Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

wherthus

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    707
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    1

İletiler gönderen: wherthus

  1. yedikulelive2rp.jpg

     

     

    Albüm listesi

    1. ah

    2. bebek

    3. belki alışman lazım

    4. geçmiş olsun

    5. köprüaltı

    6. melek

    7. olmadı yar

    8. özgürlüğün ülkesi

    9. rüyanda görsen inanma

    10. yanıbaşımdan

    11. yürekten

    12. another brick in the wall

    13. bu akşam

    14. en güzel günüm gecem

    15. haberin yok ölüyorum

    16. sayın bayan

    17. sen ben

    18. seni kendime sakladım

  2.  

    Şahsenem'in çıkarttığı 2 kaset ve Jöntürk'le yaptığı düet. Hepsi bir arada.

     

    Toplam 28 Şarkı...

     

    1 - Jöntürk&Şahsenem - Geceler Günlerimi Gömer

    2 - Şahsenem - Annemden Uzakta

    3 - Şahsenem - Aşk bu

    4 - Şahsenem - Ayrılık mı Var

    5 - Şahsenem - Büyü

    6 - Şahsenem - Daha Dur

    7 - Şahsenem - Deli Oğlan

    8 - Şahsenem - Efsane Aşk

    9 - Şahsenem - Enstrumantal

    10 - Şahsenem - Gidiyor

    11 - Şahsenem - Göz Yaşlarım Anlatır

    12 - Şahsenem - Haketmedim

    13 - Şahsenem - İnanıyorum

    14 - Şahsenem - İstemiyorum

     

    1. Bölüm

     

     

     

    15 - Şahsenem - Kaşı Kara

    16 - Şahsenem - Katuşa

    17 - Şahsenem - Leyla Misali

    18 - Şahsenem - Lezgi

    19 - Şahsenem - Mecnun Tal

    20 - Şahsenem - Nar Tanem

    21 - Şahsenem - Ne Fayda

    22 - Şahsenem - O Bu Gece Gelecek

    23 - Şahsenem - Örter

    24 - Şahsenem - Sensin

    25 - Şahsenem - Sevda Türküsü

    26 - Şahsenem - Seyyah

    27 - Şahsenem - Yalnızlığım

    28 - Şahsenem - Yüreğim Meskendir Aşka

     

    2. Bölüm

    • Beğen 1
  3. Yapılan araştırmalara göre bira içenlerde kalın bağırsak kanseri riskinin arttığını bildirildi.

     

    bira745_ic.jpg

     

    Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü'nden Prof. Dr. İbrahim Güllü, Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu'nca düzenlenen Kanser Haftası etkinlikleri çerçevesinde önceki gün Çankaya Çağdaş Sanatlar Merkezi'nde konferans verdi.

     

    Kanser riskleri

     

    Gırtlak kanseri vakalarından yüzde 95'inin sigara kaynaklı olduğunu ifade eden Güllü, 35 yaşında iken günde 25 veya daha fazla sigara içen bir kişinin, 75 yaşından önce akciğer kanserine yakalanma riskinde yüzde 13'lük artış yaşanacağını kaydetti.

     

    Pasif içiciliğe dikkat

     

    Güllü, sigara içmeyenlerde görülen akciğer kanseri vakalarından yüzde 17'sinin çocukluk veya gençlik dönemdeki pasif içicilik sonucunda ortaya çıktığını bildirdi. Sigara içmeyen akciğer kanserli hastalar üzerinde yapılan araştırmalarla pasif içicilik riskine dikkat çekildiğini kaydeden Güllü, sigara içmeyen hastalardan 3'te 1'inin sigara içen biriyle yaşadığını belirtti.

     

    Alkollü içkinin zararı

     

    "Eskiden alkolün bu kadar zararlı olduğunu bilmiyor, hatta 1 - 2 kadeh kırmızı şarabın kalbe iyi geldiği için içilmesini öneriyordum. Son yıllarda şarap bile önerilmesini doğru bulmuyorum" diyen Güllü, sonuçta kanser riskinde artış yaşandığını vurguladı.

     

    Alkollü içki tüketenlerde, ağız boşluğu, gırtlak, yemek borusu, karaciğer kanserine yakalanma riskinin arttığına işaret eden Güllü, alkol miktarı en az olan birayı da riskli bulduğunu kaydetti.

     

    Bira ile genellikle patates kızartması ve tuzlu kuruyemişler tüketildiğini de anımsatan Güllü, bunun kanser riskini daha da artıracağını bildirdi. Alkol ve sigara ikilisini de dikkat çeken Güllü, "İkisi birlikte alınırsa, kanserojen etki 1 kattan 5 kata çıkar, kanserojenler karaciğerde emilmeden direkt kana geçer. Yani kanserle alkol arasında direkt etkileşim var" diye konuştu.

     

    Nar suyu için

     

    Güllü, kanserden korunmak için şu öğütleri verdi:

    * Sigara ve alkolden uzak durun.

    * Güneş ışığında fazla kalmayın.

    * Gereksiz ilaç kullanımından kaçının.

    * Böcek ilacı gibi pestisitler ve kimyasal toz - dumandan uzak durun.

    * Soya filizi, kuru fasulye, Omega - 3 yağ asitleri, yoğurt, hakiki bal, kuşburnu, adaçayı, ıhlamur, yeşil çay, greyfurt, portakal ve nar suyu, çilek, karpuz, şeftali, kivi, ananas ve elma tüketin.

  4. Kadın cinsel hormonu belli bir yaştan sonra sıfıra iniyor ve menopoz denilen bu durumda eksik hormonun yerine konması uygulamada olan bir yaklaşım. Erkekte de hormon seviyelerinde bir değişiklik söz konusu. 45-50 yaşından itibaren erkeklik hormonu olan testosteron yanında böbreküstü bezinden salgılanan aynı yapıdaki hormonlar devamlı bir düşüş gösteriyorlar, ama hiç bir zaman bu seviye, ileri yaşta bile, sıfır olmuyor. ' Andropoz ' olarak da adlandırılan bu durum, cinsel fonksiyonun gerilemesi yanında, cinsel arzu ve zihinsel fonksiyonlarda da düşmeye neden oluyor. Ayrıca yorgunluk hali ve uyku problemleri duygusal değişiklikler, iktidarsızlık, depresyon, libido(cinsel güç)azalması, osteoporoz, meni kalitesi ve kaslarda olumsuz etkiler, yine erkeklik/androjen hormonlarının eksikliği, vücut yapısı değişikliğine sebep olarak bilhassa karında 10-15 kg yağ tutulmasına yol açıyor.

     

    Ortalama yaşam süresi uzadığı için yaşlanmaya bağlı sorunların artacağı ve andropoza bağlı problemlerin artması, geliştirilen tedavi yöntemleri dikkat çekiyor.

     

    Türkiye ‘de 40 ile 70 yaş arasındaki erkeklerin yüzde 52'sinde cinsel performansta ve istekte azalma olduğu, ancak doktor başvurusunun azlığına bağlı bu rakamların gerçeğin oldukça altında kaldığı tahmin edilmektedir.

     

    Tüm bu bulguları özetlersek erkeklerde ilerleyen yaşa bağlı görülen fiziksel ve zihinsel değişikliklerin, androjen hormonlarının azalmasıyla birlikte bir klinik tabloya dönüşmesidir.

     

    Bu klinik tablo şu belirtileri içerir:

    1. Seksüel fonksiyon ve istek azalması, özellikle sabah ereksiyonlarının kalitesinde düşme,

     

    2. Entelektüel kapasitede azalma, konsantrasyon kaybı, yorgunluk, kızgınlık ve depresyon,

     

    3. Kas kitlesinde ve gücünde belirgin azalma,

     

    4. Kemik mineral yoğunluğunda azalma (osteoporoz),

     

    5. Organ yağlanmasında artış.

     

    Andropoz terimi yaygın kullanımına rağmen çok doğru bir tanımlama değildir. Kadınlarda menopozla birlikte üreme özellikleri tamamen ve akut olarak bitmesine karşın, erkeklerde üreme kapasitesi ilerleyen yaşa rağmen devam edebilir. Bu bağlamda "yaşlanan erkeklerde androjen eksikliği 'andropoz'a göre daha doğru bir tanımdır.

     

    39- 70 yaşları arasındaki erkeklerde, serum serbest testosteron seviyelerinin yılda yaklaşık %.1.2 oranında düştüğü gösterilmiştir.

     

    65 yaş üstü erkeklerin yaklaşık %25-50'sinde biyo-yararlanılabilir testosteron düzeylerinde düşüş gerçekleşmekte ve androjen replasman (eksik hormonun yerine dışarıdan yapay olanı verme) tedavisi gerektirecek belirtiler ortaya çıkmaktadır. Elbette yaştan bağımsız olarak, genetik bozukluklar, şişmanlık, çeşitli hormonal dengesizlikler (büyüme hormonu, tiroid hormonları, insülin), alkol, stres ve kronik hastalıklar da kan testosteron düzeylerinde düşmeye sebep olabilmektedir.

     

    Androjenler ve etkilediği organlar

     

    Androjenler %90'ı testislerden , %10'u böbrek üstü bezlerinden salgılanan ve vücutta değişik oranlarda biyolojik etki gösteren steroid yapıda 5 hormondur. Bunlar, testosteron, dihidrotestosteron, androstenedion, DHEA ve DHEA-S'dır.

     

    Androjenlerin etkileri, daha anne karnındayken başlar ve çocuğun dış cinsel organlarının gelişmesini sağlar. Ergenlik döneminde sekonder seks karakterlerinin gelişmesini ve daha sonraki yıllarda da cinsel arzu, ereksiyon ve sperm yapımı gibi üremeye yönelik fonksiyonlarını sürdürürler. Erkek üreme sistemi ve sekonder seks karakterlerinin gelişimine olan etkileri androjenik etkiler olarak bilinir Ereksiyon(penisin sertleşmesi) mekanizmasının her basamağında rol alırlar. Özellikle gece ereksiyonlarını ve seksüel davranışları düzenler, kas, kemik, sinir sistemi, prostat, kemik iliği gibi organlarda da etki yaparak osteoporoz, ve kas gücüne olumlu etki ederler. Diğer yandan tüm yaşam boyunca bilişsel fonksiyonların gelişiminde rol oynarlar. Vücutta azot tutulumunu sağlayarak, kas ve kemik oluşumunu indüklerler(arttırırlar). Ayrıca bu hormonların kan hücrelerinin yapımı ve serum lipid düzeylerine etkileri de kanıtlanmıştır. Büyüme ve organlardaki bu etkileri ise anabolik (arttırıcı)etkiler olarak tanımlanır.

     

    Androjenlerin ereksiyondaki rolü kesin sınırlanamamıştır, günümüzde belli bir eşik değer üstündeki serum androjen düzeylerinin normal cinsel fonksiyon için yeterli olduğu varsayılmakta, ancak bu eşik değer ile ilgili çelişkili görüşler öne sürülmektedir.

     

    İnsanlarda, serum androgen düzey düşüklüğünün (hipogonadizm) hemen her zaman libido (cinsel istek)azalması ve özellikle gece ereksiyonlarının sertliğinde ve sıklığında azalma ile beraber olduğu bilinmektedir. Bu hasta grubunda, testosteron tedavisi ile bu şikâyetler düzeltilebilmektedir.

     

    Deneysel hayvan modellerinde de, androjenlerin, moleküler düzeyde ereksiyonun her aşamasında rol aldığı gösterilmiştir. Ereksiyon, penise gelen kan akımının artması, giden kan akımının ise azalması ve ******* içi basıncının artması ile gerçekleşir. . Androjenlerin ******* kan dolaşımı üzerine etkileri, gelen kan akımının artması ve giden kan akımının azalması şeklindedir. Bunu ******* düz kaslarına, tunika albugineanın (******* kılıfı) fiziksel özelliklerini ve damarlara etkisi ile sağlar.

     

    Deneysel çalışmalar, androjenlerin beyinde, hipotalamus düzeyinde hormonları uyararak ereksiyonda rol alan ajanların salgılanmasını düzenlediğini ortaya koymuştur. Ayrıca omurilikte de androgen reseptörlerinin varlığı gösterilmiştir. Androjenler ******* düzeyinde de bu organın otonom sinir sistemine , damar cidarına , ******* kılıfına , ******* içi düz kaslara ve çizgili kaslara etkilidir. Androjen reseptörlerinin uyarılması direkt olarak, ereksiyonda başlıca görev yapan azotoksit sentezine de etkilidir.

     

    Sonuç olarak, deneysel çalışmalar, androjenlerin ereksiyonun her aşamasında belirleyici rol oynadığını ortaya koymuştur.

     

    Andropozun şu anda dünyada kaç erkeğin sorunu olduğu tam olarak bilinmese de, 21. yüzyılın ilk yarısında androjen eksikliği olan erkek sayısının anlamlı bir şekilde artacağı nüfus araştırmaları sonucu tahmin edilmektedir. Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Enformasyon Departmanı'nın, 75 yıllık bir periyotta dünya nüfus tahminleri ve yansımalarından elde edilmiş verileri göstermektedir. 20.yüzyılın son on yılında dünya nüfusu 1 milyar artmıştır, ve önümüzdeki 25 yıl içinde de 2 milyarlık bir artış beklenmekte ve 2025 yılında dünya üzerinde 8 milyar insanın yaşayacağı öngörülmektedir. Daha çarpıcı olarak, yaşam beklentisi, bu periyotta en az 30 yıl kadar artmıştır. Bu zaman içinde 65 yaş üstü birey sayısı 3 katına çıkarken, çocuk sayısı %35'den %20'lere düşecektir. Sonuç olarak kaba bir hesapla 2025 yılında dünya nüfusunun yaklaşık %15'inin 65 yaş üstü bireylerden ve bunlarında yaklaşık %50'sinin erkeklerden oluştuğunu göz önünde bulundurursak, bu yaşlı erkek populasyonunun %30-50'sinde de serum biyoyararlanılabilir testosteron düzeyinin düşük olacağı varsayılırsa, bu tarihte dünya yüzeyinde androjen replasman tedavisi ihtiyacı duyabilecek 180-300 milyon erkek olacaktır.

    Tedavi olanakları teknolojik gelişmelerle birlikte artmış olup: Androjen düşüklüğünün medikal tedavisinin amaçları seksüel fonksiyonların yerine konması, libido restorasyonu ve bireylerde iyi olma hâlinin teminidir. Seksüel fonksiyonlardaki etkilerinin yanı sıra, eşit derecede önemli olarak androjen replasman tedavisi gelişmiş osteoporozun ilerlemesini engeller, kas gücünü restore eder ve mental kapasiteyi arttırır. Testosteron tedavisi fizyolojik serum testosteron düzeylerinin kanda sağlanmasını, ayrıca testosteronun metabolizma ürünleri olan DHT ve östradiolün de optimize edilmesini içerir.

     

    Günümüzde kullanılan formları, ağızdan alınan tabletler, kas içi enjeksiyonlar ve skrotal (Testis derisi)ya da nonskrotal deriye yapıştırılan yamalardır . Bu yöntemlerin hepsinin ayrı avantajları ve dezavantajları bulunmasına rağmen, deriye yapıştırılarak kullanılan patch'ler günlük testosteron salınım ritmini taklit ederek fizyolojik ve etkili bir iyileşme sağlarlar.

     

    Dünyamız hızla yaşlanan insanlığa ev sahipliği yapıyor Hızla yaşlanan insanlıkla birlikte ileri yaşlarda görülen sağlık sorunlarının da artması kaçınılmazdır. Andropoz da bunlardan biri olmakla birlikte tanısı ve tedavisi oldukça kolay ve zahmetsiz bir yaşlılık sorunudur. Sonuç olarak, Birleşmiş Milletlerin verilerine dayanarak, 2025 yılında 180-300 milyon erkeğin , androgen replasman (Eksik hormonu yerine koyma)tedavisine gereksinim duyacağı tahmin edilmektedir.

     

    Ahmet F. Yüksel , Dr. Barbaros Yurdaışık

  5. İnsan cinselliğini tüm canlıların cinsel yaşamından farklı kılan en önemli özellik, kadın ve erkeklerin cinsel birleşmede bulunmak için kızgınlık devresi ve benzeri herhangi bir biyolojik kısıtlamaya ya da gerekliliğe bağlı olmayışlarıdır. Bununla birlikte günümüzde bir takım pratik ve akılcı etmenler, çağdaş uygar insanın cinsel yaşamı üzerinde etkili olmaktadır. Başta, kişinin ahlaka aykırı davranışlarla ilgili yasaları çiğnememeye özen göstermesi gerekir. Herkese açık alanlarda ya da başkalarının gözü önünde sayılan plaj, bahçe, teras gibi yerlerde cinsel birleşmede bulunulamaz. Otomobil içinde cinsel birleşme de aynı biçimde yasalara aykırıdır. Özellikle ülkemizde ve daha doğuda bulunan ülkelerde böyle davranışlar, Batı'da olduğundan çok daha az hoşgörüyle karşılanır. Batı dünyasının pek çok yerinde gençlerin olur olmaz yerlerde açıkça seviştikleri, hatta bunu cinsel birleşmeye kadar vardırdıkları gerçektir. Yine de bu gibi davranışların kişilerin özel seçiminden kaynaklanmadığı, bunun özellikle yersizlik sorununun bir sonucu olduğu bilinmektedir. Kişiler özel yaşamları için kendilerine ait bir dört duvara sahip olamadıkları zaman, meraklı gözlere yakalanma riskine girebilmektedir. Yoksa sapıklığa varan teşhircilik meraklılarının dışında hiç kimse cinsel birleşmede bulunurken kalabalık içinde olmak istemez. Yaklaşık tüm insan topluluklarında kadın ve erkekler cinsel birleşmelerini yalnız olabildikleri bir yerde ve meraklı gözlerden uzakta yapmak isterler. Bu kuralın dışında kalan bazı örnekler vardır. Eski Yunanlıların tanrı Dionysos adına düzenledikleri bereket törenlerinde kalabalık içinde cinsel birleşmede bulundukları bilinmektedir: Şenlik, kutlama gibi olayların dışında günlük yaşam alışkanlığı içinde başkalarının önünde cinsel birleşmede bulunanlara daha ender olarak rastlanır. Kaptan Cook, Tahiti'de insanların herkesin gözü önünde ortalıkta cinsel birleşmede bulunduklarını bildirmişti. Samoa adasının Fransız kaşifi La Perouse da aynı durumu gözlemişti. Yunan tarihçileri Xenofon ile Didero, Karadeniz kıyılarında yaşayan Moşni adında bir toplumda erkeklerle kadınların herkesin önünde birleştiklerini anlatmışlardır. Buna benzer bir uygulamanın günümüzde de süregeldiği tek toplum, Formoza'da Filipinler yakınındaki Yap adasında yaşayan yerlilerdir. Yap yerlileri, başkalarının gözü önünde cinsel birleşmede bulunulmasını çok doğal karşılarlar, fakat çocukların bu olaya tanık olmasından hoşlanmazlar.

    Günümüzde, Batı toplumlarında bireyler cinsel birleşmeyi kendi özel konutlarında, yatak odalarında gerçekleştirirler. Bunun birinci nedeni, yasaları çiğneme kaygısıdır. İkinci nedeniyse doğal bir içgüdüyle kötü hava koşullarından korunma isteğidir. Oysa açık havada, kendilerini doğayla iç içe ve onun bir parçası hissederek sevişmekten büyük haz duyabilen kişiler de vardır. Bu gibi koşullarda cinsel birleşme, kişiyi ilkel doğa insanıyla özdeşleştirebilir. Özellikle Batı toplumlarında tüm yaşamları üretimin belirlediği koşullarla sınırlanan, dolayısıyla doğal dürtüleri mekanikleşen insan için doğada ve açık havada yaşanan cinsel birleşme çok büyük bir özgürlük duygusu kaynağı olabilir. Aynı zamanda yabancı gözler tarafından keşfedilme korkusu, açık yerlerde yapılan cinsel birleşmelere büyük heyecan katabilir. Son yıllarda Batı'da erotik film dalgasını başlatan "Emmanuelle" in uçakta ve benzeri yerlerde sevişme sahnelerine yer veren bir film olması, büyük ölçüde tutulmasında kuşkusuz etkili olmuştur. Taşıtlarda cinsel birleşmede bulunmak, yine yasalara karşı bir davranış olmakla birlikte hareket halindeki bir araçta sevişmeyi çok heyecan verici bulanların sayısı az değildir. Tren, posta arabası, otomobil ya da deniz üzerinde teknede birleşmede bulunmak, Avrupa edebiyatında sık sık yer alan erotik bir olgudur. Bu gibi örnekler içeren klasik romanlardan biri, Flapbert'in ünlü Madam Bovary'sidir. Burada Emma Bovary, sevgilisi Leon ile pencereleri örtülü bir at arabasında Rouen kentinde bir öğleden sonra boyunca dolaşarak sevişirken ilk kez doyuma ulaşır. Hareket halindeki araçta ritmik uyarımların cinsel heyecanı artırdığı düşünülebilir. Uzun bir tren ya da otobüs yolculuğunda koltukları kalçalar üzerinde etki yapan ritmik uyarımlar kişiyi kolaylıkla cinsel haza yöneltebilmektedir.

    İlkel insan için kulübe, cinsel yaşam açısından göreli bir gizliliğe sahip olunan yerdir. Burası en azından başka yetişkinlerin gözlerinden uzaktır. Fakat çoğu kez çocukların varlığı, kulübede de kaçınılmazdır. Bu, gerek Anadolu köylüsünün gerek bir çok yerdeki işçi sınıfı ailesinin sürekli olarak karşı karşıya kaldığı bir sorundur. .Bu gibi koşullar altında yaşanan yerlerde iklim elverişli olduğu sürece cinsel birleşmenin ormanda, tarlada, çalılık arkasında ve benzeri açık hava yerlerde yapılması doğaldır. Güney Anadolu'nun bazı yerlerinde aileler aşırı sıcaklardan geceleri damda uyuduklarından, cinsel birleşmede bulunulan yer burasıdır. Benzeri bir örnek Doğu Bolivya'da çok eşlilik uygulaması içinde yaşayan Siriona yerlilerinin durumudur. Holmberg adında bir Batılı gezginin anlattıklarına göre burada evlerde olduğundan çok daha fazla cinsel birleşme, çalılıkta yapılmaktadır. Bunun baş nedeni, yaklaşık yüzelli metrekare büyüklüğündeki kulübelerde elli kadar hamağın yan yana asılı olmasındadır. Anne-babaların yanısıra kayınvalide, kayınpederlerin yan yana olmaları, küçük çocukların anne babalarının hamağını paylaşıyor olmaları, kulübe içinde herhangi bir şekilde gizliliğin bulunamaması sonucunu vermektedir. Bu koşullardan kurtulmak için tek olanak, ormanın derinliklerinde sakin bir köşe aramaktır.

    Öte yandan, Güneybatı Amerika'da yaşayan Hopi kızılderililerinde olduğu gibi kulübe gizlilik için yeterliyse, bu kez cinsel birleşmenin ev içinde yer alması zorunlu bir kural olarak düşünülmeye başlanabiliyor. Kayaların içine oyulmuş ve kurutulmuş çamurla odalara ayrılmış konutlara sahip olan Hopi'ler başka yerlilere göre orta sınıf denilebilecek koşullar içindedirler. Cinsel birleşme için tek mekan olarak ev içini düşünmeleri, bu konuda ne ölçüde pratik kaygılardan yola çıkılarak karar verildiğini göstermektedir. Bu tür kaygıların dışında başka etmenler de yer seçimini etkileyebilmektedir. Orta Hindistan'da yaşayan

    Gondlar'ın inanışlarına göre Varlık Tanrıçası evin içinde yaşar ve eğer cinsel birleşmeye tanık olursa çok öfkelenebilir. Onun korkusundan bu insanlar evlerinin dışında cinsel birleşmede bulunurlar. Kaliforniya'daki bir kızılderili topluluğunda da buna benzer bir inanışa rastlanmıştır. Yurok kızılderilileri, evde sevişmenin kendilerini yaşamda servet sahibi olmaktan alıkoyacağına inanmışlardır.

    Faydacı ya da dinsel gerekçeler dışında estetik kaygıların da bazan cinsel birleşme için yer seçiminde rol oynadığı görülür. Örneğin Polinezya'da, Yeni Gine'de sevişmek için ormanın güzel bir köşesini ya da kumsalda bir yer seçen yerliler görülmüştür. Fakat çoğu toplumlarda çevrenin güzel olmasına özen göstermek, evli çiftler arasında tipik olarak görülen bir davranış değildir. Bu gibi estetik kaygıların daha çok henüz evlenmemiş sevgililer için söz konusu olduğu izlenmiştir.

  6. Bu soruya cevap verebilmek için önce kısa bir şekilde erken boşalmaya yol açan veya zemin hazırlayan etmenlere bir göz atmakta yarar görüyorum. Erkeğin boşalmasını hızlandıracak çeşitli etmenler söz konusudur. Ne kadar genç olursa, o derecede erken boşalması beklenir. Yine heyecan düzeyine bağlı olarak ve bununla ilişkili bir şekilde eşinin daha istekli, uyarıcı olması ve heyecan uyandırması ile boşalma süresi kısalır. Önceki boşalmadan sonra aradan geçen süre uzunsa, erkeğin boşalmasını kontrol etmesi zorlaşır ve daha çabuk orgazma ulaşır. Birleşme esnasındaki gidip gelmeler hızlandıkça boşalma ihtimali de artar. Kaygılı, sinirli ruh hali erken boşalma nedenleri arasındadır.

     

    Sonuçta yeni evlenmiş, uzun süredir veya hiç cinsel ilişkide bulunmamış, genç, cinsel heyecanı yüksek, istekli bir adam, biraz heyecanlı, biraz tedirgin bir şekilde hızlı bir cinsel birleşmeye meylederse erken boşalma riski altındadır. Evliliklerin çoğunda böyle anlar olması hiç de şaşırtıcı olmamalıdır.

    Peki karşılıklı memnuniyet içinde bir cinsel hayat sürdürürken birden ortaya çıkan erken boşalma sorunu neden oluyor? Cinsel ilişkide rol alan tüm fizyolojik olayların zihinsel fonksiyonların ve duyguların kontrolü altında olduğunu unutmamak gerekir. İnsan cinsel işlevi yerine getiren bir robot değildir ki, programlandığı şekilde devam etsin.

     

    Her şey normal seyrinde giderken bir akşam eve günün stresinden bunalmış, yorgun ve sıkıntılı bir halde gelmiş bir erkek düşünün. Eşiyle cinsel ilişki içine girdiği zaman dahi bir yığın sorun zihnini kurcalamaya devam ediyor. Kısa süren bir sevişme erken boşalma ile sonlanıyor. Daha sonraki gecelerden birinde eşiyle tekrar yatağa girdiğinde aynı stresi yaşamıyor, ama bu sefer acaba yine başarısız mı olacağım, boşalmamı kontrol edebilecek miyim? gibi sorular aklına geliyor. Bu kaygı söz konusu şahsın öncekinden daha erken boşalmasına yol açacaktır. Böylece bir kısır döngü içine girer: başarısızlık korkusunu takip eden performans anksiyetesi ve onun sonucunda yine başarısızlık olan bir kısır döngü.

     

    Tedavi Girişimleri

     

    Boşalmayı geciktirmek amacı ile çeşitli ilaçlar denenmiştir. Lokal uyuşturucu kremler veya spreyler bunların başında gelmektedir. Ancak sadece penisin üzerindeki sinir uçlarını uyuşturmak fazla yarar sağlamaz. Ereksiyon ve ejekülasyonun tüm otonom sinir sistemini ilgilendirdiğini unutmayalım. Esas büyük cinsel organın iki bacak arasında değil, iki kulak arasında olduğunu söyleyenlerin iddiasını hafife almamak gerekir. Ayrıca bu tür ilaçlar, lokal uyuşturucu etkisi ile boşalmayı geciktirmekten çok penisin duyarlığını azalttığı için, temastan duyulan cinsel zevki azaltmaktadır. Bu lokal uyuşturucu maddeler cinsel birleşme esnasında vajen duvarından emilerek bu dokuların hassasiyetini azalttıklarından, kadının orgazm olmasında gecikmeye yol açmakta ve sorunu adeta pekiştirmektedir. Bu yüzden bu tür sprey ve kremler tıbbi pratikte çok yaygın kullanım alanı bulmamaktadır.

     

    Son zamanlarda depresyon tedavisinde kullanılan bazı ilaçların yan etki olarak boşalmayı geciktirdiği fark edilmiş ve bu ilaçlar tedavide kullanılmaya başlanmıştır. Bu ilaçlardan hastalar yarar görmektedir. Ancak boşalma kontrolunda sırf ilaca dayalı bir tedavi yararlı olsa da, ömür boyu ilaç kullanmanın zorluğu nedeniyle cazip görülmemektedir. Aslında boşalmayı kontrol edebilme bir öğrenme sorunudur. Hastanın bu öğrenimine yardımcı olmak amacıyla ilaçla tedavi edilmesi, veya daha doğru bir ifade ile, tedaviye ilaç eklenmesi doğru bir yaklaşımdır. Yani esas olan, erkeğin kendini ve eşini memnun edecek şekilde boşalmasını kontrol edebilmeyi öğrenmesidir.

     

    Prezervatif kullanılmasının boşalmayı geciktirmede yararlı olduğunu ifade edenler vardır. Doğum kontrol yöntemi olarak kullanılmıyorsa, sırf boşalma kontrolü için prezervatif kullanılması çok cazip gelmemektedir.

    Asıl problem, erken boşalmanın bir hastalık olarak kabul edilmesindedir. Erken boşalma tanısına yol açan boşalma zamanı ile ilgili erken ve geç kavramları göreceli olduğuna göre, erkeğin orgazm olarak boşalabilmesi, ister geç kabul edilsin ister erken, cinsel işlevin doğal olduğunu gösterir. Genç ve yeni evli olanlar başta olmak üzere erkeklerde çok sık görülen erken boşalma yakınması, yanlış bir şekilde, cinsel işlev bozukluğu olarak kabul görmektedir. Bu yaklaşım doğal bir olayı bir hastalığa dönüştürmektedir. Olay bir bozukluk, bir hastalık kabul edilince, bu yakınmayla doktora başvuran erkekler, verilecek bir ilaçla tedavi edilecekleri beklentisi içine girerler.

     

    Her erkeğin aynı duyarlıkta olmadığı, aynı cinsel tepkiyi vermediği bir gerçektir. Yukarıda belirtildiği gibi, fazla cinsel heyecan duyan ve psikolojik anksiyete içindeki erkekler daha erken boşalır. Öyleyse, boşalmayı kontrol etmek öğrenimi içinde öncelikle cinsel heyecanı yatıştırma ve sakinleşmek gelir. Hem zihnen hem bedenen gevşemek, sakinleşmek önemli oranda yardımcıdır. Sık cinsel birleşmede bulunmak boşalma aralarını ve dolayısı ile duyarlılığı azaltacaktır.

     

    Cinsel birleşme anında erkeğin pozisyonunun boşalma üzerine etkisi vardır. Bu yüzden bazı pozisyonlarda boşalma daha hızlı olmaktadır. Erkeğin üstte olduğu klasik cinsel birleşme pozisyonu (misyoner pozisyonu) boşalmanın geciktirilmesi için elverişli bir pozisyon değildir. Daha rahat olduğu, kolay gevşeyebildiği ve efor harcamadığı bir pozisyonda erkek boşalmasını daha rahat kontrol edebilir.

     

    Tedavi için önerilen en basit yöntem, sevişme esnasında erkeğin boşalma anına yaklaştığını hissettiği zaman, penisin ucunu (glans) iki parmağı arasında sıkarak vücuttaki cinsel heyecanın azalmasını bir süre beklemesi ve yeteri kadar gevşedikten sonra tekrar sevişmeye başlamasıdır. Bu yöntem uygulanırken bekleme anında derin derin nefes alınmasının da yararı olmaktadır.

     

    Bu amaçla telkin edilen egzersizlerin başında ‘başla-dur’ (start-stop) metodu gelmektedir. Bu metodda erkek kendi durumunu, beden fonksiyonunu gözleyip, dönülmez yola giriş anını iyi belirlemeli ve bu ana odaklanmalıdır. Kendi iç değişikliklerini iyi tanıması ve vücudunun kontroldan çıkarak üstünden atlayıp orgazma ulaşacağı eşiğe yaklaşmakta olduğunu fark etmelidir. Bunun için gevşemek ve kendi bedenine konsantre olmak gerekir. Eşinin cinsel tepkilerini, kendine karşılık verişini düşünmeden, adete kendini bedenine hapsedip, cinsel uyarılarla kendinin çözülüşünü seyretmelidir. Bu şekilde boşalma olmadan önce sevişmeyi, cinsel uyarılmayı durdurur. Zirveye varıp hızlı bir inişe geçmek üzere dağın dik yamacından gittikçe yükselirken, tam zirve öncesi yeniden geriye doğru kayarcasına orgazmdan uzaklaşır. Biraz durup geri kayışını iyice gördükten sonra yeniden sevişmeye, uyarılmaya başlar. Her sevişmede bu şekilde dört, beş denemeden sonra boşalacak şekilde kendini gevşek bırakır. Uyumlu bir eşin yardımıyla uygulanan başla-dur tekniği iyi sonuç vermektedir.

     

    Bu yöntemlerle sonuç alınamazsa, bir terapistin kontrolunda eşlerin birlikte yerine getirebileceği uygulamalar vardır. Bu uygulamalar eşlere tarif edilerek ‘ev ödevi’ şeklinde yapmaları istenir. Öncelikle cinsel birleşme yasaklanıp erkeğin boşalma refleksini kontrol etmeyi öğrenmesini sağlayacak egzersizler yaptırılır. Herhangi bir kaydırıcı kullanmaksızın kuru olarak eşinin elle penisi uyarması istenir. Birkaç denemeden sonra bu uyarmada kaydırıcı kremler kullanılması önerilir; ancak uyarı yine elle yapılır. Tüm bu uyarılarda yukarıda anlatıldığı şekilde dönüşümsüz orgazm eşiğine varmadan uyarı kesilip duyarlığın azalması beklenir. Burada erkek yeteri kadar sakinleştiğini eşine belirterek yeniden uyarıya başlamasını sağlar. Dolayısı ile bu egzersizlerde ne zaman başlanacağı ve ne zaman durulacağını bilmek için eşlerin iyi iletişim içinde olmaları gerekir. Görüldüğü gibi bu egzersizler esnasında cinsel ilişkiye devam edilmekte ama cinsel birleşme (duhul) yasaklanmaktadır. Eşler cinsel ilişkilerini cinsel birleşmeye hedefli bir eylem olarak ele almaktan uzak duracaklardır.

     

    Erkek dönüşümsüz ana yaklaştığını iyi fark etmeyi öğrenip, heyecanını daha iyi kontrol altına aldığı ve gevşemeyi öğrendiği zaman ikinci basmak ödeve geçilir. Hareketsiz ve tamamen gevşemiş bir şekilde sırt üstü yatar vaziyette iken eşi eliyle bir iki kez başla-dur egzersizini uyguladıktan sonra, kadın üste çıkar ve oturur vaziyette penisin vajen içine girişi sağlanır. Bu esnada eşlerin her ikisi de heyecana kapılarak hareket etmekten kaçınırlar. Bu sükunet erkeğin kendisini tamamen gevşemiş ve boşalmanın kontrol altında olduğunu hissetmesine kadar devam eder. Sonra kadın, erkeğin orgazma giden seyahatte bulunduğu yeri kontrol ederek vücut hareketleri ile uyarmaya başlar. Bu esnada erkek sakin olmalı ve kendi durumu ve bulunduğu düzeyle ilgili olarak gerekirse kadını yönlendirmelidir. Kalçalarından eli ile tutarak kadının hareketlerini kolaylıkla kontrol edebilir. Bu tür egzersizler yardımı ile öğrenme haftalarca sürebilmektedir. Bu konuda eşlerin istekli ve sabırlı olmaları gerekir. Erken boşalma yakınmasıyla doktorunuza başvurduğunuzda, bu egzersizlerle ilgili çok daha detaylı ve kapsamlı bilgiler edineceğinizi umarız.

    Bu egzersizler sonucunda boşalmada yeteri kadar geciktirme sağlanınca, ‘iyileştim’ ön yargısı ile hareket etmek doğru değildir. Israrla vurguladığımız gibi erken boşalma bir hastalık olmadığına göre, boşalmanın geciktirilmesi, bir hastalıktan kurtuluş değildir. Böyle bir yargı, ardından gelen cinsel ilişkilerde öğrenilenlerin ihmal edilmesiyle heyecanın artmasına ve sorunun tekrarlamasına yol açabilir. Aslında en doğru olanı, erkeklerin boşalma kontrolü sağlamayı öğrenmesi ve bu tecrübelerini her cinsel ilişkide kullanmaya çalışmasıdır. (Cinsel Sorunlar ve Çözüm Yolları, H. Kara, S. Aydın, SEN Yayınları 2002 adlı kitaptan özetlenmiştir)

  7. Hakkında en fazla spekülasyon yapılan, söz edilen, mitolojide, sanat ve edebiyatta, doğru ya da yanlış, çok çeşitli anlatımlara konu olmuş olan bir organdır *******. Aşk, bereket, güç ve iktidar gibi bir çok kavramın sembolü olmuştur.

     

    Penisin başlıca idrarın dışarı atılması ve meninin boşaltımı gibi görevler vardır. Ancak esas önemi ve tarih boyunca kendinden çokça söz ettirmesi, hem erkekte, hem de eşinde cinsel tatmini sağlaması ve orgazmın odak noktası olmasıdır.

     

    Boy, kilo ve vücudun diğer organlarında olduğu gibi, hatta onlardan daha fazla cinsel organların kişiye özgü olması söz konusudur. Yani cinsel organlar oldukça farklı şekil ve büyüklükte karşımıza çıkar. Normal kabul edilebilecek, yerleşmiş bir büyüklük ölçüsü mevcut değildir. Kadın cinsel organları dışarıdan bütünü ile görünür olmadığı için, cinsel organının, örneğin vajenin büyük veya küçük olmasından şikayetçi olan kadına pek rastlanmaz. Dış cinsel organlar da, kadınlarda genellikle kıyaslama ve rahatsızlık konusu edilmez.

    Halbuki erkeklerde cinsel organın boyutları sıklıkla şikayet konusudur. Penisinin küçük olduğu gerekçesi ile doktora baş vuran erkek sayısı az değildir. Cinsel organların esas işlevi, karşı cinsini, yani eşini tatmin etmesidir. Eşinin penisinin küçük olmasından memnun olmayan bir kadına rastlamak zordur. Cinsel birleşme esnasında kadının haz aldığı noktalar, klitoris ve vajenin daha çok dışa yakın kısmıdır. Dolayısı ile ******* boyunun kadını tatmin etmede hiçbir rolü yoktur. Eşine haz veren, erkeğin penisinin büyüklüğü değil, sevişmedeki duyarlığı, sabrı ve becerisidir.

     

    Bazen göğüslerinin küçük olmasını dert edinen kadınlara rastlanmaktadır. Erkeğin de, kadının da hakkında tereddütler taşıyabildiği, kaygı duyabildiği organları yukarıdan baktığında görebildiği kısımlardır. Görüldüğü gibi erkek ve kadınların cinsel organları ile ilgili kaygıları kendi gözlemlerine dayanır. Başkaları ile kıyaslamak, özellikle iletişimin sınır tanımaz olduğu günümüzde, medyada sergilenen istisnai görüntülerden etkilenmek gibi handikaplar olmaktadır. Önemli olan kişinin cinsel organlarını gereksiz takıntılarla yorumlaması değil, kendi görünümünü kabullenmesi ve ondan memnun olmasıdır. Aksi durum, kaşı-gözü yerinde olan bir kimsenin kendini çirkin bulmasından farklı değildir. Asıl olanın cinsel organın şekli ve boyutu değil, işlevi olduğu unutulmamalıdır.

  8. Burada cinsel soğukluktan kastedilen şey, cinsel arzu ve isteğin az olması ya da hiç olmamasıdır.

     

    Bu sorunun tanımlanması, konuyla ilgilenen hekimler arasında çok farklı tartışmalara yol açmıştır. Çünkü istek ya da arzunun objektif sınırlarını belirlemek oldukça güçtür. İster kadında ister erkekte cinsel isteksizliğin var olduğuna karar verebilmek için birçok kriteri göz önüne almak gerekmektedir. Bunlar özellikle, kişinin yaşı, mesleği, sosyal durumu, inançları, cinsellikle ilgili kültürel normları, cinsel isteğin yoğunluğu ve sıklığıyla ilgi öznel ifadeleri, eşiyle ilgili düşünce ve hisleridir.

     

    İstek azlığı eşler arasında cinsel istek açısından belirgin bir fark olmadıkça önemli bir sorun olarak ortaya çıkmaz.

     

    Cinsel istek azlığı bir kadında iki şekilde bulunabilir. Birincisinde kadın ergenlik dönemine girdiği zamandan itibaren cinsel soğukluk içindedir. İkincisinde ise cinsel isteksizliği olmayan bir kadının, hayatının herhangi bir safhasında kendisini olumsuz yönde etkileyen olaylara bir tepki olarak cinsel açıdan isteksizleşmesidir.

     

    Cinsel Soğukluğun Nedenleri Nelerdir?

    Tatminkar bir cinsel ilişki için öncelikle kişinin kendi içinde bir istek duyması ve bu isteğin bir eşe yönelmesi gerekir. İsteğin kişinin içinde oluşması, bir eşe yönelmesi ve eşle doyurucu bir ilişkinin gerçekleştirilmesi sürecinde çok farklı etkenler rol oynar. Bu etkenler genel olarak üç ana grupta toplanabilir. Birincisi kişinin mizacı ve iç dünyasıyla ilgili psikolojik etkenler, ikincisi bedensel durumla ilgili biyolojik etkenler, üçüncüsü ise bizi kuşatan ve içinde yaşadığımız çevresel ve kültürel etkenlerdir.

     

    Kabul etmek gerekir ki, insanların kendilerinin seçmedikleri doğuştan getirdikleri bir yapıları vardır. Bu yapı hayatın içinde şekillenerek değişebilir. Ama yine de, doğuştan getirdiğimiz bu özellikler eğilimlerimizin belirlenmesinde her zaman önemli bir rol oynar. Burada vurgulamak istediğimiz daha psikolojik, çevresel, kültürel etkenler devreye girmeden önce bile cinsel ilgi açısından insanlar arasında yapısal farklılıklar olduğudur. Eşler arasındaki cinsel istek düzeylerinin çok farklı olmasından dolayı cinsel isteği daha az olan eşin “cinsel açıdan soğuk” olarak nitelendirilmesinin en önemli nedeni bu doğal farklılık olabilir. Buradaki tehlike sorunu yalnızca yapısal farklılığa indirgeyerek cinsel soğukluğa yol açmış olabilecek diğer muhtemel nedenleri göz ardı etmektir.

     

    Eğer bir kadın ergenlik dönemine girdiği andan itibaren cinsel istekte bir azlıktan söz ediyorsa, bu durum yukarıda bahsettiğimiz yapısal etkenlere bağlı olabilir. Ama pekala bu durum çocuğun cinsellik konusundaki tutum ve davranışlarını şekillendiren çevresel ve kültürel etkenlere, değer yargılarına bağlı da olabilir. Cinselliğin sürekli açıktan ya da ima yoluyla kötülük, günahkarlık, ahlaksızlıkla ilişkilendirildiği bir sosyal ve kültürel ortam düşünelim. Bu ortamda yetişen bir kız çocuğunun iç dünyasında nasıl bir cinsellik kavramı vardır. Böyle yetişen bir kız çocuğunun yine benzeri değer yargılarıyla yetişmiş bir erkekle evlendiğinde cinsel duygularını tabii bir biçimde duyumsayıp, geliştirip birliktelik içinde ifade edebilir mi? Bu olumsuz etkenlere ek olarak bu kız çocuğu bir de iradesi dışında istemediği bir evliliğe zorlanmışsa, cinsel soğukluk zaten beklenen bir sonuç olmaz mı?

     

    Daha önceden cinsel soğukluğu olmayan bir kadında hayatının herhangi bir döneminde cinsel isteksizlik ortaya çıkmışsa farklı etkenleri düşünmek gerekir. Bedensel bir hastalık ya da bu hastalıkların tedavilerinde kullanılan bazı ilaçlar cinsel istekte bir azalmaya yol açabilir. Başta depresyon olmak üzere psikolojik sorunlar ve örseleyici, yıpratıcı hayat olayları da cinsel isteksizliğe yol açan en önemli etkenler arasında yer almaktadır. Depresyonun cinsel istekte azalmaya yol açtığına dair birçok bilimsel çalışma mevcuttur. Bu konu önemine binaen daha sonra ayrı bir başlıkta daha geniş olarak ele alınacaktır. Anksiyete (kaygı-endişe) de cinsel isteksizliğe yol açan etkenler arasında yer alır. Anksiyete özellikle cinsel döngünün istek fazını baskılar. Birçok gayri iradi ve bilinçdışı korku bu anksiyeteyi tetikleyerek ortaya çıkarır. Bu meyanda cinsel dürtüler üzerinde kontrolü kaybetme korkusu, gebe kalma korkusu, çok yakın olma ve sonrasında zedelenme korkusundan bahsedilebilir. Yine de bu tür korkulardan kaynaklanan anksiyeteyi, cinsel isteksizliğin bir nedeni olmaktan çok sorunun süre gitmesine yol açan bir etken olarak düşünmek daha doğru olur.

     

    Cinsel isteksizliğin nedenlerinden biri olarak bıkkınlıktan da söz etmek gerekmektedir. Uzun yıllar birlikte yaşayan eşler sürekli aynı fiziksel ortamda aynı biçimde ilişkiler kurarlar. İlişkinin her adımının önceden bilinmesi eşlerde bir bıkkınlığa yol açabilir.

    Bu konuda erkek ve kadınlar arasındaki biyolojik farklılıkların bilinmesinde de yarar vardır. Erkekler açısından cinsel isteğin en yoğun olduğu dönem genel olarak geç ergenliktir. Kadınlarda ise bu dönemin genel olarak 35 -40 lı yaşlar olduğu söylenebilir.

     

    Bu psikolojik ve çevresel etkenler yanında biyolojik etkenler de cinsel istekte azalmaya yol açabilir. Öncelikle belirtmek gerekir ki yaşlanmaya bağlı olarak cinsel istekte bir azalma olur. Kadınlarda gebelik, doğum sonrası (postpartum dönem-lohusalık dönemi) ve emzirme dönemleri hem biyolojik hem de psiko-kültürel açıdan kadın cinselliğini etkiler. İnsan dışındaki diğer memelilerde cinsellik tamamen hormonların kontrolü altındadır ve bu canlılarda gebelik süresince cinsel etkinlik olmaz. İnsanda ise hormonlar cinsel etkinliği belirleyen faktörlerden sadece birisidir. Dolayısıyla gebelikte kadınlarda cinsel istekte azalma olabilir ama tümüyle ortadan kalkmaz. Bu azalma da hormonal etkenler yanında belki daha fazla psiko-kültürel etkenlere bağlıdır. Ayrıca gebeliğin ilk aylarında ortaya çıkan bulantı, halsizlik ya da son aylarında kadın bedenindeki şekil ve mekanik değişiklikler cinsel etkinliği olumsuz yönde etkiler.

     

    Hemen hemen tüm toplumlarda doğumdan sonra belli bir dönem (lohusalık dönemi) cinsel ilişki yasaklanır. Bizim kültürümüzde bu doğumdan sonraki 40 günlük süreyi kapsar. Bu açıdan toplumumuzda “kırkı çıkma” tabiri çok yaygındır. Aslında rahimin toparlanmasının (uterus involusyonu) 40 günde tamamlandığı düşünülürse, bu kadındaki biyolojik bir değişikliğe karşılık gelmektedir.

     

    Emzirme döneminde de hem biyolojik hem de psiko-kültürel etkenlere bağlı cinsel istekte azalma olabilmektedir. Bu dönemde kadında süt salgısını sağlayan prolaktin dediğimiz hormon artmakta, bunun sonucu olarak da kadın üreme organlarının işlevleri baskılanmakta ve kadınlık hormonu olan östrojen azalmaktadır. Tüm bu hormonal değişiklikler kadın cinsel organında atrofiye ve kuruluğa yol açmaktadır. Bu biyolojik değişiklikler yanında, kadının psikolojik olarak çocuğuna odaklanması da cinsel ilgilerinin azalmasına yol açabilmektedir. Menopoz da kadında hem biyolojik hem de psikolojik değişikliklerin olduğu önemli bir dönemdir. Bu konuda ‘Menopoz Sendromu’ bölümünde detaylı bilgi bulabilirsiniz..

     

    Cinsel İsteksizlik Nasıl Ele Alınmalı ve Tedavi Edilmeli?

     

    Eşlerin cinsel istek düzeyleri belirgin olarak farklı olduğu zaman ilişkide sorunlar ortaya çıkmaktadır. Bu durum eşler arasında yanlış anlamalara ve ciddi çatışmalara yol açabilmektedir. Tedavinin amacı eşler arasında bir uyum oluşturmaktır. Eğer eşlerden birinde belirgin düzeyde bir istek azlığı varsa, bunun nedenlerini anlayıp istek düzeyini arttırmaya çalışmak gerekir. Bazen de eşlerden birinde aşırı isteklilik ve talepler varsa dengeyi sağlamak açısından bu istek ve talepleri azaltmak gerekebilir. Eğer amaç eşler arasında bir uyum ve ahengin oluşturulmasıysa bu tek bir eşin sorunlarına odaklanarak yapılabilecek bir şey değildir.

     

    Daha önce de söylediğimiz gibi toplumumuzda genel olarak yetiştirme biçimine bağlı olarak kadınlarda cinsellikle ilgili olumsuz duygu ve düşünceler vardır. Daha evlenmeden önce birçok kadında cinsel ilişkinin zor ve acı verici bir iş olduğuna dair bir kanaat yerleşir. Hangimiz zor ve acı verici olduğunu düşündüğümüz bir şeyi gönüllüce yaparız? Daha da ötesi, cinsellikle ilgili bu yanlış inanç kadınları psikolojik açıdan öylesine derinden etkiler ki, cinsel ilişki gerçekten de zor, acı verici, tatsız bir işe dönüşür. Böyle bir durumda kadın hoşnut olmadığı bir şeyi sırf görevi olduğunu düşünerek yapar. Bir de kadınların cinsellikle ilgili hislerini ifade etmesi hoş karşılanmaz. Sanki bu düşük, ahlaksız kadınlara özgü bir özellikmiş gibi algılanır. Oysa ifade edilmeyen hisler paylaşılamaz ve zenginleştirilemez.

     

    Böyle bir durumda erkekler şu soruyu kendilerine sormalılar: “Eşim cinsellikle ilgili duyumlarını hislerini ifade etse ben nasıl karşılarım? Bu konuda eşimi rahatlatıyor ve ona destek oluyor muyum? Yoksa evliliğimizde klasik erkeklik ve kadınlık rollerini itinayla korumaya mı çalışıyorum?” Aslında her iki eşin de bu ve buna benzer soruları kendilerine sormaları çok yararlı olur. Bu sorular kalıplaşmış ilişki biçimlerinin dışına çıkıp daha güzel bir ilişki geliştirmenin ilk adımı olabilir.

     

    Burada klasik diye belirttiğimiz erkeklik ve kadınlık rollerinden de kısaca bahsedelim. Klasik erkeklik özellikleri, cinsellikle ilgili kafasında bir soru ve şüphe olmayan, cinsel ilişkiye her an istekli, hazır, cinsel ilişkide aktif, belirleyici, haşin, ilişkide eşine pek insiyatif bırakmayan şeklinde özetlenebilir. Klasik kadınlık özelliklerini ise, mahcup, sıkılgan, duygularını ve düşüncelerini ifade etmeyen, ilişkide pasif şeklinde belirtebiliriz. Aslında burada cinselliğin bedensel olmaktan çok, bilinçsel olduğunu vurgulamak istiyoruz. İnsan olmanın zorluğu ve güzelliği burada. Daha önce şu ve bu nedenden oluşmuş ve bizi menfi yönde etkileyen düşünce ve davranış kalıplarımızı değiştirebiliriz. Ama bu bilinçli bir gayret gerektiriyor.

     

    Cinsel soğukluk ve isteksizliği gidermede bazı bedensel egzersizlerin de çok yararı vardır. Bu egzersizler hem dokunma duyusunun geliştirilmesini hem de vücudun hassas bölgelerinin keşfini sağlar. Bu faydaları temin etmek için, şu tür egzersizler tavsiye edilebilir:

     

    Öncelikle ılık bir banyo alınır. Zihnen rahat ve kasların olabildiğince gevşemiş olmasına gayret edilir. Vücut sabunlanır. El vücudun değişik bölgelerinde gezdirilerek, hangi vücut bölgelerinin dokunmaya daha hassas olduğu anlaşılmaya çalışılır. Bazen hafifçe okşanır bazen de basınç uygulanır ya da sıkılır. Böylelikle uyaranlar arasındaki farkı ayırt edilmeye başlanır.

     

    Daha sonra doğrudan cinsel organlara yönelik egzersizlere geçilir. Öncelikle cinsel organı çevreleyen kasın hissedilmesi, keşfi önemlidir. Eğer idrar tutulup bırakılıyormuş gibi yapılırsa, bu kas kolay fark edilir. Bu egzersize devam edilirse, kadın bu kasın kullanımını öğrenir. Bu da cinsel ilişki esnasında alınan hazzı arttırır. Daha sonra parmak cinsel organ üzerinde gezdirilir. Özellikle klitoris (bızır) üzerinde parmağın dairesel ve aşağı yukarı hareketleri dokunma duyusu ve hislerin geliştirilmesinde çok yararlıdır.

     

    Bazılarımızda bu tür egzersizleri uygulamak, hatta düşünmek bile rahatsızlık uyandırabilir. Bazılarımıza da kişinin kendi kendine dokunması, bir anlamda uyarması tuhaf gelebilir. O zaman şöyle düşünelim: Cinsel soğukluktan dolayı eşinizle ilişkileriniz çok kötü gidiyorsa ya da bu sorun hayatınızın diğer alanlarını da olumsuz etkiliyorsa, bu sorunu çözmenizde yardımcı olabilecek bazı egzersizler neden tuhaf ya da kötü olsun? Ayrıca bu egzersizleri eşinizle de uygulayabilirisiniz; hatta bu daha da yararlı olabilir.

     

    Uzun süredir beraber yaşayan eşlerin ilişkileri zamanla monotonlaşabilir. Aslında sürekli aynı şekilde tekrarlayan her şey insanda bıkkınlık yaratır. Eşler birbirlerini sevdiği halde cinsel ilişki her iki eş için de sıkıcı hale gelebilir. Bu tür durumlarda küçük değişiklikler yapılması ilişkileri tekrar canlandırabilir. Mesela bazen kısa ayrılıklardan sonra bir araya gelindiğinde insanın algılama ve hissediş biçimleri değişebilir. Hepimiz sürekli yaşadığımız bir yerden bir süreliğine ayrılıp geri döndüğümüzde her şeyin gözümüze farklı göründüğünü tecrübe etmişizdir. Eskiler bunu ‘Tebdil-i mekanda ferahlık vardır’ diye çok güzel söylemişlerdir. Çünkü alışılmış olanın dışına çıktığımızda algılama şeklimiz değişir; ruhumuz adeta tazelenir.

    Sürekli aynı şekilde tekrarların canlılığı nasıl öldürdüğünü bir bilimsel deneyi aktararak anlatmaya çalışalım. Bu deney insan beyninin monoton uyarılara nasıl tepki verdiğini anlamak için düzenlenmiştir. Bu amaçla deneye tabi tutulan kişi sesten yalıtılmış, yani ses geçirmeyen bir odaya konur. Odada saat gibi ritmik ve aynı tonda ses çıkaran bir alet vardır. Deneğin başına elektrotlar bağlanır. Bu elektrotlar beyindeki elektrik sinyallerini ölçmektedir. Elektrotlar yardımıyla monoton ses uyarılarına karşı deneğin beyninin verdiği elektrik sinyalleri ölçülür. Sonuç ilginçtir. Beyin başlangıçta ilk ses uyarılarına güçlü bir elektriksel cevap vermekte zamanla cevaplar zayıflamakta sonunda da kaybolmaktadır. Ama sesin tonu ya da ritmi değiştirildiğinde beyin tekrar güçlü bir şekilde tepki vermeye başlamaktadır.

     

    Bu deneyin sonucundaki ilginçlik şuradadır: İnsan beyni monoton şekilde tekrarlayan uyarılara zamanla cevap vermemeye başlıyor, yani onları yok farz ediyor. Bu tıpkı oturduğumuz koltuğu zamanla hiç hissetmemek ya da bir şelalenin yanında yaşayan insanların bu şelalenin sesini hiç duymamaları gibi bir şeydir. Eşlerin birbirlerine verdikleri uyarı hep aynı şekilde olursa, tıpkı deneydeki gibi verilen tepkilerde zamanla sönükleşir. Oysa küçük değişiklikler bile, bir kıyafet değişikliği, tavırlardaki bir değişiklik, mekan değişikliği ilişkiyi canlandırabilir.

     

    Cinsel soğukluğun nedeni bazen de eşler arasındaki geçimsizlikler ve çatışmalar olabilir. Hatta bu sorunun cinsel isteksizlik ve soğuklukta düşünüldüğünden çok daha önemli olduğunu söyleyebiliriz. Eğer cinsel soğukluğun temelinde bu tür çatışmalar varsa çiftin bu sorunu kendi başlarına çözmeleri genellikle zordur. Bu tür durumlarda bir uzman eşliğinde çiftin beraber katılacakları bir aile terapisi çok yararlı olabilir.

  9. Neden: Basit; Korkuya bagli Vajen kaslarindaki kasilma

    Sonuç: Agir; Cinsel iliskiye girememe (Tedavi edilmezse ömür boyu sürebilir)

    Tedavi: Çogu zaman kolay

     

    Vajinusmus cinsel iliski esnasinda kadin cinsel organinin (vajen) etrafindaki kaslarin kasilmasina bagli olarak cinsel iliskinin gerçeklestirilememesi durumudur. Burada kasilmalar cinsel iliskiden korkunun bir sonucu olarak istemsiz yani kadinin kontrolü disinda olmaktadir. Vajen etrafindaki kaslarin istemsiz kasilmasi yaninda genellikle tüm vücutta da bir gerginlik ve kasilma olur. Korku duygusunun eslik ettigi bu kasilmalar esnasinda kadin genellikle bacaklarini da sikica kapatir. Birçok aile trajedilerine yol açan bu sorun ülkemizde oldukça yaygindir.

     

    Vajinusmus evliligin baslangicinda ilk cinsel girisim esnasinda ortaya çikar.ilk girisimdeki basarisizliktan sonra her iki çiftte genellikle sorunun geçici oldugunu ve çözülecegini düsünür. Daha sonraki girisimlerde de iliski gerçeklesmeyince kadinda sikinti, gerginlik , kadinliginda eksiklik oldugu düsüncesi ve suçluluk duygulari ortaya çikmaya baslar. Erkek ise yanlis olarak esi tarafindan istenmedigi, reddedildigi duygularina kapilmaya baslar. Erkegin duygulari siklikla öfke ve kirilganlik arasinda gidip gelir. Bazen de baslangiçta hiçbir sorun olmamasina karsin erkekte zamanla sertlesme yetersizligi ortaya çikmaktadir.

     

    Sorun birincil olarak kadindan kaynaklandigi halde erkegin duygularindan bu kadar bahsediyor olmamizin önemli bir nedeni var. Vajinusmus her ne kadar kadindan kaynaklaniyor olsa da sonuçta çiftin sorunudur. Hem sorunu degerlendirme hem de tedavi asamasinda mutlaka erkegin de katilimi gerekir.

     

    Ülkemizde vajinusmusun taninmasi ve tedavisiyle ilgili sorunlar Vajinusmus bizim toplumumuzda batili toplumlara göre daha yaygin bir sorundur. Bunun nedenleri cinsel egitimsizlik, kadinlarin evlilik öncesi cinsel iliskiyle ilgili yanlis bilgilendirilmeleri ve korkutulmalari ve diger kültürel etkenlerdir. Ama bizce ülkemizdeki asil sorun vajinusmusun yayginligindan çok bu çiftlerin gerekli danismanligi alamamalari ve tedavi edilememeleridir. Birçok psikolojik sorunda oldugu gibi vajinusmusda da çiftler bu sorunun yalnizca kendi baslarina geldigi gibi bir zanna kapilirlar. Bu durum bu tür sorunlarin baskalariyla paylasilmamasi ve sonuçta da bilinmemesinden kaynaklanmaktadir. Çiftler bu sorunlarin yaygin ve tedavi edilebilir oldugunu ögrendiklerinde rahatlamaktadirlar. Ama maalesef giderek yayginlasmakla beraber ülkemizde bu tür sorunlar için danismanlik ya da tedavi alinabilecek uzman kisiler ve merkezler yetersizdir. Bu sorunla karsilasan çiftler genellikle önce bir süre beklemekte, sorunun çözülmeyecegini kabul ettikten sonra da çare aramaya baslamaktadirlar. Bir kisim çiftler öncelikle tip disi alanlarda çare aramakta sonuç da beklendigi gibi basarisiz olmaktadir.

     

    Çiftlerin büyük bölümü ise bir kadin dogum hekimine basvurmaktadir. Ne yazikki kadin dogum hekimlerinin aldiklari uzmanlik egitimi bu tür psikosomatik hastaliklarin anlasilmasi ve tedavisi açisindan yetersizdir. Dolayisiyla eger kadin dogum hekimi bu konuyla özel olarak ilgilenip kendini yetistirmemisse, girisimler sorunun çözümünden çok daha da pekismesine müzminlesmesine yol açmaktadir. Vajinusmus sorunu olan kadinlarin çogunda jinekolojik muayene ya hiç yapilamaz ya da çok güçlükle yapilabilir. Vaginal muayene girisiminde de de tipki cinsel iliski girisiminde oldugu gibi kadin korkuya kapilir ve ********* etrafindaki kaslar istemsiz olarak kasilir. Halk arasinda böyle bir soruna kizlik zarinin kalin olmasinin yol açtigi seklinde yanlis bir inanç vardir. Çiftlerinde talebiyle bazen kadin dogum uzmanlari bu hastalara hymenektomi uygulamaktadirlar. Ama hymenektomi, asil sorun korkuya bagli kas kasilmalari oldugundan sorunu çözmez hatta sorunu daha da pekistirir. Hiçbir ilaç ya da tibbi müdahale (genel anaestezi disinda) soruna yol açan vajen kaslarindaki kasilmayi çözmez. Genel anestezi altinda ise tüm vücut kaslarindaki gevsemeyle beraber vajen kaslarindaki kasilma da çözülür.

    Bazi vajinusmuslu kadinlarin genel anestezi ile uyutularak esleri ile cinsel iliskiye girmeleri saglanmaktadir ki bu da sorunu çözücü bir girisim degildir. Çünkü kadin uyanik oldugu zaman cinsel iliskiden yine korkmakta ve girisimlere kasilarak tepki vermektedir. Daha da ötesi bilinci yerinde degilken kendisiyle cinsel iliskide bulunulmasi kadinlarin psikolojik durumlarini daha da bozabilmektedir. Sorunu daha iyi anlasilmasi için söyle bir örnek verebiliriz. Bazi insanlarda yükseklik korkusu vardir ve belli bir yükseklige mesela bir binanin besinci katina çikamazlar. Böyle bir kisiyi genel anestezi ile uyutarak besinci kata çikarmak bu kisinin yükseklik korkusunu gidermez. Yalnizca bilinci yerinde degilken besinci kata çikartilmis olur. Vajinusmusun tedavisinde de korkuyla ilgili diger sorunlarda oldugu gibi bilissel ve davranisçi bir yöntem izlemek gerekir. Bu konu tedavi kisminda ayrintili olarak ele alinacaktir. Vajinusmuslu kadinlar küçük bir ihtimal de olsa bazen gebe kalabilirler. Ama bu kadinlar sorun tedavi edilmedigi için genellikle normal dogum yapamazlar ve dogumlari sezeryanla gerçeklestirilir. Vajinusmus sorunu olan çiftler bazen ilk olarak çogu zaman da basarisiz tedavi girisimlerinden sora bir psikyatri uzmani ya da psikologa basvurur. Daha önce de degindigimiz gibi basarili bir tedavi için psikiyatr ya da psikologun da bu konuyla ilgili ve deneyimli olmasi gerekir. Yoksa bu hastalara sakinlestirici ya da sikinti giderici (antidepresan) ilaçlarin verilmesiyle sorun hallolmaz. Daha da ötesi bu tür ilaçlarin genellikle cinsel islevler bozan yan etkileri vardir ve vajinusmusu tedavi etmek bir yana yeni cinsel sorunlarin (uyarilma sorunlari isteksizlik gibi) eklenmesine yol açilmis olur. Vajinusmus kolay tedavi edilebilecek bir sorunken bu tür basarisiz tedavi girisimleri sonunda hastalar ümitsizlik ve yilginliga düserler. Bu hastalarin tedavi motivasyonlari da oldukça azalmistir. Vaginusmusun nedenleri nelerdir. Vaginusmusu tek bir nedene baglamak mümkün degildir. Ana neden basitçe bir utanma ve cinsel duygulardaki baskilanma olabilecegi gibi daha karmasik içsel çatismalar da olabilir. Bazen de neden özellikle çocukluk dönemindeki travmatik bir yasanti olabilir. Bazi durumlarda da vaginusmus esler arasindaki soruna bagli olarak gelisebilmektedir. Ama vaginusmusu genel olarak cinsel iliskiye karsi gelismis fobik bir kaçinma olarak degerlendirebiliriz. insanin korktugu bir durum ya da nesneye karsi verdigi en temel tepki kaçma ya da kaçinmadir. Bunun gibi vaginusmusda da cinsel iliskiden korkan kadin korktugu duruma kaçarak tepki vermektedir. Vaginal kaslardaki kasilma ya da bacaklarini sikica kapatmasi bu kaçma davranisinin parçalaridir. Çogu zaman kisi korktugu nesne ya da durum karsisinda verdigi tepkinin asiri oldugunun farkindadir.

    Ama korkuya karsi verdigi tepkinin asiri oldugunu mantiken bilmesi ve kabul etmesi korkusunun üstesinden gelmeye yetmemektedir. Bizim gözlemlerimiz vajinusmus sorunu olan kadinlarin korkularinin büyük oranda cinsel konulardaki bilgisizlige ve sosyokültürel etkenlere bagli oldugu yönündedir. Bu kadinlar çogunlukla evlenmeden önce cinsel iliski konusunda yanlis bilgilendirilmis ve korkuya sartlandirilmislardir. Cinsel iliskinin çok zor, agrili ve aci vereci olduguna iyice inanmis bir kadinin ilk cinsel iliskisinde sorun yasamamasi mümkün müdür? Toplumumuzda kadinlar evliliklerinin ilk gecesi su veya bu oranda sorun yasamakta korkusu iyice pekismis olanlarda da sorun vajinusmus seklinde ortaya çikmaktadir. Böyle bir sorunu olan kadinlarin eslerinin tutumu da son derece önemlidir. Eger erkek esinin korkusunu anlamaya çalisip ona destek olma yerine bir an önce cinsel iliskiyi gerçeklestirip hem kendisine hem esine hem de çevresine karsi erkekligini ispatlama güdüsü içinde hareket ediyorsa sorun daha da büyüyecektir. Özellikle ülkemizin belli yörelerinde aile yakinlari esler arasidaki sorunlara müdahil olabilmektedir. Esler sabahleyin ilk gece olup bitenler konusunda yakinlarina adeta hesap vermektedirler. Bu toplumumuzdaki gerçekten de kötü bir adettir. Aile yakinlarinin bu tür beklentileri vajinusmusda oldugu gibi özellikle erkeklerin sertlesme yetersizliklerinde de sorunu çok büyütmekte ve karmasiklastirmaktadir.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.