-
İçerik Sayısı
2.221 -
Katılım
-
Son Ziyaret
-
Lider Olduğu Günler
6
İçerik Tipi
Profil
Forumlar
Bloglar
Fotoğraf Galeresi
- Fotoğraflar
- Fotoğraf Yorumları
- Fotoğraf İncelemeleri
- Fotoğraf Albümleri
- Albüm Yorumları
- Albüm İncelemeleri
Etkinlik Takvimi
Güncel Videolar
kaan_bebeto tarafından postalanan herşey
-
insan doğaya aittir
kaan_bebeto şunu cevapladı bir başlık içinde Bitki, orman, çiçek ve diğer yeşillikler
hakketen insan doğanın bir parçasıdır... katılıyoruum sana .... unutmamak lazım.. -
Mevsimlere Göre Tüy Değiştiren Bir Canlı: Kutup Kuşları Kutup kuşlarını bulundukları yerde fark edebilmek neredeyse imkansızdır, çünkü tüylerinde doğal zemini taklit edebilmelerini sağlayan mükemmel bir kamuflaj yeteneği vardır. Mevsim kış olduğunda kutup kuşlarının vücutlarında mucizevi bir değişim yaşanır. Koyu renkli tüylerin hepsi yok olur ve sadece beyaz tüyler kalır. Karların arasında bembeyaz kuşu fark etmek yine imkansız gibidir. Kuşun bu işten hiç haberi yoktur, ama vücudu her kış mevsiminde aynı mükemmellikte kamufle edilir. Mevsim ilkbahar olduğunda kutup kuşunun tüylerinin arasında, yeşeren bitkilerin renginde yeni tüyler çıkar. Aynı değişiklik yaz için de geçerlidir. Bu olağanüstü değişimler sayesinde otların arasında kutup kuşlarını görebilmek neredeyse imkansızdır. Tüm bu harika kamuflaj gösterisi, elbette bir açıklama gerektirmektedir. Bu kuş elbette kendi iradesiyle üzerindeki tüylerin rengini değiştiremez. Sahip olduğu kamuflajın ne işe yaradığını bilecek bir akla dahi sahip değildir. Öyleyse bu kuşa olağanüstü kamuflaj yeteneğini veren kimdir? Mevsimine göre kutup kuşunun sahip olması gereken kamuflajı kim bilmektedir? Çevrenin renk ve desenini kuşun tüylerinin üzerine adeta bir ressam gibi kim çizmiştir? Sorular bizi tek bir cevaba götürmektedir; Kutup kuşu, Allah tarafından yaratılmıştır ve sahip olduğu özellikler de kendisine Rabbimiz tarafından verilmiştir. alıntıdır..
-
Kutup koşullarına uygun olarak yaratılmış diğer bir hayvan ise kutup tilkisidir. Değişen iklim şartlarına ve çevreye göre bu tilkinin kürkü de değişir, en uygun hale gelir. Yazın eriyen buzla ortaya çıkan toprak, tilkinin saklanması ve avına usulca yaklaşması için bir problem oluşturmaz. Çünkü kürkü, artık üzerinde dolaştığı toprakla aynı renkte, kahverengidir. Kışın kar ve buz her yeri kapladığında ise tilki yine bir sorun yaşamaz. Kürkünün rengi değişir ve bembeyaz olur. Bu beyaz dünyada onu çevreden ayırt etmek yine imkansız gibidir. Kısacası her iki durumda da tilki ortama en uygun kamuflaj giysisi içinde, kendini diğer hayvanlara sezdirmeden dolaşmaya devam eder. Elbette tilki diğer canlıların onu nasıl gördüğünü bilemez. Bilse bile kendi kürkünün rengine asla karar veremez. Açıktır ki, onu her şeyi bilen Yüce Allah bu özelliklerle birlikte yaratmıştır. Allah tilkiyi de her koşulda yaşayabilecek, besinini kolayca elde edebilecek özelliklerle donatmıştır. alıntıdır...
-
Kutup ayıları kutup bölgesinde yaşayan etobur canlılardır. Ağırlıkları 800 kilograma, boyları 2,5 metreye erişir. Kutup ayıları, buzlarla kaplı bir yaşama alanında yaşadıkları için onları soğuktan koruyan beyaz kalın kürkleri vardır. Bu kürk yüzmeye de elverişlidir. Suyun içindeyken tüyler bir araya gelerek birbirine yapışır ve kutup ayısı su geçirmez yumuşak bir dalış elbisesi giymiş gibi olur. Kutup ayılarının bedeninin aşırı ısındığı zamanlar bile olur. Bu nedenledir ki, çoğu zaman kutup ayıları hararetlerini gidermek için vücutlarını buza sürterler. Kürkünün bu özellikleriyle kutup ayısı 37 derece olan beden sıcaklığını, suyun içinde ya da üstünde olsun, uzun süre koruyabilmektedir. Kutup ayılarının kürkleri beyaz tüylü gibi görünse de her bir tüy aslında içi boş şeffaf bir tüp gibidir. Bu tüpler, güneş ışınlarını doğrudan ayının derisine ileterek onun ısınmasını kolaylaştırır. Derilerinin hemen altındaki kalın yağ tabakası onları kutup soğuğundan korur. Parmaklarının arasındaki oyuklar sayesinde buz yüzeyini vakum etkisiyle kolayca kavramasını sağlar. Böylece buz üzerinde uzun mesafeleri kaymadan kolaylıkla yürüyebilir. Böylece saatte 10 kilometre hızla yüzebilir ve 100 kilometre gibi bir mesafeyi dinlenmeden katedebilir . Geniş ayakları yüzmelerini de kolaylaştırır. Kutup ayıları çok iyi yüzerler. Hiç dinlenmeksizin yaklaşık 100 kilometre yüzen kutup ayıları görülmüştür. Vücut ısılarını korumak için küçük kulakları ve küçük kuyrukları vardır. Kulak ve kuyrukları küçük olduğu için bunların yüzeyindeki damarlar yoluyla ısı kaybetme olasılığı en aza inmiş olur. Yaşadıkları bölgeler buzlarla kaplı olduğu için kutup ayıları su içmezler. Vücutları için gereksinim duydukları suyu aldıkları besinlerdeki yağları parçalayarak elde ederler. Bu yüzden de yağlı besinler yemeleri gereklidir. Kutup ayısı bu uçsuz bucaksız buz çölünde avlanmak için uzun mesafeleri kat etmektedir. Bu arada güvendiği bir duyusu vardır: koklama. Kutup ayısının burnu oldukça hassastır. Öyle ki 30 km ötedeki bir fokun kokusunu bile rahatlıkla duyar. Sadece dişi ayılar kış uykusuna yatmak için kendilerine yuva kazarlar. Erkek ayıların kış uykusu ise “yürürken kış uykusu” olarak adlandırılabilir. Erkek kutup ayıları, kış uykusu sırasında vücut ısılarını, kalp atış hızlarını ve metabolizmalarını düşürürler ancak, buna rağmen yürümeye, avlanmaya ve beslenmeye devam ederler. Anne adayı kutup ayısı ise kış uykusuna girdiği dönemde hiç enerji harcamamak ve yavrularının daha iyi beslenmesini sağlamak için metabolizmasının hızını düşürür. 7 ay boyunca metabolizmasındaki yağı proteine çevirir ve yavrularının beslenmesini sağlar. Bu 7 aylık süre boyunca kendisi hiç beslenmez. Kalp atışı oranını dakikada 70'den 8'e kadar indirebilir ve metabolizmasını yavaşlatır. Bu dönemde yemek yemediği gibi doğal ihtiyaçlarını da karşılamaz. Böylelikle yavrularını doğuracağı dönemde fazla enerji harcamamış olur. Buzdan bir dünyada, hayatından oldukça memnun yaşamakta olan kutup ayıslarının sırrı, onların bu koşullara uygun olarak yaratılmış olmalarıdır. Yüce Allah her canlıyı olduğu gibi, kutup ayısını da ihtiyaçları doğrultusunda en mükemmel tasarımla yaratmıştır. alıntıdır...
-
özellikleri Kurt, ilk bakışta büyük bir köpeğe benzer. Daha yakından incelendiğinde vücudunun köpekten daha uzun, göğsünün daha yüksek ve daha ince olduğu görülür. Kurtların kafası büyük, kulakları kısa, püsküllü kuyrukları vücutlarının üçte biri uzunluktadır. Renkleri alt türlerine göre yöresel olarak değişir, beyaz, krem rengi, sarımsı, kızıl, gri ve siyah olabilir. Avrupa'nın ve Asya'nın fazla sıcak olmayan bölgelerinde bozkurtlar çoğunluktadır. Daha kuzeye gidildiğinde siyah ve beyaz renkli kurtlara rastlanır. Kurtların boyutları da yöresel olarak değişir: En büyük kurtlar Letonya, Beyaz Rusya, Alaska ve Kanada'da görülür, 160 cm vücut uzunluğuna (+ 52 cm kuyruk) ve ayakta dururken 80 cm boya erişirler. Bu kurtlar 80 kg ağırlığa kadar ulaşabilir. En küçük kurtlar Ortadoğuda ve Arap Yarımadasında bulunur, ancak 80 cm vücut uzunluğuna (+ 29 cm kuyruk) ve 20 kg ağırlığa ulaşırlar. Köpek ile kurt arasındaki farklar Genelde kurtları köpeklerden ayırt etmek mümkündür, ama bazen bir türün kurt olduğunu tespit etmek çok zor olabilir. Kurtlar kuyruklarını çoğu zaman yatay ya da hafif dik tutarlar ama köpeklerin kuyrukları çoğu zaman dik ya da kıvrık durur. Özellikle kafatasları çok farklıdır: Göz yüksekliği, kulak içi, Praesphenoid, Basis vomerus, Fissura petrobasialis, çene ve kesicı dişler kurtlarda ve köpeklerde birbirinden farklıdır. Kurtlar senede bir kez yavru yapar, köpekler ise çoğunlukla iki kez yavrular. Bir ayak izinin kurda mı yoksa köpeğe mi ait olduğu, izlerin sayısı ile tespit edilebilir. Kurtlar arka ayakları ile ön ayaklarının bastığı noktaya basarlar. Hatta birden fazla kurt birlikte yürüdüğünde arka arkaya gidip öndekinin izlerine basarlar. Böylece izlerin tek bir kurda ait olduğu zannedilebilir. Köpekler ise arka ayaklarıyla ön ayaklarının bastığı noktanın arasına basarlar. Dağılımı İnsanlar tarım ve sürü hayvancılığını geliştirmeden evvel, kurt, dünyanın en yaygın yırtıcı hayvanıydı. Tüm Avrasya'da, Kuzey Afrika ve Kuzey Amerika'da yaygındı. Ancak özellikle Batı Avrupa gibi yoğun yerleşim olan gelişmiş ülkelerde insanlarca soyu tüketildi. Günümüzde Doğu Avrupa, Balkan yarımadası, Kanada, Sibirya, Moğolistan ve İran'da kurtların bulunduğu büyük bölgelere rastlanır. Bunların dışında sadece, yalıtılmış (bazen 100'den az hayvan bulunan) ufak bölgeler bulunur. Çok iyi uyum sağlayabilen bir hayvan olan kurt, kuzey kutbunun buz çöllerinden, Orta Asya'nın ve Kuzey Amerika'nın kum çöllerine kadar farklı habitatlarda yaşayabilir. Çoğu kurt, bozkırlarda ve ormanlarda yaşar. Erken çağlardan beri insanların sahip çıktığı açık alanlardan ormanlara kaçması yüzünden bir orman hayvanı olarak tanınmıştır. Davranışlar, sosyal yaşam Ara sıra yalnız gezen kurtlara rastlanırsa da, genellikle bir sürüye bağlı olarak yaşarlar. Bir kurt sürüsü, anne, baba ve yavrularından oluşan bir ailedir. Kurtlar, ev köpeklerinden daha geç, ancak iki yaşında üreyebilir, bu nedenle iki yaşını dolduruncaya kadar ailelerinin yanında kalırlar. Bir önceki senenin yavruları kendilerinden küçük kardeşlerine bakarak ebeveynlere yardımcı olur. Anne ve baba, çocuklarına karşı daima serttir, bu yüzden sürünün içindeki hiyerarşi bellidir ve kimse otoriteyi sarsmaya cesaret etmez. Akraba olan iki kurdun çiftleşmesi (ensest) hiç görülmemiştir. Kurtlar çiftleşmek için yabancı bir kurt bulamazlarsa ömür boyu çiftleşmezler. Bazı eski kitaplarda bir kurt sürüsünün yapısı şöyle tarif edilir: ".. Sürünün başı alfa çiftidir ve onların dışında hiçbir üye çiftleşip yavru yapamaz. Sürünün içinde her üyenin farklı statüsü vardır. Sürünün içinde en son sırada, herkesin sataştığı bir "Kara koyun" vardır. Ara sıra kurtlardan birisi alfa üyelerine baş kaldırır ve kendi statüsünü yükseltmek için onunla dövüşür." [kaynak belirtilmeli] Akraba olmayan kurtların bilimsel araştırmalar için bir araya kapatılarak izlenmesi sonucu ortaya konulan bu bilgiler doğadaki gerçekleri yansıtmaz. Bu şekilde bir araya getirilen yabancı kurtlar neredeyse her gün dövüşür. Gebelik yaklaşık 60 gün sürer. Genellikle 3 ila 6 (en az 1, en fazla 14) yavru doğar Beslenme Kurtlar en çok otobur memeliler ile beslenir, ama daha iyi bir şey bulamayınca kemirgenler ve kuşlar gibi küçük hayvanları da avlarlar. Gıdanın kıt olduğu zamanlarda leş bile yiyebilirler. Diğer bazı yırtıcı etoburlar gibi vitamin ihtiyaçlarını sadece otobur hayvanların mide içeriği ile gidermezler, kendileri de ara sıra böğürtlen ve diğer yabani meyveleri yerler. Ayrıca yavru kurtlar böcek de yer. Evcilleştirilmesi Belgeler, 14.000 yıl evvel, kurtların insan çöplerini yiyerek onlara yaklaşması ve insanların kurtların kabiliyetlerinden faydalanma isteği ile ilk köpeklerin evrildiğini gösterir. Ama günümüzdeki moleküler genetik araştırmaların sonucunda ev köpeklerinin çok daha erken, 100.000 yıl evvel kurtlardan koptuğu tespit edilmiştir.
-
ciddenn beeee hakketen balıkları banyo yaptırmak gerekiyor hastalanmasın diyeee... hep aynı suda kaldıkları için ... bir zaman sonra onları o sudan alıp ilaçlı suda yıkamak lazımdı hatırladıgıma göre benim balıklar banyo yapmazlar ablası üşürler o yüzden banyo yaptırmöıyorum.. fönle yıkama canım allaa allaaa yaf nu bayanlarda hemen fön yapma hevesinde canımmmm
-
bende iyiyim kanımca ...gankiii nerlerdesin yafff
-
neheheheh can kurtarana haber ver hemen karakiiri yapmasınlar çabuk banyo yaptırıyormusunuz hııı balıklar banyoda yapmalı haa inanmazlar bak şimdi gerçekten beeee
-
Ali Nasuh MAHRUKİ, 21 Mayıs 1968’de İstanbul’da doğdu, ilk ve orta öğrenimini Şişli Terakki Lisesi’nde tamamladıktan sonra 1992 yılında Bilkent Üniversitesi İşletme Fakültesi’nden mezun oldu. Dağcılıkla 1988 sonlarında, isim babalığını ve üç yıl boyunca başkanlığını yaptığı Bilkent Üniversitesi Doğa Sporları Topluluğu’nda - DOST - tanıştı. Yazar, fotoğrafçı ve profesyonel sporcu olan Mahruki, dağcılık, mağaracılık, yamaç paraşütü, aletli dalış, motor sporları, yelken ve bisiklet sporları yapmaktadır. 1992 - 1994 yılları arasında, Sovyet Asya’nın en yüksek (7000 metrenin üzerinde) beş dağına tırmanarak, (Khan Tengri – Lenin – Korjenevskoy – Communism – Pobeda) Rusya Dağcılık Federasyonu tarafından verilen “Kar Leoparı” ünvanını alan az sayıdaki batılı dağcıdan biri oldu. Dünyanın en zorlu ve tehlikeli 7000’lik dağlarından biri olan Pobeda dağının 8. solo tırmanışını yaptı. 1995 yılında, Everest dağına tırmanan ilk Türk ve dünyadaki ilk müslüman dağcı oldu. 1996 yılında, Camel Trophy Türk takımına girerek Kalimantan’da Türkiye’yi temsil etti ve ekip olarak, Takım Ruhu değerlendirmesinde dünya ikincisi, genel sonuçlarda dördüncülük elde ettiler. Aynı yıl, dünyanın yedi kıtasının her birinin en yüksek dağına tırmanmayı içeren, “Yedi Zirveler” projesini tamamlayan dünyadaki 44. dağcı ve en genci oldu. (Everest, Aconcagua, Vinson, Kilimanjaro, Mc. Kinley, Elbruz, Kosciusko.) 1997 yılında, motosiklet ile Türkiye, İran, Pakistan, Hindistan, Nepal ve Sıkkım’ı içeren 21.000 kilometrelik bir yolculuk yaptı. 8201 metrelik Cho Oyu dağına yaptığı tırmanışla, Türkiye’nin en yüksek solo tırmanışını gerçekleştirdi. 1998 yılında, 8516 metrelik Lhotse dağına yaptığı tırmanışla, Türkiye’nin en yüksek oksijensiz tırmanışını gerçekleştirdi. Aynı yıl 8163 metrelik Manaslu dağını denedi. 2000 yılında, dünyanın en zorlu ve tehlikeli dağlarının başında gelen, dünyanın 2. yüksek dağı 8611 metrelik K2 dağının ilk Türk tırmanışını, oksijensiz olarak gerçekleştirdi. 2001 yılında, Kuzey Alaska’nın son derece sert iklimi ve coğrafyasında, çok özel olarak hazırlanan “Arktik Koşullarda Hayatta Kalma” eğitimi aldı. 7546 metrelik Muztag Ata dağına tırmandı. (Türkiye’nin en yüksek kayaklı tırmanışı.) 2002 yılında, Himalayaları motosikletle aşarak Batı Tibet’teki kutsal Kailash dağını ve Everest dağının Ana Kampını ziyaret etti. 2003 yılında bugüne dek sadece bir kez gerçekleştirilen, dünyanın en kuzeyindeki 7000 metreden yüksek dağ olan Pobeda dağının kış tırmanışını denedi. 2003 - 2004 yılı, 55. Dönem Milli Güvenlik Akademisi eğitim – öğretim dönemini, bugüne dek ilk kez sivil toplum örgütlerinden kabul edilen bir müdavim olarak başarı ile tamamlamıştır. 2004 yılında, Kuzey Hindistan’ın Himachal Pradesh, Ladakh, Zanskar ve Keşmir eyaletlerini içeren, “5602” ve “5328” metrelerle dünyanın en yüksek araç kullanılabilen yollarının aşıldığı bir motosiklet seyahati gerçekleştirdi. ABD’nin 4 farklı eyaletinde, 4 üniversite, 2 doğada liderlik okulu, 5 arama ve kurtarma ekibi ve 3 Türk derneğinde, dağcılık, liderlik, arama ve kurtarma, Türkiye ve Türk Gençliği konularında seminerler verdi ve konuşmalar yaptı. Arama Kurtarma Derneği – AKUT kurucu üyesi ve başkanı, Ulusal Güvenlik ve Stratejik Araştırmalar Derneği – UGSAD, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi, Sualtı Araştırmaları Derneği – SAD, Gezginler Kulübü ve Türk Eğitim Derneği – TED üyesidir. Bahçeşehir Üniversitesi'nde üç yıl "Takım Çalışması ve Liderlik" dersi vermiştir ve bu konularda motivasyon seminerleri düzenlemektedir. Hürriyet ve Cumhuriyet gazeteleri eklerinde ve NOKTA dergisinde köşe yazarlığı yapmıştır ve çeşitli televizyon kanallarında belgesel programları hazırlamıştır. Halen ELEGANS dergisinde yazmaktadır. Eserleri: Yapı Kredi Yayınlarından; 1995 - Bir Dağcının Güncesi, 1995 - Everest'te ilk Türk, 1996 - Bir Hayalin Peşinde, 1999 - Asya yolları, Himalayalar ve Ötesi, Kapital Yayınlarından; Yeryüzü Güncesi, 2002.
-
Everest, (Tibet dili: Çomolungma), Himalayalar’da bulunan, dünyanın en yüksek noktasını oluşturan doruk. Yaklaşık 28 derece kuzey enlemi ile 87 derece doğu boylamında, belirlenmiş Çin–Nepal sınırı üzerinde yer alır. Çıplak Güneydoğu, Kuzeydoğu ve Batı sırtları en yüksek noktalara Everest (8.848 m) ile Güney doruğunda (8.748 m) ulaşır. Everest Dağı Kuzeydoğudaki Tibet Platosundan (yaklaşık 5.000 m) tam olarak görülebilir. Eteklerinden yükselen Çangtse, Khumbutse, Nuptse ve Lhotse gibi doruklar Nepal’den görülmesine engel olur. YÜKSEKLİĞİ : Görkemli yapısı ve yüksekliği nedeniyle Tibetlilerin “Dünyanın Ana Tanrıçası” anlamında Çomolungma adını verdiği dağın dünya üzerindeki en yüksek nokta olduğu ancak 1852’de Hindistan kadastro idaresinin yaptığı ölçümlerle belirlendi. Günümüzde kabul edilen yükseklik küçük bir yanılma payıyla 8.848 m'dir. OLUŞUMU : Büyük Himalayalar’ın oluşumu, Miyosen Bölümde (yaklaşık 26-27 milyon yıl önce) Hindistan Yarımadasıyla Tibet Yaylalarının birbirine yaklaşmasının yol açtığı, jeolojik tortul havzalardaki sıkışmayla başladı. Bunu izleyen evrelerde Katmandu ve Khumbu napları (kırık ve devrik yamaç kıvrımları), sıkışıp yukarı doğru çıkarak birbirlerinin üzerine kıvrıldılar ve ilkel bir dağ sırası oluşturdular. Kuzeydeki arazi kütlesinin toptan yükselmesi, bölgenin yüksekliğini arttırdı. Napların yeniden kıvrılmasıyla bölgenin tümü yeni bir tabakayla örtüldü ve Pleyistosen Bölümün (yaklaşık 2,5 milyon yıl önce) Mahabarat Evresinde Everest Dağı ortaya çıktı. Karbonifer Dönemin (yaklaşık 345-280 milyon yıl önce) sonu ile Permiyen Dönemin (280-225 milyon yıl önce) başından kalan ve başka yarı-kristalleşmiş tortullarla ayrılmış olan kireçtaşı katmanları, senklinal katmanlaşma yoluyla biçimlendi. Günümüzde de süren bu biçimlenmenin yol açtığı sürekli yükselme aşınımla dengelenmektedir. İklimi Everest Dağı dünya atmosferinin üçte ikisini geçerek oksijenin az olduğu üst katmanlara ulaşır. Oksijen eksikliği, sert rüzgarlar ve aşırı soğuklar yukarı yamaçlarda herhangi bir hayvan ya da bitkinin yaşamasına olanak vermez. Yaz musonları sırasında yağan kar rüzgarla ufalanarak yığılır. Bu kar yığıntıları buharlaşma çizgisinin üzerinde olduğundan genellikle buzulları besleyen büyük buzkar çanakları oluşmaz. Bu nedenle Everest’in buzulları yalnızca sık sık düşen çığlarla beslenir. Ana sırtlarla birbirinden ayrılan dağ yamaçlarındaki buz katmanları dağın eteklerine kadar bütün yamacı kaplamakla birlikte, zaman içinde iklimin değişmesiyle ağır ağır çekilmektedir. Kış aylarında kuzey batıdan gelen güçlü rüzgarlar karları süpürerek doruğun daha çıplak bir görünüm kazanmasına yol açar. Buzullar Everest Dağındaki başlıca buzullar Kangşang Buzulu (doğu), Doğu ve Batı Rongbuk Buzulları (kuzey ve kuzeybatı), Pumori Buzulu (kuzeybatı), Khumbu Buzulu (batı ve güney) ve Everest ile Lhotse-Nuptse sırtı arasında kapalı bir buz vadisi olan Batı Buzyalağıdır. Akarsular Dağdan çıkan sular birbirinden ayrılan kollarla güneybatı, kuzey ve doğu yönünde akar. Khumbu Buzulu eriyerek Nepal’de Lobucya Khola Irmağı'na karışır. İmca Khola adını alarak güneye doğru akan bu ırmak Dudh Kosi Irmağıyla birleşir. Çin’deki Rong Çu Irmağı Everest’in yamaçlarında Pumori ve Rongbuk buzullarından Karma Çu Irmağı ile Kangsang Buzullarından doğar. Tırmanma girişimleri Everest’e tırmanma girişimleri 1920’de Tibet yolunun açılmasıyla başladı. İlk olarak Kraliyet Coğrafya Derneği ile dağcılık Kulübü Birleşik Himalaya Komitesinin desteklediği bir ekip 1953’te doruğa ulaştı. 29 Mayıs 1953 günü Yeni Zelandalı Edmund Hillary ve Nepalli Tenzing Norgay, Güneydoğu sırtına tırmanarak Güney doruğundan geçip doruğa vardılar. Dağcılar bu tırmanış sırasında açık ve kapalı devre oksijen sistemleri, özel olarak yalıtılmış ayakkabı ve giysiler ile elde taşınır telsiz aygıtları kullandılar. Bu tarihten sonra çeşitli ülkelerin desteklediği çok sayıda dağcı ekibi doruğa ulaşmayı başardı. Türk tırmanışçılar Türk tırmanışçılar [değiştir]Everest'e çıkan ilk Türk dağcı, 21 Mayıs 1995'te Nasuh Mahruki oldu. [1] Zirveye Nepal yönünden çıkan ilk Türk ise 23 Mayıs 2001'de yaptığı tırmanışla Tunç Fındık'dır. [2] Elif Eylem Maviş, 15 Mayıs 2006'da Everest'e tırmanan ilk Türk kadını oldu. Aynı tırmanış, Türklerden oluşan bir ekibin ilk Everest zirve çıkışıdır. [3] Bu ekip, bir Türk dağcının ilk oksijensiz tırmanışını gerçekleştirmeyi de denemekle birlikte, bu hedefe ulaşamadı.
-
NATALİA hanım nasılsınız bakim...
-
DAğCıLık
kaan_bebeto şurada cevap verdi: kaan_bebeto başlık Doğa Sporları - Avcılık - Kamp - Karavan
abim benim ya hani bu konuda bilgisi olan yazsın istedimde ... hani güzel bilgileri olan paylaşsın istedim abim....saolasın nasuh mahruki gelsede azcık buralra yazı yassa demi ama nerde çok zorr...bişey,,, tanıyan varmı ? deneyimlerini aktarsa.. mesela everste çıktımıydı ben çıktı diye hatırlıyorum ama ...unuttum..... benim aklıma dagcılık deyince NASUH MAHRUKİ geliyor... -
En Güzel Avartar Sizce Kimin ?
kaan_bebeto şurada cevap verdi: L_U_C_İ_F_E_R başlık Havadan Sudan Konular
benim avatar güzel ama iddialı değilim. ama jön onun avatar en güzeli -
LEYLAM arkidişim benimde çok balıklarım vardı ..japon cinslerinden vardı onlar zamanlan öldüler hep ..sonra geri kalanları başka arkadaşıma verdim ben ciklet türü balıklar aldın onlar çok dayanıklı zannedersem......ölmediler daha kışında ısıtıcı takmadım bide sadece bir tanesi öldü ....oda aç kalmış zevzek balık işte nese senin balıklar nasılllar suyun yüzünde oynuyorlarsa kesin havasız kalmışlardır.. karakiriii etcekler zannedersem
-
hacer kızz tırsıyom kızz beni tırsıtmaanerdeysen çık ortaya diyorum..
-
FOTOSENTEZ
kaan_bebeto şurada cevap verdi: kaan_bebeto başlık Bitki, orman, çiçek ve diğer yeşillikler
Fotosentez, bitkilerde ışık enerjisi kullanılarak organik bileşiklerin üretilmesidir. Yeryüzündeki her canlı, metabolizma etkinlikleri için gerekli olan enerjiyi temelde üç yoldan sağlar. Bkz: Canlılarda beslenme. Fotosentetik organizmalar, ışık enerjisinden yararlanarak enerjiyi depolarlar ve organik bileşikler üretebilirler. İlk kez 1771 yılında Joseph Priestley, bitkiler tarafından dışarı verilen oksijenin hayvanlar tarafından kirletilen havayı temizlediği fikrini ortaya atmıştır. Daha sonra 1779'da Jan Ingenhousz havanın temizlenmesinin yeşil bitkiler tarafından ışıkta yapıldığını açıklamıştır. 1804 yılında De Saussure fotosentez esnasında eşit hacimde CO2 ve O2 alış verişi olduğu, buna benzer eşit hacimde bir gaz alış verişinin solunum esnasında da meydana geldiğini ileri sürmüştür. Yirminci yüzyılın başlarında tek hücreli yeşil su yosunlarında (Chlorella vulgaris) fotosentezle ilgili araştırmalar Warburg tarafından yapılmıştır. Genel Fotosentez denklemi: nCO2 + 2nH2O + Işık enerjisi → (CH2O)n + nO2 + nH2O Ancak heksoz şekerleri ve nişasta ana ürünler olduğundan, genelde aşağıdaki spesifik (basit) denklem fotosentezin ifadesinde kullanılır: 6CO2 + 12H2O + Işık enerjisi → C6H12O6 + 6O2 + 6H2O + 673 Kalori Havadaki karbondioksit güneş enerjisi kullanılarak, nişasta ve diğer yüksek enerjili karbonhidratlara dönüştürülür. Karbon kullanıldıktan sonra ortaya çıkan oksijen ise havaya bırakılır. Bitki daha sonra besine ihtiyaç duyduğunda bu karbonhidratlarda depoladığı enerjiyi kullanır. Bu bitkilerle beslenen canlılar da bitkide bulunan karbonhidratlardan enerji ihtiyaçlarını karşılarlar. Fotosentez olayının meydana gelebilmesi için gerekli olan maddeler, ışık, klorofil, karbondioksit, canlı organizma olup, bu maddelerden birinin eksikliğinde oluşan sonuçlar şu basit deneylerle açıklanabilmektedir: Işık Yeşil bir yaprak üzerine şekil oyulmuş siyah bir kağıtla kapatılır. Belirli bir zaman ışıklandırıldıktan sonra yaprak kaynar suda öldürülür ve beyaz oluncaya kadar alkolle kaynatılarak klorofili çıkarılır. Sonra iyot ile muamelede ışık görmüş olan yerler maviye boyanır. Çünkü fotosentez sonucunda nişasta meydana gelmiştir. Oysa kağıtla kaplı kısımlar reaksiyon vermez. Bu deney ile fotosentezde ışığa ihtiyaç olduğunu, CO2 alınarak O2 verildiğini ve bu esnada nişasta meydana geldiğini ispatlanmış bulunmaktadır. Klorofil Bazı yerleri klorofilli yani yeşil, bazı yerleri ise klorofilsiz bir yaprak alınıp, belirli bir süre ışıklandırılırsa yeşil kısımda nişasta oluştuğu, renksiz olan kısımlarda ise oluşmadığı görülür. Karbondioksit Bir faunus içerisine fotosentez yapan bir bitki ve birde CO2 mas eden KOH (potasyum hidroksit) CO2'i absorblanıp karbonik asit oluşturur. Sonuçta bitki CO2 siz kalır. Şeker meydana gelemez, bu nedenle bitki solunum yapamaz ve ölüme mahkum olur. Oysa başka bir faunusta bitki KOH siz ortama konursa yaşamına devam eder. Canlı organizma Işık, CO2 ve klorofil mevcut olan bir bitkinin yaprağını sıcak suda yakalım bu takdirde hiçbir olay olmaz. -
Fotosentez, Allah'ın sonsuz ilmine ve kudretine yakından şahit olmak isteyen her insanın yakından incelemesi gereken olağanüstü bir kimyasal işlemdir. Fotosentez, bilim adamlarının bugün bile tam olarak çözemedikleri eşsiz bir tasarımdır. Bu işlemi çıplak gözle asla göremeyiz, çünkü bu mekanizma çalışmak için elektronları, atomları ve molekülleri kullanır. Ancak, fotosentezin sonuçlarını nefes almamızı sağlayan oksijen ve hayatta kalmamızı sağlayan besinlerde görebiliriz. Fotosentez anlaşılması zor kimyasal formüller, hiç karşılaşmadığımız küçüklükte sayı ve ağırlık birimleri içeren çok hassas dengeler üzerine kurulmuş bir sistemdir. Etrafımızdaki bütün yeşil bitkilerde, bu işlemin gerçekleştiği kimya laboratuvarlarından trilyonlarcası kurulmuştur ve milyonlarca yıldır hiç durmadan ihtiyacımız olan oksijeni, besinleri ve enerjiyi üretmektedirler. Muhteşem bir tasarım olarak karşımıza çıkan fotosentezi daha yakından incelediğimizde, yaratılışın en önemli delillerinden birini daha tanımış olacağız. O halde, şimdi gözle görülmeyecek kadar küçük bir yerde meydana gelen bu işlemi daha yakından inceleyelim. Fotosentezin Yeryüzündeki Hayat İçin Önemi Fotosentez işleminin nasıl gerçekleştiğini incelemeden önce, bu işlemin dünyadaki canlı yaşamı için ne kadar önemli bir süreç olduğunu anlayabilmek gerekir. Gözle görülmeyecek kadar küçük bir yerde oluşan bu işlemin tüm canlılara kadar uzanan sonuçlarını genel başlıklar altında inceleyelim: Fotosentez ve oksijen Bitkiler fotosentez yaparken havadaki karbondioksidi yani insanın kullanmadığı zararlı gazı alır ve onun yerine atmosfere oksijen bırakır. Nefes aldığımızda içimize çektiğimiz ve asıl hayat kaynağımız olan oksijen, fotosentezin ana ürünüdür. Atmosferdeki oksijenin yaklaşık %30'u karadaki bitkiler tarafından üretilirken, geri kalan %70'lik bölüm denizlerde ve okyanuslarda bulunan ve fotosentez yapabilen bitkiler ve tek hücreli canlılar tarafından üretilir. Burada dikkat çekici olan, insanlar doğadaki bitkileri devamlı yok ederken, oksijenin ana kaynağı olan okyanusları aynı hızla yok edememektedirler. Bu sayede fotosentez yapan farklı canlıların yaratılmış olması, bitip tükenmeyen bir enerji kaynağına sahip olmamızı sağlamıştır. Atmosferdeki oksijenin %30'u karadaki bitkiler tarafından karşılanırken, %70'i ise denizlerde ve okyanuslarda bulunan bitkiler ve tek hücreli canlılar tarafından üretilir. Bu oksijen üretimi ise fotosentez sayesinde gerçekleşir. Fotosentez ve besinler Biyolojik olarak ihtiyaç duyduğumuz bütün enerjiyi doğrudan veya otçul hayvanlar yoluyla bitkilerden alırız. Güneş ışını saf enerji kaynağıdır; ancak ham olarak o kadar da kullanışlı bir enerji şekli değildir. Bu enerjiyi yemek, vücutta doğrudan kullanmak ya da depolamak mümkün değildir. Bu yüzden güneş enerjisinin farklı bir enerji türüne çevrilmesi gerekir. İşte fotosentez bunu yapar. Bu işlem yoluyla bitkiler, güneş enerjisini daha sonra kullanabilecekleri bir enerji şekline dönüştürürler. Bu işlem yapraklardaki "fotosentetik reaksiyon" merkezlerinde meydana gelir. Burada güneş enerjisi kullanılarak havadaki karbondioksit, nişasta ve diğer yüksek enerjili karbonhidratlara dönüştürülür. Karbon kullanıldıktan sonra ortaya çıkan oksijen ise havaya bırakılır. Bitki daha sonra besine ihtiyaç duyduğunda bu karbonhidratlarda depoladığı enerjiyi kullanır. Elbette bu bitkilerle beslenen canlılar da bitkide bulunan karbonhidratlardan enerji ihtiyaçlarını karşılarlar. İnsanın ihtiyacı olan enerji de fotosentez yoluyla bu besinlerde depolanan enerji ile karşılanır. İleride de göreceğimiz gibi, fotosentez son derece kompleks bir işlemdir. Böyle kompleks bir işlem sonucunda tüm canlıların yaşamak için ihtiyaç duydukları besine sahip olmaları Allah'ın sonsuz ilminin ve aklının bir eseridir: Ey insanlar, Allah'ın üzerinizdeki nimetini anın. Gökten ve yerden sizi rızıklandıran Allah'ın dışında bir başka yaratıcı var mı? O'ndan başka ilah yoktur. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorsunuz? (Fatır Suresi, 3) Bitkilerdeki mikroskobik fabrikalarda mucizevi bir dönüşüm gerçekleşir. Güneş'ten gelen enerji ile bitkiler fotosentez yaparlar, bu üretim hayvanlara ve insanlara ihtiyaçları olan enerjiyi sağlar. Fotosentez ve enerji Arabanızın motoru güneş enerjisi ile çalışır. Jet uçakları güneş enerjisi sayesinde uçarlar. Siz de bu yazıyı okurken güneş enerjisi harcamaktasınız... Elbette yukarıdaki satırları okuduğunuzda ilk aklınıza gelecek olan, arabanızın benzin ile çalıştığı, jet uçaklarının uçak yakıtı kullandıkları olacaktır. Bu yazıyı okumak için ihtiyacınız olan enerjiyi de Güneş'ten değil, en son öğünde yediğiniz besinlerden aldığınızı düşüneceksiniz. Oysa benzin de, yediğiniz besinler de, hatta yakacak olarak kullanılan odun ve kömür de fotosentezden elde edilen enerjiye sahiptirler. Nasıl mı? Bitkiler ve bu bitkileri yiyen hayvanlar, öldükten sonra toprak altında, yüksek basınca maruz kalırlar. Bu ise petrol, kömür ve doğalgaz gibi insanlık için son derece önemli kaynakların oluşmasına neden olur. Bundan milyonlarca sene önce fotosentez yaparak güneţ enerjisini bünyelerinde depolayan bitkiler ve bu bitkileri yiyen hayvanlar, toprağın derinliklerinde, yüksek basınç altında, milyonlarca sene bekledikten sonra bildiğimiz "petrol"ü meydana getirmişlerdir. Kömür ve doğalgaz da yine aynı şekilde oluşmuştur. Kısacası fotosentez sayesinde bitkilerde depolanan güneş enerjisi milyonlarca yıl sonra insanların hizmetine bir başka yolla verilmiştir. Aynı şekilde yediğiniz besinlerden elde ettiğiniz enerji de, bitkilerin depoladıkları güneş enerjisinden başka bir şey değildir. Hayvansal gıdalardan elde ettiğiniz enerji de, yine o hayvanların bitkilerden elde ettikleri enerjidir. Enerjinin kaynağı her zaman Güneş, bu enerjiyi insanın kullanacağı hale getiren sistem her zaman fotosentezdir. Bu sistem dışında hiçbir sistem aracılığı ile sahip olduğunuz enerjiyi kazanamazsınız. Fotosentez ve yan ürünler Odun, sadece yakmak için değil, inşaat dahil birçok farklı alanda kullanılan çok önemli bir materyaldir. Örneğin kağıt, pamuk ve diğer doğal liflerin neredeyse tamamı fotosentezle üretilen selülozdan oluşur. Hatta yün üretimi bile fotosentezle gelen enerjiye bağımlıdır. Bütün bitkisel, hayvansal ve petrol gibi organik maddelerden elde edilen sayısız yan ürünün kaynağı fotosentezle işlenen güneş enerjisidir.65 Fotosentez ve çevre Canlılar, havadaki karbondioksitin ve havanın ısısının sürekli olarak artmasına neden olurlar. Her yıl insanların, hayvanların ve toprakta bulunan mikroorganizmaların yaptıkları solunum sonucunda milyarlarca ton karbondioksit atmosfere karışır. Ayrıca, fabrikalarda ve evlerde kalorifer ya da soba kullanılarak tüketilen ve taşıtlarda kullanılan yakıtlardan atmosfere verilen karbondioksit miktarı da milyarlarca tonu bulmaktadır. Yapılan bir araştırmaya göre, son 22 yılda atmosferde görülen karbondioksit artışı 42 milyar tondur. Bu artışın en önemli nedenlerinden biri ise kullanılan yakıtlar ve orman tahribatlarıdır. Son 22 yılda yakıtların neden olduğu karbondioksit artışı ise 78 milyar tondur.66 Atmosfere sürekli olarak çeşitli yollardan yoğun miktarda karbondioksit verilir. Eğer atmosferdeki karbondioksit oranı, fotosentez yoluyla dengelenmeseydi, canlıların hayatlarını sürdüremeyeceği bir atmosfere sahip olurduk. Bu artış dengelenmediği takdirde ekolojik dengelerde bozulma meydana gelecektir. Böyle bir durumda atmosferdeki oksijen miktarı çok düşük seviyelere inecek, yeryüzünün ısısı artacak; bunun sonucunda da buzullarda erime meydana gelecektir. Bundan dolayı bazı bölgeler sular altında kalırken, diğer bölgelerde çölleşmeler meydana gelecektir. Bütün bunların bir sonucu olarak yeryüzündeki canlıların yaşamı büyük bir tehlikeye girecektir. Oysa durum böyle olmaz. Çünkü bitkilerin ve mikroorganizmaların gerçekleştirdiği fotosentez işleminde sürekli olarak karbondioksit tüketilir ve oksijen üretilir. Bu şekilde de denge korunmuş olur. Yukarıda da belirtildiği gibi, sadece yakıtların neden olduğu karbondioksit artışı 78 milyar ton iken, atmosferde kalan karbondioksit 42 milyar tondur. Bu karbondioksit fazlası, büyük ölçüde fotosentez yoluyla ve okyanuslar aracılığı ile atmosferden temizlenmiştir. Yeryüzünün ısısı da belli bir aralık içinde sabittir, çok büyük ısı değişimleri yaşanmaz. Çünkü yeşil bitkiler ısı dengesini de sağlarlar. Yeryüzündeki canlı yaşamı için son derece hayati olan bu dengelerin devamlılığını sağlayan, fotosentez işlemidir. Atmosferdeki oksijen miktarının korunması için de başka bir mekanizma yoktur. Sonuç olarak fotosentezin ne kadar önemli bir mucize olduğu ve hayatımızı ne kadar yakından etkilediği ortadadır. Bu mükemmel sistem, henüz içinde bulunduğumuz yüzyılda keşfedilmiştir. Her aşaması hayret verici mucizelerle dolu bu mekanizmanın şu ana kadar keşfedilmiş aşamalarını incelemek, Allah'ın sonsuz ilmine açılan bir kapı olacaktır.
-
yok be dalga geçmiyorumda çok zekiymişsin onu söyledim..
-
Burcunu Söyle Sana otomobilini Söyleyeyim
kaan_bebeto şunu cevapladı bir başlık içinde Astroloji - Burçlar - Geleceği Öğrenin
walla bende severim bu renkerli bende boğa burcuyum yalnız benim araba beyaz hemde süt beyzı çok tatlııı boğa burcunun tanımlaması genelde dogru -
benim sarı prenses ve yunus balıklarım varr çok tatlılar balıklar insanın stresini azaltıyor... Akvaryum suyunun hazırlanması Şehir sularında bulunan klor ve ağır metaller bitki ve balıklar için zehirlidir. Bu suyun ilk önce akvaryum için uygun hale getirilmesi gerekir. Akvaryuma koymadan önce temiz ve zehirli olmayan bir kapta bir hafta dinlendirmek ya da bir su filtresi veya hava pompasıyla bir iki gün havalandırmak gerekir. Bundan sonra da suyun içinde kalan kloru ve ağır metalleri nötralize etmek için bir su hazırlama preparatı kullanmak (örn. BioPlast AquaClean) yerinde olacaktır. Bakır zehirlidir. Bu yüzden yeni kurulmuş, henüz kireçlenmemiş bakır tesisatlardan gelen su, akvaryumlar için uygun değildir. İçinde zehirli metaller bulunma olasılığı olduğu için musluktan akan sıcak suyu da akvaryum için kullanmamalısınız. Sadece soğuk su, o da bir süre akıtıldıktan sonra kullanılmalıdır. Suyun kimyası İçinde yaşadıkları suyun bileşimi, diğer bir deyişle kimyası balık ve bitkiler için büyük önem taşır. Bazı balık ve bitki türleri yaşamlarını sürdürebilmek için çok özel su şartları (pH, GH, erimiş karbondioksit miktarı vs.) gerektirirler. Bunlar hassas ve zor türlerdir. Örneğin bir Güney Amerika cüce çikliti olan apistogramma agassizi nin uzun dönemde sağlıkla yaşayabilmesi için diğer şartların yanında akvaryum suyunun asitlik değerinin de 6 - 6,7 pH arası olması gereklidir. Bazı türler ise çok geniş aralıklardaki su değerlerinde sağlıkla yaşayabilir ve hatta çoğalabilirler. Bunlar, çoğu zaman doğada da mevsimlerle bağlı olarak değişen su şartlarına göğüs germek zorunda olan dayanıklı türlerdir. Akvaryum bitki ve balıklarına gereksinim duydukları su şartlarını sağlayabilmek, suyun kimyasından bir miktar anlamayı gerektirir. Özellikle bilinmesi gerekenler, akvaryumculukta önem kazanmış toplam sertlik (GH), karbonat sertliği (KH), asitlik (pH) ve erimiş karbondioksit (CO2) gibi değerlerin ilişkileridir: Suyun asitlik derecesi (pH) Suyun pH derecesi, içinde çözülmüş halde bulunan bütün asitik ve bazik maddelerden etkilenir. Suyun pH derecesiyle, bütün bu maddelerin toplam etkisi ölçülmüş olur. Suda ne kadar çok asitik madde varsa, pH değeri de o kadar düşer. Kimya dilinde belirtilecek olursa, asitik su elektron almaya, bazik su ise vermeye eğilimlidir. 0 - 14 pH skalası Suyun pH derecesi, sudaki hidrojen (H+) iyonları konsantrasyonunun negatif logaritmasıyla (10-pH) orantılıdır ve 0-14 aralığında bir skalayla ölçülür. Saf suyun hidrojen iyonları (H+) konsantrasyonu, hidroksit (OH-) iyonları konsantrasyonuna eşit, pH derecesi de nötr, yani 7dir. Asitik özellikli sularda (pH 0-7 aralığı) H+ iyonları OH- iyonlarından daha fazla, bazik özellikli sularda ise (pH 7-14 aralığı) OH- iyonları H+ iyonlarından daha fazla bulunur. Tatlı su akvaryumları için genelde 5.5 - 8.5 pH aralığı önem taşır. Çoğu tatlı su kaynaklarının pH derecesi de bu değerler arasındadır. Örneğin Afrikadaki Malawi Gölünün çeşitli yerlerindeki pH değerleri 7.5-8.5 arasıyken (bazik), tropik Amazon sularının çoğu yerinde pH 6.5in altındadır (asitik). Balık ve bitki türleri sağlıklı yaşamak için belli pH değerleri gerektirirler Suyun pH değeri akvaryumculukta çok önem kazanmıştır. Her balık veya bitki türü, sağlıklı yaşayabilmek için belli sınırlar içindeki pH değerlerini gerektirirler. Bazı türler, 6,5 - 8,5 gibi geniş bir pH aralığında sorunsuzca yaşamlarını sürdürürken bazıları 5,5 - 6,5 aralığı gibi özel (asitik) su şartlarına gereksinim duyarlar. Sudaki hızlı pH değişimleri tehlikelidir! Çoğu zaman, suyun mutlak pH derecesinden çok, pHın dengede sabit tutulması önemlidir. Çünkü balıklar, bitkiler ve mikroorganizmalar, ani pH değişimlerinden son derece olumsuz etkilenirler. Suyun pH derecesinin dengede tutulmasında bikarbonat sertliği önemli rol oynar. Genel olarak, suyun bikarbonat sertliği yükseldikçe pH da yükselir ve daha kolay dengede tutulur. Örneğin bikarbonat sertliği arttıkça akvaryumdaki karbondioksit miktarına bağlı günlük pH salınımları azalacaktır. Disk balığı gibi düşük pH dereceleri (5,5-6,5) gerektiren balıkların bakımının zorluğu da kısmen bu noktadan kaynaklanır. Bu pH değerlerinde suyun bikarbonat sertliği de düşük olacağından pHı dengede tutmak zorlaşır. Bir çoğu Amazon Nehri kökenli asitik su gerektiren balıklar için turba (almanca torf, ingilizce peat) filtre malzemesi kullanılması önerilir. pH ve karbondioksit Bir akvaryumda pH değerini etkileyen en önemli madde karbondioksittir (CO2). Suda ne kadar çok karbondioksit varsa pH da o kadar düşer. Gündüzleri bitkiler fotosentez sırasında karbondioksit alır oksijen verirler. Bu yüzden de bitkili akvaryumlarda pH derecesi, sabah ışık ilk açıldığında en düşük noktasındayken akşam ışığın kapanmasına yakın en yüksek noktasına ulaşır. Suyun toplam sertliği (GH) Sudaki katyonlar ve GH Sertlik yapan tuzlar: Kalsiyum ve magnezyum tuzları Suda çözünmüş türlü tuzlar arasında kalsiyum ve magnezyum tuzları suyun toplam sertliğini oluştururlar. Suda en çok bulunan sertlik yapıcı bileşikler genelde kalsiyum bikarbonat [Ca(HCO3)2] ve kalsiyum sülfattır [CaSO4]. Kalsiyum ve magnezyum tuzlarının çok bulunduğu sular sert, az oldukları sular ise yumuşak olarak nitelendirilir. Sertliğin ölçüm birimi olan 1° GH litrede 10 mg kalsiyum veya magnezyum oksite karşılık gelir. (Ca: Kalsiyum, Mg: Magnezyum, Na: Sodyum, P: Potasyum) Geçici sertlik: Kalsiyum bikarbonatın neden olduğu sertliğe geçici sertlik de denir, çünkü suyu kaynatınca bu sertlik kaybolur. Kalsiyum sülfatın yol açtığı sertlik ise kalıcı sertliktir. Böylece: toplam serlik (dGH) = kalıcı sertlik + geçici sertlik Akvaryumculukta su, sertlik derecesine (GH) göre aşağıdaki gibi sınıflandırılır: 0°-5° ÇOK YUMUŞAK 5°-10° YUMUŞAK 10°-15° ORTA SERT 15°-20° SERT 20°- + ÇOK SERT Suyun sertliği ve ozmotik basınç Suyun sertliği, ozmotik basınçla doğrudan ilişkilidir; dolayısıyla suda yaşayan her türlü canlının hücresel faaliyetini de doğrudan etkiler. Genel olarak akvaryum balıkları için uygun sertlik derecesi 5° -15° GH arası değerlerdir. Bazı türlerin gerektirdiği su şartları bu sınırların dışında kalır. Güney Amerikada, Amazon nehir sisteminde yaşayan bazı türler ancak çok yumuşak sularda sağlıkla yaşayabilirler. Tanganika ve Malawi göllerinde yaşayan Afrika çiklitleri ise sert su gerektirirler. Sert su yumuşatılabilir Sert su, gerek duyulursa ozmoz suyu karıştırılarak yumuşatılabilir. Ozmoz suyu, musluğa ters ozmoz (reverse osmosis) aleti takılarak musluk suyunun yaklaşık %98 oranında saflaştırılmasıyla elde edilir. Suyun karbonat sertliği (KH) Karbonat sertliği, sudaki bikarbonat (HCO3-) iyonlarının konsantrasyonunun bir ölçüsüdür. Karbonat sertliği, akvaryum balıkları için tehlikeli olan ani pH değişimlerine karşı tampon görevi yapar; KH ne kadar yüksekse pH salınımları o kadar az olur. Bir akvaryumda karbonat sertliği çok düşükse, balık, bitki, ve bakteri faaliyeti sonucu artan veya eksilen karbondioksite bağlı olarak pH salınımları çok yüksek olacak, bu da biyolojik dengeyi ve balıkların sağlığını çok olumsuz etkileyecektir. Çok özel su şartları gerektiren balık ve bitki türlerini bir yana bırakırsak, bir akvaryumdaki karbonat sertliğinin 3° -10° KH arası bir değer olması önerilir. sudaki anyonlar ve KH Karbonat sertliği sudaki bikarbonat (HCO3-) konsantrasyonunun bir ölçüsüdür. Karbonat sertliği, sadece bikarbonat (HCO3-) iyonlarının konsantrasyonuna bağlıdır ve kalsiyum bikarbonata [Ca(HCO3)2] bağlı geçici sertlikle karıştırılmamalıdır. Karbonat sertliği, toplam sertlik (GH) yaratmayan sodyum bikarbonat (NaHCO3) veya potasyum bikarbonat (PHCO3) tuzlarının çözünmesiyle de oluşabilir. Genel eğilim, toplam sertliğin (GH) karbonat sertliğinden (KH) yüksek olmasıyla birlikte, bazı durumlarda (örneğin saf suda sodyum bikarbonat eritmiş olduğunuzu düşünün) bunun tersi de görülebilir. Karbonat sertliği (KH), karbondioksit (CO2) ve asitlik (pH) ilişkisi Normalde bir akvaryumda karbonat sertliğini -aynı zamanda geçici sertliği de-oluşturan en önemli tuz, suda kolaylıkla eriyen kalsiyum bikarbonattır [Ca(HCO3)2]. Kalsiyum karbonatın (CaCO3) ise çözünürlüğü çok düşüktür. Kaynatılarak suyun geçici sertliğinin nasıl giderildiğini aşağıdaki çift yönlü kimyasal denklem aracılığıyla daha iyi açıklayabiliriz: Karbondioksit azalırsa, denge, denklemin sağ tarafı lehinde bozulur ve kalsiyum bikarbonatın bir kısmı kalsiyum karbonata dönüşerek çökelir. Kalan karbondioksit miktarına bağlı olarak kalsiyum bikarbonat konsantrasyonunun daha düşük olduğu yeni bir denge noktası oluşur. Tersine suya karbondioksit verdiğimizi düşünelim; bu durumda denge, denklemin sol tarafı lehinde bozulur. Yani çökelti halinde bulunan kalsiyum karbonatın bir kısmı kalsiyum bikarbonata dönüşerek suda erir. Gazların sudaki çözünürlükleri suyun sıcaklığı arttıkça azalır. Su kaynatıldığı zaman içindeki erimiş karbondioksit gazının hemen hepsi havaya uçar. Bunun sonucu olarak da kalsiyum bikarbonat kalsiyum karbonata dönüşür ve çökelir. Çaydanlıklar da bu nedenle zamanla kireçle, yani kalsiyum karbonatla kaplanırlar. Bitkili bir akvaryumda karbondioksit konsantrasyonunun 5 - 15 mg/litre olması optimaldir. 5 mg/litreden azı bitkiler için yetersizdir; 15 mg/litreden fazlası ise balıklar için tehlikelidir. Sudaki erimiş oksijen (02) Akvaryumda oksijen, balık, bitki ve aerobik bakteriler gibi oksijenle solunum yapan diğer canlılar için yaşamsal önem taşır. Balıklar, solungaçlarıyla sudaki oksijeni alır, suya karbondioksit verirler. Bitkiler ise gündüzleri fotosentez yaparken karbondioksiti kullanır, yerine suya oksijen verirler. Suyun sıcaklığına bağlı olarak erimiş oksijen konsantrasyonunun bir doyma noktası vardır. Su ne kadar soğuksa oksijen kapasitesi o kadar yüksektir. Akvaryuma oksijen yüzey hareketi ya da bitkilerle kazandırılabilir. Yüzey hareketi, havadan difüzyon yoluyla suya karışan oksijenin geçişini hızlandırır. Su filtreleri veya hava motorları, yüzey hareketi yaratarak suyun oksijence zenginleşmesini sağlarlar. Çok fazla yüzey hareketi, bitkilerin gereksinim duyduğu karbondioksitin havaya uçmasına neden olurak bitkilerin sağlıklı gelişmesini engeller. Eskiden çok kullanılan hava motorlarının bugün bitkili akvaryumlarda önerilmemesinin nedeni de budur. Çeşitli sıcaklıklarda doyma noktasındaki oksijen miktarları: SICAKLIK (°C) OKSİJEN(mg)/litre 10° 11,3 15° 10,1 20° 9,1 25° 8,3 30° 7,6 Balıklar için en sağlıklı oksijen kaynağı akvaryum bitkileridir. Bitkiler fotosentez sırasında açığa çıkardıkları oksijenin çok azını solunumda kullanırlar. Balıkların oksijen sıkıntısı çekmemeleri için akvaryum balıkça gereğinden kalabalık olmamalı, yeteri kadar bitki ve bitkileri olumsuz etkilemeyecek kadar da yüzey hareketi olmalıdır. Genelde sağlıklı ve bol bitkili akvaryumlarda oksijen sıkıntısı çekilmez. alıntıdır...
-
Türkiye'de olağanüstü arı ölümleri var 2 Haziran 2007 A.A. Porto Riko Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Tuğrul Giray, bu yıl Türkiye'de olağan üstü arı ölümleri olduğunu, arı hastalıklarının da bu ölümleri açıklamadığını bildirdi. Giray, ODTÜ Biyoloji Bölümü ve Tema Vakfı tarafından ODTÜ Kongre Merkezi'de düzenlenen “Türkiye Arı Ölümleri Araştırma Çalıştayı”nda ülkedeki arı ölümlerine ilişkin düzenlenen araştırmanın sonuçlarını açıkladı. Bu yıl kışın sıcak geçtiğini ve çok az kar yağdığını hatırlatan Giray, balın veriminde de düşüş olduğunu söyledi. ABD'de Şubat ayında yüzde 60-70 oranlarında arı ölümleri yaşandığına dikkat çeken Giray, eş zamanlı olarak Türkiye'de de yüksek arı ölümlerinin gerçekleştiğini ifade etti. ABD'de arı ölümlerinin “kovan çökme bozukluğu” olarak adlandırıldığını Türkiye'de de ölüm oranlarının artmasıyla araştırma başlattıklarını anlatan Giray, ancak yapılan araştırmalarda bu ölümlerin arı hastalıklarından kaynaklanmadığının ortaya çıktığını belirtti. Arı ölümlerinin nedenini tam olarak bilinmediğini, bunun iklim değişikliğinden mi kaynaklandığını yoksa ABD'den mi geldiği konusunda henüz bir bağlantı olmadığını anlatan Giray, arı hastalıklarının da bu yılki ölümleri açıklamadığını söyledi. Türkiye'de önceki yıllarda arı ölümlerinin yüzde 9,5 oranında gerçekleşirken, bu yıl bu oranın yüzde 42'ye çıktığına dikkat çeken Giray, ancak arı ölümlerinin yöresel olduğunu, her bölgede arı ölümlerinin gerçekleşmediğini kaydetti. Arı ölümlerinin en çok Artvin ve Ardahan'da görüldüğüne işaret eden Giray, bu illeri Rize, Sakarya, Malatya, Afyonkarahisar ve Ankara'nın izlediğini belirtti. ODTÜ Biyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aykut Kence de arıların Türkiye'nin ekonomisine ve çevreye büyük katkı sağladığını ifade ederken Türkiye'de arı genetik çeşitliliğini korumanın çok önemli olduğunu vurguladı.
-
gaffur ne yapıyorsun ???? MÜZİK DİNLİYORUM DANS EDİYORUM BU BE BENİM HOOBİM.... olum biraz sakin ol yaaa NE KADAR EĞLENCELİ OLURSA ÇEKİM O KADAR İİY OLUR DEDİN hadi git canım ÇEKİLİŞKİLİ .... 113 BÖLÜM ÖZEL DANSI GAFFURUN EN SON DANSI
-
Fosil yakıtlarla çalışan taşıt araçlarının egzoz gazlarındaki karbondioksit, küresel ısınmaya neden olduğundan, yenilenebilir kaynaklardan üretilen yakıtlara yöneliş başladı. Kyoto Protokolüne uyum sağlamak için kullanılabilecek önemli bir alternatif de biyoetanoldür. Biyoetanol, aslında günlük hayatta "alkol" olarak bildiğimiz "etil alkol"den başkası değildir. Ancak üretimin biyolojik yolla yapılması gerekiyor. Buna fermantasyon deniyor ve hammadde olarak nişastalı, şekerli veya selülozlu bitkiler kullanılabiliyor. Dünyada biyoetanol üretimi Biyoetanol üretimi ve tüketiminde, Brezilya başı çekiyor. Ülkede tüketilen yakıtların % 22 sini, şeker kamışından üretilen alkol oluşturuyor. Yıllık üretim miktarı 13 milyar litre yi buluyor. Biyoetanol ABD de de oldukça yaygındır. Satılan benzinlerin %10 undan fazlası % 10 oranında alkol içeriyor. Kanada da, 5 tesiste biyoetanol üretiliyor. Yıllık toplam kapasite 175 milyon litredir. Kanada da yılda toplam 240 milyon litre etanol-benzin karışımı satan firmaların yaklaşık 1000 şubesi bulunuyor. Isveç te, yılda 50 milyon litre biyoetanol üreten bir tesis 2001 den beri faaliyettedir. Günümüzde, biyoetanolün dünyadaki yıllık toplam üretimi 21 milyar m3 e ulaşmış bulunuyor. Yılda 45 milyon litre biyoetanol üretim kapasitesine sahip bir tesis 80 milyon YTL ye maloluyor. Hammadde olarak buğday, mısır, patates, şeker pancarı, şeker kamışı, tatlı sorgum, tarımsal atıklar, saman ve hatta odun bile kullanılabiliyor. Brezilyadaki şeker kamışında 1 m3 alkolün üretim maliyeti 160 euro, 1m³ susuz biyoetanolün fiyatı ise 220 eurodur. Biyoetanolün avantajları Benzine % 5 oranında biyoetanol ilave edilerek elde edilen katkılı yakıt, mevcut petrol istasyonlarında ve motorlu araçlarda hiçbir değişiklik yapmadan kullanılabiliyor. Bu yakıtın 1 litresi yakıldığında, havaya 2,4 kg daha az karbondioksit çıkıyor ve emisyonlar % 4,5 oranında azalıyor. Ayrıca benzinin oktanında iyileşme ve motorun ürettiği güçte de artış meydana geliyor. Biyoetanol katkılı yakıt, diesel motorlarda da benzinli araçlarda olduğu gibi düşük oranlarda motorda değişiklik yapılmadan kullanılabiliyor. % 15 etanol, % 84,5 diesel yakıtı ve % 0,5 katkı maddesinden meydana gelen bu karışıma "Diesohol" adı veriliyor. kaynak
-
hollanda elektirik ampüllerinden vaz geçecekmiş..
kaan_bebeto şurada bir başlık gönderdi: Çevre Bilimi - Ekoloji
Hollanda Çevre Bakanı Jacqueline Cramer, yaptığı açıklamada gelecek dört yıl içinde klasik elektrik ampullerinin üretim ve satışını tamamen yasaklamayı ve enerji tasarruflu ampulleri zorunlu kılmayı amaçladıklarını belirtti. Klasik ampullerden yüzde 70 daha az enerji harcayan bu ampuller, yalnız ev ve işyerlerinde değil, sokak aydınlatmasında da kullanılacak. Daha önce de Avusturya hükümeti ülkede klasik ampulleri 2010 yılına kadar tamamen kullanımdan kaldırma kararı almıştı. kaynak -
Hollanda Çevre Bakanı Jacqueline Cramer, yaptığı açıklamada gelecek dört yıl içinde klasik elektrik ampullerinin üretim ve satışını tamamen yasaklamayı ve enerji tasarruflu ampulleri zorunlu kılmayı amaçladıklarını belirtti. Klasik ampullerden yüzde 70 daha az enerji harcayan bu ampuller, yalnız ev ve işyerlerinde değil, sokak aydınlatmasında da kullanılacak. Daha önce de Avusturya hükümeti ülkede klasik ampulleri 2010 yılına kadar tamamen kullanımdan kaldırma kararı almıştı.