Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

large

Φ Yeni Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2
  • Katılım

  • Son Ziyaret

large - Başarıları

Acemi

Acemi (1/14)

  • İlk İleti
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra
  • Bir Yıl İçinde

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. Ressam Nihat KEMANKAŞLI’nın, Oyuncu Pelinsu PİR ile yaptığı söyleşi : www.nihatkemankasli.com www.pelinsupir.com Biraz tiyatrodan konuşalım. Neydi seni oyunculuğa iten? Çok oyun seyrederdim çocukluğumdan beri… Hani şu tiyatro aşığı denilecek türdendim ben. Sonra yetmedi oyunlar okumaya başladım. Kendi kendime çalışırdım oyunları. Bir oyun seyretmeye gittiğimde kendimi o oyuncunun yerine koyar onun kadar heyecanlanırdım. Onun adına korkardım hata yapmasından, onun aldığı alkışla mutlu olur duygulanırdım. Bir gün, yine oyun seyrederken yanlış yerde olduğumu fark ettim. Benim yerim seyirci koltuğu değil, sahneydi onu fark ettim. Ben orda mutlu olacaktım ve öyle de oldu. Oyunculuğa başladığın yıllara geri dönelim. Engelleri atlamak ya da biraz daha açarsak zor mu bu ülkede kendini ispatlamak? Zor olmalı zaten diye düşünüyorum. Hiçbir güzel şeye ulaşmanın yolu kolay olmamalı bence, bir şeyi ne kadar çok isteyerek ve severek yapıyorsan mutlaka karşılığını alırsın. Bu, kendini ispatlamak olabilir, aşık olduğun işi yapmak olabilir, şöhret olmak olabilir ya da sadece mutlu olmak olabilir, ne istediğine bağlı. Sadece yaptığın işi severek, inanarak, doğru yoldan giderek yapmalısın. Benim derdim kendimi ispatlamak değildi, sadece aşkımı yaşamaktı. Bunu senin çok iyi anlayacağını biliyorum resme aşık bir adam olarak ama benim için çok zor oldu diyemem. Doğru yerde doğru zamanda doğru insanlarla kesişti yolum. Benim gibi düşünen, ne istediğimi anlayan ve beni doğru yönlendiren insanlar çıktı yoluma. Başlamaktan çok nasıl ilerleyeceğin önemli. Doğru yoldan gitmezsen yönünü şaşırabilirsin ki bu çok tehlikeli. Levent Ülgen bir söyleşide “Ben sanatçı değilim. Sanatçılık, çok özel bir kavram. İnsanın sanatçı olması için, gerçekten yaratıcı olması lazım. Biz yorumcuyuz, sadece oynuyoruz” demiş. Böyle düşünenlere katılıyor musun? Bu çok göreceli bir şey tabi, çok da uzun tartışılacak bir konu. Tıpkı yumurta mı tavuktan tavuk mu yumurtadan çıkar misali, ama ben aynı fikirde değilim. Çünkü oyuncular da yazılmış bir karaktere ruh katıp, kendilerine göre yorumlayıp ona hayat veriyor ve canlı birer karakter haline getiriyorlar. Bence bu bir şey yaratmaktır. Sanatçı yaratan ve üreten olduğuna göre oyuncu tabi ki sanatçıdır. Arkadaşımız alçak gönüllü davranmış sadece. Öyle görünüyor ki tiyatro daha çok rejisörlerin gibi. Yani oyuncular ikinci planda kalıyor. Günümüz batı tiyatrosunu ve Türkiye’de yapılan tiyatroyu düşünürsek sence de böyle mi? Reji tabi ki önemli ama oyunun ruhunu yansıtan ve yaşatan oyuncudur. Rejisör ne derse desin oyuncu içinden geldiği gibi oynar. Yani yönetmen oyuncunun ve oyunun genel rejisini yönlendirebilir ama oyuncunun oynayacağı karakterin ruhuna bir yere kadar müdahale edebilir. Ben bir rejisör oyuncusuyum, yani yönetmenin beni yönlendirmesinden, rolümle ilgili detayları incelemesinden, benimle uğraşmasından, müdahale etmesinden mutlu olurum. Bu tiyatro için de televizyon ve sinema için de geçerli benim için. Geleneksel Türk Tiyatrosunu da düşünürsek (gölge tiyatrosu, meddah, orta oyunu, köy seyirlik vb.) Türkiye de yapılan tiyatro mu yoksa gönül rahatlığıyla Türk tiyatrosundan söz edebiliriz miyiz? Bu soruda bir fettanlık sezmeme rağmen arkadaşımsın bir torpil yaparız. Şimdi, bence tiyatro tiyatrodur; bu sadece dönemlere bağlı olarak şekil değiştirebilir. Yani köy seyirlik de, ortaoyunu da, vodvil de, fars da birer tiyatro türüdür. “Türkiye’de yapılan tiyatro” diye bir şey olmaz. Sanat evrenseldir. Yanılmıyorsam seninle yapılan bir röportajda “Türk Resmi” değil “Türkiye’de yapılan Resim” denmeli demiştin. Evet Turgay Kantürk’ün bana sorduğu bir sorudan dolayı demiştim. Halâ diyorum. türk resmi diye bir şey olamaz, türkiye’de yapılan resim olur. Sözün özü türk tiyatrosu diye bir şey vardır. Gayet başarılı, eli yüzü düzgün işler yapılmaktadır. Tiyatromuzda çok başarılı oyuncular, yönetmenler, tiyatro adamları, sahne gerisinde gayet başarılı ışık yönetmeleri, kostümcüler, dekoratörler bulunmaktadır. Ayrıca Türk Tiyatrosu bizleri yurt dışında da çok başarılı bir şekilde temsil ediyor ve talep ediliyor. Bu da Türk Tiyatrosu’nun varlığını ispatlıyordur sanırım. Peki sen öyle diyorsan öyledir. Aynen öyle. Türkiye’nin şiirsel ve mitolojik geçmişi çok kapsamlı olmasına karşın Türk Tiyatrosu’nun geçmişindeki öğelerden yararlandığını söyleyebilir miyiz? Yoksa plastik sanatlarda, sinemada olduğu gibi tiyatroda da yüzümüz batıya mı dönük? Her zaman yüzümüzün bir tarafının batıya dönük olmasında fayda var. Tabi bu demek değil ki kendi geçmişimizi, örfümüzü, adetlerimizi, geleneklerimizi unutalım. Ama dünyada olan gelişmelerden ve yeniliklerden de haberdar olmalı ve bunlardan faydalanmalıyız. Her alanda olduğu ve olması gerektiği gibi. İsteğim ve umudum sadece iyi şeylerden feyz alınması. Bu okuyuculara notumdur, ben arada böyle eski kelimeler söylüyorum, röportajı yapan Nihat Kemankaşlı sevgili arkadaşım, bir donup kalıyor, ne demek istedi şimdi Pelinsu diye… Allahtan meraklı, biraz geçtikten sonra hemen soruyor “Pelinsu düstur neydi” diye… Neyse dağıtmayayım konuyu, ciddiyet de lazım. Ne diyordum, geçmişimizden tabi ki faydalanıyoruz ve faydalanmamız da gerek, çünkü geçmişi olmayan bir toplumun geleceği de olamaz. Bu lafı mecliste söyleseydim alkış alırdım. Harcanıyorum buralarda. Düstur(genel kural) nedir diye sorarken acaba sen kullandığın kelimeyi biliyor musun özellikle sordum fark etmeliydin. Harcadın beni iki dakikada. Aynı yaştayız ve genelde aynı şeylerden feyz alıyoruz güzelim. Ha ha haa Parçalarım seni… Seninle yaklaşık yedi yıldır tanışıyoruz. Oynadığın oyunlarda ve rollerde ki seçiciliğine de tanık oldum. Bir oyuncu için popüler kültür göz önüne alındığında seçici olmak dezavantaj olmuyor mu? Bu tavrının sana getirisi neler oldu? Bu hepimiz için geçerli değil mi Nihat? Yani sen de böylesin, seçici olmak çok şey kaybettiriyor gibi gözükse de en önemli bir şey, en azından kendini kaybetmemiş oluyorsun. İlkelerini, hedeflerini, kendine ve işine olan saygını kaybetmiyorsun. Kaybettiğin sadece iş ve para oluyor. Eh , istemediğim bir işi keyif almadan yapıp ve kendimden taviz vereceksem, varsın olsun daha az iş yapıp az para kazanayım. Ama mutlu yaşayayım. Aynı fikirde misin derdim ama olduğunu biliyorum. Yine de bilmeyenler için soruyorum, aynı fikirde misin? Kesinlikle sana katılıyorum. Ama seçici olacağız diye de çok ağır bedeller ödüyoruz çoğu zaman. Her şeye rağmen yaşamda ‘doğru’ durmak gerek. Eğrilmeden. Ama böyle düşünmeyen ya da uygulayamayan insanlara da saygım var. Çünkü herkesin bir nedeni vardır bir şey yaparken. Hayat bu mecburiyetler ve zorluklarla dolu, kimseyi yargılamaya hakkımız yok bence. Yani bir insan kirasını ödemek, çocuğuna süt almak mecburiyetindeyken ve başka şansı yokken ona neden o işte oynadın, çok kalitesizdi demeye hakkımız yok. İnsanlar bir yere kadar dayanabiliyorlar ne yazıktır ki… Ama gerçeklerden kaçış yok değil mi? Sanırım bu durumda seçme şansımız olduğu için şükretmeliyiz sadece… Ayrıca birçok oyuncudan farklı olarak plastik sanatlara olan ilgini de biliyorum. Sanatçı atölyelerinde ve sergi açılışlarında seni görmek mümkün. Sence neden oyuncular bu kadar uzak biz ressamlardan? Kültürel alt yapının eksikliği gibi geliyor bana. Bunun nedeni neden keyif aldığınla ilgili sanırım. Hiç bir yemeği tatmadan tadını öğrenemezsin. Merak ve öğrenme isteği, ama en önemlisi de birilerinin teşvik etmesi. Yaşadığım yer ve bulunduğum çevre de bunu destekledi tabi. Bu konuda şanslıyım. Senin gibi, yani Nihat Kemankaşlı, İbrahim Çiftçioğlu, Temür Köran, Mustafa Horasan, Alp Tamer Ulukılıç, Bayram Gümüş, Özgür Korkmazgil gibi sanatçılarla tanışmam… Resimle ilgilenmeme ve ufak çapta da olsa koleksiyoner olmamda Turgay Kantürk’ün ve Levent Tülek’in etkisi büyüktür. Onları da atlamamak lazım. Yalnız plastik sanatlar değil, örneğin edebiyata da ilgi duyarım ve takip etmeye çalışırım. Anlayacağın hala açım ve her şeyin tadına bakmaya çalışıyorum. Ayrıca sadece bir oyuncunun değil sanatla uğraşan herkesin tüm sanat dallarından haberdar olması gerekir. Yani sadece oyuncularla ilgili bir eksik değil bu. Hayatında hiç tiyatroya gitmemiş ressamlarla da ilgili… Haklısın. Haklıyım tabi ayol. 90’lı yıllar. “Kim Bunlar” ile yakaladığınız başarı ve hayran kitlesi. Sonrasında o kitle hala hayranlıklarını koruyorlar sizlere karşı. Neydi “Kim Bunları” bu kadar başarılı yapan şey ? Televizyonun ilk gençlik dizisi olması ve ilk kez gençlerden oluşan kendi starlarını yaratmış bir komedi programı olmasının etkisi büyüktür “Kim Bunlar” ın bu kadar efsane olmasında. Bizler, bizi seyreden gençlerden biriydik, onlardandık, yani onların güldükleri şeyleri anlatıyorduk. Onların dilinden konuşuyorduk. Gençler ilk defa bir işte fonda martı olmaktan kurtulmuş, kendi işlerini yapıyorlardı. Farklıydı, komikti, zekiceydi, absürttü ve anarşist bir işti. Tabi işin başında Ali Poyrazoğlu gibi bizleri doğru yönlendiren, bu işi iyi bilen bir ustanın olması büyük şanstı bizim için. En önemlisi, o bize güvendi çünkü ciddi anlamda hepimiz nerdeyse çocuk yaşlardaydık ve zoru başardık. Farklı, eli yüzü düzgün ve ilkleri yapıyorsan unutulmak biraz zordur. Daha sonrasında da bizler iyi şeyler yaptık ya da yapmaya çalıştık diyeyim. Ki hala hepimiz bir yerlerdeyiz . Şimdi düşünürsek Levent Tülek, Levent Kazak, Nilüfer Açıkalın ve Peker Açıkalın, gerek televizyonun, gerek tiyatronun, gerekse sinemanın hatırı sayılır isimleridir. Arkadaşlarımla gurur duyuyorum. Geriye dönüp şöyle bir tarihe baktığımızda, büyük kadın sanatçılara rastlamamıza karşın, bunların sayısal yönden erkeklere oranla daha az olduğu görülür. Sence bunun nedeni ne olabilir ? Bu, dünyada yüzyıllardır erkek egemen bir durumun varlığının açık bir kanıtıdır. Ancak burada da bir ironi var. Yüzlerce erkek ressam var ama Frida Kahlo kadar belki de etkileyememişlerdir dünyayı. Ya da Greta Garbo dersin, ama o dönem için onun karşısına onun kadar büyük bir erkek ismi zor koyarsın. Bu da gösteriyor ki neden tamamen sosyolojik. Ama burada bir şey daha ifade etmem gerekiyor ki sanatçının kadın ya da erkek diye sınıflandırılması bana tuhaf geliyor. Belki de kadınların sayıyı eşitlemek için daha çok çalışmaları gerekiyor. Valla ben elimden geleni yaptım. İlk defa bir kadın olarak erkek işiymiş gibi görülen stand upı yaptım. Daha doğrusu kadınların da bunu yapabileceğini gösterdim. Ama arkamdan gelen olmadı, ben ne yapayım? Benim yok muydu çamaşırım, bulaşığım? Ama ben arada gidip stand up ımı da yaptım elimin hamuruyla… ha ha ha! Pelinsu Pir dominant bir kadın. Sahne de, TV’de ve gündelik hayatta da bana öyle yansıyor. Peki sence? Bence bana bir cevap verebilmek zor ama deneyeyim bari. Şimdi tabi sahne ve tv için bunu söyleyemem çünkü oralarda farklı karakterler oynuyorum yani ezik bir kadında oluyor despot bir yurt yöneticisi de. Ama özel hayatımda dominant bir karakter olduğum söylenebilir çünkü hayatımın kontrolünün bende olmasını seviyorum ama sert köşeleri olan bir insan değilim. Sade duygularım yerine mantığımla yaşıyorum bir terazi burcuyum adaletten dürüstlükten ve sevgiden yanayım. İnsanın hiç bir zaman tamamdır ben buyum ve bu kadarım dememesi gerektiğini düşünenlerdenim. Her zaman öğrenilecek yeni bir şey törpülenmesi gereken iyi ya da kötü bir yanımızın olduğunu düşünür ve bunu kendimde uygulamaya çaba sarf ederim. Anlayacağın henüz talebeyim hayatta ve sanırım hepte öyle kalacağım bundan da inanılmaz mutluyum. Tabi ben bunca şey anlattıktan sonra beni tanıyan biri olarak ne yaptın be güzelim ben seni hiç böyle tanımamışım diyebilirsin o yüzden seninde yorumlarını alabilir miyim arkadaşım. Seni yanlış tanımışım arkadaşım. Şaka bir yana kesinlikle kontrolün sende olmasını seviyorsun ve bu sana ayrıca yakışıyor. Peki, iş hayatında da mantığın mı ön planda yani bazen de arkadaşımdır kıramam kabul ederim projeyi der misin? Eskiden yapardım sonra gördüm ki bu bana zarar veriyor ve istemediğim işlerde mutsuz oluyorum oysa benim yola çıkış amacım daha öncede söylediğim gibi âşık olduğum işi yaparak mutlu olmaktı. Baktım olmuyor kimseyi kırmadan bu konuda tavrımı koydum artık içime sinmeyen mutsuz olduğum keyif almadığım hiç bir şeyi yapmıyorum yapmamaya çalışıyorum tıpkı özel hayatımda da olduğu gibi. Özel hayat nasıl gidiyor? Çok özeli soruyorum? Özel hayatım adı üstünde bana özel canım bunu geçelim şaka tabi hayattaki tek düsturum mutluluk huzur ve sağlık buna göre yaşıyorum bu yüzen binlerce şükür çok mutluyum. Magazinsel sorulardan uzaklaşsak iyi olacak anlaşılan? Zaten benim gibi bir adamada yakışmıyor böyle sorular değil mi? Şaşkınlık içerisindeyim zaten. Sen ve magazin, ben ve magazin bence arkamıza bakmadan kaçalım bu sorulardan. Ciddileşelim o zaman? Dozunda olsun şekerim. Soranda cevaplayanda sıkılmasın. Yani çok ciddi sorarsan son röportajın olabilir. Arkadaşım bende çok sıkıcı biri olarak akıllarda kalıp yıllarca aslında ben bu değilim diye dolanabilirim sonra birbirimize girmeyelim sen yaptın senin yüzünden diye. Sıkıcı olmak mı? Seninle bağdaştıracağım en son şey. Sen tanıdığım en güzel en eğlenceli kadınsın. Bu da okuyucuya notumdur biz arada birbirimizi motive etmeden duramayız tabi böyle yaparak ağzımdan daha çok laf alabileceğini sanıyor ama yanılıyor biz ne diyelim karşılığında, sağ ol arkadaşım sende benim tanıdığım en eğlenceli adamlardan birisin. Teşekkür ederim arkadaşım. Tamam, konumuza geri dönelim bu kadar şamata sanırım yeter. Okuyucular da şaşıracak iki sanatçının konuştuklarına bakın diye. Oyunculuğa profesyonel anlamda başlayalı kaç yıl oldu? Net cevap veremem yaşım ortaya çıkar. 1987 de ilk profesyonel olarak sahneye çıktım hesapla ama arkadaşına torpil geçerek neyse ki daha 10 yaşındaydım gencim güzelim. Tam senden beklenen cevap. Dominantsın aynı zamanda zekisin. Harikasın. Şaka tabi ki 16 yaşındaydım artık siz çıkın işin içinden. Okuyucu hesaplasın ben karışmak istemiyorum bu yaş meselesine. Başımı seninle derde sokamam. Bak bu çok doğru. ‘Kızlar Yurdu’ dizisinde bu güne kadar oynamadığın zor bir karakteri canlandırıyorsun, katı bir yurt müdiresini biz seni geçmişten beri komedi oynarken görmeye alışmıştık neden böyle bir rolü kabul ettin ve bu rolü giyebilmek senin için nasıl bir süreçti ? Evet Sürreya karakteri benim için değişik bir deneyim oldu çok köşeleri olan bir kişilikti; kendine göre kuralları olan asla hiç bir konuda taviz vermeyen, insan ilişkileri çok kısıtlı ve katı yalnız bir kadın. Kısaca onu canlandırmak kolay gibi gözükse de zor bir roldü. Ama ben rolün yani Sürreya’nın daha çok duygusal yanını yakalamaya çalıştım. Böyle bir kadın var ama bu kadın neden böyle ona bir geçmiş yazdım kafamda nedenler yarattım böyle olmasını saklayan ve aslında Sürreya’nın çok duygusal ve anaç olduğunu gördüm. Rolü çok sevdim ve severek oynuyorum aslında biraz kendimede benzetiyorum Sürreya’yı. Ve tabi başka etkenlerde var. İşi Altıoklar Film yapıyor olması, çok sevdiğim ve yaptığı işi beğendiğim Ceyda Demir’in yönetmen olması, pırıl pırıl gencecik oyuncuların ve deneyimli usta oyuncuların oynaması, teknik ekibimizin profesyonel bir kadrodan oluşması gibi. Seni uzun zamandır dramalarda oynarken görüyoruz, örneğin Sultan Makamı, Savcının Karısı, Kızlar Yurdu. Artık komedi oynarken göremeyecek miyiz ? Kendimi asla kısıtlamıyorum bu konuda, bu bilerek yaptığım bir tercihti yani drama da oynamak çok uzun süre hep komedi dizilerinde oynadım ve kendimi birde drama da test etmek istedim aradaki farkı yaşamak istedim ve şunu gördüm ki her zaman denildiği gibi drama oyunculuğu daha zor dur. gerçek şu ki kesinlikle komedi oyunculuğu ç daha zormuş komedide daha inandırıcı olmak zorundasınız çünkü güldürmek ağlatmaktan daha zor dur.Yani komedi drama diye ayırmıyorum içime sinen mutlu olacağım her projede oynarım gördüm ki her ikisini de iyi yapıyormuşum Peki bu iş dışında yeni bir proje var mı ufukta ? Yeni projeler geliyor. Bunlardan içime sinen, çok beğendiğim, düşündüğüm yeni sezona iki proje var. Bir de tiyatro projesi, bakalım hep beraber göreceğiz. Moda’dan bahsedelim mi? Ne zaman taşınmıştın Cihangir’den buraya, ben hatırlayamadım; Moda ve Cihangir farkını da öğrenmek isterim senden. Moda anlatılmaz yaşanır ben 8 sene önce taşındım modaya yanlış anlaşılmasın ama ben sonradan cihangirli olanlardan değilim tam tersi orda doğdum ve büyüdüm ama bir süre sonra cihangirin beni yorduğunu sezdim. Cihangir gecenin çok yoğun yaşandığı ne kadar kalabalıkta görünse çok yalnız olduğun bir yer haline geldi bende sürekli tüketir üretemez oldum çünkü çok albenisi olan ve baştan çıkartıcı bir yer tam da o dönemlerde modaya geldim bir vesileyle. Aylardan yazdı yemyeşil bir yoldan ıhlamur kokuları içinden geçtim, moda benim içimden geçti, o anda "oh huzur bu herhalde kesinlikle burası olmalı" dedim. Kalabalık olmamasına rağmen kendimi bir dolu hissettim ve karar verdim aradığım yer orası burası, tamamdır dedim. Modaya taşındım. İyi ki’de taşınmışsın. Seni tanıdığım için çok mutluyum. Söyleşi içinde çok teşekkür ederim. İyi ki varsın. Ben de senin gibi bir arkadaşım olduğu için çok mutluyum. İyi ki taşınmışım. Teşekkür ederim, umarım okuyucularda keyif alırlar. Benim için gayet samimi ve keyifli bir söyleşiydi diğer yazılarını dört gözle bekleyeceğim başarılar. Ben de sana başarılar diliyorum. Akşam Son Gemi’de görüşürüz.
  2. www.nihatkemankasli.com www.leventtulek.com Ressam Nihat Kemankaşlı ile oyuncu Levent Tülek sanattaki ‘sihri’ 25 dakikaya sığdırdı. Bildiğiniz gibi Levent Tülek’i 90’lı yıllardan bu yana televizyon da skeçlerde ve komedi dizilerinde izlemekteyiz. Üç yıldır da “Cennet Mahallesi” adlı dizi de Rıza rolünde karşımıza çıkmakta. Ayrıca tiyatroya 25 yılını vermiş bir sanatçı Levent Tülek. Güzel bir Mayıs günü sizlerle paylaşmak için Moda İskelesi’nde keyifli bir söyleşi yaptık. Sanatı ve hayatı konuştuk Çocukluk yılların… Mutlu bir çocuk muydu Levent Tülek? Biraz o yıllardan bahseder misin? Evet, çok mutlu ve meraklı bir çocuktum. Çok kitap okurdum. Ama içe kapanık değildim. Vaktimin büyük bir çoğunluğunu sokakta geçirirdim. Zaten bu işleri yapmak için biraz sokak çocuğu olmak ve sokağı bilmek gerekmez mi? Babam çok kitap okuyan bir adamdı; herhalde ondan çok etkilendim. Kendi dünyası olan ve sürekli bir şeyler yaratma isteği olan bir çocuktum. Bir şeyler yazar, çizer, oynar ve o yılların popüler çocuk dergisi Doğan Kardeş’e şiirler öyküler yollardım. O yıllarda dergilere gazetelere bir şiir yollama modası vardı, hayal meyal hatırladığım kadarıyla. Ama bu çok naif bir durumdu. Yazılarımın yayınlanması (henüz ilkokuldaydım) bana sosyalleşme ve sanatla uğraşmanın karşılığında bir dışa açılma ve herkes tarafından beğenilme armağan ettiğini gördüğümde sanatçı olmaya karar verdim. Arkadaşlarıyla iyi geçinen, kibar, eğlenceli ve esprili bir çocuktum. Sadece biraz sportif açıdan zayıftım, maçlarda beni kenarda oturtmaları da o yüzdendi galiba… İyi ki de oturtmuşlar, hep bir gol atıp gözlerin benim üzerimde olmasını isterdim, bu da yıllar sonra tiyatroyla gerçekleşti… Tabi gollerle değil, alkışlarla… Mutlu bir çocuktum yani kısaca… Dört erkek kardeşin en küçüğüydüm ve anneme en yardımcı olan da bendim… Onun naifliği ve hayata bakışındaki pozitiflikten de nasibimi aldım böylece… Oyunculuk serüvenin nasıl başladı? Aslında yukarıda anlattığım gibi çocukluk yıllarında başlayan bir şeyleri tamamlama duygusuyla başladı. Ama gerçekten oyuncu olma isteme bilincim Fenerbahçe lisesinde tiyatro kolunun aktif üyesi olmamla başladı. O dönemde, 12 Eylül öncesi rüzgarıyla lise tiyatrosunda, Gorki’ler, Brecht’ler, Orhan Kemal’ler falan oynuyorduk… Bu arada deli gibi İstanbuldaki tiyatrolarda oynanan oyunları takip ediyorduk… Dostlar Tiyatrosu, Ali Poyrazoğlu, Ferhan Şensoy-Ortaoyuncular, Devlet ve Şehir Tiyatroları mabedimiz olmuştu… Ha, Kenter Tiyatrosu var tabii… Bir süre gözüm tiyatrodan başka hiçbir şeyi görmezken kendimi daha sonra hocalık yapacağım Kadıköy Deneme sahnesinde buldum ve tiyatroya yarı profesyonel adım atmam da burada oldu. Üniversite okurken Hadi Çaman Yeditepe Oyuncularına, ikinci üniversitemi okurken Ali Poyrazoğlu’na, üçüncü üniversitemde ise Dormen Tiyatrosu’na profesyonel olarak katıldım… İşte böyle rüzgar gibi girdim oyunculuk hayatına… Ha, bu arada Kadıköy Deneme Sahnesi’ne girişim 1980… Yani oyunculuk serüvenimin başlaması tam 27 yıl önce olmuş… Yani ben kundaktayken… Öyle sayılır. Daha 15 yaşındaydım. Aile’nin desteği oldu mu o yıllarda ? Ailem anlamadı ki ne yaptığımı… anladıklarındaysa oyuncu olmuştum zaten… Şaka bir yana hiç köstek olmadılar tam tersi çok yardımları oldu… Zaten çok okuyan, sosyal ve sanat seven bir ailede yetiştim. Üç ağabeyim de üniversite mezunu, hepsi başka meslekler yapıyor. Tek deli ben çıktım yani aileden, yoo aslında bir de Vedat Tülek var; ama onu başka zaman anlatırım. Biliyorsun ki ülkemizde birçok aile, eğitim ve kültürel yetersizliklerinden dolayı yetenekli çocuklarını “Aç Kalırsın” diye sanattan uzak tutmakta. Eminim iki çift lafın olur böyle düşünen ailelere… Artık ailelerin böyle düşündüklerini pek sanmıyorum. Ama kapitalist sistemde gerçekten bir meslek sahibi olmak demek, ticaretin ve kapitalin kıyısında duruyor olmak demek. Böyle düşününce de sanat bunların uzağında kalıyor doğal olarak… Yani kısaca ailelerin karşı çıkması pek de haksız değil hani… Ama şuna da inanıyorum ki, özel insanların yaptıkları bir şeydir sanat… Bir şeyler yaratma denen yüce duyguyu ancak sıra dışı insanlar yapabilir… O yüzden burada kişinin kendi çabası ve kararlığı çok önemlidir… Aile hep sıcak çorba, mutlu yuva, torun torba ekseninde döner. Güzeldir de bu duygular… Sanatta ise bu sıcaklığın uzağından bakma, daha teatral söyleyecek olursak yabancılaşma duygusu hakimdir. Tiyatro aşığı bir oyuncusun… Her oyun öncesi ve sonrası karşılaşmalarımızda, gözlerindeki ışıltıdan bunu anlamak mümkün. Bu mutluluğu nasıl anlatırsın? Vallahi, aslında bu devirde daha da romantik bir iş haline geldi bizimkisi. Televizyon başta olmak üzere, insanların çok kolay ulaşabildikleri görsel materyaller varken, insanların evlerinden çıkıp bir tiyatro salonuna gelmeleri gittikçe güçleşmeye başladı. Dolayısı ile tiyatroların ve tiyatrocuların işleri güçleşmeye başladı. O yüzden de daha özel bir iş halini almaya başladı… Açık söylemek gerekirse ben bu özelliğinden ve aykırı durumundan çok hoşlanıyorum tiyatronun. İnsanların salona gelip birden o günlük, magazinsel ve sıradan görsel dünyanın dışında canlı kanlı bir iş görmeleri ve şaşırmaları benim çok hoşuma gidiyor. Sanat şaşırtmak değil midir zaten bir başka tarifiyle de? Ben de işte bu kadar zor, özel ve aykırı bir işi yapabildiğim için çok mutluyum… Uzun yıllar özel tiyatrolarda oynadın. Son üç yıldır da Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda… İkisi arasında bir değerlendirme yaptığında (oyun seçimleri, seyirci, çalışma şartları vb…) neler söylersin? Ödenekli tiyatro yani benim oynadığım kurum adıyla Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda oynamak çok avantajlı tabi. Çünkü başta ticari kaygısı yok. Tiyatronun kuruluş amacı, insanları tiyatroya çekmek ve bunun için bir ödenekle kurulmuş; süre giden bir yapı. Biz orada sadece işinizi düşünüyorsunuz. Oyuncu rolünü, yönetmen rejiyi, dekoratör dekoru, müzisyen müziğini düşünüyor; böylelikle ortaya özenli ve iyi çalışılmış işler çıkıyor. Özel tiyatroda ise kafadan bir bütçe problemi var. Salon kirası, ilan parası, eleman maaşı, vergiler, giderler vs. vs. Bunları düşünmekten ve boğuşmaktan eforunuzun tamamını yapacağınız prodüksiyona ya da rolünüze verememe riski var… Ama tabi özel tiyatroda koyacağınız oyunların da daha özgür bir yanı var. Böylelikle oradaki işlerinizin coşkusu ve niteliği de başka türlü oluyor. Özel tiyatro repertuarını yapmada daha özgür ve dışa dönüktür. Ödenekli tiyatrolar biraz daha seçici ve kamu yararını da gözeten bir repertuar yapmaya gayret ederler. Yani ödenekli tiyatroda çok başınıza buyruk davranamazsınız. Kurullar, dramaturglar ve yönetmelikler vardır. Ama her iki alanda da tek bir amaç vardır; seyircinin tiyatroya gelmesi. Bu yüzden her türlü çaba çok değerlidir. Bu sezon Bakırköy Belediye Tiyatrolarında, Turgay Kantürk’ün yönettiği, Orhan Kemal’in romanından uyarlanan “Tersine Dünya” adlı oyunda oynuyorsun. Kapalı gişe oynayan Lions Ödülü’nü alan ve “Afife Jale Tiyatro Ödülleri’ne iki dalda aday olan bu oyundan ve rolünden bahseder misin? Orhan Kemal’in “Tersine Dünya”sı ilk kez Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda sahneleniyor. Bir roman uyarlaması olan oyunun sahnelenmesinin ve başarı kazanmasının en büyük payı kuşkusuz rejisörümüz Turgay Kantürk. Ayrıca birbiriyle çok iyi anlaşan bir oyuncu kadrosunun da eklenmesiyle ve uzunca bir emeğin karşılığında bu senenin en iyi prodüksiyonlarından biri ortaya çıktı. Oyun kadınların ve erkeklerin toplumdaki rollerinin yerlerinin değiştirilmesi fantezisi üzerine kurulu. Erkekler evde oturup çocuk bakıp, temizlik yapıp, yemek yaparken, kadınlar ise işte, sokakta ve meydanlarda kadın kimlikleriyle var olmaya çalışıyor. Aslında değişen pek de bir şey yok. Toplumsal çarpıklıkların hepsi her iki cinste de kayırma yapmıyor, herkes her türlü yaşam koşulunun altında eziliyor. Ve bundan da çok eğlenceli, sözü olan ve görkemli bir oyun doğuyor. Gül Onat ile başrolü baylaştığımız oyunda ben Bitirim Leyla’nın kocası Süleyman’ı oynuyorum. Karısı hapse girince çocuğuyla ortada kalan ve bir işe girip çalışmak zorunda kalan evine ve karısına son derece bağlı ve namuslu bir adam. İş yerinde kadınlardan taciz görüyor, eziliyor ve mahallede adı çıkıyor. Çok keyifli bir rol Süleyman… Ben de çok severek oynuyorum. Bugün hepimizin farkında olduğu bir şey var; kadın ve erkeğin rollerinin değişmesi, yaşanan aile problemlerinin en önemli sebeplerinden biridir. Kadının erkek, erkeğin de kadın kategorilerinde değerlendirildiği bir garip hali yaşıyoruz. Orhan Kemal’in 20 yıl önce bunu görüp romanlaştırması da güzel değil mi? Oynadığın rolü de düşünürsen, sanatçı gözüyle bu rol değişimini sen nasıl değerlendiriyorsun? Bu problem aile içi olmaktan öte sosyal bir durum. Kadın ve erkeğin rollerinin değişmesindeki tek fark erkeklerin ataerkil ve maço bir düzende kadınların neler çektiklerini anlaması bence. Orhan Kemal’in romanı ve bizim oyunlaştırdığımız “Tersine Dünya” meseleye tam da buradan bakıyor. Rejisörümüz Turgay Kantürk’te aile içindeki değişimin mizahi yönünü abartmaktan ziyade bu sosyal-sınıfsal farkın çarpıcılığına eğilmeyi tercih etti zaten. Bence bu düzende erkek ya da kadın olmaktan ziyade, toplumda taşıdığın rol daha önemli. Ha, bu benim iyimser bakışım aslında… Hala sokaklarda kadınlar töre yüzünden kurban ediliyorlarsa, kadın erkek değişiminden ziyade, cehalet ve çürümüşlüğün sorgulanması daha doğru bence… Seni, 90’lı yıllarda “Kim Bunlar”dan başlayarak birçok kabare ve skeçte ve en son da “Cennet Mahallesi” adlı dizi de Rıza rolüyle komedi oynarken başarıyla izliyoruz. Tiyatroda da dram oynarken de başarıyla izledim. Seni tv’de dram oynarken görebilecek miyiz ? Sanırım “rol yapışması” oyuncuların sevdiği bir şey değil? Bir oyuncu her türlü rolü oynamak ister. Ben de onlardan biriyim. Ama maalesef bu ülkede yaşayan oyuncular olarak hiç birimiz bu lükse sahip değiliz. Maddi nedenlerden dolayı böyle bir tercih yapma durumumuz ortadan kalkıyor. Televizyonlardaki reyting savaşları yüzünden yapımcılar da kendilerini riske atmak istemiyorlar. Komedide kabul edilmiş ve tanınmış bir oyuncuyu drama da oynatıp seyircinin kafasını karıştırmak ve bir başka deyişle kumar oynamak istemiyorlar… Halbuki bence komedi oynayan bir oyuncu her türlü karakteri başarıyla oynar. Komedi oynamak, yumuşaklık, zeka ve sempati gerektirir. Aklını kullanan bir oyuncu her rolün altından ustalıkla kalkar. Örneğin ben Aydın Bulut‘un yönettiği Hızlı Adımlar adlı bir tv filminde drama da oynadım ve Levent Tülek’in drama da da başarılı olabileceğini gösterdim ya da seninde söylediğin gibi tiyatroda oynadığım rollerle bunu kanıtladım sanırım Sevgili Levent, biraz oyuncu kimliğinden uzaklaşıp Plastik Sanatlara olan ilginden konuşalım mı? Ressamlar ile dostluğun var ve onları takip edip zaman zaman da koleksiyonuna resim katıyorsun. Ülkemizde az görülen bir yakınlaşma. Bizlerin oyuncuları takip ettiği kadar, keşke oyuncularda bizleri(ressamları) takip etseler... Biz oyuncuların en büyük eksiği de bu zaten… Hayatı tiyatrodan ve dizilerden ibaret sanıyoruz. Oysa sanatçı olmanın, aydın bir insan olmanın, ya da hepsini bir yana bırakın, insanın kendi hayatını zenginleştirmesinin gerekliliği olan birçok şeye kapalıyız. Plastik Sanatlar, edebiyat, bilim vs… Bence oyuncunun hiçbir alanda cahil olmaması lazım. En sosyal meslek olarak kabul edilen oyunculuğun sosyallik alanından faydalanıp hayatımızı renklendirmemiz, zenginleşmemiz ve donanım sahibi olmamız bizim elimizde… Ben şanslıyım. Çünkü bir sürü ressam, heykeltıraş, şair ve yazar arkadaşım var. Hepsi ile birlikte hayatım zenginleşiyor, ben de kendi bilgilerimle onların hayatını zenginleştiriyorum… Birbirimizden etkilenip zaman zaman güzel işler üretebiliyoruz… Ayrıca tüm oyuncu arkadaşlarıma resim almalarını salık veriyorum. Akıllı olanlar bu öğüdüme uyuyorlar… Bu kıyağımı da unutmayın… Ha, bu arada, tüm ressam arkadaşlarımın da tiyatrolara gitmelerini öneriyorum… Sadece oyuncular değil bence plastik sanatlarla uğraşan herkesinde sahne sanatlarına yakın olması gerekiyor… Peki takip ettiğin, sevdiğin sanatçıları(ressamları) öğrenmek ister okuyucular.? Nihat Kemankaşlı tabi ki... Temür Köran benimle röportaj yapmadığına göre... Ha ha... İbrahim Çiftçioğlu, Harun Antakyalı, Mustafa Horasan, Rafet Ekiz, Alp Tamer Ulukılıç, Saim Erken... Eskilerden Burhan Uygur, Adnan Turani, Fikret Mualla, Avni Arbaş ve daha niceleri... Çok da bağnaz değilim... Her türlü ressamın iyi resmini severim. Seçici bir tarafında var ama, tıpkı oyunculuğunda olduğu gibi... biraz iyi niyetli cevap oldu gibi geldi bana... Eh... Resme çok amatörce ilgi duyuyorum, oyunculukta ise profesyonelim... Figür resmi ya da non figüratif diye kalıplarım yok.... Sonuçta resimden algıladığım ve estetik olarak duyduğum şeydir önemli olan... Tabii ki resim sever ve amatör bir koleksiyoner olarak her ressam arkadaşımdan yeni bir şey öğreniyorum, bu yetmez mi onları ve resimlerini beğenmem için. Evinin duvarlarına baktığımda hiç te öyle değil Levent. Sen bu konuda mütevazı olmak istiyorsun... Fark ettim de ne kadar resmi bir söyleşi oldu değil mi ? Oysa sen, Pelinsu Pir, Turgay Kantürk bir araya geldiğimiz akşamlar bu konuları daha eğlenceli bir şekilde konuşuyoruz. Gerildik mi ne ? Yok be abiciğim... Geyik muhabbeti olmasın diye biraz da kitabi olalım dedik. Yoksa burada Turgay Kantürk'ün mutfağını ve misafirperverliğini de konuşuyor olabilirdik ya da pilavın tereyağlı olup olmadığını... İşte ben bu cevabı çok sevdim… Dışarı da ise kimin daha bonkör (Nihat Kemankaşlı) olduğu ise bir röportaj değil başlı başına bir araştırma konusu... Mesela Haydarpaşa Gar'da… Şimdi buna verilebilecek cevap zor tabii... Ben hemen konuyu başka yere çekip söyleşiyi tamamlamak istiyorum. Sevgili Levent yeni projelerin var mı? Gelen bir kaç teklif var... Tabi ki televizyonla ilgili... Sinema işi olarak da kısa filmleriyle çok konuşlan Barış Bayraktar'ın ilk uzun metraj filminde oynayacağım... Bu arada bir kitap çalışmam var... Ekim gibi piyasada olur diye tahmin ediyorum... Tiyatro olarak da "Tersine Dünya" şimdilik devam ediyor... Bakalım bu yeni projeler ne olur... Ha, az kalsın unutuyordum... Pelinsu Pir ve bir iki arkadaşımızla yeni sezonda bir kabare oyunu planlıyoruz. Ama henüz plan aşamasında... Daha ne olsun. Gerçekten benim için çok keyifli bir sohbet oldu... Çok teşekkür ederim beni kırmadığın için! Rica ederim Nihat’cığım... Senin soruların da çok keyifliydi... Umarım okuyucular da aynı keyfi alırlar...
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.