Zıplanacak içerik

irinçköl

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

irinçköl tarafından postalanan herşey

  1. İletişim:0535 030 30 21 Yer:Beykoz /İstanbul ''Bahçemize doğumdan önce gelen küçük annenin 3 güzel yavrusu oldu. Evdeki 2, bahçemizdeki 10 kedimize rağmen miniklerden bir tanesini de biz sahiplendik.Tüm bunlara ek olarak bahçemize sonradan eklenen iki minik daha var.Bu dört minik için ömürlük yuvalar arıyoruz. 3, 5 Aylık olan yavrular insana alışık ve çok oyuncular. Kuru mamaya seçim yapmadan bayılıyorlar, çok iştahlılar
  2. İletişim:0532 495 78 28 Yer:Maltepe /İstanbul Henüz yeni doğmuş tek bebek kedi için çok ama çok acil süt anne aranmaktadır.Süt anne olmadan bebeğin hayatta kalma şansı çok az , bebek kendini biraz toparladıktan sonra geri alınacaktır.Durum acildir!(Fotoğraf Temsilidir)
  3. İrtibat: 0505 577 97 98 yada 0532 673 38 23 Yer: Maltepe / Istanbul. Beyaz henüz 4-5 aylık ve sokağa atılmış dünyalar tatlısı bir yavru. Bulunduğunda yara bere içindeydi ve patisi de ezilmişti. Bir gönüllü tedavisini üstlenmiş ve şimdi işletmelerinin orda bakıyorlar ancak esnaf şikayetci ve bulunduğu yerde daha büyük sokak köpekleri de mevcut. Dolaysıyla orada güvende değil. Bu tatlı labrador melezi yavruya güzel bir yuva bulmak istiyoruz.
  4. Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz Milleti neden bu kadar geriyor ki ,insanların bir şeye inanıp inanmamaları. Ne olacaktı ; Atatürk ,hıristiyan, musevi ya da ateist olsaydı. O zaman yaptıklarını bir kalem de silecek miydiniz? İnsanların yaptıkları üzerlerindeki etiketlere göre mi iyi ya da kötü oluyor?
  5. İki durumda da zehirlenip ölme ihtimalim yüksek. O halde açlıktan ölmeyi tercih ederim
  6. Şifa niyetine
  7. irinçköl şurada cevap verdi: TANİA HAYDE başlık Şiir Forumu
    Başka-Kendilerimiz İle Kendi-Başkalarımız Ve Kendi-Başkalarımız İle Başka-Kendilerimiz Arasından BAŞKA-KENDİLERİMİZ İLE KENDİ-BAŞKALARIMIZ VE KENDİ-BAŞKALARIMIZ İLE BAŞKA-KENDİLERİMİZ ARASINDAN “Akıllı olduğunu düşünemeyecek kadar akıllı Deli olduğu düşünülmeyecek kadar deli’nin niçindenliğini bilmediği sıkıntısı geçiyor Uyanmak, bir akşam bir adamı yatağından kaldıracak. Adamın gözleri adama uyanışı anlatacak. Gözleri gel gel diyecek. Doğrulmak adamı kucağına alacak. Adımın birincisi ayağına sarılacak.İkinci adım birincisinin içinden doğacak. Adımlar ana-oğul babasız sıralanacak. Adamın gözleri adama bak bak deyecek. Pencere adamın gözlerini kuşatacak, Bakışlarını caddeye serecek Görüşleri yayılacak. Caddede insanlar gezinecek. Oda bu sırada işe karışacak, Adamı dışına çıkaracak. Çıkmak öbür fiillere komutan çıkacak, Merdivenlere indir komutunu verecek. Merdivenler onu bir kapıya itecek. Kapıya açıl komutu gelecek. Kapı bu işi adama yaptıracak. Evin içi dışına dönecek, Burada adama karış komutu ulaşacak. Adam saf saf yanaşacak, Bakmaya alışmak adama gördürecek. Görmek adamı sürekli bunaltacak. Adam gördükçe şaşıracak, Şaşırdıkça sürekli görecek. Adam bilmek fiilini arayacak, Ama bulamayacak. Adam geleni geçeni kendi sanacak. Bu ne kadar çok kendim deyecek. Hep başkalarını görecek. Hani ben, nerede ben deyecek. Anlamak isteyecek ─ bir istemeseydi─ . Anlamakla bunu istemek yan yana gelecek Bir çağ bitecek, biri başlayacak. Neden-, niçin-, nasıl’a yönelecek ─ ya yönelmeseydi─ . Anlamak fiili ─ ister istemez─ birden adama verilecek. Adamın durumu belirecek, hızı gelişecek. Ayarı insanca bozulacak. Neleri anlamalı, neleri değil, ayıramayacak. Başka-kendilerini görünce şaşıracak. Kendi-başkalarını onlarla karıştıracak. Önünden boyuna başkaları geçecek, Önünden boyuna kendisi geçecek, Bu ne kadar çok ben deyecek. Aralarında bir yabancı arayacak. Kendinde bir yabancı arayacak. Bu ne kadar çok yan yana ben deyecek. Ben kendime nereden gireyim deyecek. Ben kendimden nasıl çıktım deyecek, Ne zaman deyecek, niçin deyecek. ─ Deyecek de ne olacak─ Olan olacak olduğunca, olacağınca. Bu andan o ana olanca. İş işden geçecek. Adama bir yardımcı fiil birden düşecek. Adam onu ilkin bir şey sanacak. Onunla düşünmeye alışacak. Düşünceleri onunla kör-topal gidecek. Adam bundan şımaracak. Dur şununla bir iş göreyim deyecek, Eline cebi değecek. Adam ile tabancası birleşecek. O anda bütün öbür fiiller ondan geri alınacak. Adam ateş edecek. Bütün fiiller ona geri verilecek.. Adam birini vuracak.. Adam kendini vuracak.. Adam beni vuracak. Bilecek.. Ler, siniz. Perde burada inecek. Perdenin önündekiler donup kalacak.. Lar, sınız. Perdenin arkasındakiler bekleyecek.. Ler, siniz. Bir ölü yerde uzanık yatacak. Vuranı görenler vurulanı görmek isteyecek. Tıklım tıklım insanlar eğilecek. Kim baktıysa görecek. Yerde kendini görecek. Hepsi başkayı umduğunda şaşıracak. Dışlarına binlerce A çıkacak. A’lar çelik teller gibi dolaşacak. İçlerine birer nefes Hi dolacak. Yerde yatanda herkes kendini tanıyacak. Bir perde aralanacak Vuran ortaya çıkacak. Ortaya çıkanda herkes kendini tanıyacak. Herkes kendini tanıyınca iş bitmeyecek, Başlayacak. (20 Şubat 1955 Pazar- 21 Şubat Pazartesi, saat 3.20) Özdemir Asaf
  8. İstanbul İmamı Başbakan Erdoğan, yeni icat edilen “Kız Çocuklarını anma” gününde yine“sinirlenip” şunları söyledi; “Ya, siz kimsiniz ya? Millet bu işin kararını vermiş, bu iş bitmiş. Artık bu ülkede ulusalcı-mulusalcı diye bir şey yok, bu ülkede millet gerçeği var, bunu göreceksiniz.” Deveye sormuşlar “Boynun neden eğri”, “Nerem doğru ki” diye cevap vermiş! İstanbul İmamı Erdoğan, millete sorduk diyor. Nasıl sordunuz? İstihareye mi yattınız, rüyasını mı gördünüz? Neyi sordunuz, adını söyleyemediğiniz Türk Milletine? *Milli Andımızı kaldırırken Türk Milletine sordunuz mu? *Resmi Dairelerin levhalarındaki Türkiye Cumhuriyeti(TC) adını kaldırırken Türk Milletine sordunuz mu? *PKK Uyuşturucu-Terör Örgütü ile bir masaya otururken Türk Milletine sordunuz mu? *“Ne Mutlu Türküm Diyene” yazısını kaldırırken Türk Milletine sordunuz mu? *Birdenbire maaile süper zengin olurken Türk Milletine mi sordunuz? *El-Kaide’yi, El-Nusra’yı içimize sokarken Türk Milletine mi sordunuz? *Hizbullah Terör Örgütü militanlarını serbest bırakırken Türk Milletine mi sordunuz? *Deniz Feneri’nin yürüttüğü milyarlarca Avro’nun akıbetini Türk Milletine mi sordunuz? *Terör Örgütü ile canları pahasına mücadele eden kahramanları, cemaat tetikçilerine ezdirirken Türk Milletine mi sordunuz? Yaptığınız her uygulamanın Türk Milletinin içini acıttığını görmüyor musunuz? Siz Türk Milletini aptal-geri zekâlı mı zannediyorsunuz? Yaptığınız yıkımların verdiğiniz zararların hesabının sorulmayacağını mı sanıyorsunuz? Siz, Başbakan olarak Türk Milletine yalan söyleyip, bağıramazsınız. Lütfen kendinize gelin ve Türk Milletine saygılı olun. Türk Milleti “Ulusalcı-Vatansever” olurken sizden, din bezirgânlarından seccade şeytanlarından veya Pensilvanya’dan izin mi alacak? Soruyu Türk Milleti sorar, Türk Milletinin fertleri sorar, siz ancak cevap verirsiniz. Şimdi şu soruya lütfen cevap verin; *Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi bir karar aldı. Türkiye bu karara uyarak, “El-Kaide” ile bağlantısı tespit edilen 219 kişinin, “Taliban” ile bağlantısı tespit edilen 130 kişi ve 4 kurumun mal varlıklarını dondurdu. Bu kişilerden biri, sizin dizinin dibine çökerek Türk Milletine “O bir kahramandı” diye anlattığınız Gülbettin Hikmetyar’dır. Ne olacak şimdi? Dizinin dibine çöktüğünüz adamın “Uluslararası Terörist” olduğunu, siz hükümet olarak ilan ettiniz! Siz Türk Milletine bağıracağınıza, akıl vermeye kalkacağınıza, nereye oturacağınıza, kimin dizinin dibine çökeceğinize dikkat edin. Lütfen Türk Milletine karşı konuşurken sesinizi yükseltmeyin, biraz kibar olun… “Temel gece evine dönüyor. Etraf zifiri karanlık. Yerde bir karaltı görür, eğilir eline alır, önce biraz tadar, sonra koklar ve “Ula az daha köpek bokuna basaydım” der… Ülkeyi yönetenler dikkatli olup, Temel’in durumuna düşmemelidirler. Allah kimsenin aklını alıp, onu konu komşuya rezil etmesin. Unutmamamız gereken neydi; Katırdan at, bademden demokrat, olmaz. Sağlık ve başarı dileklerimle 12 Ekim 2013 İLK KURŞUN/ Rıfat Serdaroğlu
  9. Kusursuzlar Vizyon Tarihi :pek yakında (1s 35dk) Yönetmen: Ramin Matin Oyuncular: Suna Selen,Mehmet Ali Nuroğlu, İpek Türktan Tür : Dram Ülke : Türkiye Özet & detaylar 30'lu yaşlarındaki iki kız kardeş, çocukken gittikleri Ege kasabasındaki yazlıklarına bir süre dinlenmeye ve kafa dinlenmeye giderler. Beraber geçirdikleri süre boyunca geçmiştten gelen yaşanmışlıklar peşlerini bırakmayacaktır. İlk uzun metrajlı işi olan Canavarlar Sofrası filmiyle ile yurt dışı ve yurt içi pek çok ödül alan Ramin Martin'in ikinci uzun metrajlı işi yine aile odaklı bir dram öyküsünü konu alıyor. Filmin oyuncu kadrosunda İpek Türktan, Esra Bezen Bilgin, Elif Tasçıoğlu, Suna Selen ve Mehmet Ali Nuroğlu gibi isimler yer alıyor. Fragman için : http://vimeo.com/73721401
  10. Cennetten Kovulmak Vizyon Tarihi : belirsiz (1s 50dk) Yönetmen: Ferit Karahan Oyuncular: Ezgi Aşaroğlu, Rojda Tekin Gülistan Acet Tür :Dram Ülke:Türkiye Özet & detaylar Emine İstanbul'da yaşayan, 24 yaşında kentli bir kadındır; Kürt işçilerin ağırlıkta olduğu bir inşatta elektrik mühendisi olarak çalışır. Bir gün inşaatta bir kaza sonucu Kürşat isimli bir işçi hayatını kaybeder. Bu olaydan çok etkilenen Emine, Kürşat'ın memleketine gitmeye karar verir. Ayşe ise Muş'ta yaşayan 8 yaşında küçük bir kız çocuğudur; tüm hayali hayatını sürdürebilmek için İstanbul'a gitmektir. Birbirinden çok farklı yaşamlar süren bu iki insanın yolları aslında hiç taraf olmadıkları çatışmalarla kesişecektir. Kültür ve Turizm Bakanlığı destekli filmin çekimleri Ocak 2012'de başlarken filmin yönetmen koltuğunda reklam filmleriyle sektörde tanınan ve kısa filmleriyle çeşitli ödüller almış olan Ferit Karahan otururken, senaryoda yönetmenle birlikte Serdar Temel’in de imzası var. Fragman için: http://www.beyazperde.com/filmler/film-203814/fragman-19520628/
  11. Altın Portakal'da direniş sloganları Altın Portakal Film festivalinde ödüller sahiplerini buldu. Bu yıl 50'incisi düzenlenen festival, dün gece düzenlenen ödül töreni ile sona erdi. Törene direniş sloganları damga vurdu. Yarım asrı geride bırakan Altın Portakal Film Festivali'nde ödüller sahiplerini buldu. Festival dün gece gerçekleşen ödül töreni ile kapanış yaptı. Tören direniş sloganları ile başladı. İlk açıklanan ödül, Kısa film dalında, jüri özel ödülü oldu. Ödülü almak için sahneye gelen Tornistan filminin yönetmeni Ayce Kartal, "Ödülü Gezi parkı olaylarında hayatını kaybeden ve yaralananlar adına alıyorum" dedi. Ve ardından salon "Her yer Taksim Her yer direniş" sloganıyla inledi. Ödül töreninde, en iyi film dalında 350 bin TL para ödülünü 2 yapım paylaştı. Cennetten Kovulmak ve Kusursuzlar adlı filmler, Altın Portakal'ın sahibi oldu. En iyi Kadın Oyuncu dalında ödül, Meryem filmindeki performansı ile Zeynep Çamcı'ya gitti. En İyi Erkek Oyuncu ise Uzun Yol filminde rol alan, Hakan Yufkacıgil seçildi. 5 farklı başlıkta dağıtılan 30 ödülle Altın Portakal Film Festivali tamamlanmış oldu. http://www.youtube.com/watch?v=SgBmu6n6Sic
  12. 'Vatan aşkını söylemekten korkar hale gelmektense ölmek daha iyidir' Ve müdüriyette her kalkışında sopanın altından (yanaklarında parçalanmış gözlüğü ve tabanlarında ayıpladığı bir sızı) yüreğinde fakat hiçbir şey söylememiş hiç kimseyi ele vermemiş olmanın rahatlığı...(1) Başlıktaki söz, Türkiye sosyalist hareketinin önderlerinden Dr. Hikmet Kıvılcımlı'ya ait. Kıvılcımlı 22 Ekim 1954'te kurduğu Vatan Partisi'nin kuruluş "Gerekçe"si olarak yazdığı Kuvayımilliyeciliğimiz (2) broşürüne böyle girmişti. Hikmet Kıvılcımlı, kanser hastalığının pençesinde 12 Mart faşizminin sürek avından kaçarken, 11 Ekim 1971'de Yugoslavya'da ölmüştü. 42. ölüm yıldönümünde Hikmet Kıvılcımlı'yı, çalışmalarında altını kalın çizgilerle çizdiği görüşleri ile anacağız. Kıvılcımlı'nın ömür boyu zor koşullarda ürettiği 50 cildi aşan yapıtlarının ana eksenini, önemle vurguladığı iki sorunu aşma çabası oluşturmuştur. Birincisi, Türkiye devriminin özgül program ve siyasetlerini üretmek... Bu programı daha 1954'te "Kuvayımilliyeciliğimiz" olarak netleştirmişti. 27 Mayıs'tan sonra bu programı "İkinci Kuvayımilliyeciliğimiz" olarak güncelleştirdi. İkincisi ise, Türkiye'nin bütün sol ve ilerici güçlerini öncü bir partide birleştirmek ve örgütlü mücadeleye sokmak... Bu nedenle ölümünden bir yıl önce 1971 yılına girerken sola çağrısı, "Anarşi yok, büyük derleniş!" olmuştu. 'Kuvayımilliyeciliği-miz' "Demokrasimizin bugünkü temeli, Kuvayımilliyeci geleneğimizin son yadigârı olan Anayasamız'dır [1945 Anayasası]. Gelişigüzel değiştirilmekten ziyade, ilk ruhuna sadık kalınarak uygulanmasını bekleyen Anayasamıza göre: Milliyetçiyiz: Mukadderatımıza [kaderimize] tek yabancı karıştırmayacağız. Devletçiyiz: Pahalı devletin yerine, vatandaşa iş bulmayı birinci vazife bilen ucuz devleti geçireceğiz. İnkılâpçıyız [Devrimciyiz]: Her türlü maddi sömürüyü kaldıracağız. Laikiz: Her türlü manevi sömürüyü kaldıracağız. Halkçıyız: Osmanlı artığı bezirgân ve hacıağa oligarşisinin önderliği yerine, çalışan çoğunlumuzun önderliğini tutacağız. Cumhuriyetçiyiz: Halk tarafından, halk için İdare, Adalet ve Kültür sistemleri kuracağız."(3) Bir "Altı Ok" özetlemesi olan bu programdaki "Milliyetçiyiz" ilkesine takılanlar için 1967'de şöyle söylemişti: "Türkiye'nin en az 40 yıllık yanılgısı ve yenilgisi, MİLLİYETÇİLİK sözcüğünün SOSYALİZM'den başka hiçbir anlama gelmeyeceğinin bir türlü kavranılmak istemeyişinden doğmuştur. Bu denklemi tersine çevirince de aynı sonucu buluruz." (4) "Olabildiğince genişliğine-heterojen devrimci güçler cephesi oluşturmak" Türkiye solunun 1971'e girerken gösterdiği örgütsel manzarayı şöyle çiziyordu Kıvılcımlı: "Bir yanda ülkücü sosyalizm kardeşliğini yaratamamış, her biri dikenli kabuğu içinde kirpileşmiş yuvarcıklar (mahviller), bir yanda da, Türkiye sosyalizminin iyi kötü birikiminden eleştiri şartlarıyla dahi yararlanmaya karşı sürü sürü katırlıklarla yaklaşımlar." Çare: "Bir elin sesi çıkmaz. Finans kapital önünde 'sol devrimcilerimiz', İsrail önünde Arap Devletlerine döndüler. Yuvarcık'ların (mahvillerin) yağdırdıkları suçlamalar, kinden, dağınıklıktan, bozgundan başka bir şey getirmez oldu." İkinci Kuvayımilliyeciliğimiz ve köklü sosyalist gelenek etrafında birleşmek..." Türkiye'nin sol cephesinde bir uyanış devrimi, 'dehşetli bir inkılâp (devrim) lazım', bir derleniş ihtilali gerek." Ve Kıvılcımlı uyanış-derleniş-birleşi için bir yol ve bir biçim teklif eder: Hesaplaşmalar yalnız ülkenin ve halkın objektif-somut konu ve koşullarında mihenk taşına vurulmalıdır. 'Kişi mülkü denecek hiçbir şeyim yok' Giderayak yazdığı yol anılarında şu satırlarla veda etti halkına: "İşte ölüm dört başı mamur kurallarıyla, her yanıma, doğal yanıma da, sosyal yanıma da iyice yapışmış bulunuyor. Hiç değilse trajedimle kalayım, diyorum. Komediye gelemiyorum. Gelecek kuşaklar hesabını sorsun. "Öyle görünüyor ki, bu satırlara 'vasiyetim' diyemeyeceğim. Kişi mülküm denecek hiçbir şeyim yok. 'Trajedim'den başka bırakacak bir şeyim yok. "Şu sözlerin mezar taşıma yazılmasını isterim: 'İnsanım! İnsancıl olan hiçbir şey bana yabancı kalmaz!"(5) Arslan Kılıç Dipnotlar: 1- Nazım Hikmet, Memleketimden İnsan Manzaraları, Adam Yayınları, 11. Basım, Temmuz 1994, İstanbul, s. 260. 2- Bkz: Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Kuvayımilliyeciliğimiz (Gerekçe) ve İkinci Kuvayımilliyeciliğimiz, Sosyal İnsan Yayınları, 2007, İstanbul. 3- "Vatan Partisi Programı, Kısım I: Hürriyet" maddesi; Hikmet Kıvılcımlı, Vatan Partisi Tüzük ve Programı, Sosyal İnsan Yayınları, Nisan 2011, İstanbul, s. 39. 4- "Türkiye'de Sosyalist Konferansı İçin Çağrı", Sosyalist gazetesi, 7 Şubat 1967. 5- Hikmet Kıvılcımlı, Yol Anıları, Derleniş Yayınları, 1998, İstanbul, s. 343.
  13. İletişim: ozlem.yildir@@gmail.com Yer: İstanbul/Mecidiyeköy Sayın Yıldır iletisidir: "Oğlumuz tahminen 3-4 aylıkken bize geldi. Geldiğinde, kuyruğunda ve gövdesinde yaralar mevcuttu. Bir alış veriş merkezinin otoparkında zifte bulaşmış ve yaralı bir halde bulunmuş. Veterinerde 1 ay kadar kaldıktan sonra biz sahiplendik. Ayrıca sağır olduğunu fark ettik. Geldikten kısa bir süre sonra yaraları kabuk bağlayıp iyileşti ve ürkekliğini üzerinden attı. Hareketli, oyun sever ve sevgi arsızı bir kedi haline geldi.Maalesef iş sebebiyle yurt dışına yerleşiyoruz. Oğlumuza, en kısa zamanda, geçmişte yaşadığı travmalar ve sağırlığı sebebiyle muhtaç olduğu ilgi ve sevgiyi verebilecek bir yuva arıyoruz."
  14. İletişim: ozgealparslan@@hotmail.com Yer: İstanbul/ Esenler Bu güzeller güzeli kız, 4-5 aylık bir Labrador kırması. Henüz küçücükken sokakta hasta bir halde bulundu. Onu bulan hayvan sever, kirada oturduğu evde hayvan bakmak yasak olmasına rağmen, bu zamana kadar özveriyle baktı ona. Kızımız artık sağlığına kavuştu ve kalıcı yuvasını arıyor. Çok oyuncu ve akıllı. Tuvalet eğitimi var. Ona yuva olur musunuz?
  15. İletişim:0533 819 12 22 Yer:İstanbul Army 1,5 aylık kusursuz güzellikte bir kız.İç-dış parazit uygulamasını oldu ve ömürlük yuvasını bekliyor.Army bize gelsin diyorsanız lütfen iletişime geçiniz
  16. İletişim:0555 971 75 35 Yer:Ankara ''Henüz 4 haftalık bir kız o.Bir ağaca çıkmış ve mahsur kalmıştı.Tüm mahalle seferber oldu, itfaiye çağırıldı ama bu minik yaratık hepimizden kaçıp hayatta kalmayı başardı, annesi ölmüş ama kendisi çok güçlü. En sonunda bulup veterinere götürdük. Şimdi çok iyi sağlığı yerinde ama çok hareketli bir hanım.Ona yuva olmak isterseniz fazla zamanımız yok lütfen bizi arayın.
  17. BİRKAÇ DAKİKANIZI AYIRIN VE LÜTFEN SONUNA KADAR OKUYUN Acı çeken, inleyen, ağrısından bağıran bir hayvanı kurtarmaya çalışmak ne kadar zor çok az insan bilir, bunun ruhta bıraktığı tahribatı çok az insan yaşar, duyumsar. Bütün bunlara hem de tüm Türkiye'ye yetişmeye çalışıp, bir de üstüne azar işitmek, işte bu gerçekten paha biçilmez! İnanın ya da inanmayın dernekler bağışlarla ayakta durur, dernekleri de Valili’ğe bağlı İl Dernekler Müdürlüğü kontrol eder. Defalarca teşekkür alan HaySev'e hala çamur atmaya çalışmak ise en basit tabiriyle kötü ruhun yazıya yansımasından başka bir şey değildir. Eğer ki, hayvan kurtarmamız bu denli rahatsızlık veriyorsa, tek cevabımız var: biz yaşatmayı tercih ediyoruz, boş lafla çamur atıp kavgada zaman kaybetmeyi değil! Ancak emin olunmalı ki, hayvanların yaşam kalitelerinin artması, sadece HaySev gibi derneklere değil her bir bireyin çevrelerindeki insanları eğitmeleri ile mümkün olacaktır. Sırf derneklerden medet ummak, yardımın yetişemediği yerde onları yerden yere vurmak ve hatta bazı bilinçsizce eleştiri yapanlar gibi bunu oraya buraya büyük bir işmiş gibi yazmakla olmaz. Bu toplumsal bir hareket ve bilinç gerektirir. Hayvan severim diye geçinenlerin, klavyelerinin başından kalkarak, en azından sokağında yaşayanları eğitmesi şarttır. Herkesin elini taşın altına koymasını gerekir. Biz, yardım ediyoruz hayatta tutmaya çalışıyoruz diye azar işiteceksek bu işi bırakalım, hayvanlar da ölsünler. Yaptıklarımız sanki yapmamışız gibi, dolandırıcılık gibi terbiyesizce eleştirilecekse, bu bir çamur at izi kalsın, bu arada da hayvanlara olan olsun tavrı ise, gerçekten pes edelim, her şeyi kapatalım ama bu eleştirileri yapanlar asla ve asla kendilerine “hayvan severim” demesinler. Hükümet politikaları barınaklara öncelik vermediği gibi, içerideki hayvanları bile tedavi etmekte çoğu zaman yetersiz. Üstelik bunlara ek olarak, birçok insan sırf kedisinden, köpeğinden sıkılıyor diye barınaklara, sokaklara terk ediyor. Önce toplum bilinçlenecek, hayvanına sahip çıkacak ki, hükümete yaptırımı olsun. Daha toplumun saygı göstermediği, ittirip kaktığı hayvanlar var! Üstelik bu hayvanlar barınaklarda yaşam savaşı veriyor. Biz ziyaretlerimizde (bazıları inanmıyor olsa da bu ziyaretlere, biz de gülüp geçiyoruz) hasta bir köpeği ya da kediyi gördüğümüzde orada mı bırakalım, ölsün diye? Tabii ki alıyoruz, tabii ki tedavi ettirmeye çalışıyoruz. Ancak her seferinde de aynı şeyi duyuyoruz bu hayvanlar evlerinden yaşlanmış ya da hasta diye atılmış olan hayvanlar! Eğer toplum daha evindekine saygı göstermiyorsa, eğer komşusuna hayvanlara, doğaya saygı göstermeyi öğretemiyorsa bunun sorumlusu dernekler midir? Bir atasözü vardır, hatırlatmakta fayda var, kendisi bin türlü hata yapıp hep başkalarını eleştirenler için söylenir: “Önce iğneyi kendine, sonra çuvaldızı başkasına batıracaksın”. Yoksa sorarlar, “sen ne yaptın bugüne kadar diye”. Bizim yaptıklarımız ortada, yardımlarımız ortada, vakalarımız ortada, mama, ilaç bağışlarımız ortada, dekontlarımız ortada, daha da merak edenler varsa buyursunlar Ankara Valiliği İl Dernekler Müdürlüğüne teşrif etsinler. Daha çok bağış alabilirsek daha fazlasını da yaparız. Peki, bu her fırsatta, “siz bir işe yaramazsınız” diyenlerin hangi icraatları ortada? Biz iş yapıyoruz, siz ne işsiniz peki??? Bu yazı HaySev Derneği’ni her eline geçen fırsatta karalamaya çalışanlara ithaf olunur.
  18. Kurtuluş savaşımızı doğrudan işleyen roman :H.E.Adıvar/Ateşten Gömlek İstanbul’da yaptığı mitinglerden sonra İstanbul’un İngilizler tarafından işgaliyle birlikte ,haklarında idam kararı çıkmadan önce Halide Edip, eşi ile birlikte İstanbul'dan ayrılıp Ankara’daki milli mücadeleye katılmıştı. Çocuklarını İstanbul’da yatılı okulda bırakarak 19 Mart 1920 günü Adnan Bey ile at sırtında yola çıkan Halide Hanım, Geyve’ye ulaştıktan sonra buluştukları Yunus Nadi Bey ile birlikte trene binip Ankara’ya gitmiş ve 2 Nisan 1920 günü Ankara’ya varmıştı. Halide Edip, Ankara’da Kalaba(Keçiören)’daki karargahda görev aldı. Ankara yolunda iken Akhisar İstasyonu'nda Yunus Nadi Bey ile birlikte kararlaştırdıkları gibi Anadolu Ajansı isimli bir haber ajansının kurulması Mustafa Kemal Paşa'dan onay görünce ajans için çalışmaya başladı. Ajansın muhabiri, yazarı, yöneticisi, ayakişlerine bakanı olarak çalışıyordu. Haber derleyip milli mücadeleye ilişkin bilgileri telgrafı olan yerlere telgrafla iletmek, olmayan yerlerde cami avlusuna afiş olarak yapıştırılmalarını sağlamak; Avrupa basınını takip edip batılı gazetecilerle iletişim kurmak; Mustafa Kemal'in yabancı gazetecilerle görüşmesini sağlamak, bu görüşmelerde tercümanlık yapmak; Yunus Nadi Bey'in çıkardığı Hakimiyet-i Milliye gazetesine yardımcı olmak ve Mustafa Kemal'in diğer yazıişleri ile ilgilenmek Halide Edip'in yürüttüğü işlerdi.[14]. 1921’de Ankara Kızılay başkanı oldu. Aynı yılın Haziran ayında Eskişehir Kızılay’da hastabakıcılık yaptı. Ağustos’ta orduya katılma isteğini Mustafa Kemal’e telgrafla iletti ve cephe karargâhında görevlendirildi. Sakarya Savaşı sırasında onbaşı oldu. Yunanlıların halka verdiği zararları incelemek ve raporlamakla sorumlu Tetkik-i Mezalim Komisyonu’nda görevlendirildi. Vurun Kahpeye adlı romanının konusu bu dönemde oluştu. Türk'ün Ateşle İmtihanı(1922) adlı anı kitabı, Ateşten Gömlek(1922), Kalp Ağrısı (1924), Zeyno'nun Oğlu adlı romanlarında Kurtuluş Savaşı'nın değişik yönlerini gerçekçi biçimde dile getirebilmesini savaştaki deneyimlerine borçludur. Savaş boyunca cephe karargahında görev yapan Halide Edip, Dumlupınar Meydan Muharebesi’nden sonra ordu ile İzmir’e gitti. İzmir’e yürüyüş sırasında rütbesi başçavuşluğa yükseldi. Savaştaki yararlılıklarından ötürü İstiklal Madalyası ile ödüllendirildi. İlk uyarlama tiyatro eserinin yazarı : Ahmet Vefik Paşa Ahmet Vefik Paşa, bugün bile Türk Tiyatrosu'na hizmetlerinden çok, eli sopalı bir vali olması, “Bir Seyirci Yetişiyor” düsturuyla vatandaşları ve yanında çalışan memurları zorla tiyatroya götürmesi ve halkı canından bezdirmesi ile meşhur, birtakım tuhaf davranışlar sergileyen, acayip bir adam olarak hatırlanmaktadır. Oysa, geçmiş zaman denilir ki, günün koşullarına ve o koşulların yarattığı zorluklara rağmen Ahmet Vefik Paşa'nın tiyatro için gösterdiği yoğun çaba ve bu yoğun çabanın neticesinde başardıkları göz önüne alınacak olursa, Paşa ile ilgili önyargılardan kurtulmak mümkün olur. Ahmet Vefik Paşa; Bursa Valiliği'ne atanmıştır. Tiyatroya olan hevesini ve coşkusunu yeni atandığı bu kentte de kaybetmemiş olan Paşa, dönemin tiyatro oyuncularından Fasulyacıyan, Hiranuş, Koharik Şirinyan gibi isimleri Bursa'da izledikten sonra, onları ertesi gün makamına çağırmış ve; “Size bir tiyatro yaptıracağım, eserler vereceğim ve onları oynayacaksınız, yaptıracağım tiyatroya para vermeyeceksiniz, sadece Gureba (yetimler) için yılda iki oyunu onların hayrına oynayacaksınız” demiştir. Bu olayı aktaran o zamanların ünlü tiyatro oyuncularından biri olarak bilinen Ahmet Fehim Efendi'dir. Bundan sonraki aşamada Paşa, Moliére'in bütün oyunlarını tercüme etmeye başlar, Bursa tiyatrosunun tüm masrafını da öder. Paşa görevinden azledildikten sonra hakkında övgüler yazmakla ünlü gazetelerden “Tercüman-ı Hakikat”'te, valinin dillerde dolanan ve garip sayılan hallerine iki tane daha ilave edildiği yazılmıştır. “Paşanın uykusu kaçtığı geceler, odasında sabaha kadar yüksek sesle Moliere'den Fransızca pasajlar irşad etmesi de yine o devirde bir başka manyaklık sayılmaktadır. (Aktaran Tekerek) “, ancak gazetede özellikle iki tuhaf huyundan daha söz edilir: 1. Halkı cebren tiyatroya sevk ediyor. 2. Kendisi el çırparsa halkın el çırpmasına izin veriyor, kendisi alkışlamamış da halktan biri alkışlamışsa adamı açıkça eleştiriyordu. Kısacası Ahmet Vefik Paşa'nın görevinden alınmasına yol veren nedenlerin başında tiyatro yaptırması, sanatı koruması, piyesler oynatması, aktörlerin parasını devlet bütçesinden ödemesi gibi genelde kapısı tiyatroya açılan sorunlar gelmektedir. Paşa'nın azlinden önce yayınlanan bir bildirgede, özellikle onuncu ve on birinci maddeler dikkate şayandır: Madde 10: Valiliğe tâyininden azline kadar tiyatro ile uğraşmış, İstanbul'dan Fasulyacıyan namında birinin idaresinde olarak getirttiği bir kumpanya üç sene boyunca haftada üç gece oynamıştır, biletler vilayet matbaasında bastırılmış ve Zaptiye çavuşları tarafından ahaliye dağıtılmıştır; halktan toplanılan hasılatın ayda sekiz bin kuruşa kadar çıktığını kumpanyanın direktörü söylemiştir. Hükümet sıfatına yakışmayacak surette piyeslerin provasında bulunmuştur. Zaptiyeler marifetiyle birtakım fahişelere bilet verecek ve fahişeleri tiyatroya getirtecek kadar bilet sattırarak halkı zarara sokmuştur. Haftanın birkaç gecesini kadınlara ayırarak onları da tiyatroya getirtmiş, aralarına fahişeleri de sokmuştur. Zaptiyelerden teşkil edilen bir mızıka takımını da tiyatroya tahsis etmiştir. Madde 11: Cehalet içinde yüzen ehâliye maarifi yayacağı yerde gayretini tiyatronun idaresine hasretmiştir. Kız mektebi muallimi İbrahim Efendi'yi aktrislere hoca tâyin ederek, halkın ondan nefret etmesine ve bu yüzden birtakım kızların mektebi bırakmalarına sebep olmuştur. Tiyatroya mahsus on dokuz piyesi resmî ruhsat almadan Bursa matbaasında bastırmıştır, bundan dolayı da matbaaya yirmi bin kuruş borcu kalmıştır. Bursa'dan ayrıldıktan sonra tiyatrosu kapatılmış olan Ahmet Vefik Paşa için Prof. Dr. Metin And, Osmanlı Tiyatrosu kitabında; “Türk Tiyatrosu için bu önemli dönem kapanmıştır. Böylece Bursa'daki tiyatro 1879-1892'ye dek üç yıl sürmüştür” demektedir. Yunan İşgali (1925) sırasında yanan tiyatronun yerine yapılan, Bursa Devlet Tiyatrosu'na, “Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu” ismi gerek Bursa, gerekse Türk tiyatrosu için oldukça önemli bir insanın hatırasını anmak maksadıyla konulmuştur.
  19. İlk Türk destanı : Alp Er Tunga Destanı Alp Er Tunga, veya Alp Er Tonğa (Altay Türkçesi: İlb Er Tonga), efsanevi bir Türk hakanıdır. Tonga sözcüğü aslında leopar cinsinden yırtıcı bir hayvanın adıdır. Bir yiğitlik simgesi olarak alplara isim diye verilir. Uzun saçlı olmak Tonga’yı çağrıştırdığı için alplar saç uzatırlar. Ayrıca cengaverler yırtıcı hayvanların özellikle de aslan, kaplan, pars, tonga gibi hayvanların postlarını giyerler. Bu postlar savaşçılığın sembolüdür. Alpar Tonga Han, yanında iki tane tunga (leopar) ile resmedilir, sırtında da bir post vardır, postun dişleri başının üzerinden görünür. Tüm Türk Dünyasında olduğu kadar, İran ve Ortadoğu haklarının pek çoğu tarafından tanınır. Selçukluların 33 atasından biri olarak sayılır. Yeraltındaki 100 sütunlu demir sarayında yaşar. Alpar (Alper) sıfatıyla anılır. İran mitolojisinde adı Afrasyab olarak geçer. Yaşamıyla ilgili bilgiler efsanelere dayanan Alp Er Tunga'nın, Turancılarca Türklerin eski atalarının soyundan geldiği öne sürülür. Ayrıca, Divân-ı Lügati't-Türk'te ve Kutadgu Bilig[7]'de, İran destanı Şehnâme'nin kahramanlarından Efrasiyab (Afrasyab)'la aynı kişi olduğu belirtilir. Şehname'ye göre İran - Turan savaşları sırasında Zaloğlu Rüstem ile giriştiği mücadele sırasında pusuya düşürülüp öldürülmüştür. Öldürülmesiyle ilgili Alp Er Tunga Sagusu, Divân-ı Lügati't-Türk'ün çeşitli yerlerinde örnek metin olarak verilmiştir. Bizde batılı anlamda ilk eleştiriyi yazan : Namık Kemal Tanzimat döneminin en önemli düşünce, sanat ve siyaset adamlarından birisidir. ”Toplum için sanat” anlayışını benimsemiştir. Sanatı, toplumun Batılılaşması için bir araç olarak kullanmıştır. Eserlerini halkın anlayabileceği sade bir dille yazmayı amaçlamıştır. Divan edebiyatının süslü-sanatlı düz yazısı yerine, belli bir düşünceyi iletmeyi amaçlayan yeni bir düzyazıyı kullanmıştır. Eserlerinde noktalama işaretlerini kullanmıştır. Gençliğinde Divan Edebiyatı tarzında şiirler yazmış, Avrupa’ya gittikten sonra yeni edebiyatı benimsemiş ve o yolda yapıtlar vermiştir. Namık Kemal, Fransız edebiyatını örnek almış, romantizmin etkisinde kalmıştır. Şiirleri biçim bakımından eski, konu bakımından yenidir. Yurt, ulus, özgürlük gibi konuları işlemiştir. Ayrıca şiirlerinde mücadeleci tipte bir insan yaratmıştır. Tiyatroyu “eğlencelerin en faydalısı” olarak nitelemiş, halkın eğitilmesinde okul gibi görmüş, sahne dili ve tekniği yönünden başarılı yapıtlar vermiştir.Eleştiri türünde ise şu eserleri mevcuttur. Tahrîb-i Harabat (1885) · Tâkib (1885) · Renan Müdafaanâmesi (1962) Bizde epik tiyatro türünün kurucusu : Haldun Taner Epik kelime anlamıyla halk arasında söylenen destansılık anlamıyla epik kelimesi kullanılamaktadır. Epik tiyatro, siyasal amaçlı bir tiyatro düşüncesidir. Bertolt Brecht’in doğrudan Marksizm-Leninizm etkilenimiyle oluşturduğu ve seslendiği seyirci kitlesini de emekçi sınıf olarak belirlemiş bir kuramdır.Ülkemizde ise Haldun Taner bu tiyatronun öncüsüdür. 1950’lerde oyun yazmaya başlamış olan ve tiyatrodaki ilk eserlerinde dramatik türün başarılı örneklerini veren Haldun Taner, ardından epik tiyatro denemelerine girişmişti. Türk Tiyatrosu’ndaki ilk epik tiyatro örneği olan "Keşanlı Ali Destanı" adlı oyunu ile dünya çapında tanındı. Bu oyun yurtdışında Almanya, İngiltere, Çekoslovakya, eski Yugoslavya'nın çeşitli kentlerinde oynandı. Atıf Yılmaz tarafından sinemaya aktarıldı (1964). Daha sonraki dönemlerde konularını güncel olaylardan alan siyasal-sosyal taşlamaların ağır bastığı oyunlar yazdı. Epik tiyatro ve kabarenin alanında verdiği yapıtlar çağdaş Türk tiyatrosunun klasikleri oldu. Eşsiz bir arı Türkçe kullanan Haldun Taner, Cumhuriyet dönemi Türk edebiyatının ve tiyatrosunun önde gelen yazarları arasına girdi. İlk kadın romancımız : Fatma Aliye Hanım 1862′de İstanbul’da doğdu 1936′da yine İstanbul’da yaşamını yitirdi.İlk kadın romancımız, ilk kadın felsefecimiz, edebiyatımızda ilk kez çeviri yapan, kadın haklarından ve kadın-erkek eşitliğinden ilk kez bahseden, hakkında ilk defa monografi yazılan yazar. Tanzimat döneminin ünlü devlet adamı Ahmed Cevdet Paşa’nın kızı. Babasının konağında özel öğretmenlerden Fransızca, tarih, edebiyat ve felsefe dersleri aldı. Yazmaya Fransızca’dan yaptığı çevirilerle başladı. İlk çevirisi George Ohnet’den Volente. O dönemde edebiyatla uğraşmak kadınlar için hoş karşılanmadığından çevirisi Meram adı ve “Bir Hanım” imzasıyla yayınlandı. Sonraları “Meram Mütercimi” olarak tanındı. Bir çok makalesi “Mütercime-i Meram” adıyla yayınlandı. Nisvân-ı İslâm adlı anı kitabı Fransızca, İngilizce ve Arapça’ya, Udî adlı romanı Fransızca’ya çevrildi. Fatma Aliye Hanım’ın felsefeye merakı gençliğinde başladı. Olayları dikkatle incelemesi, çeşitli ailelerdeki gözlemleri onu felsefeye götürdü. Felsefeye merakı arttıkça daha çok kitap okudu, babası ve arkadaşlarıyla felsefe tartışmalarına girdi. Babasıyla birlikte Aristotales ve Platon ile İbn-i Rüşt ve Gazali’nin felsefelerini karşılaştırdı. 1904′te ilk felsefe tarihini yazdı. Thales’le başlayıp ilk çağ felsefesini anlattığı bu kitabın ikinci bölümünü İslâm Felsefesine ayırdı. Kahramanları kadın olan öyküler ve romanlar yazdı. En önemli eseri sayılan Muhâdarât’ta bir kadının ilk aşkını unutamayacağı tezini çürütmeye çalıştı. Romanlarında zaman zaman toplumsal sorunları ele aldı, felsefeye yer verdi. Udî adlı romanında müziğin felsefe ile ilişkilerine değindi. Bu romanda, babasının etkisiyle müziğe ilgi duyan bir kızın daha sonra hayatını kazanmak amacıyla dersler vermesi anlatılır. Fatma Aliye Hanım, düşünceleri ve yaşam biçimiyle ilk kadın kadın hakları savunucularından. Döneminin toplumsal koşulları gözönüne alındığında düşünceleri ve savunduğu görüşlerin son derece cesur olduğu ortaya çıkar. Kadın-erkek eşitliğine inanan ve savunan Fatma Aliye Hanım, her iki cinsin aynı eğitim olanaklarından yararlanmasını istedi. Çok kadınla evliliğe karşı çıktı. Boşanmada kadınların da söz hakkı olması gerektiğini savundu. Dünyanın halen yaşayan en büyük ve ilk Müslüman Türk Destanı: Kırgızların Manas Destanı Manas Destanı, Kırgız Türkleri'nin millî destanıdır. Mani dinini yaşayan Karahitaylar ile Müslüman Karahanlılar arasındaki mücadelede Kırgızların durumunu ve Manas adlı kişiyi anlatan destan, çeşitli kaynaklar tarafından XV. yüzyıldan XII. yüzyıla kadar dayandırılır. Ünlü Türkolog Wilhelm Radloff (1837-1918), Manas Destanı'yla ilgili ilk derlemeyi, Kırgızistan'ın Tokmok kenti güneyindeki Sarı Bağış boyuna mensup bir Manasçıdan (destanı günümüze kadar nesilden nesile aktaragelen sözlü anlatıcılar) 1869'da yapmıştır. Halk arasında bu sözlü halk edebiyatı anlatıcılarına ırçı veya comokçu da denmiştir. Manas Destanı'na hala eklemeler yapılmaktadır ve destanın 130'dan fazla varyantı vardır.
  20. Konuşma diliyle yazılmış ilk hikayenin yazarı : Ömer Seyfettin Ömer Seyfettin (11 Mart 1884; Gönen, Balıkesir - 6 Mart 1920, İstanbul), Türk edebiyatının önde gelen hikâye yazarlarındandır. Asker, şair ve güçlü bir edebi yeteneği olan bir öğretmendir. Türk kısa hikâyeciliğinin kurucu ismidir. Ayrıca edebiyatta Türkçülük akımının kurucularındandır. Türkçede sadeleşmenin savunucusudur. Kısa ömrüne pek çok eser sığdırmıştır. Edebiyatımızda ilk kafiyesiz şiirini yazan : A. Hamit Tarhan / Validem Edebiyatımızdaki kafiyesiz ilk şiirdir; şair bu şiirinde annesini anlatmıştır… Validem şiirinde Hâmid annesi ile tabiatı bir bütün olarak düşünmüştür. Burada imgesel döneme bağlı kaldığı düşünülebilir. Çünkü eşi Fatma Hanım’ın ölümünde yazdığı Makber adlı şiirde ölüm acısını ne şekilde dile getirdiğini gördüğümüz şair, annesini anlatırken duyguları ile değil düşünceleri ile hareket eder. Bu durum tabiattaki her şeyi annesiyle özdeşleştiren şairin bilinçaltına yönelerek düşünmemizi gerekli kılar. İlk köy şiiri : Muallim Naci / Köylü Kızların Şarkısı I Tepeden iniyor bakın Şu kızın nişanlısı şanlıdır Yaradan nazardan esirgesin Koca dağ delikanlıdır II Fese bak fese ne güzel de al Ne de hoş belindeki morlu şal Demedim ya ben sana bak da al O kadar da bakma ziyanlıdır III Ne kadar da kızardın aman aman Neden öyle başına çıktı kan Beri gel bayılma a kız heman Yüreğin de pek helecanlıdır IV Yakışıklıdır seviyor cihan Onu ben de pek severim inan Benim olsa bâri şu kahraman Olamaz ne çare nişanlıdır V Ne darıldın Ahmed'in oynaşı Darılır mı âdeme kardaşı Sana benziyor şu dağın başı Ne zaman bakılsa dumanlıdır VI Somurtup oturma darıl da git Bizi ihtiyara şikayet et Beni istemekte olan yiğit Daha şanlıdır daha anlıdır. Muallim Naci Tekke şiirinin kurucusu : Ahmet Yesevi Ahmet Yesevi... Türklerin manevî hayatına asırlarca hükmeden, Türk halk sufilik geleneğinin kurucusu; Arslan Baba’dan teslim aldığı emaneti, insanlara “hikmet”leri aracılığı ile damla damla özümseten; kutsal emaneti Horasan Erenleriyle dünyanın dört bucağına ulaştıran; Türk diliyle yazdığı hikmetleriyle dilimizin gelişmesi ve zenginleşmesine büyük katkısı olan, “Pîr-i Türkistan”, Büyük Veli, öncü şair... Tasavvufi Türk halk şiirinin öncüsü olan Ahmet Yesevi, düşüncelerini yayabilmek için millî nazım şekli olan dörtlüklerle, hece vezninde, yalın bir Türkçeyle şiirler yazmıştır. “Hikmet” adı verilen ve Divan-ı Hikmet adıyla bir kitapta toplanan şiirler, ‹slamiyetin Türkler arasında yayılmasında büyük rol oynamıştır.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.