaşlı adam çaresizlik içinde bir kez daha 'Onu ne kadar çok sevdim .'diyerek söylendi . 'Beni anlamıyorsunuz ,' dedi rahibe 'ama ben bunu ona sadece bir kere söyleyebildim .'
     
    Zil çalmadığı sürece zil değildir .
     
    Şarkı söylenmediği sürece şarkı değildir .
     
    Sevgi gönlümüzde tutsak olsun diye yaratılmamıştır .
     
    Sevgi insanlara verdiğiniz sürece sevgidir ...
    --
    GÜLÜŞLERİNİZ GÖZLERİNİZE IŞIK OLSUN.
  19. yasark
    Mavilerde Kaybolmak Şimdi
    Gün doğmadan,
    Deniz daha bembeyazken çıkacaksın yola.
    Kürekleri tutmanın şehveti avuçlarında,
    İçinde bir iş görmenin saadeti,
    Gideceksin
    Gideceksin ırıpların çalkantısında.
    Balıklar çıkacak yoluna, karşıcı;
    Sevineceksin.
    Ağları silkeledikce
    Deniz gelecek eline pul pul;
    Ruhları sustuğu vakit martıların,
    Kayalıklardaki mezarlarında,
    Birden
    Bir kıyamettir kopacak ufuklarda.
    Denizkızları mı dersin, kuşlar mı dersin;
    Bayramlar seyranlar mı dersin,
    Şenlikler cümbüşler mi?
    Gelin alayları, teller, duvaklar,
    Donanmalar mı?
    Heeey
    Ne duruyorsun be, at kendini denize:
    Geride bekliyenin varmış, aldırma;
    Görmüyor musun, Her yanda hürriyet;
    Yelken ol, kürek ol, dümen ol, balık ol, su ol;
    Git gidebildiğin yere...
  20. yasark
    Yüreğim II
     
    Barış yüreğimde
    Çam kokulu bir orman
    Varsın konsun dallarıma
    Savaş denilen
    Yaşlı ağaçkakan
     
    Sunay AKIN
  21. yasark
    Yüreğim I
     
    Yüreğim ıslaktır benim
    Kuytularda ağlamaktan
    Ve hafif uçuktur rengi
    Kurusun diye kaç kez
    Güneşe asılmaktan
     
    Sunay AKIN
  22. yasark
    Gel seninle koşmaca oynayalım gülüm;
    Beni tutma, koşturayım dört nala kızıl atımı.
    Bu akşam ağır bir kitap kadar dolu ve sessizim
    Bırak beni, bırak da ağlayayım.
     
    Ben koşmacayı doğduğumda örgendim.
     
    Bir de ağlamayı,
     
    Köy ise bayram etmeyi öğrendi, ben doğduğumda.
     
    Yol kenarında bir ot oldum,
     
    Neşe verdim gelen-geçen bahara - yaza,
     
    Yaylada çam olamasamda karaağaç oldum,
     
    Güneş olamasamda yıldız oldum gecelere, sise - dumana
     
    Örste çekiç yesem de nal olmadım,
     
    Keskin bıçak olmak varken ite, ete, halden bilmez namussuza
     
    Ruhum ise asla pes etmedi,
     
    Ya yol buldum, ya da yol açtım arkamı kocaman kalabalığa dönerek kocaman gözlerin kadar kocamanlardı.
     
    Mumun - mumu tutuşturması gibi, sayemizde avuç içi insanlık, kalabalıklaştı.
     
    Sonra annem beni bırakıp gitti ,
     
    Patika yolda, 38 numara kara lastik izi çamura saplayarak
     
    Ben yine kocaman gözlerini buldum lapaza yaprağında.
     
    Kapattım annemin yokluk izini yumuşak ve usulca.
     
    Özlem yağmurlarında yaprağı kaldırıp,
     
    O kutsal ayak iziyle sohbet ederdim,[/sup][[/color]
  23. yasark
    Ben diye bir gece yokken
    Olmayan yıldızların ışığı gözlerini yakacak
    Ağlamalarım gelecek aklına
    Durup dururken sigaran sönecek
    Söylemediklerin dudaklarını ıslatacak
    Taa gözlerinden...
    Kıyamazsın sen bana bilirim
    Kıyamazsın sen bana
    BİLİYORUM BU GECE BENİ DÜŞÜNECEKSİN
  24. yasark
    'Gezinen bir gölgedir hayat, gariban bir aktör...
     
    Sahnede bir ileri, bir geri saatini doldurur...
     
    Ve sonra duyulmaz olur sesi, bir masaldır....
     
    Gürültücü bir salağın anlattığı...
     
    Ki yoktur hiçbir anlamı...'
     
    W.Shakespeare
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.