Zıplanacak içerik

kriptex1000

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

kriptex1000 tarafından postalanan herşey

  1. Bi bu eksikti..Doğum tarihine göre yemek, yemeğe görede karakter...Allam ya neler çıkaracaklar daha... Bu listeye göre ben işkembe oluyorum kolay aşık olan biriymişim ama hayatımda bir kez aşık oldum nedense...
  2. Sığ insanlar değiliz hiçbirimiz..En dar görüşlüsü bile ülkemiz üzerinde oynanan oyunların farkındadır sanırım..Yabancı finans çevreleri filan bilindik şeyler..Sırf yabancı finans çevreleri olsa neyse..Ülkemiz üzerine öyle çeşitli oyunlar oynanmaktaki bunlar dilimizi uçuklatacak nitelikte.. Siosteran cevabınızı üzerime almadım kesinlikle..Yalnız yazdıklarınıza cevap vermek istedim sadece..Siz diyorsunuzki hangi iktidar gelirse bu böyle devam edecektir diyorsunuz..Birincisi madem öyle,madem kim gelirse gelsin bu bozuk düzen değişmeyecek, neden Akp iktidarının başarılı olduğu yönünde ısrarla hala diretmekteler..İkincisi hiçbirşey için geç kalınmış olduğunu düşünmemekteyim..Buna en iyi örnekse KURTULUŞ SAVAŞI değilmidir..İstenirse herşeyin üstesinden gelinecektir..
  3. kriptex1000 şurada cevap verdi: DİPNOT başlık Güncel Konular
    Başlığın gibi yoruma gerek yok..
  4. Hiçbirimizin yüreğinden aşk eksik olmasın...
  5. Bir çığlığın sessizliğidir derin suların dinginliği ki çınlar yüreğin kararan kayalarında Derin suların dinginliği çatlatır yüreğinde korkunun tohumunu çünkü sessizlik en büyük ustadır düşü gerçeğe dönüştürüverir apansız Isırır bir hançerin yılan dili gibi çatallaşan çeliği Sonra yalnızca öyküler kalır ve sen onu yaşarsın çaresiz Dirhem dirhem tartılmaz ki dostluk yaşanmaz ki vermesini bilmeden damla damla biriken bir şeyler boş bir tapınakta birden çalar gibi olur çanlar Ve yaşamın hesabını veremezsin bir türlü kendine Sonra boğuntular sessiz haykırışlar karanlık sokaklara çeker seni Çanlar beyninde asılı duran madeni bir gökkubbedir artık kulaklarına balmumu da akıtsan delecek beynini bu çığlığımsı sessizlik ve bu katran gibi yalnızlık AHMET TELLİ
  6. Bir yumruk düşünün… Sımsıkı bir yumruk. Parmaklar kapalı, tırnaklar neredeyse avuçlara batıyor. Şimdi bir de açık bir avuç, serbest bırakılmış bir el düşünün... Parmaklar hafifçe kıvrık, avuç gözüküyor. Hangisi alabilir? Yumruk mu, açık el mi? Hangisi almaya uygun? Hangisi tutabilir, hangisi yakalayabilir? Tabii ki avcu açık el değil mi. Yumruk, yumruk atabilir; olmadı itebilir. Almak, tutmak, yakalamak için açık olmak gerekir. Bir avuç gibi açık olmak gerekir. Oysa bakıyorum da hep yumruk gibiyiz. Kendime de bakıyorum... Bunca görüp geçirmişliğime, yaşıma başıma rağmen; ruhumun sivri yanlarını bir yandan ben bir yandan hayat bunca törpülemişken bile bana ruhun en kolay hangi şekli alıyor diye sorsanız... Yumruk gibi oluyorum, derim; çok sert biçimde kapanıyorum, kapatıyorum kendimi. Bir tür savunma, kavgaya hazırlık hali... Bir tür içe doğru büzülme ve sürekli gücünü parmaklarının üzerinde sınama çabası sanki... Ama rüzgârı bile hissedebilmek mümkün değil böyle! Biliyorum, çoğumuz çok verdiğinden fakat hiç alamadığından yakınır. Ama hayat duruşlarına bir bakın! Yumruk gibi sımsıkı kapalı ve kaskatıdırlar. Almak için de vermek için yumruğumuzu açmamız gerekiyor. Ve gariptir, dua ederken ellerimize verdiğimiz biçim bile "uyandırmıyor" bizi, aklımızı başımıza getirmiyor... Hayat bizi sevsin, sevindirsin istiyoruz. Tamam, bütün hoşlukların "kapanın elinde kaldığı" duygusu uyandıran bu sosyal düzende kolay olmuyor tabii... Sevilmek için sevenlerin; duygularına piyasa reytingi kazandırma peşindekilerin bireysel düzeninde hiç kolay değil, tamam! Peki biz hayatı seviyor, sevindiriyor muyuz? Bir de onu sormak gerek. Bir avuç gibi açık mıyız, yoksa bir yumruk gibi hem öfkeli hem de sakıngan mıyız? Hani o Çin atasözü var ya, biraz santimantal şapırtısı ve yaldızı fazla ama söylediğinde hakikat var: "Yüreğinde yeşil bir dal saklarsan, şarkı söylemeye bir kuş gelecektir." Biz hem kuş gelsin istiyoruz, hem de ne dalı, küçücük filizleri bile kırıp atıyoruz… Alıntı
  7. ABD nin ekonomisinin çökmesi onlar için sorun değilki, onlar istedikleri zaman istedikleri gibi hareket edebiliyorlar değilmi..Çöküş onlar için yeni kaynakları harekete geçirmek için bir neden..Dünya için oynuyorlar onlar..Bir savaş çıkarıyolar petrolü kontrol altına alıyorlar, başka yerde iki milleti birbirine sokarlar silahlarını satarlar..Yani onlar için engel ve sınır yok..Bizim asıl kendimize bakmamız,birlik olup bu ülkeyi elimizden almalarına izin vermememiz lazım..Asıl mesele burda..
  8. Hıhı aynen öyle..
  9. Arkadaşlar gördümki arman dönmüş..Ben tanımadım ama hepiniz bu kadar sevdiğinize göre gerçekten sevilecek biri..Mıneu ben sana dememişmiydim sizin sesinize ses verecek mutlaka diye..Hadi hepinizin gözü aydın olsun..
  10. Taş yürekli neden o kazağa takıldın, bırak giysin..Sonuçta bir eşya değilmi..Bir zamanlar güzel günlerinizde sen onu isteyerek almadınmı ona..Bence yaşanmış şeylere saygı duyman ve onları geride bırakman en güzeli..
  11. Sevgili İnsanlar; Yıllarca benim peşimden koştunuz, beni anlamaya, beni tanımlamaya çalıştınız, bir çok kez beni bulduğunuzu zannettiniz, bana sahip olmaya çalıştınız, birbirinize ve kendinize zarar verdiniz, acı çektiniz. Ama beni hiç fark etmediniz. Evet, beni hiç fark etmediniz diyorum size. İki kedinin öyküsünü bilir misiniz? Küçük kedi durmadan kuyruğunu kovalıyormuş. Yakalayamadıkça da sinirlenmiş, daha da hırsla atılmış. Bunu gören büyük kedi, küçük kediye sormuş: "Neden kuyruğunu yakalamak istiyorsun?" küçük kedi yanıt vermiş: "Bana mutluluğu kuyruğumu yakalarsam bulacağımı söylediler de ondan..." Büyük kedi gülmüş ve demiş ki: "Yıllar önce ben de senin gibiydim, kovaladım, kovaladım ama yakalayamadım. Bir gün kovalamaktan vazgeçtim ve yürümeye başladım. O benim peşimden geldi." Benim sırrım buradadır işte. Siz beni kovaladıkça ben kaçıyorum. Çünkü sizden korkuyorum. Siz bana sahip olmak istiyorsunuz. Ama ben özgürlükte varımdır, yoksa varolamam. Bir kelebeğe benzerim. Sizi hazır hissedince gelip konarım. Çoğunuz ilk başlarda benim tadımı çıkartır. İnanılmaz duygular yaşar. Ben de yaşarım, sizin mutluluğunuz arttıkça ben de büyürüm. Taa ki yaradılışınız da var olan sahiplenme dürtüsü devreye girene dek. O dürtü ki kelebekleri çivileyip duvarlarına asıyor. Sahip olmaktan haz duyuyor. Bu duyguyu hissedince ben hemen uçarım. Gördüğünüz gibi ben çok ürkeğimdir. Sahiplenme duygunuzun ve bunun sonucunda oluşan korkularınızın, kıskançlıklarınızın, öfkenizin, kavgalarınızın olduğu yerde ben yokum. Yoo! Üzülmeyin, onlar bana zarar vermezler, çünkü ben ölümsüzüm; sadece öyle ortamlarda varolamam ve kaçarım. Ve onlar gittiğinde tekrar gelirim. Beni en çok "artık içimdeki aşk tamamen öldü" ya da "bir daha aşkı asla yaşayamayacağım" gibisinden düşünenler üzüyor. Ben asla ölmem, sadece siz benim size gelmemi engellersiniz. Korku, endişe, umutsuzluk, sahiplenme duygusu, kıskançlık bunlar da sizin duygularınızdır. Hatta biliyor musunuz bunlar başlangıçta iyi duygulardı. Fakat çeşitli nedenlerle engellenince size asileştiler ve sizle mücadeleye başladılar. Ve yine biliyor musunuz ki siz beni yaşarken, inanılmaz mutluyken birazdan bunlar da gelir? Çünkü onlar da mutlu olmayı istiyorlardır. Onlar da sizin yaşadığınız gibi özgürce mutluluğu yaşamak istiyorlardır. Ama siz ne yaparsınız? Suçluluk hissedip, onlarla mücadele edersiniz? Aklınızda "Ben şu anda çok mutluyum, neden bunlarla karşılaşıyorum" düşüncesi vardır. Bastırırsınız, onlar direnir ve sonuçta gerilim gelir. Ben giderim. Lütfen, böyle bir durumda onları serbest bırakın. Nasıl mı? Onları dinleyin, ama direnmeyin. Sadece ne dediklerini dinleyin ve izleyin. Onlar ilk başta ne idiler ve neden bu hale geldiler? Unutmayın onlar bir zamanlar sizin saf duygularınızdı. Bir şekilde engellendiler ve şu an çok mutsuzlar. Belki de ailenizden veya çevrenizden gelen tepkiyle engellediniz onları, ama artık serbest bırakma zamanı. Onları dinleyin, nedenleri öğrenin ve serbest bırakın. Böylece bana daha geniş bir iniş alanı bırakırsınız. Bir şey daha beni üzüyor. Beni anlamaya, tanımlandırmaya, ifade etmeye çalışıyorsunuz. Birbirinize "Aşk nedir?" diye soruyorsunuz. Ve "güven, sadakat, paylaşmak, sevgi, kıskançlık, verici olmak" gibi cevaplar veriyorsunuz. Bunlar benim çok yakın arkadaşlarım ama hiçbir zaman ben değiller. Ben sadece "ben"im! Ya da sizin sorunuza yanıtla; "Aşk sadece aşktır." Ben evrendeki her var olan gibi kendime özgüyüm ve tekim. Ve her zaman her şeyleyim. Her zaman sizinleyim fakat beni beyninizle algılayamazsınız, beni nitelendiremezsiniz, beni ifade edemezsiniz. Dilinizdeki en harika sözcük birliği olan "Seni Seviyorum" bile beni tam ifade edemez. Ben bakışlardayım, ben sarılışlardayım, ben sözlerdeyim, ben hislerdeyim, ben her yerdeyim. Bütünlüğü hissediyorsanız, ben sizinleyimdir. Ama unutmayın beni beyniniz anlayamaz, o dünya da varolabilmeniz için eğitilmiştir. Ama beni eğitemezsiniz, bana sahip olamazsınız, beni korumaya çalışamazsınız, beni borsaya yatıramazsınız, beni satamazsınız. Benim varolduğum boyutu dünyasal beyniniz anlayamaz. Anlamaya çalıştıkça da karışırsınız, farklı ama hiçbir zaman ben olmayan tanımlara ulaşırsınız. Lütfen artık düşünmeyi bırakın da hissedin beni biraz. Sizinle beraber olmak o kadar harika ki... Bir de beni hep suçluyorsunuz; "aşk acısı" diyorsunuz buna... Ben size asla acı çektirmem. Siz sahip olma tutkularınızla kendinize acı çektirirsiniz. Süreç şöyledir: Beraberizdir, bir varlıkta somutlaşmışımdır, mutlusunuzdur, her şeyden büyük zevk alıyorsunuzdur. Ve birden korkmaya başlarsınız: ya bu mutluluğunuz gelecekte de devam etmezse;kendinizi garantiye almak istersiniz; bunun için bana sahip olmak istersiniz; üzülerek sizi terk ederim; kırgınlık ve öfke yaşarsınız; beni tekrar yakalamak için planlar, stratejiler oluşturursunuz; güzel sözler, hoş armağanlar, harika davranışlar kullanırsınız ama maalesef bu davranışlarınız sadece sempati toplar, beni değil. Belki bu davranışlarınızla somutlaştığım varlığı tekrar kazanırsınız ama bir şey eksik değil midir? Ben. Onu tekrar kazanana kadar yaşadığınız yürek çarpıntısına ne oldu? İstediniz ve elde ettiniz, değil mi? Yanlış anlamayın, sizi suçlamıyorum, siz içinizden geleni yaptınız ve başarmanın mutluluğunu tadıyorsunuz? Ben sadece şunu anlatmak istiyorum: Kendinizi ve onu serbest bırakın. Özgürleştirin birbirinizi. Ben sadece özgür ortamlarda var olabilirim. Ve beni tekrar yaşayabilmenin yolu özgür olmak ve özgür bırakabilmektir. Yoo!, kaybetmekten asla korkmayın. Benim tadımı bilen asla kaybetmez. Ve aslında bir gün şunu fark edersiniz, benim A veya B varlığında somutlaşmam önemli değildir, önemli olan tek şey: SİZİN BENİ HİSSEDEBİLME GÜCÜNÜZDÜR! Bir gün bunu fark edeceksiniz, umarım kendinize çok fazla eziyet etmeden anlarsınız bunu ... Alıntı
  12. Neyseki korktuğun başına gelmemiş..
  13. Senin gibi düşünmemiştim açıkçası Sedelina..Belkide şu yüzden,ben ilk kez bir forumdayım ve diğer forumları hiç bilmiyorum..Daha öncede yazmıştım sanal alemde ilk tecrübem benim bu forum..Ne msn nede chat yapmadım daha önce tanımadığım kişilerle..Galiba çok şanslıyım, bu forumda çok güzel bikaç dostluk kurdum buda bana yeter zaten.. Amaç zaten güzel paylaşımlar öyle değilmi..Yoksa karşı cins veya hemcins diye bir ayırım yapmak çağdaşlık gereği değildir..
  14. Tamam tatlım dikkate almıyorum... sende dikkate alma sen salak filan değilsin..
  15. Öyleyiz dimi Şimdi bir yerde burcumuzun özelliklerine baktım bunları yazıyo.. "Kendinden emin, güvenli, dinamik, güçlü, otoriter, hükmedici, canlı, etkileyici, asil, onurlu, gururlu, övgü bekleyen, mert, cesur, lider, cömert, yaratıcı, abartılı, sevecen, neşeli, sıcakkanlı, mağrur, kendine dönük, inatçı, diktatör, kendini beğenmiş, büyüklük kompleksi, ukala, küstah, çocuksu, dikkat çekmek isteyen." Başta iyide sonu biraz garip olmuş yaf..
  16. ASLAN - Sen kendini dünyanın zirvesindeki kusursuz insan sanmaya devam et, ohoooo millet senle ne dalga geçiyor haberin yok... Eleştiriye hiç gelemeyen, kendini beğenmis zavalli aslan parçası, sen kendini bir odaya kapat ve hayatının geri kalanını aynada oranı buranı seyrederek geçir bakalım.... Zavallı dedi bana yaaaaa..
  17. İlbey güzel bir yazı olmuş..Ama konunun en can alıcı cümleleri burada yatıyor..Bu sadece evlilikte değil, her zaman her karşılaştığımız durumda böyle olmalı.. İSTERSEN OLUR,ÇABA SARFEDERSEN OLUR... Ve diğer arkadaşlar gibi bende, Allah mutluluğunuzu hiç bozmasın diyorum.. Sevgiyle kalın..
  18. Gerçekten üzüntü verici.. Bu muameleyi kesinlikle kimse haketmiyor.. Ancak şunu söylemek isterim, umarım bu olay hayatınızda bir şanssızlık olmaktan çıkıp size çok daha güzel kapılar açar..
  19. Hürriyet 10.04.06 Yener SÜSOY Mustafa Kemal denince Çin'de akan sular durur Çin Halk Cumhuriyeti'nin Ankara Büyükelçisi Song Aiguo bence Çinli değil, kendini Çinli sanan bir Türk. Bir Çinli bu kadar güzel Türkçe konuşabilir mi, bu kadar iyi Türkçe yazabilir mi? "Hava atmak", "Gaza gelmek" gibi kelimeleri nasıl bilebilir? Atatürk'ü, Nutuk'u, devrimleri ezbere nasıl anlatabilir? Siz hiç "Şu Çılgın Türkler"i okuyan bir Çinli tanıyor musunuz? Sadece o mu, şu anda Pekin'de olan eşi Wang Jin ile biricik oğlu Song Sia da aynen öyle. Aslında ona "Song Bey" diye seslenmeliyiz. Büyük salona geçip uzun uzun sohbet ettik Song Bey'le. O arada öğrendim ki Büyükelçi, Çin kemanı olarak bilinen "Erhu"nun yaman bir ustası. Erhu, yaklaşık 80 santim uzunluğunda bir sap, iki tel, çay bardağı şeklindeki gövde ve at kıllarından yapılan yaydan oluşuyor. Çinlilerin "Yemeklerle beslenmek ilaçlarla beslenmekten iyidir" diye bir atasözü var. Song Bey de bize bunu harfi harfine uyguladı. "Rezidansta böyle bir ikramı ilk kez size sunuyorum" diyerek. Gerçekten muhteşem ve yüzde yüz Çin sofrasında, kelebek biçiminde kesilmiş füme somon ve denizanası kabuğundan oluşan ordövrle başladık yemeğe. Ardından balık köftesi çorbası, buharda karides, tatlı ekşi levrek balığı, beş çeşit sebzeli dana eti, sarmısaklı fasulye, Çin mantısı ve son olarak da yapışkan pirinçten yapılan inci suşi tatlısı geldi. Onların da ardından karışık meyve ve nihayet yeşil çay. Sonra acele İstanbul'a dönüş, bilgisayarın başına geçiş ve bu söyleşiyi yazış. Sözlerimi bir Çin atasözüyle bağlayayım: "Tanrım, değişebilecek şeyleri değiştirebilmem için bana güç ver. Değişemeyecek şeyleri kabullenmem için sabır ver. Bu ikisini birbirinden ayırt etmek için akıl ver." Taksi şoförlerinden garsonlara, dönercilere kadar herkes Çince öğrendi, Türkiye Çinli turistlerle dolup taşacak diye. Yıllar geçti, ne gelen var, ne giden... - Türkiye ile 2000'de imzalanan turizm anlaşmasından sonra vatandaşlarımız, Türkiye'ye sıklıkla gelmeye başladı. 2003'te Türkiye'ye gelen Çinlilerin sayısı 30 bin civarındaydı. 2004 yılında 35 bin oldu, geçen sene ise 80 bini geçti. Bunu biz de kafi görmüyoruz, rakamlar kısa zamanda çok daha artacak. Türkiye'de kişi başına düşen milli gelir 5 bin oldu, bizde ise 1700 dolar civarında. Demek ki Türkiye Çinliler için o kadar ucuz bir ülke değil. Biz Avrupalılar gibi dış seyahatlerimizi yıllar, aylar öncesinden planlayamıyoruz. Erken rezervasyon yaptırma imkanı olmadığı için, Çinli turistin konaklama ücreti Avrupalıdan daha yüksek oluyor. Ayrıca Türkiye'nin turistik ve kültürel tanıtımının Çin'de daha geniş yapılması şart. Çinli İstanbul'u bilir, Anıtkabir orada olduğu için Ankara'yı da bilir. Ama Ege'nin incisi İzmir'i tanımaz, turizm cenneti Antalya'yı hiç bilmez. Çinlilerin dış seyahat yapmaktan amacı, denize girmek değil, kültür turizmi yapmaktır. Bu yüzden, özellikle İstanbul ve İzmir bizim için çok cazip ama, fiyatlar pahalı. Türk Hava Yolları'nın haftada 5 gün olan Şanghay ve Pekin seferlerini her güne çıkarması da çok iyi oldu. Bildiğim kadarıyla bu uçaklarda yer bulmak haftalar öncesinden bile büyük bir mesele. Atatürk'ün Çin'de özel bir yeri var Türkiye'yi, Türkleri çok iyi bilen bir yabancı diplomat gözüyle Pekin'den Ankara nasıl görünüyor? - Halen "Şu Çılgın Türkler" romanını okuyorum, Türkleri ne kadar güzel anlatıyor. Kurtuluş Savaşı kolay kazanılmadı. Kahraman Türk halkının başında Mustafa Kemal gibi bir deha olmasaydı Kurtuluş Savaşı bu şekilde kazanılamazdı bence. Biz Atatürk demeyiz, Kemal deriz o büyük dahiye. Mustafa Kemal, ezilen milletler için örnek bir kahramandır. Çin de 1920'lerde bir arayış içindeydi. Biz de Kemalizm gibi bir devrim yapalım diyorduk, olamadı. Büyük Atatürk'ün eskiden beri Çin'de özel bir yeri vardır, onun adı söylenince akan sular durur. 1949'da Çin Halk Cumhuriyeti kuruldu, rejim değişti ama, yeni rejimin ilk ders kitabında Mustafa Kemal'in resmi ve yazısı yine yer aldı. Türkiye'de Atatürk'ün yeri öyle sağlam ki, kimse onun yerini alamaz. Tecrübeli bir Çinli diplomat olarak söylüyorum ki, kimse Türkiye'yi Atatürk'ün çizdiği yoldan çıkaramaz. Türkiye daima onun eserlerini yaşatacak, hep onun çizdiği yoldan gidecek. Atatürk, bütün dünya milletlerine örnek olmuş bir dáhi. Kesinlikle din devleti ya da başka bir şekle geçmesi mümkün değil. Farklı sesler olabilir ama, kimse Türkiye'yi Atatürk çizgisinden saptıramaz, ülkeyi bölemez. Çin Asya'nın doğusunda, Türkiye ise Asya'nın batısında. Bulduğumuz coğrafya farklı, halkın seçtiği yönetimler de tam aynı değil. Buna rağmen iki dost ülke olarak barışı seviyoruz, bölücülüğe hayır diyoruz. Türk tekstilinin bizden üstün tarafları var Dedem rahmetli "Çinliler en sonunda bütün dünyayı karıncalar gibi istila edecek" derdi... - Elbette böyle bir niyetimiz yok Yener Bey. Biz uyumlu bir dünyanın meydana gelmesi için çalışıyoruz. Ekonomimizi diğer ülkelerle işbirliği yaparak kalkındırıyoruz. Çin'in ihraç mallarının yarısından fazlası çokuluslu şirketlerin ürünleridir. Türkiye ile özellikle tekstil sektöründe "kazan-kazan" anlayışıyla işbirliği yapmak istiyoruz. Çin malları ucuz ama, Türk ürünlerin çok üstün tarafları var. Dünyaca ünlü tekstil, konfeksiyon markalarınız var. Türk işadamları Çin'e gidip orada ucuz ve iyi tekstil firmalarıyla birlikte çok önemli yatırımlar yapabilir. Mesela Mustafa Koç, Atasay Kuyumculuk Çin'de tesisler kurdu. Türk işadamı hemen kazanmak istiyor Çinli işadamı ile Türk işadamı kolay anlaşabilir mi dersiniz? - Çinliler gerçekten iyi işadamlarıdır, bunu Çinli olduğum için söylemiyorum, gerçekten öyle. Dünyanın her köşesinde iş yapıyorlar, hepsi de çok başarılı. Türk işadamları da çok yaman, onun için iki ülke işadamları birlikte çok önemli işler yapabilir. Önemli olan birbirimizin üstün taraflarını birleştirmek. Türk işadamlarının bizimkilerden tek farkı, kısa zamanda çok kár sağlamak istemeleri. Biz ise "Az kár edelim ama, uzun vadede büyük iş yapalım" diye düşünürüz. Türkiye'den epey miktarda demir-çelik mamulleri ve mermer alıyoruz. Ticaretin yanı sıra ekonomik işbirliğimizi de canlandırmak için büyükelçilik olarak büyük gayretler içindeyiz. Mesela Türkiye'ye yatırımlar yapmak için girişimlere başladık. Önceki gün Çin'den çok önemli şirket yöneticileri gelip benden yatırım konuları hakkında bilgi aldı.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.