Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

kaan_bebeto

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    2.221
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    6

kaan_bebeto tarafından postalanan herşey

  1. kaan_bebeto

    Annem Anneciğim

    Mazide kalan hatıra gibi Şevkatli kollarını aç bana anne Geceler çok soğuk, sessiz ve karanlık Üşüdüm, üstümü örtsene anne Anne, anne, anneciğim Yanımda olmanı ne çok isterdim Dizine yatıpta uyurdum anne Dilimde dua gözümde rüyasın Seni çok istedim hasretim anne Anne, anne, anneciğim Uyandım uykudan aradım seni Sağıma soluma bakındım anne Geceler çok soğuk, sessiz ve karanlık Üşüdüm, üstümü örtsene anne Anne, anne, anneciğim... zeki müren dinliyorum şu anda nede içli söylüyor hep sen aklıma geliyorsun beni anneler günün de doğurdun sen nerelerdesin anneciğim...... hadi babamıda al gel buralaraa
  2. bu gül senin için ...
  3. kaan_bebeto

    redblack

    şişşşş redblackkk kahvem orta olsun tamam mıııııı ? sen anladın onu kalbi melek kadar temiz olan arkidişim ; hayatta hiç bir şeyin seni üzmesine izin verme .... kaderde ne varsa o olur ..ama kaderde ne varsa o olacak deyipte hayatı boşlama .... güzel günlerin sana gelmesini bekleme ,sen güzel günlere yelken açç emii..... kısa sürede seni tanıdım çok temiz kalpli bir meleksin...hepte öyle kalacagına eminim.... sevgi ve saygılarımlan kaaan ____bebeto
  4. "İlk olarak 19'ların sırrını rahmetli Cenk Koray gündeme taşımıştı. Atatürk'ün yaşamında 19 rakamının çok önemli bir yeri var. İster tesadüf deyin ister mucize 19'lar Ata'nın yaşamında bir sır perdesi yaratıyor. İşte o 19'lar: 19. yüzyılın bitimine 19 yıl kala doğdu... 19 yaşında Harbiye’ye girdi... 19 Aralık’ta Yıldız Sarayı’na çağrıldı... Harp Akademisindeki sicilinin rakamları toplandığında 19 ediyor... Çanakkale Savaşı’nı kazanılmasında sağlayan, 19. Fırka’yı kuruyor ve komuta ediyor... 19 Mayıs’ta Miralay oluyor... Çanakkale’de düşmanı 19 Mayıs’a kadar oyalıyor... Samsun’a 19 Mayıs 1919’da çıkıyor... Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç tarihi olan bu günde tam 3 tane 19 rakamı var... Samsun’a çıktığı Bandırma vapurunda ise yine 19 yolcu var... Meclis’te Milli Mücadeleye fiili olarak başlanmasının tarihi de yine üç tane 19’lu bir tarih... 19 Kasım 1919... Milletin iradesini Meclis’e devretme kararını 19 Mart’ta alıyor... Mareşal rütbesinine 19 Eylül’de kavuşuyor... Mustafa Kemal Atatürk 19 harften oluşuyor... "Ne mutlu Türküm diyene” sözü de 19 harfli bir söz... 19’un iki katı olan 38 yılında ölüyor... Öldüğünde yaşı 19’ün üç katı olan 57... “Türk milletinin kaderine, 1919-1938 arası tam 19 yıl hakim oluyor...”
  5. Muhterem Milletvekilleri Bugün içinde bulunduğumuz vaziyeti, Meclisi alinizin nazarında tamamiyle tecilli ettirebilmek iin bazı beyanatta bulunmak istiyorum. Vukubulacak maruzatım bir kaç devreye ayrılabilir. Birincisi, Mütereke'den Erzurum Kongresi'ne kadar geçen zaman zarfındaki ahvele dairdir. İkincisi, Erzurum Kongresin'den 16 Mart tarihine kadar, yani İstanbul'un düşmanlar tarafından işgal edildiği güne kadar; üçüncü safhası da 16 marttan bu dakikaya kadar olan ahvale dair olacaktır. Maruzatım bir takım vesaike müstenittir ki müsaade buyururlarsa o vesaiki icip ettikçe burada okuyacağım. Yalnız birinci safhaya ait olacak maruzatım belki biraz şahsi olacaktır. Fakat vaziyeti tamamiyle tenvir edebilmek için ondan bahsetmeyi lüzum görüyorum. Malümu alileridir ki Ahmet İzzet Paşa hükümeti miliyetler esasına müstenit adilane bir sulha nail olmak emeliyle müterekeye talip oldu. İstiklal uğrunda namus ve şahametle dögüşen milletimiz 30 Teşrinievevlet 1334 tarihinde imza olunan müterekaname ahkamı bir tarafa bırakıldı. Gün geçtikçe artan bir şiddetle, hukukı saltanat haysiyeti hükümet, izzeti nefsi millimiz tadiyata uğradı. Heyeti itilafiyeden gördükleri tevvik ve fiili himaye sayesinde taabi osmaniyeden olan anasırı gayri müslime her yerde küstahane tecavize başladılar. Meclisi Mebusan'ın feshi, kuvvetini milletten almayan hükümetimerkeziyenin sık sık değişmesi ve halkın vicdanından doğan milli birlik uğrundaki teşebbüsatın maalesef ihtirasatı siyasiyeye kurban edilmesi yüzünden aleme karşı mevcudiyeti milliyemiz ihsas edilemedi. Ecnebi kuvvetlerinin işgali altında inleyen payitahtımızda kan ağlayan bilumum erbabı hamiyet, münevveranı millet ve din ve devlete hizmetleri mesbuk zevatı aliye,makamı hilafet ve saltanatın ve istiklali millinin bu hatarnak vaziyeten kurtarılması ancak vicdaenı miliden doğan birliğin azmu iradeine müftekir bulunduğuna iman getirdiler. Fakat İstanbul'un tahti tazyikve muhasarada bulunan muhittinde icabatı hamiyeti ifaya maddeten imkan kalmamıştır. İşte bu bırada idi ki Anadolu'ya mülki ve askeri hususatla muvazzaf olmak üzere ordu müfettişliğine tayin edildim. Bu teveccühü din ve millete hizmet etmek için en büyür bir mazhariyeti ilahiye addeyledim. Vicdanı millinin iradei aliyesine tabi olarak mileti müstakil, vatanımızı masum görünceye kadar çalışmak ahdiyle 16 Mayıs 1335 günü Dersaadet'I terk eyledim. Samsun'da işe başladım. İlk düşündüğüm, memleketimizde aşayişinistikrarına kendi vasaitimiz ile muktedir bulunduğumzu görmek oldu. Esasen Canik livasının vaziyeti hususiyesi de bu bapta en seri davranmayı müstelzim bulunmakta idi. Filhakika Rumların hakimiyetini ve İslam unsurunun esaretini istihdaf eden ve Atina ve Dersaneadet komiteleri tarafından idare olunan Pontus hükümeti amali, Karadeniz sahi.li ile kısmen Amasya ve Tokat'ın şimal kazalarında mukim Osmanlı Rumlarının hayalhanelerini çılgınca bürümüştü. İttihaz olunan tedabir sayesinde muvaffakıyetli netayic istihsal edildi. Fakat ittihaz olunan tedabir ve muvaffakıyet, yalnız Pontus havalisine ait ve mevzii idi. Halbuki hergin haksızlıklarını arttıran İtilaf Devletlerine mevcudiyeti milliyetimizi siyaseten isbat etmek ve fiili tecavüzler karşısında milletin inamus ve istiklalini bilfiil müdafaa etmek pek mühimdi. Esasen şarkta ve garpta henem memleketimizin her tarafında müdafaa ve muhafazai hakuki millet ve memleket için cemiyetler teşkil edilmişti. Bu cemiyetler düşmanların esaret boyunduruğuna girmemek kastiyle milli vicdanın azim ve iradesindendoğmuş yegane tetkilat idi. Bu sıralarda idi ki, mumum belediye riyasetlerine, Dersaadet'te İngiliz Muhipler Cemiyeti teşekkül ettiği ve her tarafta bu Cemiyete iştirak ile İngiltere müzaheretinin talep edilmesi lüzumu hakkında Sait Molla imzasıyla bir telgraf geldi. Bu meselede Hükümetin alakasının derecesini anlamak için sadrazam olan Ferit Paşa'dan keyfiyeti istilam ettim. Hiç bir cevap alamadım. Kendisinin eşhası meçhule tarafından böyle gayrı muttarit ve muhtelif siyasi maceralara teveccühündeki teşebbüsatın azim fekaletlere sebep olacağını takdir eden milet Sait Molla'nın tebliğine havalei sem'I itibar etmedi. Binlerce tecavüz ve haksızlılar altında inleyen ve İzmir vakayı feciası karşısında kan ağlayan millet, hükümeti merkeziye ve İtilaf Devletleri mümessillerinden ağlayarak istimdat ve istidayı hak ederken,müteaddit beledeyi riyasetleri ve birçok Müdafaai Hukuki Milliye cemiyetleri mariftiyle aldığım telgrafnamelerde hakkımda itimat beyan olunarak benden bu hususta hizmet ve fedakarlık talep ediliyordu. Hayat ve şahsiyetim kendi malı olan necip ve mazlum milletimizin bu haklı talebi üzerine artık benim için en mukaddes vazife, iradei milliyeye mutavaatı her şeyin fevkinde görmekti. Bunun üzeirne yaptığım bir tamimle kat'I sözümü verdim. İşbu tamimin son cümleleri tuydu. Geçirdiğimiz şu hayat ve memat günlerinde umum miletçe her taraftaki amal ve tezahürat ile temine azmedilen istiklali millimiz uğrunda bütün mevcudiyetimle çalıştığımı temin eylerim. Bu emeli mukaddes uğrunda miletle beraber nihayete kadar çalışacağımı da mukaddesatım namına söz veririm. M.KEMAL ATATÜRK
  6. korkmak lazım
  7. birilerinin ilgisini çektiyse ne mutlu bana veya konuları açanlara ..saolun hepiniz...
  8. one yaww
  9. Çok yakında aşağıdaki şartlarda yaşamak zorunda kalacağız. 1 - Su kaynakları kuruyacak. Yakında "su" elmastan ve altından daha değerli olacak. 2 - Atmosferde soluyacak oksijen kalmayacak. Soluduğunuz hava için çok büyük vergiler ödemek zorunda kalacağız. 3 - Bitki örtüsü tükenecek. Çocuklarımız ağacın ve çiçeği görmek için Ağaç ve Çiçek müzesine gidecek. 4 - Sürekli hiç dinmeyen fırtınalar olacak. 5 - Ya güneşten Kavrulacak, ya da soğuktan donacağız. 6 - Tarım ve bitki alanları kuruduğu için, yapay ürünlerle besleneceksiniz. Ve bütün çabamız gıda ve su satın alabilmek ve "Yaşamda" kalabilmek için olacak. 7 - Su az olduğu için bağırsak deri ve her türlü hastalık artacak. Ozon tabakası ve atmosferin diğer tabakalarının zarar görmesinden dolayı kanser ve diğer hastalıklar çoğalacak. Ve insan ömrü kısalacak. 8 - Bütün bunların üzerine az gıda az su ve diğer nedenlerden dolayı paylaşım sorunları çıkacak. Ve asayiş konusu çok önemli olacak. İşte o zaman gerçek anlamda dünyada savaş çıkacak. Varolma Savaşı 9 - Silahlanma ve silah teknolojilerine yatırım artacak. 10 - Hayvan türleri hemen hemen bitme noktasına gelecek. 11 - Şu andaki lüx tüketimin hepsi yasaklanacak. Çevreye olan zararlarından dolayı. 12 - Sade bir şekilde yaşamayı ve var olmayı zorunlu olarak ve silahların gölgesinde öğrenmek zorunda kalacağız. Tablosunu çizmeye çalıştığımız yeni "Gezegensel Varoluşu" yaşamayı istiyorsanız değişmeyiniz. Ne yapmakta iseniz yapmaya devam ediniz. Veya makyaj tazelemelerle değiştiğiniz sanarak ve hayal ederek yaşayınız. Kendinizi kandırmaya lütfen devam ediniz. Ama eğer siz kendinizin ve Gezegendeki yeni Varoluşunuzun Efendisi olmak istiyorsanız GERÇEK ANLAMDA DEĞİŞMEYİ SEÇİNİZ. Ve lütfen gerçek anlamda, dürüstçe değişiniz. Değişimi gerçek kılabilmeniz için önce DÜRÜST olmak zorundasınız. ve bunlar çok uzak bir zamanda değil çok kısa bir zaman içerisinde olabilir.....
  10. dünya patlamaya hazır bir bomba gibi ....gelecek inşallah çocuklarımız için güzel bir gelecek olur.....
  11. durum nedir ne değildir.... son 50 yılda yapılan yanlışlıkların sonucumu acaba...? atom bombaları savaşlar nükleer facialar siz ne dersiniz... nedir sorunlar... otomobil üretimi otomobil üretimindeki kastım egzos dumanıydı ..üretilen her aracın biregzosu oldugu için her araçtan duman atmosfere karışıyor ve zehirlenmiyoruzz... doğa anada zehirlendi
  12. durum çok vahim
  13. Yıldızlar İçinde yaşadığımız Evreni tanıma çabaları yüzyıllardır sürüyor. Bu çabalar sonucunda pek çok gökcisminin yapısı anlaşıldı. Bunlarla birlikte yıldızların yapılarının anlaşılması da içinde bulunduğumuz yüzyılda gerçekleşti ve Evren'deki yerimizin özel olmadığının farkına varıldı. Fizikçi Sir Arthur Eddington, daha 1920'li yıllarda, çok uzak olmayan bir gelecekte, yıldız gibi 'basit'bir cismin nasıl çalıştığının anlaşılabileceğini söylemişti. Nitekim, 30 yıl içerisinde gerçekten, bir yıldızın nasıl 'çalıştığı'sorusu çözüldü. Geceleri, gökyüzüne baktığımızda, binlerce yıldız görürüz. Gördüğümüz bu yıldızlar, genellikle yeryüzüne diğerlerine oranla daha yakın, bu nedenle de parlak görünen yıldızlardır. Bu parlak noktaların güzelliği ve ulaşılmazlığı, çok eski çağlardan bu güne insanların ilgisini çekmiş; onların oluşturdukları şekilleri, birtakım tanrılara; mitolojik kahramanlara ya da günlük hayatta kullanılan araç-gerece benzetmişlerdir. Sadece bununla da kalmayıp, gökyüzünü belirli bölümlere ayırarak, her bölgeye içinde bulunan takımyıldızın ismini vermişlerdir. Yıldız katologları oluşturarak, her bölgedeki gökcisimlerini konumlarına göre isimlendirmişlerdir. 19. yüzyılın sonlarına doğru, teleskopların ve gökbilimin gelişmesine bağlı olarak, gökcisimlerinin de yapıları anlaşılmaya başlandı. Bugün, bir yıldızdan kaynaklanan ışığı, yeryüzünde yapacağımız birkaç basit işlemle hesaplayabiliyoruz. Bir takım spektroskopik ve fotometrik ölçümler (tayf ve ışık ölçümleri) yardımıyla bir yıldızın nasıl "çalıştığını" anlayabiliyoruz. Hertzsprung ve Russell adlı iki astrofizikçi, 20. yüzyılın başında, yıldızların yaydıkları ışımanın şiddetine karşı sıcaklıklarını bir grafik haline getirdiler. Hertzsprung ve Russell, bekledikleri gibi, bir yıldızın sıcaklığı ve ışıma şiddeti arasında sistematik bir ilişkinin olduğunu gördüler. Çıplak gözle gördüğümüz yıldızların hemen hemen hepsi, ana kol adı verilen bir eğri oluşturuyordu. Hertzsprung ve Russell'in oluşturdukları bu diagram, (H-R diagramı) yıldızların özelliklerinin anlaşılmasında önemli bir role sahip oldu. H-R diagramında, parlaklığı çok az, ancak sıcaklığı çok yüksek olan beyaz cüceler; ya da, parlaklığı çok fazla (Güneş'ten binlerce defa fazla) buna karşın sıcaklığı düşük olan kırmızı devler, anakolun dışında kalırlar. Eğer, bir yıldız, termodinamik açıdan dengeye gelmişse, bu yıldızın parlaklığı ve sıcaklığı arasında bir ilişki vardır. Toplam ışıma şiddeti, yarıçapı "r" olan bir kürenin yüzey alanı (4 x pi x r2) ve sıcaklığın dördüncü kuvvetiyle orantılıdır. Yıldızın mutlak ışıma şiddeti biliniyorsa (mutlak ışıma şiddeti, belirli bir uzaklıktaki ölçülen ışıma miktarıdır), bu yıldızın yarıçapı hesaplanabilir. Güneş'in yaydığı toplam ışıma gücü, 4x1026 Watt'tır ve yüzey sıcaklığı 6000 K (Kelvin) olarak ölçülmektedir. Güneş'in çekirdeğindeki sıcaklık ise, ancak yapısının anlaşılmasından sonra belirlenebildi. Buna göre, Güneş'in merkezindeki sıcaklık yaklaşık 10 milyon derecedir. Güneş, ortalama bir yıldız olduğuna göre diğer yıldızları onunla karşılaştırabiliriz. Bu, onların yapısının anlaşılmasında oldukça yardımcı olmaktadır. Bu nedenle, genellikle Güneş'in özellikleri diğer yıldızları tanımlarken birim olarak kabul edilir. Güneş'in kütlesi 2x1033 gram; yarıçapı ise yaklaşık 700 bin kilometredir. Diğer yıldızlara baktığımızda, Güneş'in %5'i kadar kütleden başlayıp, 100 Güneş kütlesine kadar değişen kütleler görmekteyiz. Daha küçük kütlelere sahip yıldızlar yoktur; çünkü, bu kütlelerde, yıldızın çekirdeği nükleer tepkimeleri başlatacak kadar ısınamaz. Kütlesi çok büyük olan bir yıldız ise o kadar ısınır ki, merkezindeki ışımanın yarattığı basınç yıldızı patlatır. Peki, bir yıldızın parçalarını bir arada tutan kuvvet nedir? Bu kuvvet, kütle çekimidir. Yıldızlar, genellikle durağan bir yapıya sahip olduklarına göre, kütle çekimine karşı koyacak ve çökmeyi durduracak, içerden kaynaklanan bir basınç kaynağına ihtiyaç vardır. Bir yıldızı oluşturacak gaz bulutu çökmeye başladıkça, basıncının artmasıyla birlikte, sıcaklığı da artar. Gaz bulutu, belirli bir sıcaklığa ulaştığında, merkezindeki sıcaklık, yeterli basıncı yaratarak çökmeyi durdurabilir. Ancak, sıcak gazın oluşturduğu bu yıldız, enerjinin korunumu ilkesine göre, yaydığı ışınımdan dolayı enerji kaybedecektir ve bu nedenle zamanla soğuyacaktır. Çökmeyi durduran basınç kaynağını kaybeden yıldız ise çökmeye başlayacaktır. 19. yüzyılda, Güneş'i ve diğer yıldızları inceleyen bilim adamları, bu gökcisimlerinin ışıma şiddetlerinin; dolayısıyla da enerji yayma güçlerinin önemli ölçüde değişmediğini fark ettiler. Bu cisimlerin, çok büyük yapıya sahip olduklarını göz önüne alarak soğumalarının milyonlarca yıl alacağını düşündüler. Ancak, Dünya'daki bazı jeolojik kaynaklardan elde edilen veriler, Güneş'in çok daha yaşlı olduğunu gösteriyordu. Bunun üzerine, astrofizikçiler, Güneş'in sürekli bir enerji kaynağı olması gerektiğini düşündüler. Dünya'daki jeolojik kaynaklardan edinilen bilgilerin değerlendirilmesi sonucunda, Dünya'nın yaşının yaklaşık beş milyar yıl olduğu hesaplandı. Güneş'in de en azından beş milyar yaşında olduğunu hesaplayan bilim adamları, yaydığı ışımayı ölçerek Güneş'teki her bir atoma ne kadar enerji düştüğünü buldular. Bu hesaba göre, Güneş'in her atomunun, yaklaşık bir milyon elektron Volt enerji yaymış olması gerekiyor. Bu miktardaki bir enerjinin, kimyasal olaylar yoluyla ortaya çıkması olanaksızdı. 1919-1920 yıllarında, Fransız fizikçi Jean Perrom ve İngiliz fizikçi Arthur Eddington, bu enerjinin kaynağının nükleer dönüşümler olduğunu iddia ettiler. Bu iddia, bilim adamlarının ne kadar güçlü bir önseziye sahip olduklarını gösteriyor. Çünkü, bu enerjinin ortaya çıkabilmesi için, atom çekirdeklerinin devreye girmesi gerekir. O tarihlerde, atom çekirdeklerinin varlığı ve ne kadar enerjiye sahip oldukları bilinmesine karşın, nükleer tepkimeler (çekirdek tepkimeleri) daha bütün yönleriyle anlaşılmış değildi. Bir çekirdek tepkimesini anlayabilmek için, Kuantum Mekaniği'nin anlaşılması gerekiyordu. 1920'li yıllarda, Kuantum Mekaniği'nin matematiksel bir teori olarak ortaya çıkarılmasıyla birlikte, çekirdek tepkimeleri de anlaşılmaya başlandı. Einstein'in ünlü E=mc2 formülüne göre, enerji farkının, kütle farkının ışık hızının karesiyle çarpımına eşit olması (E1-E2=(m1-m2)c2 ) gerekir. Bu bilgilerin, astrofiziğe uygulanması hemen hemen aynı zamanlara rastlıyor. Evren'deki temel madde olan hidrojenin atom çekirdeklerinin dördü bir araya geldiğinde bir helyum atomu çekirdeği ve belirli bir miktar enerji ortaya çıkar. Atkinson ve Guthermans adlı iki fizikçi, bu enerjinin yaklaşık 6 milyon elektron Volt olduğunu buldular ve yıldızın ortasında iki hidrojen atomunun çarpışarak bir helyum atomu oluşturma ihtimalini hesapladılar. Bunu Güneş'in yaymakta olduğu enerjiyle karşılaştırdıklarında Güneş'i dengede tutabilecek enerjinin kaynağını bulduklarını anladılar: Hidrojenin helyuma dönüşmesi. Yıldızların anlaşılmasında ilk adım olan bu olayın güzel bir hikayesi vardır. 1929 yılında, Guthermans ve Atkinson, konuyla ilgili makalelerini yazıp bitirdikten sonra, Guthermans kız arkadaşıyla bir yürüyüşe çıkar. Arkadaşının, "Yıldızlar ne güzel parlıyor!" sözüne karşılık, Guthermans, böbürlenerek şöyle der: "Ben, dünden beri onların niçin parladıklarını biliyorum". Bu ilk adımdan sonra, birçok bilim adamı konuya yöneldi. Araştırmalar yapıldı. Bunların sonucunda, bir takım basit hesaplarla, bir yıldızın kütlesi ne kadar olursa, içerisindeki sıcaklık ne olmalı? Bu sıcaklıkta enerji üretimi ne kadar olur? Enerji üretimi yıldızın çekimini hangi yarıçapta dengeler? türünden sorulara yanıtlar bulundu. Bir yıldızın denge durumunda kalabilmesi için, kütle çekiminin oluşturduğu kuvvetin bir şekilde, karşı bir kuvvetle dengelenmesi gerekmektedir. Dışarı doğru olan kuvvetleri yaratan basınç, içeriye doğru olan kütleçekiminin yarattığı basınçtan daha az olmamalıdır ki, yıldızın çökmesine engel olsun. Bu duruma, "hidrostatik denge" adı verilmektedir. Öte yandan, yıldızın parlaması için, içeriden dışarıya doğru bir enerji akışı olması gerekir. Enerji, yıldızda basıncın ve sıcaklığın en yüksek olduğu çekirdek kısmında üretilir. Çekirdek, tepkimelerin gerçekleştiği bölgedir. Yıldızın dengede kalabilmesi için, üretilen enerjinin dışarı atılması gerekir. Yıldızın çok sıcak çekirdeğinde üretilen enerji, yıldızın içerisinden geçerek, yüzeyden dışarı çıkar. Bir yıldızın ürettiği enerji ne kadar fazlaysa, ışıma şiddeti de o kadar fazla olur. Bir yıldızın yapısı, enerji üretimi, sıcaklık, basınç ve yoğunluk gibi değerleri birbirine bağlayan denklemler çözülerek, anlaşılabilir. Bu denklemlerin hassas çözümleri, ancak 1950’li yılların ilk kuşak bilgisayarları ile gerçekleştirilebildi. Örneğin, sıcaklığı bilinen bir yıldızın, yarıçapı, parlaklığı, kütlesi ve bunlara bağlı olarak da ömrünün ne kadar olacağı hesaplanabildi. 1920’li yıllardan bu yana, geçen süre içinde temel fizik kanunları ve nükleer fizik (çekirdek fiziği) kullanılarak, yıldızların yapısı ve evrimi aşama aşama çözüldü. Yapılan hesapların doğruluğu, gözlemlerle de kanıtlandı. Bugün, bazı nükleer tepkimeler Dünya’da reaktörlerde ve nükleer silahlarda kullanılıyor. Termonükleer tepkimeler olarak adlandırılan, hidrojenin helyuma dönüştürülmesi olayının Dünya’da gerçekleştirilmesi, muazzam bir enerji kaynağı olabilir; ancak, şu anda ciddi mühendislik problemleri bunun gerçekleştirilebilmesini engelliyor. Yeryüzünde, henüz, ortaya çıkacak bu denli yüksek sıcaklıklara dayanabilecek bir ortam yaratılabilmiş değil. Yıldızlarda ise, termonükleer tepkimeler kendiliğinden, doğal olarak gerçekleşiyor. Kütle çekimi, hidrojeni, tepkimeler için gerekli olan basınçta ve sıcaklıkta tutabiliyor. Yıldızların yapısının anlaşılması, Evren'de en çok bulunan madde olan hidrojenin dışındaki maddelerin nasıl oluştuğunu da açıklığa kavuşturdu. Evren'deki, hidrojenden ağır, demire kadar bütün maddeler, yıldızların içerisinde, nükleer tepkimelerle (çekirdek tepkimeleriyle); demirden ağır olanlar ise, bu yıldızların patlamalarıyla oluşan süpernovaların ortaya çıkardıkları çok büyük enerji sayesinde oluşmaktadır. Patlamalarla dağılan maddeden yeni yıldızlar oluştukça, Evren'deki maddenin kompozisyonu zenginleşmektedir. Vücudumuzu ve etrafımızdaki maddenin çoğunu, yıldızlarda ve süpernovalarda oluşan elementler meydana getirir. Bizi ve etrafımızdaki tüm cisimleri oluşturan maddenin, yıldızlarda "pişirilmiş" olduğunu düşünebiliriz. Bir yıldızın, evrimine hidrojeni yakarak başladığını belirtmiştik. Yıldız ilk aşamada enerjisini, hidrojeni helyuma dönüştürerek üretir. Bir yakıtı tüketen yıldız, bir diğerini yakmaya başlar. Çekirdekteki hidrojenin tükenmesiyle, helyum atomları birbirleriyle tepkimeye girer ve karbon atomları oluşur. Helyumun yanmasıyla birlikte, yıldızın merkezindeki sıcaklık, çok daha yüksek bir düzeye ulaşır ve çekirdeğin etrafındaki hidrojenin de yanmasını sağlar; bu da, içerideki basıncın daha da artarak yıldızın genişlemesine yol açar. Yıldız bu aşamada, H-R diagramında, ömrünün büyük bir dönemini geçirdiği ana koldan ayrılır. Böylece, yıldız bir kırmızı dev haline gelir. Eğer yakıt miktarı ve yakıtı oluşturan maddeler sonsuz miktarda olsaydı, yıldızın evrimi sürekli olacaktı. (Büyük kütleli bir yıldız, çekirdeğindeki nükleer tepkimelerde sırasıyla şu maddeleri yakar: Hidrojen, helyum, karbon, neon, oksijen, silisyum.) Ancak, yakıtın sınırlı oluşunun yanında, tepkimeler, en düşük ve kararlı enerjiye sahip olan demir oluşana kadar devam eder. Bu aşamada, çekirdekteki tepkimeler sona ererek yıldız evriminin "çekirdek yanması" kısmı sona erer. Artık basıncı dengeleyecek bir kuvvet kalmadığı için, kütle çekimi galip gelir. Dengelenemeyen kütle çekimi yıldızın çökmeye başlamasına yol açar. Farklı yakıtların yakıldığı her aşamada biraz daha yüksek sıcaklıklar ortaya çıkar. Bu nedenle, yakıt daha çabuk tükenir; yani, her evre bir öncekinden daha hızlı geçer. Son evrelerde, artık bu bir patlama şeklinde gerçekleşir ve ortada yalnızca demirden bir çekirdek kalır. Bu aşama, yıldızın "ölümü" olarak kabul edilir. Artakalan maddenin kütlesine bağlı olarak oluşacak cisimler ise üç gruba ayrılır: Beyaz cüceler, nötron yıldızları ve karadelikler. Beyaz cüceler, aşağı yukarı güneş kütlesinde ve yarı çapları Dünya’nınki kadar olan cisimlerdir. Bu çok yoğun cisimleri çökmeden koruyan kuvvet "dejenere elektron basıncı" olarak adlandırılır. Pauli Prensibi’ne göre, iki elektronun aynı yerde bulunması olanaksızdır. Burada, dejenere elektron basıncı devreye girer. Bir beyaz cücede, çöken madde öyle yoğun hale gelir ki, elektronlar birbirlerinin üzerine gitmeye zorlanırlar. Nötron yıldızları ise, beyaz cücelere kıyasla çok daha yoğun cisimlerdir. Yıldızın, bir nötron yıldızı olabilmesi için, yıldızdan artakalan çekirdeğin kütlesinin, 1,4 ile 2,5 güneş kütlesi arasında olması gerekir. Tipik bir nötron yıldızının çapı, yaklaşık 10 kilometredir ve yoğunluğu da yaklaşık 100 milyon ton/cm3‘tür. Yani nötron yıldızının bir çay kaşığı miktarı yaklaşık 100 milyon ton ağırlıktadır. Bir atomu oluşturan temel parçacıklar, nötronlar, protonlar ve elektonlardır. Bir nötron yıldızının içerisinde ise sadece nötronlar vardır. Çünkü, basınç o kadar yüksektir ki, elektronlar ve protonlar birleşerek nötronlara dönüşürler. Bir nötron yıldızının içerisindeki yoğunluk, bir atomun çekirdeğindeki kadardır. Yani nötronlar birbirine bitişik olarak durmaktadırlar. Aynı, Pauli Prensibi’nde elektronlar için olduğu gibi, bu basınçta, nötronlar daha fazla sıkışamazlar ve yıldız denge konumuna gelir. Nötron yıldızları, gözlenebilen en yoğun yıldızlardır. Çökmeden önce, belirli bir açısal hıza sahip olan yıldızın hızı, yıldız çökmeye başladıkça giderek artar. (Bu, kolları yana açık olarak dönen bir buz patencisinin, kollarını kapatarak hızlanmasına benzer.) Nötron yıldızları gibi çok çökmüş gökcisimleri çok hızlı dönerler. İletken bir cisim çökerse, yani yoğunluğu artarsa, manyetik alan şiddeti de artar. Buna dayanarak nötron yıldızlarının manyetik alana sahip olduklarını söyleyebiliriz. Bu çok güçlü ve çok hızlı dönen mıknatıslar, elektromanyetik dalgalar üretirler. Nötron yıldızlarını, Evren'de kendi kendine oluşmuş birer "radyo istasyonu" olarak düşünebiliriz. Bu "radyo istasyonu" her yöne yayın yapmaz. Çünkü, dönen bir mıknatıs her yöne değil, kutupları doğrultusunda ışınım yapar. Kutuplarda ivmelenen yüklü parçacıklar, kutupların doğrultusunda bir ışınım fışkırmasına yol açarlar. Eğer, bu ışınımın yönü tesadüfen bizim yönümüzdeyse, biz bu ışınımı atmalar (pulse) olarak görürüz. Yıldızın her dönüşünde, bu ışınım bakış doğrultumuzdan bir kez geçer. Bu şekilde gözlenen nötron yıldızlarına atarca (pulsar) adı verilir. İlk atarca, 1967 yılında tesadüfen keşfedildi. Doktora öğrencisi Joustin Bell tarafından farkedilen düzenli bir sinyal yaklaşık bir yıl boyunca bilim adamlarının kafasını karıştırdıktan sonra, olayın aslı anlaşıldı. Çok düzenli ve hızlı olan bu sinyallerin, ancak küçük çaptaki bir gökcisminin dönüşünden kaynaklanabileceğini tahmin eden astronomlar, böylece, o zamana değin sadece teoride varolan nötron yıldızlarının varlığını kanıtladılar. Bugün bilinen yaklaşık 600 atarca vardır. Bilinen en hızlı atarca ise saniyede 642 defa dönmektedir. Eğer, ölen yıldızdan artakalan çekirdeğin kütlesi 2,5 Güneş kütlesinden büyükse, artık bu yıldızı dengede tutacak herhangi bir kuvvet yoktur. O halde, bu yıldız sonsuza değin çökecek; ancak, biz bunu belli bir aşamadan sonra göremeyeceğiz. Bir cismi görebilmemiz için, bu cisimden kaynaklanan ya da yansıyan ışığın gözlerimize ulaşması gerekir. Eğer, 2,5 güneş kütlesindeki bu cisim, 3 kilometreden küçük bir çapa kadar sıkışırsa, bu cismin kütleçekimi, hiçbir şeyin, ışığın bile bu cisimden kaçmasına olanak tanımaz. Bu nedenle bu cisimlere "karadelik" adı verilir. Hiç ışık yaymadığı ve yansıtmadığı için, bir karadeliği doğrudan gözlemek mümkün değildir; ancak, çeşitli yöntemlerle, varlığını anlamak hatta kütlesini ölçmek mümkün olabiliyor. Yöntemlerden birisi şudur: Eğer, bir ikili yıldız sisteminin üyerinden birisi kara delikse, ve eğer yıldızdan karadeliğe bir madde akışı oluyorsa, karadeliğin etrafında dönerek, içerisine düşen madde güçlü x-ışınları yayar. Bu güçlü ışınım, bir karadeliğin varlığının göstergesi olabilir. Diğer bir yöntem, "kütleçekimsel mercek" olarak bilinen etkiden yararlanılmasıdır. Karadeliğin yarattığı çok güçlü kütleçekimi, yakınından geçen ışık ışınlarının bükülmesine neden olur. Yani karadelik, bir mercek gibi davranır. Eger bir karadelik, uzaktaki bir ışık kaynağıyla Dünya’nın arasına girerse, bu cismin görüntüsü, mercek etkisinden dolayı bozulmalara uğrar. Bugüne kadar, Samanyolu içerisinde, bir kütleçekimsel mercek etkisine rastlanmadı. Buna karşın, çok uzaklarda bulunan kuasarlarla aramıza giren karadelikler tespit edildi.
  14. Evrenin Oluşumu Uçsuz bucaksız gökyüzüne bakıp da hayran olmamak elde değildir. Çıplak gözle görülebilen sayısız yıldız bile evrenin ne kadar karmaşık bir yapıda olduğunu fark etmemiz için yeterli. Ama çıplak gözle gördüğümüz gökyüzü evrenin milyarda birlik bir kısmını bile temsil etmiyor. Gerçekte evren insan aklının almakta zorluk çekeceği bir büyüklüğe ve karmaşıklığa sahip. Güneş sistemini barındıran Samanyolu galaksisi dahil yaklaşık 100 milyar galaksiden ve sayısız gök cisminden oluşan devasa boyutlardaki evrenin çapı, devamlı genişlemeğe devam etmektedir. Evren büyüklüğü yanında, ilginçliği ve karmaşıklığı ile de akıl sınırlarını zorlamaktadır. Evrende var olan enerjinin sadece %10'luk kısmı tanımlana bilen maddelerden (gezegenler, yıldızlar, karadelikler ve çeşitli gazlar) oluşmaktadır, geri kalan enerjinin %90'lık kısmı "Karanlık madde" ismi verilmiş olan gözlemlenemeyen ve tanımlanamayan maddelerden oluşmaktadır. Bu denli büyük ve karmaşık olmasına rağmen, evrende var olan sayısız gök cismi eşi görülmemiş bir denge örneği göstermektedir. Evrenin tüm bu özellikleri kozmolojiyi bilim adamları için en popüler bilim dallarından biri haline getirmiştir. Şu an yaşamakta olan ve günümüze dek yaşamış tüm büyük bilim adamları evreni araştırmış ve özellikle teorik kozmoloji alanında çok büyük çalışmalar yapmışlardır. Big Bang Teorisi(Büyük Patlama) Bilim adamları böylesine kompleks bir yapıya sahip olan evrenin oluşumu hakkında tarih boyunca değişik fikirler ve teoriler ortaya atmışlardır. Fakat diğer konulardaki anlaşmazlıklara rağmen günümüzde evrenin başlangıcı konusu, bilim adamları arasındaki tam bir fikir birliği ile "Big Bang" adı verilen teoriye dayandırılmaktadır. Bu teori evrenin 10-20 milyar yıl önce "yoktan var edildiğini" ileri sürmektedir. Yani zamanımızdan 10-20 milyar yıl önce madde ve zaman yokken "Big Bang" adı verilen büyük bir patlama ile aniden madde ve zaman yaratılmıştır. "Big Bang" teorisi ilk olarak 1922 yılında Alexander Friedmann tarafından ortaya atıldı. O güne kadar evrenin durağan olduğunu savunan bilim dünyasının bu yeni teoriyi kabullenmesi hiçte kolay değildi. Çünkü bu teori evrenin, zaman ve maddeden bağımsız olan tüm boyutların üzerindeki bir güç tarafından yaratıldığı anlamına geliyordu. Aynı zamanda "maddenin sonsuzdan gelip sonsuza gittiğini" iddia eden materyalist felsefe kökünden çürütülmüş oluyordu. Özellikle materyalist bilim adamları bu teoriyi kabul etmek istemedi. Fakat "Big Bang" gerçeğini görmezlikten gelmek çok zordu. Ünlü astronom Edwin Hubble 1929 yılında yaptığı gözlemler sonucunda evrenin devamlı genişlemekte olduğunu ispatladı, bu ispat Big Bang teorisi için çok büyük bir kanıttı. Hubble'ın bu buluşu teorinin büyük bir bilim kesimi tarafından kabul görmesini sağladı, teoriyi kabullenmek istemeyen ve genişleyen evren modeline uygun değişik teoriler oluşturmaya çalışan bir kaç bilim adamı ise ancak1989 yılındaki "Big Bang" teorisinin kesin zaferine kadar dayanabildiler. Teorik hesaplamalara göre büyük patlamadan arda kalması gereken radyasyonu araştırmak üzere NASA tarafından 1989 yılında fırlatılan CUBE uydusu bu radyasyonu fırlatılışından sekiz dakika sonra belirleyerek "Big Bang" teorisini kesin olarak kanıtladı. Bu kanıttan sonra artarda gelen diğer kanıtlar teoriyi desteklemeğe devam etti. Evrendeki enerjinin bilinen kısmının büyük bölümü yıldızlarda, Hirojenin (H), füzyon sayesinde Helyuma (He) dönüşmesi ile oluşmaktadır. Bu enerji dönüşümü evrenin başlangıcından bu yana devam eden bir süreçtir. Eğer evren sonsuzdan beri var olsaydı hidrojenin tümünün helyuma dönüşmüş olması gerekirdi. Fakat şu an evrende var olan hidrojen, helyum oranı teorik hesaplamalara göre "Big Bang" 'den bu yana olması gerektiği gibidir. Bu ve benzeri bir çok delil "Big Bang" teorisinin güçlenerek ilerlemesini sağlamaktadır. Evrenin İlk Anları Ve Büyümesi Büyük patlamadan önce madde varolmadığına göre maddeye bağımlı olan zamanın varlığından da söz edilemez. Bu noktada bir fikir ayrılığı olmadığına göre Big Bang'den öncesinden söz etmemiz mümkün değil. Bizim inceleye bileceğimiz, büyük patlama anında neler oldu? Nasıl oldu da böylesine büyük bir patlama ile bu kadar kompleks yapıya sahip bir evren oluştu? gibi soruların cevaplarıdır. Bu soruları ancak teorik kozmoloji verilerine dayanarak yanıtlaya biliriz. Fakat elimizde gerekli veriler olmadığı için Big Bang anını açıklamakta fizik teorileri yetersiz kalıyor. Daha önceki anlarda neler olup bittiği konusunda henüz kesin deliller bulunmadığı için şu an en fazla patlamadan sonraki 0,00001'inci saniyeden bahsedebiliriz. Patlama anında ortaya çıkan muazzam sıcaklık, patlamadan 0.00001 saniye sonra kuarkların (atom altı parçacıkların) proton ve nötronları oluşturabileceği seviye kadar düştü, bu noktada tek atomdan oluşan ve en basit yapıya sahip element olan H (hidrojen) elementi oluştu. Patlamadan birkaç dakika sonra milyar derece cinsinden ifade edilebilecek değere düşen sıcaklık sayesinde "döteryum", "helyum" ve "lityum" elementleri oluşmaya başladı. "Büyük Patlama" anından sonraki genişleme hızı çok hassas bir değerdedir. Yapılan teorik hesaplamalara göre bu genişleme hızı, gerçekte olandan milyarda bir daha yavaş gerçekleşseydi muazzam kütle çekim etkisi ile evren kendi üzerine çökerek tekrar yok olacaktı. Tersi bir şekilde, evrenin genişleme hızı milyarda bir daha hızlı olsaydı atom altı parçacıklar atomu ve dolayısıyla evrende var olan gök cisimlerini oluşturamayacak şekilde dağılacaktı. İlk atomların ve elementlerin oluşmasından sonraki uzunca bir süre evren genişlemeye ve soğumaya devam etti evren yeteri kadar soğuduğunda kütle çekiminin etkisi ile gazlar yoğunlaşarak değişik gök cisimlerini oluşturmaya başladı. Evrende var olan hidrojen ve helyum dışındaki tüm elementler yıldızların oluşumundan sonra, bu yıldızların çekirdeğinde gerçekleşen nükleer tepkimler ile üretilmiştir. Bu gök cisimlerinin bir araya gelerek niçin galaksileri oluşturduğu henüz kesin olarak açıklanabilmiş değildir. Bunun açıklanması "kara enerji" ve "kara delik" olarak adlandırılan gök cisimlerinin tam olarak anlaşılmasına bağlıdır. Sonuç olarak bu günün bilimsel şartları ile kesin bir şekilde açıklayamadığımız bir süreç sonunda evren şu anki kompleks yapısına geldi ve her geçen saniye genişlemeye devam ediyor. Evrenin Yapısı Yazımızın başında da bahsettiğimiz gibi evren akıl almaz komplekslikte bir yapıya sahiptir. Evrenin bazı bölümlerinde çok büyük boşluklar varken, bazı bölümleri yoğun bir şekilde gök cisimleri ille doludur. İlk bakışta dağınık gibi görünen bu yerleşim şekli aslında Big Bang teorisinin ön gördüğü şekilde, homojen bir evreni oluşturmaktadır. Evren, 400 milyon ışık yılından daha geniş bir bölümü incelendiğinde homojenlik göstermektedir. Big Bang'den sonra hidrojen ve helyumdan oluşan gazlar kütle çekim enerjisi ve dönmelerinden kaynaklanan manyetik etkinin yardımı ile yoğunlaşarak değişik gök cisimlerini oluşturdular. Yine bu Büyük Patlama sonucunda oluşan ve "kozmik fon ışınımı" adı verilen radyasyon bütün evrene yayılmış durumdadır. Gök cisimlerinin yoğunluk gösterdiği bölgelere galaksi (gökada) adı verilmektedir. Kesin olmamakla beraber galaksilerin hemen hemen hepsinin merkezinde galaksiyi dengede tutan büyük bir karadelik varolduğu tahmin edilmektedir. Fakat yapılan inceleme ve hesaplamalar var olan karadelik ve diğer gök cisimlerinden kaynaklanan kütle çekim etkilerinin bu galaksileri bir arada tutmaya yetmeyeceği fark edilmiştir. Bu noktada teorik olarak var olan fakat tanımlanamayan ve gözlenemeyen başka bir maddenin varlığı bulunmuştur. Bilinen hiç bir fiziksel tanıma uymayan ve tamamen görünmez olan bu maddeye "karanlık madde" adı verilmektedir. Karanlık madde evrende var olan maddenin yaklaşık olarak %90'lık kısmını oluşturmaktadır. Karanlık maddenin dışında kalan ve tanımlana bilen gök cisimleri genel olarak gezegenler, meteorlar ve yıldızlardır. Ömrünü tamamlayan yıldızların ölümü ile oluşan beyaz cüceler, nötron yıldızları ve daha karmaşık bir yapıya sahip olan karadelikler evrenin en yoğun ve hakkında en az bilgi bulunan diğer cisimleridir. Ömrünü tamamlayan yıldızların "nebulla" adı verilen patlamaları sayesinde çekirdeğinde üretilen ağır elementler uzaya dağılır ve meteor şeklinde gezegenlerin üzerlerine yağar. Bu yolla demir gibi ağır elementler gezegenimize patlayan yıldızlardan bir hediye olarak gelmektedir. Evrenin gerçek yapısının şu an bilinenden daha karmaşık olduğu tahmin edilmektedir. Henüz açıklanamayan bir çok enerji şekli evrenin değişik bölümlerinde görev yapmaktadır. Örneğin yakın dönemdeki bir keşfe göre, evren giderek yavaşlaması gerekirken aksine hızlanan bir genişleme göstermektedir. Bu genişlemenin nedenini ve kaynağını bir türlü açıklayamayan kozmologlar bu güce "karanlık enerji" adını verilmiştir. Günümüzde çoğu hesaplara ve tahmine dayanan bir çok teori ileri sürülerek evrenin yapısı anlaşılmaya çalışılmaktadır. Fakat evreni tam olarak anlamak için çok geniş zaman dilimlerine uzanan ve belki de insan neslinin hiç birinin göremeyeceği kadar uzun sürecek inceleme ve gözlemlere ihtiyaç vardır. Tahminen, gelişen teknolojinin beraberinde getireceği ileri seviye teleskoplar ve geliştirilecek yeni gözlem sistemleri ile insan oğlu çok kısa zaman dilimleri içerisinde kozmoloji alanında bu gün olduğumuzdan çok daha büyük bilgilere sahip olacaktır. Samanyolu Galaksisi Şehir ışıklarından uzakta Ay'ın olmadığı açık bir gecede, gökyüzünü bir baştan öbür başa kuşatan puslu, parlak bir şeriti sık sık görebiliriz. Eski insanlar bunu sütyolu "Milkway" olarak isimlendirmişlerdir. Bugün, bu puslu şeritin Güneşin de içinde bulunduğu birkaç yüz milyon yıldızı içeren, disk şeklinde bir görünüm olduğunu biliyoruz. Bir teleskop ile Samanyolunu inceleyen ilk astronom Galileo, Samanyolunun sayısız yıldızlardan ibaret olduğunu keşfetti. 1780`li yıllarda William Herchel gökyüzünün 683 bölgeye ayırıp, bu bölgelerin her birindeki yıldızları sayarak Güneş'in Galaksideki yerini çıkarmaya çalıştı. Hershel, Galaksinin merkezine doğru yıldızların sayıca, büyük yoğunlukta olduğunu daha küçük yıldız yoğunluklarının ise Galaksinin sınırına doğru görüleceğini düşündü. Fakat, tüm Samanyolu boyunca kabaca, aynı yıldız yoğunlukları buldu. Buradan hareket ederek, Güneş'in Galaksimizin merkezinde bulunduğunu ortaya çıkardı. 1920` li yıllarda Hollandalı Astronom Kapteyn, çok sayıdaki yıldızların parlaklığını ve hareketlerini analiz ederek, Herschel`in görüşlerini doğruladı. Kapteyn`e göre Samanyolu yaklaşık 10 kpc (kiloparsek) çapında ve 2 kpc kalınlığında olup merkezi civarında Güneş bulunmaktadır. Hem Herschel hem de Kapteyn Güneş'in Galaksimizin merkezinde olduğu fikrinde yanıldılar. Trumpler, yıldız kümeleri ile ilgili çalışmalarında uzak kümelerin beklenildiğinden daha sönük göründüklerini keşfetti. Sonuç olarak, Trumpler yıldızlar arası uzayın mükemmel bir vakum olmadığını uzak yıldızlardan gelen ışığı absorblayan, toz ortamın olduğu sonucunu çıkardı. Bu toz partikülleri Galaksi düzleminde yoğunlaşmıştır.Yıldız ışığının, yıldızlararası ortam tarafından absorblanması sönükleşme olarak bilinir. Galaksi düzleminde yıldızlararası sönükleşme kiloparsek başına 2.5 kadirdir. Bir başka ifade ile, Dünya'dan 1 kpc uzakta, Samanyolunundaki bir yıldız yıldızlararası sönükleşmeden dolayı 2.5 kez daha sönük görülür. Galaksi merkezinde olduğu gibi yoğun yıldızlararası bulutların bulunduğu bölgelerde sönükleşme derecesi büyüktür. Gerçekte, görünür dalgaboylarında Galaksimizin merkezi bir bütün olarak görülemez. Herschel ve Kapteyni yanıltanda bu yıldızlararası sönükleşme idi. Sadece Galaksimizdeki en yakın yıldızları gözlemişlerdi. Üstelik yıldızların çok büyük bir kısmının Galaksimizin merkezinde bulunduğu fikrine sahip değillerdi. Yıldızlararası toz Galaksimizin düzleminde yoğunlaştığından dolayı, yıldızlararası sönükleşme buralarda daha çoktur. Shapley'in öncülüğünü yapmış olduğu, pek çok Astronom, Güneş'in Galaksi merkezinden olan uzaklığını ölçmeye giriştiler. Shapley, bugün için kabul edilen 28,000 ışık yılı bir uzaklığın yaklaşık üç katı kadar bir uzaklık hesapladı. Galaksi merkezi etrafında, su mazerleri ihtiva eden gaz bulutlarından elde edilen radyo gözlemlerine dayanan son hesaplara göre ise yaklaşık 23,000 ışık yılı bir uzaklık bulunmuştur. Galaksi merkezine olan uzaklık, diğer özelliklerin tespit edilebilmesinde bir ölçüdür. Galaksimizin disk kısmı 80,000 ışık yılı çapında 2,000 ışık yılı kalınlığındadır. Galaksimizin çekirdeği, yaklaşık 15,000 ışık yılı çapında olan merkezsel bulge (şişkin bölge) ile çevrilmiştir. Bu şişkin bölgenin şekli küreseldir Bugün için, Galaksimize ait altı tane bileşenden söz edilmektedir. Bunlar; İnce Disk, Kalın Disk, Halo, Şişkin Bölge, Karanlık Halo ve Yıldızlararası ortamdır. Karanlık halo ve yıldızlararası ortamın dışında bu bileşenlerde farklı türden yıldızlar bulunmaktadır. Halodaki yıldızlar, yaşlı ve metal bakımından fakirdir. Astronomlar bu yıldızları popülasyon II yıldızları olarak adlandırırlar. Halo çok az toz ve gaz ihtiva eder. Küresel kümeler ve RR Lyrae değişen yıldızları bu bileşende bulunmaktadır. Diskte bulunan yıldızlar ise, Güneş gibi genç ve metal bakımından zengin yıldızlardır. Bunlara popülasyon I yıldızları denir. Disk bileşeninde, çok miktarda gaz ve toz bulunur. Açık kümeler, emisyon nebulaları bu bileşenlerde bulunur. Galaksimizin diskinin mavimtrak olduğu anlaşılmıştır. Çünkü, diskten gelen ışıkta genç ve sıcak yıldızların radyasyonu hakimdir. Merkezdeki şişkin bölge popülasyon I ve popülasyon II yıldızlarının bir karışımını içermektedir. Bu bölge kırmızımtrak görülür. Nedeni ise, Galaksimizin bu bölgesinde daha soğuk kırmızı dev yıldızları bulunmaktadır. Galaksimizin düzleminde yıldızlararası toz, yıldızlardan gelen ışığı absorbladığı için Galaksimizin disk kısmının yapısının anlaşılması, radyo astronominin gelişmesine kadar beklemiştir. Radyo dalgaları, uzundalgaboylu oldukları için yıldızlararası ortamda absorblanmaya ve saçılmaya uğramadan bize kadar ulaşabilirler. Radyo ve optik gözlemler, Galaksimizin gaz ve tozdan ibaret spiral şekilli kollara sahip olduğunu ortaya çıkardı. Hidrojen evrende en bol bulunan elementtir. Hidrojen gazı gözlemlerinden Galaksimizin disk yapısı hakkında önemli ipuçları tespit edilmiştir. Hidrojen atomu, bir proton ve bir de elektrondan meydana gelir. Hidrojen atomu nötr halde yani elektronu temel seviyede iken, elektron ile aynı yönde (paralel) veya ters yönde (anti paralel) dönebilir. Proton ve elektron birbirine göre paralel döndüğü zaman ortamın toplam enerjisi, proton ve elektronun anti paralel döndükleri zaman ki toplam enerjisinden daha büyüktür. Protona göre paralel dönme hareketinde bulunan elektrona herhangi bir etkide bulunulursa, dönme yönü değişir. O zaman atomun toplam enerjisinde bir azalma meydana gelir. İşte bu sırada 21 cm dalgaboyunda bir ışınım yayınlanır. 1951 de Harvard da Astronomlar yıldızlararası ortamdaki 21 cm lik bu radyo ışınımını tespit ettiler. Bu radyo ışınımı, (Şekil 4) den de görüleceği üzere, Galaksi diskinde 1,2,3 ve 4 noktalarındaki hidrojen bulutlarından gelmektedir. Galaksimizin farklı bölgelerindeki gazlardan gelen radyo ışınımları farklı dalgaboyları ile radyo teleskoplara ulaştığından, değişik gaz bulutlarını seçip ayırmak ve böylelikle Galaksimizin bir haritasını çıkartmak mümkündür. Galaksimizin 21 cm lik radyo gözlemlerinden, nötral hidrojen gazından itibaren, birçok yay biçiminde kollar çıkarılmıştır. Galaksimizin spiral yapısına ait en önemli ipuçları O , B yıldızları ve H II bölgelerinin haritalanmasından elde edilmiştir. Ayrıca, karbonmonoksit (CO) ihtiva eden molekül bulutlarındaki radyo gözlemleri, Galaksimizin uzak bölgelerinin haritasını çıkartmak için kullanılmıştır. Bütün bu gözlemler, Galaksimizin spiral bir kola sahip olduğunu göstermektedir. Güneş, Orion kolu olarak isimlendirilen spiral kollardan birinde bulunmaktadır. Sagittarius kolu, galaksi merkezi doğrultusunda bir yerdedir. Bu kol, yaz aylarında Samanyolunun Scorpius ve Sagittarus boyunca uzanan kısmına bakıldığında görülebilir. Kış aylarında ise Perseus kolu görülebilir. İki büyük koldan diğer ikisi ise Centaurus ve Cygnus koludur. Spiral kollar, Galaksinin döndüğünü akla getirmektedir. Galaksimiz dönmese idi, bütün yıldızlar Galaksimizin merkezine düşerdi. Galaksimizin dönmesini hesap etmek zor bir iştir. Hidrojen gazından yayınlanan 21cm lik radyo gözlemleri, Galaksinin dönmesi hakkında önemli ipuçları sağlar. Bu gözlemler, Galaksimizin katı bir cisim gibi dönmediğini oldukça diferansiyel olarak döndüğünü açık olarak göstermektedir. İsveçli Astronom Lindblad, Galaksi merkezi etrafında yörüngesi boyunca Güneş'in hızının 250 km/sn olduğunu çıkarttı. Güneş bu hız ile Galaksimizin etrafını ancak 200 milyon yılda dolanabilir. Bu da Galaksimizin ne kadar büyüklükte olduğunu gösterir. Güneş'in Galaksimizin etrafındaki yörüngesini bilirsek, Galaksimizin kütlesini Keplerin üçüncü kanunundan hesaplayabiliriz. Buradan Galaksimizin kütlesinin, Güneş'in kütlesinin 1.1x1011 katı olduğu bulunmuştur. Bu kütle çok küçüktür. Çünkü Kepler kanunu, bize sadece Güneş'in yörüngesi içersindeki kütlesini verir. Güneş'in yörüngesinin dışarısındaki madde, Güneş'in hareketinin etkilemez ve böylelikle Keplerin üçüncü kanununa yansımaz. Bugün, hala Galaksimizin gerçek sınırı tespit edilemedi mutlaka şaşırtıcı bir madde miktarı, Galaksinin halosunun çok ötesinde uzanan küresel dağılım halinde Galaksimizi kuşatmalı. Bu maddeden dolayı, Galaksinin toplam kütlesi en azından Güneş kütlesinin 6 x 1011 katı veya daha fazla olabilir. Galaksimizin halosunun ötesindeki bu madde çok karanlıktır. Bunun için bu bölgeye "Karanlık Madde" adı verilir. Bu bölgede yıldız yoktur, ve varlığı çekim kuvvetinin varlığından anlaşılmaktadır.
  15. kaan_bebeto

    UZAY COĞRAFYASI

    Dünya ve Evren Dünyamız Samanyolu Galaksisi'ndeki yıldız sistemlerinden güneş sisteminde yer alır. Bütün gezegenler elips şeklinde bir yörüngede hareket ederler. ONUNCU GEZEGENİMİZ "SEDNA" 16 Mart 2004 — Adını Eskimo kültüründe okyanus tanrıçası Sedna’dan alan göktaşı, 10 bin 500 Dünya yılı ile Güneş Sistem’nin en uzun yörüngesine sahip. Gezegenin keşfi ile astronomlar arasında yeni bir tartışma başladı. Sedna’nın bir gezegen olup olmadığı üzerine kafa yürüten bilim adamları, bu şekilde gezegen kavramını ve Güneş Sistemi’nin de yapısal özelliklerini gözden geçiriyorlar. Güneş Sisteminin 10. Gezegeni 'Buz ve Kaya Krallığı' mı? Kısa adı NASA olan Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi tarafından fırlatılan Sedna 4 teleskobu, Güneş Sistemi'nde yeni bir gezegen keşfetti. Eğer bulgular doğruysa, 74 yıllık '9 gezegen' bilgisi tarihe karışacak. BBC'de yayınlanan habere göre, NASA tarafından uzaya fırlatılan Sedna 4 teleskobu tarafından gönderilen bilgilerle, Plüton gezegeninden daha büyük olduğu sanılan yeni uzay cismi, ispat edilmesi halinde Güneş Sistemi'nin 10. gezegeni olacak. Ancak astronomlar, bu cismin halen Güneş Sistemi'nin bir üyesi olup olmadığını araştırıyorlar. Daha önce de Hubble Teleskobu tarafından tespit edilen cisimle ilgili detaylı bilginin bu hafta içinde NASA tarafından dünya kamuoyurna açıklanacağı kaydedildi. En son 1930 yılında varlığı ispatlanan Plüton gezegeninden bu yana Güneş Sistemi'nde 9 gezegen olduğuna dair bilim öğretisini alt üst edecek olan 'yeni gezegen', bilim adamları tarafından 'Buz ve Kaya Krallığı' olarak ifade ediliyor. GÜNEŞ SİSTEMİ’NİN SINIRINDA Sedna, 10 bin 500 Dünya yılı süren Güneş’in etrafında bir tam dönüşü esnasında, yıldıza sadece çok kısa bir süre için yaklaşıyor, ancak bi gezegenin ısınmasına yetmiyor. Gözlem adı 2003 VB12 olan Sedna kızıl parlak bir renge sahip; bilim adamları parlak kızıl rengin, gezegenin bulunduğu Güneş Sistemi’nin dış bölgeleri için oldukça olağandışı bir durum olduğunu belirtiyorlar. Dr. Brown, Sedna gibi Güneş Sistemi’nin sonu sayılacak bir mesafeden Güneş’in hissedilmediğini belirtti. Dr. Brown, Sedna gezegeninde bulunan bir kişinin Güneş’i toplu iğne ucu büyüklüğünde göreceğini ifade ediyor. Bilim adamları Sedna’nın yüzey ısısının -240 derece olduğunu ve bu değerin son 4.5 milyar yıldır değişmediğini belirlediler. GEZEGEN ‘MADEN’İ Sedna 1930’da Plüton’nun keşfinden sonra bulunmuş en büyük gök cismi. Kimi astronomlar Sedna’nın Plüton’dan da daha büyük olabileceğini tahmin ediyorlar. California Institute of Technology astronomlarından Prof. Michael Brown liderliğinde yürütülen bir araştırma projesi kapsamında keşfedilen Sedna, Dünya’dan 10 milyar kilometre uzaklıkta Kuiper Kuşağı olarak bilinen bölgede yeralıyor. Kuşakta bulunan binlerce göktaşından şimdiye dek yaklaşık 400 tanesi tam olarak keşfedildi. Sedna’nın da içinde bulunduğu Kuiper Kuşağı, astronomlar tarafından bir “maden” olarak nitenlendiriliyor. Yüzlerce buzdan göktaşı içeren Kiuper Kuşağı’nda, 2000’de Varuna (900 km), 2001’de Ixion (1.065 km) ve 2002’de Kuaoar (1.200 km) gezegensileri tespit edilmişti. Şubat ayında ise 1.800 km çapında, 2004 DW gözlem adı ile bir başka gezegensi keşfedilmişti. Bünyesinde binlerce benzer büyüklükte gök cisminin bulunduğu Kuiper Kuşağı Sedna veya daha büyük yeni keşiflere gebe bir bölge. Sedna’nın daha önce bulunan benzer göktaşlarından farkı kendi başına bir yörünge tutturmuş olması. Arizona’da bulunan Tenagra Gözlemevi gezegenin yörüngesini belirlemek üzere çalışmalara başladı. GEZEGEN’LİK TARTIŞMASI Sedna’nın keşfi gezegen kavramının sorgulandığı ve belki de yeniden tanımlanacağı tartışmaları da alevlendirdi. Bir grup astronom Plüton’nun dahi bir gezegen olmadığını düşünüyor. Yapılacak gözlemler sonunda, Plüton’u gezegen sayılması için yeterli koşulların Sedna için de geçerli olduğuna dair fikir birliği oluşursa, Güneş Sistemi’nin on gezegeni olacak. Bilim çevreleri, göktaşının bir gezegen olarak değer kazanmasının daha geniş gözlemler gerektirdiğinin altını çiziyorlar. Bunların başında da göktaşının bağımsız Güneş merkezli bir yörüngesi olması kuramı geliyor. Sedna’nın eliptik yörüngesinde Güneş’in etrafında tam dönüşünü 10.500 yılda tamamladığı belirtildi. Uzun çapı 135 milyar kilometre ile Sedna’nın yörüngesi Güneş Sistemi’ndeki en uzun yörünge. Gezegeni keşfeden Dr. Micheal Brown, göktaşını gezegen yerine, kaya ve buzdan oluşan ve hacmen daha ufak olan “gezegensi” (planetoid) olarak nitelemeyi tercih ediyor. Brown Sedna’nın yeterince yüksek bir yoğunluğa sahip olmadığını düşünüyor. Keşfi Havaii’deki Gemini Observatory’den Michael Brown ve Chad Trujillo ve San Diego’daki Palomar Gözlemevi’nden Yale Üniversitesi astronomu David Rabinowitz birlikte yaptılar. Ekip Sedna’nın etrafında dönen bir de uydusu olduğunu keşfetti. GÜNEŞ Güneş sisteminin merkezinde yeralan, en yakın yıldız, Dünya’dan ortalama 149.591.000 km uzaklıkta, 1,39 milyon km çapında, ışık saçan dev bir gaz küresi olan Güneş’in en önemli bileşeni hidrojendir; yaklaşık % 5 oranında helyum ve daha ağır elementleri içerir. 1,99x10(33) erg/saniye hızıyla enerji üretir. Bu enerji, en çok, görünür ışın ve kızılaltı ışınım olarak uzaya yayılır ve Yer’de yaşamın sürmesinin başlıca nedenidir. Çapları bin kat daha büyük ve kütleleri birkaç yüz kat daha ağır olan bilinen en büyük yıldızlara karşılaştırılınca, Güneş, astronomi sınıflandırmasında cüce yıldız sınıfına girer. Ama kütlesi ve yarıçapı, Gökadamız’daki (samanyolu) bütün yıldızların ortalama kütlesine ve büyüklüğüne yakındır; çünkü birçok yıldız Yer’den daha küçük ve daha hafiftir. Güneş, tayfı, yüzey sıcaklığı ve rengi nedeniyle, astronomlar tarafından kullanılan tayf türleri şemasında “G2 cüce” diye de sınıflandırılır. Yüzey gazlarının yaydığı ışığın tayf şiddeti, 5000 A’ya yakın dalga boylarında en büyüktür; güneş ışığının niteleyici sarı rengi bundan ileri gelmektedir.İçinde yaşadığımız Evren'i tanıma çabamız, binlerce yıldan bu yana sürüyor. Günümüzde, en modern teleskoplar sayesinde, Evren'in en uzak köşelerini, milyarlarca ışık yılı ötedeki gökadaları görebiliyoruz. Oysa, Evren'de küçücük bir nokta gibi kalan, içinde yaşadığımız Güneş Sistemi'miz hâlâ gizemlerle dolu. Uzay Çağı'nın başlangıcından bu yana yapılan çalışmaların büyük bölümü, Güneş Sistemi'ni keşfetmek içindi. Bugün, gerek bu çalışmalara gerekse çevremizdeki başka olası gezegen sistemlerine bakarak Güneş Sistemi'mizin oluşum öyküsünü anlatabiliyoruz. Güneş Sistemi'nin bir bulutsudan oluştuğu düşüncesini, aynı zamanda bir fizikçi de olan Prusyalı filozof, Immanuel Kant ortaya attı. Kant, ilkel Evren'in ince bir gazla dolu olduğunu canlandırdı düşüncesinde. Başlangıçta homojen dağılmış bu gazda, doğal olarak zamanla bir takım kararsızlıklar ortaya çıkmalıydı. Bu kütleçekimsel kararsızlıklar, kütlelerin birbirini çekmesine, dolayısıyla da gazın belli bölgelerde topaklaşmaya başlamasına yol açacaktı. Peki, bu topaklar neden disk biçimini alıyordu? Kant, bunu da çözdü. Başlangıçta çok yavaş dönmekte olan gaz topakları, sıkıştıkça hızlanıyordu. Bu, çok temel bir fizik ilkesine, "Momentumun Korunumu İlkesi" ne dayanır. Bu ilke, genellikle bir buz patencisi örneğiyle açıklanır: Kolları açık, kendi çevresinde dönen buz patencisi, kollarını kapadığında hızlanır. Benzer olarak, kütleçekiminin etkisiyle sıkışmaya başlayan gazlar da giderek hızlanır. Dönmenin etkisi gaz topağının incelerek bir disk biçimini almasını sağlar. İşte, bu disklerden birisi Güneş Sistemi'mizi oluşturmuştur. Güneş’le ilgili modern çalışmalar, Galilei’nin güneş lekelerine ilişkin gözlemleriyle ve bu lekelerin hareketlerine dayanarak Güneş’in dönüşünü bulmasıyla 1611’de başladı. Güneş’in büyüklüğüne ve Yer’den uzaklığına ilişkin ilk yaklaşık doğru belirleme, 1684’te yapıldı; bu belirlemede, Fransız Akademisi’nin 1672’de Mars’ın Yer’e yaklaşması sırasında yaptığı nirengi (üçgenleme) gözlemlerinden elde edilen veriler kullanıldı. Joseph von Fraunhofer tarafından 1814’te Güneş’in soğurma çizgili tayfının bulunması ve Gustav Kirchhoff tarafından 1859’da bunun fiziksel yorumunun yapılması, güneş astrofiziği çağını başlattı; bu dönemde, Güneş’i oluşturan maddelerin fiziksel durumunu ve kimyasal bileşimini etkili olarak inceleme olanağı doğdu. 1908’de George Ellery Hale, güneş lekelerinin güçlü magnetik alanlarını belirledi; 1939’da Hans Bethe, güneş enerjisinin oluşumunda nükleer füzyonun oynadığı rolü aydınlattı. Yeni gelişmeler, bilim adamlarının Güneş’le ilgili görüşlerini değiştirmeyi sürdürmektedir. Güneş rüzgarının doğrudan doğruya belirlenmesi 1962’de gerçekleştirilmiş, Güneş’in yüksek hızlı tekrarlanan akıntılarının kaynaklarıysa 1969’da taç (korona) deliklerine ilişkin gözlemlerle belirlenmiştir. Kant'ın bu düşüncesi, daha sonra birçok gökbilimci tarafından kabul gördü; ancak, herhangi bir yıldızın çevresinde böyle bir oluşum gözlenemediği için, 1980'lere değin bu düşünce, bir varsayım olarak kaldı, kanıtlanamadı. Sonra, gökbilimciler, T Boğa türü yıldızların, yaklaşık üçte birinin, normalin çok üzerinde kızılötesi ışınım yaydığını keşfettiler. Yıldızın etrafındaki toz bulutu, yıldızın yaydığı kısa dalgaboylu ışınımı soğuruyor; sonra daha uzun dalga boyunda, yani kızılötesi ve radyo dalga boylarında ışınım yayıyordu. Birkaç yıl sonra, gökbilimciler bazı yıldız oluşum bölgelerine radyo teleskoplarla baktıklarında yıldızların etrafındaki karanlık, toz içeren diskleri doğrudan görebildiler. Hubble Uzay Teleskopu'nun keskin gözleriyle yapılan gözlemlerde, 1600 ışık yılı uzaklıktaki Orion Bulutsusu'ndaki yıldız oluşum bölgeleri incelendi. Böylece, genç yıldızların etrafındaki gaz ve toz diskleri ilk kez görünür dalgaboyunda görüntülenmiş oldu. TERİMLER EVREN(KAİNAT):Madde ve enerjiden oluşan başı ve sonu olmayan sistemdir. UZAY:İçerisinde gök cisimleri bulunan sonsuz boşluktur. SAMANYOLU GALAKSİSİ:Güneş sistemimizin içerisinde yer aldığı yıldız topluluğudur.Bu galaksinin çapı yaklaşık 100.000ışık yılıdır.(Bir saniyelik ışık birimi 300.000 km’dir. YILDIZ:Isı ve ışık yayan gök cismidir.Güneş bir yıldızdır. GEZEGEN:Güneşten aldığı ısı ve ışığı yansıtan gökcismidir. 1)İÇ GEZEGEN:Dünya ile güneş arasında bulunan Merkür ile Venüs gezegenleridir.Bu gezegenler güneş’e dünyadan daha yakındır.Kütleleri dünyadan küçüktür. 2)DIŞ GEZEGEN:Güneş’e dünyadan daha uzak olan gezegendir.Güneş sistemi içerisindeki gezegenlerden; Güneş’e en yakın olanı Merkür, en uzak olanı Plütondur.En büyük olanı Jüpiterdir.Jüpiter henüz soğuyamamış gaz kütlesi halindedir. UYDU:Gezegenlerin etrafında dönen gök cisimleridir.Bunlarda güneş ışığı yansıtarak görülürler. KUYRUKLU YILDIZ:Güneş sistemi içinde yer alan ve etrafında irili ufaklı taşlar, gaz ve toz tabakası bulunan gök cisimleridir. METEOR:Uzayda gezegenlerin yada uyduların parçalanmasıyla oluşan taş parçalarıdır.
  16. kaan_bebeto

    Tarihte Bugün

    15 Nisan 1865. Bir gün önce suikastte tabancayla vurulan ABD Cumhurbaşkanı Abraham Lincoln öldü. 1929. İstanbul'da terzilik mektebi açıldı. Ankara Etnografya Müzesi'nde Birinci Genç Ressamlar Sergisi açıldı. Nurullah (Berk), Cevat (Dereli), Refik Fazıl (Epikman) gibi sanatçıların eserleri sergilendi. 1933. Ankara-İstanbul tarifeli uçak seferleri başladı. Hükümet, aynı gün, Samsun-Çarşamba demiryolu hattını satın aldı. 1945. Zeytinyağının karneyle satılmasına karar verildi. 1946 . Şair Necip Fazıl Kısakürek , Sümerbank'a hakaret ettiği gerekçesiyle üç buçuk ay hapis, 115 lira para cezasına çarptırıldı. 1956. Türkiye milli takımı Macaristan'ı serbest güreşte 8-0 yendi. 1967. New York ve San Fransisco'da, 200 bin kişi Vietnam Savaşı'nı protesto etti. 1969.İstanbul Şehir Tiyatroları sanatçıları ve çalışanları greve gitti. 1970. İlk elektronik hesap makinesini Japonlar buldu. 1972. 136 yaşındaki Mehmet İnce ilk kez hastalandı. 1973. Duruşmalara başörtülü giren kadın avukatın Ankara Barosu'ndan kaydı silindi. 1978. Koşucu Veli Ballı, Hollanda'da yapılan 9. Uluslararası Westland Maratonunda birinci oldu. 1981. İstanbul'da, Dr. Rahmi Duman'ın 15 yaşındaki oğlu Hakan Duman, kısa adı THKO olan Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu eylemcileri tarafından kaçırıldı. Aynı gün 58 TÖB-DER yöneticisi öğretmen hakkında dava açıldı. 80 sanıklı Türkiye İşçi Partisi davası İstanbul'da başladı. 1982. 64 idam istemli ve 689 sanıklı Yeni Çeltek Devrimci Yol davası Amasya'da başladı. 1980. Fransız düşünür ve yazar Jean Paul Sartre öldü. 1983. İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı vatandaşlıktan çıkarılan Yılmaz Güney ve Cem Karaca'ya ait her türlü eserin basım, yayım, dağıtım ve bulundurulmasını yasakladı . 1986. Başbakan Turgut Özal hükümeti, IMF ve Dünya Bankası'na Türkiye'nin büyüme hızının düşeceği güvencesi verdi. 1989. Radikal Yeşiller çevre kirliliğinde büyük rol oynayan "pet şişe"ye karşı bir kampanya başlattı. 1994. İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin seçim sonrası ilk toplantısı, Başkan Recep Tayyip Erdoğan'ın Fatiha okumasıyla başladı. 1997. Resim ve seramik sanatçısı Seniye Fenmen'i kaybettik. 2000. Siyanürlü altına karşı çıkan Bergamalı köylülere, "Yaşadıkları çevreyi korumak için onurlu başkaldırıları" nedeniyle Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) tarafından özel ödül verildi. Bugün Doğanlar: 1452. Rönesans'ın öncülerinden İtalyan, ressam, mimar, bilimci, mucit Leonardo da Vinci. 1858. Fransız sosyolog Emile Durkheim. Bugün Ölenler: 1980. Fransız düşünür, yazar, varoluşçuluk akımının öncüsü Jean-Paul Sartre. 1986. Fransız yazar Jean Genet. 1990. Efsanevi sinema oyuncusu Greta Garbo öldü. 1998. Kamboçya'nın eski lideri Pol Pot, Kızıl Kmer tarafından çarptırıldığı müebbet hapis cezasını çekerken.
  17. ercan009(40), swetty(37), senemre1402(24), sEn EsTiKçE bEn TiTrErİm...(1), butterfly_kiss(29), aXhi(22) dogum gününüz kutlu ve mutlu olsun........ tüm güzelliklerin sizlerlen olmasını isterim...
  18. kaan_bebeto

    Sancak ve İskele

    Sancak ve İskele Sancak ve iskele kavramları denizcilik ve yelkencilikte vaz geçilmez temel bilgidir. Denizcilikte sağ ve sol gibi yönler kullanılmaz.Sancak sağ tarafa,iskele ise sol tarafa verilen isimdir. Boyutu hiç fark etmez deniz üzerindeki tüm teknelerin sağ tarafına sancak denir ve yeşil renk ile gösterilir.Sol tarafların ise iskele denir ve kırmızı ile gösterilir.Uluslararası denizde çatışmayı önleme kurallarına göre sancak tekne deniz üzerinde daima yol hakkına sahiptir.İskele tekne sancak tekneyle karşılaştığı,onun su yolunu bozmayacak, uzak duracaktır yada yol verecektir. Fakat güvenlik gerekçesiyle bu durumun uygulanmadığı durumlarda vardır.Sancak kontra bir tekneyken,iskele tekneyi zor durumda bir duruma sokmamalıyız,nasıl bir durum olabilir? Karaya doğru sürükleme mesela. Yelkende Sancak ve İskeleYelkenli teknelerde yelkenle seyir halindeyken rüzgarın geldiği yöne göre sancak veya iskele kontra oluruz.Eğer rüzgar,yelkenli teknemizin sağ tarafından geliyorsa sancak,iskele tarafından geliyorsa iskele kontra oluruz.Yandaki çizimde orsa seyrinde sancak ve iskele kontra olarak yön değiştiren yelkenli tekne görülüyor. Eğer yelkeni tekne yelkenle değil motorla gidiyorsa,sancak ve iskele durumu motorlu teknelerdeki gibidir.Sağ sancak,sol iskele kabul edilir.
  19. kaan_bebeto

    Dalış Eğitimi

    Dalış Eğitimi Denize ve onun altındaki dünyaya merakı olan bütün insanların vakit geçirmeden yapması gereken zevkli, basit ve sportif bir eylemdir. Bu eylem sizi denizin altı ile tanıştırır. Böylece bize ait olan bu dünyanın bir başka boyutuyla tanışıp ufkumuzu genişletme fırsatı buluruz. Deneme dalışı sizi mavi derinliklerin uçsuz bucaksız derinliklerine çekerken yeni yüzleri ile tanıştırır. Balıkların ve denize ait diğer çok ilginç canlıların bu dünyası, dalışa devam etmeniz halinde, dalış deneyimlerinizde ve denizle ilgili okuyacagınız kaynaklarda hep sizi şaşırtacaktır. Denizaltı yaşamı çok çeşitli ve bilinmeyenlere gebedir. Her geçen gün denize ait yeni bir canlı keşfedilir. Yeni keşifler heyecan vericidir. Deneme dalışı gibi... Deneme dalışını bire bir olarak sahilden yapıyoruz. Malzeme ve diğer ekipmanı biz tedarik ediyoruz. Bu sizin ilk dalışınız olacağından, dalış eğitmenimiz gerekli bilgileri vermesini takiben dalışa başlıyoruz. Dalış derinliğimiz maksimum 4-5mt. yi geçmiyor. Dalış sonrası dalışın değerlendirmesini sudan çıkar çıkmaz sahilde keyifle yapıyoruz. Genellikle ilk söylenen cümle "dalış bu kadar basit miydi...!" oluyor. Deneme dalışındaki maksat da, dalışın ne kadar basit bir eylem olduğudur. Basitliğin sebebi, kurallarının kesin oluşundandır. Dalışta yapılacak her şey daha önceden yapılmış dalış deneyimleri sonucunda edinilmiştir. Bu kurallar bütün dünyada aynıdır ve aynı şekilde uygulanır. Su altında ki işaret dili standartdır. İlk kez daldığınız yabancı ülkeden bir insanla mavi derinliklerde bu dili konuşursunuz. Deneme dalışından aldığınız keyfi bir de sertifika ile pekiştirmek isterseniz bir yıldız dalış eğitimi almanız gerekiyor. Bu sertifika ile dalgıç olduğunuzu belgelediğiniz gibi,- gittiğiniz her yerde aletli dalış (scuba diving) hakkını kazanmış oluyorsunuz. Artık dünya denizleri ve güzellikleri sizi bekliyor. Dalış arkadaşınızın (budy) hadi dalışa gidelim davetini sabırsızlıkla bekliyorsunuz. Mavilikler sizi çekiyor. Kan basıncınız yükseliyor, adrenalininiz artıyor. Davet dayanılmaz bir hal alıyor. Yerinizde duramıyor, dalış planları yapmaya başlıyorsunuz. Dalış bölgesine varıp dalışa geçtiğinizde daha ilk metrelerde "işte özgürlük bu" diyorsunuz... Dalış gezilerinin keyfi ve dalış arkadaşlığı başka bir şeydir. Dalış arkadaşlığı ömür boyu devam eder. 1 YILDIZ DALIŞ EĞİTİMİ BİLGİSİ Eğitim dalışının keyfini yaşamış ve dalışla tanışmış iseniz ilk fark ettiğiniz şey bu işin ne kadar kolay olduğudur. Hemen akabinde aklınızda “ben de bu işi yapabilirim” fikri gelecektir. Mavi derinliklerin büyülü güzelliklerini görme merakı da buna eklenince dalış eğitimi almak kaçınılmaz olur. Sualtı federasyonu kurallarına göre toplam 8 dalış yapılır. Eğitim süresi dört veya beş gün olabilir. Eğitimler ve deneme dalışları eğitmen eşliğinde yapılır. 1. Gün: Bir yıldız eğitimine teorik derslerle başlanıyor. Akabinde sahilde ilk dalışınız yapılıyor. Daha önceden deneme dalışı yapma fırsatımız olmadıysa ve/veya uzun süre önce deneme dalışı yaptıysanız ve uzun süreden sonra bu sizin ilk dalışınızsa, bu ilk dalış, deneme dalışı mahiyetinde olur. 2. Gün: Teorik eğitimleri takiben ikinci ve üçüncü dalışlar yine kıyıdan yapılır. Bu dalışlarda zorunlu olarak yapılması gereken sualtı eğitimleri yapılır. 3. Gün: Teorik derslere devam edilir. Teorik derslerin takiben önceki günlerden yapılamamış veya pas geçilmiş veya tekrarlanmasında fayda görülen sualtı eğitimleri yapılır veya tekrarlanır. 4. Gün: Artık zorunlu sualtı eğitimleri bitmiş bir şekilde açık su dalışları için tekneye binilir ve dalış bölgelerinden birine gidilir. Burada ilk açık su dalışı yapılır. Dalıştan sonra tekrar kıyıya dönülüp öğle yemeği yenilir ve istirahat edilir. Saat 15:00 de ikinci dalış için tekrar tekneye binilip ikinci açık su dalışına gidilir. 5. Gün: Dördüncü günde olduğu gibi açık su dalışlarına devam edilir. İki açık su dalışı daha yapılır. Bu dalışlar geliştirme dalışları mahiyetindedir. Eğer eğitmen gerek görürse zorunlu eğitimleri tekrarlatabilir. Amaç her şartta istenenleri yapabilme becerisini kazandırmaktır. Beşinci günün sonunda eğitmen tarafından, bir yıldız dalıcı eğitimi konularının tamamından, yazılı imtihan yapılır. Sualtı becerileri ve yazılı imtihandan başarılı olanlar bir yıldız dalıcı brövesi almaya hak kazanırlar.
  20. kaan_bebeto

    Yelken ve Balık

    Özellikle saatler sürecek yelken seyirlerinde teknemin arkasından çektiğim oltalarım hep denizde olur. Bunun ödülünü de sıkça alırım. Uzun bir seyrin sonundaki akşam yemeğinde, dostlarıma, kendi tutuğum balıklarla ziyafet çekmek, özellikle balık fiyatlarının oldukça yüksek olduğu da düşünülürse, her zaman pek keyifli olmuştur. Balıkçılıkla ilgili konular kitaplara sığmıyacak kadar kapsamlı. Uzun süreli kaldığım koylarda da çeşitli yöntemlerle balık avlarım, ama burada bahsedeceğim konu, seyir halinde iken kullandığım yöntemler ve püf noktaları ile sınırlı olacak. Kamış Çıkrık makaralar Kamış Tutucu Kullanılacak Malzeme: Kamış : Tekneden kullanılacak kamışlar sağlam, sağlam olduğu kadar da esnek, 160-200 cm uzunluğunu aşmayan kamışlar olmalı. Değişik markalarda, tekne kamışlarını balık malzemesi satan dükkanlarda bulmak mümkün. Kamışınızın kıyıdan kullanmak amaçlı imal edilmiş olmaması gerekir. Tekne kamışları çok daha kısa ve daha sağlam materyelden yapılmışlardır. Seyir sırasında, kamışın, üzerine monte edileceği bir kamış tutucu da şarttır. Kamış tutucuyu satın alabileceğiniz gibi, kromdan imal ettirebilir ya da sağlam ve paslanmayacak bir borudan kendiniz de yapabilirsiniz. Ben hurdaya çıkmış windsurf direğimden kestiğim bir parçayı, seneler önce teknemin kıç omuzluğunda pushpit'e monte ederek yaptığım kamış tutucuyu hala sorunsuz kullanmaktayım. Diğer kıç omuzlukta da oldukça ucuza aldığım plastik bir kamış tutucu var. Çıkrık Makara : 200-250 m. kadar 0.50 misina alabilecek büyüklükte rulmanlı bir çıkrık makara. Eğer büyük balıklar peşindeyseniz, 1.00-1.20 mm. misinadan 400-500 m. alabilecek büyüklükte ikinci bir çıkrık makara edinmeniz de çok uygun olacaktır. Elbette kamış ve çıkrık makara kullanmadan da sırtı çekebilirsiniz. Ancak iri balık yakalandığında , ellerinizi kesmeden ve balığı kaçırmadan tekneye alabilmek zor olacaktır. Kamış ve çıkrık makarayla şansınız oldukça artar. Suni yemler (Sırtılar) : Bunların başında, Rapala, SureCatch, Yazuri gibi markalar altında satılan çoğunluğu balık şeklinde üretilmiş sırtılar gelir. Uzun denemeler sonunda sırtları mavi ya da kırmızı tonlarda olup karınları sedefi açık renkte olanlarını, ve yine sırtları gri siyah tonlarda karnı beyaz uskumru desenli olanları tercih ediyorum. Bu sırtıların hem yüzen hem de dalan tiplerinden değişik boylarda bulunduruyorum. Bu tip sırtılar oldukça pahalı. Fiyatları 5 ila 15 dolar arasında değişiyor. Ama taşa takıp ya da balığı almaya çalışırken misinanızı kopatmazsanız, uzun süre güneşte bırakmayıp renklerinin solmasını engellerseniz senelerce kullanabilirsiniz. Sinarit, trança, lagos orfoz için tercihan kırmızı tonlardakileri derinden ve kıyıya yakın ve yavaş (2-4 knot) çekmek, kılıç, orkinoz, lampuka için ise oldukça açık sularda yüzeye yakın mavi ya da gri tonlardakileri, hızlı (4-8 knot) çekmek başarı şansını arttırıyor. Beyaz yumuşak plastik (silikon) sırtıları , ya da kaşıkları da özellikle palamut için kullanmak uygun oluyor. Bu plastik sırtılar çok da ucuz. En cok tercih ettiklerim, beyaz sedef renkliler ve simliler, tercihan oynar gözlü olanlar. Yazdıklarım sadece deneyimlerimden edindiğim istatistiki bilgiler. Yoksa her türlü sırtıyla her türlü balık yakalama şansı mevcut, yeterki rast gelsin. Rapala, Surecatch, Yazuri marka sırtilar Plastik Sırtılar Çeşitli Çapta Misinalar Değişik Ağırlıklarda İskandil Kurşunları Değişik Boylarda (Kıstırma) Sırtı kurşunları Fırdöndü ve Fırdöndülü Klipsler Kepçe ve Kakıç : Tutulan balığı, misinayla kaldırıp tekneye almak, hele balık büyükse oldukça zordur. Misina koparsa hem balıktan hem de yalancı yemden olmanıza sebep olur. Bu nedenle küçük ve orta büyüklükteki balıklar için kepçe, daha iri balıklar için kakıç kullanmak uygun olur. Kakıç bir sopa ucuna monte edilmiş ucu sivri, buz kancasına benzer çelikten bir kancadır. (Balığı kafasından kepçeye sokmak, kakıç ya da zıpkın kullanıldığında da galsamasından ya da kafaya yakın bir yerinden batırmak gerekir.) Misina : Ben genelde (lampuka, palamut, lagos, turna, akya gibi) nispeten çok büyük olmayan balıklar için, beden olarak 200-250 m kadar 0.50, ve köstek amaçlı 0.40-0.30 mm. çaplı misina, 7-8 kilonun üzerindeki (lagos, orfoz, kılıç, orkinos, iri akya gibi) balıklar için ise 1.00-1.20 beden, ve 0.60-0.40 arasında köstek kullanıyorum. Bunlar yanında 0.30-0.20 misina da bulundurmak yararlı olacaktır. İskandil ve sırtı kurşunları : Değişik ağırlıklarda (100-250-500gr.) iskandil ve (30-50-100-150-200gr.) sırtı (kıstırma) kurşunları her amaç için yeterli olacaktır. Tabi bir de Değişik boyda fırdöndü, fırdöndülü kanca ve klipsler ve balık iğneleri . Kullanılacak olta takımlarının hazırlanması ve Avlanma yöntemleri: Aşağıda en basit olta takımının şemasını görmektesiniz. Tüm basitliğine karşın, yelken seyrinde yüzey balıkları (kılıç, orkinos, palamut, lampuka) için en kullanışlı takımdır. Sırtı olarak, fazla süratli gidilmeyecekse (hafif havalarda), derin dalan tipler tercih edilebilir. Seyir sürati 4-4.5 knot'un üzerinde olacaksa, derin dalıcılar tercih edilmemeli, hatta eğer mevsim sonbahar ve siz de güney ege ya da akdenizde iseniz, popper ya da skitter tarzında tümüyle su yüzeyinden gelen sırtılar kılıç ve orkinoslar için elverişli olacaktır. Ben genelde açık denizde yüzeyin birkaç metre altından gelen sırtıları tercih ediyorum. Ekim kasım döneminde ise Gökova'dan Fethiye açıklarına kadar olan bölgelerde 200-300 m. den daha derin yerlerde yüzey sırtıları ile kılıç ve orkinos avında başarılı oluyorum. Kılıç da orkinos da çok hızlı balıklardır, bu güne dek yakaladıklarımın büyük bölümü 7 ila 10 knot'u bulan yelken seyirlerimde gerçekleşti. Ama bu daha yavaş seyrettiğinizde avlayamayacaksınız anlamına gelmez. Yandaki resimde catamaran VEGA'nın kokpitinde yatan 10kg. üzerindeki bir kılıç balığını görmektesiniz. Gökova'da, Kocadağ ile Ören arasında, ekim ayı başlarında, yukarıda gördüğünüz olta takımı ile avlandı.Teknenin hızı 6.5 - 7 knot ve derinlik, haritaya bakılırsa 500 metrenin üzerinde idi. Aynı yöntemle tutuğum kılıç ,orkinos ve akyanın sayısını unuttum. Siz de seyir sırasında oltanızı denize salmayı ihmal etmezseniz, benim kadar şanslı olmamanız için hiç bir neden olmaz. Yelken ya da motor seyri sırasında 60-100 metre arasında kalama vererek takımınızı arkadan çekin. Çıkrık makaranın balatasını yarım kilo kadar ek kuvvet geldiğinde boşalabilecek şekilde ayarlayın. Kepçe ve kakıçınızı el altında bulundurun ve oltayı unutup seyrin keyfine dalın. Balık yakalanıp çıkrığın cırıltısını duyduğunuzda heyecan başlayacaktır. Paniğe gerek yok. Hemen orsalayıp tekneyi köre bırakın. (Dümende birisinin bulunup teknenin yürümesini engellemesi çok yararlı olabilir) İskotaları laçka edip kamışın başına geçin. Acele etmeden balığın izin verdiği ölçüde çıkrığı sarmaya başlayın. Balık çok büyükse, zaman zaman kalama vermeniz gerekebilir. Ancak asla mesinayı tamamen boşlamayın. Elbette kamış kullanmadan da aynı takımla sırtı yapmak mümkün. Bunun için bedenin 70. ya da 100. metresine bir fırdöndü daha bağlayın. Takımı kıçtan bu fırdöndüye kadar salın, ve oltayı fırdöndüden ince (030-025) bir misinayla teknenin kıçında herhangi bir yere bağlayın. Fırdöndüden sonraki bölümden de kokpitin içine 4-5 kulaç kadar misina sağıp, misinanın geri kalan kısmının sarılı olduğu mantarı anında erişip elinize alabileceğiniz bir yere sıkıştırın ya da elinizde kalsın. Balık yakalandığında ince misina kopacak ve balık kokpit içine sağdığınız misinayı alana kadar. siz de oltayı elinize almış olacaksınız. Kamış kullanmadığınızda elinize eldiven giymiş olmanızda yarar var. Eğer çok yavaş seyir (1 - 3 knot) yapıyor ve kıyıya yakınsanız, derin dalan sırtılar yanında dip sürütmesi tarzında bir takım da kullanabilmek olasıdır. Bu yöntemle lagos, orfoz, sinarit gibi kıyıya yakın, daha çok derin taşları tercih eden balıkları avlama olasılığınızı arttırabilirsiniz. Yandaki resimde tipik bir dip sürütmesi takımı görülmekte. Ancak kamış ile bu takımı kullanmak ağır iskandil kurşunu nedeniyle özellikle balata ayarında ve balığı çekerken zorluklar yaratır. Ayrıca balık yeterince iri değilse yakalandığını anlamak da zor olur. Tüm bu zorluklara karşın belli bir alışma döneminin ardından başarıyla kullandığımı söyleyebilirim. İskandil kösteği olarak kullandığınız misina olabildiğince ince olmalı. Olur da taşa takılırsa kolayca kopabilmeli ki pahalı yalancı balığınızdan olmayasınız. Yeterli derinlik sağlamak amacıyla çok ağır iskandil kurşunu kullandığım durumlarda iki kamışla oluşturduğum bir düzeneği kullanmayı tercih ediyorum. Kamışlardan birini sadece iskandil kurşunu için, diğerini ise basit sırtı takımım için kullanıyorum (Yandaki şemadaki gibi). İkisi arasındaki bağlantıyı 010-015 misinayla yapıyorum. Balık yakalandığında bu misina kolayca kopuyor ve takımda kurşun kalmadığından balığa hakim olmak ve çıkrığı sarmak çok daha kolay oluyor. Piyasada bu amaca uygun iskandil vinçleri (elektrikli ya da kollu) bulunmakla birlikte, bir amatör için fiyatları oldukça yüksek. Yine aradaki bağlantıyı sağlamak için kıstırmaçlar da bulmak mümkün ama kolayca kopabilecek ince bir misina da iş görüyor. Eğer Kamış kullanılmayacaksa, derin sulardan sırtı çekebilmek için, iki ya da üç kurşunlu bir olta takımı kullanılabilir. Hıza ve istenilen derinliğe bağlı olarak 60 gramdaan 250 grama kadar değişen ağırlıklarda kurşun kıstırma kullanılabilir. Kurşunlar birbirlerinden ve yemden 4 - 6 kulaç kadar aralıklı olmalı ve arkalarında mutlaka fırdöndü kullanılmalıdır. Yandaki şema oldukça açıklayıcıdır. Yeteri kadar salındıktan sonra, balık yakalandığında kolayca kopabilecek incelikte bir misina ile tekneye tesbit etmek ve kalan bedenden 4 - 5 kulaç daha, kokpit içine, daha iyisi bir kova içine sağılıp mantarı kolayca kurtulmayacağı bir yere sıkıştırmak, ya da elde tutmak uygun olacaktır. Bu takımı kamışla kullanmayı tavsiye etmem. Çıkrıkla ilk kurşuna kadar sardıktan sonra oltayı ele almanız gerekecektir ki, bu arada balığı kaçırabilirsiniz. Yukarıda bahsi geçen avlanma yöntemlerinin hepsi seyir sırasında rahatlıkla kullanılabilen yöntemlerdir. Yavaş seyir sırasında yalancı balık yemler yerine canlı ya da ölü (zargana, sardalya, sübye gibi) yemler de kullanılabilir. Ancak canlı yemlerle avlanma, kaldığınız koyda botla ya da tekneden avlanma yöntemleri ile ilgili konular bir başka yazımın içeriğini oluşturacak. Gökova Karacasöğüt köyü iskelesinde senelerdir tekne komşum olan Oktay Şaktimur'un adını anmadan bu yazıyı sonlandırmak istemedim. Balık avcılığı konusunda ondan öğrendiklerim o kadar çok ki...
  21. kaan_bebeto

    NESLİ TÜKENENLER

    NEDEN VE NASIL YOK EDİYORUZ Eski çağlarda insanlar, beslenmek ve korunmak için hayvanları öldürüyorlardı. Ama yüzyıllar içinde insanın hayvanları öldürme nedenleri çok çeşitlendi ve giderek bir katliama dönüştü. Bugün var olan türlerin yüzde yirmisinin 21. yüzyılda yok olacağı tahmin ediliyor. Yanlış inançlar Hayvanlar konusunda insanlar, birçok yanlış ve boş inanca sahipler. Kendileri için yararlı pek çok hayvanı bu yanlış inançlar nedeniyle yok yere öldürüyorlar. Örneğin tarlaları, köyleri farelerden temizleyen baykuş, "uğursuz" olduğu yolundaki yanlış inanç nedeniyle öldürülüyor. Leşleri yiyerek hastalık ve mikropların çoğalmasını engelleyen sırtlanlar, "çirkin" oldukları gerekçesiyle yok ediliyor. Aynı biçimde kurt, karga, yılan, örümcek ve daha pek çok tür, yanlış inaçlar nedeniyle öldürülüyor. Korunmak içinÇok eski çağlardan beri insanlar korunmak amacıyla hayvanları yok ediyorlar. O günlerde insan, korkak ve korunmasız bir yaratıktı. Silahları ilkeldi ama zekası sayesinde kendisini tehdit eden hayvanları tuzağa düşürüp yok ediyordu. Tarih öncesi çağlardan kalma mağara resimlerinde, ilk insanların vahşi hayvanlara karşı düzenledikleri avlar sahnelenir. Oyun ve eğlence için İnsanlar, basit ve acımasız zevkler için yüzyıllardan beri hayvanlara doğalarına aykırı olarak davranıyor. Onlara ya işkence ediyor ya da öldürüyorlar. Roma İmparatorluğu döneminde aslan ve leoparlar arenalarda öldürülürdü. Günümüzde, horoz ve köpekler vahşice dövüştürülüyor. İspanya ve Meksika'daki boğa güreşlerinde yüzlerce boğa, acı çeke çeke yaşamını yitiriyor Savaşlar Savaşlarda atılan bombalar, kimyasal silahlar, hareket halindeki binlerce zırhlı araç ve asker, vahşi doğaya büyük zarar veriyor; buralarda yaşayan canlıların yaşam ortamlarını yakıp yıkıyor. Havayı kirlettiğimiz için Kirli hava yalnız insanların değil, hayvanların da zehirlenip ölmelerinin nedeni. Asit yağmurlarına neden oluyor, asit yağmurları da yeryüzündeki ormanların ölümüne... Ormanlar ise yaban hayvanların evi... Moda ve aksesuar için Kürkü için birçok türden binlerce hayvan öldürülüyor. Çanta, şapka, kemer ya da biblo yapmak için fillerden timsahlara, yılanlardan ceylanlara kadar birçok hayvan acımasızca yok ediliyor. Hem de yasadışı yollarla ve son derece acımasız yöntemler kullanılarak. Geçtiğimiz yıllarda Türkiye'de, kürkleri nedeniyle birçok tilki, doğaya bırakılan zehirli yemlerle öldürüldü. Soyları tükenme noktasına gelen, günümüzde koruma altına alınan karacalardan bir çoğu, ayaklarından baston yapmak için katledildi. Gösteriş için de yüzbinlerce hayvanın ölümüne neden oluyoruz. Yalnızca gösteriş için, soyu tükenme noktasına gelmiş olan kaplan, geyik, leopar gibi hayvanlar öldürülüyor. Bu hayvanların post, boynuz, diş gibi organlarıyla bazı insanlar evlerini süslüyor. Göl ve bataklıkları kuruttuğumuz için Devlet Su İşleri gibi bazı kurumlar, tarım arazisi kazanmak ve su rezervi elde etmek için göl ve bataklıkları kurutarak yaban hayvanların soylarının tükenmesine neden oluyor. Yurdumuzda yalnızca Hatay'daki Amik Gölü'nde yaşayan yılanboyun isimli kuşun soyu, gölün kurutulmasıyla yok oldu. Göl ve bataklık kurutma işlemi günümüzde de sürüyor. Tarım ilaçlarıyla Bitkilere zarar veren böcek, fare gibi canlılarla mücadele etmek için tarlalara atılan yapay gübreler ve zehirler, milyonlarca hayvanın da ölüm nedeni. Tarım ilaçları nedeniyle soyları tükenen hayvanlara en güzel örnek, kelaynaklar. Göçmen kuşlardan olan kelaynaklar, yazın Afrika'dan göç edip Urfa'nın Birecik ilçesine geliyorlardı. 1950'li yıllarda, bölgede 600 çiftten fazla kelaynak görülüyordu. Ama yine o yıllarda zararlı böcekler için kullanılmaya başlanan tarım ilaçları, kelaynakları da yok etti. Çünkü kelaynakların yiyeceğini bu zararlı böcekler oluşturuyordu. 1970'li yıllara gelindiğinde, kelaynakların sayısı 50'nin altına düşmüştü. Koruma altına alındılar ama, artık her şey için çok geçti. Bugün Birecik'teki koruma istasyonunda üretilmiş olan kelaynaklar, göç etme özelliklerini yitirmiş durumdalar. Avcılık İnsan yüzyıllardır avlanıyor. Ama avcılık hiçbir çağda 20. yüzyıldaki kadar katliam boyutlarına ulaşmadı. Günümüzde, Türkiye'de 4 milyon kayıtlı avcı olduğu sanılıyor. Hayvanların sayısı ise bu rakamın çok altında. Örneğin soyu tehlikede olan dikkuyrukların sayısı 15 bini geçmiyor. Ayı sayısı ise 2 bin civarında... Ormanları yakıp yıktığımız için Ormanlar doğal yaşamın en önemli alanları. Ama yakarak, keserek ormanları yok ediyor, dolayısıyla burada yaşayan böcekten ayıya, kelebekten kuşa kadar birçok hayvanın soyunun tükenmesine neden oluyoruz. Özellikle yaz mevsiminde Ege ve Akdeniz bölgelerinde çıkan yangınlar hayvanlara büyük zarar veriyor. Bu yangınlarda belki de hiç keşfedilmemiş türlerin son üyeleri de yanıp kül oluyor. Bilimsel deneyler Kobay sözcüğü, çoğu kişi için "laboratuvarda deney amacıyla kullanılan canlı" anlamına gelir. Ama bu sözcük, laboratuvarlarda deney amacıyla en çok kullanılan hayvan olan "kobay"dan kaynaklanır. Yaklaşık 30 santimetre boyundaki kobaylar çok kolay evcilleşirler. Güney Amerika kökenli bu hayvanların yaşamı laboratuvarda başlayıp, laboratuvarda biter. Kobayların yanı sıra, insanın fizyolojik yapısıyla benzer özellikler gösterdikleri için beyaz fareler, maymunlar, köpekler de çeşitli deneyler amacıyla laboratuvarlarda işkence görüyor ve öldürülüyor. Tropikal bölgelerde yaşayan birçok yılan, zehirleri alınmak üzere doğal ortamlarından koparılıp yok ediliyor. Otoyol kazaları Gelişen ulaşım sektörü, bütün doğal alanlardan otoyol geçmesine neden oldu. Hızlı giden taşıtlar bu yollarda birçok yaban hayvanın ölümüne neden oluyor. Otoyollarda yaptığınız gezilerde çevrenize dikkat edin! Aracınızın camına, özellikle yazın pek çok böcek çarparak ölecek. Yol kenarlarında araçların çarpması sonucu yaşamını yitirmiş birçok kedi, köpek, kirpi, yılan, kaplumbağa, kuş cesedi göreceksiniz. Uçakların pervaneleri ve jet motorları da yüzlerce kuşu öldürüyor Nüfus artışı İnsan nüfusunun hızlı artışı, hem insan hem hayvan hem de bitkiler açısından büyük tehlike. Çünkü artan insan nüfusu, doğa ve orman alanlarının tahrip edilmesine neden oluyor. Yeni kentler kuruluyor, yeni yollar yapılıyor, yeni tarlalar açılıyor. Orman alanları, sanayi tesisleri yapılmak için kesilip biçiliyor. Dolayısıyla hayvanlara yaşayacak yer kalmıyor. Örneğin "caretta caretta" türü denizkaplumbağaları, Fethiye ve Akdeniz koylarımızdaki kumsallara yumurtalarını gömerek çoğalırlar. Ama son 20 yıldır hızla gelişen turizm sektörü, Türkiye'nin bütün ıssız koylarının otellerle, güneşlenen insanlarla dolmasına neden oldu... Ticaret için Vahşi ve egzotik hayvan ticareti tüm dünyada olağanüstü boyutlarda. Bunun yanı sıra derisi, dişi, kürkü, kemikleri ve kabukları için, fillerden timsahlara, deniz kabuklularından tilkilere kadar, birçok türde hayvan acımasızca öldürülüyor. Örneğin tropik ülkelerde tuzaklarla yakalanan papağan, maymun gibi birçok tür, Türkiye'nin büyük illerindeki hayvan mağazalarında rahatlıkla satılıyor. DENİZKAPLUMBAĞALARI Soyu tehlikede olantürlerden biri. Sayıları hızla azalıyor. Bunun çeşitli nedenleri var. Birincisi, üreme alanları olan kumsalların insanlar tarafından tahrip edilmesi. İkinci neden, bazı türlerin etinin yenmesi. Üçüncü neden, ağları parçaladıkları gerekçesiyle balıkçılar tarafından öldürülmeleri. Bazı ülkelerde denizkaplumbağası kabukları turistik eşya olarak bile satılıyor. Anadolu balıkları alarm veriyor Gökçe, Akşehir İnci, Siraz, Kababurun, Kum balığı gibi sadece Anadolu’daki göl ve akarsularda yaşayan balıklar, sulak alan kaybı, barajlar, yabancı balık türlerinin gelişigüzel atılması ve aşırı kirlenme nedeniyle yok olma tehdidi altında... Orkidenin başını salep yaktı Her yıl 45-180 milyon arasında yabani orkide salep yapımında kullanılmak üzere doğadan toplandığı için günümüzde yalnızca 200 tane kaldı. Nesli Tükenmekte Olan Kelaynaklar Afrika'da Bugün kelaynaklar dünyanın en çok tehdit altında olan kuşlarından birisi. (Birecik Kelaynak Üretme İstasyonu'nun İnternet sitesinden) Kelaynaklar (Geronticus eremita) eskiden Türkiye’den Kuzey Afrika’ya, Arap Yarımadası’ndan Fas’a kadar çok geniş bir bölgede ürerlermiş. 17. yüzyılda Avrupa’nın ortasında, Alp Dağları’nda bile ürediği bilinmektedir. Fakat avcılık, üreme alanlarında rahatsız edilmeleri, yaşam alanlarının değişmesi ve beslenme alanlarında kullanılan zirai ilaçlardan zehirlenmeleri sonucunda sayılarında ciddi azalma ve dağılım gösterdikleri alanlarda daralma meydana gelmiştir. Bugün kelaynaklar dünyanın en çok tehdit altında olan kuşlarından birisi. Kelaynaklar Fas’ın güney batısında iki alanda, çok ufak bir koloni ile Suriye’de ve tüm Avrupa’da sadece Türkiye’de yaşamaktadırlar. İzlanda balina avına yeniden başlıyor İzlanda, ticari amaçla balina avına yeniden başlayacağını açıkladı. İzlanda hükümetinin açıklamasında, balina avına yeniden başlanmasının, soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya kalan türleri tehdit etmeyeceği belirtildi. Açıklamada balina avına ne zaman başlanacağına değinilmedi. İzlanda, balina avına 1990’da son vermişti. Akdeniz'de 350 fok kaldı Roma Bilgi ve İletişim Bölgesel Eylem Merkezi Direktörü Sergio Illuminato, Akdeniz havzasında 350 Akdeniz fokunun kaldığını ve korunma tedbirleri için yıllık 5 milyon avro bütçeye ihtiyaç olduğunu bildirdi. Tehlike çanları orkinoslar için çalıyor Akdeniz'in en önemli deniz zenginliklerinden biri olan orkinos balıkları, yasadışı avcılık sonucu tükenme noktasına geldi. Avlanan her fok için 60 dolar Kanada'da 325 bin fokun öldürüleceği av başladı. Avlanan her fok, 60 dolar demek FLAMİNGOLAR Kuşlar, yeryüzündeki en güzel canlı gruplarından biri. Bilim adamları, bugüne kadar 10 bin kuş türü tespit ettiklerini belirtiyorlar. Ama yaşam ortamlarının insanlarca yok edilmesi, sayılarını hızla azaltıyor. En zarif kuş türlerinden olan flamingoların uçuşunu izlemek ise olağanüstü bir deneyim. Flamingolar Sultan Sazlığı ve Tuz Gölü gibi tuzcul sulak alanlarda yaşıyorlar. KELEBEKLER Narin, korunmasız yapıları nedeniyle kelebekler, insanın doğaya verdiği zarardan en çok etkilenen böcek türü. Kanatlarının olağanüstü etkileyici renk kompozisyonlarıyla insanların eskiden beri ilgisini çeken kelebekten Türkiye'de 268 tür bulunuyor ANADOLU LEOPARI Anadolu leoparı, Türkiye'de yaşayan vahşi kedilerin en güzel örneklerinden biriydi. Ama yüzyıllar boyunca avlandı ve sayıları hızla azaldı. Anadolu leoparının son bireyleri, 1950'li yıllarda Dilek Yarımadası'nda ve 1970'li yılların başında Eskişehir çevresinde görüldü ve görüldüğü yerde de öldürüldü. O günden bu yana varlığından haber yok AKDENİZ FOKU Soyu tükenen her canlı, aslında insanın bir parçası. Onunla birlikte bir parçamızı da yitiriyoruz. Bu nedenle her insan, onu yaşatmak için çaba harcamalı. Yok olma sınırındaki bir başka hayvan türü de Akdeniz foku... Tanrıça yunus pigme suaygırı slender loris, dünyaya veda etmek üzere... Dünya ısınıyor, atmosfer, karalar ve denizler kirleniyor, birçok canlı türünün yaşamı da tehlikeye giriyor. Özellikle de memeli hayvanların yaşam alanı her geçen gün daralıyor. Dünya Koruma Birliği IUCN’nin geçen yılki tespitine göre tanımlanan 5 bin 416 memeli türünün yüzde 20’si yok olma tehdidiyle karşı karşıya. Son altı yılda büyük artış olmasa da bu tehdit sürüyor. Londra Zooloji Derneği, yok olma tehlikesi yaşayan hayvanları kamuoyuna tanıtmak amacıyla EDGE projesini başlattı. İlk aşamada 100 türü belirledi. En büyük tehdit altındaki 10 tür bu yıl mercek altına alınacak. Küresel ısınma ve çevre kirliliği sadece insanları tehdit etmiyor. Elbette binlerce diğer canlı türü de iklim değişikliklerinden ve yaşam alanlarının kirlenmesinden dolayı soylarının tükenmesi tehdidiyle karşı karşıya. Bu durumdan en çok etkilenenler de memeli hayvan türleri. Aralarında az bilinen ve çok ilginç türlerin de bulunduğu memelilerin tükenmesine karşı çalışma başlatanlardan biri de İngiltere’deki Londra Zooloji Derneği (ZSL) oldu. Dernek, EDGE (Evolutionarily Distinct and Globally Endangered) adını verdiği proje ve www.edgeofexistence.org internet sitesiyle yok olmanın eşiğindeki hayvanları kamuoyuna duyurmak ve destek toplamak istiyor. Önceliği bugüne kadar göz ardı edilen türlere veriyor. Bu amaçla öncelikle doğada en az örneği kalan 100 memeli türünü saptadılar. Bu 100 tür 15 Ocak’ta açıklandı. Aralarında pigme hipopotam, Yangtze yunusu, uzun kulaklı jerboanın da bulunduğu 10 türe ise projenin ilk çalışma yılı 2007’de özel ilgi gösterilecek. ZSL’den Dr. Jonathan Baillie, The Guardian gazetesine EDGE’in özel türlere odaklanan ilk küresel program olduğunu söyledi: "Dünyanın en olağanüstü türlerini korumak için çalışacağız. Aralarında kibrit kutusu büyüklüğünde yarasalar, yumurta bırakan memeliler ve zehirli dev kemirgenler var. Liste başındaki Yangtze yunusu için ekibimiz Çin’e gitti, tek yunusa rastlamadı. Yok olmanın eşiğinde. Bu türlerden birini bile kaybetmek insanlık için Mona Lisa tablosunu kaybetmek kadar büyük kayıp, hiçbirinin yeri doldurulamaz." EN AZ ÖRNEĞİ KALAN TÜRLER 100 türlük liste hazırlanırken, yakın türü en az kalan memeliler seçildi. Bu yolla hangi türlerin uzun süre bağımsız olarak evrimleştiği de tespit edildi. Daha sonra bu türler Dünya Koruma Örgütü IUCN’in "Kırmızı Liste"siyle karşılaştırıldı ve en öncelikli 10 tür belirlendi. Bunların bir kısmı ulaşılmaz bölgelerde yaşadıkları ya da araştırmacıların ilgisini çekmedikleri için çok az biliniyordu. Proje kapsamında türleri korumak için geliştirilen çözümler ve ne yapılması gerektiği kamuoyuyla paylaşılacak. ZSL, yerel araştırmacıların işbirliğiyle geliştireceği planları web sitesinde duyuracak. Çevreye duyarlı kişiler projelere bağışta bulunabilecek. Ayrıca son gelişmeler de araştırmacıların blogları sayesinde günü gününe takip edilebilecek. DURUMU EN KRİTİK 10 MEMELİ Yangtze Nehri yunusu, uzun gagalı ekidna, Hispaniola solenodonu, çift hörgüçlü deve, pigme su aygırı, slender loris, hirola, uzun kulaklı jerboa, altın sokumlu hortumlu fare, Bumblebee yarasası. İndri: Bu lemur türü Malgaş halkınca kutsal kabul ediliyor. Ormanlarla birlikte yok olma tehdidiyle karşı karşıya. İndriler kilometrelerce uzaktan duyulan çığlığıyla meşhur. SADECE MADAGASKAR’DA YAŞAYAN İKİ TÜR Altın taçlı sifaka: Madagaskar’da en seyrek bulunan lemur türü. 1988’de keşfedildi. Bölgede açılan altın madeni bu türü tehdit ediyor. SLENDER LORIS Sadece Hint Okyanusu’ndaki Sri Lanka Adası’nın güneyinde yaşayan bu memeli türünün boyu 11 ila 17 cm, ağırlığı 103 ila 172 gram. Bir insanın başparmağı büyüklüğündeki slender loris vücuduna göre kocaman yuvarlak gözleri sayesinde karanlıkta çok iyi görüyor. Sri Lanka ormanlarının tarım alanı açmak için yok edilmesi ve geleneksel tıpta kullanılmak üzere avlanılması nedeniyle türü yok olmak üzere. Foto: AP Pigme SUAYGIRI 1,5 ila 1,75 metre boyundaki ve 160 ila 270 kilo ağırlığındaki pigme suaygırı bugün sadece Batı Afrika’daki birkaç ülkede yaşıyor. Birbirinden ayrı alanlarda yaşayan 2 ila 3 bin örneği hálá hayatta. Nijerya’daki son örneklerinin de tükendiği ve sadece Liberya ile Sierra Leone’de yaşadığı tahmin ediliyor. YANGTZE YUNUSU Sadece Yangtze Nehri’nde yaşayan bu yunus türünün hiçbir yakın akrabası yok. 20 milyon yıl önce geçirdiği evrimle diğer yunus türlerinden ayrılmış. Çin efsanelerine göre, Baiji yunusu boğulduktan sonra yeniden hayata gelen bir prenses. Yangtze Tanrıçaları diyorlar onlara. Son 30 yılda soyu hızla tükendi. 2006 sonunda Yangtze Nehri’ndeki altı haftalık aramada tek örneğine rastlanamadı. Fotoğraftaki Qi qi isimli yunus ise Çin’in Wuhan kentindeki akvaryumda 22 yıl yaşadı, 2002’de öldü. UZUN KULAKLI JERBOA Fare benzeri bu kemirgen Moğolistan ve Çin’in belli bölgelerinde yaşıyor. Hakkında çok az bilimsel veri var. En önemli özelliği kulaklarının kafasından üçte bir oranında daha büyük olması. Bu özelliğiyle, dünyanın vücuduna göre en büyük kulaklara sahip hayvanı. TÜKENEN TÜRLERİ KORUMADA ÖNCELİKLİ ÜÇ AMAÇ EDGE Programı, dünyanın evrimsel olarak en farklı türlerinin soyunun tükenmesini önlemeyi hedefliyor. İlk amaç, tehlikeyi duyurmak. Fil, gergedan gibi iri türlerin yok olma tehdidiyle karşı karşıya olduğu bilinse de diğer birçok türün tehdit altında olduğu fark edilmiyor. İkinci amaç, bu türleri doğal yaşam alanları içinde incelemek. Ancak, bu yolla asıl tehditleri belirleyip koruma yöntemlerinin saptanacağına inanılıyor. Koruma programları sahadaki araştırmacıların tavsiyesi, kılavuzluğuyla uygulanacak. Üçüncü amaç, yerel toplulukları gözetmek. Doğal kaynakları korumalarını sağlamak. Telli turnalar Türkiye'yi terk etti Anadolu türkülerinin en önemli motiflerinden olan, bir zamanlar sürüler halinde gelen göçmen telli turnalardan günümüzde yalnızca 11'i üreme alanı olarak Türkiye'yi seçiyor.
  22. "Gizli iklim raporu" başlığı ile yayınlanan haberde, "Dünyayı kurtarmak için sadece 13 yılımız kaldı. Gereken önlemler alınmazsa iklim felaketi yaşanacak" denildi. "Torunlarımız değil, bizler mağdur olacağız" yazılı haberde, 2020 yılına kadar iklim felaketinin önlenmesi için 10 acil önlemi açıkladı: Yenilenebilir enerji kaynakları yaratılmalı. Güneş ve rüzgar santralleri, atom santralleri kurulmalı. Otomobiller daha küçük ve hafif yapılmalı. Hybrid otolar, benzinli otoların yerini almalı. Evler iyi izole edilmeli. Uçak seyahatlerine kısıtlama getirilmeli. Daha az et tüketilmeli, metan gazı daha az üretilmeli. Özel otomobil kullanımından vazgeçilerek, toplu taşım araçlarına yönelmeli. Enerji tasarruf lambaları kullanılmalı, stand by’lı elektronik aletler yasaklanmalı. Daha az gübre kullanılmalı, gelişmekte olan ülkelerde kuru tarım desteklenmeli. Geçtiğimiz günlerde Paris’te açıklanan Birleşmiş Milletler Hükümetler Arası İklim Değişikliği Uzmanlar Grubu Raporu’nda, küresel ısınmanın son 50 yılda yüzde 90 oranında insan eliyle yaratıldığı ve asırlarca süreceği belirtilmiş ve 2100 yılına kadar sıcaklığın 1.8 ila 4 derece artacağı, okyanuslardaki su seviyesinin 18 ila 59 santimetre yükseleceği vurgulanmıştı.
  23. Bazı bambu türlerinin günde 91 cm ya da 0.00003 km/h hızıyla büyüdüğü bulunmuştur. Bambu, en hızlı büyüyen ağaçtan üç kat daha hızlı büyümektedir. Bazı türlerde bu büyüme günde bir metreye çıkar. Büyümesinin çıplak gözle görülebileceği bile söylenmektedir!
  24. Ağaçların sesleri Eskiler, yaşlı ağaçları kesmek için ormanlara giderken baltanın ağzını bir kumaş parçası ile sıkıca örtermiş. Nedenmiş, biliyor muydunuz? Çünkü, ağaçların bizim bilmediğimiz yaşama gücü, oduncunun elinde o kesici aleti görünce korkudan bir salgı yapar, bu salgı genç fidanların özsuyunu zehire dönüştürürmüş. Yaprağın Dili (Prof. Necmettin Çepel)
  25. ÜVEYİK Kolyeli kumrudan biraz küçüktür. Erginlerin başı mavi gri, yanaklar açık erguvani, kursak ve göğüs koyu şarabi, karın ve kuyruk altı tüyleri beyazdır. Bunun yanlarında enine üç siyah, kenarı beyaz şerit bulunur. Sırtı ve kanat uçları beyazdır. Kuyruk altı gri siyah, ucu beyazdır. Gaga koyu gri, bacaklar kirli kırmızıdır. Boyu 28 sm.dir. Sert ve hızlı uçar. Yurdumuza ilkbaharda gelir. Ağaçlık geniş tarım alanlarında, orman kenarlarında, bağ ve bahçelerde yaşar. Ağaç dallarında ve sık çalılar arasında yuva yapar. 2 yumurta yumurtlar. 2 hafta kuluçkada yatar. ılıman bölgelerde yılda 2 kez kuluçka çıkarır. Her türlü tane, tohum, tomurcuk, üzümsü meyveler ve mantarları yiyerek beslenir. Yurdumuzun her tarafında rastlanır. Geyik YAYILDIKLARI YERLER YURTİÇİ:Trakya'da Istıranca ormanlarında,Adapazarı,Bolu, Kastamonu ve Sinop ormanlarına geniş yayılış gösterirler. İç Anadolu'nun kuzeyinde Kızılcahamam, Beypazarı, Nallıhan, Çerkeş, Ilgaz ormanlarında, Eskişehir, Kütahya çevresindeki ormanlarda. Afyon civarındaki Akdağ'da,Marmara Bölgesinde Bursa, Bilecik, Balıkesir civarındaki ormanlarda, Manisa, Denizli çevresinde, Torosların Beyşehir, Akseki kesiminde Kahramanmaraş'ın Binboğa dağlarındaki ormanlarında, Doğu Karadeniz'de Artvin ormanlarında, Doğu Anadolu'da Kığı, Hozat, Solhan, ormanları ile Cudi dağında yayılış gösterirler. YURTDIŞI: Avrupa''nın hemen hemen bütün ülkelerinde, Kırım, Ukrayna , Kafkasya, Kuzey İran, Afganitan, Kuzey Afrika'da Cezayir ve Tunus'ta bulunmaktadırlar. YAPISAL ÖZELLİKLERİ: Erkekleri çatallı büyük boynuzlar taşır. Boynuzlarını her yıl mart nisan aylarında atarlar.Bu aylarda erkek geyikler boynuzsuzdur yada çok kısa boynuz sürgünleri vardır.Yeni boynuz ağustos ayına kadar gelişir. Bir deriyle kaplı boynuz ağustosta sertleşir, haziran-ağustos ayları arasında erkek geyiklerin tüylü bir deriyle kaplı boynuzları kısa ve küt görünür. Tekeler boynuzlarını ağaçlara sürerek derisini atarlar.Dişileri boynuzsuzdur. RENKLERİ: Geyikler yazın kızıl kahverengi, kışın ise gri kahverengidir.Karın kısmı açık renklidir. Kuyruk sokumunda aşağı doğru inen açık renkli bir ayna bulunur. Çiftleşme mevsiminde ve kışın erkeklerin boyunlarında koyu renkli uzunca yele kılları oluşur. Yavrular doğduklarında ve onu izleyen dört hafta süresince beyaz beneklidirler, daha sonra renkleri tekdüze olur. BÜYÜKLÜKLERİ: İri hayvanlardır. Boyları 265, omuz yükseklikleri 150, kuyrukları 20 cm;ağırlıkları 200 kg kadardır. DOĞURMA ZAMANLARI: Gebelik süreleri 252 gündür; doğum haziran ayında olur;yavrular 4-9 ay süt emerler; 1-2 yıl analarını izleyebilirler. DOĞURMA ORTAMLARI: Mağara, taş oyuklar, sık çalılık yerler. YAVRU SAYISI: 13-18 kg ağırlığında 1 yavru doğururlar. ERGİNLEŞME SÜRELERİ: Yaklaşık 1 yıl.12-15 yıl yaşarlar. Fakat 26 yaşında olan bilinmektedir. ÇEVRE AÇISINDAN ÖNEMLERİ: Yurdumuzdaki bu geniş yayılışa karşın sayıları çok azalmış, birçok bölgede soyları ya tükenmiş yada tükenmek üzeredir DEĞERLİ KISIMLARI: Post,deri ve boynuzlarıdır. NOT: Avları yasaktır. Fakat bazı bölgelerde (ANTALYA)denetimli olarak avlanılabilir. AYI Boyun kısa ve çok kaslıdır. Gövde toparlak ve silindir biçimindedir. Bacakları kısa ve pençeleri beş parmaklıdır. Postunun rengi açık kahverengi ile siyah denilecek kadar koyu kahverengidir. Boyu ortalama 1.3-2 m., yüksekliği 80-120 cm. ağırlığı 150-250 kg.dır. Çiftleşme zamanı mayıs ve haziran ayıdır. Dişi doğumu yaklaştığında çukurlarda ya da mağaralarda uygun bir yer arar. Aralık ve şubat aylarında 1-3 yavru doğurur. Ayıların 50-60 yıl yaşadıkları ve 30 yaşına kadar da yavruladıkları belirlenmiştir. Ayı, gündüzleri zorlukla girilebilen sık ormanlık yerlerde geçirir. Ancak ortalık ağarmaya başlayınca avını aramaya başlar. Ülkemizde en çok bulunan ayı türüdür. Bu ayı türü Anadolu'nun özellikle Doğu Karadeniz bölgesinde yaşar. Ayı; Karadeniz'in sık ormanlarla kaplı yerlerinde, Akdeniz'in Toros dağlarında ve özellikle Doğu Anadolu'da bulunmaktadır. En çok karşılaşıldığı yerler; Bolu'nun Gerede, Mengen, Seben, Mudurnu, Zonguldak'ta Devrek, Yenice, Ulus, Safranbolu, Kastamonu'nun Daday, Azdavay, Aras, Taşköprü, Sinop'un Aynacak, Gerze ilçeleri ormanları ve Ordu, Giresun, Trabzon, Rize illerinin sık ormanlarında, Erzurum ovası, Tunceli, Bitlis, Sarıkamış ormanları, Nemrut dağlarıyla Güneydoğu dağ zinciri içinde yer alan Van, Çatak, Şırnak, Hakkari'nin Cilo dağları, Bursa Uludağ, Balıkesir'in Kazdağı ve çevresidir. İzmit, Adapazarı, Bilecik, Bursa'nın Katırlı dağları, Kastamonu ve Karadeniz sahillerinde, İnebolu, Bartın ve Cide dolayında bulunan ufak ayılara Boğmaklı, bazı yerlerde de Tasmalı, Kordelalı ve Kemer ayı denilmektedir. Kastamonu ve Ilgaz dolaylarında iri ayılarla karşılaşılmaktadır. Bu ayılara bu çevrede yeleli ayı denir. Ayının başı alın kısmından düz olup ağzına doğru sivrilmektedir. Gözleri çukurda ve küçüktür. Dişleri güçlüdür ama keskin değildir. Kurt Familyasının en iri ve en kuvvetli hayvanıdır. Kuvvetli çene adalelerinden ötürü dip tarafı geniş olan baş, öne doğru sivrilmiştir. Kulakları dik ve orta uzunluktadır. Boyun kısmı kalın ve çok kuvvetlidir. Göğüs geniş ve güçlü, arka kısmı ise öne göre daha incedir. Karın içe çekiktir. Bacakları ince ve kuru, pençeleri büyük ve kuvvetlidir. Kuyruğu meyilli olarak sarkar. Rengi değişik olmakla beraber genel olarak sırtı koyu esmer, karın attı ve bacakların iç kısmı açık kirli sarı renktedir. Ön bacakların ön kısmında siyah bir çizgi vardır. Kuyruk daha koyu renkte ve uç kısmı siyahtır. Omuz başında "'V" şeklinde bir koyuluk vardır. Burun koyu renktir ve ucu siyahtır. Beslenmesine bağlı olarak, yapraklı, ibreli, karışık ormanlarda, çalılık yerlerde, steplerde yaşar. Bulunduğu yere kolaylıkla uyum Sağlar. Genel olarak geceleri hareket eder ve avlanır. Kış aylarında gündüzleri de dolaşırlar. Toplu olarak ve tek başına durmadan dolaşırlar. Bir gecede 40-70 km. kat ettikleri olur. Gücünün yettiği bütün hayvanları avlarlar. Çift tırnaklı bütün av hayvanlarını tavşan, porsuk, tilki, kirpi, fare gibi hayvanları avlayarak beslenirler. Evcil hayvan sürülerine saldırırlar. Sürü halinde ve kovalayarak avlandıkları için öncelikle hasta, zayıf ve sakat hayvanlarla yavruları avlarlar. Yiyeceğinden çok hayvanı boğarak öldürür ve evcil hayvan sürülerine zarar verirler. Aç kalınca deri, kemik ve boynuz gibi şeyleri de yerler. Aralık ortası ve şubat başı arasında kızışır ve çiftleşirler. 9 haftalık bir gebelikten sonra 3-8 arası yavru doğururlar. Ormanın sıklıklarında kaya oyuklarında genişlettikleri toprak inlerde yuvalanır ve yavrularlar. Sesleri uluma şeklindedir. Avlarına saldırırken veya korku anlarında köpek havlaması gibi kısa kesik ve aralıklı olarak tiz bir sesle havlarlar. Yavrular iki yaşında erginleşir. 14-16 yıl yaşarlar. Köpekgillerden kurt, yurdun her yerinde özellikle iç Anadolu'da; Ankara, Kara denizde; Sinop, Bolu, Zonguldak, Güneyde Antalya, Muğla, Denizli, Doğuda Erzurum, Muş, Hakkari gibi hemen hemen yurdun her yerinde ve yerleşim bölgelerinden uzakta yaşarlar. Karaca YAŞAMA ORTAMI Alt tabakası zengin yapraklı koru ormanlarını, ibreli-yapraklı karışık ormanları ve baltalıkları sever. Tarım alanlarının ormanla iç içe olduğu yerleri, bol miktarda çayırlık ve açıklıkların bulunduğu yapraklı korulukları ve korulu baltalıkları tercih eder. BİYOLOJİK ÖZELLİKLERİ Gece ve gündüz yayılır. Genellikle akşam ve sabah saatlerinde, bazen öğleden sonraları ve aydınlık gece yarısından sonra otlar. Atlayarak ve sıçrayarak hareket eder, sadece otlarken yürür. Yerine bağlı bir hayvandır, çevresinden ayrılmaz. Sonbahardan ilkbahara kadar yaşlı bir dişinin güttüğü irili ufaklı gruplar, kışın ise grupların birleşmesiyle küçük sürüler teşkil ederler. Yaşlı erkekler ilkbaharda genellikle tek gezerler. Haziranda çiftleşirler. Gebelik süresi 11 aydır. Genellikle ikiz doğururlar. Yavrular doğduklarında ve ilk altı haftada iri beyaz beneklidirler. Taze sürgün, tomurcuk, yaprak ve ot yiyerek beslenirler. Üzümsü meyveler, kestane, meşe palamudu, yabani armut, erik gibi meyveler, yosunlar, mantarlar diğer gıdalarını teşkil eder. 15 yıl kadar yaşarlar. NERELERDE BULUNUR Yurdumuzdaki geniş yayılış alanına rağmen sayıca çok azalmıştır. SUNA ÖRDEK Bazı yörelerde "Alkuşaklı Kaz, Hanım Ördeği, Kuşaklı Ördek" gibi adları vardır. Kaza benzeyen büyük ördeklerdir. Erişkinlerin baş ve boyunları çok koyu yeşildir. Kursak bölgesi ve boynun arkasında beyaz renkli bir halka vardır. Bunun altında geniş kırmızımsı bir kuşak bulunur ki bu kuşak, sırtın ön kısmı ile göğsün ön kısmını birbirine bağlar. Erkeklerde kuluçka dönemi gaga dibinde kırmızı bir çıkıntı (hörgüç) bulunur ve bu hörgüç erkeği görünüş bakımındn dişiden ayırır. Bunun haricinde erkek ve dişi birbirlerinin aynıdır. Ancak gençlerinde kırmızımzı kahverengi kuşak bulunmaz. Ülkemizde Güney Doğu hariç hemen her yerde bulunur. Trakya ve Marmara bölgesinde kuluçka çıkardıkları olur. Deniz ve tuzlu göl kenarlarını tercih ederler. Monogom kuşlardır. Yani eşler birbirlerinden ayrılmazlar. Aynı yuvayı 5-6 yıl kullandıkları görülmüştür. Yuvalarını mağara kovuklarına yaparlar. Bu yuvalara 8-12 arası yumurta bırakırlar. Beslenmeleri genel olarak hayvansaldır. Dalıcı ördeklerden değildirler. Sayıları son yıllarda azalış göstermeye başlamış ve en son görüldükleri bazı yerlerde görülmez olmuşlardır. Boyları 61cm.civarındadır. Ülkemizde avlanması yasaktır.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.