Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

cerenimoo

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

cerenimoo tarafından postalanan herşey

  1. Etçen demi eşlik... Hem özledim avatarına takılmayı....
  2. Bu akşam oyun başlıklarında bana eşlik edecek olanı.... Canım çekti de...
  3. Çöp İstiyor muyuz? Hayır!... Manisa'da meralarının çöp alanı yapılmak istenmesine karşı mücadele eden Develi Köylüleri, kent merkezinde yaptıkları eylemle Manisa sokaklarını süpürdüler. Manisalılara bildiri ve üzüm dağıtan köylüler mücadelelerine tüm Türkiye'den destek istiyorlar. Manisa'nın Saruhanlı ilçesine bağlı Develi köyü yakınlarında, Manisa Belediyesi'nin de dahil olduğu 6 belediyenin yapmayı planladığı katı atık bertaraf tesisine karşı eylemlerini sürdüren köylüler, dün yarı çıplak eylemle seslerini yükselttiler. Hep bir ağızdan slogan atan ve "Çöpe Hayır!" diyen köylüler, bütün Türkiye'den destek beklediklerini söylediler. Manisa, Saruhanlı, Koldere, Halitpaşa, Gümülceli ve Mütevelli Belediyeleri'nin ortaklaşa yaptırmayı planladığı Develi Çöp Toplama ve Bertaraf tesisi Tesisi'ne karşı verilen mücadelede kadın erkek elele veren köylüler, dertlerini Manisalılar'a anlatarak destek istediler. Bergama Ovacık Altın Madeni'ne karşı yürütülen mücadelenin önderlerinden "Asteriks" lakaplı aktivist Oktay Konyar'ın da destek verdiği eylemler zincirinde dün sırada yarı çıplak eylem vardı. Köylerine çöp alanı yapılmak istenmesine karşı birlik olan ve ilginç eylemler yapan Develi köylüleri, önce Manisa'da, sonra da Ankara'daki eylemleriyle Türkiye kamuoyunun dikkatini çekmeye başardı. Manisalılara bildiri ve üzüm dağıtarak destek istediler .. Dün sabah, otobüs ve minibüslerle Manisa merkeze gelen bir grup köylü, Cumhuriyet Meydanı'nda toplandı. Yaklaşık 150 kişilik grubun erkekleri, burada üstlerini çıkararak kadınlarla birlikte yürümeye başladı. Valilik binası önünden geçen köylüleri, Vali Refik Arslan Öztürk de uzaktan izledi. Ellerinde çalı süpürgeleri, üzüm ve çeşitli sebzelerin bulunduğu sepetlerle yarı çıplak yürüyüş yapan köylüler, kentin en işlek caddesi olan Mustafa Kemalpaşa Caddesi ve Doğu Caddesi'nde ilerleyerek Malta semtine kadar, bu şekilde yürüdüler. Polisin geniş güvenlik önlemleri altında gerçekleşen yürüyüş sırasında, yoldan geçen vatandaşlara ve esnafa bildiri dağıtarak destek isteyen köylüler, ayrıca üzüm ikramında bulundu. Bu arada, yürüyüşü takip eden polis memurları, kendilerine de ikram edilen üzümleri kabul etmedi. Oktay Konyar'ın, ıslıklarıyla koordine ettiği köylüler, Konyar'ın öncülüğünde sloganlar atarak, "Köyümüze çöp istemiyoruz" diye haykırdılar. Manisa sokaklarını süpürdüler.. Konyar'ın "Manisa çok kirli, hadi süpürmeye başlayın" demesiyle, köylü kadınlar, hep birden çalı süpürgeleriyle cadde ve kaldırımları süpürmeye başladı. Kaldırımda bekleyen erkekler de, çöpe karşı sloganlar atmaya devam etti. Malta semtinden geriye dönen grup, yol boyunca meydanlarda aynı uygulamayı tekrarladı. Belediye hizmet binası yakınlarında da caddeyi süpüren köylüler, burada çöp istemediklerini belediyeye duyurmaya çalıştı. Köylülerin yarı çıplak yaptığı ilginç eylemi, cadde kenarında ve iş yerlerinde merakla izleyen vatandaşlar da, alkışlarıyla köylülere destek verdi. Yürüyüşe ilk başladıkları nokta olan Cumhuriyet Meydanı'na gelen köylüler, burada Atatürk Anıtı önünde hatıra fotoğrafı çektirdi. Daha sonra da yarı çıplak olan köylü erkekler, Oktay Konyar'ın talimatıyla giyindi. Kadınlar da, köylerinden getirdikleri üzüm dolu poşetleri gazetecilere ve polis memurlarına hediye etti. Konyar: Tüm Türkiye'nin desteğini bekliyoruz .. Burada gazetecilere açıklama yapan Oktay Konyar, "Biz kirletmektense temizlemeyi istiyoruz. Bu yüzden, bugün Manisa'ya gelerek çok kirli olan caddeleri süpürdük. Develi'ye çöp tesisi kurulmaması için eylemlerimize devem edeceğiz. Bu gördüğünüz köylüler, Türkiye'de alışılmamış ahlaklı bir protesto gerçekleştiriyor. Onlara, bütün Türkiye'nin desteğini talep ediyoruz" diye konuştu. "Develi Köyüne çöp deposu yapmak isteyen Manisa Belediye Başkanı Bülent Kar ve diğer belediye başkanları, köyümüze gelerek, 'Burasını cennete çevireceğiz. Yollarınızı asfaltlayacağız, çocuklarınıza iş imkanı sağlayacağız' diye sözler verdiler. Cennetin içinde çöpün ne işi var? Biz onlardan bir şey istemiyoruz. Köyümüzü rahat bıraksınlar yeter. Tesisin yapılmaması için gerekirse çoluk çocuk sırtımıza eşyalarımızı yüklenir, yollara düşeriz. Ankara'da sesimizi duyurana kadarda köyümüze dönmeyiz" diyerek tepkilerini dile getiren köylüler, tesisin yapılacağı alanda 20 bin zeytin ağacının bulunduğunu ifade ederek, tesisin kurulması durumunda tüccarın kendilerinden zeytin almayacağını söylediler. Köylüler, eylemin ardından Fatih Parkı'nda kahvaltı yaparak polis nezaretinde olaysız şekilde köylerine geri döndü...------------------------- Felaket bir adam bu Oktay Konyar... Bir eylemden,ötekisine koşuyor.. Manisa halkına,köylülerine özel eğitim çalışmaları veriyor.. Siyanürle altın arama karşıtı eylem öncülüğüyle tanıdım onu..Siyasiler kısa sürede terk etti köylüleri..O,ilginç yöntemleriyle hala savaşıyor... Ve siyasileri,eylemlere asla ve asla sokmuyor artık... Öyle de iyi işler yapıyor ki.. Başından geçen bir olayı anlatıyor geçen.. 'ÇÖP İSTİYOR MUYUZ' eylemleri ile sokağa dökülen Manisa halkı,trafiği kapatmış olmalarıyla suçlanıyor..Polisler gözlerine kestirdikleri birkaç öncüyü kollarından tutup karakola,komiserinin önüne götürüyor.. Köylüler öyle yaman ki;"bizi burada tutamazsınız" diyor önce biri.. Komiser şaşırıyor tabi;"nasıl tutamayız..Trafiği kapatmakla suçlanıyorsunuz"... "Tutamazsınız.." diyor ötekisi... "Neden tutamayız"... "Polis bize çağrı yapmadı..Tutuklayabilmeniz için;megafonla üç kez dağılın çağrısı yapmaları gerekiyordu..." Komiser dönüyor görevli polislere;"yok muydu megafonunuz"... "Yoktu efem".. Hoop...Gönderiyor köylüleri evlerine... Ertesi gün belediyeyi basıyorlar,Konyar öncülüğünde... izinsiz eylem yapıyorsunuz diye bağırıyor polisler karakolun önünde bekleşirken... Ön saflardaki kadınlardan biri atılıyor;"vatandaşım ben,izin almama gerek yok,hem bize bu şekilde bağırma yetkiniz yok".... ..... Ne diyeyim..Uğrayacağım yakında yanlarına ben de...
  4. Benim bilmeyi istediklerim bunlar.. Biliyorum da... Sen de bilmeyi istiyorsan;evet var demek ki..Hemide iki tane....
  5. Bizim burada da Recep diye sonradan görme biri var... Önce restaurantının adını;'Reci' yaptı.. Sonra;Reci'nin yeri anlamına gelen;'Reci's Cafe' yaptı... Bayağı bir kafa patlattıydım o ara;nedir bu Reci's,yumuşak Reci anlamına mı geliyor acaba diye...
  6. Alıştırıldık frozen..Alıştırıldık...
  7. Gözlerini açtı bilmediği bir dünyaya. Başlangıçta gölgelerdi gördükleri... ve özgürlüktü tek bildiği. Sonra birşey hissetti: Açlık... Ardından diğerleri geldi... Sevgi, oyun, arkadaşlık, ilgi... Acıkınca yer, yorulunca uyurdu... Susayınca içer, isteyince sarılır, hissedince tepki verirdi... Ardından unutma süreci başladı geldiği sonsuzluğun özgürlüğünü. Çünkü kuralları vardı bu yabancı dünyanın... Ve kendine has bir düzeni... Her istediğinde yiyemezdi, her hissettiğini dışa vuramaz, her arzuladığını alamazdı... Kurallar vardı... Tren olmayı yavaş yavaş öğretir bize dünya. Önce raylardan başlar. Rijitliğin, katılığın, değiştirilemezliğin temsilcileridir raylar. Sonsuz özgürlüğümüze karşı kendi ellerimizle ördüğümüz yüksek duvarlardır, hırslardır... Bizlere gerçek doğamızı unutturmayı başarabilen büyük sihirin ta kendisidir... Onları ustaca döşemeyi öğreniriz zamanla. Çünkü bize öğretildiği kadarıyla onlardır bu dünyaya hükmeden. Temellerinde korkular, öfkeler ve acılar vardır. İşte böyle döşemeye başlarız raylarımızı sırayla... Bir yanda hırslar, istekler ve doyumsuzluklar; diğer yanda korkular, öfkeler ve acılar. Kendi yolumuzu önceden belirleriz raylarla. Sonsuzluğa uzanan bir alanda önce sınırlarımızı çizer, ardından duvarlarımızı inşa eder; kendi ellerimizle kurduğumuz hapisanelerimizde mutlu yaşamayı dileriz. Önce özgürlüğümüzü budarız ustaca, sonra bununla gurur duyarız ağlanası bir şekilde. Çünkü bir tren olunacaksa nihayetinde, orada raylar olmalıdır... Ve bu dünya trenler dünyasıdır... Trenler dünyasında başarıya giden yol, iyi bir tren olmaktan geçer. Bunun için raylarına iyice oturmak ve onlarla tam bir uyum içinde yol almak gereklidir. Raylara sadık bir tren olmak... Yakıt olarak da....... Sadece bu konuda susar o hep konuşan ağızlar... Trenler dünyası buna kafa yormamızı istemez... “Yakıtı boşver, o sana yeter, sen ilerlemene bak, istasyonlara var, hırslarını tatmin et...”... Oysa yakıt öyle paha biçilmezdir ki, bunu anlamayı başarabilen bir tren, istasyonlara gitmenin getirisinin yakıtın bindebirini dahi karşılayamayacağını anlar... Bu yakıt hayattır. Ödemesi peşindir. Ve... sıradan yakıtların tersine, bitince doldurulamaz... Bizler boş hırslar için, ulaşıldıktan sonra her zaman yenisini bulacağımız istasyonlara doğru döşeriz raylarımızı. Azimle yakarız yakıtımızı, ardarda geçip gittiğimiz istasyonlarımızı geride bırakırken. Ne yolumuz üzerindeki yeşil kırlara, vadilere, göllere, ne oradaki güzelliklere, ne de yaşadığımız “an”a bakarız. Keşke bilebilseydik gerçek mucizelerin hiç bakılmadan geçilen yollarda saklı olduğunu. Ama biz delicesine yol alırız bir hırstan diğerine... Her tatmin aslında aradığımız saf duygunun bir gölgesidir. Hatamız ise o tatmini yanlış yerde, gölgelerde, raylarla gidilecek istasyonlarda aramamızdır. Biz hep gerçek olanın gölgeleri peşinde koşarız. Gölgelerin doğasıdır yok olmak... Oysa gölgesinin peşinden koşanlar onu asla yakalayamazlar. Ama ona arkasını dönüp yürüyenlerin ardından koşar gölgeleri... Ve onlar karşılarında güneşi bulur... Sürekli ilerler ilerleriz... Binlerce istasyon geçeriz bilinçsizce. Taa ki yakıtımız bitinceye kadar. İşte o anda düşünürüz nerede hata yaptık diye. Durduğumuz yerin başladığımız yerden çok bir farkı yoktur. Belki daha güzel bir istasyondur ama o sadece bir istasyondur ve biz artık eski bir trenizdir... Düşünmeye başlarız... Acaba yanlış yerde mi aradık gerçek doyumu? Neden sınırladık elimizdeki sonsuzluğu? Sonsuzluk içinde her nokta merkez değil midir? Trenler kendilerini mi kandırdılar bunca zaman? Neden özgür ve korkusuz doğmuşken yok ettik gerçek doğamızı? Yoksa halihazırda bizimle doğan hazineler miydi hep aradığımız? Hayatın başında diğerlerinin isteğiyle üzerini örttüğümüz, derine gömüp unuttuğumuz ve ardından bulamadığımız hazineler?... Depomuz sonuna kadar yakıtla doluyken nasıl düşünemedik bunları? Hayatla doluyken içimiz... Ve bir o kadar yakınken bize... Ne kadar boş şeyler için harcadık onu... Ve nasıl bu kadar kör olduk............... O kadar meşguldük ki istasyonlarla......................... Sanki hiç bitmeyecekmiş gibiydi....................... Ama bitti..................... Ve gözlerini kaparken yaşlı adam, içinde, aradığı şeyi gördü... Ona doğru çekiliyordu... Huzur, mutluluk ve özgürlük hissediyordu... Her yanı ona bulanmıştı... Ve aslında gördü ki kendisi zaten onun bir parçasıydı. Fakat öyle bir kirletmişti ki üstünü başını dünyadayken, içindeki ışıgı kapatmıştı... Ve binlerce km yol alarak aradığı cevapların yanıbaşında olduğunu görememişti. Varolmanın sevincini yaşamanın bir yoluydu yakında gizlenen hazineyi bulmak ve bunun zevkine vararak yaşamak... Bu sefer değilse, bir dahakine... Ve zamanın olmadığı o yerden tekrar geri çekildiğini hissetti. O anda kendi içinde herşeye sahip, tam bir varlıktı. Bu duyguyu unutmamak, kendisiyle götürebilmek ve trenler dünyasında onunla yaşayabilmek için yalvardı O’na... Çağrı Dörter ......
  8. Forumun herhangi bir köşesinde karşılaşmamış olsakta,sıkı sıkıya takip ettiğim birkaç kişiye çiçek göndermek istiyorum bugün..Çiçek,sadece bir sembol... 'Tarlabaşı'na... Forumun bir köşesinde yazdığı şu yorum hala aklımdadır..Yarım yamalakta olsa..Çok hoşuma gitmişti... -"Ben komünizmin anlamını bilmiyorum..Herhangi bir siyasi görüşüm yoktur ama eşitlik benim için çok önemlidir..Bu anlamda belki de komünistimdir ama haberim yoktur..Gerisi çokta önemli değil açıkçası,kimin safında olduğum..Ama fırsat eşitliğini savunurum eğer elinizde iki ev var ve biri boğaz kıyısında biri bodrum katında ise..." 'Zıplayan Dana'ya... Çok ince zeka isteyen bir üslubu var onun..Sert,dokundurmalı tavrı ve rahatlığı,dağa çıkmış gerillaları hatırlatır bana hep..Ve herşeyden öteye samimi..Belki bağırmıyor çevresine;'gelin samimi olalım' diye ama..Kendi kendisiyle samimi o... 'Deli gül'e... Herşeyden öteye dinleyerek başlıyor söze..Uslübu,yırtıcı değil..Gördüğünü,yaşadığını yazıyor besbelli..Kim nedir,nasıldır'ı ayırt etmeden sürdürüyor üslubunu..İnsanlığıyla alakalı olsa gerek bu... 'Berceste'ye... Adı gibi sanırım o..Konuşurken en ufak bir çıkar gözetmiyor..Temiz..Saf..Birçok görüşüne katılmıyorum..Ama aklımın bir köşesine yazmıyorum da;'Berceste böyle böyle demiş idi'yi..Konuşanın 'o' olduğunu bildiğimden sanırım... 'Asterix'e... Yazılarından çok şey almışımdır onun..Hırçın üslubunda kendimi bulmuşumdur zaman zaman..Yitmeyeceğini bildiğim insanlardan gene... 'Kuzey'e... Bildiği noktada sonuna kadar konuşan,bilmediği noktada da seyreyleyenlerin katıksız örneği...Seveceğim bir köşe yazarı edası var O'nda..Görüşlere biraz kapalı..Ama böyle sevmişken onu,beklentilerimin olması pek de doğru kaçmaz... (...)
  9. Hayatını kazanmak için ne yaptığın beni ilgilendirmez. Senin ne için can attığını ve kalbinin özlemiyle buluşma cesaretinin olup olmadığını bilmek istiyorum. Kaç yaşında olduğun beni ilgilendirmez. Aşk adına, düşler adına, yaşıyor olma macerası adına aptal gibi görünmeyi göze alabilip alamayacağım(n)ı bilmek istiyorum. Hangi gezegenlerin senin Ay'ın ile dik açı yaptığı beni ilgilendirmez. Senin kendi acının tam merkezine dokunup dokunmadığını, hayatın ihanetleriyle yarılıp yarılmadığını veya daha fazla acı çekmek korkusuyla büzülüp de kapanıp kapanmadığını bilmek istiyorum. Benim acımla ya da kendi acınla onu saklamaya, zayıflatmaya ya da tamir etmeye kalkışmadan kalıp kalamayacağını bilmek istiyorum. Benim sevincimle ya da senin sevincinle olup olamayacağını bilmek istiyorum. Vahşilikle dans edip edemeyeceğini ve ... Coşkunun; dikkatli olmaya, gerçekçi olmaya ya da insan olmanın sınırlarını hatırlamaya doğru bizi uyarmaksızın, parmak uçlarına kadar ulaşıp ulaşmayacağını bilmek istiyorum. Anlattığın hikayenin gerçekliği beni ilgilendirmez. Kendine ihanet etmeyerek bir başkasını hayal kırıklığına uğratıp uğratmayacağını bilmek istiyorum. Kendi ruhuna ihanet etmediğin için hainlikle suçlanmayı kaldırıp kaldıramayacağını, sadık olup olmadığını ve bundan dolayı güvenilir olup olmadığını bilmek istiyorum. Gelen her yeni gün güzel olmasa da bunun güzelliğini görüp göremeyeceğini ve kendi yaşam gücünü Tanrı'nın varlığından alıp alamadığını bilmek istiyorum. Hem benim hatalarımla ve hem de kendi hatalarınla yaşayıp yaşayamayacağını ve yine de bir gölün kıyısında oturup dolunaya bakarak "Evet!" diye bağırıp bağıramayacağını bilmek istiyorum. Nerede yaşadığın ya da kaç para kazandığın beni ilgilendirmez. Kemiklerine kadar acılı, ümitsiz, yorgun, incinmiş bir gecenin ardından uyanıp da yapılması gerekenleri yapıp yapamayacağını bilmek istiyorum. Kim olduğun ve buraya nasıl geldiğin beni ilgilendirmez; benimle birlikte ateşin ortasında durup duramayacağını, geri çekilip çekilmeyeceğini bilmek istiyorum. Nerede, ne ile ya da kiminle olduğun beni ilgilendirmez; Geri kalan her şey ortadan kalktığında seni içeriden destekleyenin ne olduğunu merak ediyorum. Kendinle yalnız kalıp kalamadığını ve o boş anlar içindeki bu arkadaşlıktan gerçekten hoşlanıp hoşlanmadığını bilmek istiyorum.... (Davetiye, Oriah Dağ Düşcüsü Native American Elder Dergisi)
  10. Az önce Neşınıl'da seyrettim;'Öfkeli Gezegen'.. Öfkeli afetlerden;tusunami,kasırga,yanardağ patlamaları ve depremlerden bahsediyordu... İstanbul'a da yer vermişlerdi..Kuzey fay hattının tehlikesi doğrultusunda.. İstanbullu bir sismig araştırmacı,ayasofya camiinin içine yerleştirdiği hoparlör,ses alıcıları(...) ile deprem, meydana gelmeden birkaç dakika önce haberdar olunabileceğini ileri sürüyor ve bu sistemle,deprem meydana gelmeden önce fabrikaların atık dökme borularını kapattırıyor... Gene sovyetler zamanında icad edilmiş deprem aleti ile,olası depremlerin önüne geçilebileceğinden söz ediliyor..Bu sistemle çevreye yayılan ışın ve enerji küçük depremlere yol açarak,beklenen olası-büyük depremin önüne geçiyor...Lakin,enerjinin doğru verilip verilmemesi de büyük önem taşıyor..Aksi takdirde,önüne geçilmeye çalışılan afetten daha da kötü sonuçlarla karşılaşılabilinir... İstanbuldan söz edilirken sık sık değinilen şu gerçek vardı ki;binalar... Önüne geçilesi asıl tehlikeler..Zeminsiz,ucuz malzemeler ile oluşturulmuş baştan savma binalar.. Bugünden sonra yapılabilecek olan,yanlışı tekrarlamamak olabilir en fazla..Öncesi içinse hiçbirşey...
  11. cerenimoo şurada cevap verdi: TANİA HAYDE başlık Şiir Forumu
    Yine yalnız değilim her zamanki gibi Bu Uzakdoğu gecesinde yokluğunlayım Aramızda yirmibeşbin kilometre Sen kıştasın ben yazdayım Sen bir yarısında dünyanın Ben öte yarısındayım Yine de bırakmıyor ellerimi yokluğun Daha da bir gönlümcesin Varlığından bin kat güzel O yalımsal çıplaklığın yalaz yalaz Ve en gizlerden konuşurken ellerin İçimden gelmiyor mektup yazmak demeden Sevişiyoruz yirmibeşbin kilometreden....
  12. Pervaneyim pervane Ahuzar oldum ateşte 'Perim' deydi tenine Yandım kavruldum Döndüm döndüm nice döndüm Ahuzar oldumda döndüm Aramam derman derdine Görünmez yüküm gözünde Perim deyince tenine Oynar yüreğim içinde Oynar direğim içinde Pervaneyim pervane Gözlerin hep tanyerinde Kızıla dönsün artık küreyi alem Kızıla dönsün karanlık gece Yansın yansın da kavrulsun Çıranın içine dönsün....... Ahmet Aslan..
  13. Tanımadığım ten... Hiç dokunmadığım... ------ Yanlızca bir kırıntıydın içime ilk düştüğünde Vakitsiz bir anda... Bilmediğim bir neden beni alıp götürdüğünde o yerlere Keder ve budalalıktan başka yaşamın bir anlamı var mıydı? Aradığım aşkı bulduysam sendedir Ya bu benim içimde dolaşanda kimdir Ya bu benim içimde mekan tutanda kimdir. Adem evvelinden beri bir yanımız noksandır Neylersin... Beni bu alemde divane gibi gezdiren sen değil misin Geriye kalan yanlızca tanımadığım bu tendir Aradığım aşkı bulduysam sendedir Ya bu benim içimde dolaşanda kimdir Ya bu benim içimde mekân tutanda kimdir..... Söz & Müzik: Ahmet Aslan
  14. Susarak özlüyorum.. Susarak... ------ Sözcüklerim varmıyor uzaklarına Birer birer düşüyor bütün öpmelerim Ağır yenilgiler alarak … Adresinde yokluğunu kıyamet bilerek Sadece susarak özlüyorum seni Hiç tanımadan, ne garip … Sadece susarak özlüyorum seni Hiç tanımadan, ne garip Sense uzak, çok uzakta Bir deniz gibisin resimlerde Dokunsan dersim olur, göçerim mecburen Duydum çok sonradan, adın önemli değil Acın aynı tadı veriyor … Adresinde yokluğunu kıyamet bilerek Sadece susarak özlüyorum seni Hiç tanımadan, ne garip … İşte buna bıçak çekiyorum Şimdi adı yok, hiç bir sevgilinin Zaman zaman değil simdi Yalnız benmiyim bu ahir zamanda Derviş mekanına aşk ile çağıran Bu ahir zamanda … Ahmet Aslan/Fadıl Öztürk...
  15. 1)Caddede yürüyordum. Yolun ortasında derin bir çukur varmış. İçine düştüm. Kayboluverdim...Umutsuzdum. Ama bu benim hatam değil. Buradan çıkacak bir yol bulmam sonsuza dek sürdü. 2)Aynı caddede yeniden yürümeye başladım. Yolun kenarında derin bir çukur varmış. Sanırım onu görmedim. Ve yeniden içine düştüm. İnanmıyorum,gene aynı yerdeyim. Ama bu benim hatam değil. Çukurdan çıkacak bir yol bulmam uzun bir zamanımı aldı. 3)Aynı caddede yürümeye başladım. Yolun kenarında bir çukur vardı. Bu kez onu gördüm. Ama gene içine düştüm... Benimki bir alışkanlık. Gözlerim faltaşı gibi açık. Nerede olduğumu biliyorum. Bu benim hatam. Bu kez hemen dışarı çıktım. 4)Aynı caddede yürümeye başladım. Yolun kenarında derin bir çukur vardı; Çevresinden dolandım. 5)Ve başka bir caddede yürümeye başladım.....
  16. cerenimoo şurada cevap verdi: TANİA HAYDE başlık Şiir Forumu
    yola çık upuzun yürü vurulmuş çocuk başları arama zeytin dalında asılı kızın çıplaklığında kalma alev dalgası saçlarını rüzgara yatır YÜRÜ.. havada elden ele devşirilen barışın sesi dar havada kuşatma içinde dövüşenler var havayı kokla havayı dinle COŞ.. onlar ki bu yoldan mavi gözlü kız zeytin dalına asılmadan güneşin alnacına koştular barışa bayrak oldular bayrağı al kavgayı al KOŞ .. onlar ki yangınlı ufuklardan yangınlı ufuklara at sürdüler susuz ve aç topraklara yapışmış karınları dağlarım kadar mavi umutları ve bir çiçek gibi güneşe arzuyla gerinen kadınları kızları ve erkekleriyle merttiler buğdayın sarısından insanın arısından kavganın yarısından dönmediler ve onlar ki yolumuza çam kokulu umutlarıyla güneşi serdiler yola çık acılara dalma alnını dağ serinliğine yasla unutma bütün sokaklar kent alanlarına çıkar bütün ırmaklar denize akar ve makineler tarlalar insanlar senden yana onları UTANDIRMA .. bu bir özlem bu bir türkü bu bir emir havayı kokla havayı dinle KOŞ ..
  17. ''İSRAİL'İ DURDURUN''... Ne güzel..İyi,durduralım... Ama öncesinde bir soralım... İsrail nedir..Kimdir.. İsrail;bugünlerde tasması çıkarılmış,Ortadoğuya salınmış bir pitbuldur... Peki sahibi kimdir bu köpeğin.. Onu salan... Besleyen... Sahibinin,mama almak için ceplerini doldurmasına yardım eden kimdir... ------ Önce müdaheleyi buradan yapmak gerekli sanıyorum ve ekliyorum;ben ancak sanabiliyorum zaten klavye başında... İçinde bulunduğumuz devlete,devletlere sormalı;'neden elçilerini Ortadoğu'dan çekmiyorsun','İsrail ile antlaşmaları neden iptal etmiyorsun','kapılarını kapatmış gibi görünüp,anahtarı neden ellerine veriyorsun' diye... --- Bir de Hizbullah var tabi.. Savaşa karşı olmayan birçok kişinin bahane niyetli dillendirdiği... Kendi adıma söyleyeyim... Hizbullahın şuanki ''mücadele''sini desteklemekteyim... Hizbullahı değil... ---- Güzel olan birşey daha var... 'Kızılay'..'Kimse Yok Mu?!.. Hergün onlarca bedenin üzerine bomba yağarken,müslüman kardeşlerine yardım ileten Kızılay(ımız),Kimse Yok Mu(muz)... Bu,aynı şeye benziyor;Bir baba çocuğunu dövüyor..Annede arkada pansuman yapıyor... Babanın da istediği budur zaten..Anne sormasın ona;'ne yapıyorsun sen' diye...Çocuğun yaralarını sarsın..Sarsın ki;ertesi gün dövebilsin gene... (...)
  18. Bugün Ortadoğu'ya klavye başından bağırsanda,dünyanın herhangi bir yerinde gerçekleşecek 'bütün' savaşlara karşı çıkacağına inanmıyorum commandante... Baksana..Hodrü meydana çağırmışsın bir diğer savaş kuklalarını... Şimdi,bana açıklarmısın,oturup klavye başından;onbir harflik bir cümlenin-SAVAŞA HAYIR!-,hergün ölen onlarca insana ne yararı dokunacağını..Şuanda benim gibi klavye başında oturmuş,hiçbirşey yapamayan ve bununla orantılı kendine küfreden,aciz-aciz hale getirilmiş birinin vicdanını ne derece rahatlatabileceğini..Bu 'ufak' dahi denemeyecek,'olmayan protesto'nun,rastlanılır sloganların ne derece dışına çıkabildiğini.. Hergün kıyılan onlarca bedenden,dökülen gözyaşlarından bahsedip,klavye başında slogan atmanın;sözüm ona o küçücük vicdanlarımızı biraz olsun hafifletmeye çalışmaktan başka bir amaç taşımadığını kabul etmelisin..Ettikten sonra da çaresizce küfür saydırmalısın kendine..Ben ötesini yapamıyorum.. Sen yapabiliyorsan,peşinden geleceğimi bilmeni isterim...
  19. Maryam... Önerdiğin parçaları dinliyorum da şimdi.. Gerçekten çok hoşuma gittiler... Sana meyilimi versem de bana bir atsan bu parçalardan... Sevindirirsin beni...
  20. Öncelikle şunu belirtmek isterim... Görüyorum ki,yazı;içeriğinden alınabilecek çok farklı bakış açıları ve bunlarla orantılı farklı yorumları kaldırabilecek derecede 'özgüsel' bir niyet taşımakta... Kendi adıma da daha önce belirtmiştim..Yazıdan aldıklarımı ve farklı bakış açılarının aldıklarıyla benimkilerin uyuşmazlığını...Bunun yanında farklı bakış açılarında bulduğum yeni ''ufuklar''ı da... Ben hala daha yazının öz de yaratmaya çalıştığının;milliyetçi düşünceye sahip insanlara,onların bakış açısıyla seslenmek olduğu kanaatindeyim... Yazı;''siz madem böyle...böyle olduğunuz için üstünsünüz,sözde üstünlük taşıyan bu unsurlara sahip olan karşı olduğunuz,yok saydığınız ırk olsa idi,kabul edilesi olur muydu''yu barındırıyor içinde...Bir nevi kendi gereçleriyle hatırlatıyor fikrin 'yanlış'lığını... He bugün;uc bakış açılarına sahip insanların;sadece kendi sınırlarından konuşarak ne derece karşısındakinin aklında darbe yarattığı ortada... 'Acaba' açılarını sloganlarla,nüfus cüzdanındaki sözde türklük onuruyla çizen onca insan var iken ülkede,onları kendi 'acaba'larıyla düşündürmeye yöneltmek,çok daha akıllıca olsa gerek... Sorunun,bir ırk üzerinden anlatımının da 'ırkçılık' olarak tanımlanması,dalavere hale getiriyor mevzuyu... Bugün,karşı olduğum mevzulara,eylemlere tabir tutulan bir ırk var ise eğer sağ çarprazımda...Buradan yola çıkarak,içimdeki ateşi ortaya dökmem pek de kötü bir niyet barındırıyor olmasa gerek içinde... Elbette sadece kürt halkı maruz bırakılmadı,bırakılmıyor bu baskılara,yaptırımlara... Ama hep fazlasını gördüler,görmekteler...Ve tıpkı onlar gibi aynı mücadeleyi yüreklerinde taşıyanlara da,bizler sormadık;''Hangi ırktansın''diye..’’Yoksa sen Kürtmüsün’’ diye de bizler sormadık...Verilen mücadelenin adını,bir ırkın adında kirletmeye çalışmadık...Bizim mücadelemiz ırkların üstünlüğü adına da değildi..Tersine,insan olmanın ötesine geçirelemeyecek bu kavramlara rest çekmekti.. Ben çıkıp dışarıda Kürt halkının bağımsızlığı için mücadele verirken de,yanımdaki arkadaşım sormadı bana 'sen Kürt müsün'...Ya da 'Kürt değilsen ne diye burada bağırınıp durmaktasın'...diye... ---------------------------- Son olarak üzülerek söyleyeceğim...'konunun dağılmışlığına ve yine sloganları bağırmak için alet olarak seçilmesine' ne yazıktır ki kendimi de alet ederek... Gelinen noktaya bakıyorum da... Niyetle yola çıkmak,görmediği,duymadığı kapılara sürüklemiyor insanı...
  21. Burada vurgulanan;faşizme karşı bir duruş segileyip,ırkçı örneklemelerle karşı olunan ideolojiyi tekrarlamak değil...Toplumun içinde bulunduğu durumdan ve barındırdığı gizli faşizmden yola çıkarak örneklendirmelerle içinde bulunduğumuz durumu gözler önüne sermektir... Hele ki milliyetçiliği yarıştırmak hiç değildir... Böyle bir tenkitle yola çıksam,emin olun şuan eleştirilere yaklaşım sağlayamaz,büzülmüş bir utanç içinde olurdum.... Ki bugünlerde karşı çıktığımız görüşlere yaklaşım açısından son derece akıllıca buluyorum bu makaleyi... Irkçılığı öven bir yaklaşım görmüşte değilim yazıda...Aksine ırkçı politikalarla yetişmiş insanların zihnine,onlar mantığıyla yaklaşılabilecek-tekrarlıyorum-son derece akıllıca bir yazı... Savunulan fikirler,ideolojiler babında yazılanlara katılmaktayım...Irkçı,milliyetçi propoganda yapan her türlü eyleme karşıyım...Lakin,yazıdan alınanlar açısından ters düşmekteyiz... --------- Seredena...Model alınmış bir öğrenim içersinde olduğum fikrini savunman,benim için kötü... Öyle tanımış olman kötü...Bu izlenimi sende yarattığım için kötü...Ama bir cümlene katılmak geliyor içimden...Okuduğumda;'acaba öyle olabilirmiyim'i sordurdu çünkü bana...Tahlil etmemek...Ya da biraz daha açalım..Kalıpsal düşünmek... Haklı olabilirsin..Ama asla bir ideoloji altına saklanıp,karşıt bir duruşla algılanıyor olmam,olabilme olasılığım; bilinçli değildir...Hata bende olabilir...Ama asla...Asla biliçli yapacağım birşey değildir bu...
  22. Ben de etkilendim herzaman ki gibi... O alaycı duruşunu birkez olsun sarsmayıp,dogma laflarının sonuna kondurduğun sırıtışından....
  23. Ahmet Altan'ın epeyce eski yazılarından bu..Yanlış hatırlamıyorsam...Lakin 'günlük' değer taşımadığı apaçık ortada...Eğer daha önceden paylaşılmışsa şimdiden affola... -------------------- "Mustafa Kemal, Selanik’te değil de Musul’da doğmuş bir Osmanlı paşası olsaydı, Kurtuluş Savaşı'nı Türklerle ve Kürtlerle gerçekleştirdikten sonra kurulmasına önayak olduğu cumhuriyetin adını "Kürdiye Cumhuriyeti" koysaydı,kendisi de meclis kararıyla "Atakürt" adını alsaydı... Kürdiye Cumhuriyeti’nin bütün vatandaşlarına Kürt deneceği için hepimiz Kürt sayılsaydık, Taksim’e, Kadıköy’e, Kızılay’a, Kordon’a "Ne Mutlu Kürdum Diyene" pankartları asılsaydı... Kürdiye’de Türk olmadığı, herkesin aslında Kürt olduğu söylenseydi, kendilerini Türk sananların aslında "deniz kürdü" oldukları iddia edilseydi... Kürtlerin yedibin yıllık bir tarihi bulunduğunu, Anadolu’nun esas sahiplerinin Kürtler olduıunu, Moğolların, Hunların, Etrükslerin aslında Kürtlerin atası sayıldığını, Osmanlı’da Kürt paşaların kahramanlıklarını derslerde okusaydık... Teoman, Cengiz, Atilla, Osman gibi adlar almamız yasaklansaydı. Berfin, Beruj, Nevruz gibi isimler almak zorunda kalsaydık... Türkçe televizyon kurulması yasak edilseydi, bütün televizyon yayınları Kürtçe yapılsaydı... Romanlarımızı, hikayelerimizi, şiirlerimizi Kürtçe yazmak zorunda kalsaydık, yalnızca kürt şarkıları dinleseydik, gazetelerimizi Kürtçe cıkarsaydık. .. Okullarımızda yalnız Kürtce okutulsaydı ve Türkçe okutulması yasaklansaydı... "Biz Türküz, bizim bir tarihimiz, bir dilimiz var" dendiğinde sorgusuz sualsiz hapislere atılsaydık... Istanbul’da, Ankara’da, Izmir’de, Bursa’da polis süreklı olarak bizi izleseydi, özel timler bizim Kürdiye Cumhuriyeti’ni parçalamak isteyen ayrılıkcılar olmamızdan kuşkulanıp hepimize sürekli suçlu muamelesi yapsaydı, sırf Türk olduğumuz için hakaretlere uğrasaydık... 12 Eylül darbesinden sonra bütün baıi bölgesindekiler hapishanelere doldurulsa, inanılmaz işkencelerden gecirilse, boğazlararına kadar camurların icine battıkları hücrelere konsa,azgın köpeklerle bacakları parcalansaydı... Evlerimiz basılsa, ayrılıkçı Türk teröristlere yardım ettiğimiz iddiasiyla apartmanlarımız yakılsa,evimizden bir eşya bile alamadan cıkarılıp, Diyarbakir’a, Hakkari’ye sürgüne gönderilerek, çadırlarda yaşamak zorunda bırakılsaydık... Biz Türkler buna razı olur muyduk? "Işte hepiniz Kürdiye Cumhuriyeti’nin vatandaşı olarak birer Kürtsünüz, ayrıca Kürtlük diye niye tutturuyorsunuz, isterseniz başbakan bile olabilirsiniz’ sözlerini bir hakkaniyet işareti olarak kabul eder miydik? ...Ve tarih Türk çizgisinden yürümüş, bugün bizim ’Türk’ olarak kabul edemeyeceklerimizi Kürtlerin kabul etmesini istermisiniz, bu yersiz istek sonunda patlamış, ülke önce teröre arkasından bir iç savaşa yuvarlanmış... ... Biz Türkler, bir Kürdiye Cumhuriyeti’nde yaşasaydık ne isteyeceksek, bu isteklerin bugün(yarın....) Kürtler tarafından dile getirilmesidir demokrasi... Kendimiz için isteyeceğimizi, bizimle eşit olduğunu kabul ettiğimiz insanlara vermemek için bu kadar kan dökmeye, ülkeyi çıkmaza sürüklemeye değer mi? değmez diyenler demokrasi istiyor işte"...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.