Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

mavi olmayan gökyüzü

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

mavi olmayan gökyüzü tarafından postalanan herşey

  1. Sayın bekir, Benim bildiğim Sayın Kılıç'ın bu konuda herhangi bir konuşma metni ile gündem de yer almadığı,sadece Anayasa'nın değiştirilemez ilkelerini gündeme taşıma isteğidir. Tabi benim bildiğim bu,varsa herhangi bir metin,birileri bunu eklerse bende çok sevineceğim. Yalnız daha önceki iletimde yazdığım,AKP ve Kılıç'ı samimi bulmuyorum şeklinde ki düşüncelerim de ısrarlıyım. Siz hukukçusunuz,benden çok daha iyi biliyorsunuzdur. Yanılmıyorsam Anayasa değişikliğinin olması oldukça zordur;Anayasanın değiştirilmesi için ciddi bir değişim potansiyeli olmalıdır. Anayasa'nın değişmez denilen maddelerle tartışılmasına karşı değilim;neden tartışmayalım ki. Ama ''Anayasa Mahkemesi'' dahil olmak üzere,gerek türban gerek de demokrasi aracı olan partilerin kapatılması konusun da yetersiz olan bir yasalar deryasın da tartışılması gereken bu değil. 2009' a aylar kala,bir vatandaş olarak benim talebim;sivil bir anayasa.AKP sınıfta kaldı,sivil anayasa talepleri varken,değişmez ilkeler ile gündeme oturan Sayın Kılıç da sınıfta kaldı. Komediye devam...darbelerin yasaları ile buyrun demokratik bir ülkeye.
  2. Sayın Suheyla, En kısa zamanda Kuran'ı okuyacağım.Takva mı üstündür sevgi mi?Söz konusu insan olunca ben yine takva derim.Ayet ve hadislerle konuşacak kadar birikimli değilim dini anlamda,düşündüklerinize saygım var. Yalnız,lütfen eleştirirken söz konusu din,dil gibi insanlar için özel olan değer ve kişileri,kendimize olan saygımızı düşünelim.Bunu sizden bir müslüman olarak istiyorum. Dediğiniz ayetleri özellikle bir köşeye not ettim.Saygılar!
  3. Değerli arkadaşım, Muhammed kimdir değil benim sorunum.Ki dikkat ederseniz,ben İslam Peygamberi hakkında kişisel düşüncem dışında herhangi bir şekilde yorumlamada bulunmadım. O basit bir insan değil,olsaydı asırlarla milyonlara hitap etmezdi.İnsanlar içi özel olan birinden bahsederken,kendimize olan saygımızdan ötürü,eleştirirken sınırlarımızı iyi bilelim.Demek istediğim sadece buydu.
  4. Yazıyı okudum,Türkiye'den bahsediliyor.Türkiye'den bahsedilmiyor demedim,Kürt halkına yönelik saldırılara Irak ve Suriye'den örnek verdim.Bu saldırıların boyutunu bu şekilde de düşünebilirsiniz diye ekledim. Kaldı ki bölgede yaşananların kadınlara olan etkisini görmek de çok zor değil. İşkence,şiddet...lanet okunulması gerektiğinde hepimiz hemfikirsek sorun yok. Yayamaz Kayımca,eleştirilerinize yanıt verecektir,ama emin olun ki düşüncelerini oldukça net ifade eden biridir.Forum dışında da kendisiyle görüşürüm;düşünürken danıştığım sayılı dostlarımdan biridir. Saygılar.
  5. Değerli arkadaşım, Yayamaz Kayımca'nın ne demek istediğini ben çok iyi anladım,eminim ki sizde anlamışsınızdır.Kürt halkına yönelik olan saldırının boyutunu vermeye gerek var mı,bunu Türkiye olarak değil Irak olarak,Suriye olarak da düşünebilirsiniz.Saddam Hüseyin,Halepçe'de kadınları,yaşlıları,çocukları öldürdü.Suriye de Kürtler,Kürt kadınları hala kimliksiz. Kürt illeri denilirken,yanılmıyorsam Kürtlerin yoğun yaşandığı iller anlamında kullanılmış.Burası Diyarbakır,Tunceli...Orada yaşananlar var,bence de bundan en çok etkilenen Kürt kadınıdır;tüm zorbalıkların tıkandığı nokta yine kadınlardır. Tecavüz,taciz *********tir,hele ki işkencelerde yapılansa.İşkenceler de bunlar yaşandı,kime yapılırsa yapılsın lanet okunulmalıdır. Kısırlaştırma mevzusuna bende ihtiyatlı yaklaşıyorum,bunu doğrulayan herhangi bir olayla karşılaşmadım,duymadım,okumadım. Sadece Kürtler değil tabi,Kürtler'in içinde olduğu milyonlardır bu zorbalıklar ile uğraşan. Bu arada Yayamaz Kayımca benim için oldukça özeldir,vazgeçilmezdir.O düşünen,anlayan,sorgulayan kocaman bir yüreğe sahip.Ben onun sesinde,yazdıklarından ne kadar kaliteli olduğunu gördüm.O yapıştırma diye ifade edilen iletilerde,tepki var,düşünce var, Yayamaz Kayımca'nın kendisi var. Onu tanımak gerek,ona haksızlık etmeyin.23 yıllık yaşamımda tanıdığım ender kaliteli insanlardan biri.Emin olun ki düşünceleri,paylaştıklarından çok daha güzel biri.(ki insana ve yaşama dair tüm güzellikleri yüreği ile paylaşıyor) Bu arada çok geçmiş olsun Yayamaz Kayımcam
  6. Bahtın açık olduğunu nerden bilelim,belki bahtı kapalıdır cevabı beğenmedim
  7. mavi olmayan gökyüzü şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Gökhan Özgün'ün güzel kaleminden cesur cümleler... Sabır ve laiklik Sabır. Ne erdemli bir kelime değil mi? Halbuki sabrın erdem olduğu belli durumlar vardır hayatta. Trajediler. Hastalık. Ölüm. Allah’ın hikmetinden ya da insan ruhunun gücünden medet umulan anlar. Bunun dışında sabır, biattır, tapınmadır. “Planını” anlasan da anlamasan da, karışamayacağın, kendinden üstün bir varlığa bütünüyle teslimiyettir sabır. Bu biat, insanüstü bir varlığa biatsa, Allah’a, Peygamber’e biatsa, bunun adı dindir, inançtır, insanın en tabii hallerinden biridir. Bu biat kendimiz gibi etten kemikten bir insana ise, bu, insanlığın en vahim halidir. Çünkü bu onun şaşmaz hikmetine inanmaktır. Hikmet, ben faninin bildiği kadarıyla hiç şaşmaz haliyle yalnızca Allah’ın tabiatındadır. Çünkü gerçek hikmet, insan denen faninin takip edemeyeceği, insanı aşan bir idrakin, bir şuurun ürünüdür. Laiklik laiklik dediğimiz, insanüstü bir varlığa veya kavrama duyulan tam teslimiyetin, tartışılmaz bir inancın, tartışılmaz hukuki hükümler haline getirilmesini ve bunun herkese dayatılmasını engellemektir. İnsan, herhangi bir üstün idrakin, kendi hayatında kendi için takipçisi olmakta özgürdür. Özgür olmalıdır. Bunu başkalarına tavsiye etmekte, diğerlerini yanına çağırmakta da hürdür. Hür olmalıdır. Ama insan, insanüstü olan her neyse, onun hukukunu insanın hukuku haline getirmekte özgür değildir. Çünkü bu takdirde, insanüstü hukukun ‘uygulayıcıları’ da tabiatıyla insanüstü kişiler olmak zorundadır. (Laiklik hukukla değil, uygulayıcıyla ilgilidir. Laik olmayan hukukun uygulayıcıları da insanüstü olmalıdır) Peygamber’in, yani insanüstü bir kişinin hâlâ hayatta, dünyada olduğu bir dönemde, bir Müslüman için laiklik mümkün değildir. Ama peygamber öldüğü andan itibaren, aksi, yani laik olmamak mümkün olmamalıdır. Çünkü peygamber öldüğü andan itibaren laik olmamak, insana tapınmadır. Ki bu, büyük günahtır. Atatürk’ün de belli ki kimi insanlar için insanüstü vasıfları vardır. Ki buna inanmakta insanlar özgürdürler. Bu onların hakkı olmalıdır. Ama Atatürk, yani insanüstü kişilik öldükten sonra, ona atfedilen hukuku mutlaklaştırmak, yalnızca Atatürk’e tapmak değildir. Ondan daha fazlasıdır. Anayasa Mahkemesi’ne tapmaktır. Ve onun, Atatürk’ün insanüstü kişiliğinin yeryüzündeki temsilcisi olduğuna inanmaktır. Türkiye, yalnızca diyanetin varlığı yüzünden değil, Anayasa’nın değiştirilemez, dolayısıyla kutsal ve dünyevi olmayan bir metin olarak yorumlanmasıyla da, laik bir ülke değildir. Atatürk’ten sonra Atatürkleşme, kurtarıcı olma arzusu bu memlekette olağan bir hevestir. Şimdi de aynı hevesi başbakanda görmekteyiz. Başbakan sabır telkin etmektedir. Ve sabrın ötesinde onun hikmetine inanmamızı vaaz etmektedir. İnanırsanız, yolun sonu demokrasidir. Oraya nasıl ve ne zaman varılacağı yalnızca Tayyip Erdoğan’ın bilgisindedir. Ve bizim aklımız onun hikmetini anlamaya yetmez. Bu yüzden sabretmek zorundayız. Bizim küçük aklımız, mesela ‘beğenmeyen çeksin gitsin’le demokrasinin tam tersi istikametinde gittiğimiz düşünebilir. Ama bu noktada bize sabırlı davranmamız telkin edilir. Burada sabır, trajik bir sabır, bir tevekkül değildir. Burada sabır, insanüstü bir varlığın talep ettiği bir sabırdır. Bizi selamete götürecek insanüstü kişinin bizden sorgusuz sualsiz talep ettiği sabırdır. Ey fani, geçtiğin yolu tanıyamayacaksın, etrafına fani gözlerinle baktığın zaman kendini bambaşka yolda sanacaksın. İşte o anda gözlerini kapat ve SABRET. Muhtaç olduğun inancı kalbinde, muhtaç olduğun kudreti damarlarındaki kanda bulacaksın. Yolun sonu selamettir. Yolun sonu muasır medeniyettir. Yolun sonu demokrasidir. Bu memlekette kutsallığına inanılan kişilerin sayısı bir iki değil. Çok daha fazla. Çünkü bu ülke laik değil. Dahası, bu kültür laik değil. İnsanüstü olana yalnızca inanmıyor, yalnızca biat etmiyor. Peygamberler, liderler bu hayattan göçüp gittikten sonra bile, onların dünyevi temsilini öneriyor. Bunu düzenleyecek bir ‘ruhban sınıfı’ yaratıyor. Bunu destekliyor. Hatta en berbatı, bunu dayatıyor. Anayasamız laik değil. İnsanın değiştiremeyeceği hiçbir şey laik olamaz. Çünkü değiştirilemiyorsa kutsal bir metindir. Bu kadar basit. Artık başbakanımız da laik değil. İnsanın anlayamayacağı, şuuru ve hikmeti insanı aşan bir varlık, laik olamaz. Ve son olarak da, bir siyasi rejimi veya zemini, demokrasi olsun başka bir şey olsun, varılacak transandantal (aşkın) bir nokta olarak görmenin de laiklikle bir alakası yoktur. Demokrasi bir sabah kalktığınızda sınırından bir anda içeri girdiğiniz bir masal ülkesi değildir. Öyle telakki etmek, demokrasiye insanüstü, tabiatüstü bir vasıf atfeder. Ve, insanüstü kurtarıcılar, rehberler, demokrasi havarileri, hatta peygamberler talep eder. Demokrasi, demokrasiye giden yolun bütünüdür. Laiklik ise bu ülkede hiçbir zaman görülmemiş, hiç kimse tarafından gerçekten temsil edilmemiş bir şeydir. Maalesef hâlâ öyledir.
  8. Cevap,''teşekkür ederim öneriniz için,ama hayır''yada kalsın gibi birşeyler mi
  9. Swoboda: Türkiye reformları sürdürmeli AP Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Hannes Swoboda, Türkiye’deki reform sürecinde duraklama gözlemlediklerini savunarak, “Türkiye’ye çok açık ve net bir mesajımız var: Lütfen reform sürecine devam ediniz” dedi. ankara’da temaslarda bulunan Swoboda ve beraberindeki heyet, görüşmelerinin ardından verilen resepsiyonda basın toplantısı düzenledi. Haberin devamı Swoboda, Ankara’daki görüşmelerine ilişkin bilgi vererek, Türkiye’ye üst düzey bir heyetle gelmelerinin verdikleri önem ve ilgilerinin bir işareti olduğunu söyledi. “Türkiye’ye çok açık ve net bir mesajımız var: Lütfen reform sürecine devam ediniz. Çünkü bizim edindiğimiz izlenim 2007-2008 yıllarında bu süreçte bir yavaşlama söz konusu. Tabii bunların, Anayasa Mahkemesi’ndeki dava ve yaklaşan yerel seçimler gibi belli nedenleri olabilir. Ama bunlar yeterli bir neden teşkil etmez. Türkiye, eğer gerçekten AB’ye üye olmak istiyorsa bu süreci büyük bir kararlılıkla sürdürmeli.” Swoboda, AB tarafından da Türkiye’nin önüne bazı engeller ve sorunlar çıkartıldığını bildiklerini, bunların olmasını da arzu etmediklerini belirterek, ama yine de reformların Türk halkının kendisi için yapıldığı yönündeki açıklamaları hatırlattı. Swoboda, Türkiye’nin son dönemde izlediği aktif dış politikayı da överek, bu çerçevede Ermenistan ile başlatılan süreci takdirle karşıladıklarını kaydetti. Swoboda, “Ama şunu da unutmamak gerekir ki aktif ve yapıcı bir dış politika reformların yerini hiçbir zaman tutamaz” ifadesini kullandı. TÜRKİYE RAPORTÖRÜ RUİJTEN Heyette bulunan AP Türkiye Raportörü Hollandalı Hırıstiyan Demokrat Ria Oomen Ruijten de konuşmasında, Türkiye raporunun ilk taslağını gelecek hafta parlamentoya sunacağını hatırlatarak, raporunun dengeli ve objektif olduğunu bildirdi. Sözlerini “Türkiye’ye tek bir sorunun yanıtını aramak için geldim. O da acaba hükümet, siyasi partiler, sivil toplum örgütleri ve Türk halkı AB tam üyeliği ve reform sürecine aynı içtenlikle bağlı mı?” diyerek sürdüren Ruijten, hükümetin bu hedefe hala bağlı olduğunu gördüğünü ancak siyasi alanda bir ayrım gözlemlediğini, bütün partilerin aynı oranda bu hedefe kilitli olmadığını söyledi. Ruijten, AK Parti’nin ikinci kez iktidara geldikten sonra, Türkiye’nin modernleşmesi için bu reformlara ihtiyacı olduğunu söylediğini anımsatarak, reformların sadece Türk halkı için değil, aynı zamanda Avrupalıların da yararına olduğunu bildirdi. Raportör, “Ancak, bizim gördüğümüz reform sürecinde bir duraklama var” diyerek, duraklama olan siyasi kriterlerin, sürecin, kalbinde yer aldığını ifade etti. “Siyasi reformlar, fasılların açılmasından daha önemlidir” diyen Ruijten, bu reformlar gerçekleştirilirse fasılların kendiliğinden açılacağını savundu. Rujten, siyasi reformlardan kastının anayasal, kültürel ve bireysel haklarla ilgili reformlar ve yargı reformu olduğunu bildirdi. Dışişleri Bakanı Ali Babacan ile görüşmesinde Babacan’ın “Elimde bir AB aynası tutmak isterim” dediğini aktaran Ruijten, “Bu aynanın amacı sadece Türkiye’nin ne kadar yakışıklı olduğunu göstermek değil, aynı zamanda nelerin düzeltilmesi gerektiğini de göstermek” dedi. Ruijten, rapor taslağının gelecek hafta salı günü AP’de görüşüleceğini anımsatarak, metnin objektif ve dengeli olduğunu, bazı alanlarda eskiye kıyasla eleştirel olabilirken, dış politika gibi alanlarda da daha olumlu olabileceğini, ama genel olarak Türkiye’yi yansıtan bir ayna olacağını bildirdi.(NTV)
  10. Değerli arkadaşım, Bakın düşüncelerinize sonsuz saygım var,ben siz yanlış düşünüyorsunuz da demedim,haddime düşmez.Yalnız neyi tartışırsak tartışalım,kimi anlatmaya çalışırsak çalışalım,kullandığımız ibarelere dikkat edelim dedim.Bu sadece sizin için değil,hepimiz için geçerli.İslam Peygamberini,onun getirdiği dini onaylamayabilirsi(ri)niz.Ama bu demek değildir ki onu eleştirirken,ona inanları,ona değer verenleri;onunla ilgili kullandığımız cümlelerle kıralım.Sonuç itibariyle kitleleri ardında sürükleyendir,insanlar için özeldir;öyle olmasa bile kendimize olan saygımız cümlelerimizdir. Ben kadını eksik zeka olarak görmem,Kuran ve hadisleri de okumadım.Madem böyle yaklaşımlarla İslam kadını yok sayıyor diyorsunuz,bakın sizi dinliyorum.Benimle paylaşırsanız bende öğrenirim.
  11. yarın sabah ben işe böyle başlayacağım,nasıl olsa gidiciyiz bu da sana
  12. Sevgili Jön,devlet sahip çıksın,devlet güven versin...hepimize yazık oluyor
  13. bu sayfalara pek yazmasam da hoşgeldiniz...güzel ve dolu dolu paylaşımlara
  14. Engin Çeber ıslatılıp, sopayla dövülmüş Karakol ve cezaevinde gördüğü işkence sonucu öldüğü iddia edilen Engin Çeber’le ilgili hazırlanan iddianamede ayrıntılara yer veriliyor. İddianamede; Çeber’in ilk olarak 1 Ekim’de karakolda 14 dakika ıslatıldıktan sonra sopayla dövüldüğü belirtiliyor. Hazırlanan 24 sayfalık iddianamede, Engin Çeber’i ölüme götüren süreçte 3 ayrı suç yeri gösteriliyor. Buna göre; ilk olarak Çeber ve 3 arkadaşına İstinye Muhsin Bodur Polis Merkezi’nde 13 polis tarafından eziyet ediliyor. İddianamede, Engin Çeber’in Metris Cezaevi kabul ve arama bölümünde 4 jandarma tarafından tekme, tokat, diz, cop ve kafa atmak suretiyle dövüldüğü; Özgür Karakaya’nın arama odasından çıkarken iki ayağının üzerine basmakta zorlandığına dair görüntüler bulunduğu yer alıyor. 1 Ekim’de saat 08.00’de başlayan ve 14 dakika 37 saniye süren sayım süresinin büyük bölümünde, vücudu ıslatılan Engin Çeber’in koğuşa getirilen sopa ile dövüldüğü, bu durumunda kamera kayıtlarında yer aldığı anlatılıyor. İddianamede ayrıca B-8 koğuşunda sayıma katılmadığı için 7 Ekim sabahı infaz koruma memurları Nihat Kızılkaya, Selahattin Apaydın ve Sami Ergazi’nin Çeber’i önce baş ve boyun bölgelerine vurarak dövdükleri ardından Selahattin Apaydın’ın Çeber’in kafasını önce koğuş duvarına ardından da demir kapıya birkaç kez vurduğu yer alıyor. Bu olaydan sonra hastaneye kaldırılan Engin Çeber, 3 gün sonra ölüyor. Dövme olayına karışan 3 infaz koruma memuru ile nöbetçi müdür Fuat Karaosmanoğlu’nun işkence ile adam öldürmek suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılması isteniyor. 3’ü müdür, 42 infaz koruma memuru, 4 jandarma, 1 doktor ve 13 polisin yargılanmalarına 21 Ocak ayında başlanacak.
  15. -İŞSİZLİK, KENTLERDE YÜZDE 12 ARTTI- Türkiye genelinde işsiz sayısı, ağustos döneminde geçen yılın aynı dönemine göre 207 bin kişi artarak 2 milyon 439 bin kişiye yükseldi. İşsizlik oranı ise 0,6 puanlık artış ile yüzde 9,8 olarak gerçekleşti. Kentsel yerlerde işsizlik oranı 0,4 puanlık artışla yüzde 12, kırsal yerlerde ise 0,7 puanlık artışla yüzde 6,3 oldu. -GENÇLERİN YÜZDE 19,1'İ İŞSİZ- Ağustos 2008 döneminde genç nüfusta işsizlik oranı yüzde 19,1 olarak hesaplandı. Bu oran 2007 yılının aynı döneminde yüzde 19,2 idi. Türkiye'de tarım dışı işsizlik oranı, bir önceki yılın aynı dönemine göre 0,8 puanlık artışla yüzde 12,7 seviyesine çıktı. Bu dönemdeki işsizlerin 69,8'ini erkek nüfus oluşturdu. Anket sonuçlarına göre, işsizlerin profili şöyle: ''-İşsizlerin yüzde 55,5'i lise altı eğitimli. -Yüzde 26,8'i bir yıl ve daha uzun süredir iş arıyor. -İşsizler sıklıkla (yüzde 30,1) ''eş-dost'' vasıtasıyla iş arıyor. -Yüzde 82,4'ü (2 milyon 10 bin kişi) daha önce bir işte çalışmış. -Daha önce bir işte çalışmış olan işsizlerin yüzde 49,6'sı ''hizmetler'', yüzde 22,8'i ''sanayi'', yüzde 19,3'ü ''inşaat'', yüzde 8,3'ü ise ''tarım'' sektöründe görev almış.''(habertürk) buyrun sorularımızın muhattabına hesap sormaya yada boşverin!
  16. Bende televizyonda defnedilişini gördüm senden bir adım öndeyim Büyük ve güzel insanlar güzel yürekler için değerlidir dostum,yalnız biz sevdiklerimizi yitirdiğimiz de ararız.Odur bizim eksikliğimiz.Mesela benim için Yaşar Kemal değiştirilemeyeceklerdendir;onu yitirdiğim gün yazacağım.İlginç ama böyle.
  17. ve devam edelim Sevgili Dipnot,bizler açlık ile terbiye edilmeye mahkum mu edileceğiz,bizler demokrasiyi hiçbir zaman hakkedemeyecek miyiz....? yine devam edelim,soralım;neden hala başladığımız yerdeyiz? sadece iktidara değil,bizi bugüne taşıyan herkese? Çok acı,bizler yarına ışık olamadık;çok ilginç,bizler hala uyanamadık!Saygılar!
  18. Değerli arkadaşım, dikkat ederseniz benim tüm yazdıklarım Kürt Sorunu ile bütünleştiriliyor.Sizde zaten ilan edilen tarafla şereflendirilmişsiniz.Şaşırmayalım,geri adım atmayalım,yalnız değiliz.Daha güçlüyüz.Sevgiler sevgiyi taşıyan tüm yüreklere,sevgiler bizden olan herkese...
  19. mavi olmayan gökyüzü şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Dini Konular - Din - Dinler
    Neoconlar’ın Amerika’sı faşizm ve İslam İlerici görüşleriyle tanınan ABD eski başkan yardımcılarından Henry A. Wallace, 1944’te New York Times’ta çıkan ‘Amerikan faşizmi tehlikesi’ başlıklı yazısında ‘Amerikan faşisti, asla şiddet kullanmayı tercih etmeyecektir. Onun metodu, kamuoyunu bilgilendirme kanallarını zehirlemektir.’ diyordu. Wallace, ikinci cümlesinde haklı çıktı. Ancak şiddetle ilgili öngörüsünde maalesef yanıldı. Bush döneminde Amerikan dış politikasının iplerini iyice ellerine geçiren neo-faşist neoconlar, sadece bilgi kanallarını zehirlemekle kalmayıp şiddet kullanmayı teşvikte de öncü rolü oynadı. 11 Eylül saldırılarından sonra masum bir savunmaymış gibi gösterilen ‘teröre karşı savaş’, aslında gayet hesaplı bir hücum ve yayılma planına dayanıyor. Önde gelen fikir babaları ise 1997’de ‘Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’ etrafında toplanan ve birçoklarını Bush yönetiminin kilit pozisyonlarında gördüğümüz kimseler. Neocon ideolojisinin temelinde isyankar rejimleri dönüştürerek ya da devirerek ABD’yi dünyada tek hakim güç yapma, dev askeri gücünü başta Ortadoğu’da bu amaçla kullanma arzusu görülür. Faşist ve kolonizatör bir zihniyete sahip olan neoconlar ‘Amerikan Savunmasını Yeniden İnşa Etmek’ başlıklı belgelerinde bu transformasyonun Pearl Harbor gibi büyük bir felaket olmadan kolayca gerçekleşmeyeceğini ifade ediyordu. 11 Eylül saldırıları, Pearl Harbor ihtiyacını fazlasıyla karşıladı! Global neocon planları, global terörle mücadele kılıfı altında, kamuoyu zehirleme ve dezenformasyon taktiklerinin de sayesinde, kısa sürede ABD’nin resmi politikası haline getirildi. Tabii faşizan unsurların baskın olduğu evanjelik Hıristiyan ve İsrail lobilerinin katkılarını da unutmamak lazım. Afganistan, Irak, Lübnan savaşları, sırada bekleyen Suriye ve İran’a yönelik rejim değiştirme planlarının tümü ‘Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’nin birer parçası. ‘Yeni Ortadoğu’ onların hülyası. 11 Eylül saldırıları sonrasında anayasal bağışıklık sistemi iyice zayıflayan ABD, bugün faşizm virüsünün tesirinde ateşli bir hastalık geçiriyor. Guantanamo, Ebu Gıreyb, Hadisa gibi insanlık dışı cürümler, ateşin başlarına vurması nedeniyle gerçekleşti. Faşizm virüsüne duçar olanlar, psikolojideki yansıtma taktiğini kullanıyor. Yani kendi hastalıklarını başkalarına yakıştırmaya çalışıyor. Neo-faşist ‘Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi’ne engel olarak görülen İslam ve Müslümanlara, faşist hakareti yapılıyor. Amerika’da İslam ile faşist kelimelerinin artarak yan yana getirilmesi de neocon öncülüğündeki kamuoyu zehirleme gayretlerinin sonucudur. Beyaz Saray’ı kendi çizgilerine sokmuşlardır. Başkan Bush, ‘İslamo-faşist’, ‘İslamî radikalizm’ ve ‘İslamo-faşizm’ gibi neocon damgalı tabirleri ilk kez 6 Ekim 2005’te, National Endowment For Democracy’de yaptığı konuşmada kullandı. Daha sonra da çeşitli vesilelerle satır aralarında geçirdi. Fakat konu ciddi olarak Türkiye’nin dikkatini en çok geçen hafta Londra terör operasyonu sonrasında Bush’un yaptığı açıklamalarla çekti. Birçok Türk basın organında Bush’un ‘İslamcı faşist’ dediği yazıldı. Halbuki ABD başkanı ‘İslami faşist’lere karşı savaştan bahsediyordu. İngilizcede ‘İslami’ sıfat olarak iki şekilde kullanılır. Biri, Müslüman manasındadır. Diğeri, İslam dinine uygun ve ait olan anlamına gelir. Birinci manada kullanılmışsa, faşistlik yapan muayyen Müslümanlar kastedilmektedir. İkinci tür kullanımda ise faşizm ile İslam dini bağdaştırılıyor demektir. Çoğu aynı zamanda İslam ve Müslüman düşmanı olan neoconların ‘İslamofaşizm’ falan derken genelde ikinci manayı kastettiğine şüpheniz olmasın. Sık sık ‘İslam barış dinidir.’ diyen Bush ise umarız ‘İslami faşist’ tabirini aynı manada kullanmamıştır. Tıpkı ‘İslami terör’ tabiri gibi, ruhu tamamen birbirine zıt olan faşizm ve İslam kelimelerinin de Bush tarafından yan yana getirilmesi İslam düşmanlarını sevindiriyor ve Müslümanları rencide ediyor. Amerikalıların faşist ve fanatik kesimlerine Müslümanları hedef gösteriyor. Bu tür konuşmaların hemen sonrasında camilere ve İslam kültür merkezlerine yönelik nefret saldırılarında artışlar oluyor.'(Ali H. Aslan)'' Bugün Ortadoğu da yaşananları İslam ile açıklamak,tüm nedenleri bir dine isnat etmek doğru değil.Dürüst olalım,faşizmin ayak sesleri söylemlerde de çok net gözteriyor kendini...ılımlı İslam,radikalizm gibi kavramlara ve çıkışların hemen akaibinde yaşananlar herşeyi açık açık göstermiyor mu?
  20. mavi olmayan gökyüzü şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    ''Laiklik nedir yada ne değildir''i konuşmak için önce laikliğin ne olduğu konusuna açıklık getirmeliyiz.Sayın Akpınar'ın tespitlerine baktığımız da gördüğümüz yine kavramlardaki kargaşanın boyutu.''Din ve vicdan hürriyetî'' diye tanımlanan bir laiklik bakın ,Sayın Akpınar'ın da ifadesiyle;''Laiklik (laikçilik) ve Atatürkçülük kılık-kıyafet, simgeler bazında tartışılmakta; sloganlarla, suçlamalarla toplumda giderek belirginleşen cepheler oluşturulmaktadır. İşte Türkiye'de laiklik ve laisizm...'' nasıl da tıkandığımızı çok net gösteriyor.Akpınar'ın tespitlerinden devam edelim; ''Türkiye’deki laikleşme süreci aynı zamanda batılılaşma sürecidir. Türkiye’de hâkim ve yaygın kanaat laiklik olgusunun kesin bir milat gibi M. Kemal Atatürk ile başladığıdır. Oysa laiklik daha eskilere uzanmaktadır. Tarihimizde ilk resmi laiklik Tanzimat ile başlar. Devleti ihya şeklinde başlayan hareket esas itibariyle bir laikleşme operasyonuna dönüşmüştür. Cumhuriyet aslında Tanzimat çizgisinden başka bir şey değildir. Türkiye’ye laiklik batılılaşma hareketiyle birlikte tedricen girmiştir. Bu konudaki öncülüğü batıya eğitim için giden öğrenciler ve “yarı aydın Türk entelijensiyası” yapmıştır. Tanzimat’tan sonra kurumlardaki ve düşüncelerdeki batılılaşma dine kayıtsızlığı ve batıya doğru kayan dual bir hayatı oluşturmuştur. Batılılaşma laiklik olgusunu ve beraberinde laiklik üzerindeki tartışmaları doğurmuştur. Gelenekçi-batıcı, dinci- laik ayrımının kökenleri; irtica, yobazlık, gericilik gibi kavramların tartışma alanına çıkması batılılaşma sürecinin başlamasına kadar götürülebilir. Cumhuriyetin ilanından sonra devlete hâkim olan batı çizgisindeki kadro batılılaştırmayı ve laikliği devlet gücü ile kurumlara ve topluma dikte etmiş, inkılâplarla bu süreci perçinlemiştir. Batıcılık “çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma” hedefi, laiklik yeni kurulan devletin temeli haline getirilmiştir. Uzun süre devam ettirilen inkılap hareketleri ilk zamanlar sessiz, edilgen ve içe kapalı bir halkla muhatap olmuş; ilerleyen zamanlarda tedricen güçlenen ve sesini yükselten, dininde mazbut, serbestiyetçi taşralı bir kitleyi karşısında bulmuştur. Ülkemizde yaklaşık 100–150 yıldır batılılaşma, laikleşme, çağdaşlaştırma gayretiyle devlet ve bürokrasinin gücünü kullanan jakoben-elit cephe ile; ona direnen, yerelliğe önem veren dindar kesim arasında ne olduğu çokta belirgin olmayan, herkese göre farklılık arz eden laiklik hattında çatışmalar devam etmektedir. Türkiye’deki laikleşme sürecini anayasal olarak izleyecek olursak; 1924 Anayasası’nda devlet din münasebetleriyle ilgili sadece iki madde vardır. 1924 Anayasası’nın 2. maddesi devletin dininin İslâm olduğundan bahsediyor. 75. maddesi ise “kimse mensup olduğu din, mezhep, tarikat ve felsefi içtihattan dolayı muaheze edilemez. Asayiş ve adabı muaşereti umuriye ve kavanine mugayir olmamak üzere her türlü ayin serbesttir” demektedir. 1937 yılında yapılan değişiklikle 2. maddedeki “dini İslam” ibaresi kaldırıldı. Ve laiklik ilk defa olarak Anayasaya girdi. 75. maddede felsefi içtihat başa alındı. “Tarikat” kelimesi kaldırıldı. 1961 Anayasası 2. maddedeki laikliği muhafaza etti. 19. ve 20. maddelerde “inanç, düşünce ve kanaatini tek başına ve topluca yayma hürriyetini getirdi. 1971 yılında değişiklikle bu maddede “Bu yasak dışına çıkanlar ve başkasını bu yolda kışkırtanlar kanuna göre cezalandırılır” şekline sokuldu. 1961 Anayasasının 57. maddesi siyasi partilerin tüzük ve programlarının “Laik Cumhuriyet ilkelerine uygun olma” şartını getirdi. 1971 yılında 26. maddede gerekirse Laik Cumhuriyetin korunması için “halkın basın dışı haberleşme araçlarından faydalanma hakkından feragat” edilebileceği hükmünü getirdi. 1982 Anayasası’nın 24. maddesi herkesin vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahip olduğunu söyler fakat; “Kimse devletin sosyal, ekonomik ve siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa din kurallarına dayandırma ..................... dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz” demektedir. 1982 Anayasası’nda, milletvekilleri yemin ederken “...... Demokratik ve Laik Cumhuriyet ilkesi......” ibaresi geçmektedir. Ayrıca diyanet işleri ile ilgili 1982 Anayasası’nın 136. maddesi Başkanlığın “..... laiklik ilkesi doğrultusunda ......” görevlerini yerine getireceği hükmü vardır. Anayasal çizginin dışında laiklik uygulamalarının gelişimini izleyecek olursak; 1921 Anayasası ve bunu oluşturan ilk meclis Anadolu’yu temsil özelliğine sahipti. 2. Mecliste bir tasfiye yaşandı. Meclis aynı doğrultuda düşünen batıcı ve modernist gurubun hâkimiyetine geçti. Muhalif guruplar sindirildi ve bir değişiklik sürecine girildi. Bu süreçle geleneksel kurumlar ve kuralları kaldırıp yerine batılı anlamda müesseseler getirilmeye çalışıldı. .............. .................. Çok partili hayata geçildiğinde dine ve maneviyata sahip çıkan liberal düşüncedeki Demokrat Parti iktidara geldi. Tek parti döneminden sonra halkı dönüştürme, yönlendirme çabaları yavaşladı. 1961 ihtilali ile jakoben düşünce yeniden hakim olmaya çalıştı ise de dine, yerel değerlere yönelme giderek arttı. Özellikle 1970’lerden sonra köylerden şehirlere başlayan akın, şehirlerde dini faaliyetlerin artmasına ve dindar bir kesimin oluşmasına sebep oldu. Bu kesim okumaya önem vererek kendi aydınını yetiştirmeye başladı. 1980 ihtilalinden sonra okullara din derslerinin konması, ihtilal hükümetinin aşırı sol karşısında dini ve ahlâki değerlere ağırlık vermesi bu süreci hızlandırdı.............. Post modern darbe olarak da adlandırılan 28 Şubat süreci sosyal mühendislik uygulamalarına rağmen uzun süreli bir etkiye sahip olamamıştır. İktidardan edilen ve siyasi hayatın dışına itilen partinin uzantıları aradan 5 yıl kadar bir süre sonra tek başına iktidara gelerek ülke yönetiminde etkin hale gelebilmiştir. '' işte Sayın Akpınar'dan Laiklik ile ilgili kısa bir bilgi sunumu...bakın Sayın Akpınar bile bu kavram kargaşasında ki yerimizi belirlemeye çalışırken,zaman zaman kendisi de bu kargaşaya yenik düşmüştür. ''Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze kadar din eksenli gelişmeler ve yerel değerlere yönelmeler hep kaygı ile izlendi ve “laiklik” bahane edilerek sindirilmeye çalışıldı. Laiklik halka karşı hep bir baskı aracı olarak kullanıldı. Gericilik, yobazlık, merkezin taşraya, seçkinlerin halka karşı bir nevi denetim, korkutma aracı oldu. Din ve dini oluşumlar bu baskılar karşısında geniş halk kitlelerinin sığınağı oldu. Dini hassasiyeti olan sivil örgütlenmeler genişledi ve güçlendi. Ekonomik sıkıntıların ve gelir dengesizliğinin de geniş halk kesimini dine ve dini organizasyonlara itmede etkili olduğu söylenebilir. Türkiye’de süregelen bu mücadele vatandaşlar dindar-laik-muhafazakar-modernist gibi kutuplardan birinin yanında yerini almaya mecbur edildi.'' işte küçük bir örnek...Laiklik nedir,bizimle dönüşen değerleri neyi ifade eder? Laik bir ülke de Diyanet ne rolü üstleniyor?...ve aklınıza gelebilecek tüm sorularda saklı bir karmaşa...çık çıkabilirsen işin içinden!
  21. mavi olmayan gökyüzü şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    TÜRKİYEDEKİ LAİKLİK TANIMLARI VE TÜRKİYENİN LAİKLEŞME SÜRECİ Laiklik Avrupa’nın malı olduğundan ve kültürel alt yapısı olduğundan dolayı Avrupa’da zaman içinde gelişimini tamamlayarak belirli bir çizgiye oturmuştur. Türkiye’ye laiklik ithal olarak ve topluma enjekte etme şeklinde getirildiğinden birçok uyuşmazlığı, anlaşmazlılığı, problemi beraberinde getirmiştir. Laiklik Türkiye’de batılılaşma ve batılılaştırmanın bir sebebi ve sonucu olarak algılanmaktadır. Dolayısıyla laiklik geleneksel ile modernin, yerli ile batılının kırılma, çatışma noktasını oluşturmaktadır. Bu sebeple modernist ve gelenekçi yelpazenin farklı noktalarından farklı şekillerde anlaşılmakta ve belirli bir kavram üzerinde uzlaşılamamaktadır. Batıcılar laikliği muhafazakârlığı ve gelenekçiliği sindirmek için bir baskı unsuru olarak görürken, gelenekçiler dinin ve maneviyatın düşmanı olarak görmektedir. Bu iki grubun dışında bir üçüncü grup olarak liberal muhafazakârlar sayılabilir ki; bunlar laikliği daha yumuşak anlamakta ve benimsemekle birlikte dinin ve maneviyatın imhası için bir silah olarak görmemektedirler. Ülkemizde bir başka gurup ise laikliği toplumun dinden ve maneviyattan arındırılması aracı olarak görmektedir. Laikliği, “laikçilik” şeklinde pozitivist bir yaklaşımla, yeni bir din ve ahlak öğretisi haline getirme çabasındadırlar. Türkiye’de farklı laiklik yaklaşımları bulunmakla birlikte literatürde “laikçi” çizgi hâkimdir. Laiklik yaklaşımlarındaki ana eksen dini, din ve vicdan özgürlüğünü bir tehdit ve tehlike olarak algılayanlardan oluşmaktadır. Laiklikle ilgili tanımların pek çoğu bu yaklaşım etrafındadır. Farklı laiklik yaklaşımlarından bazı laiklik tanımlarını vermek gerekirse; “Laiklik toplum düzeninin uygar, özgür, gelişkin ve bağımsız bir ulusal toplum olmasının zorunlu koşuludur. “Laik düzenin gerçek anlamı, yalnız din ve tapınma özgürlüğü olmayıp, her din ve mezhepten insanların ayrıca herhangi bir dinsel inanca gerek görmeyenlerin de eşit ölçüde özgür olmaları demektir.” “Laiklik Türk devriminin vazgeçilmez öğesidir. Türk devriminin çağdaş bir Türkiye yaratmak üzere giriştiği her atılım laik düşünceyi zorunlu kılmaktadır.” “Laiklik din ve devletin birbirinden ayrı olmasıdır. Ancak din alanında kim ne yaparsa yapsın devlet karışamaz anlamını taşımaz.” “Laiklik devlet gücünün, otoritesinin ve olanaklarının herhangi bir dinsel inancın ya da inançsızlığın eğitilmesinde, öğretilmesinde, yayılmasında kullanılması demek değildir.” “Laiklik din kılıfı altında demokrasiyi engellemek niyetlerine fırsat vermeyen bir toplum ve insan anlayışıdır.” “Laiklik yalnız devlet kurumu, yani siyasal erkin belirlenip kullanılmasıyla sınırlı bir ilke değildir. Aile, eğitim, ekonomi, üstün değerler gibi toplum yaşamının tüm temel alanlarının demokratik özellikte olmasının vazgeçilmez gereğidir.” Toplumsal yapının bu temel öğeleri birbiriyle karşılıklı etkileşim içinde olduklarından örneğin; eğitim laik nitelikte olmazsa, devlet de laik olamıyor, ekonomi laik olmazsa eğitim de laik olamıyor, ekonomi laik olmazsa eğitim de laik olamıyor, aile laik nitelikte olamayınca ahlak ve değer yargıları düzeni de laik ölçülerden uzak kalıyor.” “Tarikat ve benzeri örgütlenmelerin demokraside meşru olmadığı apaçık vurgulanmalıdır.” Yukarıdaki tanımlarda görüldüğü gibi ahlak ve değer yargılarının, ailenin laikleştirilmesi din duygularının kontrol altında tutulması Türkiye’deki laiklik mütalaaları arasında baskındır. Başka bir yazarımız da laikliğin dinden bağımsız bir doğal ahlak gerektirdiğinden bahseder. “Laiklik, her şeyden önce, toplumun üyelerince benimsenmiş olan din veya dinlerden bağımsız bir doğal ahlak sisteminin varlığını gerektirir”. “Laiklik teolojik ve metafizik mutlaklara karşıdır.” Laiklik “Atatürk inkılâplarının özünü, Atatürk’ün gösterdiği çağdaş uygarlık düzeyine erişmede en önemli araç ve zemini oluşturur.” Prof. Dr. İsmet Giritli de Atatürkçü laiklikten bahsetmektedir. “Atatürkçü laiklik dogmatik, Fransa’da ki laikliğin tıpatıp aynı olan bir laiklik değildir. Türkiye’ye ait bir laikliktir. Atatürk laikliği dindarlığa karşı değildir. Bir takım batıl inançlara ve dinin saptırılmasına, bilhassa bunun bezirgânlığına, sömürülmesine karşıdır.” Laiklik ilkesi Atatürk ilkelerinin kilit taşıdır ve çağdaş Cumhuriyetin vazgeçilmez geri dönülmez ilkesidir.” Laikliğin bize has Cumhuriyetçi, Atatürkçü, devrimleri koruma yönünde tanımları olduğu gibi daha farklı tarifleri de yapılmaktadır. Laiklik kelimesi “ruhban sınıfına mensup olmayan” anlamına gelmekle birlikte Türkiye’de zaman içerisinde semantik kaymaya uğrayarak “dinle, din kurumlarıyla alakası olmayan sistem veya kişi” anlamına gelmektedir. “Türkiye’de laiklik Türk kültürünün kendi dinamikleriyle ürettiği bir ürün değildir. O batılılaşma denen aşının ürünüdür. Bu itibarla Türkiye’de batılılaşma ve laiklik\laisizm hemen bir çok bakımdan aynileştirilmiştir.” Anayasa hukukçusu Ali Fuat Başgil laikliği “devletin dine, dinin diline usul ve adabına karışmaması” olarak tanımlamakta ancak Türk devletinin “ehliyetsiz bir din reformcusu” kesildiğini ifade etmektedir. Türkiye'de Laiklik ve Laisizim Dr. Mahmut AKPINAR
  22. Lütfen bu yazıyı okuyun... Vicdanları temize çekmek... Dün "Sahi Ahmet Kaya niye öldü?" diye yazınca posta kutuma bir sürü mesaj düştü. Kutlayan mesajların çokluğuna şaşırmadım desem yalan olur. Ahmet Kaya'nın öldüğünün ertesi günü Finansal Forum'da yazıma çokca beddua, küfür ve tehdit tepkisi almıştım. 2006'da Sabah'ta yazdığım yazıya gelen tepkilerde övgü ve küfür sayısı neredeyse eşitti. Üstelik o zaman gelen övgülerin çoğunda Kürt sorunu konusunda fazlasıyla politize olmuş cümleler vardı. Oysa dün gelen mesajlarda her görüşten ve etnik kimlikten insanların cıcak cümleleri vardı. Vicdanları temize çekme vakti bu olmalı diye düşünmedim desem yalan olur.... *** Vicdanları temize çekmekten söz edince nedense aklıma Serdar Ortaç geldi. Ahmet Kaya için sonun başlangıcı olan gecede şarkı sözlerini değiştiren,salondakilerin gazını arttıran ve "bu memleket bizim" tadında konuşmalar yapan Serdar Ortaç. Aynı Serdar Ortaç,aynı yıl askerlikten kaçmak için hile yapmak suçlamasıyla iki ay hapiste yatmıştı. Bu ülkede çoğunluk için askerden kaçmak utanç sebebidir, vatanı sevmemektir. "Ülkeyi seveceksen illa benim gibi ve benim kriterimle seveceksin" diyenlerden değilim. Keşke o gece o salona gaz verirken Serdar Ortaç da böyle düşünebilseydi... *** O iş başka bu iş başka diyenlere mutlaka olacaktır ama taşları doğru yere oturtalım. Hatırlayın Kenan Doğulu,Eurovision'a hazırlanırken,İngilizce değil Türkçe şarkı okuması için baskılar yapılmıştı. Bu baskılara "Müziğin dili evrenseldir" diyerek karşı çıkan kişi Serdar Ortaç'ın ta kendisiydi. Oysa Kürtçe şarkı ve klip yapmak istiyorum diyen Ahmet Kaya'ya karşı tepkilerde başı çeken de Ortaç'ın ta kendisiydi. Evrensel olan müziğin dili söz konusu Kürtçe olduğu zaman mı tercümana ihtiyaç duyuyor diye hala merak ederim. Vicdanları temize çekme meselesine gelince,Serdar Ortaç o geceden yıllar sonra "Ahmet Kaya ileriyi görmüş" gibi bir cümle sarf etmişti. Vicdanları temize çekmek bu kadar kolay olmalı mı,olmamalı mı,o kısmını bilemedim doğrusu... *** O gecenin bir başka kahramanı Reha Muhtar'dı. Ahmet Kaya'ya çatal-bıçak atanlar arasında olduğunu iddia edecek bir durumum yok. Ama Serdar Ortaç'dan sonra sahneye gelip tüm salonu "Memleketim" şarkısını söylemeye davet ettiğini biliyorum. Doğru burası bizim memleketimiz,hani tarihte tüm kavimlere ev sahipliği yapmış olan Anadolu'nun bağrı var ya,işte oralıyız biz. Birarada durmayı becerebildiğimiz sürece de bu topraktan gelen geçen herkes de zenginliğimizdir... Bu bazılarına garip gelebilir ama mesela İlber Ortaylı Hoca, Roma İmparatorluğu'nun devamı olduğumuzu söyler. *** Bir haksızlık yapmamak için altını çizmek istediğim noktalar var. Mesela 10 Şubat 1999 gecesi yaşananların faturası Serdar Ortaç ya da Reha Muhtar'a kesilemez. O gece salonda Ahmet Kaya'nın masasına çatal-bıçak fırlatanlar da vardı. Ortaç ya da Muhtar kadar bilindik olmamak onları kurtarmaz,kurtarmamalı... Magazin Gazetecileri Derneği kendi gecelerinde yaşanan bu olayı yok sayıyor ya, bir arkadaşımdan arşiv görüntülerini istedim. Çatal-bıçak fırlatırken kameralara takılan kim varsa isimlerini çıkarıp,sizlerle paylaşacağım. Ve onlara sanatçıların aykırı olma hakkını sadece özel hayatla mı sınırlandırdıklarını soracağım... *** Dün gelen ve geçmişte gelen mesajlarda Ahmet Kaya'nın Türkiye için "şerefsizlerin ülkesi" dediğini ve PKK bayrağı altında konser verdiğini anlatan satırlar da vardı. Ben o cümleleri ve fotoğrafları Ahmet kaya'nın eşi Gülten Kaya ile konuştum, Ahmet Kaya'nın resmi internet sitesindeki mahkeme kararlarını okudum. PKK'nın Ahmet Kaya'nın cenazesini nasıl şova dönüştürmek istediğini ve Gülten Kaya'nın bu isteğe en sert şekilde karşı koyduğunu tanıklardan dinledim. Gülten Kaya,o dönemde kendilerine asla cevap hakkı tanınmadığını,cımbızlanan cümlelerle ortaya bambaşka bir görüntü çıkarıldığını söylüyor. Hayatım boyunca en fazla saygı duyduğum siyasilerdein başında gelen Ecevit'in zaman zaman kullandığı "Vur ama dinle" cümlesine çok inanırım. Ahmet Kaya ve ailesine defalarca vurduk ama hiç dinledik mi? Mesela "Olmadı Gözüm" manşetini atan Ertuğrul Özkök,kitaplarında bir zamanlar sevgi ve saygıyla söz ettiği Kaya'yı hiç dinledi ya da dinlemek istedi mi? Vicdanları temize çekme vaktinde adını ve sanını anmamız gereken ne çok insan var... *** Mart 2004'te Diyarbakır'da kaldığım otelin berberine gitmiştim. İçeride Ahmet Kaya'nın "Aynı daldaydık" diye başlayan şarkısı çalıyordu. Berber kalfasına kaş göz işaretiyle teybi kapatmasını söylerken,müdahale ettim ve "bırak çalsın" dedim. Berber,"Abi İstanbul'dan Ankara'dan gelenler bu kaset çalınca bizi PKK'lı zannediyor" diye yanıtladı beni. Cevap vermek yerine ben de şarkıyı mıraldanmaya başladım "Aynı daldaydık,aynı daldan düştük ayrıldık..." Uzatmadan olanı söyleyeyim,traş bttiklten sonra berbere parasını verebilmek için uzun süre uğraşmak zorunda kaldım. *** Vicdanları temize çekmek başlığını çoğu kişinin bilmediği bir gerçekle noktalıyalım... Ahmet Kaya'nın Şafak Türküsü'nde yer alan "Baba olamayacağım örneğin,toprak olmak ne garip şey Anne" mısralarını yazan şairi tanır mısnız? 12 Eylül'ün idama mahkum ettiği o genç toprak olmadı. Uzun zamandır özgür ve Güney illerimizdeki bir üniversitede dersler veriyor. Onu idama mahkum ettiren 12 Eylül'ün lideri Kenan Evren ise Anayasa'ya koydurduğu geçici madde nedeniyle yargılanamıyor... Özay Şendir ([email protected]) 19 Kasım 2008 / haberturk.com
  23. Eminmisiniz ben de neden avukat olmadığımı bir türlü çözememiştim neyse sağlık olsun cevap ne
  24. Sahi Ahmet Kaya niye öldü? “Hep sonradan gelir aklım başıma, hep sonradan, sonradan…” Ahmet Kaya’nın bu şarkısını ilk dinlediğimde sene 1990’dı. Kıbrıs’ta güzün sonsuz bir sarıya boyadığı Meserya Ovası’nı yara yara, Mağusa’dan Lefkoşa’ya gidiyordum. Kişisel tarihimde; “Hep sonradan gelir aklım başıma” mısrasını kaç kez mırıldandım hatırlamıyorum ama şimdi toplumsal vicdanımızın da bu mısrayı mırıldanma zamanının geldiğine inanıyorum. Bu kadarını bile okur okumaz kızıp söylenecekler için son söyleyeceğimi ilk söyleyeyim… Ahmet Kaya için sonun başlangıcı olan Magazin Gazetecileri Derneği gecesinde olanları hatırlayan var mı? Ya da bir gecede radyo arşivlerinden onun şarkılarını sildiren, plakçıların raflarından kaset ve cd’lerini indirten olay neydi? Çoğu kişi PKK propagandası diyecektir ama değil. Ahmet Kaya için sonun başlangıcı olan cümle Kürtçe klip çekmek istediğini söylemesidir. O gece ve bu talep nedeniyle Ahmet Kaya’yı toplumsal hafızamızdan kazımıştık. Kaderin garip cilvesi ama Ahmet Kaya’nın öldüğü gün Diyarbakır’da olan dönemin TOBB Başkanı Fuat Miras “Kürtçe yasağı sona ermeli” dedi. Yine kaderin garip bir cilvesi ama Ahmet Kaya’nın ölüm yıldönümünde TBMM’de TRT’nin Kürtçe yayını ile ilgili konuşmalar yapılıyordu. Bildiklerimiz ile zannettiklerimiz arasındaki farka bakınca bunların pek bir önemi kalmıyor aslında. Ahmet Kaya’nın anadili Kürtçe değildi desem ya da eşi Gülten Kaya’nın cenaze törenini şova dönüştürmek isteyen PKK’lılarla gırtlak gırtlağa geldiğini söylememin bir manası var mı? “Ama Ahmet Kaya,PKK’lıların organizasyonlarında sahneye çıktı” diyenleri duyar gibiyim… Bırakın bir konserde kendi şarkılarınızı okumayı, kaç milletvekilinin ROJ TV’deki programlara katıldığını biliyor musunuz? Ya da Türk mahkemelerinin sanatçı konser salonu dekorasyonundan sorumlu tutulamaz kararını? Ahmet Kaya öldüğü yıl, Finansal Forum’da yazıyordum. 12 Eylül kuşağına Attila İlhan, Can Yücel gibi şairleri tanıtan bir adamın bu laneti hak etmediğini yazmıştım. Ailem: “Seni terörist zannederler, yapma” demişti, okuyanların çoğundan küfür bazılarından da beddualar almıştım. İki yıl önce Sabah’ta Ahmet Kaya için toplumsal linç hareketini başlatanların kimliklerinden söz etmiştim. Yazının etkisi büyük oldu, linci başlattığını söylediklerimden birinden; “Vay beni nasıl eleştirirsin” diye küfür dolu bir cevap yazısı gelmişti. Bunların daha doğrusu o adamların hiç ama hiç önemi yok… Bu yazıdan sonra bir sürü okurdan şehitleri,gazileri hatırlatan,terörün yüz milyarlarca dolarlık maliyetinden söz eden mesajlar gelecek. Yaşananların tek ya da büyük sorumlusu Ahmet Kaya ise söyleyecek sözüm yok, haklısınız… Aksi halde “Hep sonradan gelir aklım başıma,hep sonradan,sonradan” diye mırıldanmayı siz de deneyebilirsiniz… Bu cümle insanın yüreğine ya da beynine değilse bile vicdanına çok iyi geliyor… Özay Şendir ([email protected])

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.