Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

erdogan

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    186
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    5

İletiler gönderen: erdogan

  1. Ateistler Bazen Diğer Dinlere İnananlardan Daha Dindar Oluyorlar

    Anket, ateist, agnostik ya da özellikle hiçbir şey olarak tanımlanan insanların inançlarını ne kadar kötü anladığımızı gösteriyor.

    original.jpg

    Amerikalılar derinden dindar insanlardır ve ateistler de bir istisna değildir. Batı Avrupalılar derin laik insanlar ve Hıristiyanlar da bir istisna değil.

    Bu ikiz ifadeler genellemelerdir, ancak Batı Avrupa'da Hıristiyan kimliği ile ilgili bir Pew Research çalışmasında büyüleyici bir bulgunun özünü yakalarlar. Bölgede 15 ülkede yaklaşık 25.000 kişiyi inceleyerek ve sonuçları daha önce ABD'de toplanan verilerle karşılaştırarak Pew Araştırma Merkezi üç şey keşfetti.

    İlk olarak, araştırmacılar, Amerikalıların genel olarak Batı Avrupalılardan çok daha dindar oldukları gerçeğini yaygın olarak doğruladılar. “Tanrı'ya mutlak bir kesinlik ile inanıyor musunuz?” Gibi standart sorular kullanarak dini bağlılık kazandılar. ve “Her gün dua ediyor musun?”

    İkincisi, araştırmacılar, ateist, agnostik ya da özellikle hiçbir şey olarak tanımlayan Amerikalı “nones” in Avrupalı olmayanlardan daha dindar olduğunu keşfettiler. Dini olarak bağlı olmayan insanların hiç de dini olabileceği düşüncesi çelişkili görünebilir, ancak organize dinden hoşnut kalmamanız, Tanrı'ya, diyelim ya da duaya olan inancınızı yemin ettiğiniz anlamına gelmez.

    Araştırmada bildirilen üçüncü bulgu açık ara en çarpıcı olandır. Anlaşıldığı üzere, “Amerikan es nonesleri” Fransa, Almanya ve İngiltere de dahil olmak üzere birçok Avrupa ülkesindeki Hıristiyanlar kadar dindar, hatta daha dindar. ”

    Araştırmanın baş araştırmacısı Neha Şahgal, “Bu bir sürprizdi” dedi. “Bu benim için büyüleyici bir karşılaştırma.” Avrupalı Hıristiyanların sadece yüzde 23'ünün Tanrı'ya mutlak bir kesinlıkla inandıklarını söylerken, Amerikalı olmayanların yüzde 27'sinin bunu söylediğini vurguladı.

    Amerika, inançla o kadar dolu ki, laikler arasında bile dini nitelikler bol miktarda bulunuyor. Doğaüstü tanrılara olan inancını yitirmiş, ancak hala toplumu canlandıran, başkalarıyla şarkı söylemekten zevk alan ve ahlak hakkında derin düşünmek isteyen Amerikalılara hitap eden “ateist kiliselerin” yükselişini düşünün. Din, eksi tüm Tanrı şeyleri. Bu, Seattle Ateist Kilisesi'nden Kuzey Teksas Freethought Kilisesi'ne kadar ülke çapında yayılan bir fenomendir. Her Pazar sabahı şarkı söylemek ve öğrenmek için inanmayanları bir araya getiren Oasis Ağı'nın dokuz ABD şehrinde bağlı kuruluşları var.

    Nisan 2018'de, yaklaşık 1000 kişi “Beyoncé Mass” olarak faturalandırılan benzeri görülmemiş bir olay için San Francisco'daki bir kiliseye akın etti. Çoğu renkli insanlardı ve LGBTQ topluluğunun üyeleriydi. Birçoğu laikti. Dini sembolizmle dolu Queen Bey’in şarkılarını, toplumsal bir kutlamanın temeli olarak kullandılar - bir dini hizmetin tüm tuzaklarına sahip olan şarkılar. “Beyoncé bugün kilisemizdeki papazların ve rahiplerin çoğundan daha iyi bir teologdur” diyen bir rahip de dahil olmak üzere bazılarına tamamen uygun görünüyordu.

    original.jpg

    Mayıs 2018'de Katolik temalı Met Gala, laik Amerikan kültürüyle gelen bir başka din örneğiydi. Fashion’ın yılın en büyük gecesi, ünlülerin papalık tiaras, haleler, melek kanatları ve sayısız haçlarda giyinmiş kırmızı halıyı süpürdüğünü gördü. Bu kıyafetler, Metropolitan Sanat Müzesi’nin eşlik eden “Göksel Bedenler: Moda ve Katolik Hayal Gücü” sergisiyle birlikte bazı Hıristiyanların öfkesini çekti. Ancak, ortalama Amerikalılardan bahsetmeyen pek çok ünlünün temayı gusto ile kucakladığı dikkat çekicidir. Amerika'da bunun olduğunu hayal etmek, laik Fransa'dan daha kolay.

    Pew araştırması, çoğu Batı Avrupalı hala Hristiyan olarak tanımlasa da, birçoğu için Hıristiyanlığın dini değil kültürel veya etnik bir kimlik olduğunu ortaya koydu. Sahgal onlara “Hıristiyan sonrası Hıristiyanlar” diyor, ancak bu etiket biraz yanıltıcı olabilir: Hıristiyanlığı etnik bir işaretçi olarak kavramsallaştırma eğilimi en azından Hıristiyan olmayan Kuzey Afrikalılar ve Orta Doğuluların hayal edildiği Haçlı Seferleri kadar eskidir. diğerleri ”beyaza göre, Hıristiyan Avrupalılar. Anket aynı zamanda Batı Avrupalıların yüzde 11'inin kendilerini “manevi fakat dini değil” olarak adlandırdığını buldu.

    İngiltere'deki Lancaster Üniversitesi'nde siyaset, felsefe ve din profesörü olan Linda Woodhead, “Manevi olmanın Hıristiyan olma ile dindar olmama arasında bir geçiş pozisyonu olabileceğini varsayıyorum” dedi. sevmedikleri bitler olmadan Hıristiyanlık hakkında sevdikleri şeyleri sürdürmek. ”

    Woodhead, Pew çalışmasında bir başka bulguya işaret etti: Çoğu Batı Avrupalı hala ruh fikrine inanıyor. “Yani dinin ateizme yol açtığı ve dinin tüm yönlerini reddettiği açık bir sekülerleşme görmüyoruz” dedi. “Başımızı tamamen ele geçirmediğimiz daha karmaşık bir şey görüyoruz. Avrupa'da, Kilisenin kurumundan ve eski otorite figürlerinden hoşnut olmayan ve çok daha bağımsız görüşlü, çeşitli inançlara doğru ilerleyen insanlar hakkında. ”

    ABD Avrupa'nın sahip olduğu kadar laikleşmedi ve tarihi nedenini anlamak için çok önemli. UC Santa Barbara'da ateizm ve laikliğe odaklanan bir profesör olan Joseph Blankholm, Soğuk Savaş'ın özellikle önemli bir çekim noktası olduğunu söyledi. “1950'ler Amerika'nın şimdiye kadarki en dindarıydı” dedi. “'Tanrı'ya Güveniyoruz' resmi ulusal slogan haline gelir. 'Tanrı altında' sadakat vaadine girilir. Bu kimlik bilinçli olarak tanrısız bir komünizme karşı yurtiçinde ve yurtdışında Hıristiyan kimliğini teşvik eden Truman ve Eisenhower gibi belirli aktörler tarafından oluşturulmaktadır. Soğuk Savaş aracı olarak Amerika'nın Hıristiyanlaşmasıdır. ”

    Zamanla, bu ikili düşünce biraz rahatladı. Şimdi, Amerikalıların dörtte biri dini açıdan bağımsız değildir ve laiklik çok çeşitli şeyler anlamına gelebilir. “Melezlik açısından daha iyi olan laik olmanın yolları ve daha fazla saflık gerektiren laik olmanın yolları var” diye açıkladı Blankholm. 1960'larda ABD'de ortaya çıkan ve Yahudi tarihini ve kültürünü hala kucaklarken bir yandan da bunun bir örneği olarak insancıl Yahudilik hareketine atıfta bulundu. “Maneviyat gibi bir terim bu melezliği yakalayabilir.”

    Pew araştırması Amerikalıların yüzde 27'sinin kendilerini “ruhsal fakat dini değil” olarak adlandırdığını gösteriyor. Organize dini geride bırakmış olsalar da, birçoğu hala düzenli olarak dua ediyor ve Tanrı'ya inanıyor. Bu, araştırmacılar için bir sorun yaratmaktadır, çünkü geleneksel dindarlık ölçülerine artık dindar insanları doğru bir şekilde tanımlamak için güvenilemeyeceğini düşündürmektedir. Blankholm, “İnsanların, kategorilerimizin bir zamanlar olduğu kadar açıklayıcı olmaya devam edecek kadar Hıristiyanlığı yeterince yansıtmayan şeyler yaptıklarını düşünüyorum” dedi. “Bu kategoriler sınırlarında; bazı yönlerden modası geçmiş.”

    original.jpg

    Sahgal, bu sorunun farkında olduğunu söyledi ve anket sorularını daha ayrıntılı hale getirmeye çalıştı, böylece gerçekliği tek başına geleneksel soruların yaptıklarından daha doğru bir şekilde yakalayacaklardı. Örneğin, anket, katılımcılara Tanrı'ya inanıp inanmadıklarını sormayı bırakmadı. İncil'de anlatıldığı gibi Tanrı'ya inanıp inanmadıklarını ya da başka bir yüksek güce inanıp inanmadıklarını sorarak daha da detaylandı.

    Dindarlık, bu terimle ilgili eski anlayışımızı zorlayan formlar alırken, araştırmacıları din hakkında konuşurken ne hakkında konuştuğumuzu kendilerine tekrar sormaya zorluyor.

    "Bu zorluklar daha da kötüleşecek - ve biliyorlar," dedi Blankholm. “Ama yeni bir kelime dağarcığı geliştirmeyi seviyorum, çünkü tam da ihtiyacımız olan şey bu.”

    Kaynak: S. Samuel

  2. Neden bu kadar içimize sızmışlar??? Neden????

    Alıntı

    Çankırı'da IŞİD operasyonu: Bağdadi'nin özel hizmetlisi de yakalandı

    Çankırı'da düzenlenen eş zamanlı operasyonda, terör örgütü IŞİD'in öldürülen lideri Ebubekir el-Bağdadi'nin özel hizmetini yapan bir kişiyle, "emir" düzeyinde yöneticilerinin de aralarında olduğu 3'ü kadın 11 şüpheli yakalandı.

    Çankırı'da, terör örgütü IŞİD'e yönelik operasyonda, aralarında örgütün "emir" düzeyinde yöneticilerinin de bulunduğu 11 zanlı gözaltına alındı.

    Çankırı Cumhuriyet Başsavcılığı'nca yürütülen soruşturma kapsamında, İl Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi ekipleri, terör örgütü IŞİD'e yönelik kentte belirlenen adreslere eş zamanlı operasyon düzenledi.

    Operasyonda 3'ü kadın 11 şüpheli yakalandı.

    Zanlılar arasında terör örgütü içerisinde "emir" düzeyinde yöneticilerin ve örgütün öldürülen elebaşı Ebubekir el-Bağdadi'nin özel hizmetini yapan bir kişinin de bulunduğu öğrenildi.

    Şüpheliler, sağlık kontrolünün ardından emniyete götürüldü.

    Kaynak: http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/turkiye/1572861/cankirida-isid-operasyonu-bagdadinin-ozel-hizmetlisi-de-yakalandi.html

     

  3. Bir de aşağıdaki haberi okuyun derim:

    Alıntı

    Bağdadi operasyonu - ABD'nin eski IŞID'le Mücadele Özel Temsilcisi McGurk: Türkiye'nin açıklaması gereken bazı şeyler var

    Brett McGurk, IŞİD lideri Ebu Bekir el Bağdadi'nin öldürülmesi sonrası Amerikan Washington Post gazetesi için bir makale kaleme aldı. McGurk makalesinde, "Türkiye'nin açıklaması gereken bazı şeyler var. Bağdadi, Suriye'nin doğusunda veya Irak'ın batısındaki geleneksel bölgelerde değil, Türkiye sınırından birkaç kilometre uzakta, Türkiye'nin 2018 başından beri askeri gözlem noktalarıyla koruduğu İdlib'de bulundu" dedi.

     

  4. Leman dergisi, Alper Taş’ı kapağına taşıdı: “Kültür geri geliyor Beyoğlu’na”

    WhatsApp-Image-2019-03-05-at-10.00.20.jp

    Alper Taş (d. 1967, Subaşı, Pazar, Rize), Hemşinli Türk siyasetçi. Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) genel başkanıdır.

    Taş, üniversiteye kadar olan öğrenimini Pazar'da tamamladı. Şimdiki adı İletişim Fakültesi olan İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksek Okulu'ndan mezun oldu. Gençlik yıllarında devrimci gençlik mücadelesinin örgütleyicileri arasında yer aldı. ÖDP‘nin kuruluşunda bulundu. Partide Beykoz ilçe yöneticiliği, İstanbul İl Örgütü yöneticiliği, İstanbul İl Başkanlığı, Parti Meclisi üyeliği ve Genel Başkan Yardımcılığı görevlerini yürüttü. 2009 yılında yapılan 6. Olağan Büyük Kongre'de Genel Başkanlığa seçildi.

    Füsun Taş ile evli olan Alper Taş İstanbul'da yaşamaktadır.

    • Beğen 1
  5. Evrim Ve Yeni Kanıtlar

    Evrim Kuramının büyük bir revizyon gerekliliği var mı yoksa 'devrim' tartışması yanlış mı?

    Atlanta'daki Emory Üniversitesi'ndeki araştırmacılar badem kokusundan korkarak (bunları elektrik çarpmasıyla) korkuyla eğitince, bu farelerin çocuklarının ve torunlarının aynı kokudan kendiliğinden korktuğunu şaşkına çevirdiler. Bunun olması gerekmiyor. Okul çocuklarının nesillerince edinilen özelliklerin miras alınmasının imkansız olduğu öğretildi. Bir fare, ebeveynleri ömürleri boyunca öğrendikleri bir şeyle doğmamalıdır, kazada kuyruğunu kaybeden fareler kuytu olmayan farelere doğum yapmalıdır.

    Eğer bir biyolog değilseniz, evrimsel bilim durumu hakkında kafanız karıştığından dolayı affedilirsiniz. Modern evrim biyolojisi, Charles Darwin'in Gregor Mendel'in genlerin kalıtımsal keşfi ile doğal seleksiyon mekanizması ile evlendiği 1940'lardan 60'lara dek ortaya çıkan bir senteze kadar uzanıyor. Geleneksel ve hâlâ hakim olan görüş, insan beyninden tavuskuşunun kuyruğuna uzanan uyarlamaların doğal seleksiyon (ve sonraki miras) tarafından tam ve tatminkar bir biçimde açıklandığı şeklindedir. Ancak, genomik, epigenetik ve gelişimsel biyolojiden yeni fikirler taşarken, evrimcilerin çoğu alanlarının değişime katlandığına katılırlar. Verilerin büyük bölümü, evrimin bir zamanlar varsaydığımızdan daha karmaşık olduğunu ima etmektedir.

    Kendim dahil olan bazı evrimci biyologlar, uzatılmış evrim sentezi (EES) olarak bilinen evrim teorisinin daha geniş bir karakterizasyonunu talep ediyorlar. Temel bir sorun, organizmalar ömrü boyunca olanları - gelişimlerini - etkileyip etkilemediklerini, evrimin önemli ve öngörülemeyen rolleri oynayabilir mi. Ortodoks görüş, gelişim süreçlerinin evrimle büyük oranda ilgisiz olduğu görüşündedir, ancak EES onları kilit olarak görür. Yetkilendirilmiş kimlik bilgilerine sahip olan kahramanlar, Ivy League üniversitelerindeki büyük atış profesörleri ve evrim mekanizmaları üzerine başörtüsü almak için ulusal akademisyenlerle bu tartışmanın her iki tarafını da kaplıyorlar. Bazı insanlar kartlarda bir devrim olup olmadığını merak ediyor bile.

    Evrimci biyolog Edward O Wilson, İnsan Doğası üzerine (1978) adlı kitabında, insan kültürünün genetik bir tasma üzerinde kaldığını iddia etti. Metafor, iki nedenle tartışmalıydı. İlk olarak, göreceğimiz gibi, kültürün genleri tasması üzerinde tuttuğu doğru değil. İkincisi, kültürel öğrenim için genetik bir eğilime ihtiyaç duyulmasına rağmen, genetik farklılıklar nedeniyle az sayıda kültürel farklılık açıklanabilir.

    Slide1.jpg

    Mücadele eden köpek gezici, EES'in uyarlanan süreci nasıl gördüğü konusunda iyi bir metafor. Bu evrimde bir devrim gerektiriyor mu? Bu soruyu cevaplayabilmemiz için önce bilimin nasıl çalıştığını incelemeliyiz. Burada en iyi otoriteler biyolog değil, filozoflar ve bilim tarihçileri. Thomas Kuhn'un Bilimsel Devrimlerin Yapısı (1962) adlı kitabı, bilimin, anayasal devrimler yoluyla değiştiği fikrini yaygınlaştırdı. Bu 'paradigma kaymalarının', çelişkili verilerin birikimi yoluyla ortaya çıkan eski teoride bir güven bunalımı izlediği düşünülüyordu.

    İşte o zaman, Karl Popper ve bilimsel teorilerin ispatlanamayacağı, ancak sahte olabileceği iddiası var. "Tüm koyunlar beyazdır" hipotezini düşünün: Popper, bu hipotezle tutarlı herhangi bir miktarda pozitif bulgunun, bunun doğru olduğunu ispatlayamayacağını ileri sürmüştür; zira, gelecekte çelişkili bir veri noktasının ortaya çıkma ihtimalini hiçbir zaman ekarte edemez; Bunun tersine, tek bir siyah koyun gözlemlenmesi, hipotezi yanlış olarak kanıtlayacaktır. Bilim adamlarının potansiyel olarak teorilerini tahrif edebilecek kritik deneyler yapmaya çalışması gerektiğini savundu.

    Diyetten hava kirliliğine, ebeveyn davranışına kadar her şey gen ifadesini etkileyebilir

    Kuhn ve Popper'ın fikirleri çok iyi bilinirken, filozofların ve tarihçilerin gözünde tartışmalı ve çekişmeli duruyorlar. Bu alanlardaki çağdaş düşünme, Bilimsel Araştırma Programlarının Metodolojisinde (1978) Macar filozof Imre Lakatos tarafından daha iyi yakalanır:

        Bilim tarihi hem Popper hem de Kuhn'ı reddetti: Popperian önemli deneylerin ve Kuhnian devrimlerinin yakından incelenmesi efsaneler haline geldi.

    Popper'ın argümanları mantıklı olabilir, ancak bilimin gerçek dünyada nasıl işlediğine dair pek bir şey yapmazlar. Bilimsel gözlemler ölçme hatalarına karşı hassastır; bilim insanları insandır ve teorilerine bağlı kalır; ve bilimsel fikirler fien karmaşık olabilir - hepsi bilimsel hipotezleri dağınık bir iş haline getirir. Hipotezlerin yanlış olabileceğini kabul etmek yerine, metodolojiye meydan okuyuyoruz ('Koyunlar siyah değil - aletleriniz arızalı'), yorumları yorumluyoruz ('koyunlar sadece kirli') veya hipotezlerimize " Evcilleştirilmiş ırkları ifade ettim, yabani mouflon değil). Lakatos bu tür düzeltmeleri ve dolandırıcıları 'yardımcı hipotezler' olarak adlandırdı; bilim adamları onları temel fikirlerini 'korumak' için teklif ediyor, böylece reddedilmeleri gerekmiyor.

    Bu tür davranış, evrim üzerine yapılan bilimsel tartışmalarda açıkça görülmektedir. Bir organizma tarafından ömrü boyunca edinilen yeni özelliklerin yeni nesillere aktarılabileceğini düşünün. Bu hipotez, 1800'lü yılların başında Fransız biyolog Jean-Baptiste Lamarck tarafından ön plana çıkarılmış olup, bu da türün nasıl geliştiğini açıklamak için kullanılmıştır. Bununla birlikte, uzun süredir deney tarafından itibar edilmemiş olarak kabul edilmiştir - 'Lamarckian' teriminin evrim çevrelerinde küçümseyici bir çağrışım yaptığı ve fikir için sempati ifade eden araştırmacılar kendilerini 'eksantrik' olarak etkili bir şekilde markalaştırdıkları noktasına gelmişlerdir. Alınan bilgelik, ebeveyn deneyimlerinin yavrularının karakterlerini etkileyememesi.

    Onlar dışında. Genlerin bir organizmanın fenotipini üretmek için ifade etme şekli - gerçek özellikleri - ile biter - onlara bağlı olan kimyasallardan etkilenir. Diyetten hava kirliliğine ve ebeveyn davranışına kadar olan her şey, genleri açıp kapatan bu kimyasal işaretlerin eklenmesini veya çıkarılmasını etkileyebilir. Genellikle bu sözde "epigenetik" ataşmanlar sperm ve yumurta hücrelerinin üretimi sırasında çıkarılır, ancak bazılarının sıfırlama sürecinden kaçtığı ve genlerle birlikte bir sonraki kuşağa geçtiği ortaya çıkmaktadır. Bu, 'epigenetik miras' olarak bilinir ve giderek artan sayıda çalışma, bunun gerçekten olduğunu teyit eder.

    Badem korkulu farelere geri dönelim. Spermde bulaşan bir epigenetik markanın kalıtımı, farelerin yavrularının kalıtsal bir korku elde etmesine neden olmuştur. 2011'de, olağanüstü bir başka olağanüstü çalışma, solucanların kötü virüslere maruz kalmalarını virüs susturucu faktörler - virüsü kapayan kimyasallar - üreterek yanıtladığını bildirdi ancak dikkat çekici bir şekilde sonraki nesiller epigenetik olarak düzenleyici moleküller ("küçük RNA'lar" olarak da bilinir) yoluyla epigenetik olarak miras aldı. ). Şu anda en tanınmış ve prestijli dergilerde yayınlanan yüzlerce bu tür çalışmalar var. Biyologlar, epigenetik mirasın gerçekten Lamarckiyen mi yoksa yalnızca yüzeysel olarak onunla mı örtüştüğü konusunda anlaşmazlar, ancak kazanılan özelliklerin kalıtımının gerçekte gerçekleşmesi gerçeğinden uzaklaşamaz.

    Popper'ın mantığına göre, tek bir koyu koyun gibi epigenetik mirasın tek bir deneysel gösterimi evrim biyologlarını mümkün olduğuna ikna etmek için yeterlidir. Yine de, genel olarak, evrim biyologları teorilerini değiştirmeye başlamış değiller. Daha ziyade, Lakatos'un öngörüdüğü gibi, uzun süredir devam eden inançlarımızı korumamıza izin veren yardımcı hipotezler geliştirdik (diğer bir deyişle, miras nesiller boyunca genlerin iletilmesi ile açıklanabilir). Bunlara, epigenetik mirasın seyrek olduğu, işlevsel olarak önemli özellikleri etkilemediği, genetik kontrol altına alındığı ve seçilim yoluyla özelliklerin yayılmasının altını çizmek için çok kararsız olduğu düşünceleri yer alır.

    Maalesef gelenekçiler için, epigenetik mirasın parantez içine alınmasına yönelik bu girişimlerden hiçbiri inanılabilir görünmüyor. Günümüzde giderek yaygınlaşan ve her geçen gün daha fazla örnek ortaya çıktığı bilinen bir durumdur. Meyve büyüklüğü, çiçeklenme zamanı ve bitkilerdeki kök gelişim gibi işlevsel olarak önemli özellikleri etkiler - epigenetik varyantların sadece bir kısmı uyarlanabilirdir, bu genetik varyasyon için daha az geçerlidir, bu nedenle işten çıkarmaya gerek yoktur. Arabidopsis thaliana bitkisi gibi, epigenetik değişim oranlarının dikkatlice ölçüldüğü bazı sistemlerde, hızın seçilemeyecek kadar düşük olduğu ve birikimli evrim geçirdiği saptanmıştır. Matematiksel modeller, epigenetik kalıtıma sahip sistemlerin yalnızca genetik mirasa bağımlı olanlardan farklı şekilde geliştiklerini göstermiştir - örneğin, epigenetik işaretlerin seçilmesi gen frekanslarında değişikliğe neden olabilir. Artık epigenetik mirasın evrimi farklı bir şekilde düşünmeye ittiğinden şüphe yok.

    Epigenetik hikayenin yalnızca bir parçasıdır. Kültür ve toplum aracılığıyla, hepimiz, ailemiz tarafından edinilen bilgi ve becerileri miras alırız. Evrimci biyologlar bunu en az bir yüzyıl boyunca kabul ettiler, ancak son zamanlara kadar insanlarla sınırlı kaldığı düşünülüyor. Bu artık geçerli değil: Hayvan krallığı boyunca yaşayan canlılar diyet, beslenme teknikleri, yırtıcılardan kaçınma, iletişim, göç ve çiftleşme ile çiftleşme yeri seçenekleri hakkında toplumsal olarak öğrenirler. Yüzlerce deneysel çalışma, memelilerde, kuşlarda, balıklarda ve böceklerde sosyal öğrenmeyi göstermiştir.

    Tek bir çiftleşme mevsiminde, 'fads' kişilerin ortaklarında cazip bulduğu niteliklerde gelişebilir

    En ilgi çekici veriler arasında büyük göğüsleri ve mavi göğüsleri çaprazlaştıran çalışmalar bulunmaktadır. Diğer kuşlar tarafından yetiştirildiğinde, bu kuşlar, davranışlarının sayısız yönlerini, beslenici ebeveynlerinin davranışlarına (avladıkları ağaçların yüksekliği, avın seçimi, beslenme yöntemi, çağrılar ve şarkılar ve hatta seçimleri gibi) değiştirdi. Dostum). Herkes, bu iki türün davranışsal farklılıklarının genetik olduğunu kabul etmişti, ancak çoğu kültürel gelenek haline geldi.

    Hayvan kültürleri, şaşırtıcı derecede uzun süreler boyunca sürdürülebilir. Arkeolojik kalıntılar, şempanzelerin açık tomurcukları en az 4.300 yıllık sürede kırmak için taş aletler kullandığını göstermektedir. Bununla birlikte, epigenetik miras gelince, hayvan kültürünün evrimsel olarak önemli olması için gen benzeri bir istikrar göstermesi gerektiğini varsaymak hatalıdır. Tek bir çiftleşme mevsimi boyunca, 'fads' kişilerin ortaklarında cazip buldukları nitelikte gelişebilir; bu süreç, meyve sinekleri, balıklar, kuşlar ve memelilerde deneysel olarak gösterildi ve matematiksel modeller, bu tür 'arkadaş seçiminin kopyalanmasının cinsel seçkiyi güçlü bir şekilde etkileyebileceğini gösteriyor.

    Birdsong'un çalışmalarından başka bir illüstrasyon geliyor. Genç erkek kuşlar şarkılarını öğrenirken (genellikle yakındaki yetişkin erkeklerden) şarkıların edinilmesine (erkeklerde) ve hangi şarkılar tercih edildiklerinde (kadınlarda) genlerin doğal seleksiyon baskılarında değişiklik yaparlar. Şarkının kültürel iletimi, kek parazitliği gelişimini teşvik ettiği biliniyor - kek gibi kuşlar yuva yapmaz, ancak diğer kuş yuvalarına yumurta bırakır - bazı yumurta parazitleri kime eşleştireceklerini öğrenmek için kültürel öğrenmeye güvenirler ile. Ayrıca, türleşmeyi kolaylaştırır, çünkü belirli kuş ağızları lehçeleri için tercihler popülasyonlar arasındaki genetik farklılıkların korunmasına yardımcı olur.

    Aynı şekilde orkların çeşitli kültürel olarak öğrendiği yemlik gelenekleri - ki farklı gruplar belirli balık türleri, keçeler veya yunuslar konusunda uzmanlaşmış - bunların birkaç türe ayrılmasına neden olduğu düşünülmektedir. Kuşkusuz kültür, kendi kültürel alışkanlıklarımızın genlerimiz üzerinde önemli bir doğal seleksiyon kaynağı olduğu bugün iyi kurulmuş olan kendi türlerimizde zirveye ulaşıyor. Nütrisyonlu tarımsal diyetler artmış amilazı (nişastayı parçalayan karşılık gelen enzim) tercih ederken, süt ürünleri yetiştiriciliği ve süt tüketimi, laktazı (süt ürünleri metabolize eden enzim) artıran bir genetik varyant için seçim yarattı.

    Bütün bu karmaşıklık, pek çok biyolog tarafından kabul edildiği üzere adaptif evrim için kesinlikle genetik bir para birimi ile uzlaşılamaz. Daha ziyade, genomların (yüzlerce ila binlerce kuşağın üzerinde), epigenetik modifikasyonların ve kalıtsal kültürel faktörlerin (birkaç, belki de onlarca veya yüzlerce nesil üzerinde) ve ebeveyn etkilerinin (tek nesil zaman aralıkları üzerinden) birlikte topluca bilgi verdiği evrimsel bir sürece işaret eder organizmaların nasıl adapte oldukları. Bu ekstra genetik çeşitlilik, organizmalara çevresel zorlukları hızlı bir şekilde ayarlayabilme esnekliğini kazandırır ve genetik değişikliği kendi başına sürükler - köpek gibi kabadayı bir paket gibi.

    Tüm yeni verilerin heyecanına rağmen, bilimin bu şekilde, yani evrim bilimini değil, en azından çalışmadığı basit bir nedenden ötürü bir evrim devrimi başlatmak pek olası değildir. Kuhn paradigması, Popper'ın eleştirel deneyleri gibi gerçeklere göre mitlere daha yakın. Evrimsel biyolojinin tarihine geri dönün ve bir devrime benzeyen hiçbir şey göremezsiniz. Charles Darwin'in evrim teorisini doğal seleksiyon yoluyla bile bile, bilim camiasında yaygın bir şekilde kabul görmesi yaklaşık 70 yıl aldı ve 20. yüzyılın başında kayda değer şüphecilikle karşılaşıldı. İzleyen on yıllar boyunca, yeni fikirler ortaya çıktı, bilimsel topluluk tarafından eleştirilerek değerlendirildi ve kademeli olarak önceden var olan bilgilerle bütünleşti. Büyük ve evrimsel biyoloji, büyük bir "kriz" yaşanmadan güncellendi.

    Aynı şey bugün için de geçerlidir. Epigenetik kalıtım, genetik mirasın kanıtı değildir; ancak, özelliklerin geçtiği çeşitli mekanizmalardan sadece birisidir. Ders kitaplarını kırmak ya da doğal seleksiyon yapmak isteyen hiçbir biyolog biliyorum. Evrimsel biyolojideki tartışmalar, evrimin nedenleri konusundaki anlayışımızı genişletip genişletmeyeceğimizi ve sürecin bir bütün olarak nasıl düşünüldüğünü değiştirip değiştirmediğini ilgilendiriyor. Bu bakımdan, devam eden şey 'normal bilim' dir.

    Bu durumda, geleneksel olarak fikirli evrimci biyologlar, paradigma için lobi yapan yanlış yönlendirilmiş evrim radikallerinden şikayetçi midir? Gazeteciler neden evrimsel biyolojide bir 'devrim' çağrısı yapan bilim insanları hakkında makaleler yazıyorlar? Aslında kimse gerçekten bir devrim istemiyorsa ve bilimsel devrimler nadiren olsa gerçekleşmiyorsa, bu ne demek oluyor? Bu soruların cevabı, evrimsel biyoloji sosyolojisine ilginç bir bakış açısı sağlamaktadır.

    Evrimin devrimi, yanlış bir görüştür - muhafazakâr fikirli evrimcilerin, yaratılışçıların ve basının olası bir ittifakı tarafından üretilen bir efsane. Orada az sayıdaki orijinal, devrimci olarak düşünülmüş evrim radikalleri olduğuna dair kuşkum yok, ancak kapsamlı bir evrim sentezine yönelik araştırmacıların büyük çoğunluğu basit, sıradan, çalışkan evrimci biyologlar.

    Hepimiz, sansasyonalcılığın gazete sattığını ve büyük bir kargaşayı gösteren yazıların daha iyi kopyalanması için olduğunu biliyoruz. Evrimciler arasında görüş ayrılıklarını abartan ve evrimsel biyoloji alanının kargaşa içinde olduğu yönünde yanlış bir izlenim veren propaganda ile 'akılcı tasarım' yaratıcıları ve savunucuları da bu izlenimi besler. Daha şaşırtıcı olan, muhafazakar fikirli biyologların evrimcilere karşı 'Biz saldırı altındayız!' Oyuncağı. Entelektüel muhalifleri aşırılıkçı olarak göstermek ve insanlara saldırıya uğradığını söylemek, tartışmayı ya da bağlılığı kazanmak için yaşlanmış retorik hileleridir.

    Bu tür oyunları hep bilimle değil siyasetle ilişkilendirdim, ama şimdi naif olduğumu anladım. Gördüğüm sahne şantajcılarının bir kısmı, yeni fikirlerin adil vasıtalarla veya faullerle yayılmasını engellemek için görünüşte tasarlanmıştı, beni gerçekten şok etti ve bildiğim diğer alanlarda pratik yapmaktan uzaktayız. Bilim adamlarının da, kariyer ve mirasların yanı sıra, finansman, güç ve nüfuz mücadeleleri de vardır. Ben, gelenekselcilerin söyleminin, bölünmeyi abartarak kafa karışıklığı yarattığını ve yanlışlıkla yaratılışçılığı güçlendirdiğinden endişe ediyorum. Çok saygın bilim insanları, evrimsel biyolojide değişim ihtiyacı hissetmekte, herkes için saçılmış elemanlar olarak atılmaktadır.

    Genişletilmiş evrimsel sentez evrimi bir devrim çağrısı değilse, o zaman nedir ve neden ona ihtiyaç duyarız? Bu sorulara cevap bulmak için, Kuhn'un haklı neyin, yani her bilim alanının paylaşılmış düşünme biçimleri ya da "kavramsal çerçeveler" e sahip olduğunu tanımamız gerekir. Evrimsel biyoloji farklı değildir ve paylaşılan değerlerimiz ve varsayımlarımız, hangi verilerin toplanacağını, bu verilerin nasıl yorumlanacağını ve evrimin nasıl işlediğiyle ilgili açıklamalara hangi faktörlerin dahil edildiğini etkiler.

    Bu nedenle bilimin çoğulculuğu sağlıklıdır. Lakatos, alternatif "kavramsal çerçevelerin - farklı" araştırma programları "olarak adlandırdığı - yeni hipotezlerin üretilmesini ve test edilmesini teşvik edeceği veya yeni yorumlara yöneltebileceği ölçüde değerli olabileceğini vurguladı. EES'in temel işlevi budur: yeni soruşturma çizgilerini ve yeni üretken yol düşünme yollarını beslemek, hatta açmak.

    Bir balık kurmanın bazı yolları diğerlerinden daha olasıysa ne olur?

    İyi bir örnek, "gelişimsel önyargı" olarak bilinen şeyle ilgilidir. Doğu Afrika'nın cichlid balıklarını merak et. Malavi Gölü'ndeki onlarca, hatta yüzlerce cichlid türünün, Tanganyika Gölü'nde, besbelli benzeyen bir vücut şekli ve bağımsız olarak evrimleşmiş bir "kopya" türü var. Bu gibi benzerlikler genellikle yakınsak evrimle açıklanır: rasgele genetik varyasyon her zamanki gibi kabarmış, ancak benzer çevresel koşullar genleri eşdeğer sonuçlar üretmek için seçmiştir. Organizmaların büyümesi ve gelişme biçimi, özelliklerin sınırlanmasına neden olabilir, ancak varyasyonun kendisinin esasen rasgele olduğu varsayılır.

    Bununla birlikte, bu iki gölde görülen paralel evrimin olağanüstü seviyesi, başka bir şeyin sürmekte olduğunu göstermektedir. Bir balık kurmanın bazı yolları diğerlerinden daha olasıysa ne olur? Özellik değişimi belirli çözümlere yönelse ne olur? Seçim halen açıklamanın bir parçası olacaktır, ancak paralel evrim çok daha muhtemel olacaktır.

    Memelilerdeki yanak dişleri (azı dişleri) önyargı için en ikna edici verilerin bazılarını sağlar. Araştırmalar, diğer 29 kemirgen türünden bir numunedeki dişlerin boyut ve sayısını tahmin etmek için laboratuvar farelerine dayanan bir matematiksel model kullanmak mümkün olduğunu gösteriyor. Herhangi bir şekil veya sayıdaki dişi yapmakta özgür olmak yerine, doğal seleksiyon, türleri, gelişim mekanizmaları tarafından yaratılmış oldukça spesifik bir yol boyunca itiyor gibi görünüyor. İstisnaların varlığı - farklı oranlardaki diş hekimleri gibi kemirgenler - eski düşünce biçiminin (gelişimsel "kısıtlamaların" seçimi kısıtladığını) doğru olmadığını ortaya koymaktadır. Gelişimin etkisi hem daha incedir ve daha ilginçtir: gelişim mekanizmaları seçimi için manzara önyargılıdır ve hangi özelliklerin evrimleştiğini belirlemeye yardımcı olur.

    Bu tür çalışmalar, evrimsel biyolojiyi daha akıllı bir bilim haline getirmeye yardımcı olduklarından heyecan vericidir. O halde neden son zamanlara kadar bu fikirler nispeten az dikkat çekti? Kavramsal çerçevelere dönüyoruz. Tarihsel olarak, evrimci biyologlar, fenotipik varyasyonun önyargılarını 'kısıtlama' olarak gördüler; bu neden evrimin veya uyarlamanın gerçekleşmediğinin bir açıklaması. Organizmaların gelişme biçimi, hangi özelliklere sahip olmasını veya sahip olabileceği uyarlamayı kısıtlar. Geleneksel olarak düşünen evrimciler, gelişim için evrim yönü ve değişiminin bir nedeni olarak olumlu bir rol oynamak için daha fazla suskunlar.

    Bu tür bir deneyi motive etmek, farklı bir bakış açısı (bu örnekte, evrimci gelişim biyolojisinin sözde 'evo devo') aldı. Evo-devo bakış açısına göre, önyargı, evrimin ve uyarlamanın hangi evrede gerçekleştiğini kısmen açıklar. Kemirgenlerin dişleri ve balıklarının vücudu yaptıkları şekilde görünür çünkü canlıların oluşma biçimi bu özelliklerin ortaya çıkma ihtimalini arttırır. Bu nedenle, önyargılar evrimsel açıklamada çok daha önemli bir kavram haline gelir. Olguyu ön plana çıkararak, EES bunun araştırılmasını umuyor.

    EES, en azından işbirlikçilerim ve ben bunu tasarlıyorsam evrimsel biyoloji için alternatif bir araştırma programı olarak görüyorum. Evrimsel biyoloji ve komşu alanlarda ortaya çıkan son bulgulara dayanarak EES, gelişim süreçlerinin yeni (ve potansiyel olarak yararlı) fenotipik çeşitliliğin nedenleri, bu değişkenlerin uygunluğundaki farklılıkların nedenleri ve kalıtım nedenleri olarak önemli roller oynadığı varsayımından yola çıkarak başlar. Evrimin geleneksel olarak nasıl tasarlandığı aksine, EES'de yaratılışın evrim yükü tek başına doğal seçime dayanmaz. Bu alternatif düşünce biçimi, yeni hipotezler üretmek ve yeni araştırma gündemleri oluşturmak için kullanılmaktadır. İlk günler, ancak bu araştırmanın temettü üretmeye başladığının işaretleri zaten var.

    Eğer evrim yalnızca gen frekanslarındaki değişikliklerle açıklanamazsa; Kazanılmış özelliklerin devralınması gibi önceden reddedilen mekanizmalar her şeyden önce önemli ise; ve eğer organizmalar evrimin gelişme, öğrenme ve diğer plastisitelik vasıtasıyla yanlıştır kabul edilirse - bu, evrimin kökten farklı ve derinden zengin bir hesabı oluştuğu anlamına mı gelir? Kimse bilmiyor: Fakat adapte olduğumuz köpek yürüteç perspektifinden bakıldığında, evrim nazik bir genetik gezintiye daha az benziyor ve daha ziyade sıkı gelişim süreçlerine ayak uydurmak için genler tarafından çılgın bir mücadeleye benziyor.

    Alıntı

    Kevin Laland

    İskoçya'daki Andrews Üniversitesi'nde davranışsal ve evrimsel biyoloji profesörü ve uzatılmış evrimsel sentez araştırma programının proje lideri. En son kitabı Darwin'in Bitmemiş Senfonisi: Kültür Nasıl İnsanın Zihnini Oluşturdu (2017).

    Çeviri: Google Çeviri

  6. Amerika İslamı Nasıl Dönüştürüyor - How America Is Transforming Islam - Emma Green - Emma Green

    ABD'de genç ve Müslüman olmak, birden fazla kimliği taşımak demektir. Hiçbir şey aşık olmaktan fazlasının olduğunu gösteriyor.

    Taz Ahmed 38 yaşında, bekar, Müslüman ve Bengalidir. Kendini manevi olarak tanımlıyor, ancak özellikle dini değil. Büyüdüğü zaman, göçmen ailesi bir IT mesleği olan biriyle evleneceğini umdu. Oklahoma'da buldular. Ahmed son zamanlarda bana söyledi. "Onlar gibi, 'Çok fazla soru soruyorsun. Bu kadar bilgiyi bilmenize gerek yok.'

    Kuşağının diğer Müslümanları gibi, Ahmed de kimliğinin çeşitli yönleri arasında geçiş yaparak geçirdiği bir ömür geçirdi. Balo gecesine, annesine gey bir adamla gideceğini vaat ederek geldi. 20'li yaşlardaki evliliği bir yüksek lisans derecesi için takas etti. Ülkeyi dolaşırken bile bir grup izledi. Kominas adı verilen Müslüman bir punk grubu haricinde Hollywood'dan gelen yaş hikayesi.

    "Düzenli bir evlilik kazanmış olsaydım bu daha kolay olurdu" dedi. "Fakat ailem gerçekten bu konuda yürekliydi."

    Belli bazı büyük yaşam anları kültürel kimliklerle hesaba katma eğilimindedir. Kimlerin ve değerlerin üzerine daha fazla soru soracak hiçbir şey, kimlerin tarihini ve evliliğini bulmaktan başka bir şey değildir.

    Amerikan kültürü genellikle genç Müslümanlar için iki karşıt yol sunar. Bir tarafta, Müslüman şiddete göstermek amacıyla doğrulanmamış videolara riayet eden Başkan Donald Trump gibi insanlar var; "Sanırım İslam bizden nefret eder" gibi şeyler söylüyor; ABD'de ikinci ve üçüncü nesil Müslümanlar arasında "gerçek bir asimilasyon" olmadığını iddia ediyor Diğer taraftan, din reddeden ve aşık olan Müslüman bir komedyen Kumail Nanjiani'nin otobiyografik aşk hikayesini tasvir eden The Big Sick gibi filmler göçmen aileyi perişan eden beyaz bir kadınla.

    Aslında, Müslümanların çoğu arasında bir yerde. Yaklaşık yüzde 60'ı 40'ın altı olan ABD'li Müslümanlar, özünde orijinal olan bir süreçten geçiyorlar: tamamen laiklikten derin dindarlığa kadar değişen, inançlarıyla yeni, farklı, kendi kendini inşa eden kimlikler buluyorlar. Konturlar İslam'a özgü olabilir, ancak hikaye Katolikler, Yahudiler ve hatta Püritenlerin paylaştığı hikayedir. Müslümanlar, dinlerinin ayırt edici biçimde Amerikan biçimlerini yaratmaktadırlar.

    Bir grup olarak, Müslümanlar oldukça çeşitlidir ve deneyimleri bu çeşitliliği yansıtır. Bazı genç Müslümanlar dini ve kültürel kimlikleriyle derin ilgileniyor ancak yaşamın diğer bölümlerine öncelik vermeyi seçiyorlar. Diğerleri, inançlarıyla ilgisi olan yeni, geleneksel olmayan yolları kendi kendine tanımlarlar. Göçmenler ülkeyi kuşaklar boyunca ABD'de yaşayan insanlardan farklı anlıyor; Siyah Müslümanlar farklı türde ayrımcılığa uğrarlar ve özel toplumsal ihtiyaçları vardır. Yeni dini anlayamayabilecek aile üyelerinden gelen soruları yüz yüze çevirir ve bazen alışılmadık yeni arkadaş ve ortakların kültürlerinde dolaşmak zorunda kalır. Ve bazı Müslümanlar ırk, cinsiyet veya cinsellik nedeniyle kendi toplulukları tarafından kabul görmüyor.

    Diğer Amerikan dini gruplarında olduğu gibi, genç Müslümanların küçük bir azınlığı, dini aşk bağlamında da dahil olmak üzere aşırı bir seviyeye taşıyor. Jaelyn Young ve Muhammed Dakhlalla, 2016 yılında İslam Devletine katılmakla suçlanan iki Mississippi üniversite öğrencisini böyle bir hikaye sunuyor. Fordham Üniversitesi Hukuk Fakültesi'ndeki Milli Güvenlik Merkezi'ne göre, genç Müslüman dönüşümcüler, ABD'de ISIS ile ilgili davalarda yer alanlar arasında özellikle yaygındır.

    Fakat Müslüman ebeveynlerin, öğretmenlerin ve imamların büyük çoğunluğu için, bunun tersi endişedir: gençlerin inançlarından uzaklaşması. Yale Üniversitesi'nden doçentlik yapan Zareena Grewal, "[asimilasyon] konusunda endişeli olan insanlar Yale Üniversitesi'nden doçentlik yapan Zareena Grewal," Gelenekten taviz vermeyen, endişelenen endişe duyan insanlardır "dedi. İmamlar genellikle genç Müslümanları ve Yahudileri karşılaştıracağını da ekleyerek, dini örgütlerinin yaygın disiplinle zarar görüp görmeyeceğini merak ediyor. "Onlar, 'Ah, haham panikleyicidir, bu yüzden paniklemeliyiz' gibi" diyorlar. "
    * * *
    Han, 27 yaşındaki Sana Han ve 29 yaşındaki Yusuf Siddiquee, "burada Müslüman olmak zorundasınız ve hiç soru sormayın" diye sert açıkladığı hanelerde büyüdüler. Bir İslam okuluna girmedi ya da camide ibadet etmedi; İslam, Queens'deki çeşitli mahallelerindeki ortamın bir parçasıydı. Siddiquee için Midwest'te yaşayan aileleri, Müslüman olmayı ve farklı olduğunu vurguluyordu. "Bunu tekrar yazmak zorunda kaldım, muhtemelen de vurgulamak isterdim, ama gerçek bu" dedi.

    Her ikisi de karşılıklı arkadaşlar vasıtasıyla birbirlerini buldular-Philly'de halk sağlığında çalışıyorken, New York'ta kar amacı gütmüyordu. Han, Ramazan'da oruç tutmak gibi belli Müslüman gelenekleri hakkında çok şey duyduğunu söyledi ancak o yılın geri kalanında gözlemci değildi. Zaten biriyle Müslüman olmasını umuyordu. "Benim için, ortağımı aileme entegre etme konusunda daha çok şey düşünüyordu" dedi. "Ayrıca sadece gelecekteki planlama: Ne tür bir ev istiyorum; kutlamak istediğim tatil günleri "dedi. Siddiqee benzer bir hisle karşılandı: Gerçekten artık pratik yapmadığı halde," biri gerçekten beni anlaması için, geldiğinde bir miktar bilgi ve konfora sahip olmaya ihtiyaçları olacak "dedi. Bu dini konularda. "

    Bu sonbaharda düğünlerine kadar yol gösterici olarak, ikisi de aileleriyle dine karşı küçük bir sürtüşme yaşadı; her iki ebeveyn kümesi bile olduğundan daha fazla dikkatli davrandılar. Çiftin nikahlarını nasıl planladığı veya İslami evlilik töreni için nasıl bir fikir ayrılığı olmasına rağmen çoğunlukla İslam hakkında konuşmaktan ötürü çatışmayı önledi. Siddiquee, "Anne-babamın kafasına hitap etmesi zordur -yani din eksikliğiyle" diyordu. "Cumartesileri geleneksel Cuma akşamı Jummah'a gidiyorum" diye yanlış söylentileri yok, "yoksa camiye gidiyorum veya kendime bile dua ediyorum. Eminim bunun uzun süredir sürekli düşen bir şey olduğunu biliyorlar. "

    Çifti sonunda, onlara uyan dini bir topluluk bulacağını umuyoruz - büyüdüğünden daha "ilerici" ve "esnek" bir şeyler. Han, "Benim bir parçam" dır, "ancak ana bölüm bu değil" dedi.

    Bazı açılardan, bu binyıllar boyu hikayedir. Khan ve Siddiquee, nesillerindeki gibi, dini kurumlardan ve düzenli uygulamalardan çekilmişlerdir. Duke Divinity School'da öğretmenlik yapan bir imam olan Abdullah Antepli, birlikte çalıştığı lisans öğrencileri arasında benzer kalıpları sıklıkla görür. "Amerikalı Müslüman kimliğini nasıl düşündükleri konusunda öğrenciler ve anne babalar arasında inanılmaz bir fark var" dedi. "Ana baba, tirelenmiş kimliğin Müslüman tarafına yatırım yapmak istiyor - bu kimliğin belli yönleri için korunması gerçekten endişeli". Bununla birlikte, çoğu öğrenci "Amerikan tarafında pazarlık yapıyor ve beyin fırtınası yapıyor". endişe: Pew Araştırma Merkezi'ne göre, 40 yaşın altındaki Müslümanların yarısından daha azı her hafta camiye gidiyor ve 30 yaşın altındaki Müslümanların sadece üçte biri geleneksel İslam pratiğine uyarak günde beş kez dua ediyor.

    Ancak, "diğer Milenyumlara göre, Müslümanlar çok daha dindar" diyor Amerikan Müslüman nüfus grafiklerinin yakın tarihli bir Pew Araştırma Merkezi araştırmasına katkıda bulunan Grewal. 40 yaşın altındaki Müslümanların yaklaşık üçte ikisi, Pew'e göre, dinler, hayatlarında çok önemli, buna karşın yaklaşık 10 Amerikan Millennials'ından dörtte biri.

    92f588584.jpg

    Bu rakamlar Amerikan ve Müslüman kimliklerin karşılıklı olarak münhasır olmadığı noktasını vurguluyor. Aslında, konuştuğum genç Müslümanların birçoğu, inançlarını Amerikan usullerine göre keşfediyor gibi görünüyor. Kuzey Virginia'da yaşayan 28 yaşındaki Müslüman Mobashra Tazamal bana İslam'ın "hayatımın her günü için düşündüğüm bir şey olduğunu" söyledi. Mutlaka camide veya bir grupla olmamakla birlikte günlük dua ediyor. Ailesi tam olarak onunla ne yapacağını bilmiyor. "Hiçbir şey, sanırım, korkmuş ya da kaygılanıyorlar" dedi. "Sadece nötr bir şekilde karıştırılıyorlar."

    Büyüyen, anne babasının "oldukça, çok dindar" ve oldukça muhafazakar olduğunu söyledi: Günde beş kez dua ediyorlardı ve annesi her sabah Kur'an'ı okudu. Evinde dini "sorgulamak için gerçekten yeterli bir yer yok" derken Tazamal, her zaman bir şey hakkında milyonlarca soru sorduğu bir çocuk olduğunu söyledi. Ve bu yetişkinliğe devam etti.

    "Dindar" terimi, gerçekten sevdiğim bir şey değil, "dedi. "Çoğunlukla, 'dini' anlamı, çok katı ve eylemlere odaklanmış bir kişidir. Ben çok manevi olduğumu söyleyebilirim ve çok güçlü bir imanım var. "

    Tazamal'ın yeni kocası Fahd da İslam ile derinden ilgileniyor. Çift, merkeze inançla bir ev ve aile inşa etme hakkında hayal kuruyor. Tazamal, "En büyük bayramlardan biri olan Eid'i yapmak, gerçekten büyük bir kutlama yapmak istiyoruz" dedi. En önemlisi, "Çocuklarımıza bir şeyler hakkında sorularımızı varsa," Hayır, yanlış "demeyeceğiz."

    Geleneksel dini hayatı olan genç Müslümanlar bile kimlikler arasında geçiş yapmak zorundalar. Touba Şah, 19. yüzyılda kurulan ve daha önce Muhammed tarafından kehanet edilen mesih'in geri döndüğüne inanan bir Ahmediye topluluğunda 21 yaşındadır. Dedelerinden birisi ve büyükannesi kardeş olan ailesi aracılığıyla nişanlısını bulduğunu söylediğinde profesörlerinden biri şok davrandı. "Ben doğdum ve kaliforniyalıyım, devam et ve alnıma bir etiket koy" diye Professor'e söyledi. "'Batıda doğup büyüyen, sizin gibi çocuklar sizin Doğu uygulamalarınıza bağlı kaldıklarını görmek çok sık değil'" diye yanıtladı.

    Ancak onun gibi deneyimler oldukça yaygın. Müslümanlar arasındaki sağlık ve ilişkileri araştıran Rutgers Üniversitesi'nden doktora öğrencisi olan Amal Killawi, "Pek çok Müslüman için din evlilik deneyiminde bir takım rol oynuyor" dedi. "Önemli olanın yansıması için zaman ... kimliğiniz, toplumda ne kadar Müslüman olmak istediğinizi, hangi evde inşa etmek istediğinizi."

    Killawi, bazı Amerikalılar, çocuk gelinlerin sabit kalıplarını ve zorla çalıştırılan ortaklıkları dile getirebilecek "düzenlenmiş evlilik" teriminde geri tepebilirlerse de, ABD'deki versiyonların çok daha düşük anahtarlı olma eğiliminde olduklarını söyledi. Potansiyel gelinler ve damadlar neredeyse her zaman öncülük eder, ancak ebeveynler diğer Amerikalı hanelerde olduğundan daha fazla bir ortak seçmeye katılabilir. Müslümanlar çoğunlukla "neredeyse kolektivist bir topluluk" oluşturmaktadır. ... Evlilik, eşinizle yalnız kaldığınız tamamen bireysel, bağımsız bir yolculuk değildir "dedi. "Ailenizle bu yolculuğa başlıyorsunuz."

    a24d8625b.jpg

    Debates about assimilation often focus on immigrants, but they overlook the experiences of Muslims who have long been settled in the U.S. While 58 percent of adult Muslims were born outside of the U.S., according to Pew, that means 42 percent of American Muslims were born in the country. More than half of those who have been here for three generations or more are black. “By virtue of being black, and then being black and Muslim, I don’t think there’s any room for assimilation,” said Ikhlas Saleem, a 28-year-old Muslim woman who grew up in Atlanta.* “It’s very hard to assimilate to a white paradigm.”

    Saleem kocası Joshua ile tanıştığı "modern gün düzenlenmiş bir evlilik" ile tanıştı; ailenin bir arkadaşı ona annesinin numarasını verdi. Saleem Joshua ile tanışmadan önce gayri Müslimler de dahil olmak üzere her türlü insandan yardım istedi. "O zamanlar bunun çok önemli olduğunu düşünmedim" dedi. "Yaşlandıkça öncelikler benim için değişti. Hayatımı nasıl düşündüm ve ailem farklıydı. Ailemin birlikte Ramazan kutlamasını istiyorum. Mescidi "camiye" birlikte gitmek istiyorum. Eşinizin Müslüman olmadığı zaman yapmak biraz zor. "

    Ancak siyah bir Müslüman olarak tarihleme kendi zorluklarını ortaya koydu. Amerikalı Müslümanların yaklaşık beşte biri siyahtır -Pew'e göre, üçte birinden azı Asya ya da Güney Asya'dır ve yaklaşık yüzde 41'i beyaz ya da Araptır. Bir Müslüman buluşma sahnesi var, ancak Saleem bir tane denediğinde, "bütün uygulama genelde siyah kadınlarla ilgilenilmeyen Güney Asyalı erkeklerle sular altında kaldı" dedi. "Gezinmek zordu." Başka bir siyah kişiyle evlenmek konusunda güçlü bir şekilde hissetmedi, ancak arkadaşlarının bazıları zor durumda olabilir. Saleem, "Günümüzde, doğal olarak siyah Müslüman erkeklerle karşılaşmıyoruz" dedi. "İşyerimde siyah Müslüman erkekler görmüyorum. Ben giderken onları görmüyorum. Jummah için Cuma günü giderken onları görmedim. "

    Ortaya çıktığında, Joshua da siyah ve müslümandı. Birbirlerini tanıdıklarında, gelecekteki yaşamları hakkında bir bütün soruların bir listesini tamamladılar: İslam'ı evlerinde nasıl geçirmeyi isterlerdi, ister çocuklarını dini okullara gitmek isterler, ne tür vurgu onlar Kur'an ezber koymak istedim. Din, kültür ve kimlik konusunda büyük soruları yokmuş gibi değil - ancak 'Amerikan olmayı nasıl zorlaştırıyor' sadece canlı bir konu değil. Saleem, "Bence genç Müslümanlar asimilasyon fikrini reddetme eğiliminde." Dedi. Saleem, şimdi Makkah Ali adında bir siyah Müslüman kadınla bir podcast yayınlıyor ve sıklıkla evlilik ve ilişkilerin belirli zorluklarını tartışıyorlar.

    Asimilasyon sorunu, Pew'e göre ABD'li Müslümanların yaklaşık yüzde 21'ini oluşturan dönüştürücüler ve Amerika'da doğan Müslümanların yüzde 44'ü için daha az alakalı. Charles Turner, nominal olarak Katolik bir babanın beyaz oğlu Virginia'daki küçük bir kasabada büyüdü. Virginia Commonwealth Üniversitesine geldiğinde Müslüman Öğrenci Derneği üyeleriyle takılmaya başladı. İşte Tayyaba Syed'le tanıştı.

    Din, iş dünyası ve okul üzerinde ikisi birbirine bağlı olduğu için "çok fazla insanla paylaştığımız bir şey değildi" dedi Syed. "Erkeklerle kadınlar arasında sadece ticaretten çok daha fazla şey hakkında bir tabu var."

    Turner 19 yaşındayken İslam'a geçse de, Syed'in ailesi arasındaki ilişkiyi kabul etmek uzun zaman aldı. "Onların ilk tepkisi ben genç bir gencim ve ben sadece aptalca kararlar veriyorum" dedi Syed. Paritenin farklı geçmişlerinden geçip gidebileceklerini sorguluyorlardı. "'Aynı kültürden değiliz, öyleyse gelecekte nasıl bir şey olur?'" Syed onları sormayı hatırladı. "'Aile hayatında nasıl gezineceğiz?'"

    Turner'ın yakınları, kendisi için seçtiği yabancı dünya hakkında da sorular sordu. "Aile üyelerim belki biraz konuşmak ve biraz endişe duymakla birlikte bana değil," dedi. "Bu düşmanlık değil. Bu daha çok merak. Ve sanırım biraz endişe edebilirsin. "

    Syed dişhekimliği okulunu bitirdikten sonra, ailesi rahatladı ve evlenmelerine karar verdi. Geçen yıl düğünlerinde çift, basit bir törenle büyük bir Pakistan tarzı kutlamayı atladı. Pakistan kültüründe geleneksel olmayan damat ve gelinler de dahil olmak üzere ilişkilerine uymak için birkaç kıvrım eklediler. Ve Turner bir İrlandalı tezgah ayarına girdi.

    Yeni evlceler son zamanlarda Mormon-heavy Utah'a taşındı ve şaşırtıcı derecede iyi uyuyorlardı. Turner "Salt Lake City'den daha fazla aile dostu bir yer olduğunu sanmıyorum" dedi. "LDS Kilisesi, Müslüman topluluğuna gerçekten çok sıcak ve çok destek veriyor" diyerek keşfettiler. Gelecekteki oğullarını ve kızlarını dinleri konusunda eğitmeyi dört gözle bekliyorlar. "Normal bir şeymiş gibi hissetmelerini istiyoruz" dedi Turner. Çiftin İslam evliliği sözleşmesindeki tek şart, çocuklarının tirelendiği bir isim almasıydı: Syed-Turner.

    2455cddc4.jpg

    Bütün bu çiftler için, Müslüman kimliğini gezme deneyimi, düz olmakla sonsuz kolaylaştırılmıştır. Yakın tarihli bir Pew araştırması, Amerikalı Müslümanlar'ın son yıllarda eşcinselliğe karşı daha açık hale geldiğini gösteriyor: Yarımdan fazlası toplum tarafından kabul edilmesini söylerken, on yıl önce aynı şeyi söylediği çeyrekten daha fazla. Buna rağmen, bu oran genel Amerikalı kamuoyununkinden düşük, yüzde 63'ü homoseksüelliğe onay veriyor. LGBT Müslümanlar, "iyi" bir Müslüman olmanın ne anlam taşıdığı geleneksel, heteroseksüel standartları karşılarken, ana akım Amerikan kültürüne asimile olmak için kendi ikili baskısını hissedebilirler.

    "Müslüman bir sanatçı olarak, kendimi izole hissettim. Ben sadece bir bendim - tüm arkadaşlarım doktor oldu "dedi Saba Taj, Kuzey Carolina Durham'da yaşayan 31 yaşındaki queer Müslüman. "Ailemi hayal kırıklığına uğrattım. ... Benden istedikleri ile yapmış olduğum şeylerin arasında pek çok bağlantı kesildi. "

    O sırada Greensboro yakınlarında yaşayan 30 yaşındaki bir müzisyen Laila Nur'la bir araya geldiğinde "Bir saat uzaklıkta Müslüman bir sanatçı kim varmış gibi göründü" gibi hissettim " kendi sanatında paylaşılan temalar üzerinde bağlantı kurdu: Taj genellikle kadınları boynuzlu taşla boyuyor ve İslamofobi temaları ile uğraşıyor; Nur'un şarkılarından bir tanesi Arapça başlıklı.

    Nur, New York'taki siyah bir Müslüman evde yetiştirildi. Ailesi lisede iken dönüştürülmüş ve aile üyelerinin çoğunun Hıristiyanlar vardır. "Eşim olarak ortaya çıkan evimde kesinlikle vibe hissetmedim -bunu bu evde boğulmuyor" dedi. "Ben etrafımda büyüdüm millet için o zaman lezbiyen olarak çıkıyor benim için paylaşılan bir tiksinti vardı. Benim Müslüman ailem için özel değildi. "

    Uzun süredir, bu deneyim Nur'un dine bağlanmasını zorlaştırdı. "18 yaşımdan evimi terk edince İslam'ı kınadım," dedi Nur. "Eski Müslüman olduğum, Müslüman olduğumu söyleyebilirim, hala bazı pratiklere sahiptim, fakat ben Müslüman değilim."

    Taj ile tanıştıktan sonra değişmeye başladı. "Tuhaf Müslümanların var olduğunu bilsem bile hala tek boynuzlu bir şeydi," dedi Nur. "Aslında gerçekmiş gibi hissetmedim. Her iki kimliği de var olamazdınız. "Geçen bir yılda Nur inancını yeniden düşünmeye başladı. "Saba toplantısı ... queer olmak ve Müslüman olmanın getirdiği kimliğimle olan çelişkileri uyandırmaya başladı" dedi. "Çok kasıtlı bastırdım ve uzun süredir değişmeden kaldı" dedi.

    Taj ve Nur, Ocak Trump açılmadan önce evlenmeye karar verdiler. Obergefell'de 2015 Anayasa Mahkemesi kararıyla Amerika'daki eşcinsel evliliğini yasalaştırmasına rağmen, haklarını kaybetmekten Kumpanya yönetimi için endişeliler. Siyasi atmosfer Müslümanlar için açıkça düşman hale geldiğinde, Taj ve Nur kimliklerini öne çıkarmanın önemli olduğunu hissettiler-hepsi. "Gerçekten güçlüydü, gerçekten çok güzel hissettim ve" Evet, aslında ben queerim ve eller aşağı Müslüman "diyebileceğim güçlü siyasi tutum gibi" dedi Nur.

    Ailesel çatışmalarına rağmen Taj, annesinin "hiç aklıma gelemeyeceğim şekilde çok zarif olduğunu" söyledi. Nur son zamanlarda kızkardeşiyle uzun yıllar sessizlik içinde konuşmaya başladı ve kendisinin ve Taj'ın bir gün bir Ailelerinin tamamıyla düğün töreni. Taj ve Nur, bu yazı için röportaj yapılırken bile hikayelerinin basitçe anlatılmamasından endişeli. Onların queer ve Müslüman olarak çıkmaları zor olduğu kadar aileleri ve Amerikalı Müslümanları grup olarak savunuyorlar; bu İslam'ı şu tek biçimli biçimde "boyamaya" yönelik kalıplaşmışlıklara karşı: "Bütün Müslümanlar Homofobik, "dedi. Görüştüğüm diğer genç Müslüman çiftler gibi, bunlar da Amerikan kültürünün özümsenmesi veya reddinin doğrusal bir öyküsü değil. Kendilerini tanımlamak için topladıkları sıfatlar, "sanatçı", "siyah", "queer", "güney", "müzisyen", "toplumsal cinsiyete uygun olmayan", "insan" ve tabii ki "Müslüman" dır.

    Bu, her şeyden çok, Amerika'daki Müslüman aşkının ve yaşamın geçiş çizgisi gibi görünüyor. Neredeyse her zaman çokluk, kimlik karıştırma ve aile üyelerinden veya kültürel büyüklerden gelen çok sayıda farklı beklenti ve arzuyu gezme deneyimidir. Kendisi derin bir Amerikan tecrübesi, belirsiz ve karışık kimlik üzerine kurulmuş bir ülkeye asimilasyon biçimi. Killawi, "Bu, kendi kültürel ve geleneksel değerlerini, dini değerleri ve Amerikan değerlerini bağdaştırmak için neredeyse orta bir yer bulmak için yapılan bu tür girişim" dedi. Lider, bunun evlilik sürecinin bir parçası olması doğal bir iş olduğunu belirtti. "Burada büyümüş birçok Müslüman için neredeyse ikinci doğa oldu. Zamanla, hayatta kalabilmek için bu sürece girmek zorunda kaldınız. "

    "Amerikan", Müslümanların veya herhangi bir grubun nesnel olarak ölçülebileceği bir varsayılan standart değildir. Ülke çok karmaşıktır ve Müslümanlar çok çeşitlidir. Tıpkı herhangi bir evlilik sürecinde olduğu gibi, bir çok müzakere mutlaka katılır. Grewal'ın dediği gibi: "İki ailenin bir araya gelmesi, başka bir ülkenin ve başka bir dünyanın yaşlı insanlarından çok daha karmaşıktır." Programa katılın burada. '"

    • Beğen 1
  7. Avustralya'da bilim insanları Dünya'daki en eski yaşam formunu bulduğunu düşünüyorlar

    p01lckx1.jpg

    Avustralya'da bilim insanları, buldukları üç buçuk milyar yıllık taşın üzerindeki fosillerin, Dünya üzerindeki en eski yaşam formu olabileceğini açıkladı.

    Avustralya’da on yıl önce bulunan üç buçuk milyar yıllık bir kayanın dünya üzerindeki yaşamın tahmin edilenden çok daha önce başlamış olduğunu kanıtlayabileceği söyleniyor.

    Söz konusu kayanın üzerinde yaklaşık 20 yıl önce Profesör ve Paleobiyolog William Schopf tarafından ismi konulan mikro fosiller, silindirik bir yapıda keşfedilmiş ve yıllar boyunca bilim insanları arasında tartışma konusu olmuştu.

    Gelişen teknoloji ile William Schopf ve araştırma ekibi, Avustralya’daki eski kayanın üzerindeki karbon oluşumunu inceleyerek, taşın üzerinde başka bir karbon tipi olup olmadığını araştırdı.

    ABD’DE YAPILAN ARAŞTIRMA

    ABD Kaliforniya Üniversitesi’nde gerçekleştirilen analiz sonucunda taşın üzerinde bulunan karbonun mikro fosil belirtileri taşıyan bir yapıya sahip olduğunu keşfeden Schopf, “Karbon izotopları oranları, mikro fosillerin şekilleriyle uyumlu” dedi.

    Proceedings of the National Academy of Sciences isimli dergide yayınlanan araştırma yazısına göre bilim insanlarının mikro fosil yapılarını ve karbon oranlarını ölçebilecek teknolojiyi geliştirmeleri yaklaşık 10 yıl sürdü.

    Araştırmada, taşın üzerinden alınan 11 farklı mikro fosilin incelendiği ve bu mikro fosillerin bazılarının soyunun tükendiği, bazılarının ise halen dünya üzerinde görülebileceği söylendi. Mikro fosillerin çeşitliliği, dünyada çok eskiden çeşitli bir ekosistem olduğunun göstergesi olarak varsayılırken, bazı türlerin bitkiler gibi güneşten beslenerek enerji ürettiğini ortaya çıkardı. 

  8. Yazınızı okudum ve bir şey anlamadım. Sizde bir şey anlamamışsınız onu anladım.

    Öncelikle böyle bir durumda neden yazılarınızın yasaklandığını sormanız gerekiyor. Gerekçe bilmeden genel olarak 'kınama' yazmak çok kolay ama bir işe yaramaz.

    Bunun yerine onlara ulaşarak gerekçenin ne olduğunu anlamanız ve bu gerekçeye karşılık kınama göndermeniz gerekiyor.

    Böyle sokak çocukları gibi gerekçeyi bilmeden "Kur’an a davetin önünü kesmişlerdir" gibi söylemler sadece kendinizi bağlar...

    Size tavsiyem öncelikle 'GEREKÇEYİ' öğrenmeniz ve bu gerekçedeki konuyu buraya taşımanız.

    Saygılar

  9. Evrimin 'gülünçlüğü'

     
    Türkiye ’de evrimin müfredattan çıkarılmasına, Batı basınında “Türkiye’nin geleceği için bir trajedi olduğu” yorumları yapıldı. Ünlü bilim insanı Richard Dawkins, “Türkiye kendini gülünç duruma düşürdü” mesajını paylaştı.
     
    Türkiye’de evrimin müfretadattan çıkarılması Batı basınında geniş yankı buldu. Özellikle Avrupa basını olumsuz yorumlarda bulunurken BBC’de de Selin Girit evrimin ders kitaplarından çıkarılması üzerine Türkiye’de sert tartışmalar yaşandığına dikkat çekti. Haberde, Eğitim-Sen’in genel başkanı Feray Aytekin Aydoğan’ın “Türkiye’nin Suudi Arabistan’ın ardından evrim teorisini müfredattan çıkaran ikinci ülke olacağı, İran’da bile evrim teorisi hakkında 60 saat, Darwin üzerine ise 11 saatlik ders konulduğu” sözleri aktarıldı.
     
    Dawkins’ten tweet
     
    Ünlü ateist bilim insanı Richard Dawkins, Twitter hesabında “Türkiye kendini gülünç duruma düşürdü” mesajını paylaşırken “büyük laik, eğitim şampiyonu” diye nitelediği Atatürk’ün “mezarında ters döndüğünü” ima etti. Geçen yıl Richard Dawkins Mantık ve Bilim Vakfı ile birleşen ABD merkezli eğitim vakfı Center for Inquiry’den yayımlanan açıklamada durumun “Türkiye’nin geleceği için bir trajedi olduğu” vurgulandı. Independent gazetesinin konuyla ilgili haberinde hükümetin evrim teorisi ile ilgili kararının ülkedeki laik kesim ile sağ kanat dinci gruplar arasındaki mücadelenin bir parçası olduğuna dikkat çekildi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’nin demokratik ve laik kurumlarını baltalamakla suçlandığı, darbe girişiminin ardından gazetecilerin, askerlerin, kamu çalışanlarının, akademisyenlerin hedef alındığı hatırlatıldı. New York Times gazetesi telefonla ulaştığı Feray Aytekin Aydoğan’ın “Laik, bilimsel eğitimin son kırıntıları da kaldırıldı. Bırakın liseyi bu konuyu anaokulunda bile rahatça anlatabilirsiniz” açıklamalarına yer verdi.
     
    İtiraz edilmeli
     
    Center for Inquiry’nin başkanı Robyn Blumner, “Türk bilim insanlarının da katılacağı gibi evrim, tektonik hareketler gibi kabul edilmiş bir gerçektir. Ortaokul fen öğretmenleri ile çalışmalarımızdan biliyoruz ki öğrenciler evrimin basit ilkelerini kolayca kavrayabiliyor. Dahası doğal seleksiyon hakkında öğrenmek öğrencileri etkiliyor, ilham veriyor. Hükümet bunu öğrencilerden almayı nasıl düşünebilir?” ifadelerini kullandı. Ankara’ya bu kararın iptali çağrısı yapılırken, halkın, çocuklarının ve ülkenin geleceği için karara itiraz etmesi gerektiği vurgulandı.
  10. Doç. Dr. Ergi Deniz Özsoy: Evrim kuramı ile bir dine inanıp inanmama arasında bağ bulunmuyor
     
    “Evrim bağlamında “maymundan mı geldik?” sorusunun evrimsel biyolojinin teori ve pratiği ile ilişkisi “kafamıza elma düştüğü için mi dünya dönüyor?” sorusunun fizik bilimiyle ilişkisi seviyesinde anlamlı olacaktır”

     

    Evrim kuramı dünyanın neredeyse tamamında bilimsel eğitimin olmazsa olmazı olarak kabul edilirken, bizde ise müfredattan çıkarılıyor. İslamcıların en çok saldırdığı alanların başında bilim gelirken AKP iktidarının evrim teorisi ile olan sorunlu ilişkisi ise şaşırtmıyor. Türkiye’de evrim kuramına yönelik saldırılar her geçen gün artarken evrim kuramının öğrenilmesine ve topluma anlatılmasına yönelik mücadeleler de müdahalelere rağmen ciddi biçimde sürdürülüyor. Birçok bilim insanı ve yayın söz konusu alanda ciddi ve nitelikli eserler ortaya koyuyor. O isimlerden bir tanesi de Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Ergi Deniz Özsoy. Bilim ve Gelecek gibi bilim-kültür-politika alanında nitelikli çalışmalara yer veren aylık dergiler başta olmak üzere ulusal ve uluslararası hakemli dergilerde çalışmaları yayımlanan Doç. Dr. Özsoy ile evrim kuramına dönük müdahaleleri, evrim kuramını bilmenin, öğrenmenin ne anlama geleceğini konuştuk.

     

    » Türkiye’de evrim tartışmaları ‘maymundan mı geldik?’ düzeyinde seyrediyor. Bir bilim insanı olarak ne düşünüyorsunuz?

    Türkiye’de evrimin bu tür yanlış, yüzeysel ve konuyla ilgisiz şekilde ele alınmasının temel iki nedeni var. Birincisi, kanımca en önemlisi, bilimsel metodun nasıl çalıştığı, bilim icra ederken sorulması gereken soru biçimlerinin nasıl kurulması gerektiğine dair birikim eksikliği, kısaca, bilimin insanın gündelik işlerinden uzakta tutularak özümsenmiş olması gereken sınırlarına tecavüz edilmesi. Bir bilimsel disiplini, onun kuramsal içeriğini es geçerek, “şöyle mi olduk, böyle mi daha iyiydi” türünden “şahsi” mesafelerden yapacağınız ve “maymundan gelme” gibi ilgisiz sonuçlara vararak kavramaya çalışmak garip bir akıl tutulması. Ancak Türkiye’deki bilim eğitiminin, orta öğretimden üniversiteye, oradan hayatın değişik mecralarına akarken geçen ezberci, sentetik birikim oluşturmayı hedeflemeyen yapısı böyle bir zihin atmosferinin elbette birincil sebebi. Evrim bağlamında “maymundan mı geldik?” sorusunun evrimsel biyolojinin teori ve pratiği ile ilişkisi “kafamıza elma düştüğü için mi dünya dönüyor?” sorusunun fizik bilimiyle ilişkisi seviyesinde anlamlı olacaktır. Fakat evrim söz konusu olduğunda elbette Türkiye’deki 12 Eylül darbesinin yarattığı çürümenin hemen ilk yıllarına karşılık gelen evrim karşıtlığının resmi eğitime girişinin tetiklediği kafa karışıklığı ve bilgi kirliliği çok belirleyici olmuştur. Ama yine de evrimsel biyolojinin kavranışındaki bu tuhaflığın, bilim eğitiminin ülkemizde neredeyse istikrarlı bir şekilde yarım yamalak icra edilmesinin genel sonuçlarıyla çok daha yakından ilgili olduğunu düşünüyorum.

     

    » Evrimin topluma anlatılması noktasında nelerin yapılması gerekiyor?

    Bilim eğitimi ve de evrim konusunda hal böyle olunca, yapılması gereken ilk iş, Türkiye’de ve dünyanın benzeri kafa karışıklığının muhtemelen oldukça benzer sebeplerle oluştuğu diğer ülkelerde karşımıza çıkan, evrim-inanç çatışmasının yersizliğinin ikna edici bir şekilde ortaya konması. Evrim ile bir yaratıcıya inanıp inanmama ya da bir dinin mensubu olup olmama arasında herhangi bir ilişkinin bulunmadığının net bir şekilde ortaya konması gerekiyor. Ayrıca evrimin, evrimsel biyolojinin herhangi bir ahlaki, toplumsal-kültürel taraf ya da kategori tercihi için bir çıkış noktası ya da güvenli bir sığınak teşkil etmeyeceğinin de iyi anlatılması lazım. Ortak kökenden doğal seçilimle, genetik sürüklenmenin seçilime kaleidoskopik bir manzara da verebilmesiyle gerçekleşen ve sonu yeni türlere ve tür üstü taksonomik kategorilere varmış olan ve varabilen doğal süreçler toplamının bilişsel olarak çok ayrıntılanmakla birlikte, nihayetinde bir primat türü olan insana yansıtılarak tarif edilmesi, değerlendirilmesi oldukça garip. Bu “mücadelenin” her iki tarafı için de böyle: evrim karşıtlığı zaten malum, üzerinde çok laf etmeye değmez. Fakat diğer kutuptaki, evrimsel biyolojinin kuramsal araçlarını ve olgularını beşeri tarihin lokal ve global sonuçlarına yansıtarak, insanın toplumsal-bireysel hallerinin değişik yüzlerinin izahı için kullanmaya çalışan, çoğu kez bu araçları doğal olarak bağlamından çıkarıp, ele aldığı beşeri sorunlar için sonuçta ortaya kötü karikatürler koyan avam bir “evrimcilik” de var. İnanç ya da din söz konusu olduğunda, iktisadi değişimlerin coğrafya özgülüğü ya da takındığı global çehreler söz konusu olduğunda, tarih ve antropolojinin yarattığı devasa bilgi birikimi ve konuya özgü incelmiş kuramlar yerine, biyolojik olarak net biçimde tanımlanabilmiş özelliklerdeki değişimin çevresel zorlayıcılar karşısında izlediği tarihsel yolu (doğal seçilim) izah aracı olarak kullanmaya çalışmak da hayli garip. Sözün özü, evrimi-evrimsel biyolojiyi, kendi mecrası içerisinde, kendi nesneleri bakımından icra etmek esas olmalı. Bu böyle yapıldığında ortada ne evrim karşıtlığı kalır

    -meyve sineği üzerinden insan genetik hastalıklarının genom düzeyinde çalışıldığı bir zamanda bütün canlıların kozmik bir trajedi sergilemek üzere aynı anda hop diye, “mükemmelen”, “bir değseniz yıkılıverir indirgenemez bir karmaşıklıkta” ortaya çıktığını söylemek bu mecrada zaten ciddiyeti bulunmayan bir akıl tutulmasından ibarettir-

    ne de tarihi/toplumsal halleri doğal seçilimin sonuçları olarak görmek. Evrim karşıtlığı ve avam evrimcilik, aynı cehalet sopasının entelektüel açıdan ciddiyetsizlik sıvasına bulanmış iki ucudur. Tabii bu inançla, ahlakla, dinle, kültürel meselelerle evrimi birbirine temas ettirmemek ve bu temassızlığın meselenin özü olduğunu vurgulayıp anlatmak işin birinci, belki de en önemli kısmı. Fakat evrimin anlatılmasındaki bir diğer ve hayli önemli nokta, giderek uzman bilgisine doğal olarak dönüşmüş olan ve biyolojinin hemen tüm alanlarından oluşan kapsamının son derece sofistike bir evrimsel genetik omurgaya sıkı sıkı yapışmasıyla, ciddi mesai harcanmadan kavranması mümkün gözükmeyen bir bilimsel disiplin haline gelen evrimin uygun yalınlık ve netlikle anlatılabilmesi. Şunu görmek lazım: evrimsel biyoloji, evrim, bütün bu devasa kuramsal yapısına karşın, ortak köken, doğal seçilim ve genetik sürüklenme üç ayağı üzerinden rahatlıkla kavranabilecek genel bir izah yapısına sahiptir. Bu üç ayağın olgularla ilişkisini doğru şekilde kurmak için gerekli mesai harcandıktan sonra da, herhangi bir evrimsel mevzu, konuya yabancı olana kolaylıkla anlatılabilir. Öncelikle anlatıcının doğru evrimsel biyoloji alt yapısına sahip olması gerekir. Ve tabii evrim konusu popülerliği itibarıyla hem evrim karşıtlığı hem de avam evrimcilik cephesinden şovmenler yaratabildiğinden, sadece bilmek değil, elbette şahsi duruşun da gururun okşanmışlığının vaatlerine kapalı olması, yani anlatıcının toplumsal seyir karşısında soytarılaşmaması da şarttır. Türkiye’de evrim karşıtlığının gündemden düşmesi mücadelesine hayli zarar vermiş olan bu avamlaşmaya karşın, özellikle son on yılda, evrimi doğru anlatmayı temel almış, Evrim Ağacı, Evrim Çalışkanları, çeşitli evrimsel biyoloji etkinlik toplulukları, sadece evrimi anlamak ve anlatmak için bir ortaya gelmiş gevşek bağlı inisiyatifler çok güzel işler çıkarıyorlar. Bir kısmı avam evrimcilik çizgisinden gitse de çok isabetli evrim kitapları çevrildi, yazıldı, çevriliyor, yazılıyor. Evrimsel biyolojinin değişik yüzlerini, farklı açılardan, farklı renklerden yorumlayan ciddi popüler bilim dergileri de var. Önemli olan nokta, evrim karşıtlığının, “ara form yok”, “bilmem kaç amino asitlik şu protein bir anda tesadüfen ortaya çıkamaz” gülünçlüğün kafası karışıkların haricinde, artık Türkiye’de de miadının dolmuş olması. Böyle bir tayfın uygun bir noktasından evrimi anlatabilmek için herkese ait bir yerin artık mevcut olduğunu düşünüyorum.

     

     

    » Dünyada ve Türkiye’de evrime tepkinin arkasında egemen sınıfların örgütlü duruşu da var. Türkiye bağlamında siyasal İslamcılar neden evrime karşı çıkıyor?
    Evrim karşıtlığı söz konusu olduğunda egemen sınıflar tanımının da lokal yapılması gerektiğini vurgulamamız lazım. Türkiye’de son 35 yılda evrim karşıtlığı öyle ya da böyle hükümetlerin hep desteğini aldı. Ancak örneğin Avrupa ve Amerika’nın iktisadi refah ve siyasi müdahale gücü bakımından tanımlayabileceğimiz üst ya da orta egemen tabakaları, sınıfları evrimsel biyolojinin tarım, tıp, bilişim teknolojisi uygulamalarının yarattığı dönüşümlerin, yeniliklerin kattığı değerle de öyleler. Tabii evrim öğrenmek ve çalışmanın toplumdaki sınıfsal uçurumları derinleştirip yoksulu daha yoksul yaptığı türünden bir saçmalığı dile getirmek istemiyorum. Bilimin gökten zembille inmiş, fildişi kulelerinden dolaysız üretim yapan, iktidar ilişkilerinden bağışık salt doğayı anlamak için ve “insanın iyiliğini amaç edinmiş” bir icraat olduğunu düşünmek saf dillik olur. Ancak, yeri geldiğinde, bilimsel metodun ne olduğuyla bütün insani tabanlara yayılma biçimindeki tercihler arasında kalın bir çizgi çekilebileceğini düşünen biri olarak, bu bilime günah kesp etme işinin uzatılmasının sınıfsal ayrımların yakıcılığına karşı verilebilecek mücadeleye vurulacak ketlerden biridir diyorum. Siyasal İslam meselesine gelince. Bence İslam adına evrim karşıtlığı yapanların çıkış noktası tarihsel olarak konuyla çok ilgisiz. Bir kere, bildiğim kadarıyla, İslam tarihindeki entelektüel tartışma ve çatışmaların bağlamında evrim ya da evrimsel değişime benzer hallerin yorumları üzerinden temellenmiş entelektüel, devindirici, ağırlıklı bir unsur yok. Böyle bir unsurun Hristiyanlık ve Museviliğin tarihsel-toplumsal bağlamında ise yeri, malum olduğu üzere, var. İkincisi, Türkiye ve diğer İslam’ın yaygın inanç unsuru olduğu diğer ülkelerdeki evrim karşıtlığı radikal Hristiyanlığın bir bölümünden ithal. Türkiye’de özellikle 1980’lerin ortalarında, dönemin hükümetinin Milli Eğitim Bakanı tarafından radikal Hristiyan bir topluluğun abuk sabuk, evrim karşıtı görüşlerinin bizzat müfredata sokulduğu iyi bilinen bir konu. Evrim karşıtlığını İslam adına yapanların durumundaki asıl garabet ise, evrim karşıtlığının alındığı radikal Hristiyan grupların, özellikle Amerika’nın aleni Müslüman karşıtlığı da yapan, ana akım kiliselerin kendi teolojik ve toplumsal çerçeveleri uyarınca dışladığı üstü örtük ırkçı, ayrımcı, küresel ısınmanın materyalistlerin bir oyunu olduğuna inanan yobazlardan oluşmuş olması. İslam adına evrim karşıtlığı yapanların bence oturup iki kez düşünmesi gerekiyor.

    » Evrim karşıtlığının bir geleceği var mı? Mesela 100 sene sonra yine aynı tepkiler olabilir mi sizce?

    Evrimsel biyolojinin bir bilim olarak icra edilmesi, gelişmesi tarihine baktığımızda evrim karşıtlığının herhangi bir engelleyici etkisinin bulunmadığını görürüz. Aslında evrim karşıtlığının bu manada hiçbir zaman geçmişi olmadığını, geleceğinin de hiç var olmamış olduğunu söyleyebiliriz. Charles Darwin’in Türlerin Kökeni’ni yayımlaması ardından görece iki kolun evrim tartışmaları açısından tezahür ettiğini söyleyebiliriz. Biri, doğa bilimlerinin bir dalı olarak biyoloji içindeki bilimsel tartışmalar ve bunların açtığı, kuramı olgunlaştıran yan yollar diğeri ise 19.yüzyıl'da iyice keskinleşen eski düşmanlıkların kavga arenasına evrimin itilmiş olmasından kaynaklanan, evrim karşıtlı-avam evrimcilik ekseninde çiğnenen popüler evrim-evrimcilik yolu. Bu iki yol, aradan geçen 150 yılı aşkın süreye baktığımızda, farklı kısımlarında farklı yoğunluklarda elbette kesişmiş olmasına karşın ve hakikat gri bölgelerin arasına zaman zaman sıkışmış olmakla birlikte, 20 Yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren iyice birbirinden ayrılmış ve evrim karşıtlığının-ve ne yazık ki avam evrimcilik şeklindeki ruh ikizinin-ayrı telden çaldığı, biyolojik evrim çalışmalarının ise temelinde popülasyon genetiği bulunan devasa bir kurama olgunlaştığı iki farklı mecraya akmıştır. Bu durumu şöyle de görebiliriz: örneğin, Amerika’da evrim öğrettiği için mahkemelik olan öğretmenin meşhur “maymun davası”nın görüldüğü 1920’lerin hemen hemen aynı döneminde, Ronald Aylmer Fisher’in doğal seçilimi matematik diliyle Mendel genetiğiyle harmanladığı “Doğal Seçilimin Genetik Kuramı” kitabını yayımlıyordu. Sonraki 10 yıl dâhilinde ise evrimsel biyolojinin modern sentezinin bütün köşe taşları da döşenmiş olacaktı. Zaten paleontoloji, karşılaştırmalı anatomi ve morfoloji, biyocoğrafya üzerinden tesis edilmiş, ortak köken ilişkileri üzerine kurulu, evrimleşmenin olgusal tarafını bütün çıplaklığıyla sergileyen muazzam bir bilgi birikimi de ortadaydı. Tennessee’li öğretmenin başına gelenler elbette çok acıdır. Bu biyoloji öğretmeninin öğrencilerinin öğrenme hakkı elbette gasp edilmiştir. Amerikan Anayasa'sı temel hak ve özgürlükler açısından elbette çiğnenmiştir. Ancak ne bu davaya saik olan evrim karşıtlığı tipi ne de sonrakiler-Genç Dünyacılar, William Paley’in anakronik düşündaşları akıllı tasarımcılar v.b.-evrimsel biyolojinin kuramsal yapısının incelmesini, olguları izah gücünün yetkinliğine giden yolları herhangi bir şekilde etkilediler. Buradan yola çıkarak, genel eğitim öğretim sisteminin bir parçası haline getirildiğinde evrim karşıtlığının yaratacağı-yarattığı tahribatı elbette küçümsemiyorum. Ancak bilimle hayatın iç içe geçtiği, bilimsel sonuçların iktisadi eğilimleri bu denli belirlediği bir dünyada evrim karşıtlığının yaratacağı etki, siyasal arenada çarpışan aktörlerin terlerini kurulayan havlu mertebesini geçmeyeceğinin de görülmesi gerekir. Evrim karşıtlarının ya da evrimi savunmak adına evrimsel biyoloji üzerinden toplumsal değişim peşinde olanların asıl dertlerine dönerek, uygun siyasal araçlarla dertlerinin çareleri üzerine düşünmeleri gerekiyor kanımca. “Tanrı Yanılgısı” yerine “Serbest Rekabet” yanılgısını telaffuz edebildiğiniz, din adına size dayatılan dünya kavrayışının altındaki kimin elinin kimin cebinde gerilimini anlayabildiğiniz oranda umut vardır diyorum.

     

    » Evrim teorisinin bilimsel temelde öğrenildiği bir toplumda nasıl bir değişim olur? Somut olarak ne sunar bize bu kazanım?

    Evrim kuramı öğrenmenin yaratacağı etkiyi, bu kuramı öğrenmekle toplumsal örgütlenmenin değişik kademelerinde meydana gelecek değişimle ölçmek mümkün. İyi evrim kuramı bilirseniz, iyi bir biyolog olursunuz, güncel gelişmeleri izleyebilen çok daha iyi bir hekim olursunuz. Tarımsal problemlerin çözümleri için akılcı ve gerçekçi planlar yapabilen bir çiftçi, ziraat mühendisi, tarım ve orman, çevre bakanı olursunuz. Ülkenizin ve dünyanın biyoçeşitliliğinin tarihsel seyirler üzerine inşa olunan kırılgan yüzlerini görerek, insanı hırsları makul seviyede tutacak önlemleri hayata geçirebilecek bir siyaset planını gözetebilir, böyle bir plan ya da planlarla sonraki kuşaklara yaşanabilir bir dünya bırakma uğraşında katkı sahibi olursunuz. Ülkenizin-dünyanın iktidar arenasında elbette ülkenizi-dünyayı kendi kısa vadeli hırslarına kurban etmekte tereddüt etmeyecek kişiler, iktidarlar, kulisler, gruplar v.b. hep olacaktır. Ama evrimsel biyolojinin katacağı bu bilinçle, yani bu bilince sahip insanların sayıca artmış olmasıyla, oluşturacağınız cephe sağlam ve geniş kalacaktır. Fakat bence hepsinden temel olanı, evrimsel biyolojinin öğretilmesinin, pek çok farklı olguyu bir araya getiren bir kuramsal zenginlikle yoğrulan diri bir zihin yaratabilmesidir. Aklın yolu hakikaten de bir. Bu yoldaki araçlar ise sayısız ve evrimsel biyoloji bilimi bunlardan sadece biri, ama ağır vasıta diyebileceğimiz bir cinsten elbet.

     

     

    Alıntı: Birgün Gazetesi

  11. Evrim sil baştan... Fas'ta 300 bin yıllık insan kalıntısı bulundu
     
    Archaeology-Finding-Humans-300000-Years-
     
    Fas’taki bir köyde 300 bin yıllık Homo sapiens fosilleri bulundu, tarih bilinenden 105 yıl önceye çekildi.
        
    Modern insana (Homo sapiens) ait 300 bin yıllık fosillerin bulunmasıyla insanın evrim haritası yeniden şekillendi. Daha önce bulunmuş en eski Homo sapiens fosilleri 195 bin yıllıktı. Fas’ın Yusufiye bölgesi kırsalında yer alan Cebel İhud köyü yakınlarında çıkarılan 300 bin yıllık fosiller, Afrika genelinde birbiriyle bağlantılı gruplar halinde evrimleşiltiği tezini gündeme getirdi.
     
    hq720.jpg

    Almanya’nın Max Planck Evrimsel Antropoloji Enstitüsü’nden paleoantropolog Philipp Gunz, Nature dergisine yazdığı makalede “Doğu Afrika’daki tek bir beşikten evrimleşmedik” dedi. Bu fosiller üzerinden erken dönem Homo sapiens’lerin yüzlerinin modern insana benzediği, ama beyinlerinin daha farklı olduğu üzerinde duruluyor.

    Etiyopya fosilleri
     
    figure-3.jpg

    Bugüne kadar Homo sapiens’e ait en eski fosiller Doğu Afrika’daki Etiyopya’da bulunmuştu ve 195 bin yıl öncesine dek gidiyordu. Bu yüzden Homo sapiens’in Doğu Afrika’daki nispeten sınırlı bir bölgede evrimleştiği ve 70 bin yıl önce Afrika’dan dünyaya yayıldığı sanılıyordu. Ancak 2004’ten beri Cebel İrhud’da çalışmalarını sürdüren Max Planck Enstitüsü’nden Jean Jacques-Hublin ile Faslı araştırmacı Abdulvahid bin Nasır’ın ekibi, bölgede kafataslarının yanı sıra kesici aletler de buldu ve çoğu yanmış aletlerden yemek pişirmek için ateş yakıldığı kanatine vardı. Isılışıldama (termolüminesans) yöntemiyle aletlerin kaç yıl önce yakıldığı araştırmasından “300 bin yıl” sonucu çıktı. Bölgede bulunan kafataslarının da aynı yaşta olması gerektiği fikri oluştu. Diş ve çene yaşına rağmen anatomik detaylar kemiklerin Neandertaller gibi başka bir Hominid grubuna değil, Homo sapiens’e ait olduğunu gösterdi.

    Homo sapiens’in yaşayan en yakın akrabaları, şempanzeler ve bonobolar. Ortak atadan ayrışmaları sonrası modern insanın atası Homonid olarak adlandırılan farklı bir türü oluşturdu. Cebel İrhud’daki fosiller, Homo sapiens’in birbiriyle bağlantılı gruplar halinde Afrika’nın genelinde evrimleştiğine işaret ediyor. Wisconsin Üniversitesi’nden John Hawks ise bu fikrin makul olduğu, ama aletlerin Homidiler tarafından da kullanılmış olabileceği görüşünde.
     
    Metroda karşılaşabilirsiniz
     
    RT-Science-Humans-MEM-170607_12x5_1600.j
     
    Cebel İrhud’daki ataların çeneleri küçük, suratları düz ve genişti, yani bugünkü insandan çok farklı değildi. Jacques-Hublin, “Yüzleri, bugün metroda yürürken karşınıza çıkabilecek herhangi birinin yüzü gibi” dedi. Ancak beyinleri bugünkü insana fazla benzemiyordu. Dr. Gunz, insan beyninin, evrimin sonraki aşamalarından birinde daha yuvarlak hale gelmiş olabileceğini, beynin arka bölümündeki iki bölgenin binlerce yıl içinde büyüdüğünü belirtti
     
    Ateş yakıyor alet yapıyorlardı
     
    Cebel İrhud’daki insanlar, ateş yakabiliyor, tahtadan mızraklar gibi karmaşık silahlar yapabiliyor ve bunlarla 300 bin yıl önce geniş bir ova olan Sahra’da ceylanlarla diğer hayvanları avlayabiliyordu. Cebel İrhud’un 32 km güneyindeki başka bir bölgede de benzer kesici aletler bulundu. Bu, erken dönem Homo sapiens’in geniş mesafelere yayılabildiği ve kaynakları kullanabildiğinin göstergesi. Afrika’nın başka bölgelerinde aynı döneme ait çok sayıda kesici alet bulunmuştu ve bilim insanları bunları kimin yaptığını merak ediyordu. Cebel İrhud fosilleri, bunların erken dönem Homo sapiens tarafından yapılmış olabileceğini gösteriyor.
    • Beğen 1
  12. Buda Kılıçdaroğlundan

     

    Kemal Kılıçdaroğlu: Hangi vekilin taziyeye gitti

     

    kilicdaroglu_1161.jpg

     

    CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan Ahmet Davutoğlu’na, “Senin hangi milletvekillerin, teröristlerin ailelerine taziyeye gitti? Hangi AKP’li belediye, ölen PKK’lı için taziye çadırı kurdu” diye sordu. Kılıçdaroğlu, ABD'de tutuklanan Reza Zarrab için de "Eminim çoğunun gözüne bu akşam uyku girmeyecek, rahat uyuyamayacaklar. FBI Bölge Direktörü, suçlamaların gerçek ortaklara mesaj olduğunu söylüyor. Zarrab konuşur göreceksiniz, bütün kirli çamaşırlar ortaya çıkacak." diye konuştu.

    Brüksel’deki terör saldırısını kınayan Kılıçdaroğlu, dün partisinin grup toplantısında özetle şunları söyledi:

     

    BOMBALARIN EĞİTİM ALANI

     

    “Türkiye öyle bir konuma geldi ki bırakın terörü bitirmeyi canlı bomba olmanın eğitim alanına dönüştü. Canlı bomba mı olmak istiyorsun? Git Türkiye’de eğitimini al. Bombalar patladı, Fenerbahçe-Galatasaray maçını iptal ettiler. Sen bir maçın güvenliğini sağlamaktan acizsin, Türkiye’nin güvenliğini nasıl sağlayacaksın? Turist niye gelsin? Türkiye’yi kaosa sürükledin. Son olaylarda hükümetin söylediklerinin değil, yabancı ülke büyükelçiliklerinin vatandaşlarına uyarılarının doğru olduğunu öğrendik. Bu, hükümetin işlevini bitirdiği anlamına geliyor.

     

    BRÜKSEL’İN SORUMLUSU

     

    PKK belası vardı bir de IŞİD belası getirdiler. Durup dururken Suriye’de ne işin var? Ortadoğu’nun bütün dengelerini altüst ettiler ve Türkiye kan gölüne döndü. Brüksel’de, Paris’te patlayan bombalar oldu. Bütün terör olaylarının tek sorumlusu vardır, AKP hükumetidir. TIR’larla silah gönderildi, kardeş kardeşe kırdırıldı. Suriye kan gölüne döndü. IŞİD’e 70 ilden katılım oldu, bunlar seyretti.

    Davutoğlu’na bir soru sormak istiyorum; senin hangi milletvekillerin teröristlerin ailelerine taziyeye gittiler? Kaç AKP milletvekili taziyeye gitti? Senin hangi belediye başkanın taziye çadırı açtı? Terör örgütünü besleyenler bunlar, masaya oturanlar bunlar, sözde kahraman olanlar da bunlar. Gelen her şehidin sorumlusu bunlardır.”

     

    ZARRAB KONUŞUR

     

    “Reza Zarrab ABD’de tutuklandı. Eminim çoğunun gözüne bu akşam uyku girmeyecek, rahat uyuyamayacaklar. FBI Bölge Direktörü, suçlamaların gerçek ortaklara mesaj olduğunu söylüyor. Zarrab konuşur göreceksiniz, bütün kirli çamaşırlar ortaya çıkacak. Böylece bütün gerçekleri öğrenmiş olacağız.”

     

     

     
  13. Devam edelim: Bakın Türkiyede kimler terörün kaynağını belirliyor:

     

    Cenazede imamdan saldırı tahlili: Dış güçlerin oyunu
     
    Ankara Kızılay’daki katliamda yaşamını yitirenlerden birinin Karşıyaka Mezarlığı’ndaki cenaze namazı için cami imamından farklı özel bir imam getirildi. İmam, saldırının “dış güçlerin oyunu” olduğunu iddia ederek, “Bu oyunu İslam ümmeti, Müslümanlar bozacak” dedi.
  14. Ülke ne hale geldi bir göz atalım:

     

    Uzmanlara göre: Ülke, panik atak halinde
    Uzmanlar, saldırıların etkilerini anlattı.
     

    Son günlerde üst üste yaşanan terör saldırıları, toplum ruh sağlığı üzerinde derin yaralara yol açıyor. Yaşanan terör olayları ve patlamalar sonrası insanların kalabalık yerlerden kaçınma, sırt çantalı veya sakallı birine karşı endişe ile yaklaşması gibi davranışlar sergilediğini anımsatarak “Ülke, panik atak halinde. Şüphecilik, paronaya, anksiyete (kaygı bozukluğu) artıyor. İnsanlar gergin, mutsuz, kaygılı, öfkeli” dediler.

     

    Ankara’da 6 ay içinde üçüncü kez bombalı saldırının yaşanması ve İstanbul gibi metropoller için de uyarıların yapılması, toplumdaki endişeleri arttırdı. Psikiyatrist ve psikologlar, terör olaylarının ruh sağlığı üzerindeki etkilerini gazetemize değerlendirdi. Uzmanların yorumları şöyle:

     

    Her an saldırı korkusu

     

    Türk Psikologlar Derneği İstanbul Şubesi Başkan Yardımcısı Klinik Psikolog Dr. Serap Altekin: Terör, toplumda ve bireylerde izleri nesiller boyu taşınacak derin yaralar açar. Terörün neden olduğu en karakteristik etki, toplum genelinde yarattığı korku, tedirginlik halidir. Her an her yerde kendisinin veya sevdiklerinin başına bir şey gelebileceği korkusu, insanlarda gerilim ve kaygıyla birlikte zaman zaman bir çaresizlik, umutsuzluk yaratabilir. İnsanları günlük rutinlerinden uzaklaştırır, işlevselliklerini, üretkenliklerini bozar, hayattan aldıkları tadı, doyumu azaltır. Bir dizi terör olayı sonrasında insanlarda gerginlik, mutsuzluk, korku ve kaygı, kızgınlık, öfke ve suçluluk duygularının yanı sıra, tetikte olma hali, ani sesler karşısında aşırı hassasiyet ve irkilme, uyku düzeninde ve iştahta bozulmalar, kötü rüyalar, kâbuslar gibi tepkiler de son derece yaygındır.

     

    Yalnızlık başlar

     

    Aile ve Toplum Psikolojisi Derneği Kurucu Başkanı Psikiyatrist Dr. Muzaffer Uyar: Böyle patlamalar oldu mu toplum yaralarını bir kez sarar ama arkadan yine olunca yaranın iyileşmesi gecikir, kapanmaz... Önce devlete güven sarsılır, yalnızlık geliyor. Sonra komşuya, yaşadığı şehre de yalnızlık başlıyor.

     

    Psikiyatrist Dr. Sabri Yurdakul: ‘Bana birşey olmaz’ düşüncesi giderek ‘ya birşey olursa ne yaparım’ düşüncesine dönüyor. Biraz hızlı hareket eden insanı gördüğümüzde, ya da şüpheli davranışları olan biriyle karşılaştığımızda paniğe kapılıyoruz. Ülke panik atak noktasına geldi.

     

    Bağlar onarılmalı

     

    Psikiyatrist Dr. Cemal Dindar: Yaralıların iyileşme sürecinde ruhsal zorlanmalar beklenir. Ne denli bireysel olursa olsun, iyileşmenin en iyi dermanı, bizi birbirimize bağlayan toplumsal bağların ve duygu birliğinin yeniden onarılması.

  15. Ankara katliamda Bağdat’la yarışıyor

    Altı ayda 168 kişinin terör nedeniyle yaşamını yitirdiği Ankara’yı, sadece Bağdat geçebildi.
     

    Ankara altı ay içinde üçüncü kez terörle sarsılırken en çok “Bağdat gibi” benzetmesi yapıldı. Bu benzetme tam olarak doğru değil. Zira Bağdat’ta ekim ayından beri 50’den fazla saldırı gerçekleşti. Bu saldırılardaki toplam ölü sayısı 400’ü geçti. Ankara’nın terör bilançosu ise şimdilik Somali’nin başkenti Mogadişu’yu, Afganistan’ın başkenti Kâbil’i ve terörün sembol şehri Beyrut’u (Lübnan) geride bıraktı.

     

    Kanlı saldırılar

     

    ABD işgalinin ardından iç savaş dinamiklerinin devam ettiği, topraklarının bir kısmı IŞİD’in elinde bulunan Irak’ta, başkent Bağdat’ta ekim ayından beri iki büyük saldırı yaşandı. Bu saldırıların en kanlısı şubat ayında gerçekleştirildi. Olayda 78 kişi hayatını kaybetti. Martta ise kentin güneyinde, Şii nüfusunun ağırlıkta olduğu Sadr Mahallesi’ndeki IŞİD saldırısında en az 60 kişi öldü. Ancak Bağdat’ta şiddet bununla sınırlı kalmadı. Toplamda 138 kişinin hayatını kaybettiği bu iki büyük saldırı haricinde, hemen her gün irili ufaklı şiddet olayları meydana geldi. Bağdat’ta Ekim 2015’ten beri basına yansıyan 50’yi aşkın saldırıda 428 kişi öldü.

     

    Mogadişu geride kaldı

     

    Ankara’da 10 Ekim, 17 Şubat ve 13 Mart saldırıları toplamda 168 can aldı. Başkent, bu rakamla İslamcı militanların hedefindeki Mogadişu’yu geride bıraktı. Somali başkenti de Bağdat gibi küçük ve sık saldırılar sonucu teröre çok kayıp veren şehirlerden. Ekim 2015’ten beri düzenlenen saldırılarda toplam ölü sayısı 77. 21 Ocak’taki son büyük saldırıda Şebab militanları, deniz kıyısındaki lüks bir restoranda 20 kişiyi öldürdü.

     

    Kâbil’le benzerlikler

     

    Son 40 yılda iki büyük ülke tarafından işgal edilen Afganistan’da dinamikler farklı olsa da Kâbil’de yaşananlar yabancı değil. Ekimden beri her ay en az bir saldırının yaşandığı başkentte, bu süre zarfında 58 kişi hayatını kaybetti. En son 20 Ocak’ta Taliban, Tolo TV çalışanlarını hedef alarak 7 kişinin ölümüne neden oldu.

     

    İç savaş sahneleriyle hafızalara kazınan Lübnan’ın başkenti Beyrut, bir zamanlar terör açısından bölgenin en tehlikeli kentiydi. Ancak şehirde Ekim 2015’ten beri sadece bir saldırı yapıldı. Beyrut’un güneyindeki Burj el Barajine bölgesine düzenlenen saldırıda IŞİD üyeleri önce bomba yüklü bir motosikleti havaya uçurdu, daha sonra da bir intihar bombacısı toplanan kalabalığa karışıp üstündeki patlayıcıları infilak ettirdi. Saldırıda 43 kişi öldü.

     

    Kahire’de iki saldırı

     

    Hüsnü Mübarek’in devrilmesinin ardından çalkantılı geçen yılların General Abdülfettah Sisi’yi cumhurbaşkanlığına taşıdığı Mısır’ın başkenti Kahire bölgenin en sakin kentlerinden. Kahire’de son altı ayda yaşanan en büyük saldırı 4 Aralık’ta gerçekleştirildi. Bir gece kulübüne atılan molotof kokteyli, 16 kişinin ölümüne yol açtı. Şehirde bunun dışında yalnızca bir saldırı daha yaşandı. İki olayda toplam 26 kişi öldü.

  16. Devamı:

     

     

    2015 yılında yaşananlar:

    1. 6 Ocak 2015: İstanbul’da Sultanahmet Turizm Karakolu’na yapılan canlı bombalı saldırıda1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    2. 7 Şubat 2015: MİT Müsteşarı görevinden istifa etti. (7 Haziran Genel Seçimlerinde AKP Milletvekili adayı olmak için)
    3. 13 Şubat 2015: Suruç'un girişindeki polis noktası yakınlarında meydana gelen patlamada 1 güvenlik görevlisi ve 1 sivil vatandaş yaralanmıştır.
    4. 22 Şubat 2015: Süleymanşah Türbesi yerinden taşınmıştır.
    5. 9 Mart 2015: Milletvekilliği için istifa eden müsteşar, MİT Müsteşarlığı’na geri dönmüştür.
    6. 25 Mart 2015: PKK tarafındanDağlıca’da havan ve ağır makinalı tüfeklerle saldırı düzenlenmiştir.
    7. 31 Mart 2015: Berkin Elvan soruşturmasının savcısı Mehmet Selim Kiraz, Çağlayan Adliyesindeki odasında 2 kişi tarafından rehin alınmış ve Cumhuriyet Savcısı Mehmet Selim Kiraz hayatını kaybetmiştir.
    8. 18 Nisan 2015: Ankara Çankaya’da HDP Genel Merkezine silahlı saldırı düzenlenmiştir.
    9. 5 Haziran 2015: HDP Diyarbakır mitingine yapılan saldırıda 4 sivil vatandaş hayatını kaybederken, yüzlerce sivil vatandaş yaralanmıştır.
    10. 20 Temmuz 2015: Suruç’ta gençlerin toplandığı kültür merkezinde canlı bomba tarafından yapılan saldırıda 33 sivil vatandaş hayatını kaybederken, 40 sivil vatandaş yaralanmıştır.
    11. 22 Temmuz 2015: Şanlıurfa Ceylanpınar’da aynı evde kalan 2 güvenlik görevlisi evlerinde başlarından vurularak öldürülmüştür.
    12. 23 Temmuz 2015: Kilis’te sınırın diğer tarafından IŞİD’in açtığı ateş sonucu 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    13. 23 Temmuz 2015:Diyarbakır’da PKK tarafından polis noktasına yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    14. 26 Temmuz 2015: Diyarbakır Lice’de PKK tarafından yapılan saldırıda 3 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    15. 27 Temmuz 2015: Muş’un Malazgirt ilçesinde Jandarma komutanı Binbaşı Arslan Kulaksız, eşi ve çocukları ile beraberken PKK tarafından yapılan saldırıda şehit olmuştur.
    16. 30 Temmuz 2015: Şırnak’ta Jandarma Taburuna yapılan saldırıda 3 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    17. 30 Temmuz 2015: PKK tarafından Bingöl’de raylara döşenen patlayıcının infilakı sonucu bir demiryolu işçisi hayatını kaybetmiştir.
    18. 31 Temmuz 2015: Adana Pozantı’da polis karakoluna yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    19. 2 Ağustos 2015: Ağrı’nın Doğubeyazıt ilçesinde jandarma karakoluna yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    20. 4 Ağustos 2015: Şırnak’ta yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    21. 6 Ağustos 2015: Şırnak’ta PKK tarafından yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    22. 7 Ağustos 2015: Şırnak’ın Silopi ilçesinde yapılan saldırıda 7 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    23. 7 Ağustos 2015: Cizre’de polis aracına yapılan roketatarlı saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, 3 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    24. 7 Ağustos 2015: AğrıDoğubeyazıt’tayapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    25. 9 Ağustos 2015: Mardin’de PKK yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, 1 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    26. 10 Ağustos 2015:  Şırnak’ta yapılan saldırıda 5 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    27. 10 Ağustos 2015: İstanbul’da yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    28. 10 Ağustos 2015: İstanbul’da ABD Başkonsolosluğu’na silahlı saldırı düzenlendi.
    29. 11 Ağustos 2015: Şırnak’ta yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    30. 12 Ağustos 2015: Diyarbakır’da jandarma karakoluna yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    31. 13 Ağustos 2015: Ağrı’da Diyadin’de gece jandarma karakoluna baskın yapılmıştır.
    32. 14 Ağustos 2015: Hakkâri Dağlıca’da PKK tarafındanyapılan saldırıda 5 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    33. 15 Ağustos 2015:  Bingöl’de askeri araca yapılan saldırıda 3 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    34. 15 Ağustos 2015:  Hakkâri’de yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    35. 18 Ağustos 2015: Diyarbakır, Lice’de yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    36. 19 Ağustos 2015: Siirt’te yola döşenen mayının infilak ettirilmesi sonrası 8 güvenlik görevlisi şehit olmuştur. 
    37. 19 Ağustos 2015:  Lice’de yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    38. 19 Ağustos 2015: Dolmabahçe Sarayı çevresinde polise yönelik yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    39. 22 Ağustos 2015: Şırnak’ta yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    40. 27 Ağustos 2015:  Lice’de yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    41. 28 Ağustos 2015:  Şanlıurfa’da yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    42. 28 Ağustos 2015:  Tunceli’de yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    43. 30 Ağustos 2015: Şırnak’ta polis evine yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    44. 30 Ağustos 2015: Silopi’de yola yerleştirilen patlayıcının patlamasıyla 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    45. 30 Ağustos 2015: Diyarbakır’da trafik kazası ihbarı ile kurulan pusuda yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    46. 1 Eylül 2015: Sınırın diğer tarafından IŞİD’in açtığı ateş sonucu 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur. 
    47. 3 Eylül 2015: Mardin’de yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    48. 6 Eylül 2015: Dağlıca’da 2 askeri aracın geçişi sırasında yapılan mayınlı saldırıda 16 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    49. 6 Eylül 2015: Diyarbakır’da yapılan roketatarlı saldırıda2 güvenlik görevlisi şehit olmuştur
    50. 8 Eylül 2015: PKK Iğdır’da polis aracının geçişi sırasında yapılan mayınlı saldırıda 13 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    51. 9 Eylül 2015: Tunceli’de yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, 3 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    52. 10 Eylül 2015: Hatay’da sınırın diğer tarafından IŞİD’in açtığı ateş sonucu 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    53. 13 Eylül 2015: Diyarbakır’da yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    54. 13 Eylül 2015:Şırnak’ta yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    55. 23 Eylül 2015: Diyarbakır’da yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    56. 25 Eylül 2015: Şırnak’ta yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    57. 26 Eylül 2015; Tunceli’de yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    58. 5 Ekim 2015: Diyarbakır’da askeri araca düzenlenen bombalı saldırıda 23 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    59. 8 Ekim 2015: Diyarbakır Silvan’da okul önüne konulan bir patlayıcının infilakı ettirilmesiyle 1 çocuk hayatını kaybederken, 3 çocuk yaralanmıştır.
    60. 9 Ekim 2015: Diyarbakır’da yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    61. 10 Ekim 2015: Ankara Barış Mitinginde iki ayrı patlama oldu. Canlı Bombaların kullanıldığı saldırıda 103 sivil vatandaş hayatını kaybetmiştir.
    62. 17 Ekim 2015: Hakkâri’de yapılan saldırıda 3 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    63. 18 Ekim 2015; Tunceli’de askeri araca yapılanbombalısaldırıda 3 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    64. 26 Ekim 2015; Diyarbakır’da yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    65. 4 Kasım 2015: Hakkâri Yüksekova’da yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olurken, 1 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    66. 5 Kasım 2015: Diyarbakır Dicle ve Silvan’da yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olurken, 1 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    67. 7 Kasım 2015: Şırnak Uludere’de yapılan bombalı saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    68. 10 Kasım 2015: Yüksekova’da yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    69. 10 Kasım 2015: Silopi’deyapılan saldırıda3 güvenlik görevlisi şehit olurken, 1 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    70. 5 Aralık 2015: DiyarbakırSur’dayapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    71. 5 Aralık 2015: Şırnak’ın Cizre ilçesinde yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olurken, 2 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    72. 11 Kasım 2015: Silopi’de yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    73. 11 Kasım 2015: Silvan’da yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    74. 13 Kasım 2015: Diyarbakır yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    75. 13 Kasım 2015: Van’da yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, 3 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    76. 23 Kasım 2015: Şanlıurfa Siverek’te yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, 1 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    77. 24 Kasım 2015: Cizre’de yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    78. 28 Kasım 2015: Diyarbakır’da Baro Başkanı Tahir Elçi’nin katledildiği saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    79. 30 Kasım 2015: Mardin Derik’te roketatarlı saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, 1 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    80. 3 Aralık 2015: Mardin’de yapılanbombalı saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    81. 5 Aralık 2015: Şırnak’ta yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    82. 5 Aralık 2015: Diyarbakır’da yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, 1 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    83. 8 Aralık 2015: Mardin’de yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    84. 9 Aralık 2015: Diyarbakır Sur’dayapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    85. 15 Aralık 2015: Diyarbakır Silvan’da yapılan saldırıda 3 güvenlik görevlisi şehit olurken, 2 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    86. 18 Aralık 2015: Cizreyapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, 1 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    87. 19 Aralık 2015: Diyarbakır’da yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, 2 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    88. 19 Aralık 2015: Şırnak’ta yapılan saldırıda 1 PTT görevlisi hayatını kaybetmiştir.
    89. 20 Aralık 2015: Cizre’de yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    90. 21 Aralık 2015: Diyarbakır’da yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    91. 21 Aralık 2015: Bitlis’te yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, 9 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    92. 23 Aralık 2015: İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı'na havan toplarıyla saldırı gerçekleşmiştir.
    93. 23 Aralık 2015: Diyarbakır’da yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, 6 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    94. 27 Aralık 2015; Cizre’de yapılan saldırıda 3 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.

    2016 yılında yaşananlar:

    1. 1 Ocak 2016: Diyarbakır Sur’dayapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olurken, 1 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    2. 1 Ocak 2016:Cizre’de yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olurken, 9 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    3. 4 Ocak 2016: Diyarbakır Sur’dayapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, 1 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    4. 8 Ocak 2016:Cizre’de yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    5. 12 Ocak 2016: Sultanahmet’te IŞİD’in düzenlediği canlı bomba saldırısında 11 sivil vatandaş hayatını kaybetmiştir.
    6. 14 Ocak 2016: Diyarbakır'ın Çınar ilçesinde Emniyet Müdürlüğü binasınayapılan bombalı saldırıda aralarında çocukların da olduğu 6 sivil vatandaş hayatını kaybetmiştir.
    7. 15 Ocak 2016: Siirt kent merkezinde yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    8. 18 Ocak 2016: Şırnak’ın İdil ilçesinde devriye görevi yapan zırhlı polis aracının geçişi sırasında PKK’lıların yola döşediği bombayı patlatması sonucu 3 güvenlik görevlisi şehit olurken,  4 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    9. 18 Ocak 2016:Şırnak’ta polis aracına yapılan roketatarlı saldırıda 2 güvenlikgörevlisi şehit olurken, 10 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    10. 18 Ocak 2016: İdil’de polise ait zırhlı aracının geçişi sırasında yapılan saldırıda 3 güvenlik görevlisi şehit olurken, 4 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    11. 18 Ocak 2016:Alanya Caddesi’ndeki çatışma sürerken, Turgut Özal Mahallesi’nde bulunan ilçe Jandarma Komutanlığı’na da PKK’lılar tarafından roketatar ve otomatik silahlarla ateş açılmıştır.
    12. 20 Ocak 2016: Diyarbakır'da yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    13. 21 Ocak 2016: Mardin'in Nusaybin ilçesinde uluslararası İpek Yolu'nda polis servis otobüsüne düzenlenen bombalı saldırıda 10 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    14. 23 Ocak 2016: Adana Seyhan’da polis karakoluna bombalı saldırı düzenlenmiştir.
    15. 1 Şubat 2016: Diyarbakır'ın Sur ilçesinde yapılan saldırıda 5 güvenlik görevlisi şehit olurken, 8 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    16. 11 Şubat 2016: 24 saatte farklı illerden 9 şehit haberi basında yer almıştır.
    17. 17 Şubat 2016: Ankara’da TAK’ın düzenlediği bombalı saldırıda 29 vatandaş hayatını kaybetmiştir.
    18. 18 Şubat 2016: Şırnak'ta yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    19. 18 Şubat 2016: Lice’de PKK’lıların yola tuzakladıkları el yapımı patlayıcıyı infilak ettirmesiyle 7 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    20. 28 Ocak 2016: Diyarbakır Sur’dayapılan saldırıda 5 güvenlik görevlisi şehit olurken, 3 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    21. 23 Şubat 2016:İdil İlçesi’nde meydana gelen iki ayrı patlamada şarapnel parçalarının isabet ettiği 1 güvenlik görevlisi ile 1 sivil vatandaş yaralanmıştır.
    22. 27 Şubat 2016:  İdil’de zırhlı araca yapılan bombalı saldırıda 7 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    23. 2 Mart 2016: Mardin Dargeçit ilçesinde yapılan saldırıda 3 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    24. 3 Mart 2016:Sur’da yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
  17. Mevsimi bıraktık Türkiye katliamlar ülkesi oldu. Ülke elden gidiyor biz hala mevsimlerle uğraşıyoruz.

     

    CHP Ankara Milletvekili Ali Haydar Hakverdi, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın göreve geldiği günden bugüne dek yaşanan 237 terör saldırısını hatırlattı.
     

     

    CHP Ankara Milletvekili Ali Haydar Hakverdi, MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın göreve geldiği günden bugüne dek yaşanan 237 terör saldırısını Ankara saldırısının hemen ardından madde madde sıralayarak gündeme getirdi.

    Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun yanıltması istemiyle TBMM’ye soru önergesi veren CHP’li Hakverdi, 237 maddelik terör olaylarını yazmasının ardından “Yukarıda yazılı olan 237 olay gerçekleşirken MİT Müsteşarı ne yapıyordu?” sorusunu yöneltti.

    İşte Hakan Fidan’ın göreve geldiği günden bu yanan yaşanan 237 ayrı terör olayı:

    2010 yılında yaşananlar:

    1. 31 Mayıs 2010: Hatay'ın İskenderun ilçesinde Deniz İkmal Destek Komutanlığına düzenlenen saldırıda 6 güvenlik görevlisi şehit olurken, 9 güvenlik görevlisi de yaralanmıştır.
    2. 19 Haziran 2010: Hakkâri’nin Şemdinli İlçesi Gediktepe Üst Bölgesi’ne yapılan saldırı sonucu 11 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    3. 21 Haziran 2010: Diyarbakır’ın Çatakköprü ve Bağdere köylerindeki karakollara yapılan saldırılarda 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, 2 güvenlik görevlisi de yaralanmıştır.
    4. 6 Temmuz 2010:Hakkâri’nin Şemdinli İlçesi'ndeki Beyyurdu Karakolu'na yapılan saldırıda çıkan çatışmada 3 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    5. 16 Eylül 2010:Hakkâri’nin Geçitli köyünde seyir halindeki minibüsün mayına çarpması sonucu 9 kişi hayatını kaybederken, 4 kişide yaralanmıştır.
    6. 31 Ekim 2010:Taksim Meydanı’nda çevik kuvvet noktasına giren bir canlı bombanın kendini patlaması sonucu 15'i polis 17’si sivil olmak üzere 32 kişi yaralanmıştır.

    2011 yılında yaşananlar:

    1. 2 Temmuz 2011:Hakkâri Çukurca’da yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    2. 4 Temmuz 2011: Bingöl’ün Genç İlçesi’nde yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olurken,2 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    3. 5 Temmuz 2011:Hakkâri’nin Yüksekova ilçesinde oturan ve sabah göreve gitmek üzere evlerinden sivil kıyafetle çıkan 2 güvenlik görevlisi silahlı saldırıda şehit olmuştur.
    4. 9 Temmuz 2011: Tunceli'nin Pülümür İlçesi Çakırkaya Köyü kırsal alanında yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    5. 14 Temmuz 2011: Diyarbakır'ın Silvan İlçesi’nde yapılan saldırıda 13 asker şehit olurken, 7 asker yaralanmıştır.
    6. 15 Temmuz 2011: Siirt'te polis otosuna yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    7. 24 Temmuz 2011: Mardin'de yapılan saldırıda 3 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    8. 1 Ağustos 2011: Van'ın Başkale ilçesi Gedikbaşı köyü yakınlarında yapılan saldırıda 3 güvenlik görevlisi şehit olurken, 4 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    9. 14 Ağustos 2011: Şırnak Beytüşşebap’ta yapılan saldırıda 3 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    10. 17 Ağustos 2011:Hakkâri-Çukurca karayolunda mayının patlatılması sonucu 12 güvenlik görevlisi şehit olurken, 14 asker yaralanmıştır. 
    11. 18 Ağustos 2011: Siirt'in Eruh İlçesi'nde Bilgi Jandarma Karakolu'na roketatar ve uzun namlulu silahlarla yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olurken, 4 güvenlik görevlisi de yaralanmıştır.
    12. 26 Ağustos 2011: Şemdinli’de yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisişehit olmuştur.
    13. 28 Ağustos 2011: Hakkâri Şemdinli’de askeri araca yapılan saldırıda 3 güvenlik görevlisi şehit olurken, 3 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    14. 4 Eylül 2011: Tunceli Merkez’de yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    15. 4 Eylül 2011:Hakkâri Yüksekova’da köy karakoluna yapılan saldırıda 4 güvenlik görevlisi şehit olurken, 4 güvenlik görevlisi de yaralanmıştır.
    16. 11 Eylül 2011:Hakkâri Beytüşşebap’ta yapılan saldırıda 5 güvenlik görevlisi şehit olurken, 2 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    17. 13 Eylül 2011: Oslo’da 2009’da yapılan görüşmelerin ses kaydı internete düştü.
    18. 17 Eylül 2011: Bingöl Genç Güzeldere köyü kırsalında düzenlenen saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    19. 20 Eylül 2011: Ankara'nın Kumrular Caddesi'nde Çankaya Kaymakamlığı önündeki patlama nedeniyle 3 sivil hayatını kaybederken, 34 sivil yaralanmıştır.
    20. 20 Eylül 2011: Siirt Merkezde yapılan saldırıda 4 sivil hayatını kaybederken, 2 güvenlik görevlisi yaralanmıştır. 
    21. 21 Eylül 2011: Van   Çatak’ta yapılan saldırıda 3 güvenlik görevlisi şehit olurken, 2 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    22. 21 Eylül 2011: Diyarbakır’da görev yapan Yunus ekibine yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, 1 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    23. 22 Eylül 2011: Diyarbakır Merkez’de yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    24. 24 Eylül 2011: Siirt   Pervari Belenoluk Jandarma Karakolu’na roketatar ve uzun namlulu silahlarla yapılan saldırıda 6 güvenlik görevlisi şehit olurken, 11 güvenlik görevlisiyaralanmıştır.
    25. 30 Eylül 2011: Antalya Göynük Jandarma Karakolu kontrol noktasında üzerinde bomba taşıyan şahısın kendini patlatması sonrası 1 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    26. 18 Ekim 2011: Bitlis Güroymak karayolundan geçen polis aracına yapılan bombalı saldırıda 9 güvenlik görevlisi şehit olurken, 2 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    27. 19 Ekim 2011: Hakkâri'nin Çukurca ilçesinde, gece yarısından sonra 200 PKK'lının ilçe merkezindeki polis ve jandarma binalarıyla güvenlik noktalarına ağır silahlarla ateş açmaları sonrasıKekliktepe'de 21 güvenlik görevlisi, ilçe merkezinde de 3 güvenlik görevlisi olmak üzere 24 güvenlik görevlisi şehit olurken, 18 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    28. 29 Ekim 2011: Bingöl'ün Genç Caddesi'nde canlı bomba saldırısı sonrası 3 sivil vatandaş hayatını kaybederken, 21 sivil vatandaş yaralanmıştır.
    29. 21 Kasım 2011: Mardin Nusaybin’de saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, yanındaki 1 sivil vatandaş ise yaralanmıştır.
    30. 23 Aralık 2011: Şırnak’taki Cudi Dağı’nda yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    31. 27 Aralık 2011: Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde devriye aracına uzun namlulu silahlarla yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    32. 28 Aralık 2011: Roboski/Uludere Katliamı: 34 sivil vatandaş hayatını kaybetmiştir.

    2012 yılında yaşananlar:

    1. 7 Şubat 2012: PKK-KCK soruşturmasında MİT’in adı KCK’da geçmekteydi ve 8 Şubat 2012’de ifadeye çağrılmasına rağmen, MİT Müsteşarı Başbakan’ın yasal koruma zırhını alarak ifadeye gitmemiştir.
    2. 10 Şubat 2012: Çukurca’da yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, 6 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    3. 14 Şubat 2012: Şırnak’ın Bestler-Dereler Bölgesi’nde yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    4. 21 Mart 2012: Şırnak Cudi Dağı'nda yapılan saldırıda 6 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    5. 4 Nisan 2012: Hakkâri’de yapılan saldırıda1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    6. 10 Nisan 2012: Şırnak'ın Uludere İlçesi'nin Geymuşule köyünde yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olurken, 3 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    7. 9 Nisan 2012: Amasya Merkez Çiğdemlik köyünde askeri aracın geçişi sırasında patlatılan bomba sonrası 2 güvenlik görevlisi şehit olurken, 5 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    8. 13 Nisan 2012: Uludere ilçesine bağlı Yeşimli köyü Geymuşule üst yöresinde yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olurken, 3 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    9. 25 Nisan 2012: Bingöl Genç ilçesinde yapılan saldırıda 3 güvenlik görevlisi şehit olurken, 9 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    10. 4 Mayıs 2012: Tunceli Merkez Alacık Köyü’nde yapılan saldırıda 3 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    11. 17 Mayıs 2012: Hatay Dörtyol yapılan saldırıda 3 güvenlik görevlisi şehit olurken, 2 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    12. 17 Mayıs 2012: PKK tarafından Hakkâri’nin Şemdinli ilçesindeki sınır taburuna yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    13. 25 Mayıs 2012: Kayseri Pınarbaşı'nda Emniyet Müdürlüğü'ne yapılan intihar saldırısında 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, 16 sivil vatandaş yaralanmıştır.
    14. 25 Mayıs 2012: Muş Varto’da evine giderken PKK’lıların silahlı saldırısına uğrayan 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    15. 27 Mayıs 2012: Şırnak Besta Bölgesi’nde yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    16. 5 Haziran 2012: Lice’de yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    17. 9 Haziran 2012: Yüksekova-Esendere’deyapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    18. 13 Haziran 2012: Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesindeyapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, 1 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    19. 19 Haziran 2012: Hakkâri Yüksekova Dağlıca Karakolu'na yapılan saldırıda 8 güvenlik görevlisi şehit olurken, 16 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    20. 25 Haziran 2012: Mardin’in Derik ilçesinde polis aracının geçişi sırasında uzaktan kumandayla tahrip gücü yüksek mayının patlaması sonrası araçta bulunan 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, 3 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    21. 27 Haziran 2012: Siirt Eruh’ta yapılan saldırıda 4 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    22. 27 Haziran 2012: Hakkâri’nin Yüksekova İlçesinde yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    23. 3 Temmuz 2012: Van Bölge ve Eğitim Araştırma Hastanesi yakınında polislerin bulunduğu nöbet kulübesine yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, 1 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    24. 9 Temmuz 2012: Tunceli’de yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    25. 14 Temmuz 2012: Şırnak’ın Beytüşşebap ilçesindeyapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    26. 17 Temmuz 2012: Van’ın Gürpınar ilçesinde yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    27. 25 Temmuz 2012: Şemdinli Umurlu Jandarma karakoluna uçaksavar ve havan topu ile saldırı yapılmıştır.
    28.  25 Temmuz 2012: Şemdinli İlçesi Yiğitler Köyü yakınlarında yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olurken, 10 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    29. 28 Temmuz 2012: Diyarbakır Lice’de askeri araç geçerken uzaktan kumandayla infilak ettirilen bomba sonrası 2 güvenlik görevlisi şehit olurken, 1 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    30. 30 Temmuz 2012: Hakkâri’nin Şemdinli ilçesinde yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    31. 1 Ağustos 2012: Diyarbakır’da yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    32. 2 Ağustos 2012: Siirt Eruh Jandarma karakoluna yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olurken, 7 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    33. 2 Ağustos 2012: Lice’de yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    34. 4 Ağustos 2012: Hakkâri Çukurca Geçimli Jandarma Karakolu ile Karataş Karakolu ve Darsinki Tepesi’nde bulunan askeri üs bölgesine eş zamanlı yapılan saldırıda 6 güvenlik görevlisi şehit olurken, 14 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    35. 8 Ağustos 2012: Şırnak'ın Beytüşşebap İlçesi'ndeki Kato Dağı'nda yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, 2 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    36. 9 Ağustos 2012: İzmir’in Foça ilçesinde askeri üsse giden servis otobüsüne saldırı düzenlendi. Art arda iki bombalı saldırının ardından otobüse ateş açılması sonrası 2 güvenlik görevlisi şehit olurken, 10 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    37. 12 Ağustos 2012: CHP Tunceli Milletvekili Hüseyin Aygün, PKK tarafından esir alınmıştır.
    38. 20 Ağustos 2012: Gaziantep'te İlçe Emniyet Müdürlüğü ve yanındaki polis merkezinin yakınında bomba yüklenen otomobilin infilak ettirilmesi sonrası 10 vatandaş hayatını kaybederken, 66 vatandaş yaralanmıştır.
    39. 20 Ağustos 2012: Hakkâri’de zırhlı askeri aracın geçişi sırasında yola döşenen mayının uzaktan kumandayla infilak ettirilmesi sonrası 2 güvenlik görevlisi şehit olurken, 1 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    40. 22 Ağustos 2012: Hakkâri Şemdinli Bağlar mevkii yakınında askeri konvoyun geçişi sırasında yapılan bombalı saldırıda 5 güvenlik görevlisi şehit olurken, 7 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    41. 22 Ağustos 2012:PKK’lılar Hakkâri’nin Şemdinli ilçesinin Derecik Beldesi Omurlu köyünde bulunan Omurlu 2. Hudut Tabur Komutanlığı ile Derecik Jandarma Taburu’na eşzamanlı yapılan saldırılarda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    42. 3 Eylül 2012: Şırnak'ın Beytüşşebap İlçesi'nde PKK'lılar tarafından askeri birliklere uzun namlulu silah ve roketatarlarla yapılan saldırıda 10 güvenlik görevlisi şehit olurken, 7 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    43. 9 Eylül 2012: Şemdinli Zorgeçit'teyapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    44. 11 Eylül 2012: İstanbul Sultangazi Karakolu'na giren intihar saldırganı x-ray cihazının yanında üzerindeki bombayı patlatması sonrasıyapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, 7 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    45. 12 Eylül 2012: Hakkâri’nin Şemdinli İlçesi'nde yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    46. 14 Eylül 2012            : Hakkâri Şemdinli Güzelkonak Jandarma Karakoluna yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, 1 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    47. 15 Eylül 2012: Hakkâri-Çukurca Karayolu üzerinde askeri aracın geçişi sırasında yapılan saldırıda 4 güvenlik görevlisi şehit olurken, 5 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    48.  16 Eylül 2012: Bingöl Karlıova polisleri taşıyan midibüsün geçişi sırasında yola döşenen patlayıcı uzaktan kumandayla patlatılması sonrası8 güvenlik görevlisi şehit olurken, 9 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    49. 18 Eylül 2012: Bingöl Muş yolu 16'ıncı kilometresinde, Kardeşler köyü yakınlarında seyir halinde seyreden askeri konvoya yapılan saldırıda 10 güvenlik görevlisi şehit olurken, 50 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    50. 19 Eylül 2012: Tunceli’nin Ovacık ilçesinde PKK’lıların düzenlediği silahlı saldırıda başından tek kurşunla vurulan Ovacık Başsavcısı Murat Uzun şehit olmuştur.
    51. 22 Eylül 2012: PKK'lıların Tunceli'nin Nazımiye İlçesi'ndeki Şehit Mehmet Jandarma Karakolu ile yaklaşık 2 kilometre yakındaki merkeze bağlı Gökçek Jandarma Karakolu'na eş zamanlı yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, 4 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    52. 23 Eylül 2012: Van İpekyolu Caddesi Üzerinde bulunan Van Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde yapılan saldırılarda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    53. 23 Eylül 2012:Tunceli’de yapılan saldırılarda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    54. 24 Eylül 2012: Maraş’ta yük treni geçişi sırasında uzaktan bomba patlatılmıştır.
    55. 25 Eylül 2012: Tunceli’de askeri araca yapılan saldırılarda 1 sivil vatandaş ve 6 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    56. 26 Eylül 2012: Şırnak’ta patlama sonrası 2 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    57. 26 Eylül 2012:Hakkâri Çukurca’da yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi şehit olurken, 3 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    58. 3 Ekim2012: Suriye'nin Rakka kentine bağlı Tel Abyad ilçesinden ateşlenen top mermisinin Şanlıurfa'nın Akçakale ilçesine düşmesi sonucu 5 sivil vatandaş hayatını kaybederken, 9 sivil vatandaş yaralanmıştır.
    59. 15 Ekim 2012: Hakkâri’nin Irak sınırındaki Çukurca karakoluna yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, 4 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    60. 17 Ekim 2012: Hakkâri’nin Çukurca ilçesindeki Işıklı ile Karataş Jandarma Karakolu’nun yanı sıra Gezgintepe Üs Bölgesi’ne bir grup PKK’lı tarafından yapılan saldırılarda 3 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    61. 19 Ekim 2012: Hakkâri Kırıkdağ Köyü yakınlarında yapılan saldırıda 3 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    62. 19 Ekim 2012:Bitlis’te yapılan saldırıda 3güvenlik görevlisi şehit olurken, 4 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    63. 18 Kasım 2012: Hakkâri’nin Şemdinli İlçesi'nde yapılan saldırıda 5 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    1. 27 Kasım 2012: Mardin’in Ömerli İlçesi’ne bağlı Ünsalı Köyü’ndeki Jandarma Karakolu’na PKK’lı teröristler uzun namlulu silahlarla yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, 1 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    2. Yılında yaşananlar:
    1. 9 Ocak 2013: Hakkâri’nin Irak sınırındaki Çukurca ilçesine bağlı Karataş Jandarma Karakolu’na sayıları 100 kişiyi bulduğu öne sürülen PKK’lılar tarafından yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olurken, 2 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    2. 13 Ocak 2013: Kilis’in, Akçabağlar köyü yakınlarındaki bir tarlaya Suriye’den ateşlendiği sanılan top mermisi düşmüştür.
    3. 16 Ocak 2013: Mardin'de yapılan saldırıda 1 güvenlik görevlisi şehit olmuştur.
    4. 1 Şubat 2013: Ankara Amerikan Konsolosluğu önünde bir intihar bombacısı x-ray cihazından geçerken üzerindeki bombayı patlatması sonrası 2 sivil vatandaş hayatını kaybederken, 1 sivil vatandaş yaralanmıştır.
    5. 11 Şubat 2013:Cilvegözü Sınır Kapısı'ndaki patlamada 13 sivil vatandaş hayatını kaybederken, 26 sivilvatandaş yaralanmıştır.
    6. 19 Mart 2013:Söğütözü Semti'nde bulunan Ak Parti Genel Merkezi'ne saat 21.00 sıralarında lav silahlı saldırı düzenlenmiştir.
    7. 19 Mart 2013:Adalet Bakanlığının Kızılay'da bulunan ek binasının ziyaretçi girişine bombalı saldırı düzenlenmiştir.
    8. 11 Mayıs 2013: Reyhanlı’da yapılan bombalı saldırıda 53 sivil vatandaş hayatını kaybederken, 146 sivil vatandaş yaralanmıştır.
    9. 13 Ağustos 2013:MİT tarafından milletvekillerinin fişlendiği ortaya çıkmıştır.
    10. 20 Eylül 2013: Emniyet Genel Müdürlüğünün Ankara Dikmen’deki polis evine, roketli saldırı düzenlenmiştir.
    11. 7 Kasım 2013: Adana'da durdurulan TIR'da: 935 adet füze başlığı, 10 adet roket borusunun da yer aldığı çok sayıda patlayıcı ve mühimmat ele geçirilmiştir.

    2014 yılında yaşananlar:

    1. 01 Ocak 2014: İHH'ye ait olduğu iddia edilen bir TIR, Hatay’ın Reyhanlı ilçesi yakınlarında durdurulmuş ve TIR'ın içinde silah olduğu anlaşılmıştır.
    2. 19 Ocak 2014: Ceyhan’da durdurulan MİT’e ait 2 TIR’da mühimmat bulunmuştur.
    3. 20 Mart 2014: Niğde’de IŞİD tarafından yapılan saldırıda 2 güvenlik görevlisi ve 1 sivil vatandaş şehit olurken, 8 güvenlik görevlisi yaralanmıştır.
    4. 27 Mart 2014: İnternette yayınlanan ses kayıtlarında:MİT Müsteşarı: ‘Gerekirse Suriye’ye 4 adam gönderirim. Türkiye’ye 8 füze attırıp savaş gerekçesi üretirim, Süleyman Şah türbesine de saldırtırız.’ ve ‘2000′e yakın tır, malzeme gönderdik biz oraya.’  dediği ortaya çıkmıştır.
    5. 26 Nisan 2014: Çözüm sürecinde görev alan MİT mensuplarına yasal güvence kazandırmak, tutuklu ve hükümlülerle görüşebilmeleri için MİT Kanunu’nda değişiklik yapılmıştır.
    6. 11 Haziran 2014: Özel harekât polisleri tarafından korunan Türkiye'nin Musul Başkonsolosluğu'na 900 IŞİD militanı tarafından yapılan kuşatma sonrası, 49 başkonsolosluk çalışanı IŞİD tarafından rehin alınmıştır.
    7. 20 Eylül 2014: Hükümet, MİT’in “çok başarılı bir operasyonu!” sayesinde IŞİD ile takas yaparak Konsolos ve arkadaşlarına karşılık 180 IŞİD'çi serbest bırakılmıştır.
  18. İstanbul Barosu, DTK'nin açıkladığı 14 maddelik özerklik açıklamasına, 14 başlık ile çok sert bir cevap verdi.

     

     

    İstanbul Barosu, Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK)14 maddelik özerklik talebine 14 maddelik bir açıklamayla cevap verdi. Yapılan yazılı açıklamada, “Talep edilen sözde ‘demokratik özerklik’ veya ‘özyönetim’, açıkça ülkenin bölünmesini istemek ve bu yönde bir kalkışma çağrısıdır. Cumhuriyet’e karşı bu kalkışma ve meydan okuma kabul edilemez. Anayasanın değiştirilemez ilkelerine aykırı bu taleplerin hukuken ve fiilen gerçekleşme şansı bulunmamaktadır.” denildi.

    İstanbul Barosu’ndan yapılan 14 maddelik açıklama şöyle:

    “1) Ayrılık deklarasyonu anlamında dile getirilen bu talepler emperyalizm destekli bir etnik kalkışma ve ayaklanmanın ulaştığı aşamayı göstermektedir.

    2) Özü itibariyle bu deklarasyon terör örgütü PKK-Kongre Gel’in 17 Mayıs 2005 tarihinde kabul ettiği “KCK Sözleşmesi” ndeki isteklerin, “siyasi talepler” kılıfıyla sözde “demokrasi” ve “özgürlük” maskesiyle tekrarından ibarettir.

    3) Bu deklarasyonu kaleme alanlar emperyalizmin Türkiye üzerindeki 100 yıllık rüyasının güdümlü ve gönüllü taşeronlarıdırlar. Sevr’in güncellenmesinden başka bir şey olmayan bu bildirge gerçekte emperyalizmin talepleridir.

    4) Sık sık kullanılan “demokratik” kelimesi, metinde çokça dillendirilen “özyönetim” ve “özerklik” talebiyle, ülke toprağının belli bir bölümünün merkezi yönetimin dışına çıkarılarak parçalanmayla sonuçlanacak bir yola girilmesi, Anayasanın değiştirilemeyecek ilk üç maddesinin ortadan kaldırılmasına yönelik olduğunu gizlemeye yetmemektedir.

    5) Kaldı ki metinde talep edilen sözde “demokratik özyönetim” veya özerkliğin parçaları olarak öne çıkarılan yasama, karar alma, yargı, vergi toplama, asayiş ile ilgili hususlar da gerçek amacı ortaya koymaktadır.

    6) Hedeflenen “özyönetim” in “özü” nün ve amacının ne olduğu, “Biji serok Obama” sloganında saklıdır.

    7) Bu talepler, şimdiye kadar halkı aldatmak için takılan bazı maskeleri indirmiş, makyajları dökmüş, deyim yerindeyse takke düşmüş, kel görünmüştür.

    8) Ülkenin içine sürüklendiği bu etnik kalkışma ortamından, terör örgütünü masum siyasi bir hareket gibi göstermeye çalışanların, Kandil’ den “yerli” bir “Mandela” yaratmaya soyunanların, hendek ve barikat ardından halka, güvenlik güçlerine silah sıkanları “özgürlük savaşçısı” olarak yansıtanların sorumlulukları büyüktür.

    9) Terör örgütünce hendekler kazılır, barikatlar örülürken ülkenin yönetiminden ve kamu güvenliğinden sorumlu olanların akıl almaz aymazlığını da hatırlatmak isteriz. Kent merkezlerinin ve şehirler arası yolların patlayıcılarla doldurulmasının, sözde “açılım” sürecinin, halktan gizlenen Oslo görüşmelerinin, Habur aymazlığının siyasi sorumlularının, ortaya çıkan vahim tablonun sorumluluğundan sıyrılmaya çalışması bize hiç de şaşırtıcı gelmemektedir.Yaşanmakta olan etnik kalkışma süreciyle ülkenin karşı karşıya geldiği bölünme tehlikesinden, 13 yıllık tek başına yönetimi ve uygulamalarıyla öncelikle siyasi iktidar sorumludur ve bu ağır bir sorumluluktur.

    10) Kendisini “Türkiye” partisi olarak göstermeye çalışan, bölgedeki feodal düzene karşı tek kelime etmeyen, emperyalist güçlerin Ortadoğu’daki varlığından rahatsız olmak bir yana onları davet eden, olaylara emekçinin ve yoksul halkın safından bakmak yerine etnik gözle bakan, “demokrasi”, “barış”, “siyasi çözüm” sözcüklerini dilinden düşürmeyen, tekke ve zaviyelerin açılması yönünde kanun teklifi veren, gerici ayaklanmaları anan ve kutsayan bir partinin, bu taleplere olan desteği ile birlikte gerçek yüzü ve amacı, ne kadar “Türkiye” partisi ve “sol” olduğu da tam olarak ortaya çıkmış bulunmaktadır. Gerek bu parti gerekse terör örgütü hiç bir şekilde Kürt kökenli yurttaşlarımızı temsil etmemektedir.

    11) İleri sürülen taleplerin, gerçekte “demokrasi” ve “barış” ile bir ilgisi olmayıp; Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığına, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne yönelik, terör örgütü üzerinden, siyasi iktidarın da parçası olduğu küresel emperyalizmin Büyük Ortadoğu Projesinin ( BOP ) son aşamasıdır.

    12) Bu arada, anılan bildiride, dile getirilen taleplerin sürekli olarak, siyasi iktidar tarafından da taahhüt edilen ve girişimlerine başlanan sözde “Yeni Demokratik Anayasa” ile ilişkilendirilmesi, gerçekte yeni anayasa sürecinin neyi hedeflediğini, bu hususta siyasi iktidarla anlamlı birlikteliği de açıkça ortaya koymaktadır. “Yeni Anayasa”talebinin gerçek amacı, Anayasanın değiştirilemez maddelerinin bir oldu bitti ile değiştirilmesi suretiyle amaçlanan bölünmenin Anayasal alt yapısını, hukuki dayanağını oluşturmaktan ibarettir. Ancak bu hukuken de fiilen de mümkün değildir.

    13) Bilinmelidir ki, hangi oy veya çoğunlukla olursa olsun, hukuken değiştirilemez maddelerin değiştirilmesi imkanı bulunmamaktadır. Üstelik bu hukuki gerçek karşısında, bu yöndeki her girişim Türk Ceza Kanunu’nun 309.maddesindeki suçu oluşturacaktır. Buna izin verilemeyeceği açıktır.

    14) Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmesini, parçalanmasını içeren emperyalizm ve onun yerli işbirlikçilerinin 100 yıllık bu “rüyası” yine “rüya” olarak kalacak, bunu talep edenler içinse “kabus”a dönüşecektir!

    Zira Kürt kökenli yurttaşlarımızın da eşit bir parçası ve mensubu olduğu “Türk Milleti” buna asla izin vermeyecek, bu emperyalist saldırı ve oyunu bir kez daha birlik ve bütünlüğü içinde püskürtecek, Cumhuriyetin değerleri içerisinde gerçek barışı, birlikteliği, demokrasiyi gerçekleştirecektir.

    Hiç bir güç ve provokasyon, yurttaşlarımız arasında etnik bir kavga ve kargaşa yaratmaya yetmeyecek, Türk Milleti bu oyuna gelmeyecektir. Çözüm, bölünme ve parçalanmada değil, ortak aidiyet duygusunun temeli olan ulus devlete sımsıkı sarılarak birilikte emperyalizme karşı koymaktır. Ülkemizin üzerinde bu karanlık oyunları oynayanlar da mevki ve konumları ne olursa olsun, er geç hukuka hesap vereceklerdir.

    İstanbul Barosu olarak, Anayasanın değiştirilemez, değiştirilmesi teklif dahi edilemez ilk üç maddesini kararlılıkla savunacağımızı, Cumhuriyete ve onun değerlerine sonuna kadar bağlı kalarak bunları koruyacağımızı, üniter, demokratik, laik sosyal hukuk devletine yönelik her türlü saldırıya karşı koyacağımızı, Türkiye’yi etnik bir cehenneme çevirme planlarına karşı sonuna kadar kardeşliği ve gerçek barışı savunacağımızı, sorunların ülkenin birlik ve bütünlüğü içinde ve herkes için daha fazla demokrasi talebiyle çözümü yönünde davranacağımızı bir kez daha kamuoyuna saygı ile duyururuz.”

     

  19. Diplomatik fiyasko

    ABD’nin Musul’dan asker çekmesi için bastırdığı, Putin’in itibarsızlaştırdığı, NATO’nun inandırıcı bulmadığı, AB’nin toplama kampı müdürüne çevirdiği Ankara, BM’nin Esad’lı geçişi onaylamasıyla bir darbe daha yedi.
     
     

     

    1 - ‘Liderliğinin sonu gelecek’

     

    Türkiye’nin 24 Kasım’da Suriye’de Rus savaş uçağı düşürmesinin ardından Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin imzaladığı ağır ekonomik yaptırımların çok ötesine taşan bir strateji uygulamaya başladı. Derhal Suriye’ye S-300 ve S-400 füze savunma sistemleri yerleştirerek Türkiye’nin Suriye’ye yönelik bir uçak bile kaldırmasını engelleyen Putin, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı ailesi ve ekibiyle birlikte Türkiye’yi İslamcılaştırmak ve IŞİD’in suç ortağı olmakla suçlamadan gün geçirmeyerek Ankara’yı itibarsızlaştırmaya soyundu. Erdoğan’ın IŞİD’in petrol kaçakçılığına ortak olduğuna dair savunma bakanlığında görüntülü grafikli basın toplantıları düzenleten, “Uçağımız petrol sevkıyatının güvencesi için vuruldu, Türkmenler bahane” diyen Putin’in savlarına İran hükümeti ve Irak Başbakanı da destek açıkladı.

     

    Her gün hakaret

     

    Putin “Bizi haince sırtımızdan bıçaklayanlar pişman olacak” söylemine 3 Aralık’taki parlamentoya hitabında “Allah Türkiye’nin yönetici elitini akıl ve muhakemeden yoksun bırakarak cezalandırmaya karar verdi” vecizesini, 11 Aralık’ta komutanlara hitabında “Askerimize ya da altyapımıza yönelik tehdit oluşturan hedef ne olursa olsun derhal imha edilmeli” emrini ekledi. 17 Aralık’ta 2 bin gazetecinin izlediği basınla buluşmasında kendini aştı: “Türkiye yönetiminden biri ABD’nin bir yerini yalamak istediyse, doğru hareket edip etmediklerini, Amerikalıların buna ihtiyacı olup olmadığını bilmiyorum... Mevcut Türkiye iktidarı, Amerikalılara ve Avrupalılara, ‘Evet, biz ülkeyi İslamlaştırıyoruz, ama biz çağdaş İslamcılarız’ı göstermeye çalışıyor olabilir. Reagan’ın Somoza hakkında söylediği gibi: ‘Somoza, tabii ki, alçaktır, ama bizim alçağımızdır.’... ‘İslamcı olduğumuzu, ama sizin İslamcılarınız olduğumuzu göz önünde bulundurun.’... Bu yayılan İslamcılık nedeniyle Atatürk mezarında dönmüştür.” Rusya liderinin dünkü mesajı da şöyleydi: “Bir kez daha yinelemek istiyorum: Türk halkını dost bir halk görüyoruz. Türk halkıyla ilişkilerimizi bozmak istemiyoruz. Türk liderliğine gelince... Hiçbir şey sonsuza kadar sürmez.”

     

    2 - Esad’lı geçişe BM onayı

     

    İç savaşın başladığı 2011’den beri ilk kez Suriye ile ilgili BM Güvenlik Konseyi’nde oybirliğiyle karar alındı. ABD ve Rusya Dışişleri Bakanları John Kerry ve Sergey Lavrov’un aylardır elbirliğiyle yürüttüğü müzakereler sonucunda geçen ay Viyana’da varılan Suriye’ye siyasi çözüm planı BMGK’den de onay aldı. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın geçiş sürecinde bulunmasına engel çıkarmayan ve akıbetine Suriye halkının karar vermesini öngören planın ana hatları şöyle: 1) Ocakta hükümet ile muhalifler arasında ateşkes ve siyasi geçiş görüşmelerinin başlaması. 2) IŞİD ve Nusra gibi “terörist’’ grupların görüşmelere dahil edilmemesi. 3) Bu gruplara yönelik Rusya ve ABD öncülüğündeki koalisyonun saldırılarının devam etmesi. 3) BM Genel Sekreteri’nin 18 Ocak’ta ateşkesin nasıl denetleneceğine dair raporunu paylaşması. 4) 6 ay içinde “Kapsayıcı, muteber ve hiçbir mezheple bağlantısı bulunmayan’’ bir hükümet kurulması. 5) “Özgür ve adil’’ seçimlerin 18 ay içinde BM gözetiminde düzenlenmesi. Diasporadakiler dahil tüm Suriyelilerin katılması. 6) Siyasi geçişin Suriye halkının denetiminde olması.

     

    Esad-Obama el ele

     

    Kerry “Suriye’de kanın durması ve ülkeyi bir arada tutacak hükümetin kurulmasının vakti” diyerek ekledi: “ABD’nin önceliği IŞİD’i yenmek, bunun için Suriye’nin kuzey sınırına odaklanıyoruz.” Rus televizyonuna çıkan Devlet Başkanı Vladimir Putin “Hem Esad hem de Obama ile kolaylıkla çalışırız” mesajı verdi. Suriye’nin BM Temsilcisi Beşar Caferi, ulusal uzlaşı süreci kapsamında askeri operasyonları durdurmaya hazır olduklarını açıkladı.

     

    3 - YPG bitti Başika başladı

     

    Son olarak Başkan Barack Obama’nın önceki gece Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı araması suretiyle ABD’nin Türk askerinin tümüyle çekilmesini ısrarla talep ettiği Başika, Ankara-Washington hattında yeni soruna dönüştü. Irak hükümeti IŞİD kontrolündeki Musul’un yakınındaki Başika’dan Türk askerinin çekilmesi talebiyle BM Güvenlik Konseyi’ne yaptığı başvurudan tatmin edici bir sonuç alamazken, Obama- Erdoğan görüşmesi kamuoyuna farklı yansıdı. Beyaz Saray “Irak’ta gerilimin düşürülmesi, askerlerin çekilmesi” mesajını kamuoyuna duyurdu. Cumhurbaşkanlığı Sarayı ise gerilimin düşürülmesi için Türkiye, Irak ve ABD’nin ortak çalışma kararı alındığını açıkladı. Suriye ile ilgili uzun müzakereler sonucunda ABD resmi makamları PYD’nin Fırat’ın batısına geçmemesi konusunda Türkiye ile aynı görüşte olduklarını dile getirmişti. Ama Türkiye’nin 5 Aralık’ta Başika’ya zırhlı birlik sevkiyle bu kez Irak’ta kriz baş gösterdi. Irak hükümeti, halkı ve uluslararası toplumun tepkisi üzerine 14 Aralık’ta 144 askerle kısmen çekilmeye rağmen Yardımcısı Joe Biden’ın ardından Obama da Ankara’yı tümden çekilme için uyardığını ajanslara duyurdu.

    Saray’ın açıklamasına göreyse, Türk askerlerinin durumuna ilişkin Türkiye ile Irak arasındaki görüş ayrılıklarının giderilmesine yönelik çabaların koordinasyonu ele alındı, Erdoğan Türk askerlerinin Irak’ta IŞİD’le mücadele için buluduğunu, iki ülkenin güvenliği açısından bunun önemli olduğunu dile getirdi.

     

    Ankara’nın inadı

     

    Ankara tümden çekilmeye direniyor. Bağdat’la görüşmeleri yürüten bir kaynak “Kampın kapanması söz konusu değil. Oradaki varlığımız IŞİD’le savaşı güçlendiriyor. Bulunacak sayıyla ilgili gerekli tedbirleri Irak alırsa sayı artmaz, sağlanmazsa sayı artar. Bu masadaki bir müzakere konusu. Netleşmiş değil” dedi.

     

    4- NATO’nun derdi bir daha Rus uçağı düşürülmemesi

     

    Türkiye’nin Suriye’de Rus savaş uçağı düşürmesinin ardından Kremlin’le görüşmek yerine kapısını çaldığı NATO, Türkiye’yi koruma paketini kabul etti. Ancak gerekçesi pek ilginçti: Türkiye’nin bir daha Rus uçağı düşürmemesini sağlamak.

     

    Öngörülebilirlik için

     

    İçeriği gelecek günlerde netleşecek pakete göre Türkiye’ye daha fazla AWACS erken uyarı uçaklarının gönderilmesiyle hava devriyeleri, Doğu Akdeniz’e Almanya ve Danimarka’nın savaş gemilerinin konuşlandırılmasıyla deniz devriyeleri artırılacak. Reuters’e konuşan NATO diplomatları ve askeri uzmanları, güçlü hava kuvvetlerine sahip Türkiye’nin tekrar Rus savaş uçağı düşürme riskini en aza indirmenin amaçlandığını belirtti. “Bu, Ankara’nın geçmişte gösterdiği performanstan daha temkinli biçimde Türk hava sahasını idare etmek için mi” sorusunu da NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg şöyle yanıtladı: “Bu, bizim durumun daha iyi ayırdında olmamızı sağlayacak, daha fazla şeffaflık, öngörülebilirlik sağlayacak, böylece bölgede durumun istikrarlaşmasına, tansiyonun düşmesine katkıda bulunacak.”

    Reuters, NATO diplomatlarının, Ankara’nın fazla saldırganlığı ve 400 km menzilli S-400’ü Suriye’ye konuşlandıran Rusya ile yeni olaylar yaşamasının durumu daha da kötüleştirmesinden endişe ettiğini aktardı. Diplomatlar “ABD ile Avrupalı mütefikleri Türkiye’nin hem sınırını IŞİD’e kapatmasını hem Rusya ile başka olay yaşamamasını üstüne Kürtlerle barış sürecini canlandırmasını istiyor” dedi.

     

    5 - AB: Sığınmacıları geri al, arka kapıda bekle

     

    Türkiye üzerinden Suriyeli sığınmacı akınına uğrayan AB, çareyi istemediği sığınmacıler geri göndereceği ve başka sığınmacı çıkmamasını sağlayacak şekilde Türkiye’yi toplama kampına çevirmekte buldu. Buna 1 milyar Avro fiyat biçti ve kabul ettirmek için ekimde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı Brüksel’de ağırladı, ardından Almanya Başbakanı Angela Merkel Türkiye’de seçim arifesi dinlemeden Erdoğan’ın ayağına gidip yanında “tahtta” oturdu. Kasımda özel düzenlenen ABTürkiye zirvesinde Erdoğan’ın biçtiği 3 milyar Avro bedel, son derece muğlak vize muafiyeti vaadinde bulunulması ve üyelik müzkerelerinde bazı başlıkların açılması kabul edildi. 17 Aralık zirvesine gelindiğinde ise Merkel liderliğinde 11 ülke, Başbakan Ahmet Davutoğlu’nu AB Konseyi merkezinde değil Avusturya’nın Brüksel Temsilciliği’nde ayaküstü ağırlayıp Türkiye’den somut adımlar atmasını beklediklerini iletti. Davutoğlu’nu zirveye sokmadan Ankara’ya geri gönderdi.

     

     

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.