-
İçerik Sayısı
179 -
Katılım
-
Son Ziyaret
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
helin tarafından postalanan herşey
-
Vahşet bu kim yaparsa yapsın *******
-
Hep erkeklermi aldatır,yoksa kadınlarda aldatırmı?
helin şurada cevap verdi: hircin başlık Havadan Sudan Konular
erkekler tabiki onlar aldatmak için aldatıyorlar -
Ricky Martin başka biriyle tanışmak istemem
-
aynadan ne varsa yansıyan bu yoldan bir parçan anlatan olursa karşıdan bakan her insan hatırla beni ve gün görmediğimi içimdeki sükuneti nefes kadar yakın durur seni bekler çek çıkar hapsettiğin her çiçeği kendine sor biraz sormazsan olmaz anlasana olmazsan, olmaz yargılar seni dolandıran altından dünyan varolan ne varsa armağan kalpten bak uyan Burcu Güneş
-
Aşk Bir yürek atımı mesafesinde yaşanır aşk denize kavuşmak için dağların derin vadilerinden, kıvrıla kıvrıla akan bir ırmağın sevinci gibidir. yüzyıllarca hep aynı yerlerden hep aynı şeyleri taşımanın yorgunluğu olsada üzerinde alırken kaynağından saf,temiz pınarlarından suyunu benimde sana verdiğim kalbim gibi, hep o ilk heyacanı taşır gizlese de sevilmek ümidini. çelişkiler yumağında yaşamaktır aşk hep istemenin, hep yanında olmanın tarifsiz imkansızlığını yaşamaktır, kaybetmenin hep beklediğini bilsede ummamaktır o anın hiç bir zaman gelmeyeceğini. yüzyıllardır akan bir ırmak ki sevgilisi denizdir ona kavuşmak icin, dağların yalçın kayalarına vururken kendini, bize aslında birşeylerin dersini verir gibidir. vuslata ereceği hayali ile kendisinnden bir şeyler azalır fırat gibi,dicle gibi kurulup, yıkılan medeniyetlerin gölgesinde o muhteşem mezopotamya ovasında akar sevgilisi ile kavrulmak için aşk belkide kendini yıpratmakmıdır? kendini harcamak mıdır, harcatmakmıdır? bir gençlik hatası diye damgalamakmıdır? cok sonraları pişman oldugumuzda yaşadıklarımızdan. aşk,hep istenen,hep beklenen, tadına varıldığında alışılan, zaten ilk seferki gibi olmayan sonraları acılı bir şarkıyı dinlerken eşlik etmekmiş aslında var olan, bittiğinde ise yenisini aranan bir garip duygu, yürekleri dağlayan...
-
Kaybedeceğini bile bile sevmek, şimdi seni sevmek ikliminde Anadolu'nun bozkırları kadar sarı sapsarı bir aşk alabildiğince, Tuz Gölü kadar beyaz ve kokusu kadar keskin bir aşk bizimkisi. caresi olmayan bir dert, alacakaranlık şafaklar kadar , görkemli bir yüreğin atışları yeryüzünü titretirken sen ve ben bulmuşken birbirimizi kaybetmeye bu kadar yakın olmak niye? Asırlardır yalnız kalmaya mahkum olmuş yüce bir çınarın gölgesinde, bir ırmağın , denize kavuştuğu o yerde güneş,yeryüzünü kavururken ve tutulmakta iken gökyüzünde o an sen ve ben olsa idik evrende birbirine yanmış iki yürek önce ellerimiz kavuşsa sonra gözlerimizin sevişmesinde kaybolup gitse idik. güneş bile kıskanırdı bizi o an, milyarca yıllık yalnızlığına hayıflanırdı, sevgilim, ay ışığım yalnızlığımda solan gülüm, seni severken,sensiz kalmanın dayanılmaz sancıları bunlar, her dizede daha da sana yakınlaşırım, duygularım dökülürken birer birer beyaz kağıtlara anlatılması mümkün olmayan nice kederli anlarımı bir kalemde geçtiğim koyu karanlık gecelerin, ve gündüzlerin ikindi vakti ,akşamı beklerken boğaz'da maviyi yararak ilerleyen bir vapurun siyah dumanında kendimi anılarımla avuturum. Bir kaç yitik zamanda solan nice yılların ardına bile bakmadan, gelip geçen insanların yüzlerindeki tebebssümün katili olurum. yitirdiğim aşkım, sevgilim canımın neşesi kalbimin tek sahibi olan sen, yitirmek iklimindeyiz artık geçen bir aşk mevsiminin yorgun coşkusunda hala gecelerime katık ettiğim kokun,terinin tuzu var, sensiz geçen saatlerin neşeli kahkaları yükselir gecemde ve gündüzümde. artık yitirmek iklimindeyiz, yanıma kar kalan acılarım beni avutur, her ne kadar kahrolası bir yalnızlık sivri pençeleriyle parçalarken beni hayatta kalırım senin o güzel hayaline tutunarak.
-
çirkinlik görecelidir ya, kişilerin görüşüne göre değişir yalan ve kişiliksizlik erkek ya da kız kimde varsa tahammülüm yok
-
platonik aşk denince ben çok gülüyorum robotik aşk gibi geliyor seviyorsun haberi yok, kim napsın öyle sevgiyi, seviyorsan söylersin psikolojik bir rahatsızlıktan ne yaşıyorlarsa kendi içinde yaşıyor bu tipler
-
Erkek dediğin akıllı olacak ne istediğini bilecek
-
Aşk biyolojik bir dengesizlik… İnsanı bir noktadan alıp diğerine götürecek tüm şartlar hazırdı artık. Genetik şifreler tam anlamıyla çözülmüştü. Herşeyin başı ve sonu biliniyordu. Bilgisayarlar uzun süren pentium tahakkümünden kurtulduktan sonra octium ve nonium klasına kadar müthiş bir ilerleme göstermişti. Artık teori geliştirilmiyordu. Kimse formül çıkarmakla uğraşmıyordu. Üstüne gidilmesi istenen konular bilgisayarda modelleniyor, bilimadamları sadece mümkün olduğu kadar istisnayı bilgisayara giriyor, hayatta oluşması muhtemel terslikleri sıralıyorlardı. Örneğin belirli bir genetik şifresine sahip insanın ne tür hastalıklara, kudret ve zayıflığa sahip olacağını anlamak için hangi şifrenin neye yolaçtığı formüle edilmiyor, bunun yerine bilgisayar ortamında yaratılan sanal genetik şifre bir takım hastalık ve etkenlere maruz bırakılıyordu. Hayat bilimadamları için çok kolaylaşmış, hatta “bilimadamlığı” tanımı, eskinin beyaz önlüklü asosyal kişilerinden uzaklaşarak, içi kıpır kıpır, bilgisayarda birşeyler karıştırmak isteyen gencecik çocukların eline geçmişti. Mühim olan doğru karışımı girip sonuçlarına dikkatlice bakmaktı. İnsan ve doğanın yapıtaşlarının alaşımı böylesine keskin çizgilerle saptandıktan sonra belirsizliği yaratan faktörler aranmaya başlandı. Özellikle insan konusunda ilk ön plana çıkarılan hormonlar oldu. İnsanın tüm dengesini etkileyen hormonların kimyasal yapısı tam olarak ortaya dökülebilirse insanı baştan sona bilgisayarda modellemek mümkün olacaktı. Geriye bir tek sosyal faktörler kalıyordu belirsizlik yaratma anlamında ama… Sosyal faktörler her zaman için mini müdahalelerle üstesinden gelinemeyecek bir şey değildi. Bunun için biyolojik bir sığınak yapıldı. İnsan vücut kimyasını etkileyecek her tür ortam ismiyle müsemma bu yapıdan uzaklaştırıldı. Ne ısı girebiliyordu içeri, ne mikrop, ne fazladan bir elektromanyetik alan, ne de atmosferde istenenden bir milimetreküp fazla karbondiyoksit. Yöntem olarak insanların olduğu halleriyle bilgisayarlara yüklenmesi kullanıldı. Buna göre vücudun kimyasal değişikliklerini anlık olarak saptayacak aygıtlar insanlara takılıyor, bu sığınaklarda denekler vakitlerini geçiriyorlardı. Yaşamın mini kopyası burada sağlanıyor, buna göre alınan tepkiler insanlığın geleceğini belirliyordu. Bu sayede insanda etki - tepki yaratacak her tür kimyasal değişim oluşmadan önce veya oluşma aşamasında tespit edilip bilgisayar ortamında modellendi. Ancak günün birinde doktorlar arasında bilgisayarların doğru çalıştığı konusunda şüphe yaratacak veriler gelmeye başlandı. 25 yaşında beyaz erkek deneğin verilerinde orada olmaması gereken sapmalar yaşandı. Çok farklı değerler ve kimyasal karışımlar belli bir rutinde modelleme yapan bilgisayarların kilitlenmesine neden oldu. Hemen gerekli müdahaleler yapıldı. Sistemin ve sığınağın güvenliği araştırıldı. Deneğin kimyasal geçmişi mercek altına alındı. Dişçi raporlarına, hatta doğum raporlarına kadar araştırmalar yapıldı. Tüm veriler son detaylarına kadar kontrol edildi ancak bunu ortaya çıkaran nedenlere ulaşmak mümkün olmadı. Bu hummalı çalışma içinde, yüzlerce başarılı bilimadamı arasında gerçek sebebi getir götür işleri yapan bir stajyer doktor buldu: Çünkü genç stajyer doktor sebebin ta kendisiydi! Tüm gün sabahtan akşama kadar sıkıcı bir şekilde odada kapalı kalan 25 yaşındaki beyaz erkek denek, işi gereği oradan geçerken gördüğü 23 yaşındaki stajyer bayan doktora aşık olmuştu. Vücudundaki hormonlar onu her gördüğünde, kapıdan içeri girdiğinde birden çıldırmış gibi oluyordu. Genellikle bu durum oluştuğunda doktorlar öylesine hummalı bir çalışma içine giriyorlardı ki biraz çevrelerine bakma fırsatı bulamıyorlardı. Genç kadın başta kapıdan içeri her girdiğinde ortalığın karışmasını garip karşılamıştı. Hatta ayağında bir uğursuzluk olduğunu bile düşünmüştü. Ancak sonradan gözgöze gelmişti denekle. O ana kadar klavye, bistüri veya narkoz maskesiyle aynı şeyi ifade ediyordu drenek onun için… O bakışla bir anda aralarında olması muhtemel birkaç şey geldi gözünün önüne… Konuyu hocalarına açmaya karar verdi. Normal şartlarda hocalar stajyerlerin soru sormasına çok alışık değillerdi. Çünkü herşey o kadar rutin gidiyordu ki sorulacak tüm soruların cevapları zaten bilgisayarlar tarafından veriliyordu. Hocaya soru sormak bariz yalakalık anlamına geliyordu ki ne hocalar, ne de diğer öğrenciler bundan çok hazeden insanlar değillerdi. Genç stajyer doktor bu yüzden kendini değerlendirmekle yükümlü olayan, işiyle uzaktan yakından alakası olmayan bir doktoru seçti konuşmak için. Utana sıkıla randevu aldı ve mennuniyetsiz bir biçimde konuşmanın sonunu bekleyen doktora fikirlerini açmaya başladı. Bilgisayarların çaresiz kaldığı, anlı şanlı hocaların teori üretmekte yetersiz olduğu konuda “ben galiba çözümü buldum” diye konuya girdiğinde yaşlı adam sinirden kıpkırmızı oldu ve neredeyse bu arsız stajyeri odadan dışarı kovuyordu. Böylesi bir tepkiyi bekleyen genç stajyer daha önce kafasından geçirdiği gibi ezberlediği kelimeleri birbiri ardına sıraladı. Öyle ya her tür belirleyici faktör sıfırlanmıştı. Eğer ortada yine de bir terslik varsa belirsizlik yaratan bir faktör olmalıydı. Büyük bir ihtimalle de bu faktör “çevre faktörü” idi. Genç stajyer hocasını çok meşhur edebilecek bu konu üstünde arzu edilen herhangi bir anda deney yapmaya hazır olduğunu belirtti. Bir ara sinirden kalp krizi geçirmeye ramak kalan yaşlı profesörün kalbi şimdi heyecandan kuş gibi atıyordu. Yerinden kalkıp genç kızı öpmek istedi. Bir merkez dolusu insan nasıl bu kadar kör olabilirdi? Nasıl bu kadar bariz bir konuyu es geçebilirlerdi? Ertesi gün büyük bir toplantı düzenlendi. Toplantı sorunlu deneğin (artık o sorunlu kod adıyla anılıyordu) odasında düzenlenecekti. Genç stajyer gerçekten de nüfuzlu bir hocayı seçmişti. Eğer bir başkası olsaydı, değil o odada toplantı düzenlemek, adını bile andırmazlardı. Ama sırf profesörün bir sözü üstüne hemen bir toplantı organize edildi, oda baştan düzenlendi ve dekore edildi. Yaşlı profesör, “sizlere birşey kanıtlamak istiyorum, lütfen herkes maskeleriyle gelsin” uyarısında bulunduğunda elektronik postayı alan diğer doktorlar biraz sıkıldılar ama yine de konu giderek ilginç bir hal aldığı için kolayca kabul edildi. Toplantı profesörün rahat bir görünümde kollarını masaya dayayarak konuşmasıyla başladı. “Şu elektronik tahtaya, deneğimizin verilerine bakın dostlar” dedi profesör, “ne kadar da sıradan görünüyorlar. Gerçi biraz stres faktörü var ama içinde bulunulan duruma göre bu kadarını normal saymak yanlış olmaz herhalde…” Bu verileri artık avuçlarının içi gibi bilen doktorlarda hafif sıkıntı öksürükleri başladı. “Tarih boyunca insanı anlamaya çalıştık. Hep karşımıza bir takım bilinmezler çıktı. Bu bilinmezlere alfe, beta ve nü gibi yunan harfleri verip es geçtik. Bu bilinmezler göz önünde bulundurulmasa da olur gibi algılandı. Kimbilir belki o minik çarpanlar, minik sayılar bizim medeniyetimizi binlerce sene ileri götürecek değerlere sahipti. Belki aslolan bu bilinmezlerdi…” Profesör masadan kalkarak kalabalığa doğru geldi. “Bunun yalan olduğunu söyleyebilecek bir veri yok elimizde, doğru olduğunu ortaya çıkaracak veri olmadığı gibi…” Eliyle en baştaki doktora işaret ederek “Lütfen” dedi, “bir deney yapmak istiyorum sizlerle… Ben size işaret ettikçe maskelerinizi çıkarın, böylece odadaki minik faktörlerin toplama etkisini görelim.” Bu arada eliyle işaret ettiği iki doktor maskesini çıkardı. Elektronik tablolarda ve göstergelerde hiçbir değişikliğin meydana gelmemesi doktorlar arasında profesörün duymazdan geldiği minik bir gülüşmeye neden oldu. “Bu minik faktörleri elimizden geldiğince bilgisaylarda modellenebilir hale getirdik. Ama nereye kadar?” Bunu söylerken salodakilerin yarısı maskesini çıkarmıştı. “Ya duygular? Duygularımızı bilgisayarda nasıl modellerdik? Bize dört kıtalık bir şiir yazdıran duyguyu bilgisayarda modelleyebilseydik süper bir sanal şair yaratabilir miydik acaba? Veya romancı…” Salondakilerin hemen hepsi maskesini çıkarmış sayılırdı. “Bu noktada belki de duyguların grafiksel dökümünü yapmaktan uzak olduğumuz için, aşkı beş duyuyla hissedilebilir hale getiremediğimiz için başarısız olduk.” Profesör eliyle salonun en ortasında duran genç bir doktora maskesini çıkarması için minik bir hareket yaptı. Genç ve güzel kadın maskesini çıkarırken bir anda deneğin grafiklerinde sapma ve karışıklıklar başgösterdi. Profesör eliyle olaya müdahale etmek için atlayan doktorları durdurdu: “Baylar ve bayanlar… İşte size insanlık tarihinde ilk kez aşkın kimyasının grafiksel ve sayısal dökümü. Bundan sonrası bununla yapılabilecek şeylerin dökümünü yapmak isteyen sizlere kalmış!” Salonda uğultu koparken profesör yarattığı etkiden memnun bir şekilde utancından kıpkırmızı kesilen deneğine ve zaferini paylaşan genç stajyere bakıyordu.
-
Beyinölçer Kimseler bilmeyecekti onun dehasını. Bilmemeliydi de zaten. Hani Amerika’da olsa, dünya kadar paralar kazanan bir makina mühendisi olabilirdi. Ama olduğu yerde mutluydu o. Evinin içi uçan kaçan, sıradan insanlar için mucize sayılabilecek makinalarla doluydu. Yataktan kalkmasından tutun da evden çıkarken ayakkabılarının giydirilmesine kadar yardımcı olan makinalardı bunlar. Jetgiller çizgi filminden gördüğü aletlerdi bunlar. İhtiyacı olan her türlü aleti yapabilecek güçteydi. Yapıyordu ve yapacaktı işte. Yeter ki neye ihtiyacı olduğunu bilsin.’, ‘En çok sevdiği alet beyinölçer ismini verdiği küçük kulaklık biçimindeki icadıydı. Yabancı bir isim bulmaktan hoşlanmadığı için bu ismi vermişti ona ya… Aslında işlevi tam olarak beyin ölçmek değildi. Hani şu ihtiyarların ve duyma güçlüğü çekenlerin kulaklarındaki aletleri andırıyordu biraz. Kulağından çıkan ucunu karşınızda bulunan kişinin göz hizasına getirdiğinizde onun hissettiği yoğun duyguları yansıtıyordu size. Örneğin öfke: Eğer karşısında bulunan kişi öfkeliyse Heavy Metal bir cızırtı çıkarıyordu kulaklarında. Mutluysa veya neşeliyse çıkan seslere için birbirine yakın sesler seçmişti. Tatlı bir bip sesi geliyordu. Sıkıntılıysa ıslık gibi bir ses, heyecanlıysa dalgaların kıyıya vurma sesi geliyordu. Bu sesleri bilgisayar oyunlarından seçmişti. Başka sesler de koyabilirdi ya… Aman canım ne olacak sanki piyasaya sürülmeyecekti ya bu makina. Öyle kendi hobisi için kullanılıyordu işte. Zaten genellikle eğlenmek için kullanıyordu bunu. O gün kız arkadaşıyla buluşacaktı. Kız arkadaşının telefondaki sesini hiç beğenmemişti. Bir şeyler söylemeye çalışıyor ve söyleyemiyordu sanki. Birbirini seven insanların kullanmaması gereken bir ses tonuyla konuşuyordu. Oysa ne kadar mutlulardı. Bir ağacın altında kimseye görünmeden öpüşmek, bir kahvede paraları olmadığı için bir simidi ortadan ikiye bölerek yemek, bir papatya bulun bir bankta otururken dakikalarca bunu seyretmek onların mutlu olması için yeterliydi. Ama o ses tonu olmuyordu, bu ilişkiye yakışmıyordu. Kız arkadaşının en sevdiği kıyafetleri seçti dolabından çıkmadan önce. Yine onun hediyesi gümüş yüzüğü taktı parmağına. Saçlarını tararken gözüne beyinölçer ilişti. Evet ne zamandır hediye vermiyordu ona. Belki bu aleti hediye olarak verebilirdi. Belki de artık dünyaya kendinin bir deha olduğunu açıklama zamanı gelip çatmıştı. Kimbilir belki kız arkadışının beynine bir bakar… Yok yok. Bu ayıp olurdu. Birbirini seven insanlar birbirlerine güvenirlerdi. “aman canım takarım ve ona hislerini söylerim. Bu günün esprisi de bu olur” diye düşündü. Bu espri hoşuna gitmişti. Her zaman buluşacakları kafeye biraz erken gitti. Oturup beklemeye başladı. Her zamanki gibi tam vaktinde gelecekti. Çay soracaktı kahveci. O her zamanki gibi çay istemeyecekti. Elma var mı diye soracaktı. Tabii ki elma olacaktı. Ve masaya servis yapılacaktı elma. Eller bir araya gelecekti, okuldan ve aileden bahsedilecekti biraz daha. Sonra da artık akıllarına ne gelirse ondan konuşulacaktı. Kız arkadaşı gecikti biraz. Önce on dakika. Sonra yirmi. Üst üste beş altı bardak çay midesini kaşımaya başlamıştı. Tam yarım saat oldu nerede kaldı bu kız diyordu ki oturduğu kahvenin köşesinde gözüktü kız arkadaşı. Yanında biri vardı. Uzun boylu biri. Bir şeyler konuşuyorlardı hararetli hararetli. Tanımıyordu bu adamı. Tanımak da istemiyordu. Hani insanın zaman zaman damarlarında ateş dolaşmaya başlar. Bu ateş kol ve göğüs seviyesinde dolaştığı sürece bir sorun yoktur da ne zaman ki beyin seviyesine gelir, o zaman her şeyleri kırıp dağıtmak ister insan. Kız arkadaşı ona bir selam verdi yalandan, yanındaki adama bir şey daha söyledi ve “yanaktan” öpüşüp ayrıldılar. Yanaktan… Oturdular. “Geç kaldın” dedi kız arkadaşına sitemini gizlemeye çalışan bir ses tonuyla. “Evde bir sürü tantana vardı” dedi kız arkadaşı ona. “Keşke bir telefonaçıp geç kalacağını söyleseydin” dedi o yine aynı ses tonuyla. “Evdekilerle kavga ederken kavgayı bölüp ‘’alo canım kusura bakma kavgam biraz uzuyacak sen beni bekleme'’ mi diyeydim yani” diye sordu kız giderek daha da sıkıntılı bir hale gelen ses tonuyla. “O adam kimdi?” dedi bu sefer… Ses tonundaki sıkıntıyı gizlemeye çalışmıyordu artık. Ender ederlerdi ama kavgaları genellikle böyle başlardı. “Aman canım eski liseden bir arkadaş işte yolda karşılaştık hal hatır sorduk bizim Ayşen'’in telefonunu istedi” dedi kız umursamaz bir tavırla. Onun bu tavırlar kanda dolaşan ateş miktarının daha da artmasına neden olmuştu. “Bu arada kulağındaki ne” diye sordu kız konuyu dağıtıp kavgadan kaçmak isteyen bir edayla. “Sonra anlatırım ne olduğunu” dedi o ama aklına ciddi ciddi yatmaya başlamıştı o aleti kullanmak. Eli aletin açıp kapama düğmesine gitti. Aletin kenarını düzelterek karşısındakinin beyininin içine girmeye başladı. Evet sıkıntılıydı karşısındaki. Biraz da üzgündü. Göz göze gelince heyecanlanma sesleri veriyordu. Bu hoşuna gitti. Ama damarlarındaki ateş… “Tam buraya geldiğinizde kulağına eğilip söylediğin şey neydi o herifin?” dedi bu sefer kulağındaki aletin işlevini unutup. “Ya o benim eski bir arkadaşım, herif filan deme. Ayrıca niye seni görünce kulağına eğilip bir şey söyleyeyim manyak mıyım ben?” dedi kız bu sefer kızgınlık türküleri beyinölçerden vızır vızır çıkıyordu. “Vay demek herif dememe bozuluyorsun beyefendiye. Köpek yalamış gibi saçlarıyla sana yaltaklanan adamlara herif dememe de kızılıyor demek artık…” “evdekilerle niye kavga ettiğimi sormuyorsun…” dedi kız. Sesinde geldiğinden beri olmayan bir şey vardı. Bunu sanki aklına yeni birşey gelmiş gibi söylemişti. “Konuyu değiştirmeye çalışıyormuşsun gibi geldi bana ama söyle bakalım…” “Annemlerin seni tanıdığını biliyorsun. Geçen gün çarşıda, hastayım diye bana gelmediğin gün bir kızla görmüş annemler seni. Kızla sarmaş dolaş olduğunu söyledikleri için kavga ettim onlarla.” Alnını kaşıdı bir süre kulağındaki kulaklığın sesini kıstı. Hangi gündü o? Ha evet doğumgünü için hediye alınan gün. Dört gün sonra doğumgünü vardı ve doğumgününde makyaj malzemesi almak için apartmanlarındaki çocukluk arkadaşından yardımn istemişti. Ne kadar süreceğini, makyaj takımının ne kadar zamanda alınabileceğini bilmediği için de hastayım bugün buluşmayalım dedimşti kız arkadaşına. O kız evliydi hem.. Üstelik onları çarşıya oralarda işi olan kocası bırakmıştı. “Eğer paran yetmezse gel bizim dükkandan al” bile demişti güleç yüzlü koca. Bu kadar uğraşın üstüne şimdi o gün yapılanlardan bahsetmek pişmiş aşa su katmak olacaktı. “Beni savunduğuna göre benim biriyle kırıştırmayacağımı biliyorsun. Ama benimle bu konuda kavga ettiğine göre de böyle bir şeyi yapabileceğimi içten içe düşünüyorsun ha?” Bu sefer kız gözleri kaçırdı. Beyinölçer sıkıntı sinyalleri veriyordu. Ama tam olarak sıkıntı sinyali de değildi bu. Yeni bir sesti bu. Bir makina mühendisi dehası olabilirdi. Ancak insan ilişkilerinde bir yere kadar başarılıydı. Beyinölçeri yaparken sadece aklına gelen birkaç duyguyu yüklemişti. Neler yoktu makinanın içinde? Belki yalan… Veya kıskançlık. Hagisi olabilirdi bu duyduğu yeni ses? Eğer yalan söylüyorsa o adama karşı bir şeyler hissediyor demekti bu. Eğer yapılan şey kıskançlıksa bir sorun yoktu. Ne oluyordu? Yoksa bu kadar senelik arkadaşlıktan sonra güvenini mi kaybediyordu kız arkadaşına karşı?”Kalk yürüyelim seni beklerken deli gibi çay içtim bir bardak daha içersem kusacağım şuraya” dedi ve kalktılar. Bu sesin ne olduğunu öğrenmek istiyordu. Şüphe beyninin içini kemiriyordu. Şimdi kız arkadaşına “bana okkalı bir yalan söylesene şu aleti deneyeyeyim bir” diyemezdi. Eh aynı mantıktan yola çıkacak olursak durup dururken kıskanmasını da isteyemezdi. Aklından geçen bir fikir yıldırım hızıyla aydınlattı beyininin içini. Yanından geçmekte olan bir kıza dğru döndü ve abartılı bir biçimde bacaklarına bakmaya başladı. Kız arkadaşı önce çantasında bir şeyleri karıştırmakla meşguldü ama hareketler ve bakmalar o derece abartılıydı ki bunu farketmemek için manda olmak lazımdı. “Nereye bakıyorsun aptal?” Kız arkadaşının en büyük küfürü ‘’aptal'’dı. Onu da çok ender söylerdi, çok sinirli olduğu zamanlar. Zaten beyinölçer zangır zangır titriyordu kafasının içinde. Ve yine o ses geldi kulaklarına. Yalan değildi bu. Kıskançlıktı. Kız arkadaşı onu seviyordu. Aldatmıyordu işte. Hayat güzeldi, kız arkadaşı güzeldi. Evlenip bir yuva kuracaklardı. Mutlu yaşayacaklardı. “Sen kendini ne sanıyorsun? Yoldan geçen kadınlara nasıl böyle maganhdalar gibi bakabilirsin?” Kız arkadaşı ağlayacak gibi olmuştu. “Ben de gidip o herif diye çağırdığın arkadaşımın yemek davetini kabul etseydim bari…” Bu son cümle kanında dolaşan ateşin patlama noktasına gelmesine neden olmuştu. Ama beyinölçer bambaşka bir ses frekansında sinyal gönderiyordu bu sefer. Evet evet yalan sinyali işte buydu. Kız arkadaşı yalan söylüyordu. Onu kıskandırmak için söylüyordu bütün bunları. “Adam olana kadar benimle görüşme” diyerek onu yolun ortasında bırakıp otobüs durağına doğru ilerlemeye başladı kız arkadaşı. O öylesine sevinçliydi ki. Öncelikle o adam onun için hiçbir şey ifade etmiyordu. İkincisi çok sevildiğini biliyordu ve teknoloji bunu kanıtlamıştı ona. Resmen mutlu maymun olmuş, sevinçten yerinde duramıyordu. Gitme diyemedi ona. Kulağındaki aleti çıkardı. “Doğumgünün” dedi… Doğumgününde verecektim ama şimdi vereyim.” Makyaj takımı nasıl olsa verilirdi. Ne zaman olsa verilirdi. “Her şeyi açıklayabilirim sana” diyerek peşinden koşmaya başladı kız arkadaşının. Akşam saatlerinde iki genç birbirlerinin beline sarılmış asfalt üstünde sahile doğru yürüyorlardı.Birbirlerine çok sıkı sarılmışlardı. Kız kulağındaki aletin ucunu düzeltip “lisedeyken o yanımda gördüğün adama aşıktım” dedi. Delikanlı elini kızın belinden tam çekecekti ki kız gülerek erkeğin elini alıp kendi belinin üstünde birleştirdi: “Bu aletin sen sinirli ve kıskançken çıkardığı seslerin birleşmesine bayılıyorum.” Deliler gibi gülüyordu kız. Bunun şaka olduğunu anlamak erkeğin beyin seviyesindeki ateşli kanın pahtılaşmasına neden oldu. “Bizim evdeki saç kurutma makinası bozulmuş hayatım onu da tamir edebilecek mi senin tekniker dehan” diye yeni bir soru kız. Bu sefer ikisi de gülmeye başladılar. “İstersen saç kurutma makinasını uzaktan kumandalı bile yapabilirim” dedi erkek. İkisi birden kusuncaya kadar güldüler buna. Hayat her zaman bu kadar kolay olmayabiliyordu. Ancak hayat bu kadar kolayken çok güzeldi.
-
Domates Korkunç bir trafik kazasıydı. Oysa her şey ne kadar da güzel başlamıştı. Ailelerden ilk defa beraber tatile çıkmak için izin almışlardı. Arabayı götürme iznini de kopartmıştı babasından erkek. Kız ailesine yalan söylemişti tabii “okuldan kız arkadaşlarla tatile gidiyoruz” diye. Arabada mutlu birkaç gün geçirebilecekleri o sakin kıyıya doğru yol almaktaydılar. Hayat çok güzeldi. Ama trafik kazası korkunçtu. Tam o hızla gidilen yolun üstünde kavşaklardan birinde direksiyon kendi istediği gibi dönmeye başladı. Araba onların istemedikleri bir yöne doğru gitmeye başladı. Sanki araba durdu, yolun kenarındaki banketler arabaya doğru geldi. Geldi, geldi, geldi, geldi… Sanki üç dört saat boyunca geldi bu banket üstlerine. Korkunç ve çok sesli bir trafik kazası oldu. İnsan kaza anında nasıl hisseder, bunu kaza yapmayanlar asla bilemez. Arabayı kullanan erkek direksiyonun kendi kontrolünden çıkmasından sonra, bariyerlere çarpamadan hemen önce kızla göz göze geldi. “Yapabileceği bir şey yok kusura bakma” gibi bir bakış attı ona. Kız çığlığını atmadan önce “senin suçun olmadığını biliyorum” gibi bir bakışla cevap verdi ona. Çarpışma anında camdan fırlayan kızın son mantıklı sözleri oldu bunlar. Erkek kızın camdan çıktığını görür gibi oldu. Sonra direksiyon yüzüne doğru yaklaştı, yaklaştı, önce burnunda bir acı… Sonrası karanlık. Erkek gözünü açtığında duvarda sıvaları dökülen bir hastanede buldu kendini. Başında sargılar vardı, tek gözü kapalıydı. Doktorlar sağa sola koşuşturuyordu. Bir an anne ve babasını görür gibi oldu ve bir ses yankılandı kafasının içinde: “Ameliyatı bu ********* hastanede yaptırmam. Şehire götürelim onu… Kızı tanımıyorum ama…” Sonra tekrar derin bir karanlık. Derin bir sessizlik ve soğuk. Sabah yatağında yattığını, üztünün açık olduğunu düşündü ilk önce. Hani neredeyse yorganını arayacaktı. Ama elini kaldıramadı. Elinin üstünde bir yığın kablo ve ıvır zıvır vardı. Gözlerini açmadan diğer elini yatağın kenarlarında gezdirdi. Etrafında iskeleler örülmüştü. Hastane yatağıydı bu. Evi olmadığı kesindi yani. “Ayılıyor” gibi bir ses duydu. “Artık zamanı gelmişti” dedi karizmatik diğer bir ses. Midesi bulanıyordu. Kusmak istedi ancak midesinde kusacak bir şey yoktu ve tekrar kendinden geçti. Yavaş yavaş kendine geldiğinde hemşireler belinin altına yastık koyup yemek yiyebilmesi için yatağına doğru portatif bir masa yaklaştırıyorlardı. Ama canı kesinlikle yemek yemek istemiyordu. Önce hangi yılda olduklarını sordu. Aynı yıldalardı. Aylardan ne olduğunu sordu. Evet ay da değişmemişti. Ama ya günler… Kazadan sonra yaklaşık yirmi gün geçmişti. Kendi için biraz üzüldükten sonra aklına kız arkadaşı geldi. Hemşire bilemiyorum kim olduğunu deyip odadan çıktı. Hemşirenin çıkmasıyla beraber içeri annesi girip hasretle sarıldı. Sanki birkaç zamandır görüşemeyen iki eski dost gibi kucakaştılar. “Anne o nasıl” dedi sesindeki korkuyu gizlemeye çalışarak. “Bir şeyi yok” dedi annesi. Annesine camdan çıkarı insanların genellikle kötü olacaklarını hatırlatınca annesinin dili çözüldü. Kız arkadaşı arabanın camından çıktıktan sonra başını çok kötü vurmuştu. İlk kaldırıldıkları hastanedeki yetersiz imkanlar yüzünden hemen beyin ameliyatına girmesi de mümkün olamamıştı. Doktorlar bu yüzden kesin bir beyin ölümünden bahsetmişlerdi bir ara. Katatoni denilen ve insanın senelerce sürecek bir uykuda kalmasına neden olabilecek bir hastalık. Ama kızın anne ve babası Amerikalardan en büyük profesörlerini, cerrahları getirdiler. En azından katatoniden çıkmıştı kız. Artık uzun süreli uykularda yatıp kalmayacaktı. Peki kendinde miydi? Henüz değil. Aradan iki ay geçince hastaneden çıkmasına izin verdiler erkeğin. Hava, tatile gittikleri günkü gibi değildi artık. Mevsim yavaş yavaş yağmura dönmeye başlamıştı. Dışarının isli kokusu, hastanenin ilaçlı kokusundan bin kat daha iyiydi. Uzun zamandır haber alamadığı kız arkadaşını görmeye gidecekti. Eve uğramadan gidecekti. Anne ve babasına itiraz hakkı tanımadığını, eğer itiraz ederlerse eve dönmeyi reddedeceğini de söylemişti. Anne ve babası çok kalmaması şartıyla onu kız arkadaşının yanına götürmeyi kabul ettiler. Kız arkadaşının anne ve babası onu ilk önce soğuk karşıladılar. Öyle ya bu zibidinin kötü kullandığı araba yüzünden kızlarının başından ********* bir kaza geçmişti. Bu zibidinin buraya gelmesini bile yasaklarlardıya… Doktor onlara kızın sevgilisini görmesinin iyi olabileceğini söylemişlerdi. Hele ki bu haldeyken. Erkek kızın odasına ilk girdiğinde kızı gülerek kendini karşılamak için bekler buldu. Ama içeri girip yatağın yanına kadar geldiğinde kızın aslında gülmediğini, yüzündeki gülümsemenin mutluluktan çok bilinçsizlikten gelen soğuk bir bakıştan farksız olduğunu anladı. Kız hiçbir şey hatırlamıyor, hiçbir şey söyleyemiyordu. Sadece gözleriyle etrafındakilere bir şeyler anlattığı sanılıyordu profesör tarafından. O da belki. Erkek kızın yatağının başının ucuna gelerek ona bir süre baktı. Eliyle gözlerinin etrafında daireler çizdi dikkatini çekebilmek için. Sonra aklına daha parlak bir fikir geldi ve kızın serum yemekten incelmiş bileklerine birer öpücük kondurdu. Kız gözlerini kıstı, kapattı, bileklerini kendine çekip serum şişesini yere devirdi. Kızın annesi tam “ne yaptın kızıma” diye çocuğun üstüne yürüyordu ki doktor araya girdi: “Durun kızınız ilk defa bariz bir tepki veriyor!..” Evet kız gerçekten de bu öpücüklere tepki veriyordu. Gözlerindeki donuk bakışlar yerini isabetli göz kaydırmalarına bırakmıştı. Ve erkekle kızın gözleri bir noktada buluştu. Kız ona bakarak dilini damağına sürttü. Dudaklarını o şeklinde büzdü. “Aman Allahım bu bir mucize, bize bir şey söylemeye çalışıyor” dedi doktor. Anne “evet kızım ne istiyorsun kızım söyle hadi bize” deyip oturuverdi kızının başucuna. Baba uzakta sessizce ağlıyor kazadan beri ağızından düşürmediği tanrıya şükürler ediyordu şimdi. Kız yaklayık dört dakikalık bir uğraştan sonra “domates” deyiverdi. Domates mi? Evet diye onayladı kız. Domates. Bunu derken yanında oturmaya bile korkan erkek arkadaşını gösteriyordu. “Domates istiyorsan hemen getireyim” dedi annesi. Kız isterik bir çığlık atarak erkek arkadaşını gösterdi. “Do-ma-tes” Erkek de dahil olmak üzere odadaki kimse kızın ne dediğini tam olarak çözememişti. Hemşire babadan aldığı talimatla elinde bir iki kızarmış (belki biraz hormonlu) dev gibi domatesle içeri girdi. Kız hala erkek arkadaşına bakıp domates diyordu. Hemşirenin uzattığı domatesler kızın kucağına kondu. Kızın gözleri o ana kadar ilk defa güldü. Böylesine konuşmaya çalışmak onu gerçekten yormuştu ve bu belli oluyordu. Ancak tecrübeli doktor odada bu mucizeye sebep olan şartların bir ya da birkaçı değişmeden önce bir mucize daha bekliyordu: Acaba kız şuurlu bir biçimde mi konuşuyordu yoksa bu da doğanın insafsızca bir şakası mıydı? Kız kucağında duran domatesi güçlükle eline aldı. Yavaşça kaldırarak yanağına sürdü. Sanki onu yiyecekmiş gibi değil, sevecekmiş gibi duruyordu. Sevdi de. Yanağında yukarıdan aşağı dolaştırdığı domatesi alıp erkek arkadaşının yanağına sürdü. Ve tekrar domates dedi. Önce baba kızım yaşayacaaaaak” diye bağırarak inletti odanın içini. Anne “kurtuldu kızım kurtuldu. Geri zekalı değil o”dedi. Fizik tedavi uzmanı “yaşasın motor hareketlerinde bir sorun yok. İnce detaylara kaçmadan hemen her şeyi yapabiliyor” dedi ortalık yere. Erkeğin anne babası bu sevince ortak olabilmek için kızın anne babasına sarıldılar. Erkek “bana diyor” deyince odada bir sessizlik oldu. “Beni domates diye seviyor. Bana espri yapıyor…” Beyin cerrahı olan doktor “o zaman bilincinin yerinde olduğunu ve bunu da sizin sevginizin yaptığını söylemeliyiz” dedi göz yaşlarını tutamayan bir biçimdi. “Değerini bil oğlum bak şu an bu kelimeyi etmek onun için dişleriyle bir uçağı çekmek kadar zor. Bu domates kelimesi senin hayatında yeni bir dönüm noktası olabilir. Ve bundan sonra öğrendiği her kelime senin başarın olacaktır” dedi. Bir an içi gururla doldu erkeğin. Kızın o zayıflıktan bitmiş vücuduna dokunmak istedi. Ama bunu yapamadı. çünkü göz yaşlarına boğulmuştu. O artık ebediyyen kız arkadaşının domatesiydi. Kız hastaneden çıktıktan sonra erkek arkadaşı da yanında olmak üzere yoğun bir eğitim programından geçti. Temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek minicik bir kaç kelime öğrenebildi bu kadar hayatı boyunca. Ancak erkek arkadaşı hala onun domatesiydi. “Domates domates” diye bağırıp duran kızın ağızının kenarından akan salyaları büyük bir özveriyle silen genç “Haydi bana bir kez daha domates de bakayım” diyerek ona olan sevgisini sınamak istedi. Hayatta hiçbir kelime bundan daha romantik ve anlamlı olmamıştı.
-
bu güzelmiş aldatılsam hiç bişey yapmam kuaföre giderim saçımı başımı yaptırırım sinemaya, konsere giderim aldatanı aldattığıyla başbaşa bırakırım hayat devam edecek nasılsa
-
Yanarak Senin için yanarak ölme riski çok fazla! Yangın alarmı olmayan bir apartmanda sakın oturma. Benzin istasyonlarından uzak dur. Güneşe bile çıkma sen hatta. allah allah yangın alarmım yok diye yandırdı beni
-
aaa ilk aşkımızı mı arıyoruz Erdem'di ilk aşkımın adı, liseye gidiyordum, oda benden iki sınıf öndeydi ilk aşkım, ne çok heyecanlanırdık, kısıtlı harçlığımızla komik ama sıcak hediyeler alırdık:)
-
BAYAN ve ERKEK dost olabılırler mi?
helin şurada cevap verdi: afilli başlık Aşk - Sevgi - Mutluluk - Güzellik
kadın erkek dost olamaz sanan önce dostundan ne beklediğini sorgulasın. üniversitede kız erkek arkadaşlar öyle güzel dostluklar kuruyorlar ki, arkadaşının sıkıntısında onu arıyor soruyor yardımcı oluyor. eğer böyle bir dostluk kuramayan varsa en başta kendisini değerlendirsin. nerde hata yapıyor kime nasıl davranıyor, demekki yanlış olan bişey var. -
Karısının cesedini, 5 ay yatağında gizledi
helin şurada cevap verdi: sanemavi başlık Aşk - Sevgi - Mutluluk - Güzellik
yaşlı bir insan olduğu için daha zor gelmiştir dedemden biliyorum ananem ölünce kabullenememişti yalnız kaldım diye ağladı hep -
redblack süpersin yaa yazdığın bütün yazılara bayıldım duygularıma tercuman olmuşsun sankiii
-
sen gittin gitmek istedin ben sana ne söyleyim güle güle git yolun açık olsun şunuda bilmeni istiyorum gitmek kolaydır ama geri dönmek için geç kalmış olacaksın gelmek zordur gecelerce ve günlerce düşüneceksin aramayı arayamayacaksın yani senin sana yapacağın kötülüğü ben sana yapamam kaybetmiş oldukların hayatın boyunca ızdırabın olacak
-
Aşkınızı Hesaplayın ! ! !
helin şurada cevap verdi: Murti_San başlık Aşk - Sevgi - Mutluluk - Güzellik
iyidir iyi -
evet yaaaaaaaaa
-
arkadaşlık önemli bir ilişki şekli ben arkadaşlıklarımda çok fedakarımdır arkadaşımdanda bunu beklerim fazla arkadaşım yok olmasınıda isteemeem çok arkadaş çok sorun demek birkaç tane olsun sağlam olsun
-
umursanmadığınız da neden tutuşusunuz?
helin şurada cevap verdi: yesilsu başlık Aşk - Sevgi - Mutluluk - Güzellik
kaçanın neden kaçtığına bağlı kovalanmak istiyorsa ben kovalamam bir sorunu varsa yardım etmek isterim yoksa hiç tasam olmaazz -
kadınlar leb demeden leblebiyi anlar erkeklere alt yazılı açıklama yapmak şart