Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

SeDaTsann

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    14
  • Katılım

  • Son Ziyaret

SeDaTsann tarafından postalanan herşey

  1. YAŞAMAK ASLA ŞAKAYA GELMEZ. Evet büyük ozanın da dediği gibi. "Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, ve bir orman gibi kardeşçesine". YAŞAMAK DİRENMEKTİR. Hem de ne kadar zor olursa olsun. Ne kadar olanaksız gözükürse gözüksün. Tüm olumsuzluklara, zorluklara, zahmetlere, sıkıntılara, darlığa, yoksulluğa, işsizliğe, geleceksizliğe, çözümsüzlüğe, imkansızlıklara karşı durmak, direnmektir.. YAŞAMAK MÜCADELE ETMEKTİR. Tüm haksızlıklara, adaletsizliklere, sömürüye, savaşa, işgale, işkenceye, tacize, zorbalığa, baskıya, esarete, zulme. YAŞAMAK KARŞI DURMAKTIR. Baskıya, dayatmaya, zulüme, zalime, ezene, sömürene, katile, fırsatçıya, fesatçıya, hayına. Yaşamak, özgürlüğe, düşünceye, insanın insanca yaşamasına engel olan, ket vuran her şeye karşı durmaktır. İnsan onurunu çiğneyen, her gayri insaniliğe karşı durmaktır. Yaşamak; her ne koşulda olursa olsun yılmamak, yorulmamak, pes etmemek, yozlaşmamak, yabancılaşmamak, tükenmemek, satılmamak, dejenere olmamak, savrulmamak, yok olmamaktır. YAŞAMAK UMUT ETMEKTİR. Yaşamak umut etmektir. Yarınlara, özgürlüğe, geleceğe, gelecek güzel günlere düşler kurmaktır. Bu uğurda mücadele etmektir. Emek harcamak, yürek yakmak, cesaret etmek, kararlı durmaktır. Her nerede olursan ol, her ne zorlukta, ne zahmette, ne esarette olursan ol. Her ne çıkmazda, açmaz da olursan ol. Yine de umudunu yitirmemektir. Güzel düşler kurmaktır, gökyüzünün mavi renginde....Özgürlüğe yarınlara yaşmaya sevdaya, mutluluğa...
  2. Yaşama aktif olarak katılmayan, üretmeyen, yaratmayan, paylaşmayan, sevmeyen, güvenmeyen, içten çıkarsız riyasız dostluklar kurmayan, bireyci bencilliği, çıkarcı-fırsatçılığı, hazza dayalı HEDON yaşamayı esas edinenler, yaşamı ıskalayanlardır. Yaşamın zorluklarına karşı verilen insansı mücadelenin coşkusuyla dolu olmadıkça insan, edilgen bir nesne olmaktan öteye gidemez.
  3. Hayata siz nasıl bir anlam veriyorsanız, o da size öyle gözükecektir. Üretici, geliştirici, emekle, överiyle, paylaşımla, mücadeleyle, umutla ve sevgi dolu yaşamakla; insan kendi hayatına yine kendi bilinciyle bir yön vermiş olacaktır. Erich FROMM Evet ünlü düşünürün de dediği gibi, bizler insan olarak kendi yaşamımızın asıl öznesi ve aktif belirleyicisiyiz. Elbette ki bu belirleyicilik insan aklının ve bilincinin bir ürünü ve de sonucudur. Yaşamak; daha fazla şeye sahip olmak, yada daha fazla şeyi tüketmek asla değildir. Hele hele özü yadsıyıp, şekle saplanmak, etiketlerin-apoletlerin arkasına saklanmak hiç değildir.
  4. Unutma ki bu hayatı güzelleştirecek olan da, çekilmez hale getirecek olan da sensin. Unutma sen bu dünyada başlı başına bir yaşamsın ve bu yüzden bile varlığın çok özel. Çünkü sen, İNSANSIN. Mesafelerin kısalması, "insan ile insanın" yalansız, riyasız, çıkarsız, aracısız, vasıtasız birlikte olmasını, bilgiyi, düşünceyi, ekmeği, yaşamı, yeryüzünü, güzellikleri çoğaltarak paylaşmasını dilerim.
  5. teşekkürler katkılarınız için.
  6. SEVGİYİ YARINLARA BIRAKMAK, MUTLULUĞU ATİYE TERK ETMEK. KANIMCA; HAYAT TRENİNİ KAÇIRMAKTIR. Sevgileri yarınlara bırakanlar, aşık olmaktan korkanlar, yaşamayı ıskalayıp, mutlu olmayı erteleyenler... Hemen hemen hepsinin gerekçe ve bahanesi de birbirine benzer. Kendine ve karşısındaki insana güvenememek, kırılmaktan korkmak, zorluğa ve sıkıntıya dayanıksızlık, emek ve çaba harcamaya üşenmek, riske girmekten çekinmek. Peki ama nereye, ne zamana kadar ? Hayat treni önünüzden geçip giderken, siz orada öylece durup, arkasından mı bakacaksınız? Unutmayın ki, hayatımız bir su gibi hızla akıp gidiyor. Hayat hiçte durup bekleyecek kadar, fazla ve de değersiz değildir. Çözüm ise; Hayatı anlamlandırarak, insan olma bilinciyle ve insanlık onurunu taşıyarak yaşamak. Yaşamı ve insanları severek, sevgiyi ve aşkı duyumsayarak, çalışarak, üreterek, paylaşarak, yaşama ellerimiz ve yüreğimizle güzellikler katarak, haksızlıklarla ve çarpıklıklarla mücadele ederek, zorluklara, zulme ve sömürüye direnerek, kısacası yaşamın hakkını vererek dolu dolu yaşamak. Sevgilerimizi ayıplayan bakışlar olmadan, sevdiğimiz ile aramıza sınıfsal, statüsel, yöresel, töresel, dinsel, mezhepsel engeller konulmadan, ve işsizlik, yoksulluk, eğitimsizlik, aç kalma kaygısı duymadan özgürce yaşamak insan olan hepimizin hakkıdır. Yine yüzyıllar öncesinden ulaşan bir ses, kadın işçilerin sesi, bize ekonomik mücadelemizin sosyal taleplerimizle ayrılamayacağını anlatıyor: "Yaşamak için ekmek, ruhumuz için gül istiyoruz!" Yani işimizin, yarın güvencemizin olacağı bir hayat istiyoruz, alınıp satılmayan bir aşkın ve sevginin olduğu bir hayat. Günümüz dünyasının kirlenmişliği karşısında insanın özünün korunabildiği tek alan sevgidir. Yaşayabilmek, direnebilmek ve kirlenmemek için sevgilerimize sahip çıkmalı ve bu duyguyu yaşamaktan kaçmamalıyız...
  7. İnsan yaşamın "ÖZNESİ" ise, sevgi de, insanın "ÖZü" dür. Sevgi; yaşamın anlamıdır, yaşamını sevgiyle anlamlı kılamayanların çorak bir topraktan farkı yoktur. Eğer Sevginiz yoksa, hiçbir şeyiniz yoktur. İnsanın var oluş sorununun en sağlıklı ve doyumcul yanıtı sevgidir, dolayısıyla sevginin gelişimine yer vermeyen bir toplum gelecekte insan doğasının bu temel gereksinimini gözden kaçırdığı için yok olacaktır. Sevginin yalnızca ayrıcalıklı veya bireysel değil de, sosyal bir olgu olarak gerçekleşebilirliğine inanmak, insanın doğasını bilerek temellendirilmiş ussal bir inançtır. Sevgi, insanın var oluş sorununun yanıtıdır. Sevgi olmadan insanlıktan söz edilemez. Sevgi, sevgi üreten bir güçtür. Asıl güç sevgi ve aklın birlikteliğidir, asıl güçsüzlük ise, sevgi üretememektir. Sevgi, insanı diğer insanlardan yalıtan duvarları yıkan, onu diğerleriyle birleştiren, etkin bir güçtür. Sevgi, insanı yaşamı duyumsatan, ona dört ele ile sarılmaya yönlendiren, çalışmaya, üretmeye, paylaşmaya mutlu olmaya teşvik eden, yaşam enerjisi veren duygudur. Sevmek, paylaşmaktır yaşama dair ne varsa. Sevdiğiyle yüreğini, canını, sevgisini; yalansız, riyasız, hesapsız paylaşmaktır. Sevdiğiyle kalbini bölüşmektir sevmek. Sevmek, kısacası İNSAN OLMAKTIR.
  8. İnsan yaşamın esas ve aktif öznesidir Sevgi de insanın esas özü. Esas "öz" ü ıskalayıp, şekile-biçime saplanmak gerçeği ıskalamaktır Esas mesala İNSAN olabilmek. İnsan gibi görünmek değil. Yani bir bütün olarak, kişilik, bilinç ve nitelik olarak İNSAN olabilmek. Ne yazık ki günümüzde insanlar tüm bu gerçekliği bilerek yada bilmeyerek ıskalayıp yadsıyarak, tamamen insanlıktan uzaklaşma yarışındalar. Para-mal-mülk edinme hırsı, insanı kendi kölesi haline getirmiş. İnsanlar paranın-malın-mülkün aracı, nesnesi olmuşlar Bireyci-bencillik, çıkarcı-fırsatçılık, bananeci-vurdumduymazlık, aymazlık... İşte insanı insan olmaktan uzaklaştıran şeyler İşte bu yüzden, kısa yoldan köşe dönmek için, her yolu her yöntemi mübah görenler. İçine asit katıp sahte alkol yapan böylece binlerce insanın hayatına bile kast edebilenler, insanı bir amaç olarak değil, paranın karın bir aracı olarak algılayanlardır. Kendileri dahil öteki herkesi bu eksende algılayanlardır. Ama elbette ki herşeye rağmen, insan olmakta ve insan kalmakta direnen insanlar da yok değil Hala yüreğini insan tutabilen, sevgiyle ve umutla yaşayan insanlar da var. Paranın iktidarına zulmüne karşı, insanın özgürlüğü kurtuluşu. İnsanlık var oldukça sürecek bu mücadele. İnsan olanlara ve İNSAN KALABİLENLERE selam olsun.
  9. En uzak mesafe, sanıldığı gibi kilometrelerce uzaklık değil, insanlar arasında iletişimsizliktir. Birbirini anlamayan, anlamak istemeyen, birbirine saygısı güveni olmayan. Birbirinine kin, nefret, düşmanlık güden, ötekine ve farklı olana tahammül edemeyen insanlar arasındaki, o derin uçurumdur. İnsanların birbirine güven duymadığı toplumlarda, kişilerarası, grup, örgüt ilişkilerinde, büyük-küçük, ast-üst, memur-amir gibi itaat ve tahakküm kurma anlayışına dayalı ortamlarda bireylerin iç çatışmaları fazladır. Tahakküm ve itaat kültüründe ezenler ve ezilenler vardır. Birey sürekli denetlenerek istenilen kalıba uygun davranması sağlanmaya çalışılır. Sevginin, içtenliğin, doğallığın, duyguların aşındığı, yok olmaya yüz tuttuğu, teknoloji ile birlikte mekanikleşmenin-robotlaşmanın yaşandığı günümüzde, bu soru bence bir nevi ayna tutuyor yaşama ve insanlığa. Mutluluğa olan mesafelerin kısa sevgiye, barışa, kardeşliğe ve "öz"sel insanlığımıza olan uzaklıkların yakın olması dileğiyle.
  10. İNSANLAR ARASINDA EN UZAK MESAFE; İLETİŞİMSİZLİK İletişimin iki düzeyi vardır. Olayların algılandığı, yorumlanıp anlamlandırıldığı bireylerin öznel iç dünyaları ve bireylerin o durumda göstermek veya söylemek istediği mesajlardan oluşan sosyal dış dünyaları. İletişim durumlarında karşımızdaki bireyin gösterdiği sosyal dış dünyayı görürüz, o yüzden mesaj alırız. Fakat gösterilen o sosyal yüzün arkasında, gerçekte bir öznel iç dünya vardır ve mesajın gerçek anlamı bu iç dünyada oluşur. Gösterdiğimiz yüzler sosyal ortama uygun yüzlerdir. Birey, kendi öznel iç dünyasının doğrudan farkındadır. Öznel iç dünya bizim mahrem dünyamızdır, ancak bizim tarafımızdan gözlemlenebilir. İletişim anlamını ve anlamsızlığını bu iç dünyadaki algı ve yorumlarda bulur. İç ve dış dünya arasındaki fark iç çatışma yaşanmasına neden olur. İç dünyasını, yani gerçek duygu ve düşüncelerini ifade edebilen bireyin, iç dünyası ile dış dünyası arasındaki fark fazla olmadığından iç çatışması azdır. Bu birey sosyal yaşamında da kendidir. Sosyal yaşamı özgündür. Özgün yaşamı olmayan insan, iç dünyasında hissettikleri ve düşündüklerini davranışına yansıtamaz, bu insanın söyledikleri ve yaptıkları kendi iç dünyasının değil, başkalarının ondan beklentilerinden kaynaklanır. Bu birey, başkalarının kendisinden duymak istediklerini söyler, onların beklentilerine uygun davranır. Kendini yalnız hisseder. Bu durumdan tüm metabolizması olumsuz etkilenir. Dış dünya ile iletişim çatışması devam ettiği sürece, iç çatışması devam eder ve bu kısır döngü artarak sürer. İletişimsizliğin en önemli nedenleri, eğitimsizlik, bencillik, güvensizlik, sevgisizlik, düşünce tembelliği hoşgörü ve saygı eksikliğidir. İnsanların birbirine güven duymadığı toplumlarda, kişilerarası, grup, örgüt ilişkilerinde, büyük-küçük, ast-üst, memur-amir gibi itaat ve tahakküm kurma anlayışına dayalı ortamlarda bireylerin iç çatışmaları fazladır. Tahakküm ve itaat kültüründe ezenler ve ezilenler vardır. Birey sürekli denetlenerek istenilen kalıba uygun davranması sağlanmaya çalışılır. İnsan bir yandan iletişim kurar, sosyaldir. Diğer yandan bencildir, ben merkezcidir. Olayları karşısındakinin bakış açısıyla değil, kendi ben merkezci bakış açısı ile algıladığından empati kuramaz. İletişim çatışmalarında bireylerin ben merkezci davrandıkları çok net olmamakla birlikte genellikle fark edilir Karşımızdaki bireylerin dünyayı ve olayları algılama ve düşünme biçimlerinin yanlış olduğunu, bizim algılama ve düşünme biçimimizin ise tek doğru olduğunu düşünmek zihinsel ben merkezciliktir. Zihinsel ben merkezcilik fiziksel ben merkezciliği besler. Zihinsel ben merkezcilik bireylere özgü değildir. İçine doğduğumuz toplum sosyalleşme süreci içerisinde bize bunu öğretir.
  11. Aynı evi, aynı işyerini, aynı okulu, aynı sosyal çevreyi, aynı ortamı paylaşan insanlar arasındaki en büyük mesafedir; İLETİŞİMSİZLİK. İletişimsizliğin en önemli nedenleri ise; Eğitimsizlik, bencillik-bireycilik, güvensizlik, sevgisizlik, düşünce tembelliği hoşgörü ve saygı eksikliğidir.
  12. EN UZAK MESAFE HANGİSİDİR ? En uzak mesafe Ne Afrika’dır, Ne Çin, Ne Hindistan, ne seyyareler Ne de yıldızlar geceleri ışıldayan... En uzak mesafe iki kafa arasındaki mesafedir Birbirini anlamayan... CAN YÜCEL Yanıbaşımızda Yaşayıp Uzağımızda Kalanlar Şair Can Yücel’in dizelerinde anlatmış olduğu gibi, birbirlerine fiziksel olarak dokunup, değecek kadar yakın mesafede oldukları halde, aralarında iki kıta arasındaki mesafeden daha uzak mesafe oluşturmaz mı bazı insanlar? Anlaşmak, birbirini anlamak demektir. Birbiriyle anlaşan insanlar birbirlerine “yakın”dır. Onlar birbirlerini anlar, dinlerler. Birbirlerinin farklı düşünmesini, farklı zevklerini, farklı bakış açılarını, farklı öğrenme biçimlerini, farklı sevgi dillerini takdir ederler. Ortaya çıkan sorunlarını çözmeye odaklanırlar. Karşıdakinin duygularını anlamaya çalışır, içinde bulunduğu koşulları ve bu koşullar altındaki davranışın nedenlerini kavrayabilirler. Oysa birbirlerine fizikselliğin dışında “Yakın” olmayanlar birbirleriyle sağlıklı iletişim kuramaz, yeterice konuşmaz, birbirlerine karşı düşünce ve duygularını ifade edemezler . Anlatamazlar kendilerini. Ya da anlatmaya çalışırlar ama dinlemez karşıdaki. İşitir de, duyduklarına kendine göre anlam verir. Kendince verdiği anlam, karşısındakinin söylemek istediğinden bambaşkadır belki de. Bunu yansıttığında, karşısındaki yanlış anlaşılmış olmaktan dolayı üzüntü duyar, alınganlık gösterir. Hayal kırıklığı yaşar. İçinde yaşadığı bu duygular elbette ses tonuna, seçtiği sözlere, beden diline varana kadar yansır. İşte birkaç şanssız deneyimden sonra insanlar yanlış anlaşılmaktan korkarak konuşmamayı ve kendini ifade etmemeyi öğrenirler. Bu ilişkide en iyisi hiç konuşmamak, der ve suskunluğu seçerler. Aradaki mesafe sustukça açılır, gittikçe daha da uzaklaşır insanlar birbirinden. Tıpkı iki kıta arasındaki mesafe gibi olur yan yana iki insan arasındaki mesafe. Bilinçli ve sağlıklı bir seçim yapmadan kurulan evliliklerde bu durum, ne çok yaşanır. Yıllardır aynı evde yaşayıp, bir yastığa baş koyan, ama hiçbir ortak yönü, ortak beğeni ve zevkleri bulunmayan, birbirini anlamayan, sevgiyi, mutluluğu hiç tatmamış iki insan arasındaki o mesafeyi düşünüyorum da... İşte en uzak mesafe, bu olsa gerek.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.