Shatin tarafından postalanan herşey
-
Doğu ve Batı
sizce çözüm nedir? Yani ulusun dinin üstünde olması gerektiğini söylüyorsunuz. Bunu hangi şartlarda ve hangi durumlarda nasıl yapacağız? ulusu dinin üzerine çıkarmayı nasıl başaracağız çözüm önerileriniz nedir?
-
TURKiYE ve AVRUPA BiRLiGi
senin tam olarak söylemek istediğin nedir???? eğer yazdıkların ise onu herhangi bi arama motorunda rahatlıkla bulabilirsin burada cevap beklemeden ama bence senin sölemek istediğin başka bişeyler var tabi yanılıyor da olabilirim
-
:) Kadın egemenliği
hakikatten öle galiba peki niye ataerkil bi toplum oluyoruz???????? ya da nasıl
-
Papaz :)
Modern Hapishane modern bir hapishaneyi gezen gazeteci çığlıkların geldiği bir odanın önünde durdu: "bu çığlık da ne?"... hapishane yetkilisi: "burası elektirikli sandalye odası. bir zenciyi idam ediyoruz." -peki niye çığlık atıyor -eletirikler kesildide mumla idare ediyoruz
-
Papaz :)
Ne getireyim? Temel'le tayfasi Dursun kucuk bir kayikla baliga cikarlar.Denizde epeyce yol aldiktan sonra buyuk bir firtina kopar.Temel yonunu kaybeder ve Dursuna bagirir; -cabuk pusulayi getur!!! Dursun cevap verir; -pusulayi bulamayirum ne getireyum Temel sakince cevap verir; Kelime-i Sehadet getir..
-
İLHAM ÖYKÜLERİ
VASİYET Eski zamanlarda, atları çok seven ve aynı zamanda akıllı bir adam vardı. Bu adam günün birinde öldü. Ardında 19 cins at bıraktı. Adam vasiyetinde, atlarının yarısının oğluna, dörtte birinin sadaka olarak fakirlere, beşte birinin de uşağına verilmesini istiyordu. Köyün yaşlıları işin içinden çıkamadılar. 19 atın yarısını adamın oğluna nasıl vereceklerdi? Oğula 9 at verseler, geriye kalan atı ikiye bölemeyeceklerine göre, bu vasiyeti nasıl yerine getireceklerdi? İki haftadan fazla bir zaman bu işin üzerine düşündüler, ama çıkar bir yol bulamadılar. Sonunda, komşu köyde yaşayan bilgenin yanına gidip ondan yardım istemeye karar verdiler. Bilge, adamlar geldiğinde, atının üzerinde gezintideydi. Onlara nasıl yardım edebileceğini sordu. Onlarda ölen adamın vasiyetini anlattılar: 19 atın yarısını oğluna, dörtte birini fakirlere, beşte birini de uşağa vermeleri gerekiyordu, ama bunu başaramamışlardı. Bilge problemi hemen çözeceğini söyledi. Birlikte köye gittiler. Bilge 19 atı yan yana dizdirdi. Sonra en başa kendi atını getirip sıraya dahil etti. Şimdi atların sayısı 20 olmuştu. Daha sonra, atların yarısı olan 10 atı adamın oğluna verdi, dörtte biri olan beş atı sadaka olarak fakirlere vermek üzere kenara ayırdı. Beşte bir olan dört atı da uşağa verdi. Böylece vasiyet gereği dağıtılması gereken atların sayısı 19’u buluyordu. Geriye kalan yirminci at da zaten kendi atıydı. Bilge, bu bölüştürme işlemini köyün yaşlılarının gıpta ve hayranlık dolu bakışlarının altında yaptıktan sonra, şunları söyleyip oradan uzaklaştı. “Ümit ederim, bu vasiyetle size verilmek istenen mesaşı anlamışsınızdır. Gündelik hayatımızda, karşılaştığımız olaylara Allah’ın adını da katmak, o işi onun adıyla gerçekleştirmemiz gerekir. İlk bakışta, içinden çıkılmaz gibi görünen tüm gündelik problemimiz, Allah’ın adıyla yaklaşıldığında, bu vasiyetin yerine getirilmesi gibi hemencecik çözülür. Karşılaştığımız problemlere Alla’ın adıyla muhatap olduğumuzda, ısının buzu eritip önce suya sonra da buhara dönüştürmesi gibi, problemlerimiz erir, buharlaşır.”
-
İLHAM ÖYKÜLERİ
DAHA KÖTÜSÜ HEP VARDIR Bir köylü bilgenin yanına geldi ve şikayete başladı: “N’olur bana yardım edin, yoksa çıldıracağım. Tek odalı bir evde yaşıyoruz. Ben, karım, çocuklarım, karımın akrabaları. Herkesin siniri tepesinde. Birbirimize bağırıp duruyoruz. Oda sanki bir cehenneme döndü.” “Sana söyleyeceğim şeyi yapacağına söz verir misin?” diye sordu bilge ciddi bir sesle. “Yemin ederim, ne söylerseniz yapacağım.” “Pekala. Kaç hayvanın var?” “Bir inek, bir keçi ve altı tavuk.” “Onların hepsini evinize al. Bir hafta sonra yanıma yine gel.” Bilgenin talebesi çok şaşırmıştı, ama itaat edeceğine söz vermişti bir kere. Böylece, hayvanları da odaya aldı. Bir hafta sonra geldiğinde perişan haldeydi. Acı ve kederle inliyordu. “Mahvolmuş durumdayız. Pislik! Koku! Gürültü! Hepimizin aklını kaçırmasına ramak kaldı!” “Şimdi git ve hayvanları evden çıkar” dedi bilge. Adam eve kadar hiç durmadan koştu. Ertesi gün bilgenin yanına geldiğinde gözleri mutluluktan parlıyordu: “Hayat ne kadar güzel. Hayvanlar dışarıda. Evimiz, öyle sessiz, öyle temiz ve öyle geniş ki. Sanki bir cennet!”
-
İLHAM ÖYKÜLERİ
CENNET CEHENNEM Yaşı çok genç olmasına rağmen, ölümden sonrasını, cennet ve cehennemi çok merak ediyordu. Bu şiddetli merakın sonucu mudur bilinmez, bir gün rüyasında öldüğünü gördü. Bir melek kendisini alıp öteki dünyaya kanat çarptı. “Şimdi,” dedi melek, “hayatın boyunca görmek istediğin yerleri göstereceğim sana.” Genç, gördükleri karşısında hayretler içinde kaldı. Cehennem denilen yer kocaman bir odaydı ve odanın ortasında büyük bir masa, masanın üstünde de nefis kokular saçan iştah kabartıcı yemekler vardı. Masanın etrafında ise cehennem ehli oturuyordu. Odanın duvarında “Yemekler, sadece kaşıkların ucundan tutarak yenilebilir” şeklinde bir levha asılıydı. Bu nefis kokular saçan yemeklerin sunulduğu bir yer nasıl cehennem olabilirdi ki? Tam bu soruyu kendisine eşlik eden meleğe soracaktı ki, başka birşey dikkatini çekti. Cehennemdeki insanlar, önlerinde duran onca nefis yemeğe rağmen mutsuz ve kederli bir halde sessizce oturuyordu. Daha ilginci ise, hepsi ellerinde kollarından daha uzun kaşıklar tutuyorlar ve bu karşıkları kullanarak yemek yiyemedikleri için açlıktan muzdarip halde oturuyorlardı. Melek, onun soru sormasına fırsat vermeden “Şimdi de sana Cennet’i göstereecğim” dedi ve onu bir öncekiyle tıpatıp aynı bir odaya götürdü. Odada yine aynı enfes yemeklerle dolu bir masa, etrafında ellerinde aynı uzunlukta kaşıklar tutan insanlar oturuyordu. Duvarda aynı kural yazılıydı. Kısacası, görünürde herşey aynıydı. Tek bir farkla: Cennet’teki insanlar, bir taraftan ellerindeki uzun kaşıklarla karşılarında oturanlara yemekleri ikram ederken, bir taraftan da şen şakrak sohbet ediyorlardı. Ve yüzlerinde hem doymanın, hem de mutluluğun ifadesi okunuyordu. Melek, onu yolcularken kulağına şunları fısıldadı: “Görüyorsun ki, Cehennem’deki benciller sadece kendilerini doyurmaya çalıştıkları için hem aç hem mutsuz. Cennet ehli ise cömertlikleri ve ikram duyguları sayesinde hem midelerini, hem de ruhlarını doyurabiliyorlar.”
-
:) Kadın egemenliği
Türk halkında ikili ilişkilerde sözü geçen taraf erkek mıdır kadın mıdır? NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ ???
-
Dosya ekleme
Foruma dosya ekleyebiliyor muyuz? ekleyebilirsek ne tür dosyaları ekleyeibiliriz? yani format olarak netür dosyalar
-
Papaz :)
Adamin biri doktora gitmis -Doktorbey bey uzun bir seyhatten yeni döndüm ve karim hamile bu nasil olur. Doktor : -Diyelim bir ormanda ayi avindasi.Ayi tam karsinda ve sen tam vuracakken ayi kanlar içinde yere seriliyor.ne düsünürsün Adam : -Baskasi vurmustur. doktor : -Bravo bildiniz.....
-
Papaz :)
Alinin okulu tatil olacakmış. Ali o gün hastalanmış, arkadaşı hasana demişki "Hasan ben bugün okula gelemiyorum. Gittiğinde benimde zayıflarımı öğren. ama geldiğinde 1 sayıfım olursamehmdin selamı var dersin 2 zayıfım varsa rıfkının selamı var dersin" demiş. Tamam demiş hasan. Akşam olmuş hasan alinin evine telefon açmış. alo demiş ben hasan alinin arkadaşıyım. Aliye söyleyin ona ümmeti Muhammedin selamı var
-
Papaz :)
Papaz Papaz, ölmek üzere olan adamin üzerine egilerek; - "Ölmeden önce seytani ve onun kötülüklerini lanetle."der. Ancak adamdan ses çikmaz. Papaz istegini bir kez daha tekrarlar ama hastanin sessizligi sürer. Sonunda papaz kizgin bir ifadeyle; - "Neden seytani ve kötülüklerini lanetlemiyorsun, bre ******?" diye sorunca adam halsizce cevap verir; - "Nereye gidecegim belli olmadan kimse hakkinda konusmak istemiyorum"
-
İLHAM ÖYKÜLERİ
Bir adam şöyle dedi: Bize kendini bilişden bahset. Ve o cevap verdi: Kalbiniz gecelerin ve gündüzlerin sırrını sessizce bilir. Ancak kulaklarınız, kalbinizin bilgisini işitmek için deli olur. Düşüncelerinizde daim- a bildiğinizi, kelimelerde de bileceksiniz. Rüyalarınızın çıplak bedenine parmaklarınızla dokunabileceksiniz. Ve böyle de olması gerekir. Ruhunuzun saklı kaynağı yükselmeli ve çağıldayarak denize doğru koşmali; Ve o zaman, sonsuz derinliğinizin hazineleri gözlerinizin önüne serilecektir. Ancak bilinmeyen hazinenizi tartmak için tartı aramayın; Ve bilginizin derinliğini değnekle veya iskandil ipiyle ölçmeye kalkmayın. Çünkü kişi,ölçüsüz ve sınırsız bir deniz gibidir. Tek doğruyu buldum değil, Bir doğruyu buldum deyin. Ruha giden yolu buldum değil, Kendi yolumda yürürken ruhu buldum deyin. Çünkü ruh, her yolda yürür. Ruh ne bir çizgi üzerinde yürür; ne de bir kamis gibi dümdüz büyür. Ruh, sayısız taç yaprakları olan bir lotus çiçeği gibi açılır. HALİL CİBRAN
-
Kitap Önerileri - Beğendikleriniz
Bir adam şöyle dedi: Bize kendini bilişden bahset. Ve o cevap verdi: Kalbiniz gecelerin ve gündüzlerin sırrını sessizce bilir. Ancak kulaklarınız, kalbinizin bilgisini işitmek için deli olur. Düşüncelerinizde daim- a bildiğinizi, kelimelerde de bileceksiniz. Rüyalarınızın çıplak bedenine parmaklarınızla dokunabileceksiniz. Ve böyle de olması gerekir. Ruhunuzun saklı kaynağı yükselmeli ve çağıldayarak denize doğru koşmali; Ve o zaman, sonsuz derinliğinizin hazineleri gözlerinizin önüne serilecektir. Ancak bilinmeyen hazinenizi tartmak için tartı aramayın; Ve bilginizin derinliğini değnekle veya iskandil ipiyle ölçmeye kalkmayın. Çünkü kişi,ölçüsüz ve sınırsız bir deniz gibidir. Tek doğruyu buldum değil, Bir doğruyu buldum deyin. Ruha giden yolu buldum değil, Kendi yolumda yürürken ruhu buldum deyin. Çünkü ruh, her yolda yürür. Ruh ne bir çizgi üzerinde yürür; ne de bir kamis gibi dümdüz büyür. Ruh, sayısız taç yaprakları olan bir lotus çiçeği gibi açılır. HALİL CİBRAN
-
İLHAM ÖYKÜLERİ
Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurtdışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkanı bulamamıştı.Serap'ı özel bir ilgiyle biz- zat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da Allah'ın izniyle iyileştiğini gördüm. Ancak Serap'ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra 1 ihale için İzmir'e gitmek istedi.Kış aylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza gecirmesi uzerine 6 saat kadar mahsur kalmış. Dönüşünden kısa 1 sure sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı.Serap bacak kemiklerindeki metasaz nedeniyle yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahuru sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün,yine güçlükle konuşarak: -Doktor bey, dedi. Ben size...dargınım. -"Niçin?"diye sordum. -dindar...bir...insanmışsınız...niçin...ba-na...da,Allah'ı...ölümü... ahireti... anlat mıyorsunuz?" Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak: -"Doktora ulaşmak kolaydır dedim. Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..." Konuşmaya mecali olmadığından "ben o isteği duyuyorum" manasında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanı sıra,ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan iman derslerimiz başlamış ve son günlerini yaşayan Serap için bu dersler "hızlandırılmalı öğretime" dönmüştü. Anlattığım iman hakikatlarını bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soruyordu. Vefatına bir hafta kala: -"Doktor Bey, dedi.Ben...ölürken...ne...söyleme-liyim?" -"Senin durumun çok özel" dedim. Kelime-i Şehadet sana uzun gelir. O anı farkedince Muhammed (s.a.v) sana yeter." O, haliyle tebessüm ederek yine başını salladı.Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşumde annesi telefon ederek: -"Serap, bir haftadır morfin yaptırmıyor." dedi. "Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor." Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hala unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum. -"Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem?. İşte Serap,böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer bir kaç gun daha ömrü varsa , son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç adetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'ın acizliği hürmetine olacak ki Salı gunune kadar yaşıyacağına dair işaret sezdim. Ertesi gün O'na: -"Hiç korkma!" dedim."İğneyi vurdurabilirsin. "Ve Serap bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde son sorusunu da sordu: -Doktorbey...Azrail...bana...nasıl... görü...ne-cek?" -"Kızım," dedim. "O bir melek değil mi?Hiç merak etme,sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir." Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen eve gittim. Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandi. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek: --"Doktor bey, biliyor musunuz , bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!"dedi ve devam etti: -Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması imkansız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı. Bütın ev halkı hayretten donup kaldık. Ve kelime-i Şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de: -"Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!!!" Onk. Dr. Haluk Nurbaki
-
Bebekleri Yiyorlar
konuyu atan kaçmış herhal ne demek istediğini o da bilmiyordu
-
Flash, swish
ben bi çalışma yaptım. Bu meretin en sonuna bi stop komutu koyuyorum swish de ama maalesef durmuyo. yine habire tekrar ediyor sahne Yani en son sahneye gelip bitmesi gerekirken baştaki sahneye geri dönüyor Bilgisi olan var mı bu konu da arkadaşlar Swish de stop komutunu nasıl koyabilirim????
-
İLHAM ÖYKÜLERİ
Bu tapınak bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu ve burada geçerli olan incelik,anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti.Bir gün tapınağın kapısına - bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, kapıda tokmak ya da çan, zil türünden ses çıkaran bir gereç yoktu.Bir süre sonra kapı açıldı,içerdeki "bilgelik arayıcısı" kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı.Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu. İçerdeki bir süre kayboldu,sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve kabı yabancıya uzattı. Bu "Yeni bir aracıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz" demekti. Yabancı tapınağın bahçesine döndü,aldığı bir gül yaprağını dolu kabın içindeki suyun üzerine bıraktı.Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı. İçerdeki Budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardır. Bu sevgiydi ve sevgiye her zaman yer bulunurdu.
-
AKP iktidarı
sizce AKP nin hem genel seçimlerde hem de yerel seçimlerde türkiye genelinde büyük bi farkla seçilmesinin nedeni nedir?
-
Biz de yapıyormuşuz
Shatin şurada cevap verdi: Shatin başlık Gündemdeki Oyunlar (Bilgisayar Oyunları- Satranç - Kağıt Oyunları)ne annadık biz bu işten ya
-
HEDEFLER
herhangi bir ilahi dine inanan insan devletten önce dinini düşünür. Dini olduktan sonra devletide olur. öyle ya da böyle bi şekilde devleti de olur. ve dinene sahip çıkan insan elbetteki devletine de sahip çıkar. demiyorum ki sadece ilahiyat konusunda bilgisi olan insanlar devleti yönetsin. Aslında devlet yönetim bilgileri varsa yönetsinler. çünkü bugün devleti yöneten insanların bir çoğu ilkokul mezunudur sadece. ve bu insanların çoğu ellerini masaya vurmaktan başka bişey yapmayan insanlardır. Herkes Türkiyenin bazı çözümlere ihtiyacı olduğu konusunda hem fikirdir. Bunların başında eğitim, teknoloji, ekonomi geliyor bunları bende herkes gibi kabul ediyorum. ama bildiğim bişey daha var o da bunun işlerini sadece ellerini masaya vurarak ya da şunu oylamaya sunuyorum kabul edenler ellerini kaldırsın diyerek yapan adamlarla olmayacağıdır. adamların önlerine elektronik cihazlar koyuyorlar şöyle şöyle kullancaksın diyorlar ama ama hala görüyoruz ki adamlar ellerini kaldırabiliyorlar. daha kendileri eğitim görmeye karşı olan insanlar nasıl olurda çıkıp eğitim alanında yenilikler yatırımlar yapabilirler, altlarında ceylan derisi koltuklar önlerinde elektronik cihazlar var ama hala el kaldırıp masaya vurmak gibi bi acizliğe sahipler. işin en garip tarafı da bu insanlar gökten zembille inmiyor onları biz seçiyoruz bu ne kadar acı bi durumdur ve ne kadar hazmedilecek bi durumdur bilemiyorum. Niye çıkıp da bir eğitimci veya işinde uzman bir kişi ben adayım demiyor bunu anlamış değilim (ben demiyorum ki meclisimizde böyle insanlar yok illaki var ama kaç tane? ) önce seçtiğimiz insanları bilmeliyiz sonrada onlardan bişeyler beklemeliyiz. Öyle oturduğumuz yerden bizi yönetemeyecek insanlar seçip sonrada çözüm önerileri üretmek acizlikten başka bişey değildir bence sevgiler,
-
İLHAM ÖYKÜLERİ
Kim Fakir? Bir gün çok zengin bir adam oğlunu kırsal kesime götürüp ona insanların ne kadar fakir olabileceğini göstermek istemişti. Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gün bir gece geçirdiler. Şehre dönerken baba oğluna sordu: “Yolculuğumuzu nasıl buldun?” “Çok güzeldi babacığım!” diye cevap verdi oğlu. “İnsanların ne kadar fakir olabileceğini gördün, değil mi?” “Evet.” “Peki ne öğrendin?” “Şunu gördüm” dedi oğlu. “Bizim evde bir köpeğimiz var, onların dört köpeği Bizim evde bahçenin yarısına kadar gelen bir havuzumuz, onların kilometrelerce uzunluğunda dereleri var. Bizim bahçede ithal lambalarımız, onların yıldızları var. Bizim taraçamız ön bahçeye kadar, onlarınki ise ufka kadar uzanıyor.” Ufaklık konuşurken, babası şaşkınlıktan tek kelime bile edemedi. Ve çocuk ekledi: “Ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için,teşekkür ederim babacığım!”
-
İLHAM ÖYKÜLERİ
Sultan Kim Bir zamanlar, uzak diyarlardan birinde bilge bir sultan yaşardı. Her hükümdar gibi onun da etrafı onlarca yağcıyla doluydu. Sarayında hangi odaya girse iltifatların, övgülerin bini bir paraydı: 'Siz gelmiş geçmiş en kudretli sultansınız, efendim!' 'Sultanım! Kimsenin, hiçbir şeyin gücü sizinkiyle boy ölçüşemez.' 'Sizin kudretinizin yetemeyeceği hiçbir şey olamaz,efendim.' 'Siz sultanların sultanısınız ey aziz hükümdar. Kimse size itaatsizlik etmeye cesaret edemez.' Dediğimiz gibi, sultan aklı başında biriydi ve bu tür aptalca sözleri duymaktan bıkmış usanmıştı. Bir gün deniz kenarında yürürken, her zamanki gibi kendisine övgüler yağdıran saray ahalisine ve adamlarına bir ders vermek istedi. 'Benim bu dünyadaki en büyük insan olduğumu söylüyorsunuz, öyle mi?' diye sormuş adamlarına. 'Sultanımız!' diye atıldı hepsi bir ağızdan. 'Sizin kadar kudretli, sizin kadar büyük hiç kimse gelmedi bu dünyaya.' 'Yani herşey bana itaat eder, diyorsunuz, öyle mi?' diye devam etti sorularına sultan. 'Kesinlikle efendimiz' diye karşılık verdi saraylılar. 'Dünya sizin önünüzde eğilir ve size ram olur.' 'Demek öyle,' dedi sultan. 'O zaman bana tahtımı getirin ve kıyıya koyun.' 'Derhal sultanımız.' Ve tahtını hemen getirip kumların üzerine yerleştirdiler. 'Denize yaklaştırın,' diye seslendi sultan. 'Tam şuraya, kumsala koyun.' Sonra tahtına oturdu ve önündeki denize bakmaya başladı. Biraz sonra adamlarına sordu: 'Bir dalganın gelmekte olduğunu görüyorum. Sizce ona emir versem durur mu?' Sultanın adamları ne diyeceklerini bilemediler. 'Hayır' demeye de cesaret edemediler. Sonunda, 'Siz emredin dalga size itaat edecektir Sultanım' demek zorunda kaldılar. 'Pekala' dedi Sultan da. 'Ey dalga, sana emrediyorum: Dur! Deniz, sana da emrediyorum: dalgalanmayı bırak!' Daha sonra, sessizce bekledi sultan. O arada, küçücük bir dalga geldi, sahile vurdu. Dalga onun ayağını da ıslatmıştı. 'Bu ne cüret?' diye bağırdı ayağa kalkan sultan. 'Ey deniz! Derhal geri dön! Sana önümden çekilmeni emrediyorum. Bana itaat et!' O daha bunları söylerken, bu defa daha büyük bir dalga gelip ayaklarını ıslattı. Uzaklardan geçen bir gemiden dolayı olsa gerek, dalgalar büyüdükçe büyüdü. Öyle ki, sultanın tahtı suların içinde kaldı. Sadece ayakları değil, elbisesinin etekleri de ıslandı. Bütün bu olup bitenleri hayretle izleyen saraylılar, fısıltıyla sultanlarının aklını kaçırıp kaçırmadığını soruyorlardı birbirlerine. 'Evet, dostlarım' dedi sultan adamlarına dönüp. 'Öyle görünüyor ki, sizin inandığınız kadar kudretli birisi değilim ben. Bakın şu küçücük dalgalara bile sözüm geçmiyor. Nerede kaldı, denizlere, dağlara, dünyaya hükmedebileyim... 'Bu size ders olsun. Bundan böyle tek bir Sultan olduğunu, sadece Onun kudretinin herşeye yeteceğini, denize onun hükmettiğini, bütün denizlerin onun kudret elinde bulunduğunu hatırlarsınız umarım. Sultan da olsam, ben Onun aciz bir kuluyum. Dolayısıyla, bana yönelttiğiniz övgülerin ve iltifatların gerçek adresi ancak O olabilir.'
-
İLHAM ÖYKÜLERİ
ENDÜLÜS'TE GARİP ŞEYLER Endülüs fatihi Tarık bin Ziyad, İspanya'ya çıkışında onikibin kişilik ordusuyla Kral Rodrik'in doksanbin kişilik ordusunu yenmişti (92/711 Mayıs). Daha sonra da Endülüs'te fetih hareketlerini sürdürmüştü. Tarık ve ordusu ülkenin başşehri olan Tuleytula üzerine yürüyünce, ahali korkudan kaçıp şehri boşaltmış, böylece orası hıristiyanlardan kolayca alınmıştı. Bu fetihten sonra Tarık, dağın arkasında 'Medinetü'l-Mâide' (Sofra Şehri) denilen yere geçti. Burada Hz. Süleyman a.s.'ın sofrasını ele geçirdi. Bu sofra yeşil zümrütten yapılmış, kenarları ve ayakları inci, mercan, yakut ve benzeri mücevherlerle süslüydü. Üçyüzaltmış ayağı vardı. Kuzey Afrika valisi olan ve baştan beri Tarık'ın fetihlerine destek ve yardımda bulunan Musa b. Nusayr da, Tarık'tan bir yıl sonra onsekizbin askerle, gördüğü lüzum üzerine Endülüs'e girmiş; iki ayrı koldan fetihler sürerken, iki ordunun buluşması ancak bir yıl sonra mümkün olmuştu. Böylece iki büyük komutanın gayretiyle Endülüs fethi iki yılda tamamlanmıştı. Endülüs'ün fethiyle ilgili, bazı garip olaylar da anlatılır. Şöyle ki, Tarık b. Ziyad Cebel-i Tarık Boğazı'nı geçip Endülüs'e girince, esirler arasında yaşlı bir kadın ona şöyle demiş: - Böyle olayları iyi bilen bir kocam vardı. Buralara gelip galip olacak bir komutandan bahsedip dururdu. Bu komutanın sol omuzunda kıllı bir ben olduğunu söylerdi. Tarık elbisesini kaldırınca, söylendiği gibi bir ben görüldü. Tarık ve yanındakiler bunu da bir fetih müjdesi saydılar. Musa b. Nusayr şehirleri zaptederek İspanya içlerinde ilerlerken, birçok kalıntının da yer aldığı geniş bir araziye ulaşır. Orada dikili bir taş üzerinde oyma yazılarla şu yazıyı görür: 'Ey İsmailoğulları (Araplar)! Sizin varacağınız son yer burasıdır. Artık geri dönünüz. Niçin döneceğinizi de bildireyim: Sizler aranızda kavga ve ihtilafa düşeceksiniz.' Musa buradan geri döner. Derler ki, Romalılar Endülüs'e girdikleri zaman bir evle karşılaştılar. Onlardan her kral buraya bir kilit ekliyordu. Gotlar da aynı şeyi yaptılar. Rodrik İspanya kralı olunca, bütün uyarılara rağmen bu kilitleri açtı. İçeride kırmızı sarıklı ve siyah atlı Arapların resmini gördü. Bir de şöyle bir yazı vardı: 'Bu ev açıldığında, bunlar da bu ülkeye girecekler.' İşte o sene Endülüs fethedildi.