Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

iLyAdA

» Mavi Uçurtma Grubu
  • İçerik Sayısı

    1.168
  • Katılım

  • Son Ziyaret

iLyAdA tarafından postalanan herşey

  1. iLyAdA

    İnsan Olma Zamanı

    Eski Demokratik Toplum Partisi (DTP) Eşbaşkanı Diyarbakır bağımsız milletvekili adayı Aysel Tuğluk, Meclis'e girmeleri halinde önce kendilerini Türk halkına kabul ettirmeye çalışacaklarını söyledi. Aysel Tuğluk'un seçim kampanyasında çalışan bazı görevliler, yoğun programlara rağmen ibadetlerini ihmal etmiyor. Zaman'a konuşan Tuğluk, diğer milletvekillerinin de Kürt halkına kendilerini kabul ettirmesi gerektiğini belirtti. Kürt sorununun çözümü için Meclis'te uzlaşma ortamı sağlayacaklarını kaydeden Tuğluk, Kürtçe yemin konusunda "O dönemin şartları başkaydı, şimdi başka" ifadesini kullandı. Tuğluk, teröristbaşı Abdullah Öcalan için kullandıkları 'Sayın' ifadesi için ise geri adım atmadı: "Hukuki bulmadığımız için biz ceza yesek de 'Sayın' sözünü kullanmaya devam edeceğiz." En basit örnek; dün dündür, bugün bugündür söylemini de kapmış hemen...Dokunamayacak bile kimse onlara, dilediklerince at oynatacaklar şimdi T.B.M.M' de!!!
  2. iLyAdA

    İnsan Olma Zamanı

    Senin yorumların olmadan burayı düşünemiyorum Taylan Abi
  3. iLyAdA

    İnsan Olma Zamanı

    İnsan Olma Zamanı En gelişmiş canlı bu mu? Uzaya çıkan, elektriği, interneti, tekerleği bulan, doğayı yenmeye çalışıp kansere çare arayan... aslanı, fili eğiten, sevda türküleri besteleyip aşk uğruna dağları delen... ideolojilerden, felsefeden sözeden, daha iyi, daha yaşanılası bir dünya hedefleyen? Aynı gökkubbe altında nefes alıp verebildiği tek küreyi kendi türüyle ortaklaşa kullanmayı beceremeyen... ezildiğini, haksızlığa uğradığını, özgürlük mücadelesi verdiğini söylerken... suçsuz, günahsız, kendi gibi yaşamaya, nefes alıp vermeye, evine bir dilim ekmek götürmeye çalışmaktan, özlediği çocuğuna sarılmaktan, diş, baş, yürek ağrısının dinmesini beklemekten, herkesin daha iyi yaşaması için dua etmekten, karıncayı bile incitmemeye özen göstermekten, penceresinin önündeki çiçeğine su vermekten, Tanrı'nın verdiği üç günlük ömrü kimseye zararı dokunmadan tamamlamayı düşlemekten başka bir şey yapıp yapmadığını düşünmeden, bilmeden, önemsemeden... evine döneni, işine gideni, sokakta yürüyeni, dolmuş, otobüs bekleyeni, belki kendinin olmadığı kadar çaresiz, kendinden fazla aç, ezik olanı... cezalandırma, kurban etme yetkisini kendinde görüp acımadan, gözünü kırpmadan katleden... havaya uçuran, yakan, yıkan, patlatan... oluk oluk kan akıtan... Bu mu en gelişmiş canlı? Bu mu hayvandan farklı olan? Bu mu insan? Eğer öyleyse, vah bize! En gelişmiş canlı olduğumuz, yalan! *** Zaman; yaşadığımız terörü görmezden gelenlere, işlerine geldiği gibi yorumlayanlara, ikili oynayanlara, bizi oyalayanlara, çifte standart uygulayanlara "yeter" deme zamanı.... "en gelişmiş canlı varlık olduğumuzu" kanıtlama ve unutanlara hatırlatma zamanı... tribünleri yakan inanılmaz sarı-lacivert, sarı-kırmızı kavgalarını bırakıp düştüğü yeri yakan ateşi elbirliğiyle söndürme zamanı... Zaman; kırmızı-beyaz bayrağımız altında terörün karşına da hep birlikte dikilme zamanı. Müfit Uzman
  4. iLyAdA

    Bırak, Bana Anlatma!

    Bırak, Bana Anlatma! Uzun zamandır yapamıyorum, o nedenle de hâlâ aynı keyfi verir mi bilmiyorum ama özledim. Gece yolculuklarını... Haydarpaşa'dan binmişim gece trenine, Ankara'ya gidiyorum örneğin. Sabaha karşı trenin nedense bir türlü orta yolu bulamayan kalorifer sisteminin çimento fırınına çevirdiği vagonunda vücudum, biri tutup silkelese mevcut üç-beş kilo etim kemiklerinden ayrılacak kadar tandıra dönmüş, sıcaktan bayılmışım. Benden biraz daha dayanıklı -ve de güçlü- bir başka yolcunun aşağıya indirebildiği camdan gelen mis gibi Anadolu ayazı yüzüme çarpıyor, "hade haşheşlii, süt saleep" seslerini de vagona taşıyor. İçeri yeni yolcular giriyor telaşla. Kiminin kucağında çoktan uyumuş bebeler, elleri kolları dolu, boş yer bakınıyorlar. Biri yanımdaki koltuğu gözüyle işaret edip bana soruyor; "sahibisi va mı?" Sahibi kamu, yani sen, ben, biziz diyorum içimden. Kendime kızıyorum sonra; 'bal gibi anladın işte, yanın boş mu, oturan kimse var mı, oturabilir miyim buraya' inceliği bu, 'sen aç da kendi…' "Yok, selbes, buyur" diyorum. Valizini yerleştiriyor yukarı, gardaki sabahçı kahvehanesinden üzerine sinen karbonatlı çay, haşhaşlı, tütün karışımı o bildik koku sızıyor ceketinin içinden, oturuyor. 'Şimdi soracak..' beklentisindeyim. Soruyor: "Hayırlı yolculuk. Ne tarafa?" Tren Ankara'ya kadar gidiyor. Eskişehir'den sonra arada bir de Polatlı kaldı. Acaba onu mu soruyor, yoksa maksat muhabbet mi? "Ankara" diyorum, yanıtını biliyorum tıpkı onun gibi ama ben de ona soruyorum: "Sen nereye?" "Ben de!" Kısa bir sessizlik. 'Hadi' diyorum içimden, 'ikinci soruya geç!' "Ee hemşerim (!), melmeket nire?" İşte bu! Yapabildiğim dönemlerde, şehirlerarası otobüslerle, trenlerle yolculuk keyfini yaşayabildiğim zamanlarda bana garip, tuhaf gelen, irkilten, ürküten soru.. Gıcıklığım tutar, ukalâlık yapardım. Ardındaki niyeti adım gibi bilsem de (neydi haykkatten, niyet değil, adım?), yapıştırırdım: "Türkiye." Bundan sonrası iki seçenekli. Yanımda oturanın genel sinir sistemine ve o anki ruh haline bağlı olarak farklı tepki gelecek. Bir; zoraki bir tebessümün ardından koltuğunu yatırıp uyuyacak, yine arkadaşsız kalacağım. Neyse ki genellikle ikinci seçenek çıkar; çevresi derin çizgilerle bezeli bir çift göz kısılır, biraz daha dikkatli bakar: "Orası öyle de, memleketin neresindensin anlamında. Yoksa hepimiz Türkiye'liyiz. Hangi şehirdensin diye sordum." "Şaka yaptım, kızma! Ben Diyarbakır'da doğmuşum. Anam Şile'li, baba tarafı Eskişehir'den. Daha eskilere gidersem, her biri bir başka köşeden. Ama bildiğim, son bir-iki nesil, hepimiz Türkiye'den. Ya sen?" Manav, Tatar, Bulgar göçmeni, Laz, Kürt, Arnavut… herhangi bir kökten. Ne farkeder? Türkiye'deydik, Türkiye'dendik. Aynı otobüste, trende, aynı yöne gitmekteydik. Buydu güzellik, birlikteydik. Geçen yıllar özde neyi değiştirmiş olabilir tüm kökenlerin daha da fazla iç içe geçmiş, kaynaşmış olmasından başka? Sevda yangını hele bir de Anadolu ateşi ile birleşmişse, gönül hangi fermanı dinler, düşünsene! Biz bize kalabilseydik, birbirimize düşürülmeseydik... Bırak, bana ne Marx, ne Lenin öyküleri, ne kurt masalı, ne de ezberlediğim başka bayat öyküler anlatma. Bana beni, kendini anlat... Bana bizi, birlikteliğimizi hatırlat. Müfit Uzman
  5. Kendim; Sana Söylüyorum Dün öğlen saatlerinde… yemek molasına mı çıkmıştım, kahve mi içiyordum? Gazete mi okuyor, bir hastane koridorunda, ameliyathane kapısında dua mı ediyordum? Yeni mi uyanıyor, yeni mi uyuyor, milletvekili listelerine mi bakıyor, adliyeden mi çıkıyor, koğuşa mı giriyor, birilerine mi bağırıyor, dövüyor, sövüyor, sevişiyor, işiyor, terliyor, ağlıyor, gülüyor muydum? Bugün klavyeme dokunabildiğime, bunları anımsamaya çalıştığıma ve birileri okuyabildiğine göre; yaşıyordum, yaşıyorduk. Aynı saatlerde Onlar da yaşıyordu. … Daha kaç yaşındaydı ki, beş dakika önce ne düşünüyordu, kaç günü kalmıştı, benim kardeşim, senin nişanlın, onun oğlu, diğerinin sevdalısı, kimin nesi, mektup mu yazar, şiir mi okur, ne umar, ne kadar korkardı da yüreğine saklamıştı, nöbetteyken içinden türkü mü söylerdi, güzel miydi sesi? asker traşlıydı da başı; ela mıydı gözleri.. toz - toprak - barut - ter mi kokardı giysisi? … Canlarından oldular. Vatan için, onun için, benim için vuruldular. Bir nefes verdiler, bir daha alamaz oldular. *** Askere gidişimi hatırladım. Harem'de davullu zurnalı, altı okkalı, "en büyük asker, bizim asker" sloganlı değildi gidişim. Otobüse Harem'den değil, "trafik"ten binmiştim. Mehmetçik olarak değil, "Memet Aga" olarak gitmiştim. Arkamdan ne gözyaşı, ne de su dökenim olmasın istemiştim. Kucağında bebemi taşıyan sevgilimin benzin pompasının arkasına gizlendiğini, otobüs hareket ettikten sonra farketmiştim. Çakı gibi bir asker olmadım. Cezalı havuza, ağaca, karavana kazanına nöbet tutmadım. "Tertip"lerimden sekiz sene rötarlı, "devre kaybı" katıldığım ve hiçbir zaman mantığını kavrayamadığım bir doksan gündü benim yaşadığım. Asker traşımı İskenderun'daki berber dükkânının kapısı önünde, aynada kendime bakmadan yaptırdım. Teslim olup, uyumadan geçirdiğim gecenin sabahında, daha "kalk" komutu gelmeden gittiğim lavabo aynasında, kendimi tanıyamadım. Perama'lı Osman Çavuş'un izniyle, hapishaneden çıktığı gün askere yollanan koğuş nöbetçisi Kambur Hüsam'ın, Permatik değil, Derby değil, şimdilerde adı bile geçmeyen Nacet marka jileti ikiye kırıp elektrot yaptığı, çıplak iki kablo ucuna düğümlediği jilet parçalarını çaydanlığa daldırarak yarattığı "kettle"da demlediği çayı yudumladım. Teskere günüm geldiğinde, asker giysilerim, teçhizatım benden alındığı halde komutanım tarafından salınmadım. İki gün daha dertleştik onunla, ast-üst ilişkisi olmadan. Tüm alayın köşe-bucak kaçtığı, askerin adını duyduğu anda titrediği komutan, üniformanın içinde benim gibi, herkes gibi bir insan olduğunu anlatmaya mı çalışmıştı, ne bileyim. *** Şimdi marşlarla, türkülerle, bayrak açarak, güle-oynaya askere gönderdiğimiz çocuklarımız acemiliklerini tamamladıktan sonra kur'ada doğu ya da güneydoğu Anadolu'da bir bölgeyi "çekerlerse", tüm aile, eş-dost, sevgili, arkadaş çevresi de "çekmeye" başlıyor. Sanki gidilen yer, bu ülkenin bir bölgesi değilmiş gibi. Sürgün, ceza, kör talih, şanssızlık, eyvah ki eyvah… "Torpil"ler aranıyor, endişeler artıyor, korkulu bekleyişler başlıyor. Nasıl korkulmasın? Önce Allah'a, sonra komutanlara emanet ederek uğurluyorum. Canımdan bir parçayı, sanki bir makine parçası, bir dişli, bir kayış, bir tetik, bir kalkan… olmaya zorlayan sistemin içine bırakıyorum. "Vatan görevi" diyorum, askerliğini yapmamışlara iş, sevdiği kız ile birleşmesine izin vermiyorum.. Sivil yönetimin çözmediği, çözemediği sorunları askerime, askerimi ateşe atıyorum. İnternet sitesinden bir basın bildirisi yayınladı diye kınadığım, askerin adını ananlara "demokrasi düşmanı, darbeci, faşist" damgasını bastığım, giden her canın ardından hamasi nutuklar attığım, asker ocağı yan gelip yatma yeri değildir; ölen ölür, kalan sağlar bizimdir mantığıyla baktığım, pembe dizileri seyredip yattığım tatlı uykumdan ne zaman uyanacağım? Kanıksanacak olaylar, kanıksanacak haberler değil bunlar. Milletvekili pazarına, salı pazarına, pazar magazinlere benzemez bu. Can pazarında can verenlerden, analarından, babalarından, bekleyenlerinden, yavrularından ne zaman utanacağım? Üç-beş kitaptan birkaç alıntı, bir tutam kıvrak zekâ, duygu yoksunu lâf ebelikleriyle kariyer peşinde koşup başkalarını edepsizce çözümleme bulmacalarından zevk almayı bile bırakamıyorum; bu gidişle "insan" olamayacağım. Kendim; sana söylüyorum; …, sen anla! Müfit Uzman
  6. Nice güzel yıllara
  7. iLyAdA

    >>>İLYADA<<<

    Misafir gelmiş hoş gelmiş, baklava tepsisi boş gelmiş demeyeceğim elbette Eli boş, dolu her halinle başımın üzerinde yerin var Sardunyacığım Benden sana gelsin bu şiir o zaman... A ve B Monologları A : O zaman bırak ipsiz uçurtmanı, mavisinden kopmuş bir göğün savrukluğuna. Odanda dağınık kalsın iklimler. Bir parça haziran yeter bize. Ne bileyim belki bir avuç mayıs. Ama altısını es geçelim. Yoruldum tüm mayıslarda ölümlerden... Ve yoruldu tüm ölümler mayıslarda bana susamaktan. Boynumda bir yağmur izi gibidir sicim... Bir şarkı uzunluğunda gecelerimiz olsun, içini temmuzlarla, ağustoslarla dolduralım. B : Asamam zaten uçurtmayı gökyüzüne. Ki cama değen yağmurda bile sancır içim. Adımlarım nisanlara alışkın benim. Mayıslarda, haziranlara takılırım. Yağmurlar saklarım gölgelerimde. Ellerim şiir... Ellerim öykü... Kağıtlara sığmıyor darağacı. Ve cümleler boğulmuyor bir idam sehpasında... A : Oysa her toprak altında kalan bedenin söylenmemiş sözleri vardır. Senden midir, nisan sokaklarında gezerken dudaklarımdan dökülen yağmurun nedeni? Islıklarıma sinen meltemlerin, o titrekliği senden midir? Benimse ellerim türkü... Mızrap filizlenir parmaklarım. Perdeler kelepçe tutmaz. Tiz bir çığlık kaplar suskunluğumu... B : Değil misinki sen, bir dalganın sahile her konuşunda türküler fısıldayan? Kaç deniz fenerinde zincire vuruldu oysa yakamoz... Gemilerde kaç mavi esir edildi ambarlarda; ve satıldı kurak denizlere... A : Hiçbir dalga konmadı ki bir mavinin ağacına da dallarımdan nisanlarına vurayım. Hiçbir dalga konmadı ki gecenin penceresine de aralayıp sükunetini mavilerimde emzireyim. Bir bavul dolusu öyküm var benim. Hangi kaleme sığındıysa kağıtlarda gözaltına alındı. B : Benimse bir düş dolusu şiirlerim var. Hangi kağıda sığınsa imgeler kuşattı etrafını. "Teslim ol" çağrıları savruldu, hücrelerinde şafağı bekleyen satırlardan. Oysa ben noktasız ve virgülsüzdüm... Teslim olmadım ilhamlara... Ve vurmadım kalemimi başka lisanlara alışkın kağıtlara... A : Oysa ben imla hatalarıyla devrilirken gözlerinde, özgün bir kahverenginde yazabildim tek şiirimi. İsimsiz ve imzasız. Yersiz ve yurtsuz... Öylece terkettim, gözlerinin kahverengi bebeklerini emzirdiğin şiirlerine... B : Doyamayışlarımı getirdin hatırıma. Öksüz kaldığım şiirleri getirdin aklıma. Ben ki gözlerime her "gör" deyişimde bir mısra unutuldu kahverengi tebessümlerde... Öyleyse sevgini sayıkla bana... Tek rengi olsun sevgin yüreğimdeki gökkuşağın. A : Çok cümle kurdum. Pek çok cümlede de sustum. Çok defa sustum. Pek çok suskunluğumda da bağıra bağıra konuştum. Ve çok defa sevdim. Ama pek çoğunda sevgisizliği sevdim. Sendeyse sevmeyi değil, seni sevdim... Öyle bir sen ki, sevmek için çabalamaya gerek yok. Yıllar sonra hatıra gelen şarkı gibi... Birden... Apansız... Ve bomboş kağıdı dolduran şiir gibi... yazılmak için doğru zamanı bekleyen.. B : Ya sevginde de susarsan? Ya yazılacak bu şiiri sırf kelimelerle doldurur da beni sensiz bırakırsan... A : Sevgi suskunluğun iki kişilik halidir. Aşksa iki kişinin yalnızlığıdır... Sana dair yazılacak her şiirde kelimelerim zaten seninle dolu olacaktır. Sen benim varoluş nedenimsin. Seni bunca zaman sonra bulmuşken ölmeye niyetim yok... B : Ölümlerimizle terkedelim birbirimizi. Hiçbir ayrılık değmesin gözlerimize. Hiçbir veda karşılmasın bizi hüzünlerde. Yaşlar şarkılara olsun. Biz şarkı olmayalım... Sadece birbirimizin dudakları mırıldansın doğaçlamalarımızı... A : Ölüm bile aşık olur birbirimizi sevmemize. Not: Sevgili demiş ki "B'de kendimi gördüm sanki." Oysa biz hem A'yız hem de B...İsmimiz sevgimizdir.Birbirimizdir bizim adımız. Diyorum ya "Biz hem A'yız hem de B" birbirimizden ayrılamayız biz. Kimileri sevgiyle bağlıdır birbirine. Sevgiyse bizimle bağlıdır hayata... metamorphosis
  8. iLyAdA

    >>>İLYADA<<<

    Sağda ki sana benziyor biraz:)))) Diğeri de çok emin olmamakla birlikte sanki ben Çok şekeriz yaaa
  9. Mutlu yıllar Güzel ve iyi bir yaşam temennisi ile...
  10. merhaba, bu başlık altında pek çok kitap yardımı isteyen okul var, eğer imkanınız varsa size en yakın olanına ulaştırın derim.. böylece en güzel şekilde değerlenecektir kitaplarınız..
  11. iLyAdA

    SONRA YAPILACAK TEK ŞEY VAR

    SONRA YAPILACAK TEK ŞEY VAR Sen. Makine başındaki adam ve atölyedeki. Sana yarın su boruları ve vanalar yerine çelik miğferler ve makineli tüfekler yapmanı emrederlerse, yapılacak bir tek şey var: HAYIR de!... Sen. Tezgahı ardındaki kız ve bürodaki kız. Sana yarın bomba doldurmanı ve keskin nişancı tüfekler için hedef dürbünleri monte etmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!... Sen. Fabrika sahibi. Sana yarın pudra ve kakao yerine barut satmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!... Sen. Laboratuardaki araştırmacı. Sana yarın eski yaşama karşı yeni bir ölüm icat etmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!... Sen. Odasındaki ozan. Sana yarın aşk şarkıları yerine nefret şarkıları söylemeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!... Sen. Hastası başındaki doktor. Sana yarın savaşa adam yazmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!... Sen. Kürsüdeki din adamı. Sana yarın savaşa dair kutsal sözler söylemeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!... Sen. Vapurdaki kaptan. Sana yarın buğday yerine top ve tank taşımanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!... Sen. Havaalanındaki pilot. Sana yarın kentler üzerine bomba ve fosfor yağdırmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!... Sen. Dikiş masası başındaki terzi. Sana yarın üniformalar dikmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!... Sen. Cübbesi içindeki yargıç. Sana yarın savaş mahkemesine gitmeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!... Sen. İstasyondaki adam. Sana yarın cephane treni ve kıt'a nakli için kalkış sinyali vermeni emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!... Sen. Kentin varoşlarındaki adam. Sana yarın gelir de siper kazmanı emrederlerse, yapacağın bir tek şey var: HAYIR de!... Sen. Normandiya'daki ana ve Ukranya'daki, sen Frisko ve Londra'daki ana. Sen Hoangho ve Missisippi' deki ve Hamburg ve Kore ve Oslo'daki ana., bütün toprak parçaları üzerindeki analar, dünyadaki analar, sizden yarın yeni kırgınlar için hemşireler ve çocuklar doğurmanızı isterlerse, dünyadaki analar, yapacağınız bir tek şey var: HAYIR deyin!... Analar, HAYIR deyin!... Çünkü eğer hayır demezseniz, eğer hayır demezseniz analar, sonra, sonra: Gürültülü vapur dumanlarıyla yüklü liman kentlerinde büyük gemiler inildiye inildiye sessizleşecek, dev mamut kadavraları gibi su üstünde ölgün ve hantal, su yosunu, deniz bitkileri ve midye kabuklarıyla kaplı, önceleri öyle ipildeyip çınlayan gövdesi mezarlık ve çürümüş balık kokusuyla yüklü, yıpranmış, hasta ve ölü gövdesi rıhtım duvarlarına karşı, ölü ve yalnız rıhtım duvarlarına karşı yalpalanacak. Tramvaylar beyinsiz, ışıltısız, cam gözlü kafesler gibi yamru yumru olacak. Çürümüş hangarların arkasında, büyük çukurlar açılmış yitik caddelerde raylar öylece duracak. Çamur grisi, pelteleşmiş, kurşuni bir sessizlik dönenecek ortalığı, her şeyi unutarak, büyüyecek okullarda ve üniversitelerde ve tiyatro salonlarında büyüyecek, stadyumlarda ve çocuk parklarında, korkunç ve hırslı kesintisiz bir sessizlik büyüyecek. Güneşli taze bağlar yıkık yamaçlarda çürüyecek, kuraklaşan toprakta kuruyacak, pirinç ve patates ekilmeyen tarlalarda donacak ve sığırlar katılaşmış bacaklarını devrilmiş iskemleler gibi dikecek gökyüzüne. Enstitülerde büyük doktorların dahi buluşları asitlenecek, çürüyüp, mantarsı küfle kaplanacak. Mutfaklarda, hücre odalarda ve kilerlerde, soğuk hava depolarında ve ambarlarda son torba un, son kase çilek, kabak ve diğerleri bozulup gidecek, ekmek ters çevrilmiş masaların altında, parça parça olmuş tabakların üstünde yemyeşil kesilecek, ortalığa yayılan yağ arap sabunu gibi kokacak, tarlalarda buğday paslanmış karasabanları n yanına düşüp kalacak, yok edilmiş bir ordu gibi ve tüten tuğla bacalar, demirci ocakları ve yıkık fabrika bacaları sonsuz çimle kaplanarak ufalanacak, ufalanacak, ufalanacak. Sonra son insan dökülüp parçalanmış barsaklarıyla ve kirlenmiş ciğerleriyle zehir gibi kızaran güneşin altında yalnız ve yanıtsız ve yalpalayan yıldızların altında bir yanılgı gibi ordan oraya dolaşacak, o kocaman beton yığınları, tenha kentlerin soğuk putları ve gözden kaçması olanaksız toplu mezarlar arasında yalnız, son insan, kupkuru, delirmiş, allaha küfrederek, yakınarak o korkunç soruyu soracak : NEDEN? Bu ses bozkır derinliğinde yiterek duyulmaz bir hale gelecek, yıkıntılar üzerinde esecek, çatlaklar arasından akacak, bu ses, ibadethane enkazları içinde ve sığınaklara çarparak şaklayacak, kan birikintileri üzerine düşecek, duyulmayacak, yanıtlanmayacak, son insan-hayvanın son hayvanca bağırışı. Tüm bunlar olacak, yarın, yarın belki, belki hemen bu gece, belki bu gece, eğer-eğer-eğer siz. HAYIR demezseniz!. .. Wolfgang BORCHERT Çeviri: Rahman HAYDAR
  12. Homeros'un Truva savaşını anlatan destanının ismidir... Tek dezavantajı çok kolay ilayda 'ya dönüşebilmesidir.
  13. Sevgili GeceKuşu, Şu ana dek hayat gerçekleştirmek istediklerini sundu mu sana bilemiyorum ama eğer ufak tefek eksiklikler oldu diyorsan, şu an itibari ile onların da gerçekleşmesi dileğimle doğum gününü kutluyorum... Yazıları, kitaplar konusunda ki özenli çalışmaları ile her zaman takip ettiğim bir dostsun..İyi ki karşılaşmışım seninle Prensesini benim için öpersin umarım Pasta hepimize yeter sanırım
  14. Teşekkürler Taurus , hayırlara vesile olsun inşallah
  15. Tüm İslam aleminin kandili mübarek olsun...Bu özel günde büyüklerimizi, dostlarımızı aramayı unutmayalım arkadaşlar Şu an tatilde olan Radya da ,telefonla arayarak hayırlı kandiller dileklerini iletmemi istedi sevgili arkadaşlar
  16. Boş yere bişey istemeyin, şimdi onların gözü oydan başka bişey görmez...
  17. Erbakanla çok zıt kutuplardayız ama zam olayı doğrudur..
  18. Önce karış karış memleketim.. Bitsin , diğerini düşünürüz
  19. iLyAdA

    >>>İLYADA<<<

    Murti bitanesin sen;) epeydir denk gelmiyoruz yine:)) saklanıyor musun yoksa
  20. iLyAdA

    >>>İLYADA<<<

    egzomm, şiir çok güzel;)eline emeğine sağlık
  21. iLyAdA

    ankara

    Gurbet...
  22. Beyonce ft Shakira -Beautiful Liar
  23. iLyAdA

    figgaro...

    Emma Shaplin - SPENTE LE STELLE
  24. iLyAdA

    figgaro...

    rica ederim Bu arada şarkı süper:)) bende sana yollayım bir şarkı demiştim ama sanırım linkte bir hata var:)) becerirsem yollayacağım:))
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.