sardunyam tarafından postalanan herşey
-
Yaşar Nuri Öztürk'ün din yorumlarına insanlar neden karşı?
dipnot Varlığına inandığımız Allah'ın gönderdiği Kitaptan alıntı yapmak tabiki bizim işimiz, O'nun Varlığına inanmak, kitaplarına inanmak, peygamberlerine inanmak, meleklere inanmak, ahiret gününe inanmak, kaza ve kaderin Allah'tan olduğuna inanmak bizim imanımızın olmazsa olmazlarıdır. Kaldı ki arkadaşım inanmayan birinin neden kanıt olarak Kuran ayetlerini kullanmasına dikkat çekmiş, iyide tespit etmiş... berceste, Yaşar Nuri Öztürk sana göre değersiz biri olabilir, bana göre zamanımızın en değerli aydınlarındandır. Kuran'ın neresinde tahrif yapmıştır, söyleyebilir misiniz? Siyasete girme sebebi ise kendisinin dezavantajı olmuştur, ancak herşeye rağmen yine doğruları söylemeye devam ediyor. Bugünün Türkiye'sinde birilerinin bu kötü gidişe dur demesi gerekiyor, Yaşar Nuri'de milli, dini, insani değerleri olan bir insan olarak bu gidişten rahatsız olmuştur. Kendisinin siyasete popilarite için ihtiyacı yoktur. Zira kendisini din yobazları asla benimsemezler ve onlardan oyda alamaz, ama samimi inanan ve araştıran, başkalarının fikirleri ile düşünmeyenler onu gayet iyi anlıyorlar... Önyargı ile bakanlar ise malesef sadece eleştiriyorlar.
-
Yaşar Nuri Öztürk'ün din yorumlarına insanlar neden karşı?
ssevgili taurusmutis herzaman ki gibi yine detayları farkederek farklılığını göstermişsin... bende yazmayı düşünmüyordum ama sana özel olarak bunu belirtmek istedim... iyiki varsın... sevgiler
-
ALLAH'IN OLMADIĞINI SEN BANA İSPAT ET
merhabalar hepinize epeydir foruma giremedim sizleri özlemişim burdaki tartışma alevlenmiş ben biz süre yorum yazmayacağım ilgi ile okuyacağım... bilimselci nasılsın bu arada sedelinacım sen nasılsın seni özlemişim yaww... sevgiler
-
BÜLENT ARINÇ'IN 23 NİSAN KONUŞMASINDAN METİNLER
ne diyebilir ki sevgili gecekuşu ağzındaki baklayı çıkartmış işte, ve bundan sonra bu saçmalaıkları daha sık duyacağız sanırım... epeydir yazamıyordum işlerimin yoğunluğundan yeni girdim bugün ama pek bir yenilik yok gibi kaldığımız yerden devam...
-
selammmmmmmm
sardunyam şurada cevap verdi: sardunyam başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi Tanıyalımteşekkür ederim güzelyaz çiçekler hiç solmasın yazlar bitmesin
-
YAŞAR NURİ ÖZTÜRK'ÜN TARİHİ KONUŞMASI
Değerli milletvekilleri Laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyetinin egemenliği konusundan hangi vesileyle bahsedilirse edilsin, cumhuriyetin kuruluş yıllarında karşılaştığımız bazı badireler akla gelir ve onlar, bugün de akla gelmektedir. Egemenliğimizin daha ilk günlerinden beri karşılaştığı temel tehlikeler, bugün de aynıdır ve daima şu iki başlık altında belirginleşmektedir: Birincisi irticaî tehdit, ikincisi bölücü tehdit. Dikkatlerden kaçmayan bir başka nokta da bu iki tehdidin her zaman ve tartışmasız bir biçimde dışarıdan kotarıldığı ve içimizden kendisine destek ve yandaş bulduğudur. 11 Eylül terör olayının ardından siyasetlerini din, özellikle, İslam ekseninde yoğunlaştıran Batı, Türkiye'de laik devletin egemenliğini sarsmak ve ülkemizi BOP projesi için bir atlama taşı ve ikmal merkezi haline getirmek maksadıyla, beklentisini daha çok irtica odaklı tahribe yönlendirmiş bulunuyor. Sayın milletvekilleri, "irtica" denince ne anlamaktayız; bugün, aktüel konu, Bakanlar Kurulundan Millî Güvenlik Kuruluna kadar konuşuluyor. Cumhuriyetin banisi Büyük Atatürk, "irtica" denince ne anlıyordu; bunun cevabı ciddî biçimde tespit edilmezse, ülkede hem tahrip kendini rahatlıkla saklar, hem de dindar insanlar rahatsız olur ve bu, ülkenin zararına olur sonuçta. Değerli milletvekilleri. İrtica, dinin ihanet aracı yapılması halinde vücut bulan kötülüğün adıdır. Kurtuluş Savaşının zabıtlarını, tarihî vesikasını ve nihayet, lügatini kullanır, iyi tespit ederseniz, oradan ciddî bir irtica tanımı çıkar. İrtica, tarihte hep Hıristiyan Batı çıkarlarına kullanılmış ve işletilmiştir. Bunu da görmek lazım. Günümüzde daha çok "siyasal İslam" unvanıyla Batı tarafından sahneye çıkarılan irtica, tarihi boyunca desteği, itibarı, alkışı Müslümanlardan almış; ama, hizmeti, bilerek veya bilmeyerek, bir biçimde Batı emperyalizmine vermiştir. Ne ilginçtir ki, bunu da tespit etmek lazım tarihin önünde, İslamın ana kaynağı Kuran, irticaı hem de irtica kökünden bir kelime kullanarak "ehlikitap hesabına işleyen fitne" olarak tanıtmaktadır. İrticaın bu omurga noktasının iyi yakalanması lazım. Bizim Kurtuluş Savaşı destanımız, temelde iki düşmana karşı verildi. Bunları da Kurtuluş Savaşı zabıtlarından alıyorum. Birisi vatansızlar, birisi de imansızlar. Atatürk, şöyle diyor bunu ifade ederken: "Birtakım vatansızların ve dinsizlerin propagandaları, bizim için hareket düsturu olamaz. Kurtuluş Savaşının serüvenini basiretle inceleyenler görürler ki, vatansızlar içinde önemli miktarda mürteci vardır. Yani, din perdesi altında ülke aleyhine hıyanet sergileyenler. Aziz milletvekilleri, şunu görmezlikten de gelemeyiz, üzerinde düşünmekten de kendimizi vareste tutamayız: Kurtuluş Savaşı verilirken, Kuvayı Milliye askerleri, altında şeyhülislam fetvası olan bir yazıyla ve Yunan uçakları, işgalci Yunan uçakları marifetiyle Anadolu halkının üstüne atılan bu fetvayla, kâfir ve katli vacip asiler olarak nitelendiriliyordu. Bunu görmeden Türkiye'nin geleceğine şekil vermenin ve kendimizi aldanmaktan kurtarmanın bir çaresi olacağı kanaatinde değiliz. Eğer ortada bir ihanet yoksa veya bir dalalet yoksa din üzerinden oynanan, din omurgalı yanlışlar irtica diye anılamaz. Bu da çok hayatîdir. Bu ikisini birbirinden ayırmazsanız, dindar ile dinciyi ve din üzerinden hıyanet yapan ile din konusunda yanlışları olanı birbirine karıştırırsınız ve bu bir facia olur. Dindardaki yanlışlar, teknik tabirleriyle hurafe olur, cehalet olur, geleneksel tutuculuk olur. Bunların tümü, bilgisizlik, bilinçsizlik olayıdır. İrtica ise, bilinçli ve organize bir hıyanet ve dalalet olayıdır. Atatürk'ün gözüyle irtica nedir sorusuna da bakmak lazım. Atatürk, irticaı iki temel açıdan değerlendirmektedir; birisi felsefî ve genel açı, öbürü Kurtuluş Savaşı yapısı açısından. Birinci anlamda irtica, ölümsüz Atatürk'e göre, hayatı geri götüren ve güzel olan her şeyi tahribe yönelen bir şer unsurdur. Şöyle diyor: "Hayatın felsefesi, tarihin garip tecellisi şudur ki; her iyi, her güzel, her faydalı şey karşısında onu imha edecek bir kuvvet belirir. Bizim lisanımızda buna irtica denir." Bu, genel çerçeve. "Kurtuluş Savaşı destanının ölümsüz erleri irticaa karşı da savaş vermişlerdir." Sadece işgalcilere karşı verilmiş bir savaş değil Kurtuluş Savaşı. "Bu erler, sarayın Teali İslam Cemiyeti adı altında memleketin her tarafında irtica hareketleri tertiplediğinden, onlarca defa şikâyetçi olmuşlardır. " İrticaın, İslamın Batıdaki baş düşmanı -bu, Atatürk'ün tâbiridir- İngilizler tarafından beslenip kotarıldığı, Atatürk'ün, altını sürekli çizerek ifade ettiği bir gerçektir, otuza yakın yerde benim tespitim. Atatürk'e en büyük düşmanlığı da İngilizlerin yapması sebepsiz değildir. Bu da Kurtuluş Savaşı zabıtlarında var. İrtica hıyanetinin Kurtuluş Savaşına problem çıkardığı günlerde, Atatürk şunu söylemiştir… "İrticaî hareketin teşvikçisi İngilizler olup, merkez beyni de İstanbul'dadır" diyor Büyük Atatürk. İrticaın, yine o günlerde Ermeni hainleriyle işbirliği yaptığını da Kurtuluş Savaşıyla ilgili zabıtlardan öğreniyoruz.
-
BÜLENT ARINÇ'IN 23 NİSAN KONUŞMASINDAN METİNLER
Saygıdeğer Milletvekilleri, Türkiye’de darbeler döneminin başlangıcı kabul edilen ve “bürokratik iktidarın” güçlendiği 1960 yılından itibaren Meclisimizin gücü, yetkisi ve fonksiyonu, bu tür hukuki temellere dayanmayan eleştirilerle daraltılmaya çalışılmaktadır. Anayasayı ve tüm kanunları yapan, Cumhurbaşkanını seçen, hükümeti içinden çıkartan ve aynı zamanda denetleyen, savaş kararını alan ve ülkenin geleceğine yön veren bir kurumun, bugün sahip olduğu gücü ve yetkiyi tam olarak kullandığı tartışmalıdır. Kimi zaman çok önemli mekanizmaların dışında bırakılan Meclis’in fonksiyonları daraltılmıştır. Örneğin, ülkenin iç ve dış siyasetine çok büyük etkisi olan ve “gizli anayasa” diye kabul edilemez bir tanımlamayla anılan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin hazırlanılmasında, Meclisimiz ve ilgili komisyonlarımız tamamen devre dışıdır. Açıklanması ve yayınlanması tamamen yasak olan bu belgenin, son haline karar verildiği günün hemen ertesinde gazete manşetlerinde yer alması son derece dikkat çekicidir. Yine bu belgeden yola çıkılarak hazırlanan İç Güvenlik Strateji Belgesi’nin çete kurmaktan yargılanan kişilerin arşivinden çıkması ne yazık ki, devlet ciddiyetiyle hiçbir şekilde bağdaşmamaktadır. Bu belgenin, Meclisimizin bilgisi ve denetimi haricinde hazırlanması, parlamentomuzun fonksiyonunun ve millet iradesine verilen değerin ne durumda olduğunu göstermektedir. Saygıdeğer Milletvekilleri, Demokratik bir ülkede “gizli anayasa, kırmızı kitap, derin anayasa” gibi tabirler asla kabul edilemez kavramlardır. Bu kavramlar, gizli antidemokratik bir yönetimin iktidarda olduğunu ima eder. Türkiye Cumhuriyeti’nin tek bir Anayasası vardır ve yürürlüktedir. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi için kullanılan “gizli anayasa” gibi bir tanımın bazı çevreler tarafından üretildiğini ve resmi bir tanım olmadığını biliyoruz. Ancak böylesine bir tanım eğer kamuoyu tarafından kullanılıyorsa ve buna ciddi itirazlar gelmiyorsa bu, bazı kişilerin bilinç altında ülkemiz için nasıl bir yönetim biçimi olduğunu göstermektedir. Bu algının aslında sadece kamuoyunda değil, bazı siyasetçilerin bilinç alıntında olduğunu da üzülerek görmekteyiz. Maalesef her dönemde ülkemizin en önemli konusu olan Cumhurbaşkanlığı seçimi için yaşanan tartışmalarda, bazı kamuoyu önderleri ve siyasetçilerin ifadeleri, bilinç altında “gizli bir anayasa” olduğunu ve buna göre hareket ettiklerini açıkça ortaya koymaktadır. Yeri gelmişken, Sayın Cumhurbaşkanımızın görev süresinin bitmesine uzun bir zaman varken, yeni Cumhurbaşkanı’nın kim olacağını ve nasıl seçileceğini yoğun bir şekilde tartışmanın, Sayın Cumhurbaşkanımıza karşı bir nezaketsizlik olduğunu belirtmek isterim. Bundan üzüntü duymama ve bu tartışmalara girmekten imtina etmeme rağmen, yine de tartışmalarda bazı kişilerin Meclisimizle ilgili beyanlarındaki yanlışlığa burada değinmeyi, Meclis Başkanı olarak bir görev sayıyorum. Saygıdeğer Milletvekilleri, Ülkemiz, Meclisimizin çıkarttığı bir Anayasa ile yönetiliyor. Tüm kanunlarımız bu Anayasa’ya uygun çıkartıldığı gibi, yargı ve yürütme de yine mevcut Anayasamıza göre görevlerini sürdürmektedir. Bu durumda mevcut Anayasamıza göre yeni Cumhurbaşkanının hangi özeliklerde olması gerektiği, Meclisimiz tarafından nasıl ve ne zaman seçileceği açıkça ifade edilmiştir ve bu herkesçe malumdur. Buna rağmen mevcut Anayasamız açısından hiçbir sorun yokken, yeni Cumhurbaşkanını bu Meclisin seçip, seçemeyeceğini tartışmak, Meclisimizin meşruluk sorununu gündeme getirir ki, bu asla kabul edilemez bir durumdur. Ülkemizin yönetilme biçimi, erkler arasındaki gücün kullanımı, meşruiyetlerin dayanak noktaları tartışma götürmez bir şekilde nettir. Bu konu Anayasamızın başlangıç bölümünde; “Kuvvetler ayrımının, devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip, belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret ve bununla sınırlı medeni bir işbölümü ve işbirliği olduğu ve üstünlüğün ancak Anayasa ve kanunlarda bulunduğu” açıkça ifade edilmiştir. Bu net açıklamaya rağmen bazı kurumlar, kendilerinin öncelikli olduğunu, hatta daha üstün olduğunu vehmetmektedir. Hatta bazı kurumlar, reform çalışmalarına karşı direnmişlerdir. Ne ilginçtir ki; artık işlevini yitirmiş, yıllardır sorun üreten bir kurumun kaldırılması, bu kurumdan ve elitist, anti-reformculardan gelen tepkiler nedeniyle gerçekleştirilememiştir. Halkın büyük çoğunluğunun istediği bu değişikliğe karşın, yürütmenin azınlık anti-reformcuların talebini öncelemesi ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Yüce Meclisimiz 84 yıl önce saltanat kurumunu kaldırmıştır. Ancak bugün ülkede bu kez “kurumların saltanatı” hüküm sürmektedir. Saygıdeğer Milletvekilleri, Özgürlüklerin genişletilmesinde, yasakların kaldırılmasında ve demokratikleşmede temel iki zorunluluk vardır: Birincisi, Anayasa’ya uygun olarak Meclisin karar alması. İkincisi ise, milletin mutabakatıdır. Yeni bir düzenleme yapılmasında, Anayasa değişikliğinde kurumların görüşünü almak başka bir şeydir, kurumların mutabakat şartını aramak başka bir konudur. Dünya üzerinde daha çok demokrasi için, sadece “kurumların mutabakatını” arayan demokratik başka bir ülke yoktur. Türkiye’de doğal bir durummuş gibi gösterilen bu tutumun, demokrasi anlayışımızı, özgürlüklere yaklaşımımızı ve hukuka olan inancımızın nasıl olduğunu açıkça gösterdiği inancındayım. Büyük Önder Atatürk’ün “Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir” sözünü hayata geçirmek için bu Meclis, saltanat kurumunu kaldırmış, düşmana karşı savaş vermiştir. Bundan sonra da bu ulvi ilke doğrultusunda Meclisimiz görevini kimseye bırakmadan sürdürmeye kararlıdır. Anlaşılmaz bir şekilde özgürlüklerin genişletilmesi, yasakların kaldırılması için yıllarca bu kurumların mutabakatı beklenir olmuştur. Ancak bazı kurumlar katılımcı demokrasinin gereği olan ortak akılda buluşmak bir yana, görüş alışıverişi için oluşturulan zeminleri bile reddetmektedir. Bu durumda bazı kurumların, “katılımcı demokrasi” yerine, “kurumsal saltanatı” Türkiye için uygun gördüklerini iddia etmek çok da dayanaksız olmayacaktır. Saygıdeğer Milletvekilleri, Bugün özgürlüklerin genişletilmesi için güçlü bir Anayasa değişikliği artık zorunlu hale gelmiştir. Tartışılan tüm konuları içine alan, daha özgür, daha demokrat, daha güçlü, daha mutlu bir Türkiye’nin inşasında gereken Anayasa değişikliği için ortak bir akıl oluşturmak gerekir. Tüm kurum, kişi ve kuruluşlar bu değişiklik için görüşlerini özgürce ifade etmelidir. Ancak bir mutabakat aranacaksa sadece Yüce Meclis çatısı altında halkı temsil eden Milletvekillerinin mutabakatının aranması gerekir. Eğer burada bir mutabakat sağlanamazsa gidilecek bir tek merci vardır, o da yüce milletimizin iradesidir. Saygıdeğer Milletvekilleri, Yüce Meclisimiz çatısı altında çıkartılan kanunlar tartışılırken her meselenin rejim tartışmasına çekilmesi her geçen gün artmaktadır. Tarım alanında yapılacak bir düzenleme, Belediyeler Kanunu’nda yapılacak bir değişiklik, hayvancılık, turizm ve benzeri onlarca konu tartışılırken konu aniden birileri tarafından rejim tartışmalarına getirilmiştir. Son olarak önemli konumdaki bir siyasetçinin, İstanbul’da bir eğlence merkezinin insanların ölümüne neden olan kaçak yapılarının yıkılmasını, “rejimden ideolojik intikam almak” olarak değerlendirmesi durumun trajikomik yanını en çarpıcı şekilde ortaya koymaktadır. Türkiye’nin bir rejim sorunu yoktur. Türkiye, rejiminin Cumhuriyet olacağına, demokrasi olacağına bundan 83 yıl önce karar vermiştir. Bugün de Meclisiyle, hükümetiyle ve tüm organlarıyla aynı kararlılıkla yoluna devam etmektedir. Saygıdeğer Milletvekilleri, Ülkenin rejimine karşı bu kadar güvensiz olunamaz. Türkiye’nin rejimi her konu tartışıldığında sarsılacak, etkilenecek kadar zayıf değildir. Hiç kimse Cumhuriyetten, demokrasiden, temel özgülüklerden vazgeçme niyetinde değildir. Dolayısıyla ülkede bir rejim sorunu değil, rejimin sahibi olma tartışması vardır. Ülke yönetiminde inisiyatif alanlarını genişletme ya da sahip oldukları gücü kaybetmeme tartışmaları vardır. Laikliğin, Yüce Önder Atatürk’ün, Cumhuriyetin, bayrağın, rejimin sahibi milletin kendisidir. Milletin temsilcileri olan bizler tüm bu değerlere bağlı kalacağımıza, sahip çıkacağımıza milletvekili olduğumuzda yemin ettik. Bugüne kadar bu yeminimize muhalif bir tek davranış dahi bu Yüce Meclisimiz içinde vuku bulmamıştır. Dolayısıyla milli değerlerimizin sahibi bir kesim, bir grup değil, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkestir. Milletimiz ulusal ortak değerlerin sahibidir ve kendi içinde büyük bir hoşgörüyle yaşamaktadır. Toplumumuz etnik kimliğine, inancına, kültürüne göre kimseyi dışlamamakta ve bir arada barış içinde yaşamaktadır. Ayrıca AB müzakerelerini sürdürdüğümüz bugünlerde hala rejimin tehlikede olduğundan bahsetmek, hele bu tehlikenin AB’ye üye olmak için bütün dönemlerden daha çok gayret sarf eden, bunda da başarılı olan kişilerin eliyle geleceğini iddia etmek her açıdan dayanaktan yoksundur.
-
selammmmmmmm
sardunyam şurada cevap verdi: sardunyam başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi Tanıyalımsende hoşgeldin güzelyaz ne kadar güzel bir isim yaz güzeldir, değil mi güzelyaz... hayatında ki yaz hiç bitmesin!
-
selammmmmmmm
sardunyam şurada cevap verdi: sardunyam başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi Tanıyalımsende hoşgeldin mavi sardunya, benim her renk sardunyalarım var bahçemde seninde varmı? sardunyalar dallarından kırılsalarda toprağa diktiğiniz yerde tutar, soğuğa, sıcağa dayanır ve çok güzel çiçekleri vardır ben sardunyaları çok severim...
-
ALLAH'IN OLMADIĞINI SEN BANA İSPAT ET
sevgili bilimselci ben kendi adıma söylüyorum ki, ben ALLAH ın varlığına delil aramıyorum ben O'na inanıyorum, bu sana akılsızca gelebilir ben bunu da anlayabiliyorum.... delil aramak sizin işiniz aradığınız delili bulursunuz inşallah birgün.... biz inananlara sizin deyiminizle duygularıyla hareket edenlere aklınızı işletmiyorsunuz demek biraz insafsızca ve yanlış oluyor,
-
selammmmmmmm
sardunyam şurada cevap verdi: sardunyam başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi Tanıyalımay aşağılara düşmüşüm yukarı çıkayım dedim, nasılsınız arkadaşlar hepinizin keyfi yerindedir umarım, bahar harika, hava güzel, heryer börtü böcek, çiçekler çoşmuş insanın içi kıpır kıpır oluyor doğrusu... baharlar hiç bitmese
-
Forumdaşlar tartışıyor..
ya ben kendime alınganım derdim siz beni de geçtiniz ya!!! ne bu hiddet bu celal??? bu kadar mıydı? tartışma bitti mi? Allah Allah şaşırdım yahu... neyse ikinize de teşekkürler ediyorum, göstermiş olduğunuz tüm gayretleriniz için... saygılar
-
ALLAH'IN OLMADIĞINI SEN BANA İSPAT ET
sevgili bilimselci epeydir tartışamamıştık, yeniden hoşgeldin... radyoaktif dalgaların ölçümlenerek bilindiğini söylemişsin, elbette öyle ama çıplak göz ile göremezsin değil mi? Allah'ı görmek te bir gün mümkün olacaktır, ama nasıl ve ne şekilde olacağını bilemiyoruz... işte buna ancak iman edenler inanır, siz rahatsız olmayın eğer sizce inanmamakla birşey kaybetmiyorsanız bizce mahsuru yok... nasıl isterseniz öyle inanın... O en yüce, en muhteşem Yüce Yaratıcı'yı bu aciz gözlerinizle görebileceğinizi mi sanıyorsunuz? Gözlerimizin bazı varlıkları ve radyoaktif dalgaları desteksiz göremediği aşikardır... Kaldı ki siz açıkça Allah'ı görmek istiyorsunuz...
-
ALLAH'IN OLMADIĞINI SEN BANA İSPAT ET
arkadaşım birincisi burada kimse kimseyi yargılamıyor, sadece seviyeli bir tartışma gerçekleştirmeye çalışıyoruz. ikincisi tabiki bize ne isteyen insanır istemeyen inanmaz, ama inanmayan gelip burada fikrini yazabiliyorsa, inanan da gelip karşıt görüşünü belirtebilir, yoksa sen sadece ateistlerin yazmasını mı isterdin? eğer öyleyse bundan sonra sadece onların yazılarını oku, biz inananların kini okumasanda olur... Allah'ın varlığına hipotez gözüyle bakılmaz, zira O bir teori değildir, kanıt arayana kanıt sonsuz ancak görmek istemeyen göze ışık ne yapsın... Sen elinde tuttuğuma, gözünle gördüğüme inanırım diyorsun, ben de diyorum ki, herşeyi gözlerimle göremem, ve kulaklarımla duyamam ve o bakımdan rayoaktif dalgalara, titreşimlere, ruhların varlığına, inanırım, izlediğin tv den ya da kullandığın pc den yayılan radyoaktif dalgalardan haberin vardır sanırım peki onları görmediğin halde, hissetmediğin halde var olduğunu kabul ediyorsun değil mi? Peki sence gözlerin herşeyi görmeye muktedir mi ya da kulakların duymaya... yeryüzünde ki canlılar arasında, bu iki organ en az yeteneğe sahip olarak insanda bulunuyor... Bir kartal gibi göremezsin, bir yarasa gibi duyamazsın... Kaldı ki Allah görülmeyi dileseydi görürdük ama imanın meselesi o değil ki, gördüğüne inanılmaz. Evet ahirette hesap vereceğiz, Allah hepimizin yardımcısı olsun... Neden peygamber gönderdi biliyor musun? Çünkü insana daima bir önder ve bir yol gösterici gönderir, toplumlar bir lideri ve yol tayin edicisi olmadan bir istilamet tutturamazlar, işte ne büyük lütuf bu bize kendisinden haber veriyor, bizi kendi halimize bırakmıyor. Ah bir bilsen ne kadar büyük bir ihsan bu... Yeni bir peygamber mi, niye elimizde kıyamete kadar bize yol gösterici bir Kitap var zaten artık insanların büyük çoğunluğu da okuma yazma biliyor, elinde ki materyeli değerlendiremezsen, sana yenisi gönderilmez. Hadi diyelim ki geldi ben inanırım peki sen inanır mısın? istediğin bir peygamber gelmesi mi? selamlar
-
ALLAH'IN OLMADIĞINI SEN BANA İSPAT ET
bencladius öncelikle hoşgeldin... sorduğun sorular benim şahsen 7/8 yaşlarındayken aklıma gelen sorulardı... şimdi çocukça geliyorlar... senin deyiminle darılmaca yok.... gördüğün her eşyanın bir yaratıcısı var hiç bir şey kendiliğinden oluşmuyor değil mi? Ancak Yaratıcı'nın yaratılması mevzu olamaz, zira yaratılan bir varlık Yaratıcı olamaz... O sonsuz ilim sahibi, sonsuz zeka, sonsuz güç elinde olan ALLAH her şeyi yoktan var eden, vücuda getiren, sistemi koyan, kanun koyucudur... O'nu insanlara benzetmek hatadır... Her şeyin bir ustası var... İnsanın ve kainatın ustası Cenabı Allah'tır... Var edendir, yok edendir... Adalet kavramına gelince, yeryüzünde kanun koyucu insandır, çünkü yetki yeryüzünde ki tek akıl sahibi olan insana verilmiştir. Bunun için yeryüzünde adaleti sağlamak insanın vazifesidir. Özgür irade yasasını koyan Allah'tır. İnsana akıl veren ve bunu işletmesini öğreten O'dur. Eğer Allah her olaya mudahele etmiş olsaydı, iradeden bahsedemezdik, misal sen eline bir silah alsan ve bir insana doğrultsan, ateş etmek ve etmemek senin elindedir. Orda kimse gelip senin elinden silahı almaz. İşte sınav budur, irade budur, düşünce budur, bunu kavramalısın...
-
Forumdaşlar tartışıyor..
ya ben kendime alınganım derdim siz beni de geçtiniz ya!!! ne bu hiddet bu celal??? hi hi
-
ALLAH'IN OLMADIĞINI SEN BANA İSPAT ET
sayın yamyam sen herşeyi anladığını sanıyor ve söylüyorsun ya en büyük hatan bu işte... herşeyin maddesel bir karşılığının var olduğunu sanıyorsunuz... Kuran sözlerinin bazıları tarafından anlaşılamaması da bunun için çünkü her ayet birden fazla anlam içerir, tek bir anlamı ve açıklaması yoktur, bir alimin anlaması farklıdır, sıradan bir insanın farklı... gün geçtikçe insanların daha fazla ilgilenip Kuran okumaya başlaması O'nun hala ve kıyamete kadar içerisinde öğretici mesajlarının olduğunu ve olacağını gösteriyor... anlayamayan anlayamadığına yansın... bazı insanlar okula gittikleri zaman matematik, fizik ve kimya derslerinden anlamadıklarını söylerler, onların anlayamamaları bu bilimleri yok mu sayar? ya da anlayamamaları o bilimin hatası mıdır? selamlar
-
BİR GÜN PEYGAMBER Hz. MUHAMMED KAPINIZI ÇALSA... (İçeri almadan önce, aceleyle dergileri ve gazeteleri kaldırıp kur'anımı koyarsınız. Peki kasetler..)
sayın dipnot yazıyı tekrar okudum yine aynı düşüncedeyim. şimdi yine aynı şeyleri yazardım... aksini düşünen ve sananlar bu dünyaya insan olmaya gelmemişler demek ki, üzerinde çalışılan bir masa, ya da üzerine oturulacak bir koltuk olmaya gelmişler, hala müzik dinlemenin, gazete okumanın, kitap okumanın film izlemenin günah olacağını sananlar varmı sahiden? ne vahyin ne olduğunu anlamışlar ne de peygamberi..... düşünen, sorgulayan, araştıran, okuyan biri günahkarsa eğer ben çok günahkarım... ama böyle olmadığını biliyorum... ilim ilim bilmektir ilim kendin bilmektir sen kendin bilmez isen bu nice okumaktır???
-
Ermeni Yalanları Devam Ediyor!
Ermeni Yalanları : Cezmi YURTSEVER Hakkında... Bir Millet Uyanıyor etkinliklerinin ilkini geçtiğimiz hafta "Günümüzde Kuvayi Milliye" konulu konferans ile başlatmıştık. Asılsız Ermeni İddalarının işleneceği ve gün yüzü görmemiş belgelerle bu hafta bu serinin ikinci aşamasını yapıyoruz.Konfernas ve sergi olarak planlanan bu seride bizlerle Arş.Tarihçi Yazar Cezmi YURTSEVER birlikte olacak.Ömrünü asılsız Ermeni iddalarına adamış gerçek bir vatansever olan tarihçimiz hakkındaki aşağıdaki yazı umarım ilginizi çekecektir. --- Türkiye’de Ermeni Soykırımı iddialarında ve ardından gelecek toprak talebinde yeni bir sayfa açılmış durumda. Bu bağlamda Adana’da meydana gelen gelişmeler ibret verici boyutta. 1996 yılında Beyrut’tan Adana’ya gelen Kevork Kajeryan adındaki Ermeni, atalarından kendisine miras kaldığını iddia ettiği, tarihi Osmanlı tapusunda bahsi geçen araziyi almak ister. Aynı yılın Temmuz ayı içinde Adli Tatil’in olduğu bir sırada “kök murisim babam Hacop Kajeryan”a ait sözleriyle başlayan, elindeki tarihi Osmanlı tapusunun yer tespiti isteğiyle Tapu Tespit Davası dilekçesini mahkemeye sunar. Nöbetçi hakim Musa Ufuktepe, “acele” kaydıyla dilekçeyi işleme koyar. Tarihi tapunun güncel çevirisinin yapılması için Seyhan Tapu Müdürlüğüne havale eder. Tapu bilirkişi /çevirmeni Fazlı Aşkar, çeviriyi yaparak raporu hazırlar. Bu raporda tarihi tapunun Hıçıroğlu Agop Ağa’ya ait olduğu belirtilir. Yani davacı Kevork’un iddia ettiği gibi babası Hacop Kajeryan’a ait değildir. Bu belgeye rağmen, isim uyuşmazlığı apaçık ortada iken, hakim 5 gün içinde sonuç/karar belgesini verir. Arazinin Kevork Kojeryan’a ait olduğunu tescil eder. Bilirkişi Fazlı Aşkar, mahkemede “Ermenilerin bu toprak taleplerinin sakıncalı olduğunu, bunun ardından geniş toprak taleplerinin geleceğini” belirtip söz konusu belgedeki isim uyuşmazlığına dikkat çekmesi üzerine hakim tarafından mahkeme salonundan dışarı çıkarılır ve hakimin isteğiyle gözaltına alınır. Dava bitiminde Ermeni tarafın avukatı Ali Suyanı “Ermenilerin Türkiye’den toprak taleplerini” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götüreceklerini açıklar. Ömrünü Ermeni Soykırım iddialarını araştırmaya ve bu yalanı haykırmaya adamış bir vatansever tarihçi olan Cezmi Yurtsever bu açık belge sahtekarlığını irdelemeye başlar. Yaptığı araştırmalarında dava dosyasındaki kopya evraklar ile tarihi tapu çevirisindeki isimlerin tutmadığını açıkça ortaya koyar. Yani belgeler sahtedir, beyanlar yalandır. Mahkeme gerçek dışı belgelerle yanıltılmıştır. Bunun üzerine Kuvay–ı Milliye Dergisi’nde bu konuyu detaylı bir şekilde ele alan bir yazı yayınlar. Bu yazıdan sonra Cezmi Yurtsever aleyhine davalar açılmaya başlanır. Bu davaların birini Kevork Kajeryan’ı, tapu davasında haklı bulan hakim Musa Ufuktepe açar. Yurtsever şöyle diyor: “Amacım devleti ve toplumu böyle olaylara karşı uyarmaktır. Toprak davası açan Ermeni Kevork Kajeryan 1965’te Beyrut’ta sözde soykırım anıtı dikilmesine öncülük eden aileye mensuptur. Ve bir Ermeni ajanıdır. Dava esnasında içinde avukatların ve bürokratların da bulunduğu çok sayıda kişi Ermeniye yardımcı olur.” Sonunda Yurtsever 1 milyar liralık para cezasına çarptırılır. Cezaya itiraz eder. Ancak Yargıtay, geçtiğimiz günlerde bu cezayı onaylar. Yurtsever, olup biten karşısında şaşkın. Yargıtay’ın kararına göre “Herhangi bir kişi –Ermeni de olabilir– tapu tespit davası açabilir ve sonuçlandırabilir.” Bu durumda Atatürk zamanına çıkartılan yasalar ve tapu prosedüründeki engelleyici hükümler kalkmış oluyor. Bu karardan sonra Osmanlı vatandaşı olan 1.3 milyon Ermeni’nin uzantısı olan kişiler, şu an hangi ülkede yaşıyorsalar yaşasınlar atalarına ait olduklarını iddia ettikleri tapu belgeleriyle Türk mahkemelerine başvurabilir ve milyonlarca dönüm araziyi ele geçirebilirler. Yani kendi elimizle toprak bütünlüğümüzü tehdit eden bir sürece evet demiş bulunuyoruz. Ermeniler herhalde bayram ediyordur. Cezmi Yurtsever ise bütün bu olanlar karşısında şaşkın. Adana’da açlık grevine başlamış durumda. Bir ömrü, Ermenilerin soykırım yalanlarını ortaya çıkarmaya adamış olan Yurtsever Ermenilerin soykırım iddialarından doğan toprak ve tazminat elde etmelerine hukuki zemin hazırlayan bu kararı bütün Türkiye duysun istiyor. Türkiye altımızdan koyarken, bakalım bu feryadı birileri duyacak mı?
-
BİR GÜN PEYGAMBER Hz. MUHAMMED KAPINIZI ÇALSA... (İçeri almadan önce, aceleyle dergileri ve gazeteleri kaldırıp kur'anımı koyarsınız. Peki kasetler..)
bütün kalbimle ve samimiyetimle isterdim benimle kalmasını, evimden saklamak isteyeceğim gazete, kaset ya da bunun benzeri şeylerim yok, çünkü ne utanacağım bir gazete okuyorum ne dergi türü, ne de kaset türü bulunmuyor evimde... çok severek okuduğum gazeteler, severek dinlediğim kaset ve cd'ler var. Bunu yazan şahıs gerçekten peygamberini tanımıyor, O'nu bazı tarikat şehyleri ile karıştırmasınlar, O bir aydındı, O kendi zamanının ve tüm zamanların en hoşgörülü, en hassas, en merhametli, en temiziydi....bu böyle devam eder gider... İnsanı ne zannediyor acaba bunlar? İnsan onlara göre dört duvar arasında durmadan zikir çeken, gazete okumayan, müzik dinlemeyen, kitap okumayan, film izlemeyen bir mahluk mu? İnsan sürekli öğrenen, öğrendikçe gelişen, geliştikçe düşünen bir varlık, insan bir hayvan ya da bir eşya değil ki, duyguları, sezgileri, hayalleri, hayatı, aklı, fikri, hobileri, zevkleri olan bir canlı... Demek O gelse evinde ki gazete ve kasetlerden utanacaklar, merak etmesin onlar gelmez zaten......
-
selam size
sardunyam şurada cevap verdi: nergiz başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi Tanıyalımhoşgeldinnnnnnn
-
selammmmmmmm
sardunyam şurada cevap verdi: sardunyam başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi Tanıyalımtaurusmutis arkadaşım sende hoşgeldin şeref verdin bizde nerde kaldı diyorduk... hi hi
-
BİR DOGMA OLDUĞU SÖYLENEN İNANCIMDAN FEVKALADE MEMNUNUM.
bilimselci rica ederim ama gene bir kırıcı söz söyledin biz dürüst ve samimi değil miyiz? aşk olsun sana!!! birgün anlarsın inancın bilimselciliğe ters düşmediğini umarım... saygılar
-
selammmmmmmm
sardunyam şurada cevap verdi: sardunyam başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi Tanıyalımhoş buldum sizde hoşgeldiniz, bende bir zaman gelmiştim, işte zamanın ne önemi var dimi ama??? hi hi ben kendimi tanıtmamışım ki! ben istanbulda yaşıyan, 33 yaşına haziran ayında girecek olan, vatansever, kuvayimilliyeci, dinini seven, insanları, hayvanları, çiçekleri de seven, iyi kalbli biriyim... koyu beşiktaşlıyım... siyasetle ilgilenirim şimdilik bu kadar sizide tanımak isterim...
-
Gece Yağmurun da Demlenir Uykum
sardunyam şurada cevap verdi: Gece Yağmuru başlık Ben Geldim - Buradan Başlayabilirsiniz - Birbirimizi Tanıyalımooooooooo çaylar, börekler, pastalar bozalar siz insana kilo aldırırsınız yahuuuuuu.... ne marifetli hanımlarmış bu hanımlar..... hi hi