nail_amudi tarafından postalanan herşey
-
DTP, KÜRTLERİ TEMSİL ETMEYE YAKIŞMIYOR!..
DTP, KÜRTLERİ TEMSİL ETMEYE YAKIŞMIYOR!.. “Kürtler, Türkiye’de Etnik Milliyetçilik Aymazında Olanlara ve Birlikte Yaşama İradesine Saygı Göstermeyenlere Prim Vermeyecektir!..” Demokratik Toplum Partisi (DTP) Iğdır milletvekili Pervin Buldan’ın önceki günkü gazetelerde çıkan, “29 Mart’ta Kürdistan sınırlarını belirledik” açıklaması, insanı "Ağzından çıkanı kulağı duysa, herhalde böyle bir laf etmezdi" demeye zorluyor. Yırtıcı, yıkıcı, kin ve husumet üretici bir üslup bu. Nitekim hanımefendi şöyle diyor: "29 Mart seçimlerinde ’Kürdistan’ sınırlarını belirledik. Yani Van’ı aldık, Siirt’i aldık, 86 yıllık geleneği bozarak Iğdır’ı aldık. Bu coğrafya Kürdistan coğrafyasıdır. İsteseniz de, kabul etseniz de, etmeseniz de biz varız diyoruz. Bu halkın yanında yer almaya devam edeceğiz.” Pervin Buldan Hanımefendi, unutmayın, siz Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir milletvekilisiniz. “Bu halkın yanında yer almaya devam edeceğiz” derken, sadece Iğdır’da yahut Şırnak veya Diyarbakır’da yaşayan ve kendisini Kürt kökenli gören insanların değil, Kürt kökenli görmeyen insanların da yanında yer almakla yükümlüsünüz. Aksi halde yaptığınız şeyin adı ayrımcılık olur, ırkçılık olur, kafatasçılık olur, bölücülük olur, tam anlamıyla etnik milliyetçilik olur ki, bu Anayasa göre cezası ağır bir suçtur ve “öteki” olarak nitelendirdiğiniz insanların da sizi dışlamaları için haklı bir gerekçe olur. Dahası ne mi olur? “Milletvekili” sıfatını hak edebilmek için yaptığınız yeminde verdiğiniz “namus ve şeref sözünü” de çiğnemiş olursunuz. Bu da öteki insanların size “namussuz ve ******” demelerine olanak verir. DTP’de yaşananlarla ilgili dikkat çeken diğer bir nokta… Kürtler ve kamuoyu kime kulak verecek? DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’e mi? Yoksa Iğdır Milletvekili Pervin Buldan’a mı? Çünkü birinin sözleri, diğerininkini tutmuyor. Ya çelişiyor, ya da tashih ediyor. Pervin Buldan, “29 Mart’ta Kürdistan’ın sınırlarını çizdik” derken, ertesi gün Ahmet Türk, (milyonlarca Kürt vatandaşın beklentisi de budur) bu sözleri reddeden bir açıklama yapıyor ve Türkiye’nin bütünlüğünden yana olduklarını teyit ediyor. Ahmet Türk, lafı eğip bükmeden, Kürt sorununa Türkiye’nin toprak bütünlüğüne saygı ve demokratik sistem çerçevesinde çözüm aradıklarını söylüyor ve “Parti politikamız budur. Sorunun ayrılıkla ve silahla çözülmeyeceğini her gün dillendiriyoruz” diyor. PKK’nın şiddet mağduru bir Kürt aydını ve yazarı olarak bence, Kürtler ve Türkiye kamuoyu, Ahmet Türk’ü dinlemeli. Evet, asıl sorumluluk DTP’ye düşüyor. Çünkü DTP’nin Meclis’teki varlığı bile, başlı başına sorunun çözümü için bir fırsattır. Ancak gelin görün ki, DTP’de, bir türlü senkron tutmuyor. “Ses var, görüntü yok” durumu... Sadece Ahmet Türk’ün grup konuşmasına bakın, anlarsınız. Hem, “demokrasi içinde çözüm” diyeceksiniz. Hem de (silahlı) PKK’nın seçim yorumuna “siyasi eylem planı” bina edeceksiniz. Bazılarınız “bütünlük” derken, bazılarınız “sınır çizmekle” meşgul olacak. DTP’ye yönelik gözaltıları, PKK’nın “geçici eylemsizlik” kararına bağlayacaksınız. “Sabotaj, tuzak, provokasyon” diyeceksiniz. Kısacası, silahla arayı açmak şöyle dursun... Küçük mesafeleri bile kaldıracaksınız, ortadan. Sonra da, silahların gölgesinden Başbakan’a “diyalog ve barış çağrısı” yapacaksınız. Evet, ses tamam da, görüntü ne zaman gelecek, peki? Ama DTP görüntü vermedikçe, bunun işe yarayacağına inanıyor musunuz, gerçekten? DTP, bir süredir kamuoyunda etnik gerilimi kışkırtıyor, ‘ajite’ ediyor. Sadece terör eylemleri değil, DTP’nin siyasi ajitasyonları da ülkede Türk-Kürt duygularını ayrıştırarak etnik kamplaşmayı kışkırtıyor. Yine dikkat çekmek istediğim diğer bir nokta… Gerekçesi ne olursa olsun, DTP mecliste eylem yapmamalıydı. Hele bu eylemi 23 Nisan’a asla denk getirmeyecekti. Milli irade sayesinde geldikleri o Meclis, protesto yeri değildir. Bilakis o Meclis, esareti protesto eden halkımızın ortak eseridir, ortak zaferidir. O Meclis, Kurtuluş Savaşı’nda omuz omuza mücadele etmiş olan Türklerin, Kürtlerin, Lazların, Çerkezlerin, Arnavutların ve daha nicelerinin özgürlük mâbedi’dir. Evet, DTP yanlış yapıyor. “Türkiye Partisi” olma yolundan ve Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan vatandaşların temsilcisi olmaktan giderek uzaklaşıyor. Ahmet Türk ve Pervin Buldan başta olmak üzere, DTP’li milletvekillerinin farkına varması gereken gerçekler şunlar aslında: Toplumsal tabanın talepleri değişiyor. Siyasetin dili farklılaşıyor. İdeolojilerin sivrilikleri törpüleniyor. PKK, bir halkın özgürlük mücadelesini veren bir örgüt değildir ve hiçbir zaman da olmamıştır aslında. PKK, ona sempati duyanlara bile zarar veren kontrolden çıkmış, "başkaları"na hizmet eden “taşeron” bir örgüttür. DTP, samimiyetle Kürt sorununun çözümünde mesafe almak istiyorsa, ki bu aynı zamanda kendilerine oy verenlerin de beklentisidir; tutarlı demokratik aydınları da yanlarına alarak ve hatta onlara öncülük ederek, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tartışmaya açmak yerine, Türkiye’de demokrasiyi örgütlemek ve bu sürecin önünü tıkayan PKK’ya, derhal silah bırakması yönünde çağrıda bulunmak, hatta bunun takipçisi olmak durumundadırlar. Son söz… Kürtlerin hakikaten böyle sivri dilli, kışkırtıcı sözcülere ihtiyacı var mı bilmiyorum. DTP'de -eğer hâlâ varsa, ki olması gerekir- sâlim aklı temsil eden insanların "biz nasıl bir siyaset yapıyoruz, bu yaptığımız doğru mudur?" diye kendi içindeki aşırılara bir çekidüzen vermesi beklenir. DTP'liler siyasi kalitelerini meşru zemin içinde ispat etmeliler. Bayan Buldan'ın sözlerinde zihnî, siyâsî bir derinlik ve hakikat yok; bu sözleri söylemenin yiğitlikle, efelikle de bir ilgisi yok. Bir kavgayı başlatan küfrün ağırlığı neyse o kadar işte. DTP ehliyetini, kalitesini göstersin; bu ülkede yaşayan Kürtler, bence daha iyi temsil edilmeyi hak ediyorlar, buna bütün kalbimle inanıyorum. Sizce de öyle değil mi?... *********** ***********
-
ANLAMAK İÇİN!.. SAMİMİ OLMAK!..PKK, DTP, KÜRT SORUNU VE SİLAHLARA VEDA!..
ANLAMAK İÇİN!.. SAMİMİ OLMAK!..PKK, DTP, KÜRT SORUNU VE SİLAHLARA VEDA!.. Önceki akşam Serdar Akinan'ın Skytürk'teki “Anlamak İçin” programını izledim. Konu DTP'yi hedef alan son tutuklamalar ve Kürt sorunu idi. Programın konukları Hüsnü Mahalli ve Altan Tan idi. Hüsnü Mahalli, Serdar Akinan'ın ilk sorusuna yanıt olarak “PKK ve DTP'ye göre Kürt sorununun çözümü için temel koşulun Abdullah Öcalan'ın serbest bırakılması ve anayasal eşitlik olduğunu” söyleyince, Altan Tan, Hüsnü Mahalli’yi “Barış sürecini provoke etmekle” suçladı. Altan Tan’a göre, böyle bir şey yok ve Kürt sorunu dil ile ilgili basit taleplerin karşılanması ile çözülebilecek bir konu. Bu arada, programa telefonla katılan DTP Diyarbakır Milletvekili Gülten Kışnak ise, “PKK ve Kürt sorununun ayrı ayrı konular olduğunu” söyledi. İlginç ve şaşırtıcı değil mi? Oysa DTP yöneticilerinin hemen hemen tümü, yakalanarak yargılanan ve ömür boyu hapse mahkum olan İmralı Cezaevi’ndeki terörist Abdullah Öcalan'a “Sayın” demekte, onun serbest bırakılmasını istemekte, anayasanın değiştirilerek Türk ve Kürtlerin bu devletin sahibi olduklarının tescil edilmesini, yerel yönetim yasasının değiştirilerek belediyelere daha fazla yetki verilmesini dillendirmektedir. Durum böyle iken her nedense Altan Tan, bu gerçekleri görmek istemiyor ve kendine göre bir Kürt sorunu çerçevesi çiziyor. Özünde çelişkilerle dolu bir yaklaşımla farklı olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Ama boşuna kürek çekiyor. Program bittiğinde diğer bir kanala geçtiğimde Ahmet Türk ile ilgili bir haber ekranlara yansıdı. Türk, Londra'da “Büyük Kürdistan” haritası önünde konuşuyor ve bakın ne diyordu: ''Türk hükümeti ve devleti eğer Kürt sorununu çözmek konusunda ciddi ve samimi ise öncelikle Sayın Öcalan'ı muhatap almalıdır.” Acaba Altan Tan, bu haberi izledikten sonra da aynı şeyleri mi düşünüyor diye merak etmedim desem yalan olur. Bugüne kadar hep söyledim: Bu coğrafya hepimizin. Yani Türklerin, Kürtlerin, Arapların, Acemlerin, Lazların, Çerkezlerin ve binlerce yıl birlikte yaşayan tüm halkların. Kürt sorunu ise, bugünkü yapısı ile emperyalist ülkelerin bir ürünüdür. Kürtler, emperyalist ülke ve güçler tarafından kışkırtılarak kullanıldı. İşleri bittiğinde bir kenara bırakıldı. Kuzey Irak'ta bazılarınca endişe kaynağı olan “Kürt Federe Bölgesi”nin bugünkü durumu aslında Çekiç Güç sayesinde olmuştur. Kürtler, Amerikan işgali ile pekiştirdikleri konumlarından yararlanarak farklı bir duruma gelebileceklerini sanıyorlarsa yanıldıklarını er ya da geç anlayacaklardır. Çünkü bazılarının anlayamayacağı kadar karmaşık olan Irak sorunu çözülmeden Irak'taki “Kürt Federe Bölgesi”nin geleceği netleşmeyecektir. Ahmet Türk dâhil, herkesin farkına varması gereken gerçekler şunlar aslında: Toplumsal tabanın talepleri değişiyor. Siyasetin dili farklılaşıyor. İdeolojilerin sivrilikleri törpüleniyor. PKK, bir halkın özgürlük mücadelesini veren bir örgüt değildir ve hiçbir zaman da olmamıştır. PKK, terör ile bölge güçlerine taşeronluk eden bir çıkar şebekesinden ibarettir. PKK, ona sempati duyanlara bile zarar veren kontrolden çıkmış, "başkaları"na hizmet eden taşeron bir örgüttür. DTP'nin siyaset anlayışı demokrasiyle, sivillikle, hukukilikle telif edilemeyecek paradokslar taşıyor. Siyasal rekabeti savaş olarak gören bir zihniyet var ortada. Rakibi düşman, rekabeti savaş zanneden bir anlayış… Bu değişim dinamiğini korku politikalarıyla engellemek mümkün değil artık. Hele şiddet yoluyla, kaos senaryolarıyla değişim sürecini tersine çevirmek hiç mümkün değil. Görüşme, konuşma, diyalog ve demokratik reformların devamı ancak terörün bitmesiyle, silahların terk edilmesiyle mümkün olabilir. Teröre karşı çıkmayan, hele de ona sözcülük yapan Kürt aydınlarının ve siyasetçilerin vebali büyüktür. DTP, samimiyetle Kürt sorununun çözümünde mesafe almak istiyorsa, ki bu aynı zamanda kendilerine oy verenlerin de beklentisidir; tutarlı demokratik aydınları da yanlarına alarak ve hatta onlara öncülük ederek, Türkiye’de demokrasiyi örgütlemek ve bu sürecin önünü tıkayan PKK’ya, derhal silah bırakması yönünde çağrıda bulunmak, hatta bunun takipçisi olmak durumundadırlar. Son söz… Demogoji yapmanın, palavra atmanın ve bilgiçlik taslamanın hiç kimseye yararı yok ve şimdiye kadar olmamıştır. Tersini düşünenler son 90-100 yıl içinde Türkiye, İran, Suriye ve Irak'ta yaşananları tarafsız bir akılla hatırlayıp okusunlar. Kâbusların da, hülyaların da gerçeklerle ilgisi yok. Hayal âleminde yaşayanlar da kâbus görenler de nasıl olsa kafalarını sağa sola vura vura uyanacaklar. Zaman kaybedip ağır bedeller ödemek yerine, bu coğrafyada bizi birbirimize adeta mahkûm eden ortak çıkarlara eğilmeliyiz. Bizler yekdiğerimizi aşkla ve şevkle sevmeye mecburuz. Aksi takdirde birlikte mahvoluruz. PKK ve DTP, çözüm değil, çözümsüzlük üretiyor. Çözüm ancak terörsüz, barışçıl ve entegrasyonu geliştirecek politikalarla sağlanabilir.
-
ADIM ADIM PKK’SIZ GÜNLERE!..PKK SİLAH BIRAKMALI!.. ÇÖZÜM DEMOKRASİ’DE!..
ADIM ADIM PKK’SIZ GÜNLERE!..PKK SİLAH BIRAKMALI!.. ÇÖZÜM DEMOKRASİ’DE!.. Bölgedeki gelişmelere yakından bakılınca, Ortadoğu'da yeniden şekillenme sürecindeki uluslararası siyasette terör örgütü PKK'ya yer olmadığı açıkça görülüyor. Türkiye'de şahit olduğumuz iç gelişmeler, komşu ülke ve bölgelerle yeniden tanımlanan ilişkiler ve bu bölgede etkili uluslararası aktörlerin aldıkları yeni pozisyon adım adım PKK'sız bir dünyaya doğru yol aldığımızın emareleri ile dolu. Dünyanın uluslararası siyasette yeni bir paradigmayı benimsemesinin üzerinden neredeyse 20 yıl geçmesine rağmen, bu konuda geç kalan Ortadoğu'da değişim rüzgârları ancak yeni yeni hissedilmeye başlıyor. Soğuk Savaş yıllarının yarattığı dengelerin oluşturduğu statik yapıdan henüz kendisini kurtaramayan bu bölgede, eski güç ilişkilerinin ürettiği bir terör örgütü olan PKK kanlı varlığını hiç de doğal olmayan bir şekilde sürdürmeyi başarabildi. Soğuk Savaş'tan günümüze kalan bir kanlı miras olan PKK'nın güç dengelerinin hızla değişmeye başladığı yeni Ortadoğu'da yaşama şansı artık yok. Bu doğal sürece ne bölge ülkelerinin, ne de terör örgütü PKK'nın direnme gücü bulunmuyor. Bölgesel siyaset yeniden şekillenirken PKK'nın yeni dengelerde bir yer sahibi olamayacağı açıkça görülüyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün 33 yıl sonra Bağdat'ı ziyaret eden ilk Türk cumhurbaşkanı olarak gerçekleştirdiği temaslarda, Irak Devlet Başkanı Celal Talabani’nin "PKK ya silah bıraksın ya da Irak'ı terk etsin" sözleri ile Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi'nin Başbakanı Neçirvan Barzani’nin; "Talabani'nin PKK konusundaki tavrı bizim de politikamızdır. Bizim topraklarımızdan hiçbir komşumuza hiçbir saldırı olmayacaktır" şeklindeki açıklaması büyük önem arz ediyor. Hem Talabani, hem de Barzani, “Bundan sonra Irak topraklarından Türkiye'ye yönelik hiçbir saldırıya izin verilmeyeceği” konusunda açık güvence ve söz vermişlerdir. Belki de ilk kez PKK konusunda hem uluslararası kamuoyu, hem bölge ülkeleri, hem Bağdat, hem de Kuzey Irak yönetimi ortak bir tavır alıyor. Dolayısıyla PKK'nın tasfiyesi konusunda bir konsensüs sağlandığını söylemek mümkündür. Nitekim, önceki gün basın açıklaması yapan Irak Milli Güvenlik Bakanı Şirvan El Vaili, “Irak Hükümeti, PKK’yı kendi topraklarından çıkartması için acil ve pratik önlemler almıştır” diyerek, terör örgütü PKK’yı Irak’tan çıkartmaya kararlı olduklarını net bir dille ortaya koymuştur. Türkiye'nin zorlamalarıyla Irak yönetiminden benzer çağrıların geçmişte de yapıldığı hatırlanacaktır. Samimiyetten ve çağrının gereğini yapma iradesinden yoksun bu tür çağrılardan sonuç alınmadığı da herkesin malumu. Ancak bu sefer farklı, çünkü Bağdat Yönetimi de, Kuzey Irak'ı denetimi altında bulunduran Bölgesel Yönetim de artık PKK'yla ilanihaye yaşanamayacağını anlamış durumda. PKK’nın Kuzey Irak ve Kandil’deki silahlı varlığı, hem Türk-Amerikan ilişkilerini, hem de Türk- Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi ilişkilerini zehirliyor. Ayrıca Türkiye’yi istikrarsızlaştırıcı rol oynuyor. Onun için de, resmin bütününe bakıldığında, ABD’de, Iraklı Kürtler de, İran da, Suriye’de ve hatta Avrupa ülkeleri de bugün için PKK’dan rahatsız. Hem de fazlasıyla... Bu yüzden, Ortadoğu’da barış ve istikrar dönemine girilmesi için PKK’nın bölge ve Avrupa ülkeleri için bir sorun olmaktan çıkması lazım. Barack Obama'nın yönetime gelmesinden sonra bölge politikalarında savaş ve silah yerine diplomasi ve siyasete şans verme yönelimi de PKK gibi gücünü şiddet ve terörden alan yapılanmalara hayat hakkı tanımıyor. Bilindiği üzere Obama yönetimi ABD'nin sürekli kan kaybettiği Irak'tan hızla çekilmek istiyor. Çekildiğinde de geride bıraktığı mirasın selametinden de emin olmak istiyor. Irak'ta ve bölgede sarsılan toplumsal ilişkilerle bunun kendi başına sağlanması mümkün görülmüyor. Şiiler ve Sünni Araplarla eninde sonunda anlaşmazlığa düşme, hatta çatışma riski bulunan Iraklı Kürtlerin sürekli olarak ABD himayesinde bulundurulmasının hiç de pratik bir çözüm olmadığı ortada. Nisan ayı içerisinde Irak'ta yapılacak Kürt Konferansı'nın, PKK'nın sonuna giden yolda önemli bir kilometre taşı olacağını şimdiden söyleyebiliriz. Bölgede Türkiye ile Irak'ın anlaşmasının diğer ülkeler için de bir denge unsuru olacağına inanıyorum. Türkiye Irak'la bunu yaptı. Ciddi bir denge oluştu. Bunu görecekler. Olay soyutta kalmayacak, bu anlaşma Ortadoğu'nun diğer ülkelerine de örnek olacaktır. Son söz… Şiddetin çözüm olamayacağını defalarca ifade ettim ve bir kez daha yineliyorum; barış ve demokratikleşme sürecinin kalıcı olabilmesi için Kürtlerin, örgüt veya birey olarak, şiddeti ve hele hele sivillere karşı kullanılan şiddeti gündemlerinden çıkarmaları gerektiğine ve yakaladıkları bu şansı bu defa mutlaka iyi şekilde kullanmaları gerektiğine inanıyorum. Aksi durumu düşünmek bile istemiyorum…
-
KÜRT YAZARI “ÖLÜMLE” TEHDİT EDEN PKK, IRAK’TA KAYIP VERMEYE DEVAM EDİYOR!..
KÜRT YAZARI ?ÖLÜMLE? TEHDİT EDEN PKK, IRAK?TA KAYIP VERMEYE DEVAM EDİYOR!.. Türk Silahlı Kuvvetleri?nin terör örgütüne yönelik havadan ve karadan etkili operasyonları sonrasında kayıplar vermeye devam eden terör örgütü PKK?nın, örgütün şiddet politikasını eleştiren muhalif Kürt yazar ve aydınlara yönelik tehditlerini sürdürdüğü bildirildi. Yıllarca terör örgütünde faaliyet gösterdikten sonra PKK ve elebaşı Abdullah Öcalan?ın gerçek yüzünü görerek örgütten kaçmayı başaran ve örgütte yaşanan iç hesaplaşmayı bütün detaylarıyla ?Apo?nun Ayetleri? isimli kitabında toplayan Kürt yazar Selim Çürükkaya?nın, PKK tarafından ?ölümle? tehdit edildiği ortaya çıktı. Almanya?da yaşamını sürdüren Kürt yazar Selim Çürükkaya?nın, ?Kürt, Türk ve Alman Aydınlarına! PKK?nın Ölüm Tehlikesi Altında Bekliyoruz! Sesimizi Duyun!? başlığıyla yayınladığı basın açıklamasında, eşi ve çocuğuyla birlikte PKK?lı teröristlerin silahlı saldırısından son anda kurtulduğunu açıkladı. PKK?da yaşananları ortaya çıkaran bir kitap yazdığı için teröristler tarafından öldürülmek istendiğini belirten yazar Selim Çürükkaya?nın, PKK?nın ?ölüm? tehdidine karşı kendisi ve ailesinin korunması için Alman güvenlik güçlerinden ?acil yardım? talebinde bulunduğu belirlendi. 1991 yılında Şam?a giderek terör örgütüne katıldığını belirten yazar Selim Çürükkaya, basın açıklamasında şunları anlattı: ?Örgütte kaldığım süre içinde PKK?nın bir tarikat haline getirildiğini ve üst yapısının Kürtlerin düşmanlarının eline geçtiğini fark ettim. Örgüt içinde kadrolar, örgüt dışında ise Kürtler sindirilmişti. Bu duruma karşı koyan Kürt aydın, siyasetçi ve entelektüelleri birer birer yok edilmiş, kaçmak zorunda bırakılmış veya hain damgası vurularak susturulmuştu. Terör örgütünde gördüklerim ve yaşadıklarımdan sonra kaçmayı başardım. PKK?da yaşananları deşifre etmek için çok zor koşullarda bulunmama rağmen, her şeyi göze alarak ?Apo?nun Ayetleri? adlı kitabı yazdım ve yayınladım. Bunun üzerine PKK?nın ölüm listesinde ilk sıraya yükseldim. Bremen?in Lietse köyündeki evimizi tespit eden PKK yönetimi, öldürülmemiz için infaz ekibini harekete geçirdi. Fakat örgüt içindeki arkadaşlarım beni uyararak öldürülmemi engellemiş oldular. Bu olay, Almanya?da yaşadığım ilk ölüm tehlikesiydi. Daha sonra defalarda PKK yönetimi beni öldürtmek için tetikçiler gönderdi. Ama her defasında teröristlerin elinden kurtulmayı başardım. Aradan yıllar geçtikten sonra Apo?nun Ayetleri kitabımda anlattığım gerçekler hiçbir tartışmaya yer vermeyecek şekilde doğrulandı. Benim gibi terör örgütünün gerçek yüzünü anlatmaya çalışan onlarca Kürt aydın, yazar ve siyasetçisi PKK yönetiminin kurbanı oldular. Hatta PKK yönetimi, örgütün şiddet politikasına karşı çıkan örgüt sorumlularını da çeşitli bahanelerde infaz ettirdi. 8 Şubat 2009 günü saat üçe doğru eşim ve çocuğumla birlikte evimden çıkarken, bizi izleyen PKK?lı katilleri fark ettik. Durakta imdadımıza yetişen otobüsle tesadüfen öldürülmekten kurtulduk. Başka kalacak yerimiz olmadığı için kısa bir süre sonra evimize geri döndük. PKK?lı katillerin adresimizi tespit ettiklerini biliyoruz. Ben, eşim ve çocuğum, bir kitap yazdığım ve yayınladığım için öldürülme tehdidi altındayız. Kürt, Türk ve Alman aydınlarına, basın yayın organlarına ve Almanya?nın yetkili kurumlarına sesleniyoruz. PKK?lı katillerin ölüm tehlikesi altında bekliyoruz. Sesimizi duyun ve tek suçu kitap yazmak olan benim ve ailemin PKK?lı katillerin kurbanı olmamıza izin vermeyin.? Bu arada, PKK?nın yayın organlarına, geçtiğimiz hafta güvenlik birimlerince Irak?ın kuzeyindeki Zap ve Zagros bölgesindeki örgüt kamplarına yönelik gerçekleştirilen hava harekatında, aralarında Renas Cilo kod Mehmet Aydoğan, Mahir Çayan kod Mücahit Arslan, Cahit Urmiye kod Cavidan Temerabat ve Vedat Liz kod adlı Ayhan Çalkan?ın öldüğü haberleri yansıdı. Nitekim, Genelkurmay Başkanlığı?nın basını bilgilendirme toplantısında da, geçen hafta güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilen operasyonlarda 3 örgüt mensubunun silahıyla birlikte teslim olduğu, 3 teröristin yakalandığı, 4 teröristin ise çıkan silahlı çatışmada ölü olarak etkisiz hale getirildiğini açıklanmıştı. Güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilen operasyonlarda yakalanan örgüt mensupları ağır hapisle cezalandırılırken, örgütten kaçarak adli makamlara sığınan örgüt üyelerinin ise ?Etkin pişmanlık? yasasından yararlanarak, aynı gün veya kısa sürede serbest kaldıkları belirtiliyor.
-
ETNİK MİLLİYETÇİLİK ÇIKMAZI,KÜRTLER VE PKK’NIN SİLAH BIRAKMASI ÜZERİNE
ETNİK MİLLİYETÇİLİK ÇIKMAZI,KÜRTLER VE PKK’NIN SİLAH BIRAKMASI ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ!.. 1925 Şeyh Sait isyanı tam bastırılmak üzereyken Fethi Okyar kabinesi değişti ve İsmet Paşa yeni hükümeti kurdu. İlk işi Takrir-i Sükûn Kanunu'nu çıkarmak oldu. Tarih daha sonra bu kanun çerçevesinde 17-18 Kürt isyanının daha bastırıldığını yazıyor. Tüm bu isyanları bastırırken devletin amaçları defalarca ilan ediliyor: Aşiretler arasındaki çatışmaları önleyerek, asayişi tesis etmek, Kürtleri askere almak, Kürtleri vergiye tabi tutmak, Kürt çocukların okula gitmesini sağlamak, Kürt aşiretleri yerleşik hale getirmek. Yani kanunlar çerçevesinde gerçekleştirilen bu harekâtlar, merkezi otoritenin tesisi, Kürtlerin ulus-devlet inşasına katılmasını ve toplumla bütünleştirilmesi için aşiret yapısının dağıtılmasını amaçlıyordu. Aslında bu isyanları bastırmak çok zor değildi. Osmanlı, aşiret yapısını imhaya yönelmediğinden, Tanzimat uygulamalarına karşı çıkan Bedirhan isyanını 1860'larda kolayca bastırmış ve ağa ailesini paşalık unvanlarına gark ederek İstanbul'a yerleştirmişti. Oysa aşiret yapısı; ilkel, ama çok güçlü, klan, kan bağı, geniş aile kavramlarıyla iç içe geçmiş, değerleri çevresiyle sürekli çatışma ve kahramanlık üzerine kurulmuş, katı bir hiyerarşiye sahip ve dış etkilere kapalı. Seyit denen din adamları rakip aşiretler arasında işbirliğini sağladığından din çok önemli. Hz. Muhammet, İslam'ı aşiret dışına çıkarıp evrensel din yapmıştı. Bu aşiretlerse, dini içeri hapsederek aşırı mutaassıp bir inanç sistemi yarattılar. Bu yapı, bugün bile Türkiye'nin laiklik sorununa olumsuz etkide bulunuyor. Öte yandan bu yapı, çokeşlilik, töre cinayetleri vb. örflerle kadını eziyor. Şimdi her alanda çok sayıda yetenekli Kürt var. Oysa aşiret yapısı dolayısıyla Kürtler tarihte kültür yaratacak simalar yetiştiremediler. Dilleri yeterince gelişemedi. Ekonomik faaliyetleri göçebe hayvancılığa inhisar etti. Bazı küçük ve kısa ömürlü emirlikler dışında siyasi varlıkları olmadı. Aşiret yapısı, şimdi Irak'ta da görüldüğü üzere, değil demokrasiye, millet ve devlet yaratmanın ilk adımlarını atmaya bile elverişli değil. Aşiret mensubu aşiretine çok güçlü aidiyet duygularıyla bağlı. Dış düşman karşısında diğer aşiretleri de kardeş görebiliyor. Ama bu bugünkü anlamıyla milliyetçilikten farklı bir duygu. İlk kez bir dış gücün büyük desteğiyle Irak’ın kuzeyinde aşiret yapısına dokunmadan girişilen devlet/millet inşasının geleceği ise henüz bilinmiyor. Cumhuriyet Türkiyesi, “isyanları” bastırmak suretiyle işte bu yapıyı kırmayı amaçladı. Bu politikanın saptanması ve uygulanmasında İstiklal Savaşı'na katılmış çok sayıda yüksek düzey Kürt de görev aldı. Ve çok zor bir mücadeleye rağmen aşiret yapısı ancak kısmen tahrip edilebildi. Bugün okumuş-yazmış, ekonomide başarılı, siyasette aktif Kürtler gibi, çoğu PKK ve siyasi uzantısı DTP'nde toplanan Kürt etnonasyonalistleri de bu mücadele sonucunda oluşturulan yerleşik toplumun ürünleri. Kürtler için çok acılara mal olan bu mücadeleden dolayı Cumhuriyet'e minnet duymalarını beklemesek de, tarihi olduğu gibi kabul edip birlikte geleceğe yönelecek olgunluğu umabilmeliyiz. Birçok yabancı araştırmacının da belirttiği gibi, Türk halkında Kürtlere karşı düşmanlık yok. Ancak son yapılan anketlerin de ortaya koyduğu gibi, Türkiye kamuoyunun büyük çoğunluğu “Kürt sorunu” veya “Güneydoğu sorunu”nun dış güçler tarafından kışkırtıldığını düşünüyor ve sorunların çözümü için PKK terörünün bitirilmesi için güvenlik güçlerine her türlü desteği veriyor. Gelişmiş ülkelerde etnik milliyetçi hareketler var ama terör artık marjinalleşmiştir. Bunda teröre karşı tavizsiz askeri mücadelenin rolü çok önemlidir, asla ihmal edilemez. Bunun yanında terörü marjinalleştiren bir faktör de huzur ve refah beklentisinin teröre itirazları güçlendirmesidir. Ekonomik ve sosyal gelişme uzun vadede refah özlemini güçlendirir, “uğruna ölmek” duygusunu geriletir, terör tabanı daralır. PKK ve uzantısı oluşumlar için tarihi doğru okumak, olmayacak taleplerden vazgeçmek ve kendilerine çok daha fazla zarar verecek bir felaketten hepimizi kurtarmak açısından belki de son fırsat diye düşünüyorum. Eğer PKK, şiddet politikasını sürdürme yönünde tercih kullanırsa, bunun yaratacağı sonuçları şimdiden kestirmek zor. Ancak şu biliniyor ki, PKK’nın şiddet eylemleri karşı milliyetçilik duygularını tahrik ediyor, şiddet yanlısı kesimlerin güçlenmesine yardım ediyor. Bunun farkına varan Kürtler de, “PKK’nın şiddet politikasına” daha gür bir sesle karşı çıkıyor. Çok şükür nevruzlar artık kansız geçiyor. Gelişmiş toplumlarda da etnik hareketler var, ama “tek partili” değildir, çeşitlidir. Ekonomik ve sosyal gelişme ile demokratik katılım etnik hareketlerde de “çoğulculuk” yaratıyor. Bizde de Kürt hareketi PKK’nın kanlı yumruğu altında faşizan bir “blok” olarak devam edemeyecek, uzun vadede “çeşitlenecek”tir; solcu, sağcı, liberal, muhafazakâr, çevreci akımlar, değişik partiler ortaya çıkacaktır. Nitekim bugün Türkiye’de Kürtlerin siyasi ve demokratik taleplerini barışçı yöntemlerle dile getirmeleri imkânı da mevcuttur. Bu imkânı kullanmaları, Türkiye’nin demokratikleşmesine de katkıda bulunacaktır. PKK’nın resmin bütününe iyi bakıp, yeni Başkan Obama’nın Ortadoğu’ya yönelik niyetlerini dikkatle okumasında yarar var. ‘Silah’la, ‘şiddet’le yola devam etmeye kalkışmak, PKK’nın çıkmazını daha beter derinleştirir çünkü... PKK’nın önkoşulsuz silah bırakarak, anayasal düzen içerisinde demokrasinin gereklerini yerine getirmesi, böyle bir gelişmeden sadece PKK değil, Türkiye’de yaşayan herkes yararlanacaktır. Unutulmaması gereken en önemli nokta, ne Güneydoğu, ne Doğu Anadolu, ne de Türkiye’nin başka bir yerinde artık kimse silah sesi duymak istemiyor.
-
GERÇEKLER ER YA DA GEÇ MUTLAKA ORTAYA ÇIKIYOR!..
GERÇEKLER ER YA DA GEÇ MUTLAKA ORTAYA ÇIKIYOR!.. “Diyarbakır’daki Termoslu Bombalı Saldırının Failleri PKK’lı Çıktı!..” Teröre Karşı Onurlu ve Kararlı Duruşumuzu Bozmayalım!.. PKK’ya yönelik “silah bırak” çağrılarının ve tasfiyenin gündemde olduğu bir süreçte, 12 Eylül 2006 günü Diyarbakır’daki Koşuyolu Parkı’nda gerçekleştirilen bombalı eylemde, 8’i çocuk 10 sivilin öldürülmesinin faillerinin PKK’lı olduğu belirlendi. Güvenlik güçleri tarafından gerçekleştirilen operasyonda yakalanan PKK’lıların, ilk ifadelerinde, kanlı eylemi PKK yönetiminin talimatıyla Türk-Kürt çatışmasını körüklemek amacıyla gerçekleştirdiklerini itiraf ettikleri kaydedildi. Eylemin hemen sonrasında kaleme aldığım yazıda, “Saldırının PKK tarafından gerçekleştirildiğini net ifadelerle kamuoyuna aktarmıştım (Her zaman olduğu gibi PKK’lıların yoğun tepkisiyle karşılaşmış, “yalancılık” suçlamalarının yanı sıra, ajan ilan edilerek, ölümle tehdit edilmiştim). O günkü yazımdan küçük bir kesit: “Daha önce İstanbul, Mersin, Van, Antalya ve Marmaris’te sivilleri öldüren PKK’lı teröristler, bu sefer de Kürtlerin yoğun olarak yaşadıkları Diyarbakır’da bomba patlattılar. PKK’nın bombalı eyleminde aralarında çocukların da bulunduğu 10 sivil ölürken, onlarca kişi yaralandı. Bombalı eyleme tepki gösteren Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir, ‘Bu eylem, barış çabalarına vurulmuş bir darbedir’ derken, başta insan hakları dernekleri olmak üzere, Türkiye’deki farklı kesimlerden PKK eylemine tepki yağdı. Bu eylemin, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki sivil toplum örgütlerinin ve Kürt siyasetçilerin PKK’ya silah bırakması yönündeki çağrıları sonrası gerçekleşmesi, PKK’nın ‘ateşkes’ ve ‘barış’ açıklamalarının sorgulanmasına neden oldu. PKK’nın Diyarbakır’da gerçekleştirdiği bombalı eylemde ölenlerin çoğunluğunun sivil Kürtler olması ve kurbanlar arasında çocukların bulunması, örgüte duyulan nefreti bir kat daha artırıyor. PKK’nın şiddet eylemlerini tırmandırması, bölgenin sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmesini engellediği gibi, çatışmaların sona ermesi için verilen çabaları da sekteye uğratıyor. Sorunun demokratik ve barışçıl yollardan çözümü için PKK’nın somut adım atması ve silahları bıraktığını açıklaması gerekiyor.” Bu arada, Koşuyolu Parkı’nda yapılan olay yeri incelemelerinin de, eylemin PKK tarafından gerçekleştirildiğini ortaya koyduğunu belirterek, olay yerinde bulunan telsiz, kilit ve termos parçaları ile patlamada kullanılan bomba düzeneğinin daha önce PKK’lı teröristlerce gerçekleştirilen eylemler ile (3 Kasım 2005 Dicle, 5 Haziran 2005 Hani, 9 Mart 2006 Van, 22 Mayıs 2006 Lice’de) aynı olduğunu vurgulamıştım. Hatırlanacağı üzere, 9 Mart 2006 tarihinde PKK’lı teröristler tarafından Van’ın şehir merkezinde gerçekleştirilen bombalama eyleminde, patlama sırasında bölgede bulunan vatandaşların yanı sıra, yolcu taşımacılığı yapan bir minübüs ve belediye aracı ile çevredeki binalar zarar görmüş, saldırıda eylemi gerçekleştiren PKK’lı teröristin yanı sıra, 2 vatandaş ölmüş ve bazılarının durumu ağır olmak üzere 18 kişi yaralanmıştı. Patlamanın hemen ardından “Eylemle bir ilgimiz yok” diyen PKK yönetimi, bir gün sonra cinayetin bir PKK mensubu tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıkınca; “Saldırı Dengtav kod Devrim Solduk adlı militanımızın kendi inisiyatifiyle ve yanlışlıkla gerçekleşmiştir. Yanlış hedef seçilmiştir. Halkımızdan özür dileriz” açıklamasında bulunmuştu. Özürleri kabahatlerinden büyüktü… PKK’nın özür dilemesindeki etken ölenlerin sivil olmasından kaynaklanıyordu. Eğer eylem bir polis otosunun veya askeri aracın yanında gerçekleşmiş olsaydı, örgüt yine böyle bir özür mesajı yayınlayacak mıydı? Hiç sanmıyorum. O zaman eylemi gerçekleştiren, “kahraman” ilan edilecek ve cinayetin haklılığından dem vurulacaktı. Nitekim PKK yönetimi, örgüt kadrolarına yönelik yayınladığı bildirilerde, eylemi gerçekleştiren Devrim Solduk’u “kahraman” ilan ederek, intihar saldırıları ve cinayetlere haklılık kazandırmaya çalıştı. Yani kamuoyuna karşı “pişmanlık” ve “özür”den bahsedilirken, örgüt kadrolarına yönelik “kahramanlık” propagandası yapılarak, bu tür eylemler özendirilmeye devam edildi. Sözlerim açık ve net: Nereden gelirse gelsin, hangi amaç için olursa olsun masum insanları öldüren her türlü eylemi terörist bir eylem olarak nitelendiriyor ve cinayeti gerçekleştirenler ile ölüm talimatını verenlerin yakalanarak, yargı önüne çıkarılmaları gerektiğine inanıyorum. Diyarbakır’da teröre kurban verdiğimiz insanlarımızı rahmetle anarken, sorunların şiddet yoluyla çözülemeyeceğine, bölgede kan akıtarak herhangi bir değişimin veya dengeleri dönüştürecek bir inisiyatifin elde etme şansının kalmadığına bir kere daha dikkat çekmek istiyor, başta Kürt aydın ve siyasetçileri olmak üzere sağduyu sahibi herkese sesleniyorum; PKK terörüne ve cinayetlere ahlaki olarak karşı durmadın mı özgürlüğe dokunamazsın. Şiddet ve cinayetler, şimdiye kadar zorluklarla büyütülen demokrasi ve kardeşlik filizlerini zedeliyor. Bölge halkı, yeniden şiddet ve gözyaşı istemiyor. Halk, silah ve şiddet yerine, sorunların demokratik ortamda, konuşularak çözülmesini istiyor. Şiddete sürükleyenlere karşı durabilecek, akıntıya kapılmayacak, akıllı hamlelerle ateşleri söndürecek önderlikler arıyor. Asıl sorun haklı olmak değil, sürüklenmemek, şiddeti aşma becerisi göstermektir. İster Türklük, ister Kürtlük duygusuyla olsun, Türkiye’de etnik çatışmayı körüklemek, Türkiye’ye büyük zarar verecektir. Bugün çatışmacı ideolojiler çağın gerisinde kalırken, rasyonel, uzlaşmacı, müzakereci, pratik, çoğulcu görüşler gelişiyor. Dünyada etnik milliyetçiliğin marjinalleştiği toplumlarda; büyük kitlelerin ve kitle kuruluşlarının, aynı zamanda aydınların büyük çoğunluğunun o toplumlarda eski “çatışmacı” kültürleri aştıkları ve bu şekilde doğası itibariyle çatışmacı olan etnik milliyetçiliğin toplumdan “tecrit” edildiği görülüyor. Aşırı uçların hiç kuşkusuz ki kendilerine göre meşru acıları var. Ancak, o acılarla, akıtılan kan ve gözyaşlarıyla güzel bir geleceğin kurulamayacağı, şiddetin her iki tarafı da tüketeceği, geçmişin tutsağı olarak bir yere varılamayacağı anlaşılmalıdır.
-
BAHAR BAYRAMI NEVRUZ KUTLU OLSUN!…
NEVRUZ KUTLAMALARI, MEDYA VE TERÖR... Asya’dan Avrupa’ya, Balkanlar’dan Afrika’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada milyonlar tarafından coşkuyla kutlanan bahar ve bereket bayramı Nevruz’a (21 Mart) sayılı günler kala, terör örgütü PKK’nın ve uzantısı siyasi oluşumların, 29 Mart yerel seçimler öncesinde, her sene olduğu gibi, bu sene de Nevruz’u istismar ederek, insanlarımız arasında “kargaşa, şiddet ve düşmanlık duyguları aşılamaya” çalıştığı ve özellikle Kürt kökenli vatandaşlarımızı güvenlik güçleri aleyhinde kışkırtma ve özellikle büyük kentlerde etnik çatışma yaratmak suretiyle DTP’nin oylarının artırılması yönünde çaba gösterdiği yönündeki haberler basın-yayın organlarına yansıyor. İşte bu noktada, medyamıza büyük sorumluluk düştüğünü vurgularken, birkaç noktaya dikkatleri çekmek istiyorum. Yasama, yürütme ve yargı erklerinden sonra genellikle dördüncü kuvvet olarak değerlendirilen medya, bazen eleştirilse de bazen takdir edilse de demokratik sistemlerin önemli ve vazgeçilmez bir unsurudur. Bir tarafta demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından medya, diğer tarafta da direkt veya en direkt binlerce insanın üzülmesine neden olan terör eylemleri… Ülkemizde yaşanan ve tüm milli güç unsurlarının seferber edildiği terör olayları karşısında basın ve terör ilişkisini genel anlamda irdelediğimizde; propagandanın, teröristin hem amacı, hem de aracı olduğu, sesini duyuracağı ilk ve en etkili, bir bakıma tek yolun da yazılı ve görsel basın, daha açık anlatımı ile medya, yani bütün iletişim araçları olduğu söylenebilir. İletişim araçları, teröristin ikinci yaşam alanıdır; medyasız bilgi toplayamaz, tehdit edemez, korku yaratamaz, terör yapamaz, kitleleri organize edemez, kadro ve yandaşlarını yönlendiremez. Maalesef “terör”, basın için haber toplayanlar ve yorumlayanlar için aynı zamanda kolay haber, kolay kaynaktır; derin araştırmalara ve uzmanlaşmaya fazla ihtiyaç göstermez. Ayrıca terör, toplumun bir kesiminin değil, bütününün ilgisini çeker. Bütün bu ve sayılacak sebeplerle terör, basın için cazip bir konudur. Medya, terörizmin sadece kendisi için yakın getirilerini değil, toplum için uzak getirilerini de görüp değerlendirebilmeli, haksız ve yanlış yönlendirmelere açık olmamalıdır. Bu duyarlılıkla verilen haberde haksızlığa uğrayan taraf olduğu görünümünü kazanmaya çalışan terörist ve terör örgütleri için büyük değer taşımaktadır. Terör örgütleri bu durumu kullandığından, terörle mücadelenin başarısı veya başarısızlığında medya önemli değer taşımaktadır. Terör örgütleri için görsel basın, özellikle televizyon çok uygun araçtır. Toplum psikolojisinin şekillenmesinde asıl işlevi medya yüklendiğinden, terör örgütleri de planlı olarak medyayı kullanmaya çalışır. Medya, önce doğası, yapısı gereği bu etkiye hazır ve yatkındır. Bazen terör örgütleri de, televizyon kanallarına çeşitli dokümanlarla, sesli ve görüntülü materyaller göndererek, bu yolla propaganda yaptırmaktadırlar. Türkiye’de son 30 yılda yaşanan –hatta daha eskiye uzanan- ayrılıkçı terör örgütü ile ilgili haber ve yorumları hatırlayarak bir öz eleştiri yapacak olursak, eşi benzeri olmayan boyutta görsel, işitsel ve yazılı olarak teröre isteyerek veya istemeyerek büyük bir destek verildiğini söylemek haksızlık olmaz. Yasal olmayan gösterilerde kalabalıkları olduğundan büyük göstermek, teröristleri masum insanlar gibi sunmak, düzenin korunması gereğini göz ardı etmek, olaylar hakkında verilen ayrıntılarla şiddet tekniklerinin geniş kitlelere öğretilmesinin aracı olmak, terör örgütleri arasında şiddete yönelik rekabet yaratmak, terör örgütlerine yaptıkları eylemin etkileri ve sonuçları hakkında yayın yolu ile bilgi vermek, bazı kişi ve kurumları hedef haline getirmek, sorulan sorularla ve verilen bilgilerle terör örgütlerine yol göstermek, konuları derinlemesine araştırma imkanı bulunmaması sonucu teröristlerin iddia ve tezlerinin yayılma yoluyla haklı olduğu izlenimini yaratmak, devletten (resmi tutumdan) yana bir görüntü vermekten kaçınarak terörün işine gelmek, vb. çok sayıda sıralamak mümkün olan saptamaların, medyamızın geçmişte yaşadığı, yaşamaya devam ettiği ve bugün de sorgulaması gereken olgulardır. İletişim araçlarının işlevleri dahilinde olan birçok faaliyet, haber ve yorumlardaki yanlış sunuşlar teröre destek olabilir. Örgütün tanıtılması (her örgüt kağıt üzerinde ve şemalarla olduğundan daha heybetli görünür), teröristler ve yöneticileri ile yapılan ve geniş yer verilen görüşmeler, yasadışı eylemler bugün izleyenlerin (kamuoyunun) hafızalarından silinmemiştir. Örneğin, Türkiye’nin Abdullah Öcalan’ın yakalanmasıyla birlikte “terörü sona erdirme” yolundaki büyük gayretlerine rağmen, bazı yayıncılarca terör olaylarının büyütülerek gösterilmesi, hatta eski görüntülerin gereksiz ve yersiz bir biçimde tekrar tekrar verilmesi, turizm sektöründe rezervasyon azalış ve iptallerine yol açmıştır. Yurt içinde ve dışında tedirginlik oluşturacak şekilde terörist organizasyonların görüntülerini sürekli yayınlayan televizyon kanalları, tarihi bir yanlışı sürdürerek teröre destek olurken, milli ekonomiye de büyük zarar vermektedirler. Basın, terör kaynağı olmak, diğer terör odaklarına destek olmak, onlar tarafından kullanılmak, terör aşaması olan durumların ve anarşinin olağanlaşmasına alet olmak gibi bir yığın tehdit altındadır. Ne yazık ki, her şeyi bildiğini, yaptıklarının yapabileceklerin en iyisi olduğunu zannetmesi, basının zayıf karnıdır. Dolayısıyla Türkiye’de tüm unsurlarıyla devletin ve milletin teröre karşı gösterdiği yüksek duyarlılık, terör örgütlerinin kitleleri istismara yönelik planlarının başarısız kalmasında en önemli etken olmuştur. Medyamızın, üzerine aldığı sorumluluğu yüksek bir bilinçle yerine getireceğine, toplumun gelişme ve yönlendirilmesine olumlu katkı sağlayacağına, terör örgütlerinin bereket ve bahar bayramı Nevruz gibi kutlamalarda sinsi oyunlarına karşı “kamu yararı” ilkesini önemle koruyacağına, yerel seçimlere günler kala, turizm sezonunun yaklaştığı bir dönemde Türkiye’nin hizmetinde olacağına ve reyting uğruna bazı görüntüleri saatlerce televizyonlarda göstermeyerek, Avrupa Birliği yolunda çeşitli reformların uygulandığı, demokratik açılımların birbiri ardına hayata geçirildiği ve PKK terör örgütünün tasfiye sürecinde tarihi bir noktaya gelindiği bir dönemde, vatandaşlarımız arasında etnik milliyetçiliği körükleyecek ve şiddeti öne çıkaracak her türlü olumsuzlukları süzgeçten geçirerek, bilinçli ve sağduyulu bir yaklaşımla ekranlara yansıtacağına inanıyorum. Nail Amudi Nail Amudi
-
BAHAR BAYRAMI NEVRUZ KUTLU OLSUN!…
BAHAR BAYRAMI NEVRUZ KUTLU OLSUN!… “Nevruz’u, Terörün Şiddet Tuzağına Düşmeden, Hoşgörüyle Kutlayalım!..” Sevgi, hoşgörü ve dayanışma gibi insani değerleri en yoğun şekilde yaşadığımız bahar ve bereket bayramı Nevruz’unuz kutlu olsun!.. Asya’dan, Avrupa ve Afrika’ya kadar uzanan geniş bir coğrafyada milyonlar tarafından baharın gelişi, “yeni gün” olarak coşkuyla kutlanan Nevruz; yeniden canlanmaya başlayan doğanın insanlara sunduğu bolluk, bereket, dirilik, sevgi, kardeşlik, paylaşma, barış ve dostluk duyguları ile her yıl 21 Mart’ta kutlanmaktadır. Halk arasında; Nevruz-i Sultani, Sultan Nevruz, Sultan Navrız, Navrız, Mart Dokuzu gibi adlarla da kutlanan 21 Mart Nevruz, insanlarımız arasındaki sevgi, saygı ve dayanışmanın kuvvetlendiği, birlikte yaşama isteğinin güçlendiği özel günlerimizdendir. Baharın müjdecisi olan 21 Mart Nevruz, gelenek ve göreneklerimiz arasında yer alan ve en sıcak, en canlı şekilde kutlanan bir bayramdır. Bu sıcaklık, bizim dünyamızın var olabilmesi için gerekli üç ana unsur olan hava, su ve toprağı ısıtan ateştir. Bu ateşin, çocuklarımızın gönüllerini ve hayallerini ısıtarak, ulusaldan evrensele uzanan bir çizgide sevgi, saygı, barış, dostluk, hoşgörü ve kardeşlik duyguları ile bütün insanlığı kucaklayacağına inanıyorum. Halkımızın ortak değerler etrafında birleştiği ve kaynaştığı Nevruz’un, binlerce yıldan beri beraberinde getirdiği biricik anlayış; sevgi ve hoşgörüdür. Hoşgörünün, insanın sahip olabileceği değerlerin en erdemlisi olduğunu, uzlaşmanın temelinde de hoşgörünün yattığını bir kere daha vurgulamak istiyorum. Nevruz Bayramı öncesinde tüm anne ve babalara seslenmek istiyorum; Bahar Bayramı Nevruz’un, asıl mana ve maksadını evlatlarımıza anlatalım. Çocuklarımızın terör örgütleri tarafından kullanılmalarına, ülkemizin kalkınmasını, refahını ve mutluluğunu istemeyenlerin, bu güzel bahar gününün havasını bozmasına izin vermeyelim. Dargınlıkları, kırgınlıkları bir kenara bırakarak, çocuklarımızın geleceği ve huzuru için hep birlikte gönülden, kardeşçe kucaklaşalım. Demokrasinin sınırları genişledikçe, şiddet ortamı duruldukça, huzur ve güven arttıkça, silahlar yerini uygar tartışma ortamlarına bıraktıkça, Türkiye hem kendisine daha çok güvenir, hem sorunlara çözüm bulunur. Buna karşın şiddet içinde olacağım diyenlere karşı mücadele kaçınılmazdır. Türkiye’de herkes görüşlerini dillendirebilmeli, ama bu, ülkenin milli birlik ve bütünlüğünü, üniter yapısını, birlikte yaşama iradesi ve demokrasisini güçlendirmeye yönelik olmalıdır. Türkiye; etnik köken ve din ayrımı gözetmeyen tüm insanların gönüllü birlikteliğinin ülkesidir. Bir millet olmak için aynı etnik kimliğe sahip olmak gerekmez; ortak tarih ve sosyo ekonomik entegrasyon, ülke ve vatandaşlık kavramları etnik farklılıklardan önceliklidir. Kurtuluş Savaşı’nın Cumhuriyet’le taçlandırılmasında, millet egemenliğinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin oluşumu ile kullandırılmasında, laik-demokratik Türkiye hedefinin temellerinin atılmasında, etnik aidiyetleri, inanç farklılıkları ne olursa olsun, T.C. vatandaşlarının oynadığı yaratıcı rol, vatan ve millet kavramlarına, tarihsel birikimimizi de katarak sağlam, içeriği olan bir yapı kazandırmıştır. Bu sebeple, Anadolu, etnik kaynaşmanın etnik ayrışmayı yendiği bir yer haline gelmiştir. Milletimizin sahip olduğu değerler, sorunların çözümlerinin garantisidir. Kurtuluş Savaşı’nın mücadelesi ve başarısının sırrı, sahip olunan bu değerleri, tarihsel koşulları, gelişmelerle uyumlu şekilde yönlendirebilme ve farklılıklarımızı zengin bir bütünlüğe çevirebilme yeteneğinde yatar. Yerel seçimler öncesinde terör örgütü ve uzantısı oluşumlar tarafından toplumda gerginlik yaratılarak, oy avcılığının “şiddet” tuzağına karşı uyanık olalım. Ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik krizi de göz önünde tutarak, çocuklarımızın ve ülkemizin geleceği için, sosyal refahımız için, ekonomik ve sosyal kalkınmamızı gerçekleştirebilmemiz için hem Nevruz’da, hem de Nevruz’dan sonra birlik ve beraberliğimizi, huzur ve güven ortamını bozacak her türlü eylemden uzak duralım. Bu bayramı kutlayan ve kutlamalarda görev alan tüm vatandaşlarımızı sağduyulu davranmaya, kışkırtmalara karşı dikkatli olmaya davet ediyorum. Ağrı’dan Sevda Erdoğmuş isimli bir kız çocuğumuzun e-postama gönderdiği şiirdeki duygu ve dilekleri aynen paylaşıyorum; “Devir dostluk, kardeşlik devri; düşmanlığın faydası yok, Şimdi hep beraber olup, kenetlenme zamanıdır. Halaylar çekilsin, dert keder unutulsun, Gülün, koşun, eğlenin, bugün Nevruz bayramıdır. Bu bayram cihan bayramı; soy, ayırım dinlemez, Bu bayram dostluk bayramı; kin, nefret istemez, Hepimiz aynı vatanın evladıyız, kanımız, canımız bir, Yaraları sarma zamanıdır, bugün Nevruz bayramıdır. Barışa, kardeşliğe ve hoşgörüye inanan sağduyu sahibi tüm vatandaşlarımızın Nevruz Bayramı kutlu olsun!... Demokrasi ve özgürlük isteyenlerin demokrasi ile bağdaşmayan bir zihniyeti içselleştirmiş olmalarından daha vahim bir durum olamaz. Özlemini duyduğumuz terörden arınmış, şiddetten uzak, insanca yaşanılan bir Türkiye’de, evrensel kardeşliğe kucak açan hoşgörünün egemen olduğu bir dünyada buluşmak ümidiyle…
-
AZINLIK MI, ASLİ UNSUR MU?.. KURUCU KİM, ASLİ KİM, TALİ KİM?
AZINLIK MI, ASLİ UNSUR MU?.. KURUCU KİM, ASLİ KİM, TALİ KİM? “Azınlık” terimi, “bir toplumda, nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan gruptan; din, dil, etnik köken vb. yönlerden farklı özellikler gösteren topluluk” anlamında kullanılmaktadır. Yerleşik azınlığın çoğunlukla eşitliğini sağlayıcı kurallar; “yaşama hakkı, özgürlüklerden yararlanma, medeni ve siyasal haklardan yararlanma” konularından oluşmaktadır. Medeniyetler İttifakı toplantısı için İspanya’nın başkenti Madrid’de “Nueva Economia Forumu”na katılan Başbakan Erdoğan’a basın toplantısında (17 Ocak 2008) bir gazetecinin “Kürtlerin azınlık olduğu” şeklinde bir soru yöneltmesi üzerine, “Bu çok yanlış ve kasıtlı bir sorudur” diye tepki gösteren Başbakan Erdoğan, bakın neler söylemiş; “Kürtler, böyle bir soruyu soranları tekme tokat kovalarlar. Kürtler, Türkiye’de asli unsurdur ve azınlık statüsünü asla kabul etmezler. Türkiye’de Kürtler, devletin en üst kademelerinde yer aldılar. Başbakan, bakan, milletvekili olmuştur. Yargının en üst kademelerinde görev yapmıştır. Kürtler Türkiye’nin her bölgesinde yaşamaktadır. Terör örgütü PKK, Kürt kökenli vatandaşlarımızı istismar etmeye çalışmaktadır. Ancak PKK’nın bugüne kadar Kürtlere kazandırdığı hiçbir kazanımdan söz edilemez. Aksine PKK, şiddet eylemleriyle demokrasi ve ekonomik kalkınma açısından en büyük zararı Kürtlere vermiştir. Etnik milliyetçilik, bölgesel milliyetçilik ve dinsel milliyetçilik Türkiye’de yasaktır. Türkiye’de bütün vatandaşlar eşit ve birinci sınıftır. Kürtler, Türkiye’nin üniter yapısı üzerinde hesabı olanların gayretlerine prim vermezler.” Bu konuda birkaç saptamada bulunmak istiyorum. Birincisi, Türkiye’de azınlık kavramını aşağıdaki şekilde tanımlamak mümkündür. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda; “Her Türk vatandaşının bu Anayasadaki temel hak ve hürriyetlerden eşitlik ve sosyal adalet gereklerince yararlanarak millî kültür, medeniyet ve hukuk düzeni içinde onurlu bir hayat sürdürme ve maddî ve manevî varlığını bu yönde geliştirme hak ve yetkisine doğuştan sahip olduğu” belirtilmektedir. (Madde 66) Ayrıca, Anayasa'da; “Herkesin, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasî düşünce, felsefî inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğu” vurgulanmaktadır. (Madde 10) Yine, bilindiği üzere Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşu Lozan Antlaşması'na dayanmakta olup, Lozan Antlaşması’nca belirlenen hukuki siyasi statüye göre Türkiye'de Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler olmak üzere sadece gayrimüslim azınlıklardan bahsetmek mümkündür. Bunların dışında Türkiye'de yaşayan Kürtler, Çerkezler, Abhazlar, Boşnaklar, Gürcüler, Lazlar vb. (Bazı araştırmalara göre Türkiye’de 40’ın üzerinde etnik grup bulunmaktadır.) ise, Lozan Antlaşması çerçevesinde Türkiye'de azınlık statüsünde olmayıp, anayasal vatandaşlık çerçevesinde asli unsur olarak kabul edilmektedir. Dolayısıyla Kürtler, etnik ayrımcılığa gidilmeksizin Anayasa ve yasalarla belirlenen hak ve yükümlülüklere tabidirler. Kürtlerin azınlık olarak nitelendirilmelerini ve bu yöndeki çabaları, öncelikle Kürtlere büyük hakaret olarak görüyor ve kabul edilemez olarak nitelendiriyorum. İkincisi; bir devlet kurulurken onun kurucusu belirlenir. Aradan 85 yıl geçtikten sonra, kurucusu değişmez. Bunun için devletin yeniden kurulması gerekir. Mesela Franko’dan sonra İspanya yeniden kuruldu. Franko ülkeyi o hale sokmuştu ki, eğer bugünkü ademi merkeziyetçilik getirilmemiş olsaydı, İspanya dağılacaktı. Bugün Türkiye’de etnik milliyetçilik üzerinden prim sağlamaya çalışan PKK ve bazı Kürt siyasetçiler, “Kürtlerin kurucu unsur olduğu”nu belirtiyorlar. Bu felsefi olarak son derece yanlıştır. Çünkü sen kurucu unsurum dediğin anda, Türkiye’de bazılarının yaptığı hatayı yapıyor, konuyu tekelleştiriyorsun. Kurtuluş Savaşı’na katılan sadece Kürtler değil ki, Çerkesler de, Lazlar da, Arnavutlar da, Gürcüler de aktif olarak katıldı. Peki, Kürtler asli unsursa, diğerleri ne olacak? Bir de “asli unsurum” dediğin zaman, “tali olan da var” demek istiyorsun. Yani, “Kürtler ve Türkler dışındakiler talidir” diyorsun. Diğerlerini ikinci derecede sayıyorsun. Demokratik bir Kürt aydını olarak, Türkleri kurucu unsurdan alt kimliğe indirmeye çalışırken, diğer taraftan Kürtleri, Türklerin yanına taşıyamam. Çünkü onların oraya çıkması, başkalarının ikinci sınıf kalması demektir. Bu da konsensüsü engelleyecektir. Diğer yandan, bir devlet kurulurken, onun simgeleri, bayrağı, adı vs. konur. Bunlar çocuk oyuncağı değildir ki, devamlı oynansın. Mesela, Türkiye’nin adını değiştirip “TürKür” yapsak, bayrağını değiştirip bir de yeşil renk koysak… Buna lüzum var mı? Bu memleketin adı 11.yüzyıldan beri “Türkiye”dir ve her türlü oyuna ve tahrike rağmen, bu ülkede yaşayan Türkü, Kürdü, Lazı, Çerkezi, Arnavutu, Yahudisi, Ermenisi bir arada yaşama iradesi göstermeyi başarabilmişlerdir. Nasıl şiddet şiddeti doğurursa, milliyetçilik de karşı milliyetçiliği doğurur. Kürt ve Türk milliyetçilikleri devamlı birbirini azdırırlar. Bir unsurun keyfini yapayım derken, ondan daha güçlü olan ve zaten alt kimliğe indiği için hınç duyan bir unsurda tepki yaratmamak gerekir. “Rabbena hep bana” dediğin zaman işin içinden çıkamazsın. Karşı tarafı da düşüneceksin. Şimdi diyeceksiniz ki, “milliyetçilik azıtacak diye ben kendi kimliğimi ileri sürmeyeyim mi?” Eğer eziliyor ve ikinci sınıf muamelesi görüyorsan, tabii ki mücadele edeceksin. Ama birinci sınıfa çıkma çabası çok hatalıdır. Bu memlekette birinci sınıf ya da ikinci sınıf vatandaş olmamalıdır. Onun için Kürtler ya da Çerkesler ya da Lazlar ya da Gürcüler asli ve kurucu unsurdur diye Anayasaya koymaya kalktığın anda, her şeyi berbat eder, sadece yaşadığın ülkenin değil, kendi sonunu da hazırlarsınız. Bireysel haklar ve özgürlükler için mücadeleye varım; ama devletin üniter yapısını yok etmeden, demokrasi ve hukukun üstünlüğü ilkelerini çiğnemeden, silaha, mayına, bombaya sarılmadan, yakmadan ve yıkmadan. Türkiye’nin ve dünyanın evrimine şöyle bir bakacak olursak; çatışmacı ideolojiler çağın gerisinde kalırken, rasyonel, uzlaşmacı, müzakereci, pratik, çoğulcu görüşler gelişiyor. Dünyada etnik milliyetçiliğin marjinalleştiği toplumlarda; büyük kitlelerin ve kitle kuruluşlarının, aynı zamanda aydınların büyük çoğunluğunun o toplumlarda eski “çatışmacı” kültürleri aştıkları ve bu şekilde doğası itibariyle çatışmacı olan etnik milliyetçiliğin toplumdan “tecrit” edildiği görülecektir. 200 yıldır sürdürdüğü çağdaş uygarlık hedeflerine ulaşmada büyük çaba gösteren Türkiye’de, bugün tüm aydın ve siyasetçilerden beklenen, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak demokratik/çağdaş milliyetçiliğe ve yurtseverliğe destek verildiğini, etnik ayrımcılığı ve şiddeti temel alan tüm grupların karşısında olunduğunu yüksek sesle haykırmaktır.
-
ARAÇ YAKMA TALİMATINI APO MU VERDİ?..
ARAÇ YAKMA TALİMATINI APO MU VERDİ?.. İran, Irak, Suriye ve Türkiye’nin yanı sıra, Avrupa ülkelerinde gerçekleştirilen operasyonlar sonrasında köşeye sıkışan PKK’nın, son dönemde büyük kentlerde “araç yakma” eylemlerine yönelmesi ve ardından Diyarbakır’daki insanlık dışı katliamı gerçekleştirmesi!… “İnsan hakları, kardeşlik, demokrasi” söylemlerinin ardından Diyarbakır’daki katliamı gerçekleştirdiği ortaya çıkan PKK’nın, “araç yakma” eylemlerinin talimatını kim veriyor? PKK tarafından yaygınlaştırılmaya çalışılan ve her gün örgüt televizyonu aracılığıyla “toplam şu kadar araç yaktık” denilerek, insanların binbir güçlükle aldıkları, halen kredi borcu bulunan otomobilleri yakmakla övünecek kadar zavallı hale gelen PKK’lılara, örgüt tarihinde PKK’yı bu kadar “küçültecek” bir eylem tarzı emrini kim verdi? İmralı Cezaevinden örgütü yönlendirmeye çalışan Abdullah Öcalan, Diyarbakır'daki saldırıyla ilgili olarak, kendisinin olayların dışında olduğunu öne sürmüştü. Peki, ya araç yakmalar konusunda Abdullah Öcalan ne diyor? Bugüne kadar bu konuda basına yansımış tek bir açıklaması yok. İnternette yaptığım taramada, Diyarbakır saldırısı sonrasında tüm gözlerin kendisine yöneldiğini gören Abdullah Öcalan, hemen zehir zemberek bir açıklama yaparak, saldırı ile ilgisinin olmadığını, zaten şiddete karşı olduğunu beyan ediyor, hatta PKK’nın şiddet eylemlerinin arkasındaki güçlerin Talabani ve Barzani olduğu yönünde ilginç bir yorumda da bulunuyordu. Yine, Öcalan DTP'yi de, "Çok öfkeleniyorum, böyle eylemler yanlış diyorum. DTP'nin en büyük eksikliği burada. Çalışmıyorlar, anlatamıyorlar bu tehlikeyi. Halkla beraber barış için çalışılmalılar. Silahın çözüm olmadığını anlatmalılar" sözleriyle eleştirdi. Açıklamaları Fırat Haber Ajansı'nda anında yer alan İmralı sakini Abdullah Öcalan, daha büyük katliamların önlenmesi için çaba sarf ettiğini iddia etmemiş miydi? Öyleyse, herkesin merak ettiği bir soruyu Abdullah Öcalan’a yöneltmek istiyorum: Madem şiddetin önlenmesi için çaba gösteriyorsunuz, madem şiddete karşı olduğunuzu beyan ediyorsunuz, neden hala memurun, işçinin, emekçinin yıllarca dişinden tırnağından artırarak, belki de tek lüksü olarak kapısının önüne koyduğu, belki haftada bir kere kullandığı, ama onun varlığıyla mutlu olduğu, gözünden esirgediği, çoğu defa da ekmek teknesi olarak kullandığı, halen taksidini ödediği otomobilini, kamyonetini veyahut emekçinin, işçinin, köylünün, varoşların tek ulaşım aracı olan belediye otobüslerini yakanlar ve daha sonra da “PKK televizyonu Roj TV’den kahraman gibi gösterilenler hakkında tek bir açıklama yapmıyorsunuz? Daha açıkçası, Diyarbakır’daki saldırı ile ilginizin olmadığını açıkladınız, ama araç yakmalar konusunda tek bir kelime söylemediniz? Eğer zavallılığın bir yansıması olarak nitelendirilen bu araç yakma talimatının arkasında siz yoksanız, kim veya kimler vardır? Bunu hemen kamuoyuna açıklamalısınız. Yoksa, yine Talabani, Barzani mi var diyeceksiniz? Evet, Kürtler başta olmak üzere, dünya ve Türkiye kamuoyu, Diyarbakır saldırısının talimatını veren PKK yönetimini lanetliyor. Abdullah Öcalan kendini temize çıkarmak için hemen avukatlarını harekete geçiriyor ve “ben sorumlu değilim” diyor. PKK’lılar “intihar” eylemi yapıyor… Abdullah Öcalan “ben yapmayın dedim” diyor. PKK’lılar, “kendini yakıyor”… Abdullah Öcalan “yakmayın dedim” diyor. PKK’lılar, “ormanları yakıyor”… Abdullah Öcalan, “yakmayın dedim” diyor. PKK’lılar, “emekçilerin otomobillerini yakıyor”… Abdullah Öcalan “?..” Son bir cümle… 17 Aralık ve 3 Ocak… PKK’nın tarihinin dönüm noktaları. Bu tarihler, PKK’nın, Türkiye’de ve dünyada yapayalnız bir terör örgütü olarak kaldığı tarihlerdir. Şimdi PKK’lıların önlerinde iki yol var: Ya terörü bırakacaklar, sorunların demokrasi içinde çözülmesine ortam sağlayacaklar ya da, marjinalleşerek, er ya da geç, ama mutlaka yok olacaklar. Terörist bir desperado teşkilatı olarak, tarihin çöplüğünde yerlerini alacaklar.
-
PKK’NIN DİYARBAKIR KATLİAMINA LANET YAĞIYOR!..
PKK’NIN DİYARBAKIR KATLİAMINA LANET YAĞIYOR!.. “Dünya Kamuoyundan Türkiye’nin Terörle Mücadelesine Tam Destek!..” “Teröre Sessiz Kalanlar Terörün Kurbanı Olurlar!..” Irak, İran, Türkiye, Suriye ve Avrupa ülkelerindeki operasyonlar sonucu sıkışan PKK’nın, eve dönüş yasalarının ve silah bırak çağrılarının yükseldiği bir dönemde, Diyarbakır’da askeri servis aracına yönelik gerçekleştirdiği bombalı eylemde, 4’ü öğrenci 5 sivilin öldürülmesi ve 68 sivilin yaralanmasına yönelik eyleminin yankıları sürüyor. Kürtlerden ve uluslararası çevrelerden gelebilecek tepkilerden çekinen örgüt yönetiminin, geçmişte olduğu gibi, “katliamı üstlenmeme” yönündeki tavrı, yerli ve yabancı kamuoyu tarafından inandırıcı bulunmadı. İsviçre’de yayınlanan Le Temps Gazetesi’ne yansıyan bir yorumda (7 Ocak 2008) Diyarbakır’daki bombalı eylemin PKK’lı teröristler tarafından gerçekleştirildiği vurgulanarak, şöyle denildi; “Diyarbakır şehir merkezinde uzaktan kumandayla infilak ettirilen bomba, dördü dersten çıkan lise öğrencisi olmak üzere beş sivilin ölmesine sebep oldu. 6’sı ağır 70 sivil de yaralandı. Çok sayıda Kürdün yaşadığı Diyarbakır, bir buçuk sene içinde PKK’nın ikinci defa terörist eylemine kurban oluyor. Eylül 2006'da, yine PKK tarafından patlatılan bombayla aralarında çocukların da bulunduğu 10 sivil ölmüştü. A4 tipi 80 kilo plastik patlayıcı kullanılan bu terörist eylemi, geçmişte olduğu gibi yine PKK üstlenmiyor. Ancak eylem tarzı ve kullanılan patlayıcılar, bu eylemin de 2006’daki gibi PKK tarafından gerçekleştirildiği apaçık ortaya koyuyor. PKK'yı Kandil Dağları'ndaki inlerinde vurmak üzere 16 Aralık'tan bu yana Türk Ordusunun Irak sınırına askeri operasyonları sürüyor. Bu harekatlarla örgütün verdiği maddi zayiat ve adam kaybının ağır olduğu belirtiliyor. Kış aylarında ateşkes ilan etmeye alışmış bu örgütün 3.500 militanına indirilen psikolojik darbe ağır oldu. PKK terör örgütünün son misilleme tehditleri, internet üzerinden gençleri "lüks arabaları (...) benzin, mazot veya gaz ile yakmaya" çağıran Alişer Koçgiri tarafından yapıldı. PKK sorumlusu Koçgiri salı günü, ‘Bir çakmak veya bir kibrit kafi’ diyordu. Bundan bir hafta önce PKK'nın gençlik kolu Apo'yu Savunma Birliği ‘şehir gerillası’ çağrısı yapıyordu. PKK tarafından üç haftada elli kadar otomobil ateşe verildi. Ancak Türkiye’nin PKK terör örgütüne yönelik kararlı ve taviz vermeyen mücadelesi sürüyor. Irak'a müdahalesinde Türk ordusunu destekleyen Birleşik Devletler, ‘terörle mücadelede birlik olunması gerektiğini doğrulayan’ eylemi kınadı. Avrupa Birliği’nin uyarılara rağmen, PKK terörü ile arasına mesafe koyamayan DTP’nin, PKK’nın Diyarbakır’daki kanlı eylemini kınama konusunda kullandıkları cümleler, gerçekten düşündürücü.” Diyarbakır’da 3 Ocak 2008 tarihinde patlatılan bomba, 2006 Eylül ayında Diyarbakır’da gerçekleştirilen bombalı eylemin aynısı. Tek fark, PKK’nın yalanlarının sadece Türkiye kamuoyunda değil, dünya kamuoyunda da kabul görmemesi... Nitekim, Avrupa Parlamentosu tarafından Aralık ayının sonunda yayınlanan Rapor’da; “PKK terörünü şiddetle kınıyoruz. Sivil halka yönelik şiddet eylemlerinin hiçbir mazeretini kabul etmiyoruz. Terörle mücadelesinde Türkiye ile tam bir dayanışma içinde bulunduğumuzu ilan ediyoruz” denilerek, Türkiye’nin terörle mücadelesinin desteklendiği vurgulanırken, PKK’nın terörist kimliği de bir defa daha tescillendi. PKK'nın kanlı eylemi bir gerçeği, bir kez daha gözler önüne sermiştir. “PKK asıl Kürtlerin düşmanıdır.” Nitekim, Celal Talabani yaptığı basın açıklamasında (6 Ocak 2008) “PKK’nın Diyarbakır’da gerçekleştirdiği bu kanlı eylem, bu örgütün Kürtlerin en büyük düşmanı olduğunu gözler önüne sermiştir” diyerek, bu gerçeğin altını çizmiştir. Son 25 yıllık dönemi şöyle bir düşünürseniz bana hak verirsiniz. Terör saldırılarından en fazla Kürtler etkilenmiş ve zarar görmüştür. Bölge halkı, PKK'nın alçakça tecavüzlerine maruz kalmış ve onbinlerce insan PKK terörüne kurban gitmiştir. PKK, Kürt halkının bağımsızlığı(!) için mücadele ettiğini iddia ederek, her türlü gayrı meşru ilişkiyle, dünyanın en büyük mafya örgütü haline gelmiş ve Kürt halkını istismar ederek cebini doldurmuştur. Esasen Kürtlerin, ateist, din düşmanı, Marksist kökenli PKK'lı teröristlerle hiçbir ilgileri de olamaz. PKK, terörist saldırılarla Güneydoğu'ya hizmet götürülmesini de engellemiş, ekonomik ve sosyal yatırımları baltalamıştır. PKK'nın düşmanca saldırılarının hedefinde Türk kökenlilerin yanında Kürt kökenli vatandaşlar da vardır. Artık bölge halkı da PKK'nın nasıl bir örgüt olduğunu, amacının ne olduğunu, bu son olaydan sonra iyice anlamış bulunuyor. PKK'nın, sadece kendi örgütsel ve kişisel menfaatlerini korumak için bir korku atmosferi oluşturmak maksadıyla eylemler düzenlediği anlaşılıyor. Lakin, özelikle DTP'lilerin bu kanlı eylemi kınamaları, timsahın gözyaşlarına benziyor. Ne gariptir ki, kendi örgütlerinin düzenlediği bir terör saldırısını kınama durumunda kalmışlardır. Ancak, olayı kınarken bile, terör örgütünün adını ağızlarına almıyorlar, alamıyorlar. Kendilerini milletvekilliği, belediye başkanlığı koltuklarına oturtan örgüte karşı çıkamıyorlar. PKK terörüne ve cinayetlere ahlaki olarak karşı durmadın mı özgürlüğe dokunamazsın. Şiddet ve cinayetler, şimdiye kadar zorluklarla büyütülen demokrasi ve kardeşlik filizlerini zedeliyor. Bölge halkı, silah ve şiddet yerine, sorunların demokratik ortamda, konuşularak çözülmesini istiyor. İster Türklük, ister Kürtlük duygusuyla olsun, Türkiye’de etnik çatışmayı körüklemek, Türkiye’ye büyük zarar verecektir. Bugün çatışmacı ideolojiler çağın gerisinde kalırken, rasyonel, uzlaşmacı, müzakereci, pratik, çoğulcu görüşler gelişiyor. Diyarbakırlılar başta olmak üzere Türkiye’de demokrasiye ve insan haklarına inanan sağduyu sahibi herkes; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak demokratik/çağdaş milliyetçiliğe ve yurtseverliğe destek verildiğini, etnik ayrımcılığı ve şiddeti temel alan tüm grupların karşısında olunduğunu yüksek sesle haykırmalıdır. Bu ses, Diyarbakır’dan öylesine gür çıkmalı ki, çocukları öldürecek kadar küçülen ve çaresiz kalan PKK’nın, Türkiye’nin demokratikleşmesinin ve sorunlara çözüm arayışının önünü tıkamasına izin vermemeli. Nail Amudi Nail Amudi
-
GENÇ KÜRT SİVİLLERDEN PKK YÖNETİMİNE ÇAĞRI!..
GENÇ KÜRT SİVİLLERDEN PKK YÖNETİMİNE ÇAĞRI!.. Silahın çözüm olmadığını vurgulayarak, gerçek anlamda “demokrasiyi, insan haklarını ve barışı” savunan birçok Kürt aydını gibi ben de, beyinleri kendilerine ait olmayan bir grup PKK’lının saldırısına uğradım. Ancak, PKK’nın Kürtlerin temsilcisi olmadığını düşünen ve şiddete, silaha karşı olan arkadaşlarımın yardımıyla bu saldırıdan yaralı da olsa, kurtulmayı başardım. Uzun süredir sanal ortamda yazdığım yazılar nedeniyle, PKK’lılardan tehdit mektupları alıyordum. Ancak, dün olduğu gibi, bugün ve yarın da, inandığım ilkelerden taviz vermeyeceğim. PKK şiddetine boyun eğmeyeceğim. En azından, sırf PKK yönetimi gibi düşünmediği için “ajan”lıkla suçlanan veya “kayadan düştü, selde boğuldu, yıldırım çarptı, intihar etti” gibi yalanlarla katledilen arkadaşlarımın boş yere ölmediklerini göstermek için, onların ruhlarının huzur bulması için, her türlü tehdide ve emperyalist oyunlara rağmen Türkiye’de binlerce yıldır birlikte yaşama iradesi gösterebilen ve demokrasinin nimetlerinden yararlanmayı hak eden insanların mutluluğu ve huzuru için, PKK şiddeti nedeniyle köylerini kasabalarını terk etmek zorunda olan ve bugün büyük şehirlerde güç durumlarda kalan kardeşlerimin mutluluğu için, PKK tetikçilerinin kurbanı olan öğretmenler, imamlar, mühendisler, işçiler, çobanlar için, bugün emperyalist güçlerin taşeronu, maşası olan ve gençleri para karşılığı satarak, Kürt gençlerinin ölüleri üzerinden siyaset yapmaya çalışan PKK yönetimine karşı demokrasi savaşım ölünceye kadar devam edecektir. Yaşadığım bütün olumsuzluklara rağmen, beni mutlu eden bir gelişmeyi sizlere aktararak, PKK’nın bugünkü konumunu ve kimlere hizmet ettiğini sizlerin bir kez daha dikkatlerine getirmeye çalışacağım. Kendilerini “Kürt Genç Sivil Demokratlar” diye adlandıran bir oluşumdan elektronik posta adresime intikal eden bir bildiriyi sizlerle paylaşmak istiyorum. Şöyle bir not düşülmüştü bildirinin başına: “Bu şartlar altında sözün bittiği yer dedikleri zamanda konuşmak gerektiğini düşündüğümüz için bu metni yazdık. Aynı zamanda bu bildiri ile biz Kürt gençlerinin PKK'ye ilk defa seslenmesi de gerçekleşti. Sizden ricamız bize arka çıkmanız. Bu bildiriye imza atarak PKK ile arasına mesafe koymayı amaçlayan biz Kürt gençlerinin sizin demokrat tavrına güvendiğidir. Arka çıkmak dediğim de şu, lütfen Kürtlerden umudu kesmeyin. Biz gençler belki bir dönüşümü sağlayabiliriz elimizden ne gelir bilmesek de…” İşte o bildiri: “Biz bu coğrafyanın Kürt gençleriyiz. Şiddetle tek ilgimiz onun mağdurları olmamız. Türk gençlerden tek farkımız onlardan ayrı olarak sadece okuma- yazmayı değil Türkçe konuşmayı da ilkokulda öğrenmemiz. Yoksa, ne kadar yoksulluğu varsa bu memleketin biz de çektik. Biz de Sezen Aksu'ya, Neşet Ertaş'a ağladık. Ama Şivan Perwer'e, Aynur Doğan'a da ağladık. Biz buraların Kürt gençleriyiz. PKK köylerimizi yaktı. Göç ettik. Çok zor koşullarda yaşadık. Ama isyan etmedik. Devlete silah çekmedik. Bebeklere kurşun sıkmadık. Köy basmadık. Öğretmen, imam, çoban kaçırmadık. Okulları, camileri kurşunlamadık, yakmadık. Trenleri bombalamadık. Çocukları mayınla parçalamadık. Otobüsleri yakmadık. Çocukları taşıyan servis minibüslerini taramadık. Mağazalara bomba koymadık. Ailelerimizden ölenler oldu, ama intikam peşinde koşmadık. Çözümü, demokrasiden, hukuktan başka bir şeyde aramadık. Biz buraların Genç Kürt Sivilleriyiz. Biz her türlü acıyı yaşadık. Bir taraftan en büyük asker bizim asker tezahüratları ile havaya atılan gençlerin tabutları dönerken evlerine, bir taraftan da kandırılarak dağlara götürülen veya kaçırılan, birkaç yıl sonra bir gece yarısı sessiz sedasız gömülen gencecik insanların hayatları tükenirken, bizim geleceğimizi karartanlara, bölgeyi yeniden kana bulamak için silah bırakmayan, gençleri evlerine göndermemek için her yolu mübah gören, emperyalistlere satılmış taşeron PKK yönetimine bizim de söyleyecek bir çift lafımız var: Bu tavırlarınız hangi akla, hangi mantığa, hangi vicdana ve de en önemlisi hangi ahlaka sığıyor. Bu ülkede yaşayan ve barış isteyenlerin elini zayıflatmaktan başka hiçbir anlamı olmayan mayınlı, bombalı saldırıları, bizim özgürlüğümüz için mi yaptığınızı düşünüyorsunuz? Kürtlerin geleceği için karanlık ilişkilere daldığınızı, emperyalistlere taşeronluk yaptığınızı görmüyor muyuz sanıyorsunuz? Siyasetin havası esecekken bu ülkede, sorunlar demokrasi içerisinde çözülecekken, temsilcilerimiz Meclis’te düşüncelerimizi, sorunlarımızı özgürce dile getirecekleri bir süreçte, yeniden silahı öne çıkarmanın, bölgeyi kan gölüne çevirmenin, bombalar patlatarak masum insanları öldürmenin, Kürtlere nasıl bir yararı olacağını doğrusu biz Kürt gençleri ve bütün Kürtler merak ediyor? Öldürdüğünüz askerlerin ardından Kürtçe ve Türkçe ağıtlar yakan analarımızın göz pınarları kururken, nasıl hala “demokrasi, insan hakları, barış” diyerek, insanların size inanmasını bekliyorsunuz? Bir elde silah, diğer elde zeytin dalı… Bu hiç inandırıcı gelmiyor. Mağdur insanlar zalimleşmeye başladığında, o zaman yeni mağdurlar yaratacaktır değil mi? Siz de biz Kürtlerden zalimleşmemizi mi istiyorsunuz? Ne Beytüşşebap’ta katlettiğiniz o sivilleri, ne Şırnak’ta ve Hakkari’de öldürdüğünüz o askerleri hiç unutmayacağız. Aynı Diyarbakır’da, Van’da öldürdüğünüz çocukları unutmadığımız gibi. Bizler sizin gibi asla zalimleşmeyeceğiz. Sağduyu ve demokrasiye inancımızı kaybetmeyeceğiz. Yoksulluk yerine zenginleşmek istiyoruz. Onurlu ve insanca yaşayabilmek için, çocuklarımıza mutlu bir yaşam sunabilmek için zenginleşmek ve çocuklarımızın eğitim görmelerini engelleyecek her türlü şiddetten uzak kalmak istiyoruz. Tembel tembel oturup, sürekli olarak “birileri gelip, bizi kurtarsın” zihniyetini terk etmek istiyoruz artık. Çalışarak, üreterek, etnik ve bölgesellikten uzak, ‘evrensel kalitede meslek sahibi olarak’ kendi kendimizi biz kurtarabiliriz ancak. Türkiye’de yeni bir dönem başladı. Şiddeti, terörü yeniden başlatmakla, yeniden silaha sarılmakla, insanların en temel hakkı olan yaşam hakkını yok etmekle, demokratikleşme ve toplumsal barış sürecinin önünü tıkamış olursunuz. Gelin, Türkiye’nin demokratikleşme alanındaki reform sürecine hep birlikte destek olalım. Ülkenin daha fazla demokratikleşmesi, sosyal ve ekonomik yönden kalkınması için çaba harcayan aydınlara, yatırımcılara, politikacılara destek verelim. Barış ve huzur dolu bir ortamda Kürtçe ve Türkçe şarkılar eşliğinde dans etmek, halaylar çekmek çok güzel. Eğer bu mutluluğu, bu huzuru bizlere çok görürseniz, bizler de bir gün bunun hesabını sormasını biliriz. Biz sivil demokrat Kürt gençleri olarak tercihimizi yaptık. İlle de beraber yaşayacağız! İlle de bir arada yaşayacağız! İlle de bin yıldır süregelen birlikte yaşama iradesine sahip çıkacağız. Demokrasiye sahip çıkacağız. Çünkü biz biliyoruz ki bu hayat ne Kürtlük ile geçer ne de Türklük ile. Sözün bittiği yerde değil başladığı yerdeyiz. İnsanların yaşadığı yerde söz bitmez çünkü. Ölmek değil yaşamak istiyoruz, susmak değil konuşmak istiyoruz. Taşeron PKK, adaleti, vicdanı ve insanlığı ayaklar altına alarak, dağları, ovaları, kentleri kirletmek için çaba gösteriyor. Ama biz Genç Demokrat Kürt Siviller kendi kapımızın önünü her zaman temiz tutacağız ve PKK’ya karşı dimdik ayakta, demokrasi diye korkusuzca haykırmaya devam edeceğiz.” Evet, PKK demokrasinin önündeki en büyük barikattır ve onu aşmanın yöntemi de, aynı barikatın kerpiç ve kof tuğlalarını demokrasi denizinin selleriyle yıkmaktan geçmektedir. Barışa, kardeşliğe ve birlikte yaşama iradesine ancak daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük, daha fazla hoşgörü, insan haklarına da daha fazla saygı yoluyla ulaşabiliriz. Bu yolda kine, öfkeye yer olmamalıdır. Zira, kin ve öfke, taşeronluğa soyunan paramiliter PKK terörüne prim vermektir, PKK’nın ekmeğine yağ sürmektir.
-
PKK VAHŞETİNE KARŞI KÜRTLER HAYKIRIYOR
PKK VAHŞETİNE KARŞI KÜRTLER HAYKIRIYOR PKK’nın her saldırısının ardından tuhaf biçimde ateşkes ve eylemsizlik konusu gündeme getiriliyor. Sonra terörün yarattığı acı unutuluyor ve siyasal çözüm beklentisinden sonuç alamayan örgüt, yeni saldırılarla, nihai hedefiyle ilgili tehdidi doruğa çıkarıyor. Irak’ın kuzeyinden Türkiye’ye giren PKK’lı vampirlerin, sivil ve asker demeden insanları vahşice kan dökmeleri, ülkenin batı kentlerinde infiale yol açarken, Güneydoğu Anadolu’da hâkim olan endişeyi de doruğa çıkarıyor. Bölge insanının terörden kaynaklanan yılgınlığı artıyor, çaresizlik ancak suskunlukla dışa vuruluyor. Bölgenin en büyük kenti Diyarbakır'da yayımlanan Güneydoğu Ekspres Gazetesi, "Vahşet: 12 fidan kesildi, 16 fidan kırıldı" manşetinin altında "İtidal..." diyerek terörün "ağır bir sosyal travmaya yol açtığı"na dikkat çekiyor. Bu başlık siyasal beklentilerini teröre endeksleyenler dışında aslında bölge halkının çok büyük bölümünün duygularını da yansıtıyor. Türkiye’de çeşitli yörelerinde yaşayan Kürt kökenli vatandaşlardan aldığım yüzlerce elektronik postada, "PKK vahşetinden bıktık artık" diye isyan ediliyor ve ülkenin tüm etnik gruplarının geçmişte olduğu gibi bugün de kardeşçe birbirlerine sarılması gerektiğine, binlerce yıldır “birlikte yaşama iradesi” gösterenlerin bugün de, yarın da PKK’nın şiddet tuzağına düşmemesi gerektiğine dikkat çekiliyor. “Tarih tekerrürden ibarettir” deyimi, terörün yarattığı vahşetin içerisinde kendisine yeni bir sayfa açmaktan ileri gitmiyor. Bu kısırdöngü huzursuzluk ve kaosa hizmet etmekten başka bir işe de yaramıyor. Terörsüz bir yaşam için PKK’yı ancak kendisine yakın kurumların ve demokratik kuruluşların kesin ve kararlı biçimde zorlaması gerekiyor. Nitekim “PKK’ya dur” diyecek kapsamlı ve etkili bir deklarasyonun yayımlanması çabaları Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde sessizce yürütülüyor. Artık Kürtler de bu kısırdöngünün kan değirmenini durduramadığını görüyor, kendilerini de yakan ateşi Dicle’nin, Fırat’ın sularıyla söndürmek istiyor. “Bir şeyler yapalım” çağrıları dilden dile dolaşıyor. Şiddetten yakınan her kesimden insanlar, PKK terörünü ancak bölgedeki duyarlı çevrelerin demokratik kurumların ve barış girişimcilerinin engelleyebileceğine inanıyor. Mayınlı saldırılar, tuzaklar, vur-kaç eylemleriyle hedefine ulaşamayan PKK, güçlü ve organize olduğunu vurgulamaya çalışıyor. Kalabalık gruplar yalnızca bu endişeyi değil örgütsel çözülme ve yılgınlık ekseninde PKK'ya yönelik olumsuz propagandayı da yıkmayı amaçlıyor. Aynı zamanda bu kitlesel saldırı yöntemi, örgüt tabanına sınır ötesi operasyonun püskürtülebileceği yolunda anlamsız ve sonuçsuz bir mesajı da iletiyor! Amaç, Türkiye'de etnik milliyetçiliği körüklemek, Türk-Kürt çatışması yaratarak, Türkiye'yi terör batağının içine çekmektir. Son dönemde yaşanan mantık, 'terör için terör' amacı taşıyor. Asıl gözden kaçırılmaması gereken nokta, marjinalleşen ve tabanını kaybeden PKK'nin, bugün paramiliter ve taşeron bir örgüt haline geldiği gerçeğidir. Kalıcı çözüm; PKK'nin, terörle mücadele konsorsiyumu tarafından tek hamlede tasfiye edilmesidir! PKK, bir halkın özgürlük mücadelesini veren bir örgüt değildir ve hiçbir zaman da olmamıştır. PKK, terör ile bölge güçlerine taşeronluk eden bir çıkar şebekesinden ibarettir. PKK, ona sempati duyanlara bile zarar veren kontrolden çıkmış, "başkaları"na hizmet eden taşeron bir örgüt. Şimdi bu örgütün her yere sıçratacağı kanı durdurma görevi, en çok "barış ve özgürlük"ten bahsedenlere düşmüyor mu? Kesin olarak inandığım bir şey var: Kürtler artık şiddet, ölüm, kan istemiyor. Kürtler daha özgür, daha demokratik bir Türkiye’de sosyal, ekonomik ve kültürel yönden daha iyi yaşamak, Kürtler, medeni dünyanın bir parçası olmak istiyor. Leyla Zana ve onun gibi düşünen Kürt aydın ve siyasetçileri, şiddet yanlısı, şoven milliyetçi ve Pankürdist yaklaşımların ancak teröre ideolojik kaynaklık ettiğini, barışa, huzura, demokrasiye dökülen bir kezzaptan başka bir şey olmadığını unutmamalılar. Çok renkli çiçek bahçemiz olan Türkiye’mizde, evlatlarımızın el ele sonsuza dek mutlu yaşayabilmesi için, yüksek sesle teröre karşı tepkimizi ortaya açıkça koyabilmeliyiz. Ancak şu hükümde uzlaşan ve yoğun olarak Kürtlerden gelen bir sese Türkiye’nin acilen ihtiyacı olduğunu da göz ardı etmeyelim: “Biz tercihimizi yaptık. İlle de beraber yaşayacağız! İlle de bir arada yaşayacağız! Çünkü biz biliyoruz ki, bu hayat ne Kürtlük ile geçer, ne de Türklük ile. Ölmek değil, yaşamak istiyoruz. Susmak değil, konuşmak istiyoruz. PKK vahşeti, bu ülkede adaleti, vicdanı ve insanlığı ayaklar altına alarak çevremizi kirletebilirler. Ama bu ülkenin özgür vatandaşları olarak bizler, kapımızın önünü her zaman temiz tutacak ve PKK şiddetine karşı korkusuzca haykırmaya devam edeceğiz!..” Nail Amudi Nail Amudi
-
PKK DEMOKRASİNİN ÖNÜNDEKİ BARİKAT!.. SAĞDUYU VE DEMOKRASİ BU BARİKATI YERLE BİR EDECEKTİR!..
PKK DEMOKRASİNİN ÖNÜNDEKİ BARİKAT!.. SAĞDUYU VE DEMOKRASİ BU BARİKATI YERLE BİR EDECEKTİR!.. Kürtler adına siyaset yaptığı iddiasında olan Demokratik Toplum Partisi’nin, Türkiye’de etnik çatışmayı körükleyerek, Türk-Kürt demeden insanları katleden PKK’ya karşı beklenen tavrı bir türlü ortaya koyamamasına, başta Kürtler olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanından tepkiler yükseliyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde düzenlediği basın toplantısında “PKK’ya terör örgütü demeyeceğiz” diyen Ahmet Türk ve arkadaşları, bölgede tırmanan şiddet eylemlerinin, bundan sonra Kürt meselesinin çözümüne en küçük bir katkı sağlamayacağını, uzun yıllar bölgede süregelen PKK terörünün, en büyük yıkımı ve kötülüğü Kürtlere yaptığını unutuyorlar. PKK’nın bitmeyen şiddet eylemleri nedeniyle, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde feci bir yoksullaşmanın olduğunu, binlerce insanın köyünden kasabasından, hatta kentinden göç etmek zorunda kaldığını, bölgedeki sermayenin Batı’ya kaçtığını, Kürtlerin dinamiklerinin kaybolduğunu, dolayısıyla silahlı mücadele anlayışının çıkmaz yol olduğunu hala göremiyorlar. Ancak DTP’ne rağmen, PKK’ya rağmen, yaşadıkları acı deneyden ders alan Kürtler, değil silahlı mücadele yapmak, silahlı mücadelenin ismini bile duymak istemiyorlar. DTP’nin aksine, PKK’nın vahşi eylemlerine karşı bölge halkı tepkisini açıkça ortaya koyacak cesareti gösterebiliyor ve başta Diyarbakır, Şırnak, Hakkari olmak üzere, PKK’nın kanlı eylemlerini lanetliyor. Nitekim, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki 64 baro, oda, dernek ve borsa adına yapılan ortak basın açıklamasında, PKK’nın şiddeti yöntem olarak kullanmaktan vazgeçmesi ve koşulsuz silah bırakması istendi. Sivil toplum örgütlerinin Diyarbakır’da yapılan açıklamada (31 Ekim 2007) şöyle denildi: "Bölgede şiddeti tırmandıran ve kanlı eylemlerini sürdüren PKK, silahsız hale gelmeye hazır olduğunu gecikmeden açıklamalıdır. PKK’nın şiddet eylemleri bölgenin sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel kalkınmasının önündeki en büyük engeli oluşturuyor. Halen alıkonulmaya devam edilen askerler güvenlikleri sağlanarak derhal serbest bırakılmalıdır." Evet, PKK demokratikleşmeyi engelleyen bir barikattır. Baraj değilse de, settir. Ve burada "demokratikleşme" derken, kavramın içine tabii ki Türkiye’deki sorunların demokratik yollardan çözümlenmesini de dahil ediyorum. Türk veya Kürt, bu, bütün "demokrasi güçleri" açısından kesin bir zorunluluktur. Marksist lügati kullanırsak, marjinalleşen PKK’nın hem "objektif", hem de "sübjektif" olarak emperyalist güçlerin taşeronu olduğu sonuna kadar doğrudur. Objektif, yani nesneldir; zira TBMM’ye giren Kürt temsilciler dahil, 22 Temmuz’un yarattığı demokratik atmosferi zehirleyen her gelişme bugün o emperyalist güçlerin oyununa hizmet etmektedir. Sonra, sübjektif yani öznel olan nokta da şudur ki, PKK Türk-Kürt demeden sivil ve askerleri katlederek ve oraya buraya terör saçarak bu "sıradan dışılık"ı yaratmak için canla başla çalışmaktadır. Üstelik, bu tür mikrokozmos ve kapalı devre örgütler varoluşları için "ileriye kaçış" ve "gemileri yakmak" kumarına oynadıklarından, "strateji"(!) kendi mantığında doğrudur. O halde, bir defa daha tekrarlayayım: Evet, PKK Türkiye’de demokratikleşmenin önündeki en büyük ve en hayati engeldir. Bertaraf edilmesi ve musibetinin asgariye indirilmesi bir demokrasi yükümlülüğüdür. Tamam da, nasıl bertaráf edilecektir? Hangi biçimde omurgası kırılacaktır? Tabii ki, zapti güç kullanılacaktır. Ama yerini, yurdunu, yordamı ve derecesi çok soğukkanlı biçimde seçilmek kaydıyda. Çünkü, terör örgütünün yalnız inini, mağarasını, mazgalını değil, özellikle "objektif" ve "sübjektif" planlarını da bertaraf etmek, zeminini dinamitlemek gerekiyor. Yani, bırakın etnik savaş kışkırtması ve uluslararası tecrit tuzaklarını, PKK’nın dikiş tutturamayacağı demokrasi çok daha güçlü kılınmalı ki, bugün Kandil Dağı’na üç bin adam devşirebiliyorsa, yarın ancak üç yüz; öbürsü gün ise topu topu otuz adam devşirebilsin. Evet, PKK demokrasinin önündeki en büyük barikattır ve onu aşmanın yöntemi de, aynı barikatın kerpiç ve kof tuğlalarını demokrasi denizinin selleriyle yıkmaktan geçmektedir. Barışa, kardeşliğe ve birlikte yaşama iradesine ancak daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük, daha fazla hoşgörü, insan haklarına da daha fazla saygı yoluyla ulaşabiliriz. Bu yolda kine, öfkeye yer olmamalıdır. Zira, kin ve öfke, taşeronluğa soyunan paramiliter PKK terörüne prim vermektir, PKK’nın ekmeğine yağ sürmektir. Nail Amudi Nail Amudi
-
PKK’NIN ŞİDDET TUZAĞINA DÜŞMEYELIM!..
PKK’NIN ŞİDDET TUZAĞINA DÜŞMEYELIM!.. TERÖRÜ LANETLEMEK,AMA TÜRK-KÜRT ÇATIŞMASINA GEÇİT VERMEDEN!..” Marjinalleşen ve taşeron örgüt haline gelen PKK’nın, Türk-Kürt ayrım yapmaksızın şiddet eylemlerini sürdürmesine Türkiye ve dünya kamuoyunun laneti yağıyor. En sonda söyleyeceğimi başta hemen söylemek istiyorum; bu vahşi eylemler PKK’nın bir oyunudur. Amaç, Türkiye’de etnik milliyetçiliği körüklemek, Türk-Kürt çatışması yaratarak, Türkiye’yi terör batağının içine çekmektir. Bugüne kadar sağduyusunu kaybetmemiş ve terörle mücadelede her zaman demokratik ve hukukun üstünlüğünü esas alarak mücadele etmiş olan Türkiye ve ülke vatandaşları, bundan sonra da sağduyularını kaybetmeyecek, terörü lanetleyecek, teröre karşı topyekun mücadele edecek, ama teröristin şiddet tuzağına düşmeden, demokrasiden ayrılmadan, hukukun üstünlüğünü esas alarak ve en önemlisi “birlikte yaşama iradesi göstermeyi” sürdürerek. Terörist Abdullah Öcalan’ın yakalanarak, yargılanması sonrasında ömür boyu hapse mahkum edilerek, İmralı cezaevine konulmasının ardından yaşanan süreç iyi değerlendirilmelidir. Özellikle son dönemde yaşanan vahşi terör eylemlerinin mantığı, bir halkın kültürel ve politik haklarını savunma amacından çok “terör için terör” amacını taşıyor. Ortaya adı konulmuş hak talepleri getirmeden sadece terör üreten bir mekanizmayla karşı karşıya Türkiye. PKK artık, Kürt Türk ayırmayan bir ölüm makinesine dönüşmüştür. Bu da Kürt sorununun çözümüne ilişkin adımların atılması durumunda bile dramatik bir durumun varlığına işaret etmektedir. Birtakım demokratik ve kültürel haklar verilecek olsa dahi PKK bunlarla ilgili değildir. Tersine, bu hakların artırılması, demokrasinin gelişmesi, bölgenin ekonomik olarak kalkındırılması PKK’yı daha da acımasız ve tahrip edici bir örgüt haline getirecektir. Nitekim, Türkiye’nin AB açılımlarıyla birlikte görece en demokratik ve özgürlükçü yılları sayılması gereken son 5 yılın ardından PKK’nın yeniden aktif hale gelmesi bunu göstermektedir. Sorun bir hak mücadelesi ise, Kürtçe kursların açılabildiği, gazete ve televizyonların yayınlanabildiği veya bölgeye yatırımların anlamlı bir şekilde arttığı sürecin ardından; tam tersine durulması ve silahtan uzaklaşması gerekirken PKK, yeniden kan dökmeye başlamıştır. Ardından, 22 Temmuz seçimlerinde PKK’nın desteklediği bağımsız adayların başarısızlığı, daha doğrusu Kürtlerin PKK terörüne geçit vermemeleri, PKK’nın tabanla bağının zayıflamakta olduğuna dair güçlü bir işaret olmuştur. Son saldırılarda seçim sonuçlarıyla hesaplaşma niyeti de açıktır. PKK, bölgeyle arasında kaybolan bağı güçlendirebilmek için “ölmek ve öldürülmek” üzerine çılgın bir stratejiye dönüş yapmış bulunuyor. Ama, asıl gözden kaçırılmaması gereken nokta, marjinalleşen ve tabanını kaybeden PKK’nın, bugün paramiliter ve taşeron bir örgüt haline geldiği gerçeğidir. Bazılarının iddia ettiği gibi bu çılgın stratejinin amacı Türkiye’yi sınır ötesine ve dolayısıyla Irak’taki şiddet bataklığına çekmek de olabilir. Ama PKK bugün böylesine yüksek stratejiler üretebilecek bir görüntü vermemektedir. Yıllardır terörle mücadele eden Türkiye’de yaşayan herkes, terörün tuzağına düşmeme ve soğukkanlılığı elden bırakmama konusundaki duyarlılığı her zaman göstermeyi başarmıştır. Yine bu atmosferde beklendiği gibi, “Gerektiğinde terörün üssü olan yerlere yönelik sınır ötesi operasyon da dahil olmak üzere...” bütün yolların kullanılması kararı alındı. Kamuoyu beklentilerini karşılamanın başka yöntemi de kalmamıştır. Hem terörü bitirecek, hem de bir daha ortaya çıkmamasını sağlayacak yöntemlere ihtiyaç vardır. Kalıcı çözüm; uluslararası terör örgütü olarak kabul edilen ve vahşette sınır tanımayan, Kürtlerin hakları falan umurunda olmayan, kanla beslenen PKK’nın, terörle mücadele konsorsiyumu tarafından tek hamlede tasfiye edilmesidir. Bununla birlikte terörle mücadelede sürecinde; demokrasi sürecinden taviz verilmemeli, reformlar sürdürülmeli ve PKK’nın şiddet tuzağına düşülmeden, etnik çatışmayı körükleyecek her türlü yaklaşımdan uzak durulmalıdır. Türkiye’de yaşayan sağduyu sahibi herkes şunu unutmamalı: Irkı, dili, dini, cinsi, mezhebi ne olursa olsun, hoşgörü, öbürünü rencide edecek her türlü yaklaşımdan kaçınmak, sosyal münasebetler, evlilik yoluyla kaynaşmadan ödün verilmeden; kasisli, keskin virajlı, uçurumlu yoldan demokrasinin, insan haklarının, eşitliğin ve hukukun egemen olduğu yöne doğru emin adımlarla, düşmeden yola devam. Binlerce yıldır birlikte yaşama iradesini göstermeyi başaranlar, bu defa da başaracak, PKK’nın şiddet tuzağına düşmeyeceksiniz!.. Nail Amudi Nail Amudi
-
ŞIRNAK’TAN YÜKSELEN SESE KULAK VERİN
ŞIRNAK’TAN YÜKSELEN SESE KULAK VERİN “KAN VE GÖZYAŞI İSTEMİYORUZ!.. YAŞASIN HAYAT! LANETLER PKK VAHŞETİNE!..” Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri, 23 yıldır acı çekiyor. Terör binlerce aileyi yüreğinden vurdu, sayısız ocağa ateş düştü. Kara bulutlar dağılır gibi olunca, kanla beslenen değirmen yeniden kan öğütmeye başladı. Paramiliter örgüt PKK, önce Beşağaç köyünde 12 masum insanı evlerine dönerken 400 kurşunla katletti, ardından İzmir’in Buca ilçesinde iki bomba patlatarak evlilik hazırlığı yapan bir genci öldürdü. Kanla beslenen değirmen, kan öğütmeye devam ediyor. Yürekleri ve beyinleri kendilerine ait olmayan paralı katillerin yeni kurbanları; pusuya düşürülen 13 asker… Dinden imandan, insanlıktan, barıştan bahsederek, fitre zekat toplayan PKK, mübarek Ramazan ayında dahi kan dökmekten çekinmiyor. Başta Kürtler, DTP olmak üzere, Türkiye’nin dört bir yanından PKK katliamlarına lanet yağıyor. Şırnak’ta yaşayan bir kardeşimizin mektubunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Şırnak’tan yükselen bu gür sese herkes kulak vermeli; “Bölgemizde artık kan, gözyaşı ve şiddet istemiyoruz. Kentimizin sokaklarında, caddelerinde kargaşa, kaos, kaygı, stres dolu gergin insanlar, adım başı dilenen insanlar görmek istemiyoruz. Sokaklarda, parklarda güven içerisinde, mutluluk içerisinde gülen, oynayan çocuklar, analar ve babalar görmek istiyoruz. Ölümün ve yoksulluğun kutsandığı, şerefli bir değer gibi gösterildiği düşüncelerden, ideolojilerden, inançlardan kurtulmak istiyoruz. Diyarbakır’da yaşayan bizler; analar, babalar, çocuklar, gençler ölüm yerine yaşamı seçmek istiyoruz. Yoksulluk yerine zenginleşmek istiyoruz. Onurlu ve insanca yaşayabilmek için, çocuklarımıza mutlu bir yaşam sunabilmek için zenginleşmek ve çocuklarımızın eğitim görmelerini engelleyecek her türlü şiddetten uzak kalmak istiyoruz. Tembel tembel oturup, sürekli olarak ‘birileri gelip, bizi kurtarsın’ zihniyetini terk etmek istiyoruz artık. Çalışarak, üreterek, etnik ve bölgesellikten uzak, ‘evrensel kalitede meslek sahibi olarak’ kendi kendimizi biz kurtarabiliriz ancak. Tembelce oturmaya mazeretler aramak yerine, çalışmanın, üretmenin bütün yollarını zorlamalıyız. Bölgemizin, halkımızın en büyük sorunu yoksulluk ve işsizliktir. Bizlerin etnik değil, sosyal ve ekonomik sorunlarımız var. Gelin, bu yoksulluğu, bu sefaleti nasıl yok edebiliriz, bu cehalet karanlıklarını nasıl dağıtabiliriz, bunları tartışalım, bunlar için çaba harcayalım. En yoğun töre cinayetleri, hala bizim bölgemizde ya da bölgemiz insanlarınca işlenmiyor mu? Sadece kendisini bile geçindirecek bir geliri yokken 8-10 tane çocuk doğurup sokağa salma, yine en çok bizim bölgemizde görülmüyor mu? Türkiye’de yeni bir dönem başladı. Şiddeti, terörü yeniden başlatmakla, yeniden silaha sarılmakla, insanların en temel hakkı olan yaşam hakkını yok etmekle; Avrupa Birliği ile bütünleşme yolunda atılan tüm adımları sekteye uğratmış, demokratikleşme ve toplumsal barış sürecinin önünü tıkamış olursunuz. Gelin, Türkiye’de gelişen yeni demokratikleşme ve AB sürecine hep birlikte destek olalım. Demokratikleşme ve AB yanlısı güzel insanlarla, omuz omuza birlikte yürüyelim ve sosyo-ekonomik düzeyi yüksek bir ülke olma yolunda ilerleyelim. Ülkenin daha fazla demokratikleşmesi, sosyal ve ekonomik yönden kalkınması için çaba harcayan aydınlara, yatırımcılara, politikacılara destek verelim. Avrupa Birliği bizim için bir rüyadır. AB sürecinin gelişmesi, hem zenginleşmeye, hem de demokratikleşme ve özgürlüklerin gelişimine büyük katkı sağlayacaktır. Bizlerin hem ekonomik, hem siyasal, hem de sosyal ve kültürel kalkınmaya ihtiyacımız çok büyük.. Geçtiğimiz aylarda Diyarbakır’da çok güzel bir kültür sanat festivali gerçekleştirildi. Kendi anadilimizde kültür sanat etkinliklerini izlemek çok mutluluk verici, heyecan verici. Ancak biz Ciwan Haco’yu, Şiwan Perwer’i dinlemeyi sevdiğimiz gibi Sezen Aksu’yu da, Leman Sam’ı da, Nilüfer’i de, Tarkan’ı da dinlemeyi çok seviyoruz. Barış ve huzur dolu bir ortamda Kürtçe ve Türkçe şarkılar eşliğinde dans etmek, halaylar çekmek çok güzel. Eğer bu mutluluğu, bu huzuru bizlere çok görürseniz, bizler de bir gün bunun hesabını sormasını biliriz. Demokrasiye, insan haklarına, barışa ve kardeşliğe inanan sağduyu sahibi herkese sesleniyorum; Nereden gelirse gelsin, hangi amaç için olursa olsun şiddete hayır!..” Yürekten desteklediğim bu sesi, sorunları, silahla, şiddet yoluyla, terörle çözebileceğini düşünenlere, DTP’li milletvekillerine, Kürt aydınlarına ve Kongra-Gel yöneticilerine ithaf ediyorum. DTP Grup Başkanvekili Selahattin Demirtaş’ın ekranlardan “13 evladımızı yitirdik” demesini önemsiyor, ancak yeterli görmüyorum. Zira, mübarek Ramazan ayında, bayram arefesinde 25 kişiyi öldürenleri, onlarca kişiyi sakat bırakanları, bölgede emperyalistlerin taşeronluğunu yapanları, korumak, kollamak, onları siyasileştirmek uğruna vahşi cinayetlerine ortak olmak ve terörü lanetlemek yerine, “teröriste terörist diyemeyiz” diyecek kadar korkmak… Kimse kusura bakmasın; bir elde zeytin dalı, diğer elde silah.. Hiç inandırıcı olmuyor. “Caniler, katiller değildir bizden, Nefret kusuyoruz işte bu yüzden, Barışı, sevgiyi yüreğimizden, Sildiren TERÖRE LANETLER olsun!..” Nail Amudi Nail Amudi
-
BEŞAĞAÇ KATLİAMI PKK’YI KARIŞTIRDI!..
BEŞAĞAÇ KATLİAMI PKK’YI KARIŞTIRDI!.. PKK’nın, Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesine bağlı Beşağaç köyünde çoğunluğunu yaşları 15-17 arasında değişen 12 köylüyü katletmesinin yankıları sürerken, eylemin Türkiye’de yaşayan Kürtleri hedef alması örgütü karıştırdı. Beşağaç köyü katliamının, Murat Karayılan ve Fehman Hüseyin arasındaki hesaplaşmanın devamı olduğuna dikkat çekiliyor. Beşağaç katliamının, örgüt içerisinde “Suriyeli-Türkiyeli” kadrolar arasında yaşanan hizipleşmenin yanı sıra, Suriyeli Fehman Hüseyin ile Türkiyeli Murat Karayılan arasındaki liderlik savaşını da yeniden tırmandırdığı kaydedildi. Dün gece bilgisayarıma düşen çok sayıda PKK katliamını lanetleyen mektup arasından bir iki tanesi oldukça ilginçti. PKK’dan kaçmayı başaran arkadaşların iddialarına göre, geçen ay Kandil’de gerçekleştirilen ve üst düzey sorumluların katıldığı toplantıda, örgütün stratejisi tartışılırken, ilginç diyaloglar olmuş. Toplantıda, Türkiyeli kadrolar tarafından desteklenen Murat Karayılan’ın “silahlı eylem sürecinin tırmandırılmaması, savunmada kalınması, sivillerin hedef alınmaması, bölge halkının tepkisinin çekilmemesi, demokrasi sürecinin sonuçlarının beklenilmesi, aksi durumda özellikle uluslararası kamuoyunda güç durumda kalınacağı” şeklindeki açıklamalarına karşı, PKK’nın silahlı kadrolarının başındaki Suriyeli Fehman Hüseyin’in; “kadroların aktif halde tutulabilmesi için eylemlerin tırmandırılması gerektiği, operasyonlar sonucunda Türkiye ve İran alanında önemli kayıplar verildiği, son dönemde kaçışların artığı, kadrolar arasında moral çöküntü yaşandığı, katılımın son derece düşük olduğu, örgüt yönetimine ve ideolojisine güvenin sarsıldığı, halktan destek alınamadığı, hatta örgüt mensupları ile ilgili ihbarların arttığı, bu nedenle hedef gözetilmeden, özellikle de köy korucularının öldürülmesi” yönünde görüş bildirdiği belirtildi. Öte yandan, PKK’ya yakın yerel çevreler, güvenlik güçlerinin özellikle Şırnak ve Siirt bölgelerindeki operasyonlarında örgütün büyük kayıplar vermesi üzerine, Murat Karayılan’ın talimatlarına rağmen, Fehman Hüseyin’in Şerif kod adlı bölge sorumlusuna bir talimat göndererek, “özellikle ekim ayı içerisinde bölgede köy korucuları ve köylüleri hedef alan planlı ve ses getirici bir eylem gerçekleştirilmesini” istediği” belirtiliyor. Beşağaç köyünde gerçekleştirilen vahşi eylem aslında PKK’nın ilk denemesi değil. Geçen ay PKK tarafından, Cizre-İdil karayolu üzerinde köy korucularını taşıyan araca bombalı saldırı düzenlenmiş, ancak başarılı olunamamıştı. Yine, PKK’ya yakın çevreler, Beşağaç köyü katliamının, geçen ay köydeki korucuların 8 örgüt mensubunun yakalanmasında etkili olmaları nedeniyle, katliamın intikam ve köylülere korku vermek amacıyla gerçekleştirilmiş olabileceğini belirtiyorlar. PKK şiddeti, Türkiye’nin dört bir yanını ve özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ni zehirlemekte. Nereden gelirse gelsin, hangi amaç için olursa olsun, şiddete karşı hep birlikte ortaklaşa tavır alamadığımız sürece, bu zehiri bünyemizden atamayacağız. Türkiye’de yaşayan sağduyu sahibi herkesin, Türk, Kürt, Alevi, Sünni, Rum, Ermeni, Laz demeden, öncelikle ülke huzuru ve demokrasi sürecinin kalıcı olabilmesi için PKK terörüne ve şiddetine karşı ortaklaşa mücadele etmede anlaşması şart. Evet, ölenler Kürt, öldürenler de öyle. Kürtleri kurtarmak için Kürtleri öldürmek değişik bir kurtuluş anlayışı… Siz ne dersiniz?... Nail Amudi Nail Amudi
-
PKK’NIN “BEŞAĞAÇ KÖYÜ” CİNAYETİNE TEPKİLER!..
PKK’NIN “BEŞAĞAÇ KÖYÜ” CİNAYETİNE TEPKİLER!.. “Önce Van, Sonra Diyarbakır, Şimdi de Şırnak!.. PKK, Önce Öldürüyor, Sonra İnkar Ediyor!..” Hafta sonu Diyarbakır’da Kürt meselesi tartışılırken, Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesinin Beşağaç köyünden o korkunç, insanlık dışı katliam haberi geldi. Kana doymayan, kanla beslenen, kendisi dışlayan demokratik yaklaşımlara tahammül gösteremeyen PKK paramiliter örgütü, demokrasi sürecine katkı sağlayan Diyarbakır’daki konferansın Kürtler üzerinde yaratacağı olumlu havayı yok etmek amacıyla, köye su getirmek için yapılan inşaattan dönen işçilerle dolu bir minibüsü tarayarak, 12 masum insanı öldürdü. PKK’nın Beşağaç köyü cinayetine yönelik Türkiye’nin dört bir yanından her kesimden sert tepkiler yükselirken, Kürtlerden ve uluslararası çevrelerden gelebilecek tepkilerden çekinen PKK yönetimi, geçmişte olduğu gibi, bu defa da “katliamı üstlenmeme” yönünde bir tavır sergiliyor. Ancak, geçmişi katliamlarla dolu PKK’nın, “öldür ve inkar et” propagandası, yerli ve yabancı kamuoyu tarafından inandırıcı bulunmadı. PKK cinayetine Fransız ve Alman basını başta olmak üzere Avrupa basın-yayın organları geniş yer vererek, PKK terörünü kınadı. Fransa’nın önde gelen “Le Soir” gazetesinde Delphine Nerbollier imzasıyla yayınlanan “PKK, Sivilleri Öldürmeye Devam Ediyor” başlıklı yorumda (1 Ekim 2007), “1990’lı yıllarda PKK lideri Abdullah Öcalan’ın ‘çocuk katili’ imajı, dün Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesine bağlı Beşağaç köyünde 12 sivilin öldürülmesiyle yeniden gündeme geldi. Kürtler adına mücadele ettiğini söyleyen PKK’nın, son katliamında öldürülenlerin tamamını Kürtler oluşturuyor. PKK’nın radikalleşmesi veya DTP ile bir anlaşmazlık anlamına gelebilecek bu katliam, Türkiye ve dünyada büyük tepkiye neden oldu” denildi. Almanya’da yayınlanan “Neue Zürcher Zeitung”un haberinde (1 Ekim 2007), “Terör örgütü PKK, Türkiye’nin güneydoğusunda 12 kişiyi öldürdü. Bu, PKK’nın son dönemde yaptığı en kanlı eylem” denilirken, Rusya’nın önde gelen “Nezavisimaya Gazeta”de ise (1 Ekim 2007) şöyle denildi; “PKK, sivillere yönelik son yılların en vahşi eylemini düzenledi. Yolcu minibüsüne yönelik insanlık dışı eylemde 12 kişi öldü. PKK’nın vahşi eylemine büyük tepki var. Türkiye, PKK’lıların güvenli bir sığınak olarak kullandıkları Irak’taki kampların tavsiyesi için ABD başta olmak üzere uluslararası kamuoyuna bir kere daha çağrıda bulundu.” Bu eylemin, Diyarbakır’da hafta sonu toplanan “Kürt konferansı”nda Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki sivil toplum örgütlerinin ve Kürt siyasetçilerin PKK’ya silah bırakması yönündeki çağrıları sonrası gerçekleşmesini, PKK’nın, yine geçmişte olduğu gibi, demokrasi ve barış sürecini sabote etmesi olarak görüyorum. Diğer bir nokta, PKK’nın Beşağaç köyünde gerçekleştirdiği insanlık dışı eylemde ölenlerin çoğunluğunun Kürtler olması ve kurbanlar arasında yaşları 15-17 arasında değişen çocuk ve gençlerin bulunması, örgüte duyulan nefreti bir kat daha artırıyor. Hatırlanacağı üzere, 9 Mart 2006 tarihinde PKK’lı teröristler tarafından Van’ın şehir merkezinde gerçekleştirilen bombalama eyleminde, patlama sırasında bölgede bulunan vatandaşların yanı sıra, yolcu taşımacılığı yapan bir minübüs ve belediye aracı ile çevredeki binalar zarar görmüş, saldırıda eylemi gerçekleştiren PKK’lı teröristin yanı sıra, 2 vatandaş ölmüş ve bazılarının durumu ağır olmak üzere 18 kişi yaralanmıştı. Yine, PKK tarafından 12 Eylül 2006 gecesi Diyarbakır’daki Koşuyolu Parkı’nda gerçekleştirilen bombalı eylemde 8’i çocuk, 10 sivil ölmüştü. Patlamaların hemen ardından “Eylemlerle bir ilgimiz yok” diyen PKK yönetimi, bir gün sonra cinayetin bir PKK mensubu tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıkınca; “Saldırı Dengtav kod Devrim Solduk adlı militanımızın kendi inisiyatifiyle ve yanlışlıkla gerçekleşmiştir. Yanlış hedef seçilmiştir. Halkımızdan özür dileriz” açıklamasında bulunmuştu. Özürleri kabahatlerinden büyüktü… Bu defa da farklı olmadı. PKK, hem acımasızca öldürdü, ama yine “ben yapmadım” diyerek, kendisinden beklenen yaklaşımı sergiledi. Oysa, PKK yönetiminin, köy korucuları başta olmak üzere, bölgede yaşayan ve son dönemde örgüte yardım etmeyerek, köye yiyecek için gelen örgüt mensuplarını kovan, hatta onları güvenlik güçlerine bildirecek kadar onlardan nefret eden köylüleri “ölüm”le tehdit ettiğini herkes biliyor. Evet, PKK cinayeti tüm çıplaklığıyla ortada. Başta İHD ve DTP olmak üzere, çok sayıda sivil toplum örgütü de PKK cinayetini kınayan açıklamalar yaptı. Bugün Şırnak’ın Beşağaç köyünde yaşananlar, geçen yıl Diyarbakır ve Van’da yaşananların kopyası. Ancak farklı olan, artık PKK’nın yalanlarının dünya kamuoyunda kabul görmemesi... Nitekim, Avrupa Konseyi adına PKK cinayetini sert bir dille kınayan Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanı Rene van der Linden şöyle dedi: “Avrupa Konseyi, Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde PKK tarafından kurulan vahşi tuzakta sivillerin ve köy korucularının öldürülmesini kınıyor. Bu terörist saldırı Türkiye’nin istikrar ve huzuruna yönelik bir saldırıdır. Avrupa Konseyi, terörle mücadelede Türkiye’nin yanındadır.” (Vatan, 2 Ekim 2007) Hatırlanacağı üzere, Avrupa Parlamentosu geçen yıl yayınlanan Terör Raporu’nun 21.paragrafında; “PKK terörünü şiddetle kınıyoruz. Sivil halka yönelik şiddet eylemlerinin hiçbir mazeretini kabul etmiyoruz. Terörle mücadelesinde Türkiye ile tam bir dayanışma içinde bulunduğumuzu ilan ediyoruz” denilerek (Milliyet Gazetesi, 18 Eylül 2006) Türkiye’nin terörle mücadelesinin desteklendiği vurgulanırken, PKK’nın terörist kimliği de bir defa daha tescillenmişti. PKK kör terörü kana doymuyor. Ülkenin her yerinde hiçbir ayırım yapmadan ölüm kusuyor. Karanlıklar içinden kurşun sıkıyor, kalleşçe döşediği mayınları, oraya buraya koyduğu bombaları patlatıyor, minibüsleri tarıyor. Masum ve günahsız insanları çoluk çocuk, yetişkin, ana, baba demeden öldürüyor. Sözlerim açık ve net: Nereden gelirse gelsin, hangi amaç için olursa olsun masum insanları öldüren her türlü eylemi terörist bir eylem olarak nitelendiriyor ve cinayeti gerçekleştirenler ile ölüm talimatını verenlerin yargı önüne çıkarılmaları gerektiğine inanıyorum. Sorunların şiddet yoluyla çözülemeyeceğine, bölgede kan akıtarak herhangi bir değişimin veya dengeleri dönüştürecek bir inisiyatifin elde etme şansının kalmadığına bir kere daha dikkat çekmek istiyor ve başta Kürtler olmak üzere Türkiye’de yaşayan ve demokrasiye inanan sağduyu sahibi herkese sesleniyorum; PKK terörüne ve cinayetlere ahlaki olarak karşı durmadın mı özgürlüğe dokunamazsın. Şiddet ve cinayetler, şimdiye kadar zorluklarla büyütülen demokrasi ve kardeşlik filizlerini zedeliyor. Bölge halkı, yeniden şiddet ve gözyaşı istemiyor. Halk, silah ve şiddet yerine, sorunların demokratik ortamda, konuşularak çözülmesini istiyor. Şiddete sürükleyenlere karşı durabilecek, akıntıya kapılmayacak, akıllı hamlelerle ateşleri söndürecek önderlikler arıyor. Asıl sorun haklı olmak değil, sürüklenmemek, şiddeti aşma becerisi göstermektir. İster Türklük, ister Kürtlük duygusuyla olsun, Türkiye’de etnik çatışmayı körüklemek, Türkiye’ye büyük zarar verecektir. Bugün çatışmacı ideolojiler çağın gerisinde kalırken, rasyonel, uzlaşmacı, müzakereci, pratik, çoğulcu görüşler gelişiyor. Dünyada etnik milliyetçiliğin marjinalleştiği toplumlarda; büyük kitlelerin ve kitle kuruluşlarının, aynı zamanda aydınların büyük çoğunluğunun o toplumlarda eski “çatışmacı” kültürleri aştıkları ve bu şekilde doğası itibariyle çatışmacı olan etnik milliyetçiliğin toplumdan “tecrit” edildiği görülüyor. Aşırı uçların hiç kuşkusuz ki kendilerine göre meşru acıları var. Ancak, o acılarla, akıtılan kan ve gözyaşlarıyla güzel bir geleceğin kurulamayacağı, şiddetin her iki tarafı da tüketeceği, geçmişin tutsağı olarak bir yere varılamayacağı anlaşılmalıdır. Gerek Kuzey Irak’ta, gerekse Türkiye’de siyasi sürece dahil olamayacağını hisseden PKK, eski kirli çatışma ve şiddet günlerinin koşullarını yeniden yaratmaya çalışıyor. Çünkü PKK yönetimi, Türkiye’nin demokratikleşmesinin kendisinin sonu olacağını çok iyi biliyor. Diyarbakırlılar başta olmak üzere Türkiye’de demokrasiye ve insan haklarına inanan sağduyu sahibi herkes; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak demokratik/çağdaş milliyetçiliğe ve yurtseverliğe destek verildiğini, etnik ayrımcılığı ve şiddeti temel alan tüm grupların karşısında olunduğunu yüksek sesle haykırmalıdır. Bu ses Diyarbakır’dan öylesine gür çıkmalı ki, çocukları öldürecek kadar küçülen ve çaresiz kalan PKK’nın, Türkiye’nin demokratikleşmesinin ve sorunlara çözüm arayışının önünü tıkamasına izin vermemeli. Nail Amudi Nail Amudi
-
PKK KIMIN TASERONU?..
PKK KIMIN TASERONU?.. Bagimsiz bir devlet kurma utopyasiyla yola cikan PKK, 23 yillik silahli mucadelesinde hem buyuk darbe aldi, hem de lideri yakalanip cezaevine konuldu. Yakalandigi gunden itibaren Turkiye'nin hizmetinde oldugunu soylemeye baslayan PKK lideri de cezaevinde surekli fikir uretmeye basladi. Kemalist oldu, laik oldu, anti-Amerikan oldu, Amerikanci oldu, cevreci oldu, filozof oldu, ekonomist oldu, demokrat oldu, hatta peygamber oldu. Ne yazik ki, binlerce kisilik militan kadrosu ve Turkiye’deki siyasi uzantilari da onunla birlikte bu fikir degisimlerinin icinde kayboldu. Ancak bugun icin kesin olan bir nokta var ki; o da PKK’nin bagimsiz bir devlet kurma fikrinden vazgecmis oldugunu cesitli yayin organlari araciligiyla kamuoyuna deklere etmesidir. Oyleyse, bagimsiz devlet idealinden vazgecen, uniter devletten yana oldugunu aciklayan bir orgutun dagda binlerce insan barindirmasinin mantigi yok diye dusunuyorum. Durum boyle olunca, insanin dogal olarak aklina hemen su soru geliyor: "Bu orgut kime taseronluk yapiyor?" Turkiye'nin istikrarini bozmak isteyenlere mi, Turkiye'yi kardes kavgasina suruklemek isteyenlere mi, Turkiye'yi bolmek isteyenlere mi, Turkiye’nin bolgede onemli bir guc olmasini istemeyenlere mi? Yoksa Turkiye'nin demokratiklesme ve Avrupa Birligi surecini engellemek isteyen kesimlere mi? Turkiye’nin yakin gecmisine soyle bir bakilirsa, bu olaylarin ornekleriyle dolu oldugu gorulecektir. Bu topraklari vatan bilen ve binlerce yildir birlikte yasama iradesi gostermeyi basaran sagduyu sahibi butun vatandaslar ve ozellikle de PKK’yi terorist ilan etmekten korkan, 22 Temmuz secimlerinde buyuk bir bozguna ugramalarina ragmen halen bugun Kurtler adina siyaset yaptiklari iddiasiyla ortalikta dolasan Demokratik Toplum Partisi milletvekilleri, Turkiye’nin yakin tarihini iyi okumalilar; gecmiste yasananlardan ders cikarmali ve davranis bicimini ona gore cizmeliler. Demokratik kurum ve kurallari ayakta tutmak icin ortak bir noktada bulusulmali ve demokratik sisteme ve uniter devlete sahip cikilmalidir. Boylece Turkiye’de yasayan Kurtlerin disinda, Turkiye dusmani herkese taseronluk yapan PKK paramiliter orgutunun, basta DTP olmak uzere, Turkiye’nin altini oydugu gercegi gorulmelidir artik. Dile kolay, PKK nedeniyle 23 yilda 35 binin uzerinde vatandasimiz kor terore kurban gitti, sakat kaldi, milyonlarca dolar maddi zarar ortaya cikti. Turkiye, ulkesinin ve halkinin esenligi icin her turlu onlemi alabilir ve almalidir da. Dagda tek bir silahli terorist kalmayana kadar mucadelenin kararlilikla surdurulmesi zorunludur. Cunku cagimizin gercegi; silahli mucadelenin kor terorun bir insanlik sucu oldugu yolundadir. Sivil, savunmasiz ve masum insanlara yonelik bombali saldirilar duzenleyen bir orgut ve onlari kinama cesareti bile gosteremeyen sozde Kurt siyasetcilerin, demokrasi oyununda yeri yoktur ve olmayacaktir. Bu, Turkiye’nin sorunlarina goz kapayacagi, gormezden gelecegi anlamina gelmemektedir. Adina ister Kurt sorunu deyin, ister Guneydogu sorunu, ister yoksulluk sorunu, ne derseniz deyin, hic kimse bu sorunlarini buyuk kentlerin gobeginde bombalar patlatarak, belediye otobuslerini yakarak, dagdaki cobani, isciyi, koyluyu kacirarak, cocuklarin servislerine bomba koyarak, okullari, ormanlari yakarak, camileri, santiyeleri kursunlayarak, ogretmenleri, muhendisleri oldurerek cozemez. Bugun Turkiye’de yasayan herkes icin, siddeti hicbir on kosul olmadan lanetlemek ve siddeti kendilerine yol secenlerle hicbir iliski icinde olmamak temel ilke olmalidir. Ýnsanim diyebilen herkes, 23 yildir suregelen bu insanlik disi cinayetlerin bir grup gozu donmus caninin eylemi oldugunu, amacin Turkiye’yi kamplara bolmek oldugunu bilerek tepki vermeli ve PKK kor teroru korkusuzca, haykirircasina lanetlenmelidir. Evet, oncelikle uzerinde anlasilmasi gereken temel ve vazgecilmesi mumkun olmayacak tek kural budur. Boyle bir mutabakata varmayi reddedenler, masum insanlarin kanina bulasmis, PKK cinayetlerine ortak olmus olacaktir. Terore karsi herkesin ortak zeminde bulustugu, hukukun ustunlugunun kabul edildigi bir ortamda hicbir teroristin basari sansi olamaz. Bu boyle biline… Nail Amudi Nail Amudi
-
PKK BOMBASI İRAN DA 2 ÇOCUĞUN CANINI ALDI!..
PKK BOMBASI İRAN DA 2 ÇOCUĞUN CANINI ALDI!.. İran, şiddeti tırmandırmaya yönelik faaliyetleri sürdürmekte ısrar eden ve bölgede ayrılıkçı faaliyetleri körükleyen PKK’ya yönelik operasyonlarını aralıksız sürdürürken, terör örgütü sivilleri öldürmeye devam ediyor. İran Gazetesi’nin haberine göre (21 Eylül 2007), PKK’lı militanlar tarafından İran’ın Batı Azerbaycan eyaletine bağlı Piranshaihr-Oshnaviyeh karayolundaki bir köprüye düzenlenen bombalı saldırıda, 2’si çocuk, 5 sivilin öldüğü belirtildi. Haberde, PKK mensupları tarafından daha önceden köprüye yerleştirildiği belirlenen uzaktan kumandalı bombanın patlatılması sonucunda, köprüden geçmekte olan sivil bir aracın havaya uçtuğu ve otomobilin içindeki 5 kişinin parçalanarak öldüğü öğrenildi. İran’ın bombardımanına ilişkin olarak Pukmedia’ya konuşan Süleymaniye’nin Piştder Kaymakamı Hüseyin Ahmet, İran topçusunun aralarında Kandil’in de bulunduğu PKK kamplarına yönelik bombardıman sonucunda çok sayıda örgüt mensubunun öldüğünü vurgulayarak, bombardımanın ardından PKK kamplarından toplu kaçışların yaşandığına dikkat çekti. İran, PKK’nın İran’daki kolu olan PJAK’a karşı İran-Irak sınırında operasyon düzenlediğini ilk kez resmi olarak doğruladı. İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in askeri danışmanı ve eski devrim muhafızları komutanı General Yahya Rahim Safavi, İran’da İngilizce yayın yapan Pres TV kanalına verdiği röportajda, PKK’nın Irak sınırının 10 kilometre içinde üsleri bulunduğunu belirterek, “Sınırlarımızın güvenliğini sağlamak bizim en doğal hakkımızdır. Irak Hükümeti, PKK terör örgütünün Irak’ın kuzeyindeki faaliyetlerine karşı sorumluluklarını yerine getirmeyince, operasyon yapmaya mecbur kaldık. Irak’a komşu ülkelerin PKK terör örgütüne yönelik operasyon yapma hakları meşrudur. Operasyonlarımız, terör örgütünün bölgedeki faaliyetleri etkisiz kılınıncaya kadar sürdürülecektir” diyerek, operasyonların sürdürüleceğine dikkat çekti. İran’ın, PKK’ya yönelik operasyonlarını aralıksız sürdürdüğünü belirten İran İçişleri Bakan Yardımcısı Ali Asger Ahmedi ise, Cumhuri İslam Gazetesi’ne yaptığı açıklamada; “Terör örgütü olarak ilan edilen PKK ile uzantısı PJAK’ın, İran ve komşu ülkelerin toprak bütünlüğüne ve siyasi birliğine karşı yürüttüğü faaliyetlere izin verilmeyecektir. İran, terörle mücadelede Türkiye ile aynı saflarda yer alıyor. Geçen bir yıl içerisinde İran’da 200’ün üzerinde PKK mensubu yakalanmış, bunlardan bazıları Türkiye’ye iade edilmiştir. İran topçusu, PKK’nın yuvalandığı PKK kamplarını ve Kandil Dağı’nı bombalamaya devam edecektir” diyerek, İran’ın PKK’ya yönelik tutumun daha da sertleşeceğinin işaretlerini verdi. İran’ın önde gelen “Kayhan İnternational” gazetesinde yayınlanan (23 Eylül 2007) habere göre, geçen ay ülkenin kuzey batısında gerçekleştirilen operasyonlarda ele geçirilen 14 PKK sorumlusundan 7’sinin idam cezasına çarptırıldığı belirlendi. Bu arada, İran’ın operasyonlarına ilişkin bir açıklama yapan Irak Hükümeti Sözcüsü, “Irak, terör örgütü PKK ve İran’daki uzantısı PJAK’ı yasadışı ilan etmiştir. Bu iki örgütü siyasi yaşamın bir parçası olarak kabul etmiyoruz” diyerek, PKK’ya yönelik operasyon başlatılabileceğinin sinyalini verdi. Hiçbir toplum kendi demokratik/anayasal düzenini dinamitleyecek gelişmelere tepkisiz kalamaz. Terörizme karşı uluslararası mücadele ve işbirliği konusunda BM ve bağlı kuruluşların geliştirdikleri geniş kapsamlı 12 sözleşme ve protokolden oluşan uluslararası anlaşmalarla, terörizmin finansmanıyla mücadele için gerekli yasal zemin oluşturulmuştur. Ancak terörle uluslararası mücadelede başarı sağlanabilmesi için BM’nin ve bağlı kuruluşların almış oldukları kararlar ile terör örgütleri listesi yayınlanması tek başına bir anlam ifade etmemektedir. Bu nedenle alınan uluslararası kararlar ülkeler tarafından samimi şekilde süratle uygulamaya geçirilmelidir. Nerede ve kim tarafından gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin sivilleri hedef alan, uyuşturucu, insan kaçakçılığı, haraç, kara para aklama, çocuk kaçırma gibi organize suç faaliyetlerini yürüten tüm terörist faaliyetler ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Nail Amudi Nail Amudi
-
ABD KAMUOYUNDAN BUSH’A “PKK” TEPKİSİ!..
ABD KAMUOYUNDAN BUSH’A “PKK” TEPKİSİ!.. “Irak’ta PKK Varlığına İzin Verilmemeli, Somut Adımlar Atılmalı!..” PKK’nın, ABD’nin kontrolündeki Irak’ın kuzeyinde rahatça faaliyet göstermesine, uluslararası toplumun yanı sıra, ABD kamuoyunun tepkisi de her geçen gün artıyor. ABD Kongresi’nin Temsilciler Meclisi’nde düzenlenen ve ağırlıklı olarak Kongre üyelerinin katıldığı Türkiye konulu brifingde bir konuşma yapan New Jersey Eyaleti Milletvekili Pascrell (18 Eylül 2007), Kuzey Irak’ta üstlenen ve buradan Türkiye’ye yönelik şiddet eylemlerini yoğun şekilde sürdüren PKK’ya karşı Bush yönetiminin biran önce somut tedbirleri almaması durumunda, ABD’nin uluslararası terörizmle mücadele konusundaki inandırıcılığını kaybedeceği ve Irak’ın kuzeyinin terör örgütlerinin lojistik merkezi haline geleceği uyarısında bulundu. Türkiye'nin terörle savaşta ABD ile gösterdiği işbirliğini öven Bill Pascrell, "Terörle mücadelede bölgede Türkiye kadar güçlü bir müttefikimiz yok. Türkiye, dünyanın en kritik bölgelerinden birinde yer alıyor. Masum insanları katleden terör örgütü PKK, hem bölge, hem de uluslararası kamuoyu için önemli bir sorun oluşturuyor. Washington, Irak’ın kuzeyine yerleşen ve buradan Türkiye’ye yönelik eylemlerini sürdüren PKK'nın yol açtığı acıları görmezden gelemez” diyerek, Bush yönetimini uyardı. Bu arada, Amerika'nın eski Merkez Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral John Abizaid, Uluslararası ve Stratejik Araştırmalar Merkezi adlı düşünce kuruluşunda düzenlenen toplantıda, bölgesel sorunları değerlendirdi. Emekli general Abizaid, konuşmasında (18 Eylül 2007), bölge için önemli bir problem olan PKK terör örgütüyle mücadelede ABD’nin somut adımlar atması ve Türkiye ile yakın işbirliğini yapması gerektiği vurgusunu yaptı. Bölgede dört temel tehdidin bulunduğunu belirten Abizaid, bu tehditleri El Kaide ve PKK terör örgütleri arasındaki işbirliği, devrimci Şii aşırıcılığın yayılması, Arap–İsrail sorununda çözümsüzlük ve ekonomilerin petrole bağımlılığı şeklinde sıraladı. Irak konusunda ABD’nin bazı hatalar yaptığını kabul eden emekli Orgeneral Abizaid, Türk-Amerikan ilişkileri ve özellikle PKK terör örgütü ile ilgili olarak da şunları söyledi; “Washington’un Irak’ın kuzeyinde faaliyet gösteren ve buradan Türkiye’ye saldırılar düzenleyen PKK terörüne karşı etkili olmaması nedeniyle Türkiye açısından ciddi bir memnuniyetsizlik olduğunu biliyorum. Müttefikimiz Türkiye'ye, Türk ordusuna ve Türkiye'nin laik düzenine çok büyük saygı duyduğumu belirtmeliyim. PKK'nın terör örgütü olduğu konusunda hem fikiriz. PKK terör örgütüne karşı ABD somut adımları atmada oldukça gecikti. PKK terörüne karşı verdiğimiz sözleri biran önce tutmalıyız. Washington, teröristlerin Irak’ın kuzeyindeki sığınaklarını yok etmek ve finansman kaynaklarını kesmek zorunda. PKK terörüne karşı kısa sürede somut sonuçlar alamazsak, uluslararası toplum karşısında güvenilirliğimizi kaybedeceğiz. Türkiye, stratejik olarak dünyadaki en yakın dostumuz, hem de NATO müttefikimiz. Eğer PKK konusunda Türkiye’ye verdiğimiz sözleri tutabilirsek, terörizmle mücadelede işbirliğinin en güzel örneğini vermiş olacağız.” Washington'daki düşünce kuruluşlarından “Potomac Enstitüsü”nde yetkili emekli Albay Gary Anderson imzasıyla yayınlanan basın açıklamasında ise (18 Eylül 2007) “Kürtlerin bağımsız bir devlet kurmak isteyeceklerini ve bunda başarılı olabileceklerini sanmıyorum. Kürtlerin bu girişimleri, bölge ülkeleri tarafından kabul edilmez. Araplar arasında en azından kağıt üzerinde Irak'ın bölünmesini isteyen olduğuna inanmıyorum. Iraklılar arasında hala güçlü bir milliyetçilik duygusu var. Bu Kürtler için geçerli olmayabilir, ancak Kürtler de, sahibi oldukları özerklikle Irak'ın bir parçası olarak kalmanın kendileri için en iyi yol olduğunun farkındalar. En iyi durumda olan zaten Kürtler. Ekonomileri çok iyi durumda. Türkiye de PKK ve bağımsız ‘Kürdistan’ konuları hariç, Iraklı Kürtlere tepki göstermiyor. Ancak PKK terörü, bölgede çok büyük sorun olabilir. PKK ve Kerkük'teki Türkmenlerin durumuna en kısa zamanda çözüm bulunması gerekir. Türkler arasında Türkmenlerin soykırıma uğrayacağı endişesi hakim.” Emekli Albay Anderson, Türkiye’nin PKK terör örgütü ile ilgili olarak sınır ötesi operasyon düzenlemesine ilişkin olarak da; “Egemen devletler kendi sınırları tehlike altındaysa, sınır ötesi operasyon yapma hakkına sahiptir. PKK terörü sorunuyla bir an önce ilgilenmek Kürt yetkililerin kendi çıkarına olur. PKK, Irak'taki Kürt yerel yönetiminin egemenlik ve refahı üzerinde en büyük tehdittir. Iraklı Kürtler, PKK terörünün sona erdirilmesinde Türkiye ile yakın işbirliği içinde hareket etmeleri gerekir.” ABD’nin önde gelen gazetelerinden New York Times Gazetesi’nde yayınlanan (19 Eylül 2007) benzer bir yorumda ise; “Hiçbir ülkenin sürekli terör tehdidi altında yaşamaya devam edemeyeceği, Türkiye’nin terörle mücadelesinin, ABD’nin, İspanya’nın ya da İngiltere’nin terörle mücadelesiyle aynı meşruluğa sahip olduğu” belirtilerek, “ABD’nin, Kuzey Irak’a yerleşen PKK terörüne karşı Türkiye ile birlikte mücadele etmesi gerektiği” vurgulandı. ABD’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından “The Washington Institute for Near East Policy” (Washington Yakın Doğu Politikaları Enstitüsü) ve “Brookings Institute” tarafından çeşitli tarihlerde (Ocak-Mayıs 2007) yayınlanan muhtelif raporlarda, PKK ile El Kaide terör örgütlerinin uluslararası toplum için aynı derecede tehdit oluşturdukları belirtilerek, bölgede en önemli problem haline gelen PKK terörüne karşı Bush yönetiminin somut adımlar atmaması durumunda, Irak’ın kuzeyinin sadece PKK için değil, El Kaide gibi diğer terör örgütleri için de en önemli üs haline geleceğine dikkat çekilmişti. Elbette hiçbir ülke terörizmi tek başına çözemez. Amerikan askeri yetkililer, bugün El Kaide ve diğer örgütlerin faal olduğu Bağdat ve etrafındaki bölgelerde güvenliği sağlamaya öncelik veriyorlar. Kuzey Irak’ta olay çıkmadığı dönemde böyle bir strateji uygulamaları kabul edilebilir, ama bir süreden beri terörist saldırılar Irak’ın kuzeyindeki kent ve kasabalara da sıçradı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1483 sayılı kararı uyarınca Irak topraklarındaki egemen güç olarak belli hukuki sorumluk üstlenen ABD, Irak’ın kuzeyinde etkisini göstermeye başlayan terör örgütleri arasındaki işbirliğinin (PKK-El Kaide), yakın dönemde Amerikan askerleri ve Bağdat yönetimi için en önemli tehdit oluşturacağı gerçeğini gözden uzak tutmamalı. Nail Amudi Nail Amudi
-
KÜRTLERDEN DTP’NE TEPKİ!..
KÜRTLERDEN DTP’NE TEPKİ!.. “DTP Milletvekilleri, Bölünme ve Terörünün Değil, Bütünleşme ve Demokrasinin Hizmetinde Olmalılar!..” 22 Temmuz genel seçimlerinde Parlamentoya girerek, bölge adına siyaset yapan veya yapmaya soyunanların çok dikkatli adım atmaları gerekiyor. Çünkü önümüzdeki dönemin bir çatışma veya uzlaşma kültürü içinde geçip geçmeyeceği, DTP milletvekillerinin duruşları ile belli olacak. “Türkiye’nin birlik ve beraberliği için çaba göstermeye” yemin eden DTP milletvekilleri, son dönemde sık sık TV ekranlarına çıkarak sempatik görünmeye çalışıyorlar. Ama söylediklerini dikkatle dinlediğiniz zaman kafalar karışıyor. Hatta başta Kürt kökenli vatandaşlar olmak üzere Türkiye kamuoyundan, başta Ahmet Türk olmak üzere, DTP milletvekillerinin “yemin”lerine aykırı bir yaklaşım içerisinde yaptıkları açıklamalara tepki yağıyor. Bu tepkilere neden olacak açıklamalardan hemen birkaç örnek vereyim; Ahmet Türk: “Ancak kendi yurttaşlarını kucaklayacak politika ortaya çıktığı zaman biz etkin oluruz, rol oynarız. PKK’yı terörist olarak kınadıktan sonra benim ve diğerlerinin ne etkisi olabilir ki?” DTP Batman Milletvekili Bengi Yıldız: “Bizden PKK'yi terörist ilan etmemizi istiyorlar. Biz kendimize küfretmeyiz, halkımıza hakaret edemeyiz.” DTP İstanbul Milletvekili Sabahat Tuncel: “PKK cenazesine biz şehit deriz, kimse Kürtlerin kardeşlerini terörist ilan etmesini beklemesin.” Bu açıklamalara en sert tepki Malatya Kardeşlik Derneği’nin Başkanı Veysel Şahin’den geldi. Dernek Başkanı Veysel Şahin, Sabahat Tuncel hakkında Malatya 3.Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığı’na suç duyurusunda bulundu. Başkan Şahin, basın mensuplarına yaptığı açıklamada (17 Eylül 2007); “Sabahat Tuncel PKK’lılara terörist demeyebilir, şehit de diyebilir. Bunun denilip denilmemesi konusundaki kararı yargı verecektir. Ancak Sabahat Hanım hiçbir Kürdün PKK’ya terörist demeyeceğini belirtiyor. Ancak ben ve dernek üyesi arkadaşlarım da Kürt. Ben ve arkadaşlarım açıkça diyorlar ki ‘PKK terör örgütüdür, PKK cenazeleri de teröristtir.” Teröristlere kesinlikle şehit denemeyeceğini ifade eden Veysel Şahin, Müslüman bir kişinin ancak vatanı, şerefi ve namusu için savaşması halinde şehit olabileceğine dikkat çekti. Evet, DTP, özelde bölge, genelde ülke sorunlarının demokratik yöntemlerle çözümünü destekliyorsa, terör örgütüyle göbek bağını kesmek zorundadır. Türkiye yeni bir anayasa tartışması içine girmiş, birey hak ve özgürlüklerini genişletmek için adımlar atmaya hazır hale gelmişken, bu girişimi sıkıntıya sokacak en büyük tehdit terör ve teröre prim veren açıklamalardır. Şiddetin lanetlenip siyasi arenadan atılmamasının bedelini sadece bölge halkı değil, tüm Türkiye ödeyecektir. Türkiye’nin dört bir yanından yükselen sesler; teröre prim verilmemesi, şiddetin lanetlenmesi, binlerce yıldır süregelen kardeşliğin, dostluğun, hoşgörünün sürdürülmesi, birlikte yaşama iradesine sahip çıkılması, demokratik sürecin kesintiye uğramadan devamı için çaba gösterilmesi gereğini net bir şekilde ortaya koymaktadır. Elbette bu yola taş koyanlar, demokrasi sürecini engellemek isteyenler vardır ve olacaktır. Ancak halkımızın büyük bölümünün teröre karşı çıkarak, zenginleşerek, daha huzurlu bir ülkede birlikte yaşama iradesi çok açık bir şekilde ortadayken, bu gelişmenin karşısında durmak kolay olmayacaktır. Bölge halkı adına siyaset yaptıklarını iddia edenler, bugün bir tercih yapma noktasındadırlar. Avrupa Birliği yolunda ilerleyen, üniter, demokratik bir Türkiye mi, yoksa terör batağına saplanmış, her gün kan ve gözyaşının eksik olmadığı bir Türkiye mi? Ahmet Türk ve arkadaşları, PKK’nın her geçen gün tırmanan insanlık dışı terörü kınamaktan sakınarak ne tür bir etkinlik kazanacaklarını umuyorlar acaba? İnsan hayatına saldırmanın hiçbir bahanesi olamaz. Kürt kimliğini terörizm ve cinayetle özdeş hale getirenler, sadece yaşadıkları ülkeye değil kendi köklerine de ihanet ettiklerini bilmeliler. DTP’liler, kendilerini seçen insanlara yararlı olmak istiyorlarsa, halka zulmeden ve bölgenin sosyal, ekonomik ve kültürel anlamda geri kalmasının baş aktörü olan canileri kınamaktan korkmamalıdırlar. Uzun vadede önemli olan; DTP’lilerin, Türkiye’nin bütünlüğü içinde demokrasinin gelişmesiyle Kürt kimliğinin daha serbest ifadesini isteyen ve aynı zamanda ekonomik gelişme özlemini duyan büyük kitlelerin taleplerini karşılayacak iradeyi ortaya koyabilmeleridir. Son cümle: Sertlik, çatışma, kutuplaşma, radikalizm herkes için çıkmaz sokaktır. Sağduyu ve itidal herkes için doğru yoldur. Nail Amudi Nail Amudi
-
KÜRT SİYASETÇİLERİNİN TARİHİ MİSYONU!..
KÜRT SİYASETÇİLERİNİN TARİHİ MİSYONU!.. PKK içerisinde yaşanan görüş ayrılıkları nedeniyle dağılma sürecini yaşayan örgüt, şiddet eylemlerini tırmandırarak gündemde kalmaya çalışırken, Kürt aydınları ve siyasetçilerinin “şiddet-terör” ve “demokrasi” arasında bir tercih yapmaları gerekiyor. Evet, Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) Meclis'te olması demokratik normlar ve temsilde adalet açısından gerekli. Türkiye kamuoyu bu gerçeği kabul etti. Ancak yadsınamayacak bir diğer gerçek, DTP'nin sırtını demokrasi dışı bir güce dayadığı, önüne sunulan tüm imkanlara rağmen kendini bu güçten soyutlayamadığı. Tabii ki DTP, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin sorunları ve genel anlamda Kürt meselesinin çözümü için bir aracı ve tercümandır. Partinin bu konularla İstanbul'un trafik sorunundan daha fazla ilgilenmesi anlaşılabilir bir durum. Ancak DTP, kendini PKK ya da PKK'ya sempati duyan kitlelerin temsilcisi ya da sözcüsü olarak gördüğü, bu tarz demeçlere yöneldiği anda, Türkiye'de başlayan açılımları zedeler, kendisine gösterilen iyi niyeti eritir ve genel anlamda sistemi tıkar. Maalesef, parti yöneticilerinden bir bölümü, bunun farkında değil. Temsil ettikleri coğrafyaya zarar vermek pahasına güç aldıkları odaklara hizmet etmek peşindeler. Demokrasi ve Kürtler adına üzücü gelişmeler. DTP, yeni anayasa çalışmalarına kendi çapında katılarak bazı talep ve koşullar öne sürdü. Resmi dilin Türkçe olmasını kabul ediyor. AB hedefi ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin kalkınmasına yaptığı vurgu anlaşılabilir. "Anayasa Türk ve Kürt halkları diye başlasın" gibisinden uçuk önerileri dillendirmemesi önemli. Bence bu, partide ılımlı ve uzlaşmacı kanadın zaferidir. Ancak DTP'nin Aysel Tuğluk'un "Kürt kimliği" diye adlandırdığı etnik temelli ayrımın anayasaya girmesini istemesi, hem yıkıcı hem de kabul edilmesi imkansız bir tekliftir. Yeni anayasa çalışmalarındaki vatandaşlık tanımı, 1924 Anayasası'ndaki ifadelerin getirilmesi suretiyle etnisite ve kimlikler üzeri çağdaş bir tanımdır. Bu, Türkiye Cumhuriyeti'nde yaşayan herkesin kabul edebileceği, alt kimliklerin özgürce yaşamasına imkan veren çağdaş bir tanımdır. Oysa "Kürt kimliği" kavramının anayasaya girmesini istemek, Türkiye'nin eninde sonunda etnik temelde bölünmesi sonucunu getirecektir. Irak Anayasası, bu formülle geliştirilmiş, Sünni ve Şii Arapların fazla heyecan duymamasına rağmen "Arap, Kürt ve diğer etnik unsurlar" ibaresi anayasanın temel taşı olmuştur. Ancak Irak, zaten hem idari hem de etnik temelde bölünmüş, parçalanmasına ramak kalmış sakat bir ülke. Iraklı Kürtler 1974'ten bu yana federal yapıya sahip, 1991'den bu yana ise otonom. Ülkedeki ortak yaşam ideali, Anfal kampanyası ve Saddam dönemi zulmüyle yıllar önce dinamitlendi. İkinci Irak savaşı sonrasında ise tamamen yok oldu. Türkiye ise homojen olmamakla birlikte kaynaşmış ve farklılıkların bir arada yaşamaktan çekinmediği üniter bir yapı. 2030 yıl sonra Fransa gibi, İspanya gibi kaynaşabilecek bir yapı. Tüm sakatlıklarına rağmen, devlet doğru adımlar atmak niyetinde. Türkiye açısından devletin doğru adım atması, ayrımcılık yapmadan Güneydoğu'da halkı kucaklamaktır. Bu yeni anayasada etnisiteye dayalı olmayan Türk üst kimliği çerçevesinde daha da perçinlenecek, Diyarbakır'da doğan bir genç gururla "Ben Kürdüm ya da Kürt asıllıyım ve Türk milletinin bir ferdiyim" diyebilecektir. Adım atma sırası DTP'ndedir. Partinin her şeyden önce Güneydoğu Anadolu’ya yönelik doğru adımları fütursuzca eleştirmek yerine alkışlaması lazımdır. Bu partiden beklenen ikinci şey, PKK'nın sözcüsü gibi davranmamasıdır. Daha da ötesi, kamuoyunun hışmını üzerlerine çekmek istemiyorlarsa DTP'liler "PKK" lafını ağızlarına bile almamalıdır. Kuşkusuz DTP içinde şahinler ve ılımlılar, PKK'nın atadığı "parti komiserleri" ve bağımsız Kürt siyasetçiler var. Bu ayrışmanın herkes farkında. Ancak PKK komiserleri öne çıktığı noktada, DTP siyasi şansını ve Türk demokrasisine katkıda bulunma fırsatını kaybedecektir. Kürt kimliği için siyaset yapanların, terör örgütüyle aralarına net, ilkeli, inandırıcı bir çizgi çekmeleri gerekiyor. Terörün siyasi kolu gibi davrandıkları zaman ne içeride, ne de dışarıda hüsnü kabul görmeleri mümkün değil. Türkiye AB yolunda ilerlerken, Kürt kimliği için siyaset yapanların, militan, radikal, etnik milliyetçi, silahlı geleneği bir tarafa atıp, uzlaşmacı ve bütün Türkiye’ye seslenen bir dünya görüşü geliştirmeleri gerekiyor. Modern uluslararası hukuk da artık evrensel bir hükme varmıştır; kişiler dinlerinden veya etnik kimliklerinden dolayı özel özgürlüklere sahip olamazlar, vatandaşlık statüsünden dolayı genel özgürlüğe sahip olurlar. Demokratikleşme yolunda yol alan Türkiye fotoğrafının ortasına “terörü”, “şiddeti” kondurarak, bu süreci sekteye uğratmanın marjinal maliyetini, sadece Türkiye’nin değil, Kürt siyasal elitinin de hesaplaması gerekiyor. DTP'nin gidişatı kontrolsüz gözüküyor. Hem kamuoyunu hem de Meclis'in işleyişini gerilim noktasına sürüklememek, bu partinin elinde. Tabii, niyetleri buysa... Nail Amudi Nail Amudi
-
ALMANYA, PKK’LILARIN PEŞİNİ BIRAKMIYOR!..
ALMANYA, PKK?LILARIN PEŞİNİ BIRAKMIYOR!.. Almanya?da ?en tehlikeli örgüt? olarak nitelendirilen ve faaliyetleri 1993 yılından itibaren yasaklanan PKK?ya yönelik operasyonlar aralıksız sürerken, örgütün üst düzey sorumluları birer birer yakalanarak, yargı önüne çıkarılıyor. ?Die Tageszeitung?un haberine göre (11 Eylül 2007), Almanya?da Federal Savcılık, 8 Mart 2007 tarihinde Offenburg kentinde gerçekleştirilen bir operasyonda yakalanarak cezaevine konulan Muharrem A. isimli örgüt sorumlusu hakkında, ?terör örgütüne üye olmak?, ?kundaklama olaylarına karışmak?, ?haraç almak? ve ?uyuşturucu ticaretini yönlendirmek? suçlarından dava açtı. Federal Başsavcılık tarafından yapılan açıklamada, ?Yasaklı terör örgütü PKK sorumlusu Muharrem A.?nın Bavyera bölgesinin yanı sıra Baden Württemberg eyaletinin belli bir kısmından sorumlu olduğu, Almanya genelinde terör eylemlerini organize ettiği, Türk ve Alman işyerleri ile kuruluşlarına yapılan saldırılardan sorumlu olduğu, Kürt ailelerden haraç alarak, vermeyenlerin çocuklarını kaçırdığı, uyuşturucu satışından elde edilen yüklü miktardaki geliri Irak?ın kuzeyindeki örgüt kamplarına aktardığı? kaydedildi. Terör örgütü sorumlusu Muharrem A.?nın, Almanya?nın güneyinde karakol ve kamu kuruluşları ile otomobillere saldırıları organize ettiğinin belirlendiğini belirten Başsavcılık, Muharrem A.?nın ağır hapis cezası ile yargı önüne çıkarıldığını, cezaevinden çıktıktan sonra da sınır dışı edileceğini duyurdu. Bu arada, PKK tarafından çeşitli bahaneler gösterilerek gerçekleştirilen eylemlere ve kampanyalara destek verdikleri belirlenen şahıslar da, hapis ve para cezasının yanı sıra, sınır dışı edilerek cezalandırılıyor. Almanya?nın önde gelen yayın organı ?Süddeutsche Zeitung Gazetesi?nin haberine göre (12 Eylül 2007), PKK tarafından Abdullah Öcalan?ın cezaevi koşullarını bahane ederek Hamburg kent merkezinde gerçekleştirilmek istenen gösteriye Alman güvenlik birimlerinin müdahale ederek, ?Gösterinin izinsiz olduğu ve eylemcilerin terör örgütünün sembolleri ile Abdullah Öcalan posterleri taşımalarının yasak olduğunu? belirttikleri, ancak örgüt yandaşlarının dağılmamaları üzerine gruba müdahale eden polisin, çok sayıda örgüt yandaşını gözaltına aldığı kaydedildi. PKK?lıların ?yasaklı terör örgütüne üye olmak, örgütün sembollerini taşımak, kamu düzenini bozmak, polise karşı koymak? suçlarından mahkeme önüne çıkarılacağı belirtildi. Almanya?da, yasaklı terör örgütü PKK?nın faaliyetlerini yakın takibe alan ve örgüt kadrolarına göz açtırmayan güvenlik birimlerinin son 7 ayda gerçekleştirdiği çok sayıda operasyonda, PKK?ya ait 135?i aşkın dernek, ev ve işyerinin arandığı, bazı derneklerin kapatıldığı, çok sayıda örgüt mensubunun da tutuklanarak cezaevine konulduğu kaydedildi. Basın-yayın organlarına yansıyan haberlere göre, PKK dernekleri ve evlerinde yapılan aramalarda; 100 adet bilgisayar, 155 adet PKK yayını, çok sayıda cep telefonu, propaganda malzemesi, haraç makbuzu, uçak bileti, rozet ile birlikte haraç yoluyla toplandığı belirlenen 1000 (bin) Euro ve örgütün Hessen eyaleti yapılanmasına ait listenin ele geçirildiği kaydedildi. Geçen ay gerçekleştirilen operasyonlarda da Köln?deki Mala Kurda Derneği Başkanı Hayreddin İlter ve Nürnberg Kürt Kültür Derneği Başkan Yardımcısı İbrahim Işık tutuklanmıştı. Şiddet politikasında ısrarlı olan PKK?nın finansman temini ve organize suç eylemlerine yönelik faaliyetlerine karşı taviz verilmeyeceğini vurgulayan Bavyera Eyaleti İçişleri Bakanı Gunther Beckstein; ?Almanya?da yasaklı PKK, her zaman karşısında Alman güvenlik güçlerini bulacaktır. PKK, sadece Almanya?da değil, Türkiye?de de şiddeti temel politik araç olarak seçmemelidir. Esas olan, şiddetin hiçbir şekilde kullanılmamasıdır. Türkiye?de Kürtlere karşı ayrımcı bir yaklaşım izlenmiyor. Son seçimlerde çok sayıda Kürdün milletvekili olarak Parlamento?ya girmesi bunun en somut delilidir. Hukuk devletinde savcılar ve mahkemeler tarafından neyin suç teşkil edip etmediğine karar verilir. Almanya?da yasaklı örgüt PKK/Kongra-Gel?in sembollerinin taşınması, terör örgütü ve Abdullah Öcalan lehine slogan atılması yasaktır. Buna Yüksek Mahkeme karar vermiştir. 1993 yılından itibaren Almanya?da yasaklı bulunan PKK?nın, son dönemde Almanya?daki haraç ve uyuşturucu eylemlerinde artış gözleniyordu. PKK?ya yönelik çok sayıda şikayet telefonları alıyorduk. Operasyonlar, mahkeme kararıyla gerçekleştirilmiştir? diyerek, PKK?ya yönelik operasyonların, tutuklama, hapis ve sınır dışı uygulamalarının süreceğine dikkat çekmişti. Avrupa?nın çeşitli kentlerinde milyonlarca genci zehirleyerek dağdaki militanlarını besleyen PKK, örgüte haraç vermeyi kabul etmeyen çok sayıda Kürt ailenin çocuğunu da Irak?ın kuzeyindeki örgüt kamplarına kaçırıyor. Avrupalı yetkililer, hangi isim altında olursa olsun, PKK için Avrupa?nın sığınılacak bir mekan olmasına izin vermemeliler. Terör tanımı konusunda ülkeler arasında bir konsensüs sağlanmalı, nerede ve kim tarafından gerçekleştirilirse gerçekleştirilsin sivilleri hedef alan, uyuşturucu, insan kaçakçılığı, haraç, kara pa a aklama, çocuk kaçırma gibi organize suç faaliyetlerini yürüten tüm terörist faaliyetler ağır şekilde cezalandırılmalıdır.
-
UYUŞTURUCU, TERÖR VE PKK!..
UYUŞTURUCU, TERÖR VE PKK!.. Avrupa Birliği ve ABD’nin terör örgütleri listesinde ilk sıralarda yer alan PKK’nın, en tehlikeli mafya örgütlenmesi olduğu ve uyuşturucudan topladığı paralarla terör eylemlerini finanse ettiği bir kez daha belgelendi. Kısa adı DEA olan Amerikan Uyuşturucuyla Mücadele Ajansı tarafından Eylül 2007 tarihinde yayınlanan raporda, Kuzey Irak’ta üslenen PKK’nın asıl gelir kaynağının uyuşturucu olduğuna ve Avrupa’da eroin pazarının kontrolünü ele geçirdiğine dikkat çekilerek, Avrupa ülkelerinin narkotik birimlerine PKK’nın uyuşturucu faaliyetlerine karşı daha somut tedbirler almaları yönünde uyarıda bulunuldu. PKK’nın, Kuzey Irak’taki eroin işinin Cesim kod adlı örgüt sorumlusu tarafından yürütüldüğü belirtilen DEA Raporu’nda, Afganistan’dan gelen uyuşturucu hammaddesinin Kuzey Irak’taki örgüt kamplarında işlendiği, buradan Güney Kıbrıs, Yunanistan ve İtalya üzerinden Avrupa ülkelerine sevk edildiği vurgulandı. Avrupa’daki uyuşturucu ticaretinin kontrolü nedeniyle Arnavutluk mafyası ile PKK mafyası arasındaki hesaplaşmanın giderek tırmandığına yer verilen DEA’nın raporunda, son dönemde PKK’nın daha öne çıkmaya başladığı vurgulandı. Nitekim, Sırbistan’da yayınlanan Republika Gazetesi’nde (9 Eylül 2007) yayınlanan bir haberde, uyuşturucunun Avrupa alanına dağıtım güzergahını elinde tutan Arnavut mafyasının yerini, PKK mafyasına bıraktığı belirtilerek, şöyle denildi; “Özellikle Yunanistan’daki eroin pazarını PKK’ya kaptırmaya başlayan Arnavut mafyası büyük sıkıntı yaşıyor. Yunanistan’daki zehir tacirleri Yunanistan ile Arnavutluk arasındaki siyasi sorunlar nedeniyle PKK’yı tercih ediyorlar. Özellikle milliyetçilerin bakısından korkan Yunanlı zehir tacirleri, PKK’ya yakın durarak, Yunan milliyetçi yöneticilerinin müsamahasına nail oluyorlar. Yunanistan’ı neredeyse tamamen PKK’ya kaptıran Arnavut mafyasını en çok kızdıran şey ise, Yunanistan ile birlikte İtalya, Almanya ve Romanya’daki bazı yetkililerin de PKK’nın uyuşturucu ticaretine göz yummaları. Arnavutluk mafyasının önemli liderlerini tek tek tutuklayan İtalyan polisinin, özellikle Caltanisetta, Cataria ve Siracusa kentlerinde Arnavutluk mafyasının yerine öne çıkan ve ‘Kürt mafyası’ adı altında nam salmaya başlayan PKK’lılara karşı sessiz kaldıkları görülüyor. Çok yakın zamanda Avrupa’daki uyuşturucunun kontrolü tamamen PKK mafyasının eline geçecek.” Yine, Avrupa Polisi EUROPOL tarafından geçen ay Avrupa Birliği ülkelerinin İçişleri Bakanlarına gönderilen mektuplarda, Avrupa için en ciddi tehlikeyi uyuşturucu kaçakçılığı, insan ticareti, yasa dışı göç ve sahte para basımının oluşturduğu vurgulanarak, PKK’nın en tehlikeli mafya yapılanması olduğuna dikkat çekilmişti. Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve İlgili Suçlar Dairesi (UNODC) tarafından Cenevre’de açıklanan (27 Haziran 2007) raporda, Afganistan’dan gelen eroinin, PKK terör örgütü tarafından Kuzey Irak, Güney Kıbrıs, Yunanistan, İtalya ve Romanya üzerinden Avrupa ülkelerine taşındığı ve örgüt mensupları tarafından satılarak, önemli miktarda finansman sağlandığı vurgulanmıştı. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) Mali Eylem Görev Grubu tarafından (7 Mayıs 2007) yayınlanan benzer bir raporda ise, PKK’nın, gelirinin büyük bölümünü uyuşturucu ticareti, insan kaçakçılığı, kara para aklama, haraç gibi organize suç faaliyetlerinden elde ettiği belirtilerek, son dönemde Türkiye’de tırmanan terör eylemleri ile birlikte örgütün Avrupa ülkelerinde organize suç faaliyetlerini uyuşturucudan sağlanan gelirle finanse ettiği vurgulanmıştı. Uyuşturucu kaçakçılığı, kökleri bir çok ülkeyi sarmış sistemli ve organize bir suçtur ve onunla mücadelede başarıya ulaşmak için uluslararası işbirliği kaçınılmazdır. Bugün Avrupa’nın büyük şehirlerinde milyonlarca genci zehirleyerek terör eylemleri için finansman temin eden PKK mafyası, uyuşturucu pazarını bölüşemediği için hem Avrupa kökenli mafya örgütleriyle çatışıyor. Avrupa ülkelerinin yetkilileri, hangi isim altında olursa olsun, PKK mafyası için Avrupa’nın sığınılacak bir mekan olmasına izin vermemelidir. PKK mafyasının bugün “en tehlikeli mafya” örgütü haline gelmesinin altında yatan neden, Avrupa ülkelerinin yıllardır terör örgütüne gösterdikleri müsamahadır. Son cümle: Çözüm; teröre karşı, uyuşturucu tacirlerine karşı kesin tavır almaktır. Bugün uzaktan kumandayla bomba patlatanlar, trenleri, otobüsleri yakanlar, çobanları, işçileri kaçıranlar, gençleri uyuşturucuyla zehirleyenler ve onları alkışlayanlar, göz yumanlar, demokrasinin ipine sarılmak yerine halen şiddetten medet umanlar, aslında kendi tükenmişliklerini de ilan ediyorlar… Nail Amudi Nail Amudi