Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

sinirz

Φ Yeni Üyeler
  • İçerik Sayısı

    7
  • Katılım

  • Son Ziyaret

sinirz - Başarıları

Çaylak

Çaylak (2/14)

  • İlk İleti
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra
  • Bir Yıl İçinde

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. Bir kere Türk Devleti müslüman bir devlet değil,halkının büyük çoğunluğu müslüman olan bir devlettir.Bu ayrımın farkına varmak çok mühimdir.Sen bu farkın bilinci değilsin.Ayrıca Cumhurbaşkanımızın zaman zaman da olsa içine karıştığı halkından aldığı tepkiler ortadadır.Bunun en son örneğini ODTÜ'de görmüş bulunmaktayız.Büyükelçilerin,Başbakanların,Bürokratların ve hatta hatta Cumhurbaşkanlarının bile gidince kovalandığı,defedildiği,yuhalandığı ODTÜ'de öğrencilerin Cumhurbaşkanımızı karşılama biçimini hep birlikte gördük.Başka çok sayıda örnek verebiliriz.Meclise söz geçirmeye gelince M.Kemal'e ve onun kurduğu cumhuriyetin ilkelerine ve ona inananlara sayısız kere küfür etmiş bir insanın liderliğini yaptığı partinin çoğunlukta olduğu bir meclise Cumhurbaşkanımızın söz geçirmesi zaten beklenemez. Elhamdülillah şeriatçıyız 1994 Ata'ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok 1994 Ben İstanbul'un imamıyım 1995 İmamlar da nikah kıysın 1995 Cumhurbaşkanının imim hatipli olacağı günler yakındır 1996 Ben meclisin dua ile açılmasından yanayım 1996 Hep konuştular, demir ağlarla ördük dediler ne ördünüz laftan başka? 2003 Milli Eğitim ve laiklik kavramları değişime açıktır. 2004 CHP'nin kökü berektsizdir. 2004 Maaşım yetmediği için ticaret yapıyorum. 2004 Laik değilim, laikliği korumakla yükümlüyüm .2005 Kıbrıs'taki Türk askeri Lübnan'daki Suriye varlığına benzer. 2005 Ben ülkemi pazarlamakla mükellefim.2005 Mahkemenin türbanla ilgili söz söyleme hakkı yoktur. Söz söyleme hakkı din ulemasınındır. 2005 Bayram değil seyran değil...2005 ( Erdoğan bu sözü Cumhurbaşkanı Sezer 29 Ekim Resepsiyonu'na rektörleri davet edince söyledi, yani 29 Ekim Sayın Erdoğan için bayram da değildi, seyran da) Güç geçindiğini göstermek için "Satılık Böbrek" yazılı bir döviz gösteren vatandaşa "Sakatatçı dükkanı değil burası " demesi 2005 Ürününün dalda kaldığından "Anam ağlıyor" diye şikayet eden çiftçiye "Ananı da al git" yanıtını vermesi 2006 Oğlunun işsiz olduğunu söyleyen babaya "Senin oğlun da işsiz kalsın, otur" diye bağırması 2006 İslami holdinglere para kaptıran holdingzedeye "Para verirken bana mı sordun" diye çıkışıp, bir de sahtekar yaftasını yapıştırması 2006 Eskiden bakanlık da yapmış, koskoca bir büyükelçiye kameraların önünde şov yaparcasına " Genelgeyle ilgili gerekli değişikliği emredeceğim" demesi 2006 Acaba bu sözleri söyleyebilecek bir kimliğe sahip olan bir liderin milletvekillerinin tek başına hükmettikleri bir meclise Cumhurbaşkanımız hükmedebilir mi?Ya da halkıyla bu kadar tezada düşen Sayın Cumhurbaşkanımız mı yoksa Tayyip Bey mi?
  2. sinirz

    SEVDA TEPESİNE İMAR İZNİ

    Kral Abdullah’ın ziyareti sonuç verdi; Sevda Tepesi için tam 22 yıldır beklediği imar izni çıkıyor İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Anadoluhisarı’nda bulunan ve halk arasında Sevda Tepesi olarak bilinen, Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin Abdülaziz’e ait 57 bin 470 metrekarelik arazi ile ilgili imar çalışmasına start verdi. Kral’ın veliaht prens olduğu 1984’te, dönemin Başbakanı Özal’ın ‘imar çıkacak’ garantisiyle 27 milyon dolara aldığı Sevda Tepesi’nin imara açılacağı müjdesini İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş verdi: “Bu yer rahmetli Özal tarafından Başbakanlığı döneminde Suudi Arabistan Kralı’na satılmış. Buraya gelmesini ve kullanmasını istemişler. Daha sonra imarlı olduğu halde, bir dava sonucunda imar yapılamaz hale geldi. Mülkiyeti onlara ait. İmar açısından bir problem çıkmayacak şekilde çözünürlülüğü varsa, bu çözülmelidir. Mütevazı ölçekte, o bölgeyi rahatsız etmeyecek, boğazın kendi kanununa uygun bir şey yapılabilir mi ona bakılacak. Olursa bu izni verilebilir diyorum, olmazsa bunun diğer şekliyle telafi edilmesi gerekir.” UZUN SÜRE SATILAMAMIŞTI İmar çalışmalarına Kral’ın, Ağustos ayındaki ziyaretinin ardından hız verildi. Gezisinin büyük bölümünde Başbakan’ın eşlik ettiği Abdullah, Sevda Tepesi’ni de gündeme getirmişti. Boğaziçi’nde Kıbrıslı Yalısı’nın arka bahçesi olan koruda, 50’den fazla ağaç var. Korunun bulunduğu tepe, Boğaziçi’nin bir zamanlar önemli mesire yerlerinden olan Göksu’yu tepeden görüyor. Yalının ve korunun sahibi olan aile Dirvana Ailesi, uzun yıllar, koruyu satmaya yanaşmamıştı. Geçen sene de gazetelere verilen ilanlarla satılığa çıkarılan arazi, alıcı bulamamamıştı. “YASA DEĞİŞMEDEN İMARA AÇILAMAZ” İstanbul Şehir Planlamacıları Odası Başkanı Ahmet Turgut: “Bu alanın imara açılması için öncelikle, Boğaziçi Kanunu’nun, Meclis’te değiştirilmesi gerek. Koruma Kurulu burayı SİT alanından çıkartacak. Anıtlar Kurulu’nun kararıyla, plan tadilatı süreci başlar. Büyükşehir Belediye Meclisi’nde karar alındıktan sonra, Belediye Başkanı onaylar. Ardından da, Başbakan’ın başında bulunduğu 7 bakandan oluşan İmar Yüksek Koordinasyon Kurulu’nun onayına sunulur. Son onay Başbakan’ındır. Yasa değişmeden, hiç kimse plan yapamaz.” Sevda Tepesi ile ilgili özel bir yasa çıkartılabileceği belirtiliyor. Ancak, Cumhurbaşkanı Sezer’in, kişiye özel bir yasayı onaylayacağına ihtimal verilmiyor. Ayrıca Mimarlar Odası gibi sivil toplum kuruluşları da, bu düzenlemeyi dava edeceklerini ve konuyu dünya gündemine taşıyacaklarını açıklamıştı. Özel formülün, turizm imarıyla gelebileceği de söyleniyor.
  3. sinirz

    Akepeli Başkan Hapiste

    İstanbul’un Büyükçekmece İlçesi’ne bağlı Tepecik Beldesi’nin Belediye Başkanı AKP’li Rafet Yıldız, işadamı Hasan Bayraktar’dan, yaptıracağı inşaatın imar izni karşılığında 100 bin YTL rüşvet istediği gerekçesi ile jandarma tarafından dün gözaltına alındı. Savcılık tarafından sorgulanan Yıldız, tutuklanarak Metris Cezaevi’ne gönderildi. İddialara göre; Başkan Rafet Yıldız, işadamı Bayraktar’ın kazdırdığı inşaat temelini, imar izni olmadığı gerekçesi ile ekiplere mühürletti. Arkasından Bayraktar’a, inşaat için imar izni alabileceğini, bunun karşılığında da 100 bin YTL vermesi gerektiğini söyledi. Akrabası Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcı Mukadder Başeğmez’den yardım isteyen işadamı Hasan Bayraktar, jandarmaya da şikayette bulundu. Harekete geçen sivil jandarma ekipleri, Bayraktar ile beraber Rafet Yıldız’la görüşmeye gitti. Saat 11.30 sıralarında bir toplantıdan çıkan Yıldız, yanında jandarma bulunan Bayraktar’dan aynı talepte bulununca gözaltına alındı. Savcılığa sevk edilen Rafet Yıldız, dört saat süren sorgusunun ardından, kamu görevlilerinin rüşvet almasına dair "irtikap" suçundan tutuklanarak cezaevine gönderildi. Yıldız’la birlikte gözaltına alınan belediye meclis üyesi Halil İbrahim Okutan ise serbest bırakıldı.
  4. 15/09/2006: TARİKAT..BEKİR COŞKUN YAZIYOR ARKADAŞLAR, gazetelerdeki köşelerinde "Bu tarikatların arkasında kim var?" diye sordular. Önceki gün Başbakan, tarikatların arkasında kimlerin olduğunu net ve tartışılmaz biçimde ortaya koydu. Dedi ki: "Çarşamba’daki şeyleri görüyorsunuz (....) İki diploma sahibi bir hoca öldürülüyor, en ufak bir başsağlığı yok (....) Ama öbür taraftan öldüren hakkında linç girişiminde bulunulduğu, bulunulmadığı hakkında her türlü iftira, gayri meşru yayın yapılıyor. Olayın hassasiyeti var. Bunlar hassas konular ve burada hassasiyetimizi hep birlikte korumalıyız..." Yine de "tarikatların arkasında kimin olduğunu" anlamayan olabilir mi? * "Çarşamba’daki şeyler"i biliyorsunuz; ilginç ortaçağ giysileri, sarık-cüppe ve kara çarşaflı çarşıları, bodrum katlarındaki şeriat mahkemeleri ile binlerce tarikattan birisi. Tarikatın camisinde bir müridi tarafından bıçaklanarak öldürülen, Başbakan’ın "İki diplomalı" olduğunu özenle söylediği ve medyadan "başsağlığı" beklediği bir tarikat lideri... Bıçaklayan linç edilip parçalanarak öldürülünce "Düştü, kafasını çarptı" diye tutulan ilk raporlar. Ve devletin elinde sadece, linç olayına karışanlardan kalma, camiden toplanmış yedi adet takke... İçindekiler tüymüş, takkeleri yakalamışlar. Belki sorgulama da yapılacak ve polis "Linç mi yaptınız, yoksa ayağı kaydı da başı taşa değince mi öldü?" diye soracak, ama ele geçirilen takkelerin içinde müritlerin kafaları yoktu. * İşte Başbakan’ın "Bunlar hassas konular, olayın hassasiyeti var ve hassasiyetimizi korumalıyız" dediği bunlar. Bir cinayet ve bir linç ile ortaya dökülen tarikatlar gerçeği... Tüm bunları yazan-çizenler ise Başbakan’a göre "iftira ve gayri meşru" yayın yapanlar... Hálá "Bu tarikatların arkasında kim var?" diye ne soracaksınız?.. Yasalarımıza göre suç sayılan, ama şeri vergi sistemi, kendi eğitim yöntemi, çarşıları, mahkemeleri olacak kadar serbestçe örgütlenen tarikatlara bir Türkiye Cumhuriyeti Başbakan’ı böyle bakıyorsa... "Bu tarikatların arkasında kim var?" diye sormanın anlamı var mı?.. Bundan daha açık, daha net, daha berrak nasıl kanıtlanır "tarikatların arkasında" kimlerin olduğu?.. Daha nasıl anlatılır?..
  5. Bekir COŞKUN Büyük devlet adamları başka olur... BAŞBAKAN, Lübnan'da huzuru sağlamak için asker göndermek istiyor. Adama demezler mi; öyle bir yeteneğin-becerin varsa, sen önce kendi topraklarında huzuru sağla... Biliyorsunuz: Başbakan büyük bir devlet adamıdır. Özellikle dış politikada büyük bir dehadır. Uyguladığı dış politikaların eşi görülmemiştir. (Misal HAMAS liderlerini Ankara'ya çağırıp, sonra ABD kızınca, onlarla karşılaşmamak için havaalanı yolundaki möble fabrikasına saklanması gibi.) Lübnan'a asker gönderme konusunda ise diyor ki: "Oraya birileri ile çatışmak için asker göndermiyoruz..." Devam: "Biliyorsunuz, istikrar sağlanmadan yatırım ortamı olmaz. Önce istikrarı sağlayacaksın ki bölgeye yatırım yapabilesin..." * O zaman Ali Dibo uzmanı yandaş müteahhitler general kılığına sokulup gönderilebilir oraya. Madem ki çatışma yok, maksat yatırım... Ameleler paraşütle atılır. Lübnanlılar çimento karma makinesine bakıp sorarlarsa: "Bu ne kardeş Türkiye..." "Tank..." Ama daha önemlisi; henüz çocuklarının cesedini yıkıntıların arasından çıkartamamış bir halka yardım söz konusu olduğunda, bunu "yatırımcı" gibi görmek yakışır mı Türk'e?... * Pekiiiii... Güneydoğu'ya yatırım yapılmayıp, yol asfaltlanmadığı için iki polisimizin parçalandığı daha dün Hürriyet'in manşetindeydi. Tunceli Emniyet Müdürlüğü, o yolun asfaltlanması için iktidarın işbaşına getirdiği adamlara dört kez yazı yazmış. Yolun uzunluğu 2 kilometre... Ama gözetleme noktasına giden o yol toprak kaldığı için PKK rahatça mayın döşeyebildi, iki genç polis gitti, aileleri, çocukları ortada kaldı... * Şimdi Başbakan Lübnan'a asker gönderecekmiş, çatışma için değil, bu biliyorsunuz yatırım için... Hem de Lübnan'ı bu hale getiren ABD ile İsrail'in emir kulu ola ola... Devlet adamlığı başka oluyor. Kendi ülkesinde huzuru sağladı, Lübnan'a yetişecek arkadaş. Böyle büyük devlet adamlarımız vardır.
  6. FETHULLAH GÜLEN'İN SAĞ KOLUNDAN İTİRAFLAR... Fethullah Gülen tarikatında yaşanan iç hesaplaşma, tarikatın gerçek yüzünü de gözler önüne serdi. Gülen’in dava arkadaşı ve sağ kolu olarak bilinen Nurettin Veren, kendine bir internet sitesi açarak 35 yıllık “gizli” ilişkileri de gün yüzüne çıkarttı. Veren’in iddiaları, Gülen’in siyasi ve ticari ilişkilerini de belgeledi. Veren, Gülen ile ters düştükleri için öldürülme korkusu da yaşadığını, bazı bakanlara yazdığı mektupta dile getirdi. Nurettin Veren, Gülen’in adeta bütün ilişkilerini kuran kişiydi. Ta ki, Gülen’in ABD’ye gitmesinden sonra görüş ayrılığına düşene dek. O andan itibaren Gülen’in kendisinin ölüm emrini verdiğini iddia ediyor Veren. Bütün bu gelişmeleri anlatmak için kurduğu www.nurettinveren.org adresindeki internet sitesinde fotoğraflarla, belgelerle Gülen tarikatinin iç yüzünü anlatıyor.Cumhuriyet gazetesinde Hikmet Çetinkaya’nın da köşesine taşıyarak ilk defa kamuoyuna duyurduğu bu sitede Veren, Gülen’in “sırlarını” neden ifşa ettiğini şöyle açıklıyor: “Hem bütün yetkililere hem de bütün samimiyeti ile Allah, vatan ve millet için fedakarlık yapan genç kuşaklara, olayların gerçek yüzünü açıklamaya başladım. Şirk ve dikta sistemi ile, yobazlık ve meczupluk haline getirilmek istenen, tek adam, tek lider ve kontrolsüz güç haline gelen bu durumu gözler önüne sererek, Hoşgörü, diyalog ve uzlaşma diyerek kendini ve kitleleri yozlaştırmaya hayır diyorum.” Veren, son zamanlarda Gülen’in Vatikan ziyareti ve Papa Jan Paul ile yakın teması, Yahudi ve Ermeni kiliselerinin baş haham ve papazları ile iç içe oluşu, ve en yakın olan 35 yıllık dava arkadaşlarından dahi gizleyerek ABD’ye hiç sebepsiz kaçarak sığınmasının kendilerini şoka soktuğunu belirtiyor. ABD’nin askeri oldu Bu gelişmelerin tarikat içinde ciddi çatlamalara ve parçalanmalara sebep oolduğunu anlatıyor. “Hastalık yalanı ve bahanesi ile bunu izah etmeye kalkışması ise, kendisine karşı ciddi güvensizlik oluşturarak korkunç tartışmaları ve kavgaları daha büyük boyutlara taşıdı” diyen Veren, bu gelişmeler sonucunda Gülen’in Türk Cumhuriyetleri’ne başlattığı eğitim seferberliğinin, Amerikan akıncısı ve taşeronu olma şekline dönüştüğünü belirtiyor. Veren, Gülen’in elindeki tüm imkanları ABD için kullandığını da ifade ederek şunları söylüyor: “Zaman gazetesi, Samanyolu TV ve bütün cemaate ABD yandaşlığı ve faydaları istikametinde iç bünyede brifingler ve fısıltılı gizli toplantılar düzenleyerek telkin edildi. Bu işe karşı çıkanlar ise; değişik tehdit, ciddi ödüllendirme veya yurt dışına tayin metotları ile dağıtıldı. Bu husustaki girişimlerim ve kendisi ile olan tartışmalarım bir netice vermedi. Ayrıca ciddi ölüm tehditleri ve bütün cemaatin boykotu ile üzerime gelindi.” Bakanlar olayı kapattı Veren, bu tartışmalar sonucunda kendisinin ölüm fermanın bizzat Fethullah Gülen tarafından imzalandığını iddia ederek, Adalet Bakanı Cemil Çiçek, İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu ve Sanayi Bakanı Ali Coşkun’a, eski dava arkadaşları oldukları için bir mektup yazdığını ifade ediyor. Mektupta, can güvenliği ve koruma talep ettiğini, ama bu bakanların siyasi kaygıları dolayısıyla mektubu görmezlikten gelerek, olayları kapatmak istediklerini belirtiyor. Veren, Adapazarı İlahiyatta görevli Prof. dr. Suat Yıldırım, Zaman gazetesi eski sahibi Alaattin Kaya, Fatih Üniversitesi başkanı Prof. Dr. Şerif Ali Tekalan, Gazeteciler Ve Yazarlar Vakfı Başkanı Harun Tokak ve Gülen’in akrabası ve bütün şirketlerin yöneticisi, gizli kasa durumunda olan Ali Bayram’ın kendisini susturmak için baskı yaptıklarını da ileri sürüyor. Nurettin Veren KİMDİR? Nurettin Veren, internet sitesinde kendisini şöyle anlatıyor: Gülen’in 1966 yılında İzmire geldiği ilk günden itibaren, 35 yıl gece gündüz beraber olduğu arkadaşı. Zaman Gazetesi’nin kurucusu, genel müdürü, genel koordinatörü ve Feza Gazeteciliğin noter belgeli en yetkilisi. Samanyolu televizyonu kurucusu, hissedarı ve yönetim kurulu başkanı. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın kurucusu, mütevelli heyeti başkanı. Azerbaycan, Kırgızistan, Gürcistan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Arnavutluk, Romanya, Bulgaristan, İspanya’daki müesseselerin kurucusu. Fatih Üniversitesi kurucusu ve başkanı. Cumhurbaşkanı Sayın Süleyman Demirel’in ülke cumhurbaşkanlarına Nurettin Veren’in şahsına verilen resmi mektuplar ile bunlar hayata geçirilmiştir. Gülen’i ilk defa Tansu Çiller’le gizlice konutta, Özer Çiller’le Altunizade ve Bozyaka’da dört defa, Süleyman Demirel’le, Hikmet Çetin’le evinde, Bülent ve Rahşan Ecevit ile evinde, Hüsamettin Cindoruk’la Meclis’te (50.000 Dolarlık saat hediye edilerek) görüştüren... Aydın Doğan’la ve Hürriyet ekibiyle Hürriyet Plaza’da, Nazlı ve Mehmet Ali Ilıcak’la gazetelerinde görüştüren kişi... Asya Finans kuruluşu için, Özer Çiller ile Altunizade FEM Dersaneleri’nin beşinci katında, İzmir Yamanlar Koleji’nin beşinci katında gizlice görüştüren. Semra Özal’la Altunizade’de, Cem Karaca ile Dedeman Otel’deki Gazeteci ve Yazarlar Vakfı toplantısında, Barış Manço ile Ali Çelik’in evinde, Galatasaraylı futbolcularla Altunizade FEM Dersanesi’nde, Recep Tayip Erdoğan’la belediye başkanı iken Atunizade de görüştüren... Ve şimdi yollarını ayıran, Gülen’in hain ilan ettiği, ABD’de 50 kişinin huzurunda öldürülmesini emrettiği kişiyim. BAKANLAR’A MEKTUP ‘’Ben Nurettin Veren, Siz beni Fethullah Gülen ile 35 yıllık cemaat hizmetlerimden yakından tanırsınız. Çünkü sizlerle birlikte çok zaman aynı dini hizmetlerde koşturduk. Birlikte hizmetleri yaparken Fethullah Gülen ve arkadaşlarıyla çekilmiş fotoğraflarımız bunun ispatıdır. Fethullah Gülen’e, bilginiz üzere benden başka kimse itiraz edip fikir beyan edemezdi. Özellikle ABD’ye kaçış konusuna şiddetli itirazım nedeniyle cemaatten aforoz edilmiş ve ölüm tehditleri almaktayım. Sizden eski bir dava arkadaşım ve yetkili bakanlar olarak güvenliğimin tesis edilmesine yardımcı olmanızı istirham ediyorum. Şayet can ve mal güvenliğime herhangi bir şey olursa bunun sorumluluğu, benim onlarca kişinin önünde öldürülmemi emreden Fethullah Gülen’e aittir. Devletin en üst sorumluları ve eski dostlar olarak gerekli hassasiyeti hem cemaat tarafına hem de resmi olarak göstermenizi istirham ediyorum. Bilgilerinize arz ederim.’’ ‘HERKESE DAYAK ATIYORDU’ 1966-69 yıllarında Kestane Pazarında okuttuğu talebelerinden dayak yemeyen kimse yoktur. Bozyaka Yurdu’nda şimdiki Yamanlar Kolleji’nin Müdürü Barbaros Kocakurt ile aramızda şöyle bir konuşma geçti: “Benim hocaefendiye yaptığım bazı itirazlarımı görünce “Abi hocaefendinin yanında kalmak istiyorsan onun köpeği değil, hem kedisi hem köpeği olmalısın. Bana en ufak hatamda yada canı sıkıldığı zaman yere yıkıp üstümde tepindiğini yoruluncaya kadar vurduğunu biliyorsun. Ben bu şartlarda yanında kalabiliyorum” dedi. Cevdet Türkyolu’nun kafasında kaç tane sandalye, sehpa kırıldığını hocaefendinin kendisine sormak lazımdır. Bir gün Bozyaka Yurdu’nda mermere vurulmuş gibi müthiş bir tokat sesi duyduk. Cevdet yanımıza geldiğinde yüzü kıp kırmızıydı.Yanımda hanımda vardı. “Ne lan bu ses deyince”, “Yüzümü görmüyormusun” dedi. Altunizade FEM ‘in üst katındaydık. FEM dersaneleri o zamanki Genel Müdürü Çamlıca camisi ve okulunu yaptıran Ali Katırcının damadı Mehmet Demircan’ı Üsküdar’da bir yere gönderdi. Beklediğinden biraz geç geldiği için müthiş sinirlendi. Evli barklı Demircan’ı öldüresiye tekme tokat dövdü. Biz araya girip kurtarmaya çalıştık. Hırsını alamayıp Alaatin Pekmezciyle bana falakayı uzatıp bağlamamızı söyledi. Bizde bağladık, yere yıkıp ayaklarını havaya kaldırdık. Eline aldığı kalın sopayla yorulasıya kadar vurdu. Demircan bir taraftan yalvarıyor ve ağlıyordu, bağırıp kıvrandı ve bayıldı. Ayaklarını çözdük.” Hocam n’olur yeter birşey olmasın, bakın bayıldı deyince irkildi, ayağa kalk numara yapma diye bağırdı ve sopayla koluna şiddetle bir kere daha vurdu ve çıkarın bunu dedi. Biz Demircan’ı sürükleyerek odasından çıkardık. ‘ÇİLLER KREDİYE ARACI OLDU’ Fethullah hoca beni çağırdı, Şimdiki Asya Finans Yönetim Kurulu Başkanı Tahsin Tekoğlu’nun zor durumda olduğunu söyleyerek elime kalın bir dosya verdi. Tansu Çillere gitmemi söyledi.... Bu durum Asya Finans’ı da zor durumda bırakabilecektir. Çünkü Tekoğlu hali hazırda Asya Finansın yönetiminde yer almaktadır. Yazık değil mi Asya Finansa? Tekoğlu’na 1993 yılında Eximbank’tan 72 milyon dolar Çiller araya konularak alınan usulsüz kredi Tekoğlu’nu Tütünbank’ın elinden hacizli durumdayken milletin parasıyla zengin yapmıştır. Biz itibarımızı milletin parasını Tekoğlu’na aktarmak için mi kullanmalıydık? _________________
  7. 1924’ten bugüne 'Cumhuriyet'... Cumhuriyet’i aynı yörüngede yaşatmak, Cumhuriyet Türkiyesi'ne, topluma ve Cumhuriyet Okurları'na karşı, bir ödev niteliğine dönüşmüştür. Cumhuriyet Vakfı, bu amacı yerine getirmek için kurulmuştur. Cumhuriyet Gazetesi’nin kurucusu, Yunus Nadi; Gazete'ye adını veren de, Gâzi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Bugün Cumhuriyet Gazetesi’nin isim hakkı, Cumhuriyet Vakfı’nın elindedir. 7 Mayıs 1924 yılında ilk sayısını yayımlayan Cumhuriyet Gazetesi’nin bu ilk adımından, Cumhuriyet Vakfı’nın bugünkü durumuna kadar geçen sürecin öyküsünü özet olarak sunmakta yarar var. -Yunus Nadi Kimdir?- Öncelikle, gazeteyi kuran ve ilk başyazarı Yunus Nadi kimdir, bunun üzerinde duralım. Yunus Nadi, 1879 yılında Fethiye’nin Seydiler köyünde doğdu. Abalızade Hacı Halil Efendi’nin oğludur. İlköğrenimini Fethiye’de yaptı; daha sonra Rodos Adası’nda Ahmet Mithat ve Ebuzziya Tevfik’in sürgün oldukları sırada kurdukları Süleymaniye okulunda okudu. İstanbul’a geldi, Galatasaray Sultanisi'nden mezun oldu; Hukuk Fakültesi'nde okudu. 21 yaşındayken, 1900 yılında, Malumat Gazetesi’nde çalışmaya başladı. 1901 yılında yazdığı bir yazı nedeniyle, üç yıl hapis ve sürgün cezasına mahkûm oldu. Henüz 22 yaşındaydı. 1908’de, İkinci Meşrutiyet'in ilânına kadar, Fethiye’ye çekildi; daha sonra, İstanbul’a döndü. İkdam ve Tasviri Efkâr'da gazeteciliğe yeniden başladı. 1910 yılında, Yunus Nadi’yi Selanik’te görüyoruz. İttihat ve Terakki Fırkası’nın yayımladığı “Rumeli” gazetesinde başyazar oldu. 1912’de, 32 yaşında, Osmanlı Meclis-i Mebusanı’na Aydın milletvekili olarak girdi. 1914-1919 dönemi için yeniden Osmanlı Meclisi’ne seçildi. --Yeni Gün Yayınlanıyor-- 1918 yılında, İstanbul’da 'Yeni Gün' gazetesini çıkarmaya başladı; İstanbul işgal edilmişti. 19 Mayıs 1919’da, Mustafa Kemal, Anadolu’ya geçerek, direniş hareketinin meşalesini tutuşturmuştu. Yunus Nadi’nin İstanbul’da yayınlanan gazetesi Yeni Gün, sansür, baskılar ve zor koşullar altında ulusal direniş hareketini destekliyordu. 30 Ekim 1918’de, Birinci Dünya Savaşı sona erince, Osmanlı Devleti, galiplerle Mondros Ateşkes Anlaşması'nı imzalamıştı. Bu anlaşmanın imzalanmasından altı gün sonra, 1918’de, Çanakkale Savaşları'nda, Çanakkale Boğazı’ndan geçemeyen İngiliz ve müttefikleri, özgürce boğazlardan geçtiler. 12 Kasım 1918’de bir Fransız Tugayı, ertesi gün -13 Kasım 1918’de- ise altmış bir gemiden oluşan karma donanma, İstanbul limanına girdi. Bu karma donanma, İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan gemilerinden oluşuyordu. Bir gün, işgal kuvvetlerinin askerleri Yunus Nadi’yi tutuklamak için Yeni Gün‘ü bastılar, arama yaptılar; Yunus Nadi atik davranmış, baskından çok kısa bir süre önce kaçarak, işgal güçlerinden kurtulmuştu. İstanbul’dan ayrıldı, gizlice Ankara’ya geçti. --Yeni Gün Ankara’da-- Yunus Nadi, Ankara’da Mustafa Kemal tarafından heyecanla karşılandı (2 Nisan 1920). Yunus Nadi, Ankara’daki durumunu şöyle dile getirir: “Benim elimden gelen, gazetecilikti. Millî Mücadele'ye, bu yolla yararlı olabilirdim. İstanbul’da yayımladığım Yeni Gün gazetesini, bu kez 'Anadolu’da Yeni Gün' adıyla 9 Ağustos 1920 günü, Ankara’da çıkarmaya başladım.” Bu yalın cümlenin içeriği, çok doludur; çünkü İstanbul’daki Yeni Gün matbaasının baskı makineleri sökülmüş, gizlice ve yavaş yavaş, parça parça, Anadolu’ya kaçırılmıştı. Ankara’da kurulan Yeni Gün matbaası, Karacaoğlan Meydanı’ndan Hacı Bayram’a giderken, ilk kavşağın kesiştiği yerdeydi. İki katlı, sıvaları yer yer dökülmüş bir Ankara eviydi. Binanın içine, ahırdan bozulmuş bir kısma, bir makine dairesi yerleştirilmişti; yukarıda bir sofa ve sağlı sollu iki oda vardı: İşte bütün matbaa ve gazete idaresi buydu! Yunus Nadi’nin İstanbul’da gazetesini emanet ettiği oğlu Nadir Nadi, henüz 12-13 yaşlarındaydı. Matbaa, Ankara’ya gizlice taşınırken aile de Ankara’ya gelmişti. Nadir Nadi, yıllar sonra yazdığı anılarında, Anadolu’daki Yeni Gün’ü şöyle anlatır: “Yeni Gün’ün kadrosu bir başyazar (Yunus Nadi), bir yazı işleri müdürü (Kemal Salih Sel), düzeltici, aynı zamanda fıkra yazarı. Bir idare müdürü, aynı zamanda baş bayii. Dört dizici ve bir makinist, aynı zamanda hamal. İşte Ankara’daki Yeni Gün’ün kadrosu... Büyük Millet meclisi koridorlarından sonra en çok politik tartışmalarının yapılan yer, başyazarın odasıydı. Duvarların dibinde, üzeri Anadolu kilimleriyle kaplı çepeçevre sedirleri vardı. Kalpaklı, poturlu milletvekilleri, bakanlar, yazarlar dolardı buraya öğleden sonraları...” Ankara’da yayımlanan 'Anadolu’da Yeni Gün', ulusal kurtuluş hareketini bütün dünyaya yansıtan bir organ olmuştu. Yunus Nadi Ankara’da aynı zamanda İzmir milletvekili olarak Meclis’e devam ediyordu. Halide Edip ile Anadolu Ajansı’nı kurdu; Anadolu Ajansı, bütün dünyaya Kuvay-ı Milliye hareketinin doğru haberlerini geçiriyordu. Sakarya savaşı sırasında, Yunan birliklerinin Ankara’ya yaklaşmaları karşısında, Yunus Nadi bir önlem olarak yeni Gün Matbaası’nı Kayseri’ye taşıdı. Tüm zor koşullara karşın, Ulusal Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanmıştı. Şimdi Ankara’da, Atatürk’ün Aydınlanma Devrimi'nin adımları birer birer gerçekleşiyordu. --Yeni Anayasa-- Yeni anayasanın hazırlık çalışmalarının yapıldığı sırada, 1923 yılı yaz ayları sonunda, İstanbul gazeteleri Ankara’daki yönetime -özellikle cumhuriyetin ilânına karşı- şiddetli bir tutum içindeydi. Mustafa Kemal, İstanbul gazetelerinin ılımlı gördüğü yazarlarıyla, İzmit’te bir toplantı düzenleyerek, onlarla bir diyalog kurmaya çalıştı (Ocak 1924). Bu toplantıya rağmen, İstanbul basını Ankara’ya ilişkilerini yumuşatmak şöyle dursun, olumsuz yayınlarını yoğunlaştırmıştı. Bu arada, yeni anayasa taslağı Büyük Millet Meclisi’ne sunuldu. --Cumhuriyet İlân Ediliyor-- Yunus Nadi, Mustafa Kemal’in yanında, Meclis çalışmaları içinde çok faal olarak yer alıyordu; Birinci Meclis'te, Anayasa Komisyonu Başkanı idi. 29 Ekim 1923 günü Pazartesi sabahı, Büyük Millet Meclisi kürsüsünde, Cumhuriyet’in kuruluşunu şöyle açıklıyordu: “Arkadaşlar; Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi (kabul ettiği) anayasa ile, Doğu'da yeni ve önemli bir devlet kurmuştur. Türk milleti 'Ben varım' ve 'Devlet benim' diye bütün dünyaya bunu ilan etti (...) Anayasamızın 1. maddesine, bir fıkra ilave ediyoruz. Birinci madde şöyledir: Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir. İrade usulü, halkın yazgısını, bizzat ve kendi kendine yönetmesine dayalıdır. Madde buydu. Zaten bu maddenin altında saklı olan şu cümleyi de ilave etmiş bulunuyoruz: Türkiye Devleti’nin hükümet şekli Cumhuriyettir.” Anayasa Komisyonu Başkanı Yunus Nadi, böylece Cumhuriyet rejiminin, 1921 Anayasası’nda zaten vâr olduğunu, şimdi de bu devlet şeklinin bir cümle ile anayasamızda yerini aldığını açık ve net bir biçimde açıklıyordu. 29 Ekim 1923 günü Cumhuriyet’in ilanı, bütün yurtta coşkuyla karşılandı. Cumhuriyet'in ilanından sonra, halifenin yanında yer alan İstanbul basını, sesini daha da yükseltti. İstanbul basınındaki kimi yazarlar hilafetin kaldırılacağını artık anlamışlar, bu nedenle âdeta saldırıya geçmişlerdi. Tevhidi Efkar gazetesinde Velid Ebüziyya, “Hilafeti kaldırmakla, bütün İslâm elemini kaybedeceğimizi” yazıyordu. Tanin’de Hüseyin Cahit Yalçın, sırf Mustafa Kemal’e karşı olmak için hilafeti savunuyordu. Vatan gazetesinde Ahmet Emin Yalman, Mustafa Kemal’e saldırıyor, O’nu diktatörlüğe doğru yol almakla suçluyordu. --İzmir toplantısı-- Cumhuriyet’in ilanı üzerinden iki ay geçtiği halde, İstanbul basını ile Mustafa Kemal arasındaki soğukluk sürüyordu. Bu çatışmayı gidermek için Akşam gazetesinin başyazarı Necmettin Sadak’ın önerisi ve arabuluculuk girişimleriyle, İstanbul basını ile Mustafa Kemal arasında, 5 Ocak 1924 günü İzmir’de bir toplantı yapıldı. Bu toplantıya, Tanin’den Hüseyin Cahit Yalçın, Vatan’dan Ahmet Emin, Tercüman-ı Hakikat’tan H. Şükrü Baban, Akşam’dan Necmettin Sadak, İkdam’dan Celal Nuri ve Ahmet Cevdet katıldılar. Bu toplantıdaki uzun görüşmelere yaklaşım girişimlerine karşın, İstanbul basını, Ankara’daki yeni cumhuriyet rejimiyle sürtüşmesini sürdürüyordu; onlar, cumhuriyet rejiminin erdemlerini içlerine sindiremiyorlardı... --Mustafa Kemal’in Modeli-- Bunun üzerine Mustafa Kemal, kafasındaki modeli yürürlüğe koymak istedi. Yunus Nadi’yi çağırdı ve şunları söyledi: “Benim Hakimiyet-i Milliye (M.Kemal’in Ankara’da yayımladığı gazete) ve senin Yeni Gün, görevlerini hakkıyla yerine getirdiler. Şimdi, İstanbul’da Babıali’nde, cumhuriyet düşmanlarına ve hilafet yanlılarına karşı mücadele verecek bir gazete çıkaralım, adını da 'Cumhuriyet' koyalım” dedi. Mustafa Kemal’in bu önerisine Yunus Nadi, coşkuyla 'evet' diyerek karşılık verdi. --İstanbul’daki Cumhuriyet için hazırlıklar-- Yunus Nadi o sırada, Ankara’da Basın-Yayın Genel Müdürü olarak çalışan Zekeriya Sertel’e, İstanbul’da beraber çalışmayı önerdi. Zekeriya Sertel, ABD’de Columbia Üniversitesi’nde gazetecilik eğitimi görmüş, Kuvay-ı Milliye sırasında Ankara’ya gelerek, Kuvay-ı Milliye’nin Basın-Yayın Genel Müdürlüğü görevini yürütmüş genç bir yurtseverdi. Cumhuriyet ilkelerine bağlı olan Zekeriya Sertel, bu öneriyi duraksamadan kabul etti. --Gazetenin Adını, Atatürk Verdi-- Gazeteye 'Cumhuriyet' adını Mustafa Kemal vermişti. Bu yeni yayın organının 'Cumhuriyet' adını taşıması ve cumhuriyet rejimini büyük bir özlemle savunması, halife yanlısı, karşı/devrimci Babıali basınını şaşkına çevirdi; çünkü Babıali, 'cumhuriyet' adı altında, Mustafa Kemal’in diktatörlüğe gideceğini yazıyor, kamuoyunu, Ankara’nın aleyhine çevirmek istiyordu. Yunus Nadi ise yeni gazetesi Cumhuriyet’te çeşitli yönlerden hilafetin nasıl çökmüş bir kurum olduğunu kanıtlayan yazılar yazıyordu. Yunus Nadi, Cumhuriyet ilkeleri için, Atatürk’ün aydınlanma devrimi için, yılmaz bir savaşçı olarak gece gündüz çalışıyordu. Cumhuriyet Gazetesi’nin yayına hazırlanma hazırlıkları, Nisan 1924 sonunda tamamlanabildi ve ilk sayısı, 7 Mayıs 1924 günü çıktı. Yunus Nadi ilk sayıda “Okuyuculara Sunuş” adlı baş yazısında, Cumhuriyet Gazetesi'nin ilkelerini de ortaya koymuştur. 76 yıldır uygulanan bu ilkeler, Yunus Nadi’nin ilk gün yazdığı sunuş yazısında aynen şöyledir: “Cumhuriyet’in siyasî programı, isminde belli olduğu gibi, onu yayımlayanların siyasi hayatları da bellidir. Cumhuriyet, Türkiye’de büyük kavgalarla elde edilmiş tarihi bir sonuçtur. Biz (...) bu amaç uğrunda fiilen çalışmış insanlarız. Memlekette bu muzaffer ve galip fikrin çok kuvvetli tarafları vardır. Cumhuriyet, memlekete mal olmuş bir fikirdir. Biz onun temsilcisi ve koruyucusuyuz. Bu temel düşünce göz önünde tutulduktan sonra kesin olarak söyleriz ki, gazetemiz ne hükümet gazetesi, ne de parti gazetesidir. 'Cumhuriyet' sadece cumhuriyetin, bilimsel ve yaygın ifadesiyle demokrasinin savunucusudur” --Rüyada mıyım; Yoksa Gerçek mi?-- Yunus Nadi, Cumhuriyet Gazetesi’nin bu ilk sayısında “Yeni Gün’den Cumhuriyet’e” adlı bir anı dizisi de yayımladı. Bu dizide, anılarını şöyle dile getirir: “Ben İstanbul’dan 1920 Nisanı’nın ikinci günü ayrılmıştım. O zaman burada Yeni Gün yayımlanıyordu. O zaman giderken, bir gün İstanbul’a yeniden ve zaferle geleceğimize inanıyordum. Demek ki arada büyük devrimler meydana gelmiştir. İtiraf etmeye mecburum ki, bu devrimlerin büyüklüğü ve yüceliğini kendim bile şimdi daha iyi anlamış ve daha çok hayrete düşmüş durumdayım. O kadar ki, zaman zaman kendimi gerçeğin ve hayalin büyük savaşına bırakmaktan alamıyorum. Özellikle, olayların içinde yüzmüş olmanın verdiği şaşkınlıkla, şu yakın geçmişin müthiş ve büyük safhalarına karşı, âdeta sudan çıkmış balık durumunda bulunuyorum. Bu kadar az bir zamana, bu kadar büyük devrimler sığabilir mi? Acaba, dört/beş yıl süren, baştan başa rüyalarla dolu bir uykudan mı uyandım; yoksa gerçekleşmiş rüyalar karşısında mı bulunuyorum? Canım, daha dün şu İstanbul’un limanını yabancı ve düşman gemileri; sokaklarını, kışlalarını ve evlerini yabancı ve düşman askerleri doldurmuyor muydu? Canım, daha dün bu İstanbul değil miydi ki, sokaklarında İngiliz kırbaçlarından ve palikarya kabadayılarından geçilmiyordu? Canım, şu Cumhuriyet’e yönetim merkezi yaptığım bina bile daha dün Fransız ve İngiliz zabıtasının İstanbul’a zulüm yağdırdığı ve dayak altında Türk öldürdüğü yer değil miydi? Bu pasaj, Yunus Nadi’yi bile şaşkına çeviren büyük devrimlerin oluşumunu ne kadar yalın bir biçimde ortaya koyuyor. Yukarıda belirttiğimiz gibi, gazetenin adını bizzat Mustafa Kemal koydu; Cumhuriyet gazetesi işte böyle kuruldu. --Cumhuriyet Vakfı-- Cumhuriyet Gazetesi dünyada pek az örneği olan, kendine özgü bir yönetim biçimiyle yaşamını sürdürüyor. Gazete'yi kurumlaştıran -Nadir Nadi’nin eşi- Berin Nadi tarafından kurulan Cumhuriyet Vakfı, gazetenin isim hakkının sahibidir. Bu Vakfa, yaşamları sırasında, Yunus Nadi’nin çocukları ve yaşayan tüm torunları büyük bir istekle katılarak, kendilerine dedelerinden kalan isim hakkını, Cumhuriyet Vakfı’na bağışladılar. Cumhuriyet Vakfı, gazetenin kurucusu Yunus Nadi’nin ve gazeteyi kurumlaştıran Nadir Nadi’nin fikirlerinden ayrılmazlık ilkesine göre kurulmuştur. Nitekim, mahkeme kararı ile onaylanan 'Vakıf Resmî Senedi'nin başlangıç ilkeleri, aynen şöyledir: “Mayıs 1924’te yayımlanan ilk sayısında, kurucusu Yunus Nadi’nin kalemiyle belirlenmiştir. Cumhuriyet ne hükümet, ne parti gazetesidir; Cumhuriyet, yalnız 'cumhuriyetin', bilimsel ve yaygın anlatımıyla 'demokrasinin' savunucusudur. Cumhuriyet, demokrasinin fikir ve esaslarını yıkmaya çalışan her kuvvete karşı mücadele edecektir. Ülkemizde her anlamıyla gerçek bir demokrasi kurulması için, bütün varlığı ile çalışacaktır. Cumhuriyet, Atatürk devrim ve ilkelerin açtığı 'aydınlanma' yolunda, aklın bağnazlıktan, bilimin dinden bağımsızlaşması, laiklik ilkesinin toplumca benimsenmesi için çaba gösterecektir. 'İnsan Hakları ve Temel Özgürlükler Bildirgesi'ni, demokrasinin evrensel anayasası olarak benimseyen Cumhuriyet, amaçlarına ancak Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığı ve bütünlüğü kapsamında ulaşılacağını temel ilke sayar. Cumhuriyet Gazetesi'ni, kuran Yunus Nadi, kurumlaştıran, Nadir Nadi’dir. Cumhuriyet Türkiyesi'nin temelleri atılırken kurulan Cumhuriyet Gazetesi'ni Yunus Nadi’nin ölümünden sonra her çeşit güçlüğe karşı, yarım yüzyıllık savaşımla, hiç ödün vermeden yöneten ve kurumlaştıran Nadir Nadi, 20 Ağustos 1991 günü gözlerini yaşama kapatmıştır. Kimliği, ilkeleri ve amaçları, bu uzun süre içinde belirlenip, toplumda kök salan Cumhuriyet’i aynı yörüngede yaşatmak, Cumhuriyet Türkiyesi'ne, topluma ve Cumhuriyet okurlarına karşı bir ödev niteliğine dönüşmüştür. Cumhuriyet Vakfı, bu amacı yerine getirmek için kurulmuştur.” Cumhuriyet, hiçbir zaman ‘bir hükümet ya da parti” gazetesi olmadı; her zaman, siyasal iktidarın uygulamalarını eleştirel süzgeçten geçiren, bağımsız gazete kimliğini korudu. Bu nedenle, siyasal iktidarlar tarafından beş kez kapatıldı, tutucu hükümetler zamanında 'sakıncalı' sayıldı. Cumhuriyet’in, kimi şaşkın çevrelerce 'resmî görüşü' yansıttığı savıyla eleştirilmesi, aslında büyük bir çelişkidir; Cumhuriyet, Yunus Nadi’nin, başyazısında belirttiği Cumhuriyet ilkelerinin, Atatürk’ün Aydınlanma Devrimi'nin ve demokrasinin yanındadır. Cumhuriyet, bildiği, inandığı yönde, görevini ödünsüz olarak yerine getirmeye devam edecektir. --Cumhuriyet Gazetesi'nin Kurumlaşması-- Cumhuriyet gazetesini Yunus Nadi kurdu, 'bilinçli Atatürkçü' Nadir Nadi kurumlaştırdı. Cumhuriyet bir fikir gazetesi kimliğiyle, yayın yaşamına ayak atmıştır; bu kimliği, 78 yıldır sürmektedir ve sonsuza dek sürecektir. Cumhuriyet o dönemde, Babıali’deki hilafet yanlısı pek çok gazeteye karşı, Cumhuriyet ilkelerini savunmak için yayın yaşamına girmişti. Cumhuriyet, Kuvay-ı Milliyeciler tarafından 'Misak-ı Milli' andıyla çizilmiş olan sınırlarımızı ve ülke bütünlüğünü savunmak için kurulmuştu; ülkenin bölünmez bütünlüğünü savunma konusundaki görevi 78 yıldır sürmektedir ve sürecektir. --Cumhuriyet Vakfı Yaşatılmalıdır-- Cumhuriyet Gazetesi’ni yaşama geçiren Yunus Nadi, gerçek bir gazeteci, mecliste Atatürk’ün yanında yer alan bir 'Ulusal Kurtuluş' devrimcisiydi. Yunus Nadi, Cumhuriyet Gazetesi'ni kurduktan sonra ilk günden itibaren, Büyük Atatürk’ün çok yakın bir ideal arkadaşı olarak, büyük fikir savaşımlarına girdi. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ilk yıllarında, basın alanında en önemli rolü oynadı. Ankara’da bir handa, matbaa kurdu; Ulusal Kurtuluş Savaşı’na ve Kuvay-ı Milliye ideallerine kendini adadı. TBMM’de Anayasa Komisyonu başkanı olarak, daima Atatürk devrimlerinin yanında yer aldı. Yunus Nadi, Atatürk'ün devrimlerini yürekten benimsemiş, Cumhuriyet ilkelerini içten özümsemiş, bu yöndeki yazılarıyla tanınmış bir düşünce savaşçısıdır. --Nadir Nadi...-- Yunus Nadi’nin ölümünden sonra, Cumhuriyet’i yaşatan Nadir Nadi, Cumhuriyet’i kurumlaştırdı. En ufak bir ödün vermeden, laik Cumhuriyet ilkelerini ve Atatürk’ün Aydınlanma Devrimleri’ni savundu. --Çalışanların Vakfı ve Çalışanların Gazetesi-- Nadir Nadi’nin 1991 yılında ölümünden sonra, Gazete çalışanları ve Gazete'nin okurları, büyük özveri göstererek Gazete'yi yaşattılar. Vakfımızın Kurucusu Sayın Berin Nadi’nin 5 Kasım 2001’de vefatından sonra, 'Vakıf Yönetim Kurulu' toplanarak, Vakıf başkanlığına, İlhan Selçuk’u, oybirliği ile seçmiştir.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.