Zıplanacak içerik

Efendi Türkler

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Efendi Türkler tarafından postalanan herşey

  1. Gökçe Fırat'ın 2006 Dünya Kupası oynandığı sırada TÜRKSOLU'nda yayınlanan başyazısı: Sömürgeci sistem sahada devam ediyor Zenginlerle yoksulların sahadaki savaşı Bir Dünya Kupası'nın daha sonuna gelmiş bulunuyoruz. Tüm dünyada yaklaşık üç milyar insanı televizyonları başına kilitleyen bu turnuva aslında futboldan çok daha farklı bir mücadelenin sahada verilişi oluyor: Ezenlerle ezilenler, zenginlerle yoksullar, kuzeylilerle güneyliler, beyazlarla zenciler, avrupalılarla Üçüncü Dünyalılar... O nedenle futbol deyip geçmemek gerekiyor, ancak bunu demek de çok şey anlatmıyor çünkü futbolda da dünyadaki düzenin bir benzeri hüküm sürüyor. Beckenbauer Pele Platini Pele'den bu yana Brezilyalı oyuncular Latin Amerikalı gibi değil Avrupalı gibi davranmaktadır, hatta Pele bırakalım Avurapalılığı Amerikancıdır! Üç simge isim aynı zamanda futbol sisteminin kontrolünde önemli noktadadır. Bunlardan biri Pele'dir. Diğer ikisi ise Alman Beckenbauer ile Fransız Platini'dir. Son kupada Beckenbauer organizasyon komitesi başkanıydı. Platini'nin de FİFA organizasyonlarındaki etkinliğini biliyoruz. Futbolun üstünde bugün böylesi oligarşik ve aristokratik yapılanma bulunmaktadır. Pele, Beckenbauer, Platini gibi isimlerin futboldaki büyük yetenek ve başarılı geçmişleri, bugün karşımıza bu oyuncuların uluslarası sahadaki başarıları olarak gelmektedir. Bu defa çalımı tüm dünya yemektedir. Bir nevi Birleşmiş Milletler tarzı sistem diyebiliriz buna. Nasıl BM'de Güvenlik Konseyi'nin daimi üyelerinin borusu öterken diğerleri ancak düzeni kabul ettikleri ölçüde söz sahibi olabiliyorsa, dünya futbolunda da benzeri yapılanma FİFA ile sağlanıyor. FİFA sisteminin nasıl işlediğine gelince. Sistemin en önemli belirleyeni sponsor şirketlerdir. Adidas, Puma, Nike gibi spora yönelik şirketler, tüm ülkelerin tv kanalları, içki ve meşrubat şirketlerinden başlayarak pek çok alanda faaliyet gösteren sermaye grupları FİFA'nın gelir kaynağını oluşturur. FİFA bu gelirlerle uluslararası organizasyonları düzenler ve finansmanını sağlar. Olaya böyle baktığımızda FİFA şirketleri kullanarak organizasyon düzenleyen bir kuruluş olarak görülebilir ama siz bunu tam tersinden de açıklayabilirsiniz, çeşitli uluslararası şirketler dünya üzerinde daha fazla insana ulaşmak ve onlara mallarını satmak için FİFA aracılığıyla faaliyet yürütürler! Aslında futbol denildiğinde herşeye paranın hükmetmesi, şirketlerin sistemin dümeninde bulunması çokça kanıksanan ve bilinen bir durum. Olayın bu yönü çokça eleştirilse de bir noktadan sonra rahatsız edici olmaktan çıkıyor. Ama sadece rahatsız edici olmaktan değil açıklayıcı olmaktan da... Şöyle ki... Dünya Kupası Ezilenlerin ruh birliği FİFA organizasyonu aynı zamanda dünyanın egemenlerinin, tüm dünyaya, özellikle de ezilen uluslara kendilerinin hakimiyetlerini benimsetmeleri için bir araca dönüşüyor. Bir ay Irak'ın bombalanmasını CNN'den dünyaya duyuran tv kanalları bu defa bir ay boyunca Avrupa egemenliğinin ve bu egemenliğe boyun eğenlerin saldırılarını göstermeye başlıyor. Örneğin bizim gibi bir ülkede tv kanallarına çıkan çeşitli gazeteciler Irak saldırısı sırasında nasıl ABD uçaklarının, askerlerinin, Amerikan gücünün propagandasını yaptılarsa, bu defa da aynı işi bu defa spor yazarlarının yaptığını görüyoruz. Esas hakimiyet alanı da bu aslında. Örneğin bizim ülkemizde bu maçları izleyen insanlar hangi maçlarda kimi desteklerler bir düşünelim... Birinci öncelik sanırız Afrika takımlarınadır. Bu kupada Gana, Fildişi gibi Afrika ülkelerini bir Türk neden canı gönülden destekler sizce? Ya da adını bile duymadığı Togo, Trinidad gibi ülkeleri? Bu, herkesin çok iyi bildiği gibi ezilenler arasındaki özdeşleşme duygusudur. Dünyanın ezilen tüm ülkelerinde olduğu gibi bizim ülkemizde de, Afrika ülkeleri gibi en çok ezildiği, sömürüldüğü, aşağılandığı düşünülen ülke takımları desteklenmektedir. Bu ezilenlerin ruh birliğini ortaya koyar. Afrika takımlarından sonra Latin Amerika takımları da, özellikle de Avrupa takımlarına karşı oynadıkları maçlarda desteklenilir. Mesela son kupada Arjantin'in Almanya'ya karşı elenmesi, Arjantinlileri ne kadar üzdüyse Türkleri de o kadar üzmüştür. Ama bu duyguyu biraz tersinden de ortaya koyabiliriz, sadece Latin Amerika takımlarının kazanması ile sevinmiyoruz aynı zamanda Avrupa takımlarının kaybetmelerini istiyor ve onlar kaybettikçe seviniyoruz. Bir diğer nokta ise İspanya, Portekiz gibi Avrupa'nın varoşları gibi görülen ülkelerin de Avrupa'ya karşı desteklenmesi olgusudur. Mesela İngiltere Portekiz maçını Portekizlilerin kazanması biz Türkleri de Portekizliler kadar sevindirmiştir. Buradan çok basit bir sonuca varabiliriz: Dünya Kupası'nda birbiri ile karşı karşıya gelen ezen ve ezilen ülkelerin mücadelesi, bu ulusların duygusal dünyalarında da bir karşılaşmaya dönüşmektedir. Bir taraftan ezilen uluslar arasında duygusal özdeşlik kurulurken, ezilen uluslar ortak düşman Avrupalı'ya karşı da birleşmektedir. O halde Dünya Kupası'nı değerlendirirken bunun aynı zamanda uluslararası bir siyasal mücadele olarak da algılanması ve değerlendirilmesi gerekir. Maradona ve Chavez Burada Arjantin'in elenmesinin FİFA sistemi için aynı zamanda özel bir önemi olduğunu da belirtelim. 78'den beri yükselişte olan Arjantin FİFA sistemi için asi bir takımdır. Brezilya gibi futbol endüstrisi ile, futbol mafyası ile ve uluslararası kapitalist sistemle uzlaşmamış bir karakteri vardır. 90 Dünya kupasında uydurma bir penaltı ile finalde Almanya'nın Arjantin'i yenmesini sağlamışlardı. 94'te ise uydurma bir doping testi ile Maradona'yı kupadan ihraç etmişlerdi. FİFA kendisine itaat edecek futbolcular ister. Futbolcular hizadan çıkacak, sisteme başkaldıracak olurlarsa da onları silmek için elinden geleni yapar. FİFA için Maradona böyle bir tehditti. Sadece FİFA yöneticileri için değil elbette. Solcu bir futbol ilahı emperyalizm için Che'den sonra yeni bir Arjantinli bela demekti. O nedenle sistem hiçbir zaman O'nu kabul etmedi. FİFA sistemi nasıl işler İşte bu noktada FİFA sistemi devreye girmektedir. FİFA sistemi bir taraftan uluslararası şirketleri kâra geçirirken bir taraftan da uluslararası siyasal sistemin işleyişine katkıda bulunur. Son Dünya Kupası'na hangi kıtadan ne kadar takım katıldığına baktığımızda çıplak bir gerçekle karşılaşırız. Kupaya her üç Avrupa ülkesinden biri katılırken bu oran Amerika ülkelerinde beşte bire, Asya ülkelerinde dokuzda bire, Afrika ülkelerinde ise onbirde bire çıkmaktadır. Böylesi bir bileşimde son kupaya katılan 32 takımdan zaten ondördü Avrupa ülkesidir. O halde kupayı bir Avrupa ülkesinin alma şansı Amerika ülkesinin almasından bir buçuk, Asya ülkesinin almasından üç, Afrika ülkesinin almasındansa dört kat yüksektir. Yani Avrupa ülkeleri yarışa bir adım önde başlamaktadır! Avrupalılar işi şansa bırakmaz! Şans her zaman Avrupalı'dan yanadır ama Avrupalılar işi pek de şansa bırakmazlar. Mesela bu dünya kupasının fikstürü bunu ortaya koyar. 8 gruba ayrılan ülkelerin gruptan çıkma şansları da otamatikman Avrupalıların üst tura çıkmasını kolaylaştıracak şekilde düzenlenmiştir. Fakat sadece eleme gruplarında değil sonraki turlarda da kimin kiminle karşılaşacağı belirlenmektedir. Hangi grubun birincisinin hangi grubun ikincisiyle karşılaşacağı, onların bir sonraki maçtaki rakibinin kimler olabileceği önceden belirlenmiştir. Yani Avrupalı işini şansa pek bırakmamaktadır. Mesela bu Dünya Kupası için hemen herkesin daha en başından bir Almanya-Brezilya finali olacağını söylemesi boşuna değildi. Normal gidişatta bu takımların finali oynamasına göre ayarlamıştı FİFA herşeyi. Sponsor şirketlerin talebi de buydu. Burada Almanya'nın önüne çıkan Arjantin engelini geçmesi gerekiyordu. Doğrusu Arjantin'in bu kadar iyi bir takım olacağını çok beklemiyordu kimse. Fakat Arjantin iyi bir takım olorak belirince Almanya'nın hakem desteğini yanında bulması gecikmedi. Çeyrek finalde Brezilya'nın Fransa'ya yenilmesi en büyük sürprizdi. Aslında olayın sürprizlik yanı yoktu. Çünkü Brezilya çok kötü bir takımdı. Fakat şımartılan şöhretlerin adı ile finale kadar ilerlemesi düşünülmüştü. Ama FİFA'nın bu tercihi tutmadı. Aynı şekilde yarı finalde İtalya da Almanya'yı eledi. 90'da İtalya'nın evsahibi olduğu kupayı Almanya almıştı bu defa İtalya intikam alıyordu. Sonuçta FİFA da bir yere kadar takımlara yardımcı olabiliyor. Ama bu iki maçı da favoriler alsaydı bu pazar tv'de futbol egemenlerinin istediği Almanya-Brezilya finalini izliyor olacaktık. Bu da tüm dünyadaki futbol izleyicileri açısından üzerinde önemle düşünülmesi gereken bir noktadır: Aslında sonucu büyük ölçüde önceden belirlenmiş, ayarlanmış bir dünya kupası izlediğimizin farkında mıyız? Dünya kupası tarihi Düzenlenen 17 Dünya kupasında Latin Amerika Avrupalılara 9-8 öndeydi. Bu kupada ise eşitlik sağlanmış oldu. FİFA sisteminin egemenleri Peki bu işi ayarlayanlar kim? Bugünkü FİFA başkanı ana dili Almanca olan bir İsviçre vatandaşıdır:Joseph Blatter. Tam 23 yıl İsviçre'nin bir amatör takımında top koşturabilecek kadar futboldan anlamaktadır. 1998'den bu yana FİFA'nın başındadır. Bir önceki başkan ise Joao Havelange'dı. O ise 1974'ten 1998'e kadar FİFA'nın başında kalmıştı. Brezilyalı eski FİFA Başkanı'nın Adidas'a bağlı bir yan şirketten rüşvet aldığı geçtiğimiz günlerde ortaya çıktı. FİFA'nın başında bir Brezilyalının olması son derece önemlidir. Çünkü Brezilya futbolcu ihracı en fazla olan ülkedir. Futbol endüstrisinin bu hammadde kaynağını dışlayarak işlemesi düşünülemez. Bugün Brezilya futbol sisteminin işleyişinde rol üstlenen bir ülke konumundadır. Bu konumu ile de aslında Latin Amerika'daki Avrupalı gibidir. Brezilyalı futbolcular da bu sistem içinde Avrupalı takımlarını ulusal takımlarından önde gören birer gösteri oyuncusuna dönüşmüştür. Ama bu yeni bir olgu da değildir. Pele'den bu yana Brezilyalı oyuncular Latin Amerikalı gibi değil Avrupalı gibi davranmaktadır, hatta Pele bırakalım Avurapalılığı Amerikancıdır! Üç simge isim aynı zamanda futbol sisteminin kontrolünde önemli noktadadır. Bunlardan biri Pele'dir. Diğer ikisi ise Alman Beckenbauer ile Fransız Platini'dir. Son kupada Beckenbauer organizasyon komutesi başkanıydı. Platini'nin de FİFA organizasyonlarındaki etkinliğini biliyoruz. Futbolun üstünde bugün böylesi oligarşik ve aristokratik yapılanma bulunmaktadır. Pele, Beckenbauer, Platini gibi isimlerin futboldaki büyük yetenek ve başarılı geçmişleri, bugün karşımıza bu oyuncuların uluslarası sahadaki başarıları olarak gelmektedir. Bu defa çalımı tüm dünya yemektedir. Futbol sistemi ekonomik sitemin o kadar devamıdır ki Brezilyalı hammadde futbolcular, Barcelona'da, Real Madrid'de, Juventus'ta yani Avrupa kulüplerinde birer yıldızken kendi ulusal takımlarında dökülmektedir. Çünkü Avrupalı kulüpler aynı zamanda bu hammaddelerin içindeki ulusal cevheri de almıştır. Bir diğer tersten örnekse "Fransız" Zidane'dır. O ise kendi halkı için bir kayıp Fransa içinse iyi bir devşirmedir. Bu iki takımın karşılaşması ise bu bakımdan sömürgeciliğin ve kapitalizmin çifte zaferiydi. Zidane'ın Fransa'sı Ronaldinho'nun Brezilyasını yenerken, sahada kendi ulusuna yabancılaşmış neredeyse 22 oyuncu top koşturuyordu. Bu noktada tv'yi kapatmanın zamanıdır. "Zafere kaçış" için bir dahaki kupayı beklememiz gerekecek... Ama o kupa da Güney Afrika'da yapılacak! Avrupalı yine çok ince hesap peşinde...
  2. Provokatör Türkiye'yi savaşa sokacak! Provokatörün rolü ne Tayyip Erdoğan’ın Davos şovundan sonra ikinci şovunu izliyoruz ama bu defa gülerek değil, çünkü bu defa karşımızda bir “komedyen” değil bir “provokatör” var! Önce basit bir soru soralım kendimize, Tayyip Erdoğan’ın antiAmerikancı, antiemperyalist ya da antiİsrailci olması mümkün mü? Bunca yıllık icraatına bakınca, “hayır” diyoruz. O halde sahnede oynanan bu oyun ne? Tayyip Erdoğan’dan antiİsrailci olamayacağına göre bu rol ne rolü? Açık açık söyleyelim: Tayyip Erdoğan’a verilen rol, Türkiye’yi böldürtmek rolüdür. Plan birkaç aşamadan oluşur... İlk aşamada Tayyip Erdoğan İsrail’le ilişkileri gerer... Son bir yıldır bu aşama tamamlanmıştır. İkinci aşamada İsrail’le ilişkilerde fiili çatışma durumu yaratılır. Son gemi olayında bu aşamanın provası yapılmıştır. Ama bu kanlı prova gerçeğe de dönüşebilirdi... Ya da önümüzdeki günlerde böyle bir olay çıkar... Mesela... 1. Gün Türkiye, sivil yardım gemilerini yola çıkartır, gemilerde bulunan bir AKP milletvekili ya da diplomat İsrailli askerlerce vurulur... Ya da tam tersi, sivil yardımcılardan biri İsrailli askerlere ateş açar ve öldürür. Bu iki durumda da ya Türkiye İsrail’e misillemede bulunur... Ya da İsrail Türkiye’ye misillemede bulunur... Sonrası kanlı bir savaştır... 2. Gün Savaş kızışır. İsrail’den kalkan jetler Türkiye’yi bombalamaya başlar... Türk hava kuvvetleri İsrail’e cevap verir... İki tarafta da yoğun kayıplar vardır... 3. Gün Tüm Ortadoğu’da gösteriler başlar... Arap kamuoyu savaş ruh haline so­kulur.. 4. Gün Filistinli Şeriatçı gruplar İsrail’e saldırır, çok sayıda sivil ölür. 5. Gün İsrail şiddeti arttırır, Filistin’de kitlesel bir bombalı katliama girişir. Aynı gün İran İsrail’e savaş ilan eder. 6. Gün İran İsrail’e nükleer saldırı düzenler. İsrail’de binlerce ölü vardır... 7. Gün ABD ve Avrupa İsrail’in yanında savaşa girer. Aynı anda ABD, İsrail, Fransız, İngiliz jetleri İran’ı vurmaya başlar. İsrail nükleer bombayı Tahran’a atar. 7. Gün sonunda Ortadoğu: İran: İran’da hükümet devrilir. Kürtler ayaklanır ve bağımsızlık ilan eder. Türkiye: İran ve Irak’taki Kürt gruplar Türkiye sınırına doğru yürüyüşe geçer. O ana kadar sesizce duran Türkiyeli Kürtler de ayaklanır. ABD Türkiye’ye müdahale eder. Tampon bölge oluşturulur... Türkiye’ye Güneydoğu’ya giriş yasaklanılır. Filistin: İsrail ordusu tüm Filistin’i işgal eder. Kudüs ele geçirilir. Filistinli halk göçe zorlanılır. Diğer Müslüman ülkeler: Sokaklarda intikam gösterilerine katılan milyonlarca Müslümana kendi hükümetleri müdahale eder. Mısır ve Suriye’de kanlı müdahalelerde binlerce radikal Müslüman öldürülür. Avrupa: Avrupa ülkeleri savaşı kışkırtan Türkiye’ye karşı yaptırım kararı alır. Rusya: İsrail’i destekler... Çin: İsrail’i destekler. ABD: Türkiye’ye yaptırım kararı alır. Herhangi bir karşı çıkışta nükleer güç kullanacağını söyler. Türkiye: Provokatör görevini tamamlamıştır. Türkiye bölünmüştür... BOP Eşbaşkanı BOP haritasını hayata geçirmiştir! Sahi Birinci Dünya Savaşı’na nasıl girmiştik Olur mu olmaz mı diyecekler için tarih geniş malzeme ile doludur. İsterseniz önce Arap-İsrail savaşlarının tarihini açın ve İsrail’in nasıl da genişlediğini görün. Ya da geriye gidin ve Birinci Dünya Savaşı’nın nasıl çıktığını, bir suikastin nasıl dünya savaşı başlatabildiğini görün. Dahası o Birinci Dünya Savaşı’na ülkemizin nasıl sokulduğunu hatırlayın... Meclis’ten ve hükümetten gizlice alınan bir kararla, Rus donanmasını bombalayan Türk zırhlıları hatırlayın. Girdiğimiz, sürüklendiğimiz savaşta, ülkemizin işgal edildiğini... Önce Mondros’un imza edildiğini... Sonra Sevr’in gündeme getirildiğini... Ve o savaşı provoke eden Enver Paşa’ların ülkeden kaçıp gittiğini... Bu ülke için kanı dökenlerin yine bu ülkenin sıradan insanları olduğunu... Bugün yardım götürmek için gittiğimiz Filistin’i bu savaşta kaybettiğimizi, Filistin’e yardım kandırmacasıyla sürükleneceğimiz bir Üçüncü Dünya Savaşı’nda Güneydoğu’yu kaybedeceğimizi... PROVOKATÖR’ÜN OYUNA GELMEYİN! TÜRKİYE’Yİ SAVAŞA SÜRÜKLEMEYİN! Gökçe Fırat.
  3. ABD GİZLİ ORDUSUNUN TÜRKİYE’Yİ YOKETME SAVAŞI AKP-Cemaat-ABD ittifakının Türkiye’yi istila ve işgal savaşının tam ortasındayız. Saf olmayın. Savaş tüm cephelerde vahşice sürüyor. Bugüne kadar bu savaşı, fikirlerle tartıştık, yani küreselleşme, AB’ye girme, Ermeni ve Rum Tezleri’ne karşı koyma, Özelleştirmeye karşı durmak, Ergenekon tertiplerini kökünden eleştirmek gibi. Sonra fikirlerimizi derinleştirip sosyal psikolojik analizler yaptık, kitleleri, cemaati, medyayı, yazarları, felsefi ve psikolojik olarak değerlendiren onlarca uzun uzun makaleleri bu sütunda yayınladık. Ama şimdi, yaşadığımız bu vahşi savaşı, hak ettiği şekliyle yani ‘savaş terimleriyle’ tahlile çalışalım. Bahsi geçen yazılarımda bir şeyi çözemedim, bu çözülmeyen şey: ‘peşin kötü’. Yandaş medya ‘kötü damgası vurmuş’, niçin kötü neden kötü açıklamıyor. Mesela Cumhuriyet Mitingleri’ne katılan milyonları peşinen ‘kötüler’ diye damgalıyor. İşte bu ‘peşin kötü’ kavramı beni düşündürdü. Bir değişik analizle daha iyi anlatabilirim, Uzay Yolu’yla başlayan uzay filmleri vardır. Bu filmlerde uzayda korkunç sümüksü yüzlü tuhaf yaratıklar karşımıza çıkar. Bu ‘yaratıklar’ın hepsi peşinen kötüdür. Niçin kötüdür, çünkü ‘dünyayı istila edeceklerdir’. Uzay filmleri bizi bu kötüye şartlandırır. Uzay’da kimi görseler kötü damgasını vurup peşin peşin kötü deyip hemen öldürürler. Oysa bu filmlerde şöyle bir tema hiç yoktur, mesela Jüpiter’de ‘elmas yatakları’, Ay’da define, Mars’ta altın hazineleri saklı ve bu yaratıklar işte bu hazineleri ele geçirmemizi önlüyor. Ancak klasik tüm macera filmlerinde bir ‘define’ öyküsü vardır, Hindistan’ta Afrika’da geçen ya da masallarımızdan tanıdığımız bu hikayelerde kahramanımız bir define aramaktadır ancak karşısına defineye ulaşmalarını engelleyen kötü adamlar çıkar ve onlarla savaşır. Klasik masallar ve macera filmlerinde kötüleri tanırız, çünkü, onlar bir madeni, zenginliği, defineyi ele geçirmemizi önlüyorlar. Yani ‘kötü’nün bir anlamı sebebi mantığı vardır, mesela mağarada gizli madenleri kahramanımız değil kötüler ele geçirecekmiş… ABD’nin Orta Amerika’dan başlayıp Filipinler’de süren ve Vietnam’da devam ve Orta-Doğu’da bereketlenen darbe savaş iç ayaklanma istila planlarında işte hep bu kötüler vardır. Filipinler’de önlerini kesenler kötüdür, Afganistan’da Irak’ta direnenler kötüdür, Vietnam’da direnenler kötüdür. Niçin kötüdür, cevabı yok, kötüdür. Oysa kötü diye damgaladıkları bu insanlar kendi ülkelerini, madenlerini, zenginliklerini koruyorlar ve yabancı istilaya geçit vermek istemiyorlar. Ancak ABD Dış Politikası ve bu politikanın dilini güncelleştiren büyük dünya medyası ‘kötü’ imgesini profeseyonelce kullanır. Hatırlayın, Irak Savaşı’ndan önce ‘kötüler’ artık gün ışığına çıkartılmış Bush tarafından ‘şeytanlar’ (şer cephesi) olarak ilan edilmişti. Nedensiz ‘kötü’ olabilir mi? ABD kötü ilan ediyor diye ‘kötü mü’ oluyoruz.. Medyada, gazetelerde, dergilerde, ınternette, ekranlarda yirmi yıldır her saat her akşam işte bu KÖTÜLER’e karşı amansız bir savaş görürsünüz. Niçin kötü oldukları söylenmez. Bu kötünün ne olduğunu artık biliyoruz, bu kötü: düşmandır. Bir savaş kavramı olarak: düşman. Yani, yok edilmesi şart olan düşman. Mutlak biçimde ortadan kaldırılması gereken düşman. Yandaş medya ve haberlerin dilinde peşin peşin kötü ilan edilmemizin sebebi, Amerika’nın bizi ‘düşman’ ilan etmesidir. Eğer sizler Amerika’nın ‘kötü’ (düşman) damgası ve tarifine katılıyor ve yazılarınızda sorgulamadan peşin peşin aynı kötü’den aynı maksatla söz ediyorsanız, siz Amerika’yla işbirliği içinde yani aynı cephede yan yana savaşıyorsunuz, demektir. Yani artık felsefi ve psikolojik değil tam anlamıyla SAVAŞ KAVRAMLARIYLA yorumlamaya çalışalım. Karşınıza mizahi değil ürkütücü bir tablo çıkacak. Öncelikle hepimizin yakından şahit olduğu 2003 Irak’ı istila planına benzerlik hem şaşırtıcı olacak, hem de Irak’ı istila planının ‘tıpkısının’ aynen Türkiye’de harekete geçirildiğini göreceksiniz. ( Aşağıda büyük harflerle yazılmış kelimeler SAVAŞ KAVRAMLARIDIR.) 1. ABD, Türkiye’yi bir Saddam Rejimi, bir Nazi Rejimi gibi görüyor ve bu rejimi topyekün tasfiye edip KESİN BİR ZAFER istiyor. Buna sebep Türkiye’nin Irak İşgali’ne katılmayıp Türk Ordusu’nun ‘müslüman öldürmeye’ yanaşmamasıdır ve ABD Irak bataklığına saplanıp kalmasında en büyük suçu Türk Ordusu’na atmıştır. Ve ABD diğer tüm karıştırdığı ülkelere yaptığı gibi Türkiye’ye ‘din’ ve ‘etnik’ merkezli bir tartışma hediye etmiş ve bu tartışmanın tarafına silah cephane verip ‘hamiliğine’ soyunup bugün ‘açılım’ diyerek bitmek tükenmez bir karanlığa doğru Türkiye’yi sokmuştur. Dünyanın hiçbir yerinde ‘etnik’ ve ‘din’ merkezli tartışma bitmez, dünyanın her yerinde ‘etnik’ ve ‘din’ merkezli siyasetler, ya toprak, ya mübadele ya da ‘soykırım ve katliamlara’ sebep olmuştur. Etnik ve din merkezli ‘siyasi sorunlar’ asla ‘çözülmez’ sorunlardır, Kürt sorunu diye yaygara koparanlar şimdi ‘sorunu’ toprak vermeden mübadeleye yanaşmadan ve katliamlara uzanmadan çözeceklerini ya saflıkla ya kuklalığından sanıyor. Dünyada hiçbir ‘devlet’ toprağını tartışmaz, tartışmadı, bunu herkes öğrensin, ‘toprak’ı sadece galip düşman kuvvetleri tartışır, onlar da muzafferiyetleriyle masaya getirip şu şu bölgeleri madde madde istiyoruz deyip gelip karşınıza otururlar.. Türkiye hem Güneydoğu’da hem de Suriye sınırındaki mayınlı arazileri ‘toprak’ tartışması olarak gündemine almaya zorlanmış ve kutsal ve bağımsız meclisinde tartışmıştır. Bu durum, işgal günlerinin içinde yaşadığımızın en büyük belgesidir. 2. Türkiye’yi (düşmanı) CEPHEDEN SALDIRIYLA DEĞİL İÇERDEN SIKIŞTIRARAK diz çöktürtmek istiyor.. HATTA DÜŞMANIN KAFASI İÇİNE GİRECEK elemanları cemaat yapılanmasıyla ele geçirdiğine inanıyor. Çünkü, Saddam’ın ülkesi ‘kapalı’ bir toplumdu, gazetecilerin yabancı misyonun ülkeye sızması kolay değildi ve gelen duvara çarpıyordu. Türkiye ise ‘açık toplum’, yani medya gazeteler rahatlıkla kullanılabilir ve bir askeri çıkartma ve hava harekatı yapılmadan ÜLKENİN DİRENCİ FELÇ edilebilir. Üstelik Irak Savaşı Amerika’ya bir trilyon dolara mal olmuştur, hem maliyeti düşürmek hem de yeniden bir savaşa girip zaten sarsılmış prestijini zorlamadan el altından bir harekat en akıllı seçimdir. Ve dahası, Türkiye’yi onlarca yıl süründürecek bir iç savaş ortamı Türkiye’ye kalıcı bir istikrarsızlık vererek ABD’nin işini kolaylaştıracaktır. Ayrıca ABD, PKK ve Cemaat gibi yapıları kontrol edip ülkeyi istediği felaketlere sürükleyecek gücü varsa, bodoslama aptalca savaşıp dünya liderliğinin prestijini düşürmeyecek kadar akıllı bir dış politikaya sahiptir. Dünya Savaş Tarihi’nde galip muzaffer ordular düşmanı yok etmiş ya da imha etmiş ya da kaçırmış ya da silahlarını teslim almış ya da kendine bağlamış ya da teslim olmaya zorlamış ya da kukla hükümetler kurdurmuş ya da çıkarlarını dayattığı andlaşmalara zorlamıştır, ancak, dünya savaşlar tarihinde hiçbir muzaffer ordu, karşısındaki gücü, yani, emniyet ve istihbarat ve orduyu, içerden ikiye bölecek kadar sert bir darbe indirmeyi başaramamıştır. Ordu, emniyet ve istihbaratın hiyerarşik düzeninin alt üst olmasının tek örneği Türkiye’dir. Bu durum, işgalin ne kadar ilerlediğini ve şiddetle sürdürdüğünün diğer açık belgesidir. 3. Türkiye’yi (düşmanı) tarif etme (DÜŞMANI ŞEKİLLENDİRME) başarıyla tamamlanmıştır. Yandaş medya ve cemaat yazarları marifetiyle, düşman yani Türkiye: 1. Küreselleşmeye karşı, 2. AB’ye karşı, 3. Aşırı devletçi, 4. Dünyaya kapalı, 5. Diktatör heveslisi, 6. Çağın gerisinde, 7. Özgürlük ve demokrasi düşmanı, 8. İslam ve Müslüman düşmanı, 9. Ruscu (Avrasyacı) olma eğilimi fazla, 10. Ermeni, Kürt ve Rum Tezleri’ni kabule yanaşmıyor,11. Soğuk Savaş düzenindeki rolü redediyor, yani, Amerika’ya muhalif olabilir ithamlarıyla tam anlamıyla yaftalanmış ve Türkiye tüm dünyaya bu kötü imaj ve bu marka kavramlarla kabul ettirilmiştir. Velhasıl üstüne çullanıp istila edilecek kıvama getirilmiştir. Yazarlar gazeteciler haberler ısrarla ve tekrar tekrar Düşmanı Şekillendirirken aynen bu kavramları kullanıp bir ‘ORTAK DÜŞMAN’ ‘ORTAK HEDEF’ tarifinde anlaşmıştır. Uzun yıllardan bugüne bu tarifleri yandaş ve cemaatçi basın kullanarak düşmanı damgalamakta büyük başarı göstermiş, ve ötesi, İngilizce yayınları ve yabancı ülkelerdeki düşünce kurumlarıyla çok sık toplantıları ve yabancı yazarlarla ikili lobi çalışmalarıyla, yabancı basın organları dahi haberlerinde Türkiye için bu ifadeleri sık sık kullanmaya çoktan başlamıştır. Ve bu ‘düşman’ sıfatlarıyla mahküm edilip dünyaya ‘kötü, şeytan, diktatör’ diye takdim edilen Türkiye’nin saygın kurumlarının liderleri ya da sözcülerinin bu ‘karalamalara’ karşı hukuk ve demokrasi ölçüleri içinde kendilerini, kurumlarını savunurken söylediği tek bir cümle dahi ne ülke içinde ne dünya basınında bugüne kadar ‘dikkate’ alınmamıştır. Ülkeyi savunduklarını sandığımız ve büyük makamlarda oturan en saygın makamların tek cümlesinin dahi ülke ve dünya basınında ‘yayınlanmaması’ ‘görmezden gelinmesi’nin anlamı şudur: sizin dışınızda olanlar sizi hiç ciddiye almıyor, yani size ‘esir’ muamelesi uyguluyor. Kafanızı kuma gömmeyin TÜRKİYE TARİHİNDE GÖRMEDİĞİ BÜYÜKLÜKTE BİR KUŞATMA ALTINDADIR. 4. Öncelikle, bir dizi panik yaratıp tedirginliği tırmandıran seri cinayetler profesyonelce işlenmiştir, Muammer Aksoy’dan Uğur Mumcular’a kadar. Ve sonra Hrant ve rahip cinayetleriyle tam bir suçlama ‘paketi’ ithamları psikolojik saldırının alt yapısı olarak kotarılıp devreye sokulmuştur. Ve tüm bu cinayetler Saddamvari ya da Nazivari bir sert devlet kliğinin yani ‘gizli devlet’in yaptığı propagandasını kabullendirmeye başlamıştır, en azından, kendi gazeteci ve yandaşlarına bunu kabul ettirmiştir. Artık bundan sonra yol haritası çizilmiş, bu gizli devlet kliği demokrasi düşmanı olarak yok edilmeli maske hedefiyle, Türkiye’nin tüm yaşamsal kurum ve değerlerine işgal ve istila başlatılmış ve: Cumhuriyet Gazetesi’ni Cumhuriyet Gazetesi’nin bombaladığı, Uğur Mumcu’yu İlhan Selçuk’un öldürdüğü ve Dağlıca’daki PKK baskınını ise Türk Ordusu’nun kendi askerlerini öldürdüğü şeklinde bir medya ve siyasi dile tercümesini yapıp kabul ettirmeye çalışmışlardır. Bu kadar ağır ithamlar ve iftiralar karşısında dahi, kendi askerimi ben niçin öldüreyim gibi bir savunmayı dahi yapamayacak bir yaka paça, kıskıvrak durumu yaratılmıştır. 5. Türkiye’nin (düşmanın) elindeki EN YÜKSEK ARAZİLERİ ele geçirmek. Bir askeri harekatın ilk hedefi en yüksek en itibarlı mıntıkaları ele geçirmektir. (Çankaya’dan başlayarak, hem devletin hem en ballı özel şirketler ve İslami holding ve cemaatler ve İslami işadamlarıyla, belediyelerden tarikatlara, Harran, Kızılırmak, Karadeniz Yaylaları’na kadar akıl almaz makamlar ve ormanlar ve yabancı maden şirketlerine imtiyazlar ve imar affıyla araziler şimdiden ele geçirilmiş, Suriye sınırındaki mayınlı araziler son anda halk tepkisiyle şimdilik durdurulmuştur. Ve ele geçirilmesi imkansıza kurumlar ise baskı ve zorlamayla ‘susturulup’ ya da ‘itibarları’ yani bir nevi simgesel olarak APOLETLERİ SÖKÜLMEYE başlanmış demeyelim, daha fecisi apoletleriyle dalga geçilir hale getirilmiştir. 6. DÜŞMANIN HAYATİ NOKTALARI’na saldırın. Bugün Türkiye’nin hayati noktalarına saldırılar başarıyla tamamlanmış ve hukuk adına direnen son kaleler Anayasa Mahkemesi ve Yüksek Hakimler ve Savcılar Kurulu kalmıştır, bu kurumlara da tertip ve tezgahlar ve kamera kayıtları ve dinlemelerle son saldırılar tozu dumana katarak nihayete doğru ilerlemekte.. Ve geldiğimiz son durum, Apo ifade verecek Türk Ordusu yargılanacak ve Güneydoğu’da ordunun ve hükümetin yazılı emriyle kahramanca savaşanları yaka paça hukuk tanımadan kodese atılması ‘işgalin’ diğer en büyük belgeleridir. 7. HIZLI HAREKET EDİP DÜŞMANI FELÇ EDİN. Hukuka ve kurumlara ÇOK HIZLI VE PEŞPEŞE ANİ SALDIRILAR düzenleyin. (Ani ve hızlı saldırının handikapları çoktur, mesela Vietnam’da ve Irak’ta bataklığa saplanmışlardır, çünkü, bilmediğiniz arazilere tuzak doludur, Türkiye örneğinde, yüksek hakim Ertosun ve Albay Dursun Çiçek’e saldırı, çarşafa dolanmış, ani saldırı şimdilik karambolde kalmıştır.. Benzer asılsız mesnetsiz belgesiz iftira niteliğindeki saldırılarla daha nice makam ve mevki sahipleri ya istifa ettirilecek ya da karalanıp halkın gözünde şeref ve itibar kaybıyla çürütüleceklerdir Saldırıların hızına dikkat çekelim, Dursun Çiçek belgesi sahte çıkınca, hemen kamera kayıtlarıyla gündem başka yöne hızla yine bombardıman yayınlarla sokulmuş ve şu anda bilmediğimiz ‘sürpriz’ suçlama ve ithamlarla nerelere ve kimlere uzanacağını kimsecikler bilmemektedir, bu, tam bir AFALLATMA ŞAŞKINLAŞTIRMA ve saldırı noktalarını en azından HUKUKİ hatalara zorlama sürecidir.. Zaten bu gizli savaşın harekat planı: şaşırtılmış düşmanı hukuki hatalara sürükleyip birer birer tutuklamak.. 8.. BASKI VE ZORLAMA. TSK’ye yapılan baskılar sonucu, şu anki durumu ‘KABULLENMESİ’, ‘FAZLA DİRENMEMESİ VE KADERE VE DÜNYA ŞARTLARINA BOYUN EĞMESİ ’ ve ‘DAHA FAZLA KARŞI KOYAMAYACAĞI’ zorla kabul ettirilmeye çalışılıyor. (Bu durumu eski kale savaşlarına benzetebilirsiniz, kaleyi muhasara eden güçler dışarıdan kaleye su ve mühimmat yollarını muhasara altında tutarak kaledekileri teslim olmaya zorlar..) Ve ‘kale içinde panik ve iç savaş çıkartarak’, yani kale içine sızdırılmış adamları ya da kale içinden kendilerine yakın kuvvet komutanlarını kullanarak ortam birbirine güvensiz bir hale getirilebilir, Özkök ve Karadayı paşa örnekleriyle, getirildi. 9. KAFA KOPARTMA HAREKATI. Irak Savaşı başlarken Bush’un elinde bir deste kağıtla medyaya çıkıp 52 adet olan bir deste kağıt içinde Irak Rejimi’nin tüm ileri gelenlerinin ‘Wanted’ resimleriyle savaşın ilk hedefi olarak yakalanmalarını sıraya koyduklarını ve saklananları buldukça ekranlarda kartları tek tek açtıklarını hepimiz izledik. Türkiye’de de ‘gizli bir deste kağıt’ düzenlendi ve bu deste içindeki yazarlar, gazeteciler, teker teker yakalanıp içeri tıkıldı. Irak istilasıyla Türkiye harekatı arasındaki en büyük benzerlik bu 52’lik destedir.. Irak Savaşı’nda uygulandığı gibi aynen Türkiye’de uygulanmış milli, yerli, direnen ne kadar yazar var tutuklanıp içeri atılmıştır. Bu 52 kağıt destesinin kimlere uzanacağını dahi gazete yazılarıyla onlarca işbirlikçi yazar tarafından seslendirmiş ve böylelikle halkımız bu destede yeni ve başka kimler var merakla beklemeye başlamıştır. Şu anda, bu destenin daha kimlere uzanacağı korkusuyla tam bir kıskıvrak yaka paça içeri tıkma sindirmesi uygulanmıştır. Ve bu 52 kağıt destesine bugün aynen Irak Savaşı’nda olduğu gibi ‘esir’ muamelesi yapılmaktadır, yani, hukuk dışılıklara dilekçe ve şikayetlerle avukatların karşı çıkmalarını, desteyi açanlar hiç dikkate alınmamakta, hatta ‘esirden’ öte ‘fare’ muamelesi yapmaktadırlar. 10. Irak İstilasıyla Türkiye harekatı arasındaki en büyük diğer benzerlik şudur: Irak’ı yok etme planı ‘kimyasal silahları’ ele geçirme bahanesiydi. Bu bahane Savaşın da gerekçesiydi. Türkiye’de de bir takım ‘mühimmatlar, krokiler, darbe hazırlık planları ve aslı olmayan sahte belgeler’ iddia edilmiş ve ortalığa sürülmüş ve şu ana kadar bu kroki, belge ve mühimmatların kimler tarafından nasıl niçin konulduğuna dair sahici hukuki tek bir kanıt ortaya konulmamıştır. Ve sonra.. Irak’ta bir buçuk milyon insan öldükten sonra ‘kimyasal silahların’ olmadığı gerçeğini ABD sinsice gülüşüyle itiraf etmiş, muhtemeldir ki Türkiye’de harekat tamamlandıktan, yüzlerce yazar içeri tıkılıp Türkiye’nin direnci kırıldıktan sonra, şimdi iddia olunan Ergenekon Belgeleri’nin tümünün sahte olduğunu (bir küçük yanlışlıkmış gibi) kendileri kıs kıs gülerek itiraf edecekler, ama iş işten Irak’ta olduğu gibi geçmiş olacak. Ve Türkiye’ye başlatılan işgal harekatının IRAK harekatıyla en büyük benzerliği, Bağdat’a atılan seyredilmiş uranyumla bombalar naklen yayın tüm dünyaya gösterilerek ARAPLAR’ın ya da direnenlerin onurları ve azimleri kırılması yıldırmak ve göz korkutmak, haksız tutuklamaları protesto edenleri pasifize edilmek istendi. Türkiye’de de bütün kameralar çağrılarak NAKLEN YAYIN ASKERİ MÜHİMMATLAR’ın çıkartılması halkın direncini kırmak içindi.. 11. MEYDAN OKUMA. Düşmanın Komuta Kontrol Sistemleri’ni dağıtmak. Genelkurmay’da ortaya çıkarılan casus dinleme vakaları, aslında, Genelkurmay’ın kontrol sistemini parçalamaktı, gerçekleşti. Bugün telefon dinleme vakalarından dolayı Genelkurmay kendi arasında sıradan gündelik konuşmalarını dahi yapamaz hale gelmiştir. Yani, kontrol sistemi en azından psikolojik olarak darmadağınık bir telaşa sürüklenmiş, kuvvet komutanları kendi aralarında arkadaşça ailece konuşmalarını dahi iptal ederek tam bir suskunluk içinde kilitlenmişlerdir. İkinci büyük meydan okuma, ABD Türkiye’ye istihbarat vereceğini bölüşeceğini söylemesine rağmen istihbaratı Türkiye’ye değil dünyanın gözleri önünde PKK’ya vermiştir. Üçüncü büyük meydan okuma, Türk subaylarının PKK’ya havadan ABD ordusunun silah attığını ve sonra İsrail Ordusu’nun Kuzey Irak’ta PKK’ya eğitim verdiğini ve yine Türk subaylarının Avrupa devletlerinin PKK’ya aleni silah ve para yollarını kolaylaştırdığını defalarca dile getirmesine rağmen ULUSLAR ARASI KAMUOYUNDA çıt çıtmamış hiç ciddiye alınmamışlardır ve meydan okumanın başlangıç noktası, Kuzey Irak’ta Türk askerlerini çuvala geçirmeyle harekat başlamıştır. 12. Türkiye’ye karşı yapılan harekatı, OPERASYONLARI (MÜŞTEREK) İŞBİRLİĞİYLE SÜRDÜRMEK. El altından sızdırılan casusvari sahte belgeler yandaş gazetelere gizlice verilmekte ve yandaş medya organize şekilde saldırmaktadır. Onlarca TV, onlarca gazete ve hatta Internet yayınları operasyonu ortaklaşa gerçekleştirmektedir. Bu ‘müşterek’ cepheye Avrupa Birliği’nin nerdeyse bütün devletlerini almışlardır. Ve Avrupa Birliği sözcüleriyle Türkiye’nin susturulması suçlanması ve aşağılanmasıyla harekat hergün gazete manşetlerinin marifetiyle tam bir KUŞATMAYA dönüştürülmüştür. 13. EZİCİ PSİKOLOJİK ÜSTÜNLÜK, ezici medya üstünlüğüyle sağlanmakta. Organize bir faaliyet grubu muharebe alanını (gazeteler, siyaset, tv.) belirleyip yalan casus bilgi ve ithamlarla şok şok başlıklarıyla topyekün bir saldırıya girdiler. İki yıldır aralıksız süren bu şok saldırıların konusu belgelerin hiçbirinin gerçekliği ıspatlanamamıştır. Peki, bu kadar ıspatsız hukuksuz sahte belge ortalıktayken niçin halkımıza özür gibi bir açıklama yapılmıyor, çünkü, savaş halinde hiçbir düşman geri adım atmaz, aksine saldırıyı daha kararlı kılmak için yalan ve yanlışlarını ‘hakikat’ gibi savunarak ve en önemlisi ‘gizleyerek’’örterek’ ilerler. Psikolojik üstünlüğü, sahtelikleri ortaya çıktığında, topluca yaygara yaparak yani ortalıkta kıyametler kopartarak ‘maskeleyip’ halk tarafından duyulmalarını önlemeye çalışıyorlar. Hiçbir ordu savaş sürerken ‘yanlışını’ kabullenmez ve göstermez, aksine, harekat merkezi yanlışları ya gizler ya savunur. Türkiye’ye işgal harekatı başlatanlar birbirlerinin yalanlarına sıkıca sarılıp gizleyerek daha büyük bir MORAL’le saldırılarını COŞKUYLA VE DEMOKRASİ VE ÖZGÜRLÜK MARŞLARIYLA sürdürmekteler. Hukuk’u ve yasaları ve demokrasiyi hiçe sayarken KAZANDIKLARI BU MORAL MOTİFASYON bir ‘savaş alanı’ ahlakının en büyük delilidir. Zurnanın son deliği osuruktan kenardan göya vicdan adına yazan Yıldırım Türker gibi yazarlar, suçlandığı haksız ithamlar ağrına gidip intihar eden gazilere götüyle gülerek dalgasını geçmekte, Perihan Mağden gibi yazarlar insanlar hukuksuzca içeri alındıkça şeytani sevinç çığlıkları atmakta.. Bu kadar ‘duygusuz’luk ancak savaşın beyinleri paramparça edip ayakta kalan askerlerin de ‘aklını yitirmesiyle’ olur ve bu yazarların haksızlığa uğrayanlarla şeytani dalga geçmeleri Ebu Garip Hapishanesi’nde işkence yapan ABD’li kadın askerlerin fotoğraflarına benzemekte. 14.Türkiye’ye karşı harekatı düzenleyen KONTROL MERKEZİ. ABD, Cemaat ve AKP’nin kontrolünde bir üst KOMUTA MERKEZİ tüm bu asılsız iddia ve mahkemeleri ve operasyonları yukardan düzenlemekte ve yönetmekte. Kamuoyunun psikolojisini amaçları doğrultusunda yönetebilmek için operasyonlar bir üst merkezden taktik ve manevralarla düzenlenmekte. Savaşı manevra ve taktiklerle sürdüren KONTROL MERKEZİ zaman zaman büyük hatalar yapmakta, Türkan Saylan örneğinde olduğu gibi, ancak manevralarla yani yeni operasyon dalgaları ve bambaşka itham belgeleriyle konunun bir parçasını kapatıp konunun tümündeki iddialarını sürdürmeyi profesyonel bir kurnazlık ve dikkatle başarmaktadır. 15. Kontrol merkezinin harekat planı: Önce İLK SALDIRILACAK YERLERİ’ tespit ettiler. (Bir savaşta önce nereleri bombalanacak, fabrikalar, garnizonlar, ulaşım yolları..) Kontrol merkezi, ilk saldırılacak yer olarak toplumda infial uyandırması ve toplumun yönlendirilmesini kutuplaşmasını sağlamak için önce yazar cinayetlerini sonra Hrant, Rahip cinayetleri benzeri olayları hedefledi ve sonra, GENELKURMAY KARARGAHINI seçti, telefon dinleme kayıtlarını ortaya çıkartarak, Genelkurmay’ın ‘iletişim’ gücünü kırdı. İkinci ve en önemlisi halkı bilgilendiren yaşayan milli yazarları seçtiler. Üçüncü olarak, halka güç veren TV’leri bastılar. Dördüncü olarak yoğun psikolojik bombardımanla bu TV’leri maddi olarak destekleyebilecek işadamı, sendika gibi kaynaklarını ‘sindirdiler’ ve son olarak Cumhuriyet Mitingleri’yle Türkiye’ye güç veren kitlelerin gözünü korkuttular. Ve manşetlerinde ve ekran tartışmalarında Cumhuriyet’in değerleri, Atatürk ve gazilerimizle ve bu ülkeyi bir arada tutan kardeşlik değerleriyle sabahlara kadar kahkahalar atarak aşağılayıp ZAFER SARHOŞLUĞUYLA eğlendiler. 16. GÜCÜ YERİNDE KULLANMAK. AKP-CEMAAT-ABD adamlarının en kabiliyetlerini ‘ordu ve emniyete ve hakimliğe’ sızdırdılar. Savaş Sanatı’nın en büyük becerisi güçlerini nerde nasıl kullanacağındır. En güzel örnek Türkiye, artık savaş stratejilerinde kayda girmelidir, hakimler, emniyet ve ordu içine sızılarak KAFANIN İÇİNE girilmiştir. Amerika ne Filipinler’de ne Vietnam’da ne Irak’ta düşmanın beyni içine sızabilmeyi başaramamıştır, bunun tek örneği Türkiye’dir. ABD tarihinde ilk defa düşmanın beyni içine cemaat ve İsrail ve işbirlikçileri marifetiyle elini kolunu sallaya sallaya girebilmiştir. Ve ABD’nin son elli yılda tüm savaşları içindeki en büyük BAŞARISI, ZAFERİ budur. Bir ülke istihbarat, gizlilik ve güvenlik konularında aşırı paranoya sahibi olmalı ve aşırı kuşkusuyla sık eleyip sık dokumalıydı, ancak, sağ iktidarlarla iç içe girmiş cemaatler ve İslamcı örgütler ve 12 Eylül’ün lideri Kenan Evren’in polis okullarını bir tarikata devretmesi ve Özallar’ın marifetiyle ve İsrail güvenlik andlaşmalarıyla Türkiye’nin en mahrem beyni istihbarat odaklarına güve, bit, casus, ajan, işbirlikçi yuvaları haline getirilmiştir. Ve dünyada eşine benzerine rastlanmayan istihbarat içi savaşlar manşet manşet Türkiye’de ortalığa dökülmüş, halkın kendi vergileriyle ayakta tuttuğu kurumlara olan güveni infilak ettirilmiştir. 17. Bir harekatta savaşan tarafların en büyük gücünü SİLAHLARIN GİZLİLİĞİ oluşturur. Düşmanın silahları askerleri nerdedir ve ne kadar güçlüdür. Türkiye’ye saldırı düzenleyenler Türkiye’nin güçlerini nerde olduğunu biliyorlar, bu yüzden, hem yazarlarına saldırıldı hem de ‘krokilerle mühimmatlar’ aranıp icad edilerek Türkiye’ye SİZİN SİLAHLARINIZIN YERLERİNİ VE GÜCÜNÜ BİLİYORUZ, mesajı bir meydan okumayla verildi. Ancak, Türkiye, kendine saldıranların gücünü üstünkörü biliyor, yani, kendine saldıranlar hangi kurumlarda hangi resmi görevlerde ne kadar sayıda ve kimler olduğunu bilmiyor. Sadece hayali bir ‘cemaat’in militanlarından söz ediliyor, o kadar. Ve bu cemaatin gizlediği silahlar var mı, ikmal yapabilir mi, bir gerçek saldırıda ABD Ordusu’ndan mesela PKK’nın aldığı gibi silahları hızla alabilir mi, ya da aldı mı, gibi bir yığın karanlık soru ortada.. 18. SÜRPRİZ SALDIRILAR DÜZENLEMEK. Bir savaş başlamadan savaşın sürpriz planlarını kimse bilemez. Türkiye’ye karşı hazırlanan harekatın sürpriz şaşırtıcı harekatı eski Genelkurmay Başkanları’nın ifadeleridir. Bu ifadelere baktığınızda belki de ordu içinde bir takım dinlemelerin içerden en yüksek komuta tarafından düzenlendiği gibi akılalmaz bir düşünce ortaya çıkıyor ki.. Halkın gözünde güvenilirliği çok sağlam olan komuta kademesinin Büyükanıt’ın Dolmabahçe gizli görüşmesi ve muhtırası da eklenince, Türkiye halkı hala karanlık bu noktalarda inanılmaz bir ‘hayal kırıklığı’ yaşamış ve harekat ilk büyük sürpriziyle Türkiye’yi karmakarışık hale getirmeyi başarmıştır. Karargah içinden dinlemelere kimler yardımcı oldu sorusu hala ortada olduğu için, bu durumu, dünya savaş tarihinin en büyük sürpriz savaşı, TRUVA’nın Tahta Atı’na benzetebilirsiniz. 19. Yani halkın en güvendiği askerlik kurumunun içinde bir takım kuvvet komutanlarının tuhaf açıklamaları Türkiye’yi istila harekatının en büyük başarısıdır. Ki, düşman kuvvetlerini birbirine düşürmeyi dünyada hiçbir komutan becerememiştir, yani, ordu ve emniyet’in ayrıştırılması, tarihte hiçbir düşmanın bulamayacağı yağ bal pekmez kaymak’tır. Önce, bir dizi Kemalist yazarları öldürüp laik-şeriat gerginliği tırmandırıldı, sonra, ordu-emniyet saflaştırıldı, sonra, ordu içinde farklı sesler yükseltildi ve sonra, Türkiye’nin Komuta Kalbi, Milli Güvenlik Kurulu’nun en itibarlı komutanları yaka paça içeri tıkıldı.. Taliban askerlerinin her açıklamasını dahi manşet yapan dünya basını bu yüksek rütbeli subayların yaka paça içeri tıkılmalarıyla ilgili açıklamalarına adettendir bir haberdir diye dahi yer vermemektedir. 20. Ve bugün savaş sürerken bir ara netice olarak, MİT, Emniyet, Hakimlik ve Askeri kurumlar içerden bölünmüş birbirine girmiş çatışmalarla TAM ANLAMIYLA MUTLAK BİR DAĞILMAYA DOĞRU sürüklenmiştir, artık Kıbrıs’ta toprak, Güneydoğu’da toprak gibi dilleri altında sakladıkları baklaları çıkartmalarının sebebi, zaferlerinden emin olmalarıdır. 21. Türkiye’ye karşı yok etme harekatını başlatanlar MUTLAK ZAFERLERİNİ ne zaman ilan edecekler. Hiçbir zaman, mutlak zaferlerini, Güneydoğu, Irak, Kıbrıs sorunlarının hangi ölçekte tavizlerle çözüldüğünde anlayacağız. İkincisi, Türk Ordusu’nun Afganistan ve Irak’ta Amerika adına muharebeye katılıp Müslüman öldürmeye ikna edilmesiyle anlayacağız. Ancak, AKP’nin Ermeni, Rum, Güneydoğu gibi tezlerine karşı koyacak tek bir yerel TV’nin ya da yazarın ortalıkta kalmayışı ya da bütünüyle siyasi alandan defedilmeleri, harekatın sonuna yaklaştığımızı gösteriyor. 22. Ancak yaşadığımız çağda ZAFER’i ordular, istihbarat güçleri, medya değil, HALK belirler. Şu anda Türkiye’de yıkılmayan tek kale: HALK’tır. Büyük tahminimiz, yazarların ve televizyonların halkla irtibatının kesilmesinin sebebi de budur. Önümüzdeki 5-10 yıllık süre içinde, yayın bombardımanlarıyla halkın tutum ve kanaatlerini yavaş yavaş değiştirmeye çalışacaklar. Halk’ın en temel inançlarını yıkabilmek ve halkı ele geçirebilmek bu savaşın asıl ve ikinci büyük cephesi olacaktır. 23. Amerika silahlarıyla ya da ajanlarıyla girdiği her toprak parçasının silahlı güçlerini yok etmeyi başarmıştır, ancak Amerika bugüne kadar girdiği herhangi bir ülkede HALK’I MAĞLUP EDEMEMİŞTİR. 24. Ülkemizin birliği ve dirliği ve tarihten bugüne kadar getirdiğimiz tüm bağımsızlık değerlerimizi bugün taşıyan tek gücümüz HALK’tır. TÜRKİYE’nin tersanelerini emniyetini hukukunu mahkemelerini fabrikalarını meclisini her yerini ele geçirebilirler, ama, TÜRKİYE HALKI’nı bilebildiğimiz tarihlerden bugüne yenmeyi, pes ettirmeyi, teslim almayı KİMSE başaramamıştır. Nihat GENÇ
  4. Evet bu cografya´da Türkiye´nin komsulariyla iliskileri gayet normalken. Bu cografya´da bütün ülkelerin iliskileri gene belirteyim bilhassa müslüman ülkeleri arasinda acikken de böyleyken bu cografya gene ates altinda NEDEN, neden bu cografya´da dünyanin en büyük savasi sürüyor? HAMAS PKK bu savasin kurmaylari olarak neden görülüyor. Neden bu savas bu iki örgüt üzerinden güclü olarak sürdürülüyor, görünen o ki, bu iki örgüt, bu iki kirli örgüt emperyallerin kirli silahli koludur !!! Artik Türkiye savasini halkina izah ederek bu savasi topyekün halkini arkasina alarak bu iki kirli örgütü Türkiye kendi sahnesinden ebediyen silmelidir.. Gün gelmis catmistir.
  5. Bugün o Ermeni çetelerinin yandaslari gene daglarda gene is basindalar durmazlar durmayacaklar.. Emperyallerin korkulu rüyasi Simdi.. BIR CUMHURIYET DEVRIMI NEDEN YOK EDILEMIYOR? Ya ikincisi cikarsa.. Iste bu nokta onlarin sonun baslangici olur korkulari bu !!! Onun icin Ceteler hic durmayacak, bu cetelerle barisik olmamiz gerekiyor Türkiye halki olarak.. Bu hem siyasi hem staraji hem sinir savasina.. Bir gün illahi ki bu katliamlarin hesabini verecekler.
  6. Gelsinler Türkiye´nin gocunacak yarasi yok buyursunlar gelsinler Türkiye´nin sorunlari zaten yardim düzeyinde calismayip yan gelip yatan insanlarimiz bu yardimi severek karsilayacaktir ama ne yazik ki yan gelip yatanlar bir erzaga karinlari tok onlarin beklentisi kisa zaman da köse olmak gelenlerin erzak yerine cuval cuval para getirmeleri gerekiyor.. Sonra.. Diyarbakir´da her gün hangi misyon eksik ki? Avrupali milletvekilleri orayi mesken tutmadi mi.. kim kollarindan simdiye kadar tutup atti gecin bunlari derim, hergün buralara oluk oluk para akarken gelecek ekmek yardimini kim tirsar. Diyarbakirli tirsar mi diyarbakirlilar ne zaman dan beri ac kaldi ki bu ülkede!!! Dünya böyle olayi tinlamaz bu isgal altinda ki bir ülkeye yardim degil Aile icini karistirmaktir.. Dünya böyle olaylari yemiyor karni tok kendi iclerinde yeterince bu tür konularla karinlari doymus. Israil´li gencler baska kapiya gitsin. (gidecek yüzleri olacak bir kapi bulabilirlerse) EEE RECEP BEY BUNLARIDA COSTURDU
  7. Sayin y.yılmaz güzel takipiniz icin tesekkür ederim, benim su kafamdan hic cikmiyor neden Iran´a saldirilsin? Iran saldirirlarla bölünmez! Nükler silah diyorsak o noktayi istedikleri zaman vurabilirler öylemi sonra Türkiye bölünmeden neden Iran´a gecsinler sonra bu cografya da kimin bölünmesi amaclaniyor kimlere yillardir yatirim yaptilar bütün dünyanin gözünün icine baka baka bir düsünelim kimlerin Avrupa´da yatirimi var? Sonra oyun her zaman büyük olur sah dama oyunu hic kalir yaninda sonra kimler sagladi simdiye kadar iran´a o malzemeleri yani oyun biraz harita gibi ortada degil mi !!! Iran Türkiye karsilikli savasir mi savasir...Birileride ya savasirken elimizden gitti diyebilir söz kesilmis iktidar olunmus. Son not bu iktidari elinden birakmak isteyen var mi ??? Acilimdan bahsederken bir karis verilecek topragimiz yoktur diyebiliyorlar mi.
  8. İran öyle böyle kendisine müdahale edilecegini biliyor burda yapacagi adimla Ortadogu´nun tozu dumani arasinda kaybolmak istiyor yani ben yaniyorsam hep beraber yanalim bütün dünyayi da birlikte yakalim. Belki bu yangindan en az zararli cikacagini hesapliyabilir !!! Arkasina dini duygulari kabarik Türkiye´yi de alirsa kimbilir? Gene de zannetmiyorum Dini duygulari siyasete karistirip marmara da dersimizi aldik Dinle gemi yürümez Cihat hic yürümedi Arap´lar kilini kipirtdatmaz bunun sinyalini Misirin yaninda Elfetih, Hamas alarak dün gösterdi bizim tek abimiz Misir´dir diye daha ne desinler. Ama kafa degismiyor ki Türkiye bile onlara ders olmamis ayni kafa, kafa iste !!!
  9. Nerede bu Arap krallar, şeyhler GAZZE’deki “insanlık dışı ambargo” yüzünden Türkiye birbirine girdi. Tarihin en yaygın işkencesi halini alan o “acılı kuşatma” için Türkiye dünyayla karşı karşıya geldi. Sordum: * Peki kardeşim nerede bu Araplar? * Hani milyarlarca dolarlık petrol gelirleriyle krallar, şeyhler, emirler? Cevap, Marmaris’teki gazeteci arkadaşlardan geldi. Gökmen Ulu, “Bakın buradalar” diye gönderdi fotoğrafları. İşte Marmaris limanından, Göcek’in sakin koylarına doğru hareketi bekleyen 133 metrelik Al Kirqab. Filistinli Arap kardeşleri Gazze’de açlıktan KIRILIYOR. Ama Katar Emiri Şeyh Hamit Bin Halif El Tani’nin 133 metrelik dev yatı Marmaris’in koylarına doğru dümen KIRIYOR. Kıran kırana... Ve bir başkası... 73 metre uzunluğunda Ürdün Krallığı’na ait Sarafasa. O da lacivert suların serin rüzgarlarında. Çok iyi biliyorum ki; Suudi prensler, emirler, şimdi dünyanın bir başka deniz kıyısında lüks yatlarındalar. Halkları fakir, kendileri zengin krallar, prensler. Yetmiyor bir de İran’ı vurmak isteyen İsrail için Suudi Arabistan hava sahasını açıyor. Peki nasıl oluyor bu? Defalarca yazdım... İşte yine söylüyorum... * Petrol coğrafyasında demokrasi kimsenin işine gelmiyor... Ne petrol tröstlerinin, ne silah tacirlerinin ne de kralların, şeyhlerin... İşte yine soruyorum: * Neden bu kanlı coğrafyada demokrasi yoktur? * Neden kan yalnızca Müslüman coğrafyasında akar? * Ve neden bu Müslüman coğrafyasında seçimle gelen liderler yerine, krallar, şeyhler, emirler vardır? Bir tek Türkiye hariç. Çünkü yüzde 99 Müslüman olan bu toplum demokrasiyle yönetilir? Çünkü Kurtuluş Savaşı’nı bile halkın Meclisi’nden yöneten bir tarihten gelmektedir. Çünkü Mustafa Kemal ve arkadaşları laikliği bir “din karşıtlığı” olarak değil, bireyin özgürce seçimi olarak yerleştirmiştir. Demokrasi ve laiklik birbirini tamamlayan iki temel “özgürlük sütunu”dur. Çünkü demokrasi bireyin iradesini özgürce ortaya koymasıdır. Ve ancak özgür bireyler şahsiyet kazanabilir. “Çok yaşa padişahım” diye el pençe duruştan, “Sen iyi yönetemiyorsun, seni değil başkasını seçiyorum” diyen bireyin özgür ve dik duruşuna geçiştir bu. Ve işte o şahsiyetle irade birleşince tebaadan bireye geçiş tamamlanır. Ve ancak özgür bireyler adaletsizliğe karşı dik durabilir. Müslümanlık firavuna karşı insanın dik duruşunu, insana verilen değeri savunmuştur. Ama bakın şimdi Müslüman coğrafyasında halkını, insanı hiçe sayan krallıklar, şeyhlikler emirlikler yani firavun benzeri yönetimler hâkimdir. Budur işte Türkiye farkı... Ve işte bu yüzden “Nerede bu Arap krallar şeyhler” diye sorduğumuzda, cevap, BM koridorlarından, uluslararası zirvelerden değil, Marmaris koylarındaki lüks yatlardan geliyor. Fatih ÇEKİRGE
  10. Benim yazdiklari mi herkesin anliyamiyacagi izlenimi zaten var ben bunun bilincindeyim üzülme.. Herkesin dersem gene hata olur birileri dersem gene hata olur mu ama genelin olmayacagi bir gercek.. Hava doldurmak icin yazmiyorum hava basmak icinde.. Ben bu forumda kendi mi tatilde gibi hissediyorum vede mutluyum belki bu mutluluk bu rahatlik beni anlasilmaz kiliyor olabilir.. Ama su gercek var ki buralarda bir cok toplantiya katildigim gibi ve sürekli dünya insanlariyla birlikte oldugum icin telafüzlerim de biraz ortak icerdigi icin yabancilik vardir bu yazilarim da onun icin kusurama bakmayin bunu da düzeltme olanagim yok cevap vermezsiniz gülüp gecersiniz olur biter Sayin CRYANO !!! Yazdiklarim alakalidir dogru mesajlar daima dogru tepki verir.
  11. Efendi Türkler şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Ezilenler birlikte olacakmisiz mis mis mis Bugün ezilenler yarinin ezenleri olursa ne olacak mis mis mis Demek oluyor ki asayis düzenlenmesi gerekiyor birlesmis milletler bir cok kurumlar sorgulanmalidir yada parmaklar dogru kalkmalidir
  12. Efendi Türkler şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Dünya´da su asama da kim kimle kanka anlamis degilim hersey kendi cikarlarini koruma ekseninde gelisiyor. Burda haklisin biz nasil bir eksenin icinde yer almaliyiz ama su gercek var ki eksenin icinde yer almadan da bir eksen etrafinda dolasabilirsin bu Avrupa da olupta Avrupa birligine dahil olmayan var Avrupa birliginde olupta Avrupa para birligine gecmeyen var !!! kimse kimseye kanka güvencesiyle bakmiyor.. Hersey kendi ekseninle baslar ondan sonra uydular düsünülmesi asamasina gecilir..Birak kankayi illahin kanka diyorsan kankasiz yapamiyorsan ikimiz kanka olabiliriz bak bu olur.. Burda Ortadogu gercegine bakalim orda ne var sadece petrol bir de ne var, Din var ikiside ticaret araci öyle mi? Ve yahut ikiside ayni amacli kullaniliyor öyle mi yoksa bizi oralara ceken ne? Yasam seklimiz yoksa oralara ne kadar uygun yada yasamak istediklerimiz bizleri oraya ceken ne.. Avrupa´´nin dibinde de savas oldu kimse Avrupa li halktan hic bu savas icin heycanlani ni görmedim senorya üretine de ama bizler hersey üretiyoruz neden nereden geliyor peki bu ilgi?
  13. Efendi Türkler şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Sayin FUZULİ Kusura bakma kahvaltiya gecmistim.. İsrail ve ABD'yi dünya siyasetinde bu kadar pervasızca hareket ettiren güç ne? diyorsunuz simdi sorarim herkes bir yerlerde gücü oraninda harekete gecmiyormu? Eger geciyorsa bunun adi ABD Israil olunca karsi gelmek ne oluyor öyle ya.. Zaman zaman bizde gecmiyormuyuz dersin, örnekler vermemize gerek yok zannedersem!!! Rusya örnegi ortada kafkaslarda bir oyuna nasil karsilik verdi.. Cin örnegi hongkok u nasil geri teslim aldi hakkida olsa gene gücünle almistir.. Oralarda uzak asyada meydan okuyanlari biliyoruz meydan okuyamayanlarida.. Zaten farkindaysak ABD en pervasizca davrandigi bölge ortadogu oluyor bunun temel nedeni Araplarin aga babasi ABD dir bu gercegi artik bilelim onlarin muslugu para muslugu ABD dir onlar ABD i fevasizlik yapmazlar zaten filistin halkina yapilan zulmün arkasinda Arap ülkeleri vardir..Bakin vefasiz cikan Saddamin sonunu nasil getirdiler bunu aga babalarinla ortak gerceklestirmislerdir..Orlarda oyun oynamaya gelmez kimin kimi oyuna getirdigini anliyamazsin..Bunun icin orda oyanan oyunlar icin benim ABD Israil icin neden bir extra ultura düsmanligim olsun neden orda oyunlarin icine cekileyim !!! Demek oluyor ki dünya´da tam asayis düzenlenmis degil, bunun en büyük sorumlusu da islam ülkeleridir onlarin geri kalmisligidir dinle yatip dinle kalkmalaridir demek oluyor ki daha zaman istiyor bu ülkelerin su anda dünya ya bir katkilari olamaz zarardan baska üstüne üstlük bu ülkeler bir de ne yazik ki enerji yataklarin üzerinde oturuyor. Ve aga olarak ABD´i secmisler ve kimsenin gücü yetmez onlarin aga babalirini degistirmek su asamada. Bana mi düsüyor aga babaniz sizin dinize zara veriyor diye yoksa bizimde oralarda din adina aga babaligina soyunmamiz mi gerekiyor bakin yeni bir babaniz daha oldu buda din babaniz diyelim !!! Eger ortada bir agir sanayi varsa bu sanayinin devami icin enerji yataklarina ihtiyac duyuldugu müddetce bu devam edecektir veyahut da bu agir sanayi yi elinde bulunduranlarin kendi tekellerini hafifinden agirina kadar bütün dünya´ya yerlestirmeden bunun önü kesilmez herkes ürettiginin garantisini istiyor basarisinin karsiligini istiyor kapitalizm deger yargilarindan biride bu ben basariyorsam saygi duyacaksin..Bir nevi degirmenin suyu da üretimde ki basarilari diyebiliriz dis politikada onlari simarik kilabiliyor!!! Onların dehaları kim güçlü olmak onların kaderi onların gücünü kıracak deha yetiştiremek de bugün için bizim, bizim gibi ülkelerin kaderi mi?Yoksa atı alan Üsküdar'ı geçti mi? Hic bir zaman gecmez bu bir bayrak savasi, kimin basarida yarin önde gidecegi belli olmaz biz yarinlarda ön saflarda gidersek inan ki halk olarak da dünya görüsümüz cok farkli alanlara kayacak. Sayin FUZULİ örnegin istedikleri gibi davraniyorlar dedigin bir ülkede yasiyorum ve onlar bayrak savasi gercegini cok iyi biliyorlar yarinlarin garanti olmadigini cok iyi biliyorlar.. Yasami calisarak calismaya daha cok calisarak sarilarak tutunmaya calisiyorlar. Kisa ilginc bir örnek bizde ki gibi calisma hayati olsa dibe vururlar !!! Evet cok güzel bir soru ne yapilabilirdi bugün kü Türkiye gerceginle birde deha olsaydim tabii bu durum avanta getirirdi. Eger Halkin büyük kismi bu deha ligima prim veriyorsa eger inanmissa bu dehalik askida kalmazdi.. Ne olabilir Türkiye´yi ne ucurabilir Halk kisa zaman diliminde nasil mutlu olur Türkiye´nin önü ucurumsuz nasil yol alabilir en kisa zamanda o uygulanirdi.. Ilk önce disari kapali kutu olurdum binbir maymunlari oynamaya hic bir zaman gereksinme duymazdim. Iceri gelince.. Bunun ilaci hafif sanayi tarima dayali olurdu bununla hedef köy kentlesmesi bu cok rahatlikla olurdu iletisim zaten en ücra kösede var halk hazir bu ülkede halk herseye hazir sanki zaman tünelinde bekliyor öyle yapisi var.. Köy kentlesmesi Insanlarin kisa zamanda cagdaslasmaya götürecek büyük adim olurdu..Örnegin zeytin agaclariniz var bunun karsiliginda zeytin yagi fabrikaniz var kasabalarinizda.. Elma agaclariniz var bunun karsiliginda elma suyu üreten fabrikaniz var bunlar siralamakla bitmez bu imkanlari sunmaklada bitmez dört mevsim var dört mevsimde ekilebilir..Sifir vergiyle calistirirsin yurdun her kasabasi hafif sanayi kucaklar ve kendi gelisimini saglayacak imkana vede özgüvene kavusur.. Toprak reformu en basta gelen konulardan biri bugün Türkiye halki bu konuda dibine kadar soyuluyor Örnegin Avrupa´da topragi dar olan alanda dogru imarla dogru yerde yerlesimle ve yesillikler icinde 1000 kare en fazla 50 bin euro ya satilirken ve en kücük parca olarak da 1000 kareye bölerler yerlesme alani olarak bir aileye.. Bizde malesef 300 metre kareyi bu fiyata yakin satiliyor ve bu ne demek topragi bol ülke 300 bölüyor topragi dar yesilligi bol ülke 1000 kareye bölüyor..Ve sadece iki kata izin veriyor??? Bu örnekle yola cikarsam hedef gösterirdim halkima bunu basarmaliyiz halkla birlikte basarirdim her bir aileye 1000 kare toprak ayda 10 Tl taksitle buda oralara alt yapinin daha kisa zamanda gitmesi icin.. Zaten farkindaysan böyle sorunumuz yok imar gecmeden ister illagal ister legal olsun her yerlesim alani ister gecekondu ister bag bahce elektrik su götürülüyor.. bu bir zaten avantaj..bu avanta sunu gösteriyor dogru adimlar atilmasini yoksa hersey hazir.. Zaten toprak yerlesim alani olarak 1000 kare olarak paylasilirsa bölünürse bir cok hafif sanayi yaninda tasir ebediyen ve aileler daha mutlu ve kendini bu ülkede daha emin hisseder..Insanlari sürekli büyük sehirleri umut olarak gösterip orlara mutsuz sekilde yigmanin anlami yok. Insanlari ülkeye bagli kilmanin bir yoluda dogru toprak paylasimidir.. Tabii bu röportajın asli olmaz bir basbakanin bir ülkenin okumus milyonlarca birikimi vardir bas danismanlari vardir onun icin öbür yapilacaklar bana yazmak düsmez benim yazdiklarim sadece benim mütavazidir.
  14. K'NAAN - WAVIN' FLAG http://www.youtube.com/watch?v=pO1EmsKB_fI http://www.youtube.com/watch?v=pO1EmsKB_fI
  15. Efendi Türkler şunu cevapladı bir başlıkta ileti içinde Güncel Konular
    Sayin FUZULİ Artik birakalim yahudi lobisi ayagini inan ki gina geldi yok lobiymis, yok cok paralari varmis artik bugünden itibaren ben bunlari yutmuyorum. Bütün herkese örnek olsun..yeter ya lobi para.. Bakin ülkeler biraz bütceleri acildi mi asrin krizine giriyorlar! gecelim bunlari ülkeler lobilerle yürümüyor yürütülmüyor olsa olsa alacaklari kararlari tepkiye göre bir lobi ayaginin arkasina gecilmesi, olurmu oda yemiyor olsa olsa hakkinda istenmeyen karari alan devlet yöneticeleri iceri dönük bakin bu kararin alinmasin da o lobi etkili oldu diye benim deha ma dokunmayin diye iceri dogru bir ayaktir deha larin ayagidir..Cok para Araplar´da da var bakin dünyanin cok parasi olan ülke siralamasina bankalar da ülke siralamasin da birinci geliyorlar.. gecelim bunlara derim.. Türkiye Cumhuriyeti Tarihinde Israil´e en büyük destek AKP Hükümeti tarafindan olmustur hem maddi hem manevi...Bu da bir Deha örnegidir !!!
  16. Artik bizde tanimaya basladik degirmenin suyu nerden geliyor diye. DEHA bu yeryüzü ne dehalar gördü. Bugün dahi Hitlerin deha oldugunu iddia eden vardir. Sirf yahudi nefrettin dolayi eden de vardir onun arkasina saklanip onu deha olarak gören Avrupa´da milyonlar vardir. Avrupa´nin bitmeyen Irkcilik ruhu burdan gelir nevi tür deha´larin ektigi tohum budur asirlar gecse toprakta kalir kanda kalir hep yeserir..Anadolu da böyle bir tohumun hazirligi icine girmistir Sayin Recep´ile Bir yandan hizli sekilde icerde tohumlarini savururken bir yandan da ortadogu´da savurmakta Hitlerin Avrupasi´da o sekilde olusmustu.. Ne diyor Sayin RECEP Kilicdaroglu´na siz tenekesiniz siz dinsizsiniz siz o kitapi alip bir kere okudunuzmu !!! yani Türkiye´nin cogunluguna siz dinsizsiniz ve bu sikayeti azinliga yapiyor ve bu dehalik´tir bu cigirtkanliktir bu ortadogu´nun daima karanlik kalmasinin deprem niteligindeki ses yapan cigirkanlik türüdür.. Deha bu ülkenin Avrupa´da olan haklarini bugün kazanmis olurdu.. Türkiye´nin degerlerini satip en basta Israil olarak bu ülkeyi ciplak birakmazdi. Bugün ülke ciplak kimse farkinda mi? Millet evin de kahvaltisinda zeytini zor buluyor onu da sayili yiyor.. Ben derim gec bu DEHA kelimesini yol yakinken.. Oratadogu´nun karanligin da hak aranmaz halk da aranmaz ilk önce o halklar kendi hak´ini yaratsin solu olmayan solunu yaratsin kendinin halk oldugunu bir nevi biraz göstersin o asamaya gelsin o zaman o halklarla iliskiye gecilir.. Son solu filistin de Gazze´de ön saflarda mücadele verirken ön cephede Israil arka cephede Hamasin kursunlariyla can cekismekte !!! Devlet diyorsak Türkiye´´nin yaninda Israile karsi kimse tavir almaz, alamaz da genetik olarak. Ortadogu´da hep bozuk olan birseyler vardir karanliktir cözülmesi zordur...
  17. DJ LAYLA & DEE DEE - CITY OF SLEEPING HEARTS http://www.youtube.com/watch?v=El46_B0H0-Y
  18. SOUL BROS - GET UP STAND UP http://www.youtube.com/watch?v=2933Eerm8J8
  19. MILK & SUGAR - LET THE LOVE TAKE OVER http://www.youtube.com/watch?v=O0hK5vgACko
  20. TAIO CRUZ - BREAK YOUR HEART http://www.youtube.com/watch?v=dgyTBKkYtW4

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.