Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

yemekkulubum

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    15
  • Katılım

  • Son Ziyaret

yemekkulubum tarafından postalanan herşey

  1. Gıda zehirlenmeleri fiziksel, kimyasal ve mikrobiyolojik olarak 3 ana başlık altında incelenmektedir. Bu kısımda gıda zehirlenmelerine neden olan mikrobiyolojik tehlikelere değineceğiz. Gıdalar tabloda da görüldüğü gibi mikrobiyolojik bakımından üç temel risk grubuna ayrılırlar. Bakterilerde her canlı gibi yaşamak için öncelikle gıda maddesine ihtiyaç duyarlar. Ancak her bir bakteri türünün ihtiyaç duyduğu gıda maddesi farklılık gösterir. Bazı bakteriler karbonhidratlara (glikoz) ihtiyaç duyarken, bazı bakteriler proteinlere (aminoasit) ihtiyaç duyarlar. Ancak bakterilerin genel olarak en çok ihtiyaç duydukları besin maddesi proteindir. Proteinden sonra da en çok karbonhidratlara (glikoz) ihtiyaç duyarlar. Bakterilerin en çok ihtiyaç duydukları besin maddesi protein olduğuna göre, bakterilerin büyük çoğunluğu protein içeren gıdalarda yaşamayı tercih edeceklerdir. Bu demek oluyor ki insan sağlığı ve gıda güvenliği açısından en riskli gıdalar bol miktarda protein içeren gıdalardır. Kaynak : yemek kulubum
  2. Güvenli Gıda nedir? Birincil üretim aşamasından başlayarak; çiftlikten/tarladan sofralarımıza gelinceye kadar üreticiden tüketiciye gıda zincirinin her aşamasında fiziksel, kimyasal ve mikrobiyolojik bulaşmalardan korunarak hastalık risklerinden arındırılmış gıdaya “Güvenli Gıda” denir. Gıda Güvenliği nedir? Gıdalarda meydana gelebilecek ve tüketen kişilerde sağlık riski oluşturabilecek fiziksel, kimyasal ve mikrobiyolojik her türlü zararın ortadan kaldırılması için alınan tedbirler ve uygulanan işlemlerin bütününe “Gıda Güvenliği” denir. Gıda Güvenliğinin Sağlanması Peki tüketeceğimiz gıdaları nasıl güvenli hale getirebiliriz? Tükettiğimiz gıdaların “Güvenli” ve “Güvenilir” olması için öncelikle Gıda Güvenliği’ni tehdit eden unsurları (gıdalarda sağlık riski oluşturan nedenleri) net bir biçimde belirlemeli ve tanımlamalıyız. Gıda güvenliğini tehdit eden unsurları belirleyip tanımladıktan sonra, gıdalarda sağlık riski oluşturan unsurların gıdalara bulaşmasını önlemeliyiz. Sağlık riski oluşturan unsurların gıdalara bulaşmasını önlemeyi başaramıyorsak, tehlikeli unsuru yok etmek ya da ortadan kaldırmak için işlemler yapmalıyız. Gıdanın içerisinden tehlikeli unsuru yok ettikten ya da ortadan kaldırdıktan sonra güvenilir hale gelen gıdamızı tüketmeli ya da daha sonra tüketmek üzere uygun şartlarda muhafaza etmeliyiz. Gıda Güvenliği temel konu başlığı altında, Gıda Güvenliğini sağlamak için bilmemiz gerekenleri alt konu başlıklarıyla detaylı bir şekilde aşağıda yer alan listede görebilirsiniz. Kaynak : yemek kulubum
  3. Papatya Bitkisinin Sağlığa Faydaları Papatyanın insan sağlığına sayısız faydası bulunmaktadır. Papatya genel hatlarıyla iki farklı kullanım şekli ile insan sağlığına fayda sağlar. Bu kullanım şekilleriden ilki gıda olarak kullanımdır. Diğer kullanım şekli kozmetik ürünü olarak kullanımdır. Papatya bitkisinin gıda olarak kullanım şekli çoğunlukla “çay” olaraktır. Kozmetik ürünü olarak kullanılan durumlarda papatya bitkisinin kendisi, çayı, yağı farklı şekillerde kullanılabilir. a) Papatya Bitkisinin Gıda Olarak Tüketiminde Sağlığa Faydaları Papatya bitkisi yüzyıllar öncesinden beri çay şeklinde hazırlanıp tüketilmiş ve birçok hastalığın tedavisinde kullanılmıştır. Papatya çiçeklerinin toplanarak kurutulmasından sonra kaynar suya bir miktar kurutulmuş papatya çiçeği konularak çayı hazırlanıp içilirse aşağıda sıraladığımız hastalık ve rahatsızlıklara iyi gelebilir. Soğuk Algınlığı, Grip, Nezle : Papatya çiçeğinin içerisinde bulunan antibakteriyel ve antioksidan maddeler bağışıklık sisteminin güçlenmesine katkı sağlayarak vücudun soğuk algınlığı, grip ve nezle gibi hastalıklara yakalanma riskini azaltır. Soğuk algınlığı yaşayan kişilerin hastalık sırasında papatya çayı içmeleri durumunda ise hastalığın daha hızlı atlatılmasına yardımcı olur. Uykusuzluk : Papatya çayı geleneksel tıp alanında uykusuzluk tedavisinde kullanılagelmiş doğal bir içecektir.2005 yılında Japon bilim adamları tarafından yürütülen bilimsel bir çalışmada, papatya çayının yapısında bulunan bazı maddelerin uykusuzluk tedavisinde kullanılan Benzodiazepine maddesinin yerine geçebildikleri ve Benzodiazepine maddesi gibi davrandıkları tespit edilmiştir. Bu bilimsel çalışmada passiflora ile papatya çayının uykusuzluğun önlenmesi hususunda mukayese edilmiş ve papatya çayının passifloraya göre 10 kattan daha fazla etkili olduğu tespit edilmiştir. Uykusuzluk yaşandığı durumlarda papatya çayının içilmesi rahat bir uyku uyuyabilmek için en doğal ve harika bir çözümdür. Papatya çayı, içilmesinden sonra takribi 30 dakika ile 60 dakika arasında rahat bir uyku haline geçilmesine yardımcı olur. Sinir Sistemi Sağlığı : Japon bilim adamları tarafından 2005 yılında yapılan bilimsel çalışmada papatya çayının Benzodiazepine maddesinin yerine geçebilen maddeler içerdiğini söylemiştik. Bu çalışma neticesinde; anksiyete, uykusuzluk hastalığı ve sinir sisteminin sakinleştirilmesinde kullanılan ilaçların etken maddesi olan Benzodiazepine maddesi yerine geçebilen doğal maddelerin papatya çayının içerisinde bulunduğu tespit edilmiştir. Bu demektir ki papatya çayı sinir sistemi üzerine olumlu etkide bulunur, zihinsel yorgunluğun giderilmesine ve sinirlerin yatışmasına yardımcı olur. Gün içerisinde iş stresinden bunalan kişiler için papatya çayı güzel ve doğal bir sakinleştiricidir. Sinir sisteminde yükselen korku, endişe gibi duyguların papatya çayının içilmesinden bir süre sonra normal seviyelerine gerilediği gözlemlenmiştir. Özellikle yoğun stresli işlerle uğraşan ve hatta zaman zaman sakinleştirici ilaç kullanmayı bile göze alan kişilerin öncelikle papatya çayını denemelerini tavsiye ederiz. Papatya çayının sinir sistemi üzerinde göstermiş olduğu yatıştırıcı etki adet dönemlerinde kadınların daha az sinirli olmasına, sakin kalmalarına ve daha az adet sanıcı çekmelerine de yardımcı olur. Sinir sistemi sağlığının korunması için papatya suyunun etkili olduğu kadar papatya yağı da etkilidir. Burada dikkat edilmesi gereken husus papatya yağının içilmemesidir. Papatya yağının 15-20 cm mesafeden birkaç kez koklanması yeterli gelmektedir. Migren, Baş Ağrısı : Papatya çayının sinir sistemi üzerinde göstermiş olduğu olumlu etki migren ağrısı ve baş ağrısı durumlarına da yardımcı olmaktadır. Migren ataklarının ilk görüldüğü andan itibaren papatya çayı içilmesi durumunda ağrıların şiddeti azalır ve hatta bazen ağrı tamamen ortadan kalkabilir. Kas Gevşetici : Papatya çayının sinir sistemi üzerinde göstermiş olduğu olumlu etki kasların istem dışı ve gereksiz şekilde kasılmalarının da önüne geçebilmektedir. Kadınlarda meydana gelen rahim kası kasılmalarında, genel olarak tüm kas spazmlarında, mide ve barsak kası kasılmalarında, fiziksel aktivite sonucu yorulan kol ve bacak kaslarının gevşemesi için oldukça faydalı ve etkilidir. Gaz, Hazımsızlık : Papatyanın yapısında doğal antispazmodik özellik gösteren maddeler bulunmaktadır. İçerdiği bu maddeler sayesinde papatya çayı mide ve barsaklarda oluşan gazın atılmasında oldukça etkilidir. Aynı maddeler mide ve barsaklarda meydana gelen düzensiz kas kasılmalarının ve spazmların da önüne geçer. Bu nedenle mide ve barsak spazmı tedavisinde, mide ve barsak gazı problemlerinde sıklıkla ve güvenle kullanılabilir. Bebeklerin gaz çıkarmaları için kullanılan en eski ve en doğal yöntemlerden biri papatya çayı içirmektir. Aynı etki yetişkinlerde de görülmektedir. Midenin hazımsızlık yaşadığı durumlarda papatya çayı içmek maden suyu içmekten çok daha etkilidir. Sindirim Sistemi Sağlığı : Papatya çayı, Hassas Barsak Sendromu diğer adıyla Huzursuz Barsak Sendromu (İrritabl Barsak Sendromu-IBS) tedavisinde sıklıkla kullanılan doğal bir ilaçtır. Mide ve barsaklarda meydana gelen gaz ve şişkinliğin giderilmesinde, mide ve barsak ağrılarının ve kramplarının azaltılmasında, mide bulantısı, ülser, gastrit, ülseratif kolit gibi rahatsızlıkların tedavisinde papatya çayı kullanılabilecek en doğal ve en iyi ilaçlardan biridir. İltihap Tedavisi : Papatyanın yapısında doğal antienflamatuvar ve antimikrobiyal özellik gösteren maddeler bulunmaktadır. Bu maddeler deride ve iç organlarda meydana gelebilecek enfeksiyonların önüne geçebilmektedir. Yapılan bilimsel çalışmalar sonucunda papatya çayının özellikle idrar yolu enfeksiyonları, idrar yolu iltihaplanması, üst solunum yolu ve bademcik iltihaplanması tedavilerinde oldukça etkili olduğu görülmüştür. Bu özelliklerinin yanı sıra papatya çayının vücutta meydana gelen ödemlerin atılmasında da oldukça etkili olduğu görülmüştür. Diyabet : Papatya çayı ve diyabet ilişkisi üzerine yapılan bilimsel çalışmalarda, papatya çayının gıdaların glisemik etkilerini azalttığı, böylece kan şekerinin yükselmesini engelleyici etki gösterdiği tespit edilmiştir. Bu bilimsel çalışmalarda ayrıca gözlerde ve böbreklerde, diyabet hastalığından kaynaklanan zararın azaldığı, görme kaybının ve böbrek yetmezliğinin azaldığı da gözlemlenmiştir. Diyabet nedir, belirtileri nelerdir? Papatya Çayının Diğer Faydaları : Papatya birçok hastalığın önlenmesinde ve tedavisinde kullanılan oldukça faydalı bir bitkidir. Yukarıda detaylı şekilde anlattığımız hastalıkların dışında papatya geleneksel tıp alanında birçok hastalığın ve rahatsızlığın tedavisinde kullanılmaktadır. - Papatya antimikrobiyal etkisi sayesinde açık yaraların temizlenmesinde, mikropların öldürülmesi ve yaranın hızlı iyileşmesinde oldukça etkili ve faydalıdır, - Alerjik reaksiyonların şiddetini azaltır, - Deri dökülmesine neden olan cilt hastalıklarının, egzama, mantar gibi cilt hastalıklarının tedavisinde etkilidir, - Romatizmal ağrıların giderilmesine yardımcı olur, - Sinüzit tedavisinde oldukça etkilidir, - Mide ekşimesi ve reflünün hafifletilmesine yardımcı olur, - Papatya yağının solunum yolu ile ciğerlere alınması (solunması) özellikle bahar aylarında polen alerjisine karşı etkili bir önlemdir, - Papatya yağı vücut üzerinde ağrıyan bölgelere masaj yaparak uygulandığında ağrıların hafiflemesine yardımcı olur, - Papatya yağı ile vücuda uygulanan masaj vücudun tüm yorgunluğunun giderilmesine ve vücudun rahatlamasına yardımcı olur. Papatya Bitkisinin Kozmetik Ürünü Olarak Kullanımında Sağlığa Faydaları Papatya yağı ve papatya çayı farklı şekillerde deri üzerinden uygulandığı durumlarda vücudumuzda çeşitli faydalar sağlamaktadır. Saç Sağlığı ve Saç Bakımı : Papatya, yapısında antimikrobiyal maddeler içermektedir. Papatyanın içeriğinde bulunan bu maddeler saç derisindeki bakterilerin öldürülmesinde, saç derisinde meydana gelen yaraların kapatılmasında, saç derisinin normal sağlığına kavuşmasında oldukça etkili ve faydalıdır. Bu özelliği ile saçlar papatya suyuyla yıkandığında saç derisinde kepek oluşumunun ve saç dökülmelerinin önüne geçilebilir, saç köklerinin güçlenmesi sağlanabilir, saç derisinde meydana gelen kaşıntılar ve buna bağlı oluşan yaralar önlenebilir. Papatya suyu saç ve saç derisinin sağlığını korumak için kullanıldığı gibi saç renginin açılması içinde kullanılabilir. Özellikle yaz aylarında papatya suyu ile yıkanan saçlar güneşte kurutulduğunda saç rengi çok hızlı bir şekilde açılır. Cilt Hastalıkları ve Cilt Sağlığı : Papatya yağı ve papatya suyu günümüzde birçok kozmetik üründe kullanılmaktadır. Papatya suyu ve papatya yağı cildin mikroplardan temizlenmesinde, açık yaraların temizlenmesinde, cildin nemlendirilmesinde çokça kullanılan ürünlerdir. Papatya yağı cildin daha beyaz, daha canlı görünmesini ve cildin daha sağlıklı olmasını sağlar. Cilt üzerindeki ölü hücrelerin temizlenmesi ve tıkanan cilt gözeneklerinin açılması için oldukça etkili ve faydalıdır. Ciltte oluşan akne ve sivilcilerin temizlenmesinde etkili olduğu gibi sivilce ve aknelerin oluşmasını engellemek konusunda da oldukça etkili ve faydalıdır. Papatya yağı orta ve düşük dereceleri yanıkların tedavisinde yanan bölgeye masaj yaparak uygulanırsa yanan bölgenin daha hızlı iyileşmesine yardımcı olur. Papatya yağı kuru ciltlerin nemlendirilmesinde, göz çevresindeki siyah halkaların ve morlukların azaltılmasında da masaj yaparak uygulandığında oldukça faydalıdır. Kaynak: Yemek Kulübüm
  4. Enginar’ın Sağlığa Faydaları Enginar bahar aylarının ve yazın ilk aylarının en değerli sebzelerinden biridir. Enginar yapısında bulundurduğu vitamin, mineral ve diğer değerli maddeler ile sağlığımız için önemli bir şifa kaynağıdır. Enginarın en önemli ve bilinen faydaları şunlardır: Beyin Sağlığı: Enginar yüksek miktarda Potasyum minerali içermesi nedeniyle damarlarda vazodilatör etki yaparak damarların daralmasına izin vermez, genleşmesine yardımcı olur. Böylece damarlardaki kan basıncının normal seviyelerinde kalmasını sağlar. Bu özelliğinin yanı sıra kalbe destek olan enginar kalbin sağlıklı bir şekilde kan pompalamasına yardımcı olurken kalbin beyne yeterli miktarda kan pompalamasını dolayısıyla beyne yeterli miktarda oksijen taşınmasına da yardımcı olur. Enginarın beyin sağlığımız için bir diğer önemi beynin ihtiyacı olan Fosfor mineralini tedarik etmesidir. Kolesterolü Düşürür: Enginarın yapısında yüksek miktarda bulunan doymamış yağ asitleri kan içerisindeki kötü huylu kolesterol (LDL) seviyesini düşürerek iyi huylu kolesterol (HDL) seviyesini yükseltirler. Kolesterolün düşürülmesinde yalnızca doymamış yağ asitleri etkil değildir. Enginarın yapısında, kolesterol tedavisinde kullanılan ilaçların içeriğinde kullanılan Niasin (B3 vitamini) de bulunmaktadır. Niasin normal şartlarda karaciğerimiz tarafından üretilebilen bir vitamin olmasına karşın bu üretim yeterli miktarda değildir. Bu özelliklerinin dışında bazı araştırmalarda enginarın yapısında bulunan Cynarin isimli maddesinin safra kesesinin daha fazla safra asidi üretmesine dolayısıyla kandaki kötü kolesterol seviyesinin düşürülmesine katkı sağladığı yönünde bulgular elde edilmiştir. Enginarın kendisi kadar etli yapraklarınında kolesterolü düşürmede etkili olduğu çeşitli bilimsel araştırmalarda kanıtlanmıştır. Kalp ve Damar Hastalıklarını Önler: Enginar yüksek miktarda Potasyum minerali içermesi nedeniyle damarlarda vazodilatör etki yaparak damarların daralmasına izin vermez, genleşmesine yardımcı olur. Böylece damarlardaki kan basıncının normal seviyelerinde kalmasını sağlayarak kalbin daha az zorlanmasını, kalp kapakçıklarının görevini daha rahat yerine getirmesine olanak sağlar. Bu özelliğinin yanı sıra enginar yapısında bulunan antioksidan maddelerle kan içerisinde bulunan toksik maddeleri yok ederek, damarlar içerisinde herhangi bir tıkanıklığın oluşmasına engel olur. Kanseri Önler: Enginarın yüksek antioksidan kapasitesinin bazı kanser türleri üzerinde önleyici etki gösterdi çeşitli bilimsel araştırmalarda tespit edilmiştir. Bu araştırmalardan birinde enginarın yapısında bulunan C vitamini ve diğer antioksidan maddelerin kanserli hücrelerin yaşama şansını azaltarak sağlıklı vücut hücrelerinin yaşam şartlarını iyileştirdiği, dolayısıyla lösemi, göğüs kanseri ve prostat kanseri üzerinde olumlu etki gösterdiği görülmüştür. Bu konuda İtalya ve Almanya’da yapılan farklı bilimsel çalışmalarda da enginarın lösemi, göğüs kanseri ve prostat kanserine yakalanma riskini azalttığı kanıtlanmıştır. Anemiyi Önler: Anemi hastalığı vücudun Demir minerali eksikliği yaşamasında kaynaklanan bir hastalıktır. Enginar demir minerali bakımından oldukça zengin bir gıda maddesidir. 100 gram enginar yetişkin bir insanın günlük ihtiyaç duyduğu demir mineralinin %16’sını karşılayabilir. Enginar yalnızca demir minerali yönünden değil potasyum, bakır, fosfor ve sodyum mineralleri bakımından da zengindir. Bu mineraller kan hücrelerinin sağlıklı bir şekilde çoğalmasına ve yaşamasına büyük katkı sağlrlar. Antioksidan Özellik: Enginar’ın yapısında bulunan antioksidan maddeler enginarı değerli bir gıda maddesi haline getirir. Gıdaların antioksidan madde kapasitesini gösteren ORAC değerlerine göre enginarın ORAC değeri 6.552’dir. Bu değer enginarı değerli bir gıda maddesi haline getirir. Enginarı antioksidan özelliğini başka bir gıda ile karşılaştırırsak değerini daha net anlayabiliriz: Enginarın yapısındaki antioksidanlar C vitamininden 9 kat daha etkilidir. Enginar antioksidan özelliği ile vücutta bulunan toksik maddelerin (serbest radikallerin) vücuttan atılmasına yardımcı olarak vücudun detoks yapmasını sağlarken, hem karaciğerin sağlıklı çalışmasına hem de bağışıklık sisteminin güçlenmesine büyük destek sağlar. Karaciğer Sağlığı: Enginar yüksek antioksidan madde kapastesi sayesinde vücudun ihtiyaç duyduğu antioksidan madde miktarını karşılamaya yardımcı olurken, karaciğerin antioksidan üretimine de ciddi destek olur. Enginarın yapısında bulunan Silymarin ve Cynarin isimli maddeler karaciğerin özellikle çevre kirliliğinden kaynaklanan ve vücuda giren bu toksik maddelere karşı direnci arttırır ve hastalıklara yakalanma riskini azaltır. Enginarın karaciğer üzerinde bir diğer olumlu etkisi de; karaciğerin kandaki kötü kolesterol seviyesinin düşürülmesi için yaptığı çalışmalara yardımcı olarak karaciğerin daha az yorulmasına imkan sağlamaktır. Sindirim Sistemi Sağlığı: Enginar, sindirim sistemimizin ihtiyaç duyduğu lifli gıdalar arasında en önemli ve en faydalı olan gıdalardan biridir. Enginar yüksek lifli yapısının yanı sıra zengin bir antioksidan, vitamin ve mineral kaynağıdır. Bu özelliği ile enginar barsaklarımızın sağlıklı çalışması için odukça önemli katkılar sağlar. Barsaklarımızın Persitatik hareketlerinin düzenli ve sağlıklı yürümesine katkı veren enginar lifli yapısı ile barsaklardaki fazla yağın emilerek vücuttan atılmasını sağlar, kabızlığı önler. Enginarın yapısında bulunan antioksidan maddeler barsaklarımızda toksik maddeleri yok ederek barsaklarımızın gereksiz yorulmasını, hazımsızlığı, şişkinliği önler. Bu özelliği ile enginar “İrritabl Barsak Sendromu” rahatsızlığının tedavisi içinde oldukça faydalıdır. Enginar tüm bu özelliklerinin yanı sıra mide ve safra asidi miktarının düzenlenmesine ciddi destekte bulunarak mide ekşimesi gibi problemlerin önlenmesini sağlar. Kilo Kontrolüne Yardımcıdır: Enginarın lifli bir yapıda olması ve yüksek miktarda antioksidan madde içermesi diyet yapan kişiler için enginarı harika bir gıda maddesi yapmaktadır. Bu iki harika özelliğinin yanı sıra 100 gram enginarın yalnızca 47 kcal enerji verdiğini de özellikle belirtmekte fayda var. Enginar, sağlıklı kilo vemek isteyen kişiler için muhteşem bir diyet menüsü gıdasıdır. Bağışıklık Sistemini Korur: Enginar yüksek ORAC değeri ile en değerli antioksidan gıda maddelerinden birisidir. Enginarın yapısında buluna Flavonoid maddelerin haricinde E vitamini ve C vitamini kapasiteside oldukça yüksektir. Bu nedenle enginar değerli bir antioksidan gıda maddesidir. Yüksek antioksidan özelliği ile enginar bağışıklık sistemimizi destekleyerek hastalıklara karşı vücudumuzun direnç kazanmasına katkı sağlar. Enginarın, yetişkin bir bireyin günlük C vitamini ihtiyacının %13’ünü tek başına karşılayabilir. Kemik Sağlığını Korur: Enginarın yapısında bulunan K vitamini, kemik metabolizmasındakalsiyum mineralinin kemik dokusuna geçişini sağlayan osteokalsin proteinini aktive ederek kemik dokusunun güçlenmesine, osteoporoz ve osteomalazi gibi kemik hastalarının ortaya çıkmasına engel olur. K vitamini haricinde enginar, kemik sağlığının korunması ve gelişmesi için kemik metabolimasında gerekli olan Magnezyum, Fosfor ve Manganez mineralleri içinde iyi bir kaynaktır. Enginarın Diğer Faydaları: Yukarıda saymış olduğumuz faydaların yanı sıra enginarın sağlığımız için daha birçok faydası bulunmaktadır. - İdrar söktürücüdür, - Çeşitli böbrek hastalıklarına yakalanma riskini düşürür, - Diyabet hastaları için en kaliteli gıda maddelerinden biridir, - Sigara içen kişilerde vücutta biriken nikotin seviyesini azaltmaya yardımcıdır, - Vücut hücrelerinin sağlıklı çalışabilmek için ihiyaç duyduğu mineral ve vitaminleri tedarik eder, - Vücut metabolizmasının sağlıklı çalışabilmesi için gerekli olan vitamin, mineral, karbonhidrat ve aminoasitleri tedarik eder, Kaynak : Yemek Kulübüm
  5. Biberiye’nin Sağlığa Faydaları Son zamanlarda çoğunlukla yemeklerimize hoş bir aroma, koku ve lezzet vermek için kullandığımız biberiye yüzyıllardır geleneksel tıp alanında birçok hastalığın tedavisinde, rahatsızlıkların giderilmesinde ve önlenmesinde sıklıkla kullanılmaktadır. Biberiyenin içeriğinde bulunan birçok vitamin, mineral, flavonoid, fenolik bileşik ve uçucu yağlar baş ağrısından kansere kadar birçok hastalığın tedavisinde kullanılan ve insan sağlığı için oldukça faydalı bir bitkidir. En son yapılan bilimsel araştırmalar sonucunda biberiye, adaçayı ile birlikte en yüksek antioksidan özelliğe sahip bitki olarak tespit edilmiştir. Kanser : Biberiye’nin yapısında bulunan karnasol, karnosik asit ve rosmarinik asit yüksek antioksidan aktivite gösteren maddelerdir. Bu üç maddenin birlikte bulunduğu tek bitki biberiyedir. Karnasol; meme, yumurtalık ve barsak tümörlerinde kanserli hücrelerin büyümesini engelleyen ender maddelerden biridir. Karnosik asit ve rosmarinik asitte yüksek antioksidan özellikleri sayesinde vücutta bulunan serbest radikalleri bağlayarak kanserli hücre oluşumuna engel olurlar. Karnasol, kanserli hücrelerin büyümesini engellediği gibi lösemi, kolon kanseri, göğüs kanseri, prostat kanseri ve deri kanserinde ağrı tedavisinde de kullanılmaktadır. Beyin Sağlığı (Hafıza) : Biberiye ilk olarak Antik Yunan döneminde hafızayı güçlendirmek ve konsantrasyonu arttırmak için kullanılmaya başlanmıştır. Gelişen bilimle birlikte son yıllarda yapılan araştırmalarda biberiyenin yapısında bulunan karnosik asitin beyin ve sinir hastalıkları üzerinde birçok olumlu etkisi olduğunu tespit etmiştir. Karnosik asit beyin ve sinir hücrelerini koruyucu ve güçlendirici özellik göstermektedir. Bu özelliği ile hafıza kaybı, yaşa bağlı bunama ve yaşa bağlı Alzheimer gibi hastalıkların tedavisinde ve önlenmesinde oldukça etkili ve faydalı bir maddedir. Biberiyenin yapısında bulunan uçucu yağlar beyni çok hızlı bir şekilde uyarırlar ve beynin konsantrasyonunu artırırlar. Konsantrasyonun artması ile birlikte zihinsel faaliyet hızlanır, hafıza güçlenir, yükselen stres seviyesi düşer. Antioksidan Özellik, Karaciğer Sağlığı : Karaciğer, vücudumuzun kimyasal madde temizliğinden sorumlu organdır. Başka bir deyişle karaciğer vücudumuza ağız ya da kan yoluyla giren zararlı kimyasal maddelerin yok edilmesinden sorumludur. Karaciğer bu görevi yerine getirmek için antioksidan maddeler üretir. Üretilen bu antioksidan maddeler vücudumuzdaki zararlı kimyasal maddeleri yakalayarak vücudumuzdan atılmasına yardımcı olurlar. Karaciğer bu görevi yerine getirirken zaman zaman yetersiz kalabilir. Bu nedenle vücudumuza gıdalar yoluyla bol miktarda antioksidan madde almak hem karaciğerimizin işini kolaylaştırır hem de karaciğerimizin daha az yorulmasına engel olur. Yapılan bilimsel araştırmalar sonucunda en yüksek antioksidan kapasitesine sahip gıdalar listesinde biberiye ilk 10 gıda içinde yer almaktadır. Bu özelliği ile karaciğerin görevini yerine getirmesine yardımcı olurken karaciğerin daha az yorulmasına dolayısıyla siroz ve diğer hastalıklara engel olur. Bağışıklık Sistemi Sağlığı : Biberiye, içeriğinde bulunan fenolik bileşikler, flavonoidler, antioksidan maddeler, vitaminler ve mineraller sayesinde bağışıklık sisteminin güçlenmesine büyük katkı sağlar. Özellikle antioksidan kapasitesinin çok yüksek olması bağışıklık sisteminin işleyişine oldukça yardımcıdır. Güçlü bağışıklık sistemi üst solunum yolu hastalıklarından, kansere kadar birçok hastalığın vücudumuzda gelişmesinin önüne geçer, sağlığımızın korunması için çalışır. Sindirim Sistemi Sağlığı : Biberiye yüzyıllar öncesinden itibaren hafızayı güçlendirici özelliği ile birlikte çeşitli sindirim sistemi hastalıklarının tedavisinde de kullanılan bir bitkidir. Hazımsızlık başta olmak üzere gastrit, ülser gibi mide rahatsızlıklarının tedavisinde ve kabızlığın önlenmesinde kullanılagelmiştir. Yapısında bulunan anti-inflamatuar özellikteki maddeler sayesinde de sindirim sisteminin sağlıklı bir şekilde çalışmasına yardımcı olur. Migren ve Diğer Ağrılar : Biberiye yüzyıllardır migren, baş ağrısı, çeşitli kas ve eklem ağrılarının dindirilmesi için kullanılan bir bitkidir. Biberiyenin yapısında bulunan uçucu yağlar vücudumuzda ortaya çıkan birçok bölgesel ağrının ve migrenin geçirilmesinde etkin rol oynar. Migren ve baş ağrısı için düzenli biberiye tüketiminin faydası olmakla birlikte aniden ortaya çıkan ağrıların geçirilmesinde biberiyenin yapısındaki uçucu yağların solunum yoluyla vücuda alınması ağrının azaltılmasında veya yok edilmesinde oldukça etkilidir. Solunum yolu ile vücuda alınan biberiye, sinüzitten kaynaklanan baş ağrısının ve migrenin geçirilmesinde oldukça etkilidir. Vücutta meydana gelen kas ve eklem ağrıları, kas krampları ve spazmlar için biberiye yağının deri üzerinden problemli bölgeye uygulanması rahatsızlığın giderilmesinde oldukça etkilidir. Hatta biberiye yağının deri üzerinden uygulanması romatizmal ağrıların giderilmesinde bile oldukça etkilidir. Solunum Yolu Hastalıkları : Biberiyenin yapısında bulunan uçucu yağlar ve antioksidan maddeler solunum yolu hastalıklarının tedavisinde ve önlenmesinde oldukça etkilidir. Uçucu yağlar solunum yolunu açarak rahat nefes almamıza yardımcı olurken antioksidan maddeler ve vitaminlerle birlikte solunum yolu iltihaplarının yok edilmesinde ve iyileşmesinde aktif görev alır. Grip ve soğuk algınlığı tedavisinde, boğaz ağrısı ve boğaz şişliğinin giderilmesinde biberiye oldukça etkilidir. Astımlı hastalarda astımın belirtilerinin hafifletilmesinde de oldukça faydalıdır. Ağız Sağlığı : Biberiye çayını gargara yapmamız durumunda ağız kokusunu giderebilir ve ferah bir nefesimiz olmasını sağlayabiliriz. Biberiye çayı gargarası ağız içinde bulunan aft ve yaraların iyileşmesine, diş eti hastalıklarının iyileşmesine yardımcı olurken ağız içinde bulunan bakterilerin yok edilmesini sağlayarak ağız sağlığımızın korunmasına yardımcı olur. Biberiyenin Diğer Faydaları: Biberiye birçok hastalığın önlenmesinde ve tedavisinde kullanılan oldukça yararlı bir bitkidir. Yukarıda detaylı şekilde anlattığımız hastalıkların dışında biberiye geleneksel tıp alanında birçok hastalığın ve rahatsızlığın tedavisinde kullanılmaktadır. - İştahı keser, kilo kontrolüne ve diyete yardımcıdır, - Saç ve saç derisi sağlığının korunmasına yardımcı olur, saç dökülmesini engeller, saçın parlak bir görünüm kazanmasını sağlar, - Saçlarda kepek oluşumunu önler, - Kan dolaşımını hızlandırır, beyin başta olmak üzere vücudun tüm hücrelerine daha fazla oksijen taşınmasını sağlar, - Vücutta ve deride oluşan iltihapların kapanmasına yardımcı olur, - Cildin kendini yenilemesine yardımcı olur - Deri üzerinde yağ birikimini ve sivilce oluşumunu önler, - Deri hücrelerinin temizlenmesine ve yenilenmesine yardımcı olur. Bu özelliği ile cildin gençleşmesine ve cildin erken yaşlanmamasına yardımcı olur. - Deri altında biriken yağların yakılmasına yardımcı olur, basen ve selülit oluşumunu engeller, - Cildin parlak bir görünüm kazanmasını sağlar, - Vücuttaki alerjik reaksiyonların şiddetini azaltır, - Stres azaltıcı etki gösterir, - Antiseptik özellik gösterir. Kaynak: Yemek Kulübüm
  6. Bal’ın Sağlığa Faydaları Bal binlerce yıl öncesinden beri insanoğlu tarafından şifa kaynağı bir gıda maddesi olarak tüketilmiştir. Eski Mısır’da Tanrılara adanmış, pek çok toplumda kutsal kabul edilmiştir. Eski Mısır, Eski Yunan ve Eski Çin geleneksel tıbbında bal birçok hastalığın tedavisinde kullanılmış nadide bir gıda maddesi olarak tarihte hep var olmuştur. Tarih boyunca öksürükten yara bakımına kadar pek çok sağlık probleminin giderilmesinde kullanılan balın geleneksel ve bilimsel tıp alanında tespit edilen faydaları şunlardır: Doğal Tatlandırıcı Özellik: Şeker içeriği yüksek gıdaları tüketmekte alışkanlığınız varsa ve özellikle çay, kahve gibi sıvı gıdaları çok şekerli içiyorsanız şeker yerine bal kullanabilirsiniz. Balı, içeceklerinizi tatlandırmak için kullandığınızda içeceğinizin tadını ilk başlarda garipseyebilirsiniz ancak şeker kullanmaktan çok daha sağlıklı olacağını unutmayın. Sakkarin, Aspartam gibi yapay tatlandırıcılar zamanla midede bazı sorunlara neden olabilirler. Beyaz şeker kullanımı da zaman içerisinde diyabet riskini arttırmaktadır ancak balın tatlandırıcı olarak kullanıldığında, gün içerisinde çok fazla miktarda tüketilmediği sürece, en sağlıklı tatlandırıcı madde olduğunu unutmamak gerekir. Vücuda Enerji Verir: Eski Roma döneminde askerlerin enerji ihtiyacını karşılamak için, Antik Yunan döneminde olimpiyat sporcularının acil enerji ihtiyacını karşılamak için bal ve incir en çok tüketilen gıda maddeleri olmuştur. Balın yapısında glikoz, fruktoz ve diğer şeker türleri doğal halde ve tek başlarına (bileşik yapıda değil) bulunurlar. Bu özelliği nedeniyle balı tükettiğimiz andan itibaren barsaklarımızdan çok hızlı bir şekilde emilerek kana karışarak hücrelerimizde enerji üretiminde kullanılır. Vücudun acil enerji ihtiyacının olduğu zamanlarda şekerli gıdalar tüketmek yerine bal tüketmek çok daha sağlıklı bir enerji elde etme yöntemidir. Örneğin sınav esnasına şeker ve çikolata tüketmek yerine az miktarda bal tüketmek beynin enerji ihtiyacının daha hızlı karşılanmasına olanak sağlayabilir. Antioksidan, Antimikrobiyal, Antiseptik, Antifungal Özellik: Balın şekerler ve su haricinde kalan %1’lik bölümünü oluşturan ve sağlığımız için en önemli bölüm olan vitaminler, mineraller ve diğer kimyasallar maddeler balın anti- özelliklerinin temelini oluşturur. Balın yapısında bulunan antioksidan maddeler toksik maddelerin (serbest radikaller) vücudumuzdan atılmasına yardımcı olarak doğal detoks yaparlar. Antimikrobiyal maddeler vücudumuzdaki zararlı mikroorganizmaların yok edilmesine, antiseptik maddeler vücudumuzdaki yaraların temizlenmesine ve daha hızlı iyileşmesine, antifungal maddeler vücudumuzdaki zararlı mantarların yok edilmesine yardımcı olur. Balın bu özellikleri bağışıklık sistemimizin de güçlenmesine yardımcı olurlar. Bağışıklık Sistemini Güçlendirir: Balın yapısında doğal olarak bulunan antioksidan, antimikrobiyal, antiseptik, antifungal vb. maddeler ile vitamin ve mineraller her zaman bağışıklık sistemimizin iyi çalışması için destek olurlar. Balın yapısında bulunan bu maddeler bağışıklık sistemimizi desteklediği gibi bağışıklık sistemimizin mikroplarla savaşabilmesi için gerekli olan maddelerin üretilmesine de katkıda bulunurlar. Bal düzenli olarak tüketildiği zaman bağışıklık sistemimizin her türlü mikrobiyal tehtide karşı koyma gücü her zaman üst seviyede olmasını sağlar. Bu özelliklerinin dışında bal, vücudumuz için gerekli olan dost bakterilerin yaşamasına ve çoğalmasına destek olarak probiyotik özellik gösterir. Balın bağışıklık sistemine vermiş olduğu destek alerjik reaksiyonlara karşıda üst seviyededir. Özellikle bahar aylarında çiçek polenlerinin neden olduğu alerjik reaksiyonların azaltılmasında bağışıklık sistemimize önemli derecede yardımcı olur. Ciltteki Yara ve Yanıkları İyileştirir: Yapılan bilimsel araştırmalarda balın yapısında doğal olarak Hidrojen Peroksit olduğu tespit edilmiştir. Hidrojen peroksit tıp alanında yaralardaki mikropların öldürülmesinde ve yaraların temizlenmesinde kullanılan antiseptik bir maddedir. Balın yapısında bulunan doğal Hidrojen peroksit tıbbi olarak kullanılandan çok daha üstün ve kalitelidir. Deri üzerindeki büyük olmayan açık yaraların, kesiklerin temizlenmesi ve çabuk iyileşmesi için bal sürmek çok etkin bir tedavi yöntemidir. Bu yöntem Eski Mısır, Eski Roma, Antik Yunan ve Çin geleneksel tıbbından itibaren yüzyıllar boyunca kullanılan bir yöntemdir. Yara üzerine sürülen bal bakterilerin çoğalmasını ve enfeksiyonları engellerken deri hücrelerinin daha az zarar görmesini ve yaranın daha hızlı iyileşmesine yardımcı olur. Sindirim Sistemi Hastalıklarını Tedavi Eder: Balın sindirim sistemi için vermiş olduğu en önemli destek vücudun ihtiyaç duyduğu sindirim enzimlerini kolayca üretebilmesine yardımcı olmasıdır. Bu özelliği ile bal sindirim sistemimizin olağan çalışma düzeninin korunmasına yardımcı olur. Düzenli bal tüketimi ile balın antimikrobiyal, antifungal ve antiseptik özellikleri sayesinde barsaklarda bakteriyel kaynaklı rahatsızlıkların önüne geçilebilmektedir. Bazı bilimsel araştırmalarda balın limon ile birlikte tüketildiği durumlarda mide asiditesinin dengelendiği, İrritabl (Huzursuz) Barsak Sendromu ve Crohn’s hastalığına iyi geldiği sonucuna da varılmıştır. Kalp ve Damar Sağlığını Korur: Yapılan bazı bilimsel çalışmalarda düzenli bir şekilde balın tarçın ile birlikte tüketildiği zaman damar sağlığının korunmasına yardımcı olduğu ve kandaki kötü kolesterol seviyesinin %10’a kadar düşürülebildiği görülmüştür. Bazı kaynaklarda balın damar sertliğini önlediği ve kalp krizi riskini azalttığı belirtilmektedir ancak bu konuda henüz bilimsel çalışmalar yeterli değildir. Kan Şekeri Seviyesini Düzenler: Bal, yapısında %82 (ortalama) karbonhidrat (şeker) olan bir gıda maddesidir. Balın yapısında bulunan şekerin %50’si fruktoz, %43’ü glikoz’dan oluşmaktadır. Şekerlerin ve balın diyabet üzerine etkisini gösteren Glisemik İndeks (GI) değerlerine baktığımızda toz şekerin glisemik indeksi 100 birim, fruktozun 20 birim, balın 61 birim olduğunu görüyoruz. Gıdalarda en çok bulunan glikoz ve fruktoz ile mukayase edildiğinde bal, glikoza göre kan şekeri seviyesini daha az yükseltirken, fruktoza göre daha çok yükseltmektedir. Bu şu anlama gelmektedir; kan şekeri seviyesi 120 ve 120’den daha düşük olan bireyler aşırıya kaçmamak koşuluyla balı tatlandırıcı olarak güvenle kullanabilirler. Balın yapısında bulunan fruktoz ve glikoz kan şekerinin dengelenmesine yardımcı olacaktır ancak kan şekeri seviyesi 120 ve 120’den yukarı olan kişilerin bal tüketimini sınırlandırması diyabet hastalığının daha fazla ilerlememesi için daha uygun olacaktır. Kanser Tedavisine Yardımcı Olur: Yapılan bazı araştırmalarda balın yapısında bulunan maddelerin kanser hücrelerini yok ettiği ve kanseri önlediğine dair bulgular elde edildiği ileri sürülmüştür. Ancak bu bulgular bilimsel olarak kabul görmüş tespitler değildir. Öksürüğü Azaltır: Bal, yüzyıllardır farklı kültürlerde ve toplumlarda geleneksel tıp alanında öksürüğün azaltılması için kulanılmış bir gıda maddesidir. Balın yapısında bulunun antimikrobiyal, antifungal ve antioksidan maddeler ağzın içine, boğaz ve bronşlara yerleşen bakterileri yok ederek öksürüğün azalarak hızlı bir şekilde ortadan kalkmasına imkan sağlamaktadır. Öksürüğün azaltılmasında, balın limon ile birlikte kullanılması daha etkili olmaktadır. Cildi Temizler, Güzelleştirir: Bal cilde harici olarak uygulandığında cilt üzerinde akne, sivilce ve siğillere neden olan bakterilerin öldürülmesini sağlarken, cilt gözeneklerini temizleyerek deri hücrelerinin rahat nefes almasını, cildin nemini korumasını sağlar. Ağız Sağlığının Korunmasına Yardımcı Olur: Bal, ister tek başına ister limon ile birlikte tüketilsin, ağız içerisinde ve boğazda bulunan bakterileri öldürerek diş çürüklerinin, diş eti hastalıklarının ve ağız kokusunun azalmasına imkan sağlar. Kilo Kontrolüne Yardımcı Olur: Sabah kalkar kalmaz aç karnına ballı-limonlu ılık su içilmesinin kilo vermeye yardımcı olduğu çeşitli kaynaklarda söylenen bir durumdur. Bu durum henüz bilimsel olarak kanıtlanmış olmasa da birçok Amerikan diyet uzmanının kilo kontrolü için önerileri arasında yer almaktadır. Peki ballı-limonlu ılık su kilo kontrolüne nasıl yardımcı olmaktadır? Ballı limonlu ılık su; vücudun güne başlarken ihtiyaç duyduğu suyu ve elektrolit maddeleri (mineraller) takviye eder, gün boyunca sindirim sistemi için gerekli olan enzimlerin takviyesini sağlar, sindirim sisteminin son etabı olan barsakların sağlıklı ve etkin çalışmasına yardımcı olur, vücuda antioksidan desteği vererek karaciğerin sağlıklı çalışmasına ve toksik maddelerin vücuttan kolayca atılmasına yardımcı olur. Balın Diğer Faydaları: Bal geleneksel tıp alanında birçok hastalığın ve rahatsızlığın tedavisi için kullanılmış kutsal bir gıdadır. Yukarıda saymış olduğumuz problemler dışına bal geleneksel olarak şu rahatsızlıklar için de kullanılmıştır; - Uyku uyuma zorluğu çekenler için yardımcıdır, - Kafa derisinde meydana gelen kepek, kaşıntı ve pullanmaları geçirir, saçların sağlıklı bir görünüm kazanmasını sağlar, - Mide bulantısı, kabız ve ishali azaltır, - Mide de oluşan gazın azalmasını sağlar, - İdrar yolu hastalıklarının tedavisine yardımcı olur, - Nefes darlığı, astım, bronşit gibi solunum yolu hastalıklarının önlenmesinde ve tedavisinde kullanılır, - Vücudun en küçük birim olan hücrelerin sağlıklı şekilde çalışması için yardımcı olur, - Balın kimyasal yapısı çeşidine göre değişkenlik gösterir. Örneğin Anzer balı, Kestane balı, Çam balı, Ayçiçek balı, Portakal Çiçeği balı birbirlerinden çok farklı türlerde ve oranlarda vitamin, mineral ve diğer kimyasal maddeleri içeriyorlardır. Bu farklılıktan dolayı da yukarıda belirtmiş olduğumuz faydalardan daha çok v daha farklı faydalarını görebilmek mümkündür. Kaynak : Yemek Kulübüm
  7. Adaçayı'nın Sağlığa Faydaları Adaçayı, vitamin ve mineraller bakımından oldukça zengin bir bitkidir. A vitamini, K vitamini, B6 vitamini, Kalsiyum, Demir ve Magnezyum mineralleri bakımından çok zengindir. Vitamin ve mineral maddeler haricinde içerdiği fenoloik ve antioksidan özellikteki maddeler sayesinde adaçayı, cilt güzellğinden soğuk algınlığına diyabetten kansere kadar pek çok konuda sağlığımız için faydalıdır. Ruh Sağlığı; Adaçayı içeriğinde bol miktarda bulunan antioksidanlar sayesinde çağımızın en önemli hastalıklarından biri olan depresyon ve stres ile mücadele etmemize yardımcı olabilir. Adaçayının sinir sistemi üzerinde yatıştırıcı, teskin edici özellikleri olduğu bilinmektedir. Stres seviyenizin çok yüksek olduğu durumlarda adaçayı tek başına sakinleşmek için yeterli gelmese de her gün bir bardak adaçayı içmek günün ve iş hayatının getirmiş olduğu stres ile başa çıkabilmek için oldukça önemli bir katkı sağlayabilir. Sinir sistemi üzerine olumlu etkileri nedeniyle uyku problemi yaşayan kişilere de faydalı geldiği bilinmektedir. Diyabet: Yapılan bazı araştırmalarda adaçayının antihiperglisemik özellikte bir bitki olduğu görülmüştür. Başka bir ifade ile kan şekerini yükseltmeyen bir bitkidir. Bunun yanında henüz kesinlik kazanamamış olmasına karşın, adaçayının Tip 2 diyabet hastalığından korunmak için kullanılan bazı ilaçlarla aynı özelliklere sahip etkiler gösterdiği de gözlemlenmiştir. Şeker ilave edilmeden her gün tüketilen bir bardak adaçayı diyabet kontrolüne yardımcı olabilir. Soğuk Algınlığı, Grip, Nezle: Adaçayı bileşiminde bulunan yüksek C vitamini ve antioksidan maddeler sayesinde kış aylarında soğuk algınlıklarından korunmak ve bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi için ıhlamur gibi oldukça etkili bir bitkidir. Soğuk algınlığından korunmak için adaçayının, kekik, karabiber, limon ve bal gibi gıdalar ile takviye edilip tüketilmesi oldukça etkili olur. Üst solunum yolu enfeksiyonlarının önlenmesinde ve hafifletilmesinde çok olumlu etki gösterir. Antioksidan etki: Adaçayı yapısında bulunan C vitamini ve antioksidan maddeler sayesinde karaciğerin antioksidan ihtiyacına katkı sağlayarak karaciğerin antioksidan aktivesinin artmasına yardımcı olur. Bu antioksidanlar vücudumuzda bulunan zararlı toksin maddelerin vücuttan atılması işinde kullanılır. Adaçayı, yapısında bulunan antioksidan maddeler sayesinde vücutta kansere neden olabilecek yabancı maddelerin vücuttan atılmasına yardımcı olur. Alzheimer: Adaçayı beyin fonksiyonlarının düzenli bir şekilde çalışmasına yardımcı olmaktadır. Özellikle Alzheimer hastalığının ön safhalarında, çeşitli nedenlere bağlı hafıza kayıpları yaşanması hallerinde, iş yaşamının yoğunluğu nedeniyle yaşanan unutkanlık hallerinde, yaşa bağlı olarak ortaya çıkan unutkanlık hallerinde hafızayı güçlendirme amacıyla düzenli olarak kullanılması tavsiye edilmektedir. Kalp Hastalıkları: Adaçayı günlük olarak düzenli bir şekilde tüketildiğinde kardiyovasküler (kalp ve damar) sistemin düzenli çalışmasına, kalbin ritmini korumasına yardımcı olmaktadır. Kalp dostu olan adaçayı tüm vücuttaki kan damarlarının da sağlıklı çalışmasına yardımcı olmaktadır. Sindirim Sistemi: Adaçayı, nane, kekik gibi baharat olarak kullanıldığı durumlarda yapısında bulunan lifler sayesinde barsakların düzenli çalışmasına, barsaklarda bulunan fazla yağın vücuttan atılmasına, kandaki kolesterolün dengelenmesine yardımcı olur. Bunlara ek olarak mide hazımsızlığında gaz söktürücü ve sindirimi kolaylaştırıcı etki gösterir. Saç ve Cilt Bakımı: Adaçayının kardiyovasküler sisteme sağlamış olduğu katkı ile kan dolaşımı tüm vücutta sağlıklı bir şekilde sağlanır. Kan dolaşımının kılcal damarlara kadar sağlıklı bir şekilde sağlanması ile saç ve cilt sağlığı da olumlu şekilde etkilenir. Vücuttaki fazla toksinlerin atılması ile ciltte erken yaşlanma belirtilerinin ortadan kalkmasına yardımcı olurken, cilt kırışıklarının erken oluşmasına engel olur. Kan dolaşımının sağlıklı bir şekilde yürümesi ile ciltteki hücre yenilenmeleri ve hücre onarımları da sağlıklı ve düzenli bir şekilde çalışır ve erken yaşlanma belirtileri ve kırışıklık oluşumu engellenir. Cilt hücrelerinin sağlıklı bir şekilde yenilenmesi cildin daha genç, pürüzsüz ve parlak görünmesini sağlar. Cilt hücrelerinin düzenli şekilde yenilenmesi ve onarımı ile derinin aşırı terleme yapmasının da önüne geçilir. Adaçayı derideki açık yarıların daha hızlı kapanmasına da yardımcı olur. Adaçayı yağının saç diplerine ve kafa derisine masaj şeklinde uygulandığı durumlarda saçların erken beyazlamasına engel olduğu, saç beyazlamasını yavaşlattığı, saçın yağlanmasını engellediği, saç dökülmesini yavaşlattığı, saçların daha parlak ve canlı görünmesine yardımcı olduğu görülmüştür. Adaçayının vücuda alınmadan çayının yapılıp harici olarak kullanıldığı durumlarda deride bulunan akne ve sivilcelerin temizlenmesine, ter kokusunun önlenmesine, mantar, egzama gibi cilt hastalıklarının hafifletilmesine olumlu katkısı olmaktadır. Ağız Sağlığı: Adaçayının eski zamanlardan itibaren dişlerin beyazlatılmasında kullanıldığı çeşitli kaynaklarda yer almaktadır. Adaçayının içerdiği maddeler incelendiğinde diş eti hastalıklarının önlenmesinde ya da hafifletilmesinde, dişlerin beyazlatılmasında, diş sağlığının korunmasında olumlu etkileri olduğu görülmektedir. Ilık ve soğuk gargara yapıldığında ağız içerisindeki yaraların iyileşmesinde ve boğaz yolu ve bademcik iltihaplarının hafifletilmesinde olumlu etkiler göstermektedir. Diğer Faydaları: - Vücuttaki iltihapların azaltılmasında olumlu etki gösterir, - İdrar yolu enfeksiyonlarının tedavisinde olumlu etki gösterir, - İdrar söktürücü etki gösterir, - Safra kesesinin sağlıklı çalışmasına yardımcı olur, Kaynak : Yemek Kulübüm
  8. KARANFİLLİ ELMA SUYU tarifi 2 adet Yeşil Elma 2-3 adet Karanfil 1 şişe Elma Aromalı Maden Suyu 2-3 adet Ispanak Yaprağı HAZIRLANIŞI: 1-Bir adet elma ve ıspanak yaprakları katı meyve sıkacağından geçirilir ve suyu alınır. (ıspanak renk vermek amacıyla kullanılır, dilerseniz kullanmayabilirsiniz) 2- İkinci elmadan bir iki dilim yarım ay şeklinde ince dilimler alınır ve geri kalanı küp küp doğranır. 3-Bir kaseye bir-iki adet buz konulur. 4-Buzun üzerine küp küp doğranan elmalar ve 2 adet karanfil konulup dövülür / ezilir. 5-Ezilen elma ve karanfil püresi bir bardak içerisine veya shaker içerisine alınır ve üzerine elma-ıspanak suyu karışımı dökülür. 6-Püre ve elma suyu güzelce karıştırıldıktan sonra shaker da ise bardağa alınır ve bardak dolana kadar üzerine elmalı soda ilave edilir. 7-Bardağın kenarına ay şeklinde kestiğimiz elma dilimleri konularak süslenir ve servis edilir. 8-Dilerseniz elma dilimi yerine yeşil limon (Lime) kullanabilirsiniz. Kaynak : Yemek Kulübüm
  9. Bir sağlıklı içecek tarifi de benden olsun ANANASLI KİWİ SMOOTHIE tarifi MALZEMELER 2 dilim Ananas 1 adet Kivi yarım Limon'un Suyu yarım su bardağı Süt HAZIRLANIŞI Kivinin kabuklarını soyalım. 2 dilim ananası, kiviyi ve limon suyunu blendar'dan geçirip püre haline getirelim. Püre haline gelen bu karışıma yarım bardak sütü ilave edip güzelce karıştıralım. Smoothie'miz hazır. Arzu ettiğiniz bardakta ister kivi ile ister ananas ile süsleyerek servis yapabilirsiniz. Afiyet olsun. Kaynak: Yemek Kulübüm
  10. Sağlıklı ve dengeli beslenme, önceki iki konuda anlattığımız gibi birçok faktöre ve değişkene bağlı olan bir aktivitedir. Bu faktörlerin net olarak bilinmesi ve bu faktörlere göre hareket edilmesi sağlıklı ve dengeli beslenme için atılmış en önemli adım olacaktır. Nedir bu faktörler? Gelin bu faktörleri tekrar hatırlayalım. Bir kişinin yeterli ve dengeli beslenebilmesi için ihtiyaç duyduğu gıdalar ve bu gıdaların miktarları, yine kişinin ihtiyaç duyduğu enerji miktarına ve besin öğelerine bağlıdır. Kişinin ihtiyaç duyduğu enerji miktarı ve besin öğeleri ise aşağıdaki hususlara bağlı olarak değişmektedir. Yaş Cinsiyet Yaşam şekli (günlük fiziksel aktivite durumu) Sosyo-ekonomik durum Sosyo-kültürel durum Psikolojik yapı Genel sağlık durumu Tiroid hormonu seviyesi Çalışma ortamı, çalışma şekli ve süresi Çevre ve bulunduğu ortam şartları Tüm bu faktörler ve değişkenler göz önüne alındığında her bir bireyin ihtiyaç duyduğu enerji miktarı ve besin öğeleri miktarı değişkenlik gösterecektir. Örneğin madende çalışan bir işçi ile ofiste çalışan bir işçinin ihtiyaç duyduğu enerji miktarı, su miktarı, mineral ve vitamin miktarı çok farklı olmaktadır. Aynı şekilde gebe bir kadın ile gebe olmayan bir kadının boyları, kiloları, vücut yapıları, yaşam şartları vb. diğer tüm faktörleri benzer olsa bile ihtiyaç duydukları enerji ve besin öğeleri miktarları farklı olacaktır. Bu nedenle bir birey kendi bulunduğu şartlara göre kendine uygun beslenme planları uygulamalı ve bu şartlar ve ihtiyaçlar doğrultusunda beslenmesini gerçekleştirmelidir. Sağlıklı ve dengeli beslenebilmek için ihtiyaç duyulan gıdalar ne olursa olsun kişi mutlaka ve mutlaka her gün düzenli saatlerde en az 3 öğün olacak şekilde beslenme planı uygulamalı ve bu düzenli beslenme planını bir alışkanlık haline getirilmelidir. Günde bir ya da iki kez yemek yenilmesi sağlıksız olmak için yeterli bir sebeptir. Sağlıklı ve dengeli beslenmenin iki temel ayağı vardır; Bireyin ihtiyaç duyduğu enerji miktarının yeterli bir şekilde karşılanması, Bireyin ihtiyaç duyduğu besin öğelerinin yeterli miktarda karşılanması. Bireylerin; yaş, cinsiyet ve fiziksel aktivite durumuna göre tahmini günlük enerji ihtiyacını Tablo 5-52’de görebilirsiniz. Kaynak : Yemek Kulübüm
  11. Obezite geniş anlamda beden yağ kütlesinin, bedenin yağsız kütlesine oranının aşırı şekilde artması ve boy uzunluğuna göre vücut ağırlığının istenilen düzeyin üzerinde olması durumudur. Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) yapmış olduğu tanımlamaya göre obezite insan sağlığını bozacak ölçüde vücutta aşırı miktarda yağ birikmesidir. Son yıllarda tüm dünyada ciddi bir obezite problemi olduğu hepimizin malumu. Tüm ülke yönetimleri vatandaşlarını obeziteye karşı bilgilendirmek ve obeziteyi önlemek için yoğun çalışmalar ve kampanyalar düzenlemekte, önlemler almaktadır. Obezite vücudun aşırı yağlanması anlamındadır ancak bu durum bizim çok yağlı gıdalar tükettiğimiz anlamına gelmiyor. Yani vücudun yağlanması yalnızca yağlı gıdalar tüketerek gerçekleşmiyor. Daha önce Beslenme – Besin Öğeleri başlığı altında anlattığımız üzere vücudumuz enerji ihtiyacını öncelikle karbonhidratlardan, sonra yağlardan daha sonra da proteinlerden karşılar. Bu besin öğelerini vücudumuza fazla aldığımız durumlarda öncelikle acil durumlarda kullanılmak üzere glikojene çevrilen bu besin öğeleri eğer vücutta daha fazla miktarlarda ise yağa dönüştürülerek depolanırlar. Peki obezitenin temel nedeni nedir? Obezitenin temel nedeni vücudumuzun günlük olarak ihtiyacı olan enerji miktarından çok daha fazlasını vücudumuza almamızdır. Günlük enerji ihtiyacımızın 2.000 kcal olduğu bir durumda biz 3.000-3.500 kcal değerinde gıda tüketirsek arada kalan enerji miktarı değerinde besin öğesi vücudumuzda yağ olarak depolanacaktır. Böyle bir durumda vücudumuza aldığımız enerji miktarı ile harcadığımız enerji miktarının birbirini dengelemesi için ya daha az enerjili beslenme planı uygulamalıyız ya da fazla aldığımız bu enerjiyi harcayacak ekstra faaliyetler yapmalıyız (yürüyüş, koşu egzersiz vb.). Günlük ihtiyaç duyduğumuç enerji miktarlarını tahmini olarak Tablo 5 – 52’de görebilirsiniz. Vücudumuzun aşırı miktarda yağlanması pek çok problemi, rahatsızlığı ve hastalığı beraberinde getirir ancak bunların en önemli getirmiş olduğu psikolojik olumsuzluktur. Vücutta meydana gelen olumsuz değişimler ve psikolojik olumsuzluklar üst üste konulduğunda yaratmış olduğu sağlık problemleri düşünüldüğünden daha büyük olmaktadır. Obezitenin neden olduğu bazı problemler şunlardır; Kardiyovasküler sistem hastalıkları, Kalp ve damar hastalıkları, Safra kesesi hastalıkları, Karaciğer yağlanması, Kas ve iskelet sistemi problemleri, Hipertansiyon, Tip 2 diyabet, Solunum zorluğu Uyku aknesi Astım, Kolesterol, Kadınlarda adet düzensizlikleri, Metabolik aksaklıklar neticesinde vücut direncinin düşmesi ve kanser gibi hastalıklara daha kolay yakalanma riski. Görüldüğü gibi obezite tek başına bir problem ya da rahatsızlık değildir. Obezite peşinden birçok hastalığı ve problemi getiren büyük bir sorundur. Peki obez olup olmadığımızı nasıl anlarız? Obez olup olmadığımız Beden Kitle Endeksimizi tespit ederek anlayabiliriz. Kaynak : Yemek Kulübüm
  12. Sağlıklı Beslenme Önerileri ağlıklı ve dengeli beslenme, önceki iki konuda anlattığımız gibi birçok faktöre ve değişkene bağlı olan bir aktivitedir. Bu faktörlerin net olarak bilinmesi ve bu faktörlere göre hareket edilmesi sağlıklı ve dengeli beslenme için atılmış en önemli adım olacaktır. Nedir bu faktörler? Gelin bu faktörleri tekrar hatırlayalım. Bir kişinin yeterli ve dengeli beslenebilmesi için ihtiyaç duyduğu gıdalar ve bu gıdaların miktarları, yine kişinin ihtiyaç duyduğu enerji miktarına ve besin öğelerine bağlıdır. Kişinin ihtiyaç duyduğu enerji miktarı ve besin öğeleri ise aşağıdaki hususlara bağlı olarak değişmektedir. Yaş Cinsiyet Yaşam şekli (günlük fiziksel aktivite durumu) Sosyo-ekonomik durum Sosyo-kültürel durum Psikolojik yapı Genel sağlık durumu Tiroid hormonu seviyesi Çalışma ortamı, çalışma şekli ve süresi Çevre ve bulunduğu ortam şartları Tüm bu faktörler ve değişkenler göz önüne alındığında her bir bireyin ihtiyaç duyduğu enerji miktarı ve besin öğeleri miktarı değişkenlik gösterecektir. Örneğin madende çalışan bir işçi ile ofiste çalışan bir işçinin ihtiyaç duyduğu enerji miktarı, su miktarı, mineral ve vitamin miktarı çok farklı olmaktadır. Aynı şekilde gebe bir kadın ile gebe olmayan bir kadının boyları, kiloları, vücut yapıları, yaşam şartları vb. diğer tüm faktörleri benzer olsa bile ihtiyaç duydukları enerji ve besin öğeleri miktarları farklı olacaktır. Bu nedenle bir birey kendi bulunduğu şartlara göre kendine uygun beslenme planları uygulamalı ve bu şartlar ve ihtiyaçlar doğrultusunda beslenmesini gerçekleştirmelidir. Sağlıklı ve dengeli beslenebilmek için ihtiyaç duyulan gıdalar ne olursa olsun kişi mutlaka ve mutlaka her gün düzenli saatlerde en az 3 öğün olacak şekilde beslenme planı uygulamalı ve bu düzenli beslenme planını bir alışkanlık haline getirilmelidir. Günde bir ya da iki kez yemek yenilmesi sağlıksız olmak için yeterli bir sebeptir. Sağlıklı ve dengeli beslenmenin iki temel ayağı vardır; Bireyin ihtiyaç duyduğu enerji miktarının yeterli bir şekilde karşılanması, Bireyin ihtiyaç duyduğu besin öğelerinin yeterli miktarda karşılanması. Bireylerin; yaş, cinsiyet ve fiziksel aktivite durumuna göre tahmini günlük enerji ihtiyacını Tablo 5-52’de görebilirsiniz. Ortalama sağlıklı bir insanın günlük ihtiyaç duyduğu besin öğeleri Beslenme Piramidi ile gösterilmektedir. Beslenme Piramidi uzun yıllardır üzerinde çok tartışılan, farklı bilim adamları tarafından farklı şekillerde gösterilen yeterli ve dengeli beslenme tablosudur. Ancak son yıllarda yapılan araştırmalar ve gözlemler sonucunda insanların günlük yaşamında süregelen değişimler, sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik durumlarında gerçekleşen değişimler ve beslenme alışkanlıklarının değişmesi sonucu beslenme piramidinin revize edilmesi ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. Yapılan son araştırmalar neticesinde bilim adamlarının çoğunluğu tarafından benimsenmiş yeni Beslenme Piramidini Resim 5-04’te görebilirsiniz. Ancak yinede bu Beslenme Piramidinin dışında pek çok farklı beslenme piramidi görmeniz mümkündür. Beslenme Piramidini şöyle yorumlayabiliriz. Günlük beslenme planımızda; Bol miktarda su tüketmeliyiz. Yediğimiz her öğünde mutlaka tam buğdaylı veya kepekli tahıl ürünleri olmalı. Yediğimiz her öğünde mutlaka sebze grubu gıdalar tüketmeliyiz. Gün içerisinde en az 2 porsiyon meyve tüketmeliyiz. Gün içerisinde en az 2 porsiyon süt ve süt ürünü tüketmeliyiz. Öğünlerimizde en az 2 porsiyon hayvansal veya bitkisel protein içeren gıdalar tüketmeliyiz. Mümkün olduğunca az yağ tüketmeliyiz. Sağlıklı Beslenme Önerileri Gıdalardan almış olduğunuz enerji mutlaka günlük enerji ihtiyacınıza eşit ya da yakın olmalı. Günlük enerji ihtiyacınızdan fazla aldığınız enerji miktarı vücudunuzda yağ olarak depolanacağı için bir zaman sonra fazla kiloya, ilerleyen zamanlarda da obeziteye ve diğer hastalıklara neden olabilir. Gıdalardan almış olduğunuz vitamin ve mineral miktarı vücudun günlük ihtiyaç duyduğu miktarlardan az olmamalı. Günlük ihtiyaç duyulan vitamin miktarlarını Tablo 5- 08- Vitaminlerin Tavsiye Edilen Günlük Tüketim Miktarları tablosundan, günlük ihtiyaç duyulan mineral miktarlarını Tablo 5- 21 - Minerallerin Tavsiye Edilen Günlük Tüketim Miktarları tablosundan görebilirsiniz. Kendinize mutlaka bir haftalık ve günlük beslenme planı oluşturun ve bu plana sadık kalın. Örneğin her sabah saat 08:00’de kahvaltı, 13:00’da öğlen yemeği, 19:00’da akşam yemeği planlayın ve genel olarak her gün bu saatlerde yemek yiyin. Haftalık beslenme planı oluşturmanın en büyük faydası her güne benzer gıdaların tüketilmemesi için öngörü oluşturmasıdır. Sürekli olarak aynı gıdaların tüketilmesi sağlıklı bir durum olmayacaktır. Bu nedenle her gün farklı gıdalar tüketmek için haftalık beslenme planı hazırlamak iyi bir yöntemdir. Her gün mutlaka kahvaltı yapın. Kahvaltı vücudumuzun ihtiyaç duyduğu enerjinin sağlanması için en önemli öğündür. Bu nedenle kahvaltısız bir güne başlamak vücudumuzun daha çok yıpranmasına neden olacaktır. Gece yatmadan en az 2 saat öncesinde herhangi bir gıda tüketmeyin. Yatmadan önce karnınızın çok acıktığını hissetmiş ve bir şeyler atıştırmak isterseniz bir adet meyve ya da bir kase yoğurt tercih edin. Bireysel beslenme değişkenleriniz ne olursa olsun her gün mutlaka en az 2 litre su için. Öğünlerinizde ya da gün içerisinde ara öğünlerde sağlıklı ve doğal gıdaları seçin. Abur cubur diye tabir edilen bisküvi, cips gibi ürünleri karın doyurmak için ya da öğün geçiştirmek için tercih etmeyin. Sofraya oturduğunuzda yemeğinizi hızlıca bir çırpıda yemeyin. Yavaş çiğneyerek ve zamana yayarak yemeğinizi tüketin. Sofraya oturduğunuzda tabağınıza koyduğunuz yemek miktarı az olsun. Yapılan araştırmalar ve deneyler göstermiştir ki, insan tabağına ne kadar yemek koyarsa onun hepsini tüketmek için çabalıyor ve tüketene kadar kendisini zorluyor. Bu psikolojik durumu tersine çevirerek tabağınıza daha az yemek koyarak daha az miktarda ama daha çok çeşitte gıda tüketebilirsiniz. Beynimiz ve midemiz yemek yerken senkronize bir şekilde çalışmaz. Şöyle ki yemek yerken ağzımıza attığımız her bir lokmayı beynimiz 10-15 dakika sonra algılamaktadır. Başka bir ifadeyle biz sofradan kalktıktan 10-15 dakika sonra doyduğumuzu ya da doymadığımızı anlarız. Bu nedenle yemeğimizi yavaş yersek beynimizin ve midemizin senkronize olmasını kolaylaştırır ve böylece fazla miktarda yemek yememizi önlemiş oluruz. Sebze ve meyveleri mümkün olduğunca kabukları ile tüketin. Sebze ve meyvelerin kabuklarında var olan lifler vücudumuzdan fazla yağın atılmasına yardımcı olurken vücuda gereksiz karbonhidrat yüklenmesinin de önüne geçer. Kızartma yemeklerini mümkün olduğunca az tüketin. Hem vücudunuza gereğinden fazla yağ almamış olursunuz hem de yüksek ısıya maruz kalan gıdalarda oluşabilecek zararlı kimyasalları vücudunuza almamış olursunuz. Sebzelerin vitamin ve mineral değerlerinden en yüksek seviyede faydalanabilmek için sebzeleri haşlayın veya buharda pişirin. Yemeğinizi yaparken katı yağ kullanmanız gerekiyorsa mutlaka tereyağını tercih edin. Süt tercihinizi bilinenin ve söylenenin aksine her zaman tam yağlı sütten yana kullanın. Sütün yapısında bulunan yağ asitleri birçok gıdanın yapısında bulunmayan yağ asitleridir. Bu yağ asitlerini alabilmenin en kolay yolu süttür. Yoğurdu sofranızdan eksik etmeyin. Her gün mutlaka en az bir kase yoğurt tüketin. Yoğurt yapısında bulunan faydalı bakteriler ve antioksidan özelliği nedeniyle karaciğerimizin, akciğerimizin, midemizin ve barsaklarımızın en büyük yardımcısı ve koruyucusudur. Sarımsak, soğan, sirke ve limonu sofranızdan eksik etmeyin. Bu gıdalar yüksek miktarda antioksidan ve antibakteriyel gıdalar oldukları için vücudumuzun en büyük dostlarıdır. Yağlar yapısında bulunan yağ asitleri nedeniyle gıdalara lezzet veren en önemli maddelerin başında gelir. Ancak yağları fazla tükettiğimizde vücudumuzun için oldukça zararlı olabilir. Bu nedenle gıdalarınızda aldığınız yağların fazlasına engel olun. Örneğin bir antrikot diliminin iç yapısında bulunan yağlar vücudumuzun ihtiyacını karşılamak ve ete lezzet vermek için yeterli gelirken antrikot diliminin kenarlarında var olan yağ tabakaları ihtiyacımızdan fazlası anlamına gelir. Bu nedenle bu yağları ayırıp tüketmemeniz en doğrusudur. Hayvansal yağlar arasından en lezzetli olan yağ kuyruk yağıdır ancak vücudumuz için en çok zarar veren yağların da başında gelir. Kuyruk yağından olabildiğince uzak durun. Tavuk eti beyaz et grubunda ve kırmızı ete göre nispeten daha sağlıklı bir protein kaynağı olmasına karşın tavuk etinin derisi bir o kadar sağlıksızdır. Tavuk etinin derisi yüksek miktarda yağ ve kolesterol içermesi nedeniyle uzak durulması ve tüketilmemesi gereken bir gıda maddesidir. Meyve suyu tercihlerinizi taze sıkılmış meyve sularından yana kullanın. Paketli hazır meyve sularının vitamin içeriği taze sıkılmış meyve suları kadar yüksek değildir. Her gün mutlaka bir şişe soda (maden suyu) tüketin. Maden suyunu doğrudan içmek bazı kişilerin midesine zarar verebilir. Böyle bir durumda maden suyunuzu içme suyunuza karıştırıp tüketebilirsiniz. Haftada en az iki kez balık ve deniz ürünü tüketin. Vücudumuzun ihtiyaç duyduğu Omega3 ve Omega 6 yağ asitlerini doğrudan temin edebileceğimiz tek kaynak balıklar ve deniz ürünleridir. Hem Omega 3 ve 6 yağ asitlerinin temin edilmesi hem de farklı proteinlerle beslenmemizi çeşitlendirmek için haftada en az iki kez balık ve deniz ürünü tüketmek sağlığımız açısından önemlidir. Ekmek tüketmeyi seven biriyseniz tam buğday ekmeği, yoğun tahıllı ekmek ya da çavdar ekmeğini tercih edin. Kepekli ekmek fazla tüketilmesi durumunda kansızlığa neden olabileceği için kepekli ekmek tüketiminizi sınırlandırın. Yemeklerden sonra şerbetli tatlılar yerine sütlü tatlıları tercih edin. Meyveleri yemeklerden sonra değil yemeklerden önce ya da ara öğünlerde tüketin. Ara öğünlerin yalnızca meyvelerden oluşması vücudunuza aşırı enerji yüklemenizin önüne geçecektir. Salatalarınızda mutlaka sızma zeytinyağı tercih edin. Sızma zeytinyağı haricinde salatalarınızda fındık yağı da kullanabilirsiniz. Zeytinyağı ve fındık yağı doymamış yağ asitleri bakımından zengin olan ve çiğ tüketilmesi gereken iki yağ çeşididir. Doymamış yağ asitlerinin çok olması nedeniyle bu yağların kızartma yaparken kullanılmaması gerekir. Yemeklerinizde kullandığınız tuz oranını azaltın. Tuz tercihinizi rafine edilmemiş, kaya tuzu ya da deniz tuzundan yana kullanın. Rafine edilmemiş sofrada öğütme tuzları rafine edilmiş tuzlara göre nispeten daha sağlıklıdır. Evde kurabiye, kek ve pasta yaparken toz şeker yerine, bal, pekmez veya kurutulmuş meyveler kullanmayı deneyin. Pilav yaparken pirinç yerine bulgur tercih edin. Pirinç pilavından vazgeçemeyenler pilav yapmadan önce pirinçleri mutlaka 5-10 dakika ılık su içerisinde bekletip yıkamalıdır. Ilık su içerisinde bekletilen pirinçler hem daha güzel pişecektir hem de pirinç taneleri içerisindeki fazla nişasta ılık suya karışıp fazladan karbonhidrat almanızı önleyecektir. Haftada bir kez kilonuzu kontrol edin. Kilonuzda değişiklikler varsa Beden Kütle İndeksinizi (BKİ) ve Bel-Kalça Oranınızı (BKO) hesaplayın. BKİ ve BKO’da var olan değişimlere göre haftalık ve günlük beslenme planlarınızı revize edin. İçeceklerinizde şeker kullanımını ve yüksek şeker içeren gıdaların tüketimini azaltın. Vücudunuzun ihtiyaç duyduğu şekeri sebze ve meyvelerden almaya gayret edin. Alkol tüketiminizi azaltıp sınırlandırın. Alkol bir besin öğesi olmamakla birlikte enerji veren bir gıda maddesidir. Alkol tüketimi ne kadar yüksek olursa vücudumuza o kadar çok enerji yüklemiş oluruz. Bu nedenle alkol tüketimini azaltıp sınırlandırmak sağlığımız açısından iyi olacaktır.
  13. Beslenme bizler için çok sıradan bir günlük aktivite olmasına karşın aslında kimyasal, fiziksel, biyolojik, matematiksel, psikolojik, tıbbi, sosyal, ekonomik vb. neredeyse tüm bilim dallarını kapsayan çok karmaşık ve komplike bir aktivitedir. Bu nedenle yeterli ve dengeli beslenebilmek (sağlıklı ve doğru beslenme) için önceki bölümde saydığımız faktörlere bağlı olarak bazı hesaplamalar yapılması mümkündür. Yıllardır birçok bilim dalı tarafından incelenen ve araştırılan beslenme ile ilgili ortaya çıkmış hesaplamalar bize her zaman ortalama yani yaklaşık rakamlar vermektedir. Yaklaşık rakamlar diyoruz çünkü dünya üzerinde yaşayan tüm insanların fiziksel, biyolojik, kimyasal, genetik vücut yapısı, sosyo-ekonomik durumu, çevre şartları, yaşam koşulları aynı parmak izleri gibi birbiriden farklıdır. Bu nedenle bir kişi için uygun olan gıda başka bir kişi için uygun olmayabilir ya da bir kişi için hesaplanan değerler başka bir kişi için geçerli olmayabilir. Beslenme ile ilgili araştırma yapan bilim dalları bu gerçeği bildikleri için tüm insanlar için geçerli olabilecek yaklaşık (ortalama) değerler bularak bu değerlere göre hesaplamalar ve formüller geliştirmişlerdir. Bu demek oluyor ki beslenme ile ilgili formüller ve hesaplamalar bize net ve doğru bilgiyi vermeyebilir ancak yaklaşık bir sonuç verdiğini bilmeli ve buna göre hareket etmeliyiz. Bazal Metabolizma Oranı (BMR): Vücudumuzun canlılığını sürdürebilmesi için ihtiyaç duyduğu minimum enerji miktarına Bazal Metabolizma Oranı denilir. BMR, oda sıcaklığında (25oC), 10-12 saat boyunca hiçbir şey tüketmemiş (tamamen aç), uyanık halde zihnen ve bedenen 8 saat boyunca hiçbir şey yapmamış, dinlenme sırasında (yatay pozisyonda) olan vücut için gerekli olan enerji miktarı olarak ölçülür ve 24 saat için hesaplanır. Başka bir ifade ile hiç bir şey yapmadan, hareket etmeden yalnızca iç organlarımızın çalışması için vücudumuzun ihtiyaç duyduğu enerji miktarını gösteren orandır. BMR, kişiden kişiye farklılık gösteren bir orandır. Kişinin BMR oranı; boy, kilo, vücut yüzey alanı, yaş, cinsiyet, kas dokusu, büyüme durumu, kadınlarda gebelik, emzirme ve menstruasyon durumu, hormon seviyesi, uyku, vücut ısısı, bulunduğu ortamın ısısı gibi birçok faktöre bağlı olarak değişebilen bir orandır. Toplam Enerji İhtiyacı (TEE): 24 saatlik süre boyunca kişinin ihtiyaç duyduğu enerji miktarına denir. Toplam Enerji İhtiyacı; kişinin Bazal Metabolizma Oranı (BMR) ile günlük fiziksel aktivitelerde harcamış olduğu enerji değerinin toplanması ile elde edilen rakamdır. Fiziksel Aktivite Seviyesi (PAL): Fiziksel Aktivite Seviyesi; Toplam Enerji İhtiyacı’nın (TEE), Bazal Metabolizma Oranı’na bölünmesi ile elde edilen rakamdır. PAL=TEE / BMR Fiziksel Aktivite Oranı (PAR): Bir saatlik süre boyunca yapılan bir aktivitede harcanan enerji miktarıdır. PAR= Aktivite Enerjisi / BMR Gıdaların Termik Etkisi (TEF): Gıdaların sindirilmesi için harcanan ener­jidir. Ortalama toplam enerji ihtiyacına katkısı % 10 ‘dur. Yüksek pro­teinli gıdaların tüketilmesi bu gıdaların sindirimi için harcanan enerji miktarını yükseltir. Eğer yemek sonrasında egzersiz yapılırsa, besinlerin sindirimi için ihtiyaç duyulan enerji miktarı iki katına çıkar. Yine kafein ve nikotin alımı TEF değerini arttırmaktadır. Beden Kütle İndeksi (BKİ): Beden Külte İndeksi, vücut ağırlığının (kg), boy uzunluğunun metre cinsinden karesine bölünmesi ile hesaplanan ve şişmanlık-obezite durumunu sayısal olarak gösteren bir orandır. Beden Kütle İndeksi sağlıklı bir insan için 20-23 değerleri arasında olmalıdır. Beden Külte İndeksinizi (BKİ) öğrenmek için aşağıda yer alan Tablo 5-53 ve Tablo 5-54’ü inceleyebilirsiniz. Bel-Kalça Oranı: Belin çevre uzunluğunun, kalça çevre uzunluğuna bölünmesi ile elde edilen rakamdır. Beden Kütle İndeksi şişmanlık ve obezite durumumuz hakkında bize fikir verirken Bel-Kalça Oranımız da bel bölgemizdeki yağ oranı hakkında bize fikir vermektedir. Bel kalça oranı sağlıklı kadınlar için 0,8’den az olmalı, sağlıklı erkekler için 0,95’ ten az olmalıdır. Bu rakamların üzerinde çıkan değerler kişinin vücut yağ oranının yüksek olduğu anlamına gelir.
  14. Karbonhidrat denince şişmanlatan, vücutta yağa neden olan bir madde olduğu hemen birçoğumuzun aklına gelir. Şişmanlık ve fazla kilolar söz konusu olduğunda doğru olabilir ancak vücudumuzun işlerliği bakımından bu yanlış bir düşüncedir. Karbonhidratlar vücudumuzda enerji elde etmek için kullanılan ilk ve en önemli besin öğesidir. Vücudumuzun enerjiye ihtiyacı olduğunda ilk müracaat ettiği besin öğesi karbonhidratlardır. Bu sebeple karbonhidratlar vücudumuz için hayati bir öneme sahip vazgeçilemez besin öğesidir. Tüm karbonhidratlar basit şekerlerden oluşmaktadır. Bu sebepledir ki karbonhidratlara zaman zaman “şeker” denilmektedir. Basit şekerler (sakkaritler) üç farklı yapıda olabilir. Mono sakkarit, di sakkarit ya da poli sakkarit. Mono ve di sakkarit basit sakkaritler olarak poli sakkaritte kompleks sakkaritler olarak isimlendirilir. İsmi ne olursa olsun netice itibariyle tüm sakkaritlerin dolayısıyla tüm karbonhidratların temel ve en basit yapı taşı kan şekeri diye nitelediğimiz “glikoz”dur. Karbonhidratlar tüm bitkisel kaynaklı gıdalarda bulunmaktadır. Hayvansal gıdalar arasında ise yalnızca sütte karbonhidrat (Laktoz) bulunmaktadır. Süt dışında hiçbir hayvansal kaynaklı gıdada karbonhidrat bulunmaz. Karbonhidratlar hangi formda olursa olsun ya da hangi gıdadan alınırsa alınsın (lif yapıdaki şekerler hariç) vücut tarafından enerji ihtiyacını karşılamak için en küçük yapı taşı olan glikoza yani kan şekerine parçalanır. Glikoz tekli bir sakkarittir. Bilimsel adıyla monosakkarittir. Glikoz gibi iki tane daha monosakkarit vardır. Bunlar fruktoz ve galaktoz’dur. Glikoz, fruktoz ve galaktoz tüm karbonhidratların yapısını oluşturan temel sakkaritlerdir (şeker). Glikoz: Glikoz tek moleküllü bir şekerdir. Diğer adıyla bir monosakkarittir. Glikoz bitkisel kaynaklı tüm gıdalarda bulunan ve tüm di ve poli sakkaritlerin yapısını oluşturan temel şekerdir. Glikoz aynı zamanda kan şekeri olarak da adlandırılmaktadır. Karbonhidratlar vücudumuza ilk alındıklarında polisakkarit ya da disakkarit haldedir. Di ve poli sakkaritler vücut tarafından glikoza parçalanırlar. Glikoz vücutta enerji gereksinimi karşılamak için kan yoluyla hücrelere taşınır. Fazla olan glikoz vücudumuzda depolanır.
  15. Polisiklik Aromatik Hidrokarbon (PAHs) Nedir? Polisiklik Aromatik Hidrokarbon Zehirlenmesi Nasıl Olur? Polisiklik Aromatik Hidrokarbonlar mutajenik ve kanserojen maddelerdir. PAH’lar organik maddelerin tam olarak yanmaması sonucu ya da organik maddelerin ısı ile ayrışması sonucu açığa çıkan maddelerdir. Çevreden gıdalara bulaşan PAH’ların yaklaşık %90’ı kömürün yanması sonucu açığa çıkan dumandan gelmektedir. Bu duman çevre kirliliğinden kaynaklanabileceği gibi bizim yapmış olduğumuz mangaldan da kaynaklanabilmektedir. Polisiklik Aromatik Hidrokarbonların tespit edildiği gıdalar çoğunlukla mangalda hazırlanan etler, tütsülenmiş et ürünleri ve tütsülenmiş balık ürünleridir. Tütsülenmiş ve mangalda pişirilmiş gıdaların haricinde yüksek ısısal işlem uygulanan gıdalarda da PAH’lar görülebilmektedir. Örneğin protein miktarı yüksek olan konserve gıdalar, karamel ve karamelize edilmiş gıdalar ve kavrulmuş kahve. Ancak yinede bu gıdalar tütsülenmiş ya da mangalda pişirilmiş gıdalar kadar tehlikeli değildir. Polisiklik Aromatik Hidrokarbonlara maruz kalmamak için tütsülenmiş gıdaların ve mangalda pişirilmiş gıdaların tüketimini azaltmalıyız. Mangal hazırlarken yakmış olduğumuz odunların tam olarak yanmasını sağladıktan sonra köz üzerinde etlerimizi pişirmeliyiz. Halen duman çıkararak yanmaya devam eden odun ya da kömür ateşi üzerinde gıdalarımızı pişirmemeliyiz. Mangal yapımı sırasında odun ve kömürün tam olarak yanıp köz olmasının ardından köz üzerine dökülecek bir miktar tuz közde kalan PAH’ları az da olsa etkisiz hale getirecektir.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.