delifırtına tarafından postalanan herşey
-
Halil Cibran & May Ziyade
Ahmet ALTAN Işıkların bütün berrak parıltılarına rağmen içlerinde bir küskünlük taşıdığı, akşam yağmurlarının aniden bastırdığı bu sonbahar günlerinde beni yalnızlaştırıp kederlendiren, adını koyamadığım tuhaf bir şey var. Anlatması zor aslında. Garip ve derin bir özlem duyuyorum ama özlediğim insanın bir adı, bir yüzü yok, bu özlem beni öylesine korkutuyor ki sahibini bulmaya, tanımaya, ona bir beden, bir koku vermeye çekiniyorum, camdan bir kuyuya düşer gibi ellerimi geçirecek bir pürüz bile bulamadan bu özlemin derinliklerine doğru kayarken gözlerimi kapatıyorum. Pencerelerin inanılmaz derecede ışıklı, odaların ise serin ve gölgeli olduğu bu zamanlarda hiçbir yerde durmak istemiyorum, huzursuz bir gitme arzusu sarıyor beni ama nereye gideceğimi de bilmiyorum, gitmek istediğim yerin de bir adı yok ve gitmek istediğim yer birden zihnimde aydınlanıverecek, aniden her şey kararacak ve sanki o yer bir tiyatro sahnesi gibi karanlığın içinde kendi ışıklarıyla tek başına duracak diye ürperiyorum... O yeri bir kere görürsem oraya gitmemem mümkün olmayacak çünkü. Hissettiğim yalnızlık ise ömür boyu bildiğim bir yalnızlık ve o hep aynı görüntüye sahip; bütün öğrencilerinin gittiği, sınıflarının boşaldığı sessiz bir okulun uzun taş koridorlarında bir akşam üstü yalnız başına pencereye dayanıp duran bir oğlan çocuğunun yalnızlığı bu, koridorlar mazot, lizol ve diş macunu kokuyor; yalnızlığımın nedeni ne olursa olsun duygusu ve görüntüsü hep bu, hep aynı saat, hep aynı gölgeleri uzamış akşamüstü, hep aynı boş sınıflar, hep aynı sessizlik, hep aynı koku. Bu derin özlem, büyük bir okulda bırakılmış çocuğun yalnızlığına kelepçeleniyor, çaresizleşiyor, güçsüzleşiyor, üzülüyorum. Üstelik hiçbir tesellisi olmayan bir üzüntü bu. Nedeni yok çünkü. İçine mavi bir ışığın hapsedildiği keskin bir kristal gibi duran gökyüzünden, Göztepe'nin arka sokaklarına, apartmanların minik bahçelerine, inatla açan güllerine, soluk bir pembelikle büyüyen narlarına, portakal ağaçlarına, yol kenarlarındaki akasyalara yansıyan o parlak ve hüzünlü aydınlıkla çoğalacak, yaşadığım sürece benimle dolaşacak bu terkedilmişlik duygusu beni terk etmeyecek. Yüzü, sesi, bedeni, kokusu olmayan birini özleyebilir mi insan? Acıklı bir soru bu biliyorum. Böyle bir şeyin olamayacağını düşündüğünüzü de biliyorum. Ama olabilir bu. İnsanların hoyratlığı yüzünden, "kötü sevişmelerle" hırpalanmış bir sokak ***** gibi aşağılanıp eskitilen "aşk" sözcüğünün üstünde biriken tozları sildiğiniz vakit altından çıkacak olan o görkemli ve karmaşık duygu, derinliğinde o kadar çok sır ve sürpriz saklar ki şaşarsınız. "Ölüm ve hayat" uçlarını birbirine bağlayan, onları birbirinden kopmaktan alıkoyan, ikisine de anlam katan ve ölümü de hayatı da bir saçmalık olmaktan kurtaran tek duygudur belki de. Eğer bu dünyayı yaratan bir güç varsa, onun kudreti ne hayatta ne ölümde çıkar ortaya, onun olağanüstü yaratıcılığı böylesine bir duyguyu yaratabilmesinde, evrenin nerdeyse bütün kaosunu ve esrarını tek bir duygunun içine yerleştirebilmesindedir. Her seferinde yeni ve bilinmez bir hikayeyle gelir karşınıza. Bir çöl peygamberinin nefesini taşıyan ve yazdıklarına o nefesi üfleyen Halil Cibran, tam yirmi yıl boyunca, bir tek kez bile görmediği, bir tek kez bile sesini duymadığı, bir tek kez bile kokusunu koklamadığı bir kadına aşık olarak yaşamıştı. Bir Arap entelektüeli olan, gazete yöneticiliği yapan, Mısır'ın sanatçılarını kendi salonunda toplayan May Ziyade ile sadece "mektuplardan" oluşan bir aşk yaşamışlardı. Büyük bir ihtimalle "ilişki", Ziyade'nin Cibran'ın yazılarına duyduğu hayranlıkla başlamıştı. Sonra yazışmaya başlamışlardı. Harfler, sözcükler, cümleler birbirini hiç görmeyen iki insanı tutkulu bir biçimde birbirine bağlamıştı. Hiç buluşmadılar. Hiç karşılaşmadılar. Ama aralarındaki "aşk", Cibran öldüğünde May'e "Hiçbir zaman bu kadar acı çekmemiştim, hiçbir kitapta bir varlığın bu kadar acı çektiğini, bu kadar büyük bir acıya katlanacak gücü bulacağını okumamıştım," dedirtecek kadar derindi. Birbirlerine bu kadar tutkunken, birbirlerini bu kadar özlerken neden hiç buluşmadıklarını, neden birbirlerini görmek için çabalamadıklarını hep merak ettim. Korktuklarını düşündüm. Mektuplarını yazarken ruhlarını apaçık ortaya koyabiliyorlardı, neredeyse sınırsız bir özgürlükle her duygularını, her düşüncelerini söyleyebiliyorlardı, kıskanabiliyorlar, kavga edebiliyorlardı; onların ruhlarının önünde, ruhun yolunu kesecek, onu yolundan saptıracak, şaşırtacak bir beden yoktu, hiçbir yere, hiçbir tene sürtünmeden, eskimeden ilerliyordu. Belki de bunu bozmaktan çekindiler. Sadece zekalarının ışıltısıyla birbirlerini etkileyebileceklerini anladıktan sonra bedenlerinin, zekalarının o büyük çekiciliğine ayak uyduramamasından, arzularının, düşüncelerinin derinliğine ulaşamamasından korktular sanırım. Özlediler birbirlerini. Ümitsizce özlediler. May Ziyade, bilmediğimiz mektuplarından birinde belki de bu korkuyu dile getirdiğinden Cibran onu ikna etmeye, korkusunu yatıştırmaya çalışan mektuplar gönderdi. "Bana aşktan korktuğunu söylüyorsun, neden küçüğüm? Güneş ışığından korkuyor musun? Denizin gelgitinden korkuyor musun? Günün doğuşundan korkuyor musun? Baharın gelişinden korkuyor musun? Aşktan neden korktuğunu merak ediyorum. Sıradan bir aşkın beni memnun etmeyeceği gibi senin de sıradan bir aşktan hoşlanmayacağını biliyorum. Sen ve ben ruhtaki duyguları sınırlamakla asla doyuma ulaşamayız. Daha çoğunu istiyoruz biz, her şeyi istiyoruz." Karşılaşsalar, aşkları "sıradanlaşır" mıydı? Aşk sıradanlaşmaz, biter yalnızca. Bitecek bir aşka "sıradan" gözüyle bakıyorlardı belki de. Bitmesin istiyorlardı. Hiç bitmesin. May bazen korkuyor, bazen de aşkını açıkça yazıyordu. "Aşkın eşlik ettiği yoksulluk ve sıkıntılar sevgisiz zenginlikten çok daha iyidir. Bu düşünceleri sana itiraf etmeye nasıl cesaret edebiliyorum. Tanrı'ya şükürler olsun ki bunları söylemeyip yazıyorum, çünkü şu anda burada olsan, hemen geri çekilip uzunca bir süre senden kaçarım ve söylediklerimi unutuncaya kadar da beni görmene izin vermem." Karşılaştıklarında, kaçınılmaz olarak "bir kadın, bir erkek" olacaklardı, Cibran'ın peygamberce sözleri, May'ın derinlikli anlatımı yerini, onlara sıradan geldiğini sandığım "şehvete" bırakacaktı; o mektuplarda kendini gösteren ruhlar, birer beden kazanacaktı ve bedenin sınırları içine hapsolacaklardı. Bu muydu acaba korkuları? Peki, aşk korkar mı? Korkmaz bence. Onlar birbirlerini görmeden aşık oldukları için, aslında "eksik" bir aşk yaşadıkları için, o eksiklik korkuyla doluyordu, bunu gidermek için bazen bir aşığın yazamayacağı kadar parlak bir anlatımla yazıyorlardı. "Güneş ufukta kayboldu, harika şekilli güzel bulutların arasından parlak tek bir yıldız belirdi, Venüs, Aşk Tanrıçası. Bu yıldız da bizim gibi aşk ve arzuyla dolu insanlar mı oturur acaba? Acaba Venüs de benim gibi mi ve kendi Cibran'ı mı var -kendi uzakta ama aslında çok yakında olan güzel varlık- ve acaba o da şu anda, ufukta titreyen alacakaranlıkta, alacakaranlığı karanlığın izleyeceğini ve karanlığı ışığın izleyeceğini ve günü gecenin izleyeceğini ve geceyi günün izleyeceğini ve sevdiğini görmeden önce bunun defalarca tekrarlanacağını bilerek ona mektup mu yazıyor. O zaman o da elindeki kalemi alacak ve karanlıktan, bir adın kalkanına sığınacak: Cibran." Bir aşkın içine başka hangi duyguların sızdığını hiçbirimiz bilemeyiz; aşk herkes için aynı parlak alevli deliliktir ama her aşkın içine sızan duygular farklıdır, insandan insana, ilişkiden ilişkiye değişir. Cibran bir yazardı. Ve onların aşkı "yazıyla" ilerliyordu. May, bir yazarın aşkını sadece yazının çekiciliğiyle ayakta tutmaya çalışmak gibi zor bir iş üstlenmişti ve büyük bir ihtimalle onun aşkına "iyi yazamamak, yazıyla yeterince etkileyememek" tedirginliği sızmıştı. Cibran bir keresinde, "İkimiz de bütün becerileri, yetenekleri, bezemeleri ve düzenlemesiyle konuşma sanatını kullanma eğilimindeyiz. Sen de, ben de, dostlukla konuşma sanatının pek kolay uyum sağlayamadığını anlamak zorundayız. Yürek yalındır, May, yüreğin görüntüleri de temel şeylerdir, oysa konuşma sanatı sosyal bir araçtır. Bu nedenle konuşma sanatından yalın konuşmaya dönme konusunda anlaşalım mı?" Bence, aralarındaki mektuplaşmada "aşkı" en çok dile getiren mektuplardan biriydi bu. Gösterişsiz, süssüz, karşısındakini en yalın, en çıplak haliyle görmek isteyen sade satırlar. Bunu pek başaramadılar. Eğer Cibran'ın istediği bu yalınlığa ulaşsalar, sadece bir ruh, sadece bir zeka olmak tutkusundan kurtulabilseler, bu sadelik içinde ruhları kaçınılmaz olarak bir bedene ihtiyaç duyacaktı o zaman; iki ruhtan iki insana dönüşecekler, aşkı sevişmeden kopartmayacaklardı. Belki yirmi yıl sürmeyecekti ama sürdüğü kadarıyla muhteşem olacaktı. Birbiriyle gizliden gizliye yarışan iki zeka, bedenin sıcaklığını ve şehvetin çılgınlığını da yanına alarak az rastlanır bir aşk yaratacaktı. Buna cesaretleri yetmedi. Yakıldığında görülmemiş kıvılcımlar, renkler, şekiller ortaya çıkartacak bir havai fişeği hiç yakmadan yıllarca ellerinde taşıdılar. Taşıdıkları şeyin değerini biliyorlardı. Ama yandığında ne olacağını hiç öğrenemediler. Belki de bir kere yaktıklarında kaçınılmaz olarak tükeneceğini düşündüler. Yüzünü, sesini, kokusunu bilmeden özlediler birbirlerini. Birbirlerini görmeyerek bir aşka ihanet mi ettiler yoksa bir aşkı kendi arzularından bile mi korudular, bilemiyorum. Şu küskün ışıklı sonbahar gününde, adını, yüzünü, sesini bilmediğim, kendi hayatımın girdabında varlığını dalgaların kapattığı, bazen yalnızca bir siluet halinde sezebildiğim isimsiz bir hayali özlerken bile onların aslında aşklarına "ihanet" ettiklerini düşünüyorum. Ben kimi özlediğimi bile bilmiyorum ama onlar biliyorlardı. Beğenilmemekten çekindiler herhalde. Birbiriyle kaynaşan ruhlarını öksüz bıraktılar, bedensiz bıraktılar, şehvetsiz bıraktılar. Bir hayal olarak kalmak istediler. Sadece bir hayal. Beğenilen bir hayal. Soluk pembe narlar büyüyor, ani akşam yağmurları bastırıyor, ıssız koridorlarda başını pencereye dayayan çocuğun yalnızlığı günün keskin ışığında gösteriyor kendini, loş ve gölgeli odalarda duramıyorum, gideceğim yeri bilmiyorum, neyi, kimi özlediğimi bilmiyorum, cam bir kuyudan düşer gibiyim. Bu keskin mavi ışık yerini yağmurlara bıraktığında ben kurtulacağım. "Hiçbir zaman bu kadar acı çekmemiştim, hiçbir kitapta bir varlığın bu kadar bu çektiğini, bu kadar büyük bir acıya katlanacak gücü bulacağını okumamıştım," diyen May... O, hiç kurtulamayacak.
-
Tam Avucunuzun İçinde
Zamanın birinde iki tane kız kardeş varmış, nasıl akıllılarmış anlatamam. Etrafındaki ve okuldaki tüm bilgi onlara yetmez olmuş. Bir gün anneleri onları dağdaki bilge adama götürmeye karar vermiş. Kızlar, bilge adamla karşılaşınca ona sorular sormaya başlamışlar. Bilge adam bütün soruları doğru cevaplamış: kızlar çok sevinmişler ve annelerinden eğitimleri için bir süreliğine izin isteyerek bilge adamın yanında kalmışlar. Sordukları soruların hepsinin cevabı doğruymuş. Bir süre çok mutlu olmuşlar: ama sonra sıkılmaya başlamışlar, "Bilgenin bilemeyeceğ bir soru bulmamız lazım" diye düşünmüşler. Kızlardan biri bir gün" Buldum! " diye sevinmiş." İki elimin arasında bir kelebek koyacağım ve bilge adama soracağım " Avucumun içinde bir kelebek var. Canlı mı, ölü mü? " " Ölü" derse kelebeği bırakacağım. canlı derse avucumu hafifçe bastıracağım. Her ne derse cevabı bilemeyecek. Kızlardan birisi kapalı tuttuğu ellerini bilgeye doğru uzatmış. Ve sormuş: "Avucumun içinde bir kelebek var: canlı mı, ölü mü? Bilge adam cevap vermeden önce uzun süre kızın gözlerine bakmış, bakmış ve cevaplamış: "Senin ellerinde kızım. Senin ellerinde........." Şimdi bakın hayatınıza ve mutluluğunuza.. Nerede mi? Açın avucunuzu.. Sizin ellerinizde: Tam avucunuzun içinde .."
-
Su an nerdesiniz?
Başka bir alemde...
-
En Gıcık Olduğunuz Üye..
- Fenerbahçe - Galatasaray
Fazla sevinçten sende algılama sorunu oldu galiba hön pardon jönnn...! Görmüyormusun kadıcağaz ağlıyor... Bu arada ben beşiktaş taraftarıyım...- En Gıcık Olduğunuz Üye..
Şu ikisine gıcığım....bi de jöne... Biri daha vardı sahiiii... ay toptan söyleyeyim herkeseeee gıcığım...- Çağrışım
- ÖPÜCÜK, sonsuzluktur cünkü burada 2”nin böleni yoktur...
- İnançla, Umutla Örülü O Şey En Çok O Umurumda
Umurumda değil derdin bir zamanlar Acı da, aşk da, çocuklar da Yıllar sonra şimdi diyorsun ki Acı değil ama Çocuklarla aşk umurumda Çocuklarla aşk Çünkü bir insanı hayata bağlar Öyleyse umurunda her şey Yani karının baş ağrısı Ve afişlemeye giderken sen Üstelik elinde elması da varken Kızının arkandan ağlaması Eskiden derdin ki Ansızın ölüversem bir kazada Umurunda değildi ölüm de hayat da Gerçi ölüm şimdi de değil ama Yaşamak korkunç umurumda Örneğin kahvaltı dahi Etmezdin eskiden sabahları Ama şimdi içtiğin çayın demi Bile ilgilendiriyor seni Bir kız var evinizin karşısında Yaşı geçkin biraz, evde kalmış Her gün, ama her gün pencere kenarında Oje sürer saatlerce tırnaklarına O kızın o pencereden sızıp Sokağa taşan hüznü umurunda Yeni bir bildiri dağıtılacak değil mi Kolay, bildiğin bir iş Ama hayatının en önemli işini yapıyorsun sanki Ellerinde Onca deneyden sonra hâlâ İlk bildiriyi uzatırkenki acemilik ve sevinç Bu umurunda Umurunda her şey Ama sana hayatı yeniden sevdiren Hayatın küçük, sıradan sevinçlerini Acılarını sevdiren İnançla, umutla örülü o şey İşte en çok O umurunda İsmail Uyaroğlu- Beden falı ile karşındakini tanı!
Saçlarınız, kaşlarınız, göz yapınız kısaca bedeninizdeki ufak detaylar, karakteriniz hakkında önemli ipuçları taşıyor… SAÇLAR Sert saçlılar: Akıllı, güvenilir. Fakat çok yufka yürekli olurlar. Yumuşak saçlı erkek: Mantıksız, fettan, patavatsız ve “hep bana” derler. Yumuşak saçlı kadın: Düşüncelerine güvenerek hareket eder. Arzularında ölçülü olur. Aşk konusunda fazla tutkulu olmamakla beraber ilişkilerini sürdürür. Fazla güçlü bir bünyesi yoktur. Siyah, yumuşak omuzlara kadar uzun saçlı erkek: Anlayışlı, kararlıdır. Soğukkanlı dav-ranışlar gösterir. Aşırı eğilimleri yoktur. Karşısındaki ısrarcı olursa tutkulara kapılabilir. Güçlüklerle pek karşılaşmaz. Duygularına bağlıdır. Siyah kıvırcık ve kısa saçlı erkek: Her türlü içkiye aşırı düşkünlüğü vardır. Uyumsuzdur, kavgacı olur. Gönül ilişkilerine başlarken çok isteklidir, sonradan dengesiz davranış¬lar sergiler. Servet edinmeye çok isteklidir fakat hep başarısız olur. Kızıl saçlı erkek: Ölçüsüzdür. Macerayı çok sever, aşk ilişkilerine aşırı düşkün olur. Parayı çok sever fakat hepsini de harcamaktan kaçınmaz. Hiçbir engel dinlemez yorgunluk kelimesinin onda anlamı yoktur. Özünde utangaç ve çekingendir fakat kendini zorlayarak atak ve cesur görünmeye çalışır. Kızıl saçlı kadın: Sabırsızdır, görüşlerini paylaşmayanlardan hoşlanmaz. Gönül ilişkilerinden hoşlanır. Çok konuşur, dedikoduya bayılır. Bünyesi zayıf görünse bile çok dayanıklıdır. Aşırı hareketliliğinden dolayı çabuk yıpranır, uzun ömürlü olmaz. Kumral saçlı kadın: Bünyesi sağlamdır. Emellerinden vazgeçmez. Aşk hayatında tutuk davranır. Dans ve spora çok düşkündür. İltifattan hoşlanır. Genellikle uzun ömürlü olurlar. Sadık olurlar. Güzellikte eşleri yoktur. Kumral saçlı erkek: Nazik, yakışıklı, çevresinde sevilen insanlardır. Sarı saçlılar: Kibirli ve akıllıdırlar, davranışları pervasızcadır. Tartışmayı severler. Gür saçlı insan: Bildiğini okur, anlayış yeteneği gelişmemiştir. KAŞLAR Çatık kaşlılar: Tutucu, batıl inanışlıdırlar. Çevreye uyumda zorlanırlar. Ne zaman ne tavır koya¬cakları belli olmaz. Uzun kaşlılar: Kaşları uzun olan insanlar kendilerini çok beğenmişlerdirler. Çok konuşur ve ceza¬sını çekerler. İçki ve eğlenceye aşırı düşkün olurlar. Her şeye kolayca kanarlar. Değişiklik peşinde koşun¬ca işlerini ihmal ederler. Sık ve uzun kaşlılar: Böyle kaşları olanlar, sevimli insanlardır. Dengeli davranışları vardır. Güvenilir insanlardır. Kendisine yapılmasını istemediği şeyleri başkalarına yapmazlar. Arkadaş ve dostlarına dürüst davranır yardımlarına koşarlar. İş hayatında da başarılı olurlar. Sağlıkları genellikle mükemmeldir, uzun yaşarlar. Ucu ince kaşlılar: Arabozucu fesat olur. Dedikoduyu çok sever. Arası açık kaşlılar: Çevresine iyilik saçmayı sever uyumlu sevecendir. Kavisli kaşlılar: Çekici gönül çelen bir yapısı vardır. Çok can yakar. Arası kapalı kaşlılar: Çok gamlıdır. Çekingen ve kötümserdir. Mutluluk uzağındadır. Düz kaşlılar: Zeki ve başarılı olurlar. GÖZLER Açık renkli, geniş dolgun ve hafif çıkık gözlüler: Anlayışlı olurlar. İnatçı olmamakla beraber bildiklerinden pek şaşmazlar.Aşk konusunda çekingen olurlar. Gizemli hafif içerde gözlüler: Kendilerine hayrandırlar. Övülmeyi severler, zevkleri aşın ve dengesiz olur. Yalandan hoşlanırlar. Başkalarını alt edebilmek için her şeyi göze alırlar. Güvenilmez ve aldatıcı olurlar. Kibirli, fena haindirler. Küçük gözlüler: Hoppa olur. Sözüne güvenilmez. Cimri, sıkılgan, vesveseli olurlar. Büyük gözlüler: Zarif olurlar. Dostları ondan, o dostlarından memnundur. Yumru gözlüler: Oynak karakterli olurlar. Şaşı gözlüler: Hayata bakışlarıda öyledir. Dostluklarına dikkat edilmelidir. Çukur gözlüler: Hain ve merhametsiz olurlar. Bilinmeyeni görmek, esrarlı konuları kurcalamak isterler. İri gözlüler: Her şeyin fazlasını görmek ve bulmak isterler. Merhametli, anlayışlı güvenilir insanlardır. Kendilerine güvenleri tamdır. Çekik gözlüler: Gizemli, zayıf görünümleri altında çok güçlü bir karakterleri vardır. Romantik yönleri ağır basar. Patlak gözlüler: Sevecen, uyumlu ve hayata çok bağlı kişilerdir. Ona yapılmasını istemediği şeyleri başkalarına yapmaz. İyi bir dostturlar. Renklerine göre; Gök gözlü kadın: Can yakıcıdır. Aşklarında değişkendir. Dilber karakterlidir. Ela göz: Düş dünyası geniştir. Kibar, hesaplı, güçlüdür. Siyah göz: Karakteri sağlam, sevecen saygılı, ele avuca sığmayan bir enerji ve coşku dolu insanlardır. Kahverengi göz: Dürüst, dostlukları güçlü, mantıklı ve iş bitirici insanlardır. Yeşil göz: Altıncı duyulan güçlü, özgür ve dü¬rüst insanlardır. DUDAKLAR Dar dudaklılar: Duygu ve heyecanlarını pek göstermezler. Bencil ve içe kapanıktırlar. Dolgun ve uzun dudaklılar: Her şeye çabuk inanırlar. Aşka düşkün oldukları halde tatminsiz ve değişkendirler. Pek canlı, atak olmazlar. Tavırları dürüsttür. İnce dudaklılar: İnce dudaklı insan keskin zekalı, çalışmaktan korkmaz ve paraya fazla değer vermez. Yorulmadan, usanmadan öğrenmek araştırmak ister. Sağlam temellerde bir sevgi arar. Mutluluğu dalgalıdır. Sarkık dudaklılar: Küçük sorunları büyüten,hayattan zevk alamayan,hırçın ve mutsuzdurlar bu kişiler çevresindekileri de olumsuz etkiler. AĞIZ Küçük ağızlılar: Sakin, az ve öz konuşur. Çevresindeki her şeyin farkındadır. İç ve dış dünyası uyumlu dengeli ve güvenilir insanlardır. Biraz bencil ve cimri olurlar. Büyük ağızlılar: Bildiğini kimseden gizlemez. Dobra, kendine güvenen, kaprisli bir yapısı vardır. Gözü hep yükseklerdedir ve doyumsuzdur.- Ekonomik özgürlük aşk hayatını bozuyor mu?
Eyvah! Kadınlar erkekleşiyor mu yoksa? Ekonomik özgürlükle birlikte kadınların aşktan beklentileri de değişti. Bir özgüven geldi hepimize. Ben babasız çocuk yetiştirim, evlensem de boşanırım, istediğimle yatarım havalarına büründük. Acaba ipin ucunu fazla mı kaçırdık? Geçmişten bugüne hayatımızı etkileyen, okuduğumuzda tüylerimizi diken diken eden, keşke biz de yaşasak diye hepimizi hayıflandıran birçok aşk hikâyesi vardır. Ferhat’ın Şirin için dağları delmesi mi dersiniz, Romeo ve Juliet’in hastaneye gitmeyi akıl edemedikleri trajik ölümleri mi dersiniz, Aslı ile Kerem’in yanarak ölmeleri mi dersiniz, Mevlana’nın Şems ile olan aşkı mı dersiniz... Aşk her defasında farklı tasvirlerle karşımıza çıkar. Aşkı yücelten hikâyeler o kadar çoktur ki; biz de kendi masalımızı yaşamak için yanıp tutuşuruz(duk). Fakat son zamanlarda aşk başkalaştı. Issız Adam’lar türedi çevremizde... Kadınların aşktan beklentileri değişti. Bir özgüven geldi hepimize. Ben babasız çocuk yetiştirim, evlensem de boşanırım, istediğimle yatarım havalarına büründük. Tabii bu ‘özgür kız’ havası hayatımıza yeni bir terimi hediye etti. **** Buddy... Nedir bu **** buddy? Hadi, biraz açalım şu **** buddy terimini... Canın sevişmek istediğinde aradığın, normal hayatta arkadaş olarak görüştüğün, sorumsuzca seviştiğin bir partner. Tamam, böyle söyleyince kulağa çok güzel geliyor. Peki, hani nerede bıkmadan, usanmadan aşkı arayan kadınlar, tarih mi oldular... Çevreme bakıyorum da bizim manav Osman’ın bile bir **** buddy’si var. Kimse neden böyle bir şey yapıyorsun diye sormuyor ama! Nasıl yatakta iyi mi bari daha geçerli bir soru şu an... Onu da bu hafta sonu yaşadığım olayla anladım. Pazar günü; yazın son günlerini değerlendirmek, biraz güneşten nasibimizi almak, biraz da dedikodu yapmak için kızlarla buluşup kendimizi müthiş bir brunch’la ödüllendirdik. Tam kahvelerimizi yudumlarken çok sevdiğimiz bir arkadaşımız, birkaç masa öteden bize el salladı ve haylaz adımlarla yanımıza yaklaştı. N’aber, nasılsın faslının ardından arkadaşımızın masasındaki yakışıklıya gözüm takıldı. Hayırdır yeni bir aşk mı diye soruverdim. Cevap gecikmeden geldi; yok canım ne aşkı, **** buddy’im o. Bizim kızlardan biri nasıl yatakta iyi mi bari deyiverdi. Arkadaşımız da; ‘harika’ diye bir kahkaha patlattı. Yüzümde gülümsemeyle kalıverdim. Nedenine gelince; eskiden böyle şeyler yaşansa bile anlatılmazdı, ulu orta konuşulmazdı, en yakın arkadaşına bile ‘nasıl söylesem’ diye düşündürürdü insanı. Şimdi öyle mi, herkese rahatça söyleyebiliyorsun. "O benim **** buddy’im. Sadece yatıyoruz, dışarıda arkadaşız"... Erkeklerin cennet, canına minnet, zaten bütün dünyayı döllemek istiyorlar. Onlarda suç yok, kadın razıysa adam ne yapsın? Ama biz kadınlar, bizlere ne oluyor? Nerede beyaz gelinlik hayalleri, nerede hayatımızın aşkıyla karşılaşma düşleri... Ekonomik özgürlükle birlikte bu hayaller de mi tarih oldu? Rollerin eşitlendiğinin farkındayım. Artık kadın da çalışıyor, ekmek parası kazanıyor, ihtiyaçlarını tek başına karşılayıp çocuğunu tek başına yetiştirebiliyor. Bunlar sevindirici gelişmeler... Peki, sizce erkek rolüne fazla mı soyunmaya başladık? "Amaaan onunla da yatarım, bununla da gezerim, günümü gün ederim" diyen kadınlar olduk çıktık! Biz kadınlar erkekleşiyor muyuz yoksa? Yani demek istiyorum ki, biz kadınlar duygusal yaratıklardık. Tanrı bizi böyle yaratmıştı. Severdik, kendimizden ödün verirdik. Ne zaman erkek gibi düşünmeye, yatakta erkek gibi davranmaya başladık sorarım size? Eğer aramızda varsa ben duygusuz sevişirim, **** buddy’nin alasıyım diyen varsa erkek gibi çıksın ortaya, hodri meydan kızlar... Alıntı- Otel odalarında unutulan en tuhaf eşyalar
Dimi..- BAYAN ve ERKEK dost olabılırler mi?
Onu bilir onu söylerim erkekle kadından dost olmaz..- Bebeğinizi başkasına verirmiydiniz..?
ABD’de tüp bebek operasyonu sırasında yanlış embriyon nakledilen 8 aylık hamile annenin bebeği, doğum yapar yapmaz biyolojik ebeveynine verilecek. Siz bu durumda kalsaydınız ne yapardınız? Bebeği verir miydiniz?- En iyi öpüşen burç hangisi?
En iyi öpüşen burç hangisi? Hassas ve küçük bir öpücük mü? Yoksa aşk dolu ve ateşli bir öpüşme mi? Burcunuza göre öpüşme tarzınız haberimizde… Koç erkeği Öpüşmeye doyamayan Koç erkeği, her zaman en güzel dudaklara sahip seksi kızları aramakla meşguldür. Koç kadını Cesaretli ve deli dolu Koç kadını, ilk adımı kendisi atmaya çekinmez. Öpüşmekten büyük haz duyar. En iyiler: Yay, Akrep, Aslan Riskliler: Oğlak, Yengeç, Boğa Boğa erkeği Onun için öpüşmenin içten olması, fanteziden önemlidir. Eğer gerçekten seviyorsa, o zaman Boğa erkeği tam bir boğaya dönüşür. Boğa kadını Boğa kadını bu burcun erkekleriyle kıyaslandığında öpüşme konusunda daha yaratıcıdır. Bazıları öpüşme durumunu adeta hiç yoktan yaratırlar ve tam hedeflerini tuttururlar. En iyiler: Terazi, Yengeç, Başak Riskliler: Koç, Yay, Aslan İkizler erkeği Genelde çok sakin ve hassas öper, yavaşca dokunur sevgilisinin dudaklarına. Çekici bir havaya bürünmesini çok iyi bilir ve öptüğünde bir kaç gün süren bir etki bırakır. İkizler kadını Öpüşmeleri erkekleri çıldırtacak biçimdedir. Değişik oyunlarla öpüşmeyi daha ateşli yapmaya çalışır. Böyle bir kadını hangi erkek öpmek istemez? En iyiler: Balık, Boğa, Başak, Akrep Riskliler: Kova, İkizler, Yay Yengeç erkeği Hislerini en iyi öperken ifade eder. Sevdiği kadını dudaklarının ve dilinin ateşiyle büyüler. Yengeç kadını Öpüşme maratonu yapılsaydı, o, muhakkak birinci olurdu. Onu öperken can sıkıntısından şikayetçi olamayacaksınız, çünkü Yengeç kadınının öpüşmeleri çok şehvetli olur. En iyiler:Balık, Boğa, Başak, Akrep Riskliler: Kova, İkizler, Yay Aslan erkeği Aslan erkeği, öptü mü tam öper. Yani dudaklarindaki bayan kendini heyecandan tamamen onun kollarına teslim edene kadar bırakmaz. Aslan kadını Aslan kadını tarafından öpülen erkek, zamanı ve mekanı unutur. Öpüşmek ancak bu kadar mükemmel ve bu kadar ateşli olabilir. En iyiler:Kova, Yay, Akrep, Terazi Riskliler: Boğa, Oğlak, Başak Başak erkeği Aşık Romeo gibi davrandığı söylenemez. Ancak azimli ve tuttuğunu koparan Başak erkeği sevgilisinin nelerden hoşlandığını çabuk keşfeder. O zaman öpücükleri, yıldırım gibi yüreğinize saplanir. Başak kadını Bu konuda erkeği tarafından yönlendirilmeye bayılır. Yavaş ve hassas dokunuşlu öpücüklere dayanamaz. Onun için öpüşmek, çok büyük önem taşır. Bu nedenle de hayatında hiç bir öpüşmeyi unutmaz. En iyiler: Oğlak, Boğa, Balık, Yengeç Riskliler: Akrep, Aslan, Terazi Terazi erkeği Kadınları kendine çeken bir büyüye sahip, aynı zamanda bir öpüşme uzmanı. Hassas Terazi erkeği, kendini tamamen öptüğü kadına adar ve onu yaratıcılığıyla her seferinde yeniden şaşırtmayı başarır. Terazi kadını Onun için sevişmek bir nevi sınavdır. Çok seçicidir ve herkese hedefin kapısını açmaz. Çok sık öpüşmesinin nedeni belki de kendine yakışan erkeği belirlemek istediği içindir. En iyiler: Kova, İkizler, Boğa, Aslan Riskliler: Akrep, Oğlak, Başak Akrep erkeği Akrep erkeği tarafından öpülmek ve kendinizden geçmemek mümkün değil. Sevgilisini memnun edebilmek için hiçbir şey esirgemez. Bu arada biraz fazla ileri gittiği de olabilir. Akrep kadını Biraz tedirgindir öperken. Bir bakarsınız çekingen ve utangaç olur, bir bakarsınız dudaklarınıza vampir gibi yapışır. Cazibesine hiç bir erkek dayanamaz. Adeta büyüler. En iyiler: Boğa, Koç, Balık, Aslan Riskliler: İkizler, Terazi, Kova Yay erkeği Öpüşme sanatını onun kadar iyi bilen yoktur. Açık ve dobra tavırlarıyla öptüğü kadının tam kalbine isabet eder. Yay kadını Hep bir öpüşme macerası peşindedir. Hayalindeki erkeği bulduğunda onu şımartmasını çok iyi bilir. En iyiler: Kova, Terazi, İkizler, Aslan Riskliler: Başak, Oğlak, Boğa Oğlak erkeği O, kadınını dayanıklı, hırslı olmasıyla ödüllendirir. Kadının her istediğini yerine getirmek için, elinden geleni yapar. Oğlak kadını Bazen biraz canı sıkılmış gibi davranır, fakat bu sadece kontrolünü kaybetmek istemediği içindir. Eğer erkeğine güveniyorsa tam bir seks fırtınası estirir. En iyiler: Boğa, Balık, Yengeç, Başak Riskliler: Koç, Yay, Aslan, Akrep Kova erkeği Bütün sevişme çesitlerini dener ve en iyi öpüşme şeklini bulmaya çalışır. Çevresinde gördükleri ve duyduklarından çok etkilenir ve herşeyi denemeye hazırdır. Kova erkeğiyle öpüşürken heyecanını kaybetmezsin. Kova kadını Bu konuda oldukça yaratıcı ve adeta bir öpüşme uzmanıdır. Sınırsız fantezi ve fikirlere sahiptir. En iyiler: İkizler, Yay, Koç, Terazi Riskliler: Başak, Boğa, Akrep Balık erkeği Onun için öpücük bir yemindir. Eger aşıksa dudakları adeta romantizm fışkırtır. Bu kadar duygulu olabilmesi için öptügü kişiye sonsuz güvenmesi gerekir. Balık kadını Hayalindeki erkek olunca, kendini tamamen onun dudaklarına bırakır. Başkaları isteklerini kelimelerle ifade ederken, Balık kadınları bunu en iyi şekilde dudaklarıyla yapar. En iyiler: Yengeç, Oğlak, Boğa, Başak Riskliler: Koç, Yay, Kova, Akrep Alıntı- TEMEL & FADİME... Fıkraları
Gazete Temel bir dağ başında oturuyormuş ve en büyük zevki günlük gazete okumakmış fakat çok da tembel olduğundan ve gazete alabilecegi tek yer, oturduğu dağın eteğindeki bakkal olmasından dolayı bu iş için hep Fadime'yi gönderirmiş. Fadime bir gün bu durumdan sıkılmış ve pazartesi günü 7 tane o günün gazetesinden almış. Pazartesi günü bir gazete verip diğerlerini saklamış. Ertesi gün Temel gazete isteyince bir önceki gün aldığı gazetelerden birini ben çıkıyorum deyip işlerini hallettikten sonra çıkarıp vermiş. Bir sonraki gün de aynı şekilde yine Temel gazete istemiş Fadime yine işlerini halledip Temele gazeteyi vermiş. Perşembe günü de yine Temel gazete istemiş Fadime yine vermiş. Akşama doğru Temel Fadimeyi çağırıp: "Fadime," demiş. "Dünyada ne salak insanlar var; dört gündür aynı adam aynı yerdeki ağaca arabasını çarpıyor."- Çağrışım
- İnsan Vücudu Hakkında Birkaç Bilgi
Vücudumuzda bulunan yağla 7 iri sabun kalıbı yapabiliriz. *O kadar çok karbon taşırız ki bunları bîr araya toplayıp kullanmak mümkün olsa; 9000 adet kurşun kalem yapabiliriz.2200 kibrite yetecek kadar fosforumuz, 250 gramdan fazla sürfürümüz, bir kaşık dolusu muz mağnezyummuş, 5 cm boyunda bir çivi yapacak kadar demirimiz vardır. *Vücudumuzda 25 milyar oksijen alıcı kırmızı kan yuvarlakları bulunmaktadır. Bunları bir yüzey üzerine yayacak olursak 2570 metre karelik bir alanı kaplar. *Bebekken 270'den fazla kemiğimiz varken, büyüdükçe bunların bazısı birbiriyle kaynaşarak sonunda sadece 206 kemikle kalırız. *Kalbimiz normal olarak dakikada 70-72 kere atar. Bu atışa göre, 70 yaşındaki insanın kalbi 2500 milyon kere atmış ve bu süre içindede 167561600000 kilo kan, damarlarımıza pompalamıştır *Normal bir vücut ısısı ile, insanın dayanabileceği en sıcak suyun ısısı 110°Cdir. *Normal bir insan vücudunda bulunan elektrik, 25 Wattlık bir lambayı dakikalarca yakabilir. *Esmerlerde 120 bin, sarışınlarda ise 140 bin adet saç teli vardır. Her geçen gün başımızdan 25.000 arasında saç teli kopar ve yerine yine aynı sayıda yenileri çıkar. *Tek bir dakika içerisinde 1025 cm küplük havayı içimize çeker, 4 kilograma yakın kanı vücudumuz içinde devrederiz. *Yapılan araştırmalara göre 6 dakika su altında kalabilir, 20 dakika nefesimizi tutabilir, sıfırın altında 103 derecelik bir soğuğa karşı koyabiliriz. 30 gün aç 110 saat da uykusuzluğa dayanabiliriz. *Tırnaklarımız bir yılda 3,75 metre kadar uzar. *İnsan doğduktan bir kaç gün sonraya kadar, hiç birşey duymayacak kadar sağırdır- Otel odalarında unutulan en tuhaf eşyalar
İngiliz Telegraph Gazetesi, otel odalarında unutulan en tuhaf eşyaların listesini yayınladı. Otellerden gelen verilerle hazırlanan listede ilk sırada protez bacak yer alıyor. Porsche 911 anahtarı Bir müşterinin annesine ait küller Kızartma tenceresi Kertenkele Şişme koyun Model helikopter Futbol Kupası Finaline bilet Takma diş Yarış atı Tektaş pırlanta yüzük Röntgen filmi Takma göz Yılan Kamçı Tavşan Tarantula İskelet Ayakkabı İç çamaşırı ve peruk bulunuyor Listenin dışında otel odalarında en çok unutulan eşyalar arasında ise cep telefonu ve peruk bulunuyor. Alıntı- Çağrışım
- Annemizden duyduklarımız...
Akıllanmıyacan mı kızım sen yaaa...!!!- Cinsel yaşam hakkında akıla takılan sorular.....
Hadi kırıldı diyelim... Ben tedavisini merak ettim.. Alçıya mı alınıyo acaba..- Bir günlüğüne kadın olsaydınız....?
Bir günlüğüne kadın olsaydınız ne yapardınız..? Çok merak ediyorum cevapları..- Bir günlüğüne erkek olsaydınız...?
Bir günlüğüne erkek olsaydınız ne yapardınız..? Fırsat bu fırsat üstsüz güneşlenirdim..- Adım da Ra-fael'se...
-Düşünceler içinde- Ben gerçekten varsam, adım da Rafael'se, gerçekse burada olduğum, ve bu bir masaysa, gerçekse ısırganlar arasında kara bir taştan az ayrıksı bir şey olduğum, bir kuyunun dibindeki pürtüklü bir taştan az ayrıksı bir şey; akşamın bu alışılmadık, mor aydınlığı bir gerçekse, bu külrengi, eflâtun şeyler evlerse, bulutlarsa, gerçekse şu sokaktan geçen adamın uyurgezer olmadığı, doğruysa bu sessizliğin inip çıktığı gizemle yaşam arasında, gerçekse var olduğum, adım da Rafael'se, bir ten bitkisinden az ayrıksı bir şeysem; gerçekten varsa nesneler ve ben varsam ve düşüncem varsa; bu manolyalarla kokulu, güzel akşam gerçekse, gerçekse bu içimde çırpındığını sezdiğim sonsuzluğun titreyişi, gerçekse var olduğum, adım Rafael'se, gerçekse düşündüğüm, gerçekten de sonsuz, bilinmedik düşüncelerle ağırlaşmış bir havada yaşıyorsa bu dünya, gerçekten öyleyse, ah, şükür, çok şükür her şeye! Çeviren: Sait Maden - Fenerbahçe - Galatasaray
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.