Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Huhuhi

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    93
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    1

Huhuhi tarafından postalanan herşey

  1. Olmaz mı hiç Türk Yazar efendim. Bombacı Parmenides, Enformatik Cehalet, Evvel Zaman İçinde gibi kitapların yazarı ve aynı zamanda Milli Eğitim Bakanımız Nabi Avcı'ya nedersiniz mesela!
  2. Alexander McCall Smith Werner Aspenstrom William Carlos Williams Françoise Sagan Mark Twain Charles Bukowski Truman Capote Edward Gorey Boris Vian Jonathan Ames W.H. Auden
  3. O halde, Herşey Yolunda (Tout Va Bien) ve Sweet Movie' de oldukça değişik ve benzer tarzda tavsiye edebileceğim filmler. Altın ve Bakırı seyretmedim, mutlaka seyredeceğim. Yorumunu da merakla bekliyorum.
  4. Yaşam Nedir gibi bilimsel kitapların ünlü yazarı Erwin Schrödinger ve ondan daha meşhur hem ölü, hem de diri kedisi
  5. Anarşistin Karısı (The Anarchist Wife), Dövüş Kulübü (Fight Club - Filmin dövüşle ilgisi yok), Betty Blue (Mavi Betty) olabilir mesela. Mavi kadife (Blue Velvet) de fena değil.
  6. Kimsenin sıkılmayacağından eminim. Ne kadar ufak tefek şeyler için umutsuzluğa kapıldığımızı ve bu tip incir çekirdeğini doldurmayacak şeyler yüzünden dünyalar başımıza yıkılmış gibi hissettiğimizi bize idrak ettiren bir film.
  7. Türkiye'de son yıllara damgayı vuran konu, insanların inançlarına uygun giyinmesinin, inanç özgürlüğü bağlamında kısıtlanamayacağı. Bu yüzden türban hep ön planda tartışıldı ve son paketle birlikte hakim, savcı, emniyet mensupları, T.S.K. hariç tüm kamu alanlarında serbest bırakılıyor. Peki aynı özgürlükler eşitlik ilkesince, tüm inançların gereği olan giyim tarzlarını da kapsayacak mı, yoksa bu inançlar çoğunluğun kriterlerine uymayacak mı? Türkiye'de Digambara inancındayım diyen biri, tamamen çıplak da gezebilecek mi?
  8. Hayat olmadığını söylemek biraz iddialı olmuş. Ama şu ana kadar, elimizde tespit edilebilmiş çok ileri bir uygarlığa ait sinyal de yok. Bir ara SETI programına ben de katılmıştım. Bu program dünya dışı zeki yaşamın izlerini arardı. Bunun için dünyada bulunan radyoteleskoplar, uzayı dinliyorlar ve buradan inanılmaz boyutlarda veri temin ediyorlardı. Çünkü uzay sayısız cisimden gelen radyo parazitleriyle dolu. Bu inanılmaz boyuttaki veriyi analiz edebilmek için dünyadaki bilgisayarlar yetersiz kaldığından, gönüllülerden yardım isteniyordu. İnternet vasıtasıyla SETI'nin analiz programını bilgisayarınıza indiriyordunuz. Böylece bu program, bilgisayarınız açık olduğu müddetçe analizlere devam ediyor, bir veri paketinin analizini bitirdiğinde otomatik olarak SETI merkez bilgisayarına gönderiyor ve yeni ham verileri alıp tekrar işine devam ediyordu. Hatta Pulsarlar yani atarcalar da bu düzensiz parazitlerden, belli bir düzene sahip sinyalleri ile ayırt edildiğinde önce uzayda zeki canlılara ait sinyaller olarak algılanmışlardı. Ama sonradan bunun Nötron Yıldızı'nın (Pulsar,Atarca) keşfi olduğu anlaşıldı. Jodie Foster'ın başrolde oynadığı 1997 yapımı Mesaj (The Contact) filmini bu konuyla ilgisini de göz önüne alınca izlemenizi şiddetle öneririm. Galaksimizin inanılmaz boyutlarında BİG EAR denen SETI radyoteleskopları bile plajda kum misali kalmaktadır. Hatta bu yüzden SETI'nin tüm uzay verilerinin toplamasının ve analiz edebilmesinin imkansızlığı yüzünden sonlandırılması gündeme gelmiştir. Bir diğer problem de mesafe, 20 bin ışık yılı mesafeler söz konusu. Bu mesafeden tam bizim radyoteleskobumuza odaklanmış bir sinyal ışık hızında yollansa bile bize ulaşması yirmi bin yıl sürebilir. Yani bizim uzaya sinyal gönderme teknolojimizin henüz 50 yıllık olduğunu göz önüne alırsak, bu medeniyetin bizden yirmi bin yıl önce bu seviyeye ulaşması gerekir. Aynı şekilde bizim sinyalimizin onlara ulaşmasın 19950 yıl var ve eğer cevap verirlerse bunu yaklaşık 40 bin yıl sonra anlayabiliriz. Ayrıca 20 bin yıldan önce ortadan kaybolmuş bir medeniyetin sinyali de bize ulaşmayacaktır artık. Başka galaksiler için bu süre milyon ve milyar yıl gibi zaman ölçeklerinde üstelik. Şimdilik komşu çok yakın gezegenleri yine oldukça yetersiz düzeyde gözleyebiliyoruz
  9. Bu arada Güneysu'nun kuşbakışı denize mesafesi 8km ve Hamidiye zırhlısının toplarının 40 km'lik menzilinin içinde kalıyor.
  10. Biraz uzak ama Karadeniz Güneysu tepelerinden görülüyor. Hamidiye Kruvazörü ise 150 mm'lik iki topuyla menzili olan 40 km'ye atış yapabiliyormuş.
  11. Ona ne şüphe, firavun hakkındaki araştırman hayranlık vericiydi. Bu ilgi ve bilgi dolu ruhunu dilerim hiç kaybetmezsin. Bunlar mükemmel bir yazarın ayak sesleri sanırım
  12. Forceps Traksiyon Ha,ha Yok yahu, hani şu yasaklanmadan önce doğumda çocuğun kafasını tutup çekmeye yarayan kaşıklar var ya onlara forceps deniyor. O fotoğrafçının kullandığı cihazın baş kısmında da aynısı var ve kafayı sabitliyor. Traksiyon ise bir şeyin boyunu uzatacak şekilde askı benzeri aparatlarla çekmek demek. Kısacası boy uzatmak. Fotoğrafçı başından sabitlediği ölü, cihazın boyunu yukarı doğru uzattıkça, kişi giderek ayakta durur konuma geçiyor. Sonra gerekirse bir de sehpa konulup, vücudu ona dayalı hale getiriliyor. En son iş ise eline ayağına şekil verip ideal pozu yakalamak.
  13. Burada kişiyi ayakta tutan, forceps benzeri iki kaşığın arasına sıkıştırılan kafasına uygulanan yukarı traksiyon.
  14. Üç büyüklerden hangi takım daha büyük tartışmasına benziyor bu. Hepsinin kendince haklı bulduğu bir sebebi var elbette.
  15. Huhuhi

    kader

    Aslında tam olarak uydurulmuş demeyelim de, zamana uyarlanmış diyelim. Musa'nın denizi yarması ve Yahudilerin geçmesinden sonra Firavun ordusu geçerken denizin kapanıp Firavun ve ordusunun boğulması hikayesi, eski Mısır mitolojisindeki "Çok tanrılı Amon dinine karşı ortaya çıkan ve Zerdüştlükten sonra dünyanın ikinci tek tanrılı dininin tanrısı Firavun Akhenaton tarafından Anadeniz'in ikiye ayrılması" hikayesinin Mısır'dan göç eden halka uyarlaması. Çünkü Mısır efsanesi, Yahudi göçünden çok daha eski.
  16. Ben de karaçarşaf bir bizde var sanıyordum.
  17. Ben de, daha önce bir türlü seyredemediğim Stanley Kubrick'in Otomatik Portakal'ını seyretmeye başlıyorum. Evde kahve de kalmamış üstelik
  18. O halde, Yokluğun adı vardır; o da "YOK". YOK, adı olduğundan aslında vücududa da sahiptir. O halde YOK=VAR. Ama bu seferde aynı eşitlikten VAR=YOK. Özetle neymiş; Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellal iken, pire berber iken....... Bu arada Acun da VAR mısın?, YOK musun? programıyla gelmiş geçmiş en büyük filozofmuş da haberimiz yokmuş(pardon varmış yada yokmuş)
  19. Victoria döneminde evcil hayvanların da postmortem fotoğrafları çekiliyormuş. Ve tabi bu arada fake postmortem fotoğraflar da var
  20. Aslında insanların asıl ihtiyaçlarından biri takdir edilmek, övülmek ve böylece duygusal yönden tatmin olmak. Farkedilmek, işte tüm problem bu. Kimi bunu bilgili olmakta, kimi güzellikte, kimi güç ve parada, kimi yeteneklerinde, kimi de akla hayale gelmeyecek her türlü çılgınlık yada farklılıkta arıyor. İnsanlar ise yaşam keşmekeşi içinde hiçbir şeye şaşırmaz oldu. Artık şaşıramıyoruz. Bu yüzden ilkel bir toplumda hayret uyandıracak farklılıklar, toplumsal seviye arttıkça önemsizleşiyor. Hele medya ile her gün en küçük değişik şaşırtıcı olaya dahi derhal ulaşabiliyoruz. Geçmiş zamanda mucize kabul edilen ve uyandırdığı hayretle yapanı toplumdaki en yüksek noktalara taşıyan şeyler, günümüz için sıradan olaylar. Kısacası artık toplumlar ilerledikçe, önemli biri olabilmek, övgü ve beğeni almak ve hatta aranılır olmak giderek zorlaşıyor. İlgiyi diri tutabilmek için medyada atılmadık takla kalmıyor, yine de popülerlik belli bir süre sonra bitiyor. Yüzyılları aşan kalıcı etkiler yok mu. Var elbette ama popüler konular arasında yerlerini koruyabildiklerini söylemek zor. Kadınlardaki bu estetik arayışın sebebi de bu olsa gerek. Birgün Harun Reşit Mecnun’un aşık olduğu Leyla’yı sokakta görür. Saraya geldiğinde Mecnun’u çağırıp sorar: “Leyla Leyla diye yanıp tutuştuğun kızı gördüm sokakta, kara, kuru, cılız bişey. Sen onun nesine vuruldun?” Mecnun cevap verir: “Sen O’nu bir de benim gözümle gör…” Kısacası "Sendeki bu güzellik on para etmez, bendeki aşk olmasa"
  21. Gerçekten de öyleymiş. Aysel Gürel yazınca o resim çıktı karşıma. Ben de sazan gibi ne kadar değişmiş diye atlayıvermişim,
  22. Hayata dair azalan umutları, insanı daha yaşarken postmortem görünüme sokuyor. Ama sanki Aysel Gürel zamanı tersine çevirmiş gibi. Gençliğindeki donuk bakışlar, yaşlandıkça yerini capcanlı bir insana bırakmış. Demek ki iş yine, insanın hayata bakış açısında bitiyor.
  23. Ünlü fotoğrafçı Steve McCurry'nin 1984 yılında Pakistan'da Afgan mültecilerin kaldığı bir kampta çektiği bu kare bugün dünyanın simge fotoğraflarından biri. 1985'te National Geographic'e kapak olan bu fotoğraf ile o dönemde 13 yaşında olan Şerbet Gula'nın parlak yeşil bakışları insanlık tarihinin ortak belleğinde yer etmişti. Steve McCurry'nin 2003'te bulduğu 32 yaşındaki Şerbet Gula'nın yüzü oldukça değişmişti.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.