Zıplanacak içerik

Su DaMLaSı

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Su DaMLaSı tarafından postalanan herşey

  1. Morgan Freeman'a bu filmde hayran olmuştum. Bi film arşivi oluştursaydım, şüphesiz ilk sıralarda "Esaretin Bedeli" olurdu. Aklınızın içtiği berrak bi su gibi gidiyor film. Replikler oldukça anlamlı ve abartısız. Tim Robins'in canlandırdığı Andry'nin hapishanede hayatı ele alışı çok farklı çok zengin ve çok önemli. En çok hoşuma giden bölüm Andry'in tüm hapishaneye taş plak dinlettiği sahne. Oradaki huzur dolu tebessümü ve o müzikte kayboluşu, tebessümle hatırladığım bi an. İzlenmeli, muhakkak izlenmeli
  2. Loreena McKennit'ı ararken, onun seslendirdiği bi film müziğiyle talihimin en kötü film seçimini yaptım. Kostümler ve mekanlar öyle kaliteli ve sağlam bi film izlenimi veriyordu ki... Neyse fazla hatırlamamak en iyisi Avalon Sisleri Üç cd'lik işkence formatında durağan, mantıksız ve küçük emrah modunda bi film. Her filmden bi anlam çıkarabileceğime inanırdım; yanılmışım Terminal filminin kötü olduğuna katılmıyorum. Kendi hayatınız ve mücadelelerinizden izler bulabileceğiniz film. Tavsiye bile edebilirim.
  3. Fon müziği çok güzel. Adını bilen var mı?
  4. "Inanmayan ********, demekki ben bir *******!!!!" derseniz inananlardan olursunuz
  5. ************************** Bu ara huzurluktan sonra, konuya dönecek olursam, Katakuta takdir edersiniz ki yaşanılanların, sırasızlığını ve düzensizliğini Kuran'a yansıtmak mantıklı bi iş olmasagerek.
  6. Dürüst: Sözünde ve davranışlarında doğruluktan ayrılmayan, doğru (kimse) TDK Dürüst olan Peygamberdi. Kafirler ise bunu kabullenmişlerdir. Bu kabulleniş onların dürüst olduğunu göstermez. Onlar Peygamberin dürüstlüğüne değil, elçiliğini yaptığı ve toplumu temelden değiştirecek olan dinine itirazları olmuştur. Bu dediklerim toplum içi ilişkilerde olabilecek olan ihtimallerdir. Dolayısıyla bir çelişki olmadığını vurgulamak isterim. Eleştirdiğiniz yöntemime gelince; Rabbine ait olduğuna inanılan bir din kitabına, onun peygamberine ve sahabelerine inanmayan birine neyi hangi delille ispatlayabilirim? Bu kadar kasıtlı bir adıma neden ve nasıl eşlik edeyim? Siz merkezli gösterip başkalarına yazdığımı anlamanız gerekirdi. Olur ki biri sizin bu kökten reddedici tavrınıza takılırsa bir cevap bulabilsin diye. Kuran'a hadise ve icmaya inanmayıp onları reddeden birine İSLAM'ı ve değerlerini anlatmak mümkün değildir. Bu yüzden şuanda "sizin dininiz size, benim dinim bana" ayetinden öte sizin şahsınıza sunacağım bi ayet yok. Benim dinime ilişmediğiniz sürece ilgi/tepki alanım dışındasınız.
  7. İnsanların kutsalını eleştirmede ne seviyeli ne akıllıca yorumlar, hayret doğrusu! Maide suresi: Üçüncü âyetin dışında sûrenin bütünü Medine'de, hicrî altıncı yılda nâzil olmuştur.120 (yüzyirmi) âyettir. Buhârî ve Müslim'de, Hz. Ömer'den rivayet edildiğine göre "Bugün size dininizi ikmal ettim..." ifadesinin yer aldığı âyet Mekke'de, vedâ haccında, cuma günü, Arafe akşamı nâzil olmuştur. Bunun gerçekliğine inanırsanız İslam dinine geçecek misiniz? Hayır mı? O halde neden yalanlılığıyla(?) ilgileniyorsunuz? Basit bir komplex olsagerek. .
  8. Gülmekte bir beis yok, ben çok rahat gülüyorum. "Yok öyle bir şey neymiş efeendim müşrikler bile muhammed için hiç yalan söylemedi diyorlarmış" Böyle bi cümleye nasıl bir ciddiyetle yaklaşmalıyım, şaştım doğrusu. Salt Kuran'dan tartışalım diyorsanız, size şunları delil gösterebilirim; Kafirlerden bahsedilir; Nisa suresi "Bir kısmına inanırız, bir kısmına inanmayız diyorlar. Îmân ile küfür arasında bir yol açmak istiyorlar. Onların hepsi kâfirdir" Münafıklardan bahsedilir; münafıkun suresinde "Allah, münafıkların kesinlikle yalancı olduklarını bilmektedir." Siz bana bu insanların dürüstlüğünü savunuyorsunuz ben size Peygamber ve sahabelerinkini. Onlar hakkındaki ayetleri yazmama bilmem gerek var mı? Allah'ın sıfatları içerisinde meslekler yoktur sayın Katakuta. Bütün bilgilerin kaynağı ve bu kaynakların yaratıcısı olan Allah'a meslekî sıfatlar yüklemek hakikaten mizah gibi. Gülmemek elde mi Gazali'ye gelince onu savunmuyorum, çünkü ben de Gazali'nin (el-munkız min'ed-delal eserine rağmen) filozof sayılamayacağını belirtmek adına onu örnek seçtim. Selam ile...
  9. Bana bir deve getirin, hendekten atlatmak, şu konumumda pek kolay gelecektir. Peygambere "o hiç yalan söylemedi" diyen müşrikler bunu tabi ki kendi aralarında söylüyorlar, halka bunu yansıtmıyorlardı Katakuta, bunu düşünemiyor musunuz? Sonradan müslüman olan müşriklerin itirafları ve bu sohbetlere şahit olmuş müslümanların anlattıklarıdır bu bahsettiklerimiz. Dürüstlüğünü bilmelerine rağmen inanmamaları hususuna gelince, ekonominizi, sosyal statünüzü ve dolayısıyla karizmanızı bağladığınız din, adet ve geleneklere rest çekmek, sil baştan hayata atılmak, siz de kabul edersiniz ki herkesin harcı değildir. Kuran'daki sanatlı, şiirsel anlatımı inkâr etmek mümkün müdür? Fakat bu Kuran'ı bi edebiyat kitabı yapar mı, yapmaz. Bu bir rest çekmedir. Üstünlük taslayanlara üstünlük tasladıkları her konuda Kuran'da rest çekilmiştir. (yaratma, diriltme, Kuranı yazma, yeryüzü olayıları vs) Allah bir şair değildir, Katakuta. Cevap verilmesi gerekene üslubunca cevap verildi diye bu kişiyi muhatabı ile aynı kategoriye almamıza yeterli bir gerekçe değildir. Tıpkı filozoflara cevap veren Gazali'nin filozof olmaması gibi. Ayetlerde kasdedilen şairin ne olup ne olmadığını, dönemin arap şairlerine bakarsanız öğrenirsiniz. Selam ile...
  10. Arkadaşlar unuttuğunuz bir husus var, ben müslümanım. Dinimin bana verdiği materyallerle, ona uyan bir fikir sunuyorum. Sizin anlamamanız ve itiraz etmeniz doğal, çünkü cepheden çıktığınız yok. Sözleşmeyi kabul ederken, onu hatırlamamayı kabul etme çılgınlığı ve akabindeki olaylar ihtimal dahilinde mantıklıdır. Şimdi (sözüm gayri müslim meclisinin dışına) "ınga" çığlıkları ile hatırlamadığını haykırmak, ahu vah etmek müslümanlar için abes bir eylemdir. Diğerleri içinse zaten anlamsız. Saygılarımla...
  11. Üslubunuz çok akıcı, tebrik ederim. Gazali teslimiyeti bir çember halinde daraltmış, bunun akabinde onun fikirlerini beğenenler de onun izinden gitmiştir. (Bu hâliyle pasif bir tasavvufun da ilk önderi sayılabilir. Hanefi mezhebine bu açıdan büyük kayıplar verdirdiğini söyleyebiliriz.) Gazali İslam dininin elçisi değildir. Bir yorumcudur ve izinden gidenlerin de tercihidir. Ayrıca Gazali'nin küfürle itham ettiği filozoflar için 3 sebep ortaya atmıştır ki bu sebepler İslam dini içerisinde önemli konularda ortaya konan aykırı(?) fikirlere karşı bir tepkidir. Bir ilmi bilmeden onun eleştirisi yapılamaz diyen bir insanın bu çabası göz ardı edilmemelidir. Dolayısıyla Gazali, felsefeye değil, felsefeyle çıkarılan bir kaç hususa karşı tepkilidir. Gazali kadar Cemaleddin Efgani, Muhammed Abduh, M. Akif Ersoy, İsmail Gaspıralı vs alimlerin çabalarını da göz önüne alsaydınız İslam'ın değil şahısların kendi özkorkularının ilimden uzaklaşmalarına sebep olduğunu görürdünüz. Ayrıca Osmanlı döneminde kurulan enderunlar, medreseler içinde fiziki ilimlere verilen önemi de unutmamak gerek. Zaten müslüman olan bi toplumun ilmî açıdan sonradan yozlaşmasını dinlerine bağlamak taraflı bir bakıştır. Peygamber döneminde esirlere 10 müslümana okuma/yazma öğretmeleri karşılığında özgürlükleri veriliyordu. Hz. Aişe tıp alanında oldukça bilgiliydi. Hz. Ebubekir'in tarih bilgisi değerlendirilirdi. ?Allah içinizden iman edenlerin ve ilim sahiplerinin derecelerini yükseltir.?(mücadele/11) (iman etmek ile ilim ayrı şeyler olarak vurgulanmış. ) ?Kulları içinde ancak bilgi sahipleri, Allah?tan (gereğince) korkar.?(fatır/28) (dikkatinizi çekerim, iman sahipleri ya da müslümanlar (yani İslama vakıf olanlar) denmiyor.) Ve Peygamberin duası: ?Allah?ım, bana öğrettiğin ilimden beni yararlandır, yararlı olacak ilmi bana öğret. İlmimi artır. Her hal üzere Allah?a hamdolsun.? Bu durumda yararsız ilimden uzak durma dışında ilimle ilişkilerimizin gayet açık ve net olduğunu belirtmeme bilmem gerek kalıyor mu? Tarihi kaleme alanlar, işine gelenleri işledikçe bizler bir diğer tarafı hep gölgelerde bırakacağız. Öyle ki gösterilmek istendiğinde dahi onları inkâr edeceğiz. Bu bir metodun getirisidir(?). Ve insanlarla en çok tarih üzerinden oynanır. Olayı türban-laikliğe bağlamanız çok abes duruyor. İlimin dinle ve dinin ilimle bi problemi olmamalı. Bu da iki tarafında aynı olgunluk ve bakışla yaklaşmasıyla olur. Malesef görünen o ki bu hâlâ mümkün değil. Selam ile...
  12. Ah Amerika... Ne de çok üzülür Türkiye'nin felaketlerine... Vefalı dost, ne de güzel uyarmış... Biz en iyisi köşkü, yökü, kamu alanlarını türban(lın)ın başına yıkmaya devam edelim. "Halkın köşkü"(?)nün çehresine zeval gelmesin, halkın suratını/hayatını yamultmaya devam!
  13. Hatırlasaydık ne anlamı kalırdı, cennetten, dünyaya "düşme"nin? Ayetler bu konuda açık. Sözleşme yapılmış. Ve insan kabul etmiş, düşünelim... Ya bu sözleşmede "unutmama rağmen" ibaresi vardıysa? Ayetlerde bu işin ayrıntısına yer verilmemiş ki zaten bu vurgu bu kurala aykırı olurdu. Aksine işaret eden bir ayet bulamadım. Unutmak, hele de tercih edilmiş bir unutmuşlukla hafızayı silmek; kulun sorumluluğunu gidermez. Şartlar açık, meydan serbest. Peygamberler, şeytan ve yardımcıları.. hepsi dünya üzerinde çabalayacaktır. Hepsi hafızası silik bu insanlara bir çağrıda bulunacaktır ve insanlar akıllarını ve diğer duyularını kullanma potansiyellerine göre seçimlerde bulunacak. Bu adil bir mücadeledir. Yaşamak ve yaşamın ardındaki sahneler, bu kadar basit yorumlanmamalı. Selam ile...
  14. İlimden İslam'ı kasdeden kişi bu ilmin merkeziyken kendi yanındakilere neden Çin'i göstersin? Yapmayın lütfen. Osmanlı dönemindeki "Fizan'a giderim" kavramı bir zorluğun aşılması hususunu vurgular ki günümüzcesi "Ay'a çıkarım"dır. "Dağları delerim" vs benzerleri de olsa, bunlar hedefi belirlenmemiş zorlu yoları aşmakla ilgili betimlemelerdir. Biz bilinen hedef etrafındaki uzaklığı tartışıyoruz. Hedef sadece dini ilimler olsa, Peygamber Çin'den önce ilmin o kadar uzaklaşmasını sorgular ve buna engel olma çerçevesinde hadisler söylerdi. Her akımın kendini anlayan ve anlamayan mensupları vardır Sayın BrainSlapper. Ve her önce gelen bu konuda dışlanmayla karşılaşmıştır. Fakat bu durum genelin tutumu yahut o akımın kendi iç prensibi değildir. Hemen hemen hiçbir topluluk bilmediğini ve onu ortaya atanı da kolay benimsemez. Ancak Müslüman ilim adamlarının hepsi böyle bir dışlanmaya mazur kalmışlardır, demek biraz hayalî. Üstelik bu ilim adamları elde ettikleri verileri ortaya koyarken de dinlerinden izleri taşıyabiliyorlardı. Bu da bize onların tavır olarak birer Orhan Pamuk (güzel bi kahraman seçimi, tebrik ederim) olmadıklarını gösterir. Kader olarak Orhan Pamuk benzeri ilim adamlarımız bunu kaderleştiren yığınların maktulüdürler. Biz müslüman olarak dinimizin neyi kasdettiğini anlayabiliyoruz Sayın BrainSlapper, siz anlamamayı tercih ediyorsanız, ancak saygı duyabiliriz. "Kıvırmak" pek saygılı bi kavram olmasa da, belirtmek isterim ki karşı taraf anlamak istemiyorsa, anlatmak için kıvranmak ile doğrudan ayrılıp kıvırmak farklı eylemlerdir. (ki bu tanımlanın kendisi de bu kıvranma eylemine bir örnektir.) Selam ile...
  15. Peygambere "o hiç yalan söylemedi" diyen müşrikler sizlerden daha adaletliymiş. Çünkü yalana başvurmayı bir gereklilik olarak addeden her kişi, bunca baskının, fakirliğin ve zorluğun içinde yalanıyla kendini ele verirdi. Ve inanın müşrikler bu konuda sizden çok daha iyi çalıştılar/ günümüzde de çalışırlardı. Fakat dürüstlükle kabul ettiler ki Peygamber yalancı değildi. O bir kâhin miydi? Nostradamus bir kâhindir. Jeane Dıxon bir kâhindir. Edgar Cayce de bi kâhindir. Çünkü sadece bilinmeyen gelecek olaylardan bilhassa dünyanın sonundan ve felaketlerden haber bulmaya ve bi şekilde ellerinde olanı da halka duyurmaya çalışıyorlardı. Peygamberler gelecekten haber veriyorlar diye bu sınıfa dahil olurlar mı? Bu tıpkı hastalığı, evrelerini anlatıp; reçetenin yanında sakıncalı besinleri ve zararlarını/sonuçlarını da belirten doktora, "aşçı" demek gibi bi şey. sınırlı, yetersiz ve hava kalan bi etiket. Aileleri bölme mevzusu pek bi dramatik ele alınmış. Yurtlarından kovulup aşağılanan, işkence gören müslümanların yanında pek plastik kalsa da bu dram gerçekten ilginç bi vurgu. Her akım, bi üst nesille bi sonraki nesli veya ortak mekanı paylaşan bir grubu ayırabilir. Bu daha çok o akımın hitap ettiği kişilere göre değişir. Bu kadar önemli pek çok konuda yüzyıllarca, yüzbinlerce insanı peşinden sürükleyen bu kâhin aynı zamanda bir deli... Hem yalanlarını büyük bir ustalıkla gizleyen bir sivri zeka hem deli... Hem gençleri sömürecek kadar ustaca konuşuyor, aileleri bölüyor, hem deli... Hem usta bir şair, hem deli... Kabul etmelisiniz ki böyle bir deliye ancak dahi denebilir. Ve o delilikleri anlayacak bi potansiyele ulaşmaya çalışmalı. Kuran sırf şiir olamayacak kadar dolu, zengin ve anlamlı. Şiirselliği ve sanatsal işlenişi edebiyata düşkün ve şiirle üstünlük taslayan Arap elitlerine bir resttir. Bunca anlamı şiirleştirin bi benzerini aynı zengin sanat ve içerikle siz yapın, mealindeki tavır da bunu destekler. Selam ile...
  16. Kendin pişir kendin ye, metodu hâlâ revanşta demek. İslam'ın ilimden kasdı salt dinî ilimler değildir. Öyle olsaydı Batı'ya yol gösteren müslüman alimlerimiz olmazdı. Kaldı ki Peygamber döneminde Çin'de ne gibi bir İslamî ilim olabilirdi de böyle bir işarete ihtiyaç duydu Peygamber? İslam dininde ilim öğrenmek farzdır. Alıntıladığınız bölümde vurgulanmak istenen öğrenmenin farz oluşudur. İslamî ilimleri öğrenmek herkes için kaçınılmaz bir gerekliliktir. Diğer ilimleri öğrenmek imkânı olan müslümanlara farzdır. Malumunuz günümüzde ilim imkânsızlığı diye bi problem kalmadı sayılır. Bu nedenle iki merkezli ilim de her müslümana farzdır. Saygılarımla...
  17. Bir geri adım. Allah muvaffak eylesin. Saygılarımla. . .
  18. O halde size şunu söylemem gerekiyor, sorular tasavvuf yolunda geçilmemiş önemli bir dönemin kalıntılarıdır. Tasavvufta soru soru ilerlenmez. Tevekküle dayalı gözlemlerle ilerlenir. Hatta şüphe merkezli soru sormak tasavvufun adabına sığmaz. Yaşayan bir mürşidiniz yoksa -ki sanırım yok- tasavvufun içine girmeniz oldukça zor. Mevlana, Yunus, Beyazıt-i Bistami vs alimler size kitaplarıyla tasavvuf yolculuğuna dair çok şey veremezler. Çünkü herkes nasibince "yol"lanır ve herkesin yolculuğu başka nimetler içerir. Bu Allah ile kulu arasındaki özel bir sistemdir. Mürşid adabı ve kapıları gösterendir. Tasavvuf sırlar alemidir. Bilgiler, Mürşid-mürid arsında zamanla, müridin çabaları ve başarısına oranla aktarılır. Her ifşa olan ifşa edilmez, her bilinen söylenmez. Emine Işınsu'yun 'bir ben vardır bende benden içeri" adlı kitabını okudunuz mu, bilmiyorum. Yunus Emre'nin hayatını kaleme almış yazar. Bir müridin hâlleri ve emekleri göz önüne seriliyor. Tasavvufta sırlar da böyle ifşa olmuş oluyor. Ve bu arada Tasavvufta derinliğin ziyadesi yoktur. Muvaffakiyette de öyle. Konuya dönecek olursak eklemek istediğim son bi cümle var: Allah her yere vakıftır; fakat mekânla muhatap değildir. Saygılarımla...
  19. Rab, yarattıklarına benzemez. "Hiçbir şey O'nun dengi ve benzeri değildir" Bu ayet onu maddeden ayırır. Benzersiz ve tektir. Bu da O'nu tasavvur etmemizi zorlaştırır. Her hangi bir şekil veya renkten münezzeh bir Rab tahayyülü kurmanız mümkün mü? Allah'ı düşünmek günah değil. O'nu tüm noksanlıklardan, kötülüklerden ve çirkinliklerden gayrı düşünebilirsiniz. Bunda bir beis yok. Ama aklınızda kurduğunuz bu şekle/hayale vs'ye "kesinlikle Allah budur" demek hatadır. Bu şekli başkalarına empoze etmeye çalışmak da günahtır. Allah'ı yalnızca kendi bilir. Biz onu anlamaya ve bilmeye çalışırız. Ve aslında bu sebeple her inananın Rabbi bir diğerinden farklılık arz eder. Kimi daha çok merhametli düşünür kimi ilmine takılır kimi adaletine kimi kudretine... Odaklanmalar farklı, algılama ve yaşamın getirisi/götürüsü bakışlar farklı... "Kulumun zannı üzereyim" der, Allah. İslam'daki ince husus, zihnimizi Allah'tan soyutlamamak ve Allah'ı zihnimizle sınırlamamaktır. Yukarıda Allah'ın şekli üzerine açıklamalarda bulundum; şimdi şeklinin ötesinde eylemleri ile varlığını ortaya koymaya çalışacağım. Mekân ve zaman kullara ait kavramlardır. Bir atölyede raflar usta için değildir. Üretilen malzeme içindir. Modayı da zaman olarak algılarsak, bu da ustanın değil; ürettiği ürünlerin ömrüyle alakalıdır. Yaratan ve yaratılanlar nitelik ve nicelik olarak farklıdır. Fakat ayrılar mıdır? Tartışılan husus bu. Allah gören ve işiten olarak her an kuluyladır. Koruyan ve gözeten olarak da kuluyladır. Ancak, Allah olarak, Yaratıcı-İlah ve Rab olarak kulundan ayrıdır. Allah'ın isimlerinin/ sıfatlarının ayrı ayrı vurgulanması hususu dikkatinizi çekmişse bu noktaya varmış olmanız gerekir. Vahdet-i Vücut, felsefî bi akım değildir. Sayın Restpektif'in de değindiği "tecrübî bilgi"lerden oluşmuş bir bakıştır. Tasavvuf içindedir ve tasavvuf yaşanıp; anlatılamayan, hissedilen fakat kelimelerin yetersiz kaldığı bir deneyim okuludur. Kavramlar mantığa aittir. Tasavvufun yolu, bir süre sonra, mantıktan ve akılcılıktan kesin çizgilerle ayrılır. Ve kendi derin, girift ve tecrubeye dayalı mantığını kurar. Bu nedenle dışarıdan çelişik ve mantığa aykırı görülen pek çok ifade tasavvufun kendi sistemi içinde sağlam ve düzenli bir yolun izlerini gösterir. Bu nedenle tavsiyem, eğer tasavvufî yolu seçmişseniz; mantığınızı azık torbanızdan çıkarın. Yok eğer dışarıdan çözmeye çalışıyorum diyorsanız, içine girmeden anlamayacağınızı bilin. Saygılarımla...
  20. Sanırım uzlaşamadığımzı nokta şu; Siz ebedî azap fikrine takılıp, İlahî Varlığın böyle bir zulüm(?)de bulunamayacağınız savunuyorsunuz; Biz de Allah'ın sonsuz azap vermeye muktedir olduğunu ve bunu hak edenleri (ki bu kişileri sadece Allah bilir) adaletle belirleyeceğini fikrini savunuyoruz. Bazı suçlular bi kaç yıl ceza alır, bazıları müebbet yer. Bazıları idam edilir, bazıları tahliye... Bu günümüzün ve kültürümüzün getirdiği bi ceza sistemidir. Adaletli midir, bence değil! Beden bütünlüğüne zarar vermeyen ceza yasaları herkesin kabul ettiği, benimsediği, ezberletilmiş ve bunlardan dolayı gerekli gördüğü bir sistemdir. İşlenen suçları, topluma, aile yapısına ve etkilediği sürece verdiği zararlarla göz önüne aldığınızda bu cezalar yetersiz kalıyor. Her af çıktığında suç oranının bi anda artması, gençlerin suça daha kolay atılmaları, aynı suçtan defalarca hapse giren insanların aynı suçtan vazgeçmemeleri, mağdur insanların suça meyletmesi, toplumsal huzurun ve güvenin sarsılması, bu cezaların basit, yetersiz olduğunu, caydırıcı veya ıslah edici bi yönünün olmadığını bizlere apaçık gösteren önemli delillerdir. Kusura bakmayın, medeniyet bu hâliyle sadece "ne yaparsan yap, yanına kârdır" felsefesine hizmet eden bir mağduriyet kentidir. Saygılarımla...
  21. Allah her yerdedir ------------------------> O'nu her yaratılanda (hikmet, güzellik ve ilim olarak) görebilir/okuyabilirsiniz. Allah hiçbir yerde değildir ----------------> Hiçbir şey O'nun dengi ve benzeri olamayacağı için hiçbir şey O'nu temsil edemez ve O hiçbir kuluna kendini (fiziki(?) olarak) ifşa etmez. Allah şah damarından yakındır ----------> Kulunu bilen ve takip edendir. Onun her soluğunu bilir, içinden geçeni ve bilinç altını da okur. ~ Teşbihte kusur olmasın; kişi sevdiğinden ayrıldığında onun temas ettiği/ etmediği veya onunla alakalı her şeyde onu hatırlatacak bir iz/işaret görür. (bkz. aşk şarkıları) Bu o kişinin sevdiğini her yerde görmesine sebep olur. Fakat bu görüşlerin hiçbiri ayrıldığı sevgilisini orada var kılmaz. Bu durumda sevgili her yerdedir. Fakat aynı zamanda görüldüğü her yerin dışında bir yerdedir. ~ Allah'tan geldik ----------------------------> Sebebimiz/ vesilemiz ve yaratıcımız O'dur. Bizimle ilk yaratılışta; alem-i ervahta beraberdi. Allah'a döneceğiz --------------------------> Sonuçlarımızı adaletiyle belirleyecek olan O'dur. Dünyadayken ayrı kaldığımız beraberliğe ahirette yeniden kavuşacağız. Allah'ın yapı(?)sı şuan için bizlere snulmamış bir bilgidir. Ayetler bizi, O'nu karakteristik olarak tanımamız doğrultusunda bilgilendiriyor. Fizik/yapı hususunda anlamayı kolaylaştıracak benzetmeler dışında pek belirleyici bi tanım yoktur. Ki zaten kullarının O'nu tahayyül edemeyeceği apaçık vurgulanmıştır. Yani bize bu konuda herhangi bir kapı aralanmamış. Demek ki Allah, bizim O'nun şekli üzerine veya fiziki mahiyeti üzerine kafa yormamızı pek de istememiş. Müslümana düşen Rabbine saygı ile iman etmesidir. Ve bunda da Rabbinin, ilim ve hikmetle dolu, bir kararı olduğuna inanmasıdır. Saygılarımla...
  22. Bazen sonuçlar her şeyi açıkça ortaya seriyor. Hangi haberde "radikal İslamCI" lafı işitsem ertesi gün İslam'a ve müntesiplerine bir sürü eleştiri yağıyor. Zemini hazırlayanlar "radikal İslamCI"lar. Bu zeminde at koşturanlar "radikal İslamCI"ların en sevmediği (?) kesimler. Üstelik defalarca aynı zemin aynı zenginlikte(!) aynı kitleye cömertçe sunuluyor. Amerika'da düzenlenen pek çok katliam girişimlerini de "radikal İslamCI"lar yapmış. İşin ilginç yanı buna ülkem aydınları(?) bir bir onay verirken ve hatta bu İslam bombardımanına sevgiyle(?) kucak açarken; Amerikalıların tüm dünyaya duyurdukları filmlerde bu işlerin böyle olmadığı, işi Amerika'nın bizzat kendine yaptığı vurgulandı. Yıllardır Irak'ı işgal altında sömüren Amerika veya İngiltere'ye hiçbir "radikal" etiketi yapıştırılmaması da ilginç. (radikal emperyalist, radikal petrolcü vs) Asıl takıldığım husus biz bize yapıştırılmaya çalışılan bunca sıfatı (radikal, ılımlı, postmodern vs) bu kadar kolay ve çabuk benimserken; neden onlara aynı şekilde bakamıyoruz? Vurguladığınız isimlere ek olarak, Rasim Özdenören'i de belirtmek isterim. Günümüz yazarlarından önemli bir müslüman düşünür... Saygılarımla...
  23. Ele aldığımız bir dinse düşünce özgürlüğü tartışılır. İslam'da kul düşündüklerinden mesul değil, fakat inandıklarından ve amellerinden mesuldur. "Sorumluluk" sahibi olmak özgürlüğün sınırlanması olarak da algılanabilir, kendi özgürlüğünü tayin etmek olarak da algılanabilir. Dünyada sorumluluksuz (özgür) yaşamak mümkün mü, bu da ayrı bi tartışma mevzuu. Din seçiminde de zorlama yoktur, çünkü İslam dini imanın kalbî bir amel olduğunu belirtir. Zorlamayla kalp şekillenemeyeceği için ve gerçek iman elde edilmemiş olduğu için, din seçtirilmez. Bu mantıksız ve ilkel bir yöntemdir. Fakat "dinde zorlama yoktur"u "seçtiğiniz her dinde hakkı bulursunuz" mealinde algılamamak gerek. İslam dini yegâne hak dindir. Onun dışındaki dinleri veya akımları seçenler kendilerine zulm etmişlerdir. Ve böylece Rablerine de ihanet etmişlerdir. Siz de takdir edersiniz ki din "doğru olan"ın iddiasıdır. Doğru da yegânedir. Yanlış seçimler ve bu seçimlerin akabindeki yanlış eylemler karşılığını alır, tıpkı doğru eylemler gibi... Tarafsız, bizim dinimizde Allah adalet, ilim ve merhamet sahibidir. Adaletinin içinde kahrettirici sıfatı da vardır, lütuflandırıcı sıfatı da vardır. Biz bu nedenle O'nun her şeyin en doğrusunu ve en güzelini yapacağına inanıyoruz. Bu bakımdan cehennem cezaları asla zulüm olarak nitelendirilemez. Tıpkı cennet mükafatlarının kayırmacılık olarak sıfatlandıralamayacağı gibi. Bu yanlış eğitimn sonucudur. Kuran'da cennet ve lütufa dair çok daha fazla vurgu varken akılları sürekli cehenneme yönlendiren tuhaf bir sadist sistemi güdenler var. Fakat bu İslam'ın değil kişilerin gösterdikleri din eğitimidir. Eksiktir, yanlıştır ve vebal getirir. Anlayacağınız İslam da böyle bir bilinçlendirmeyi kabul etmiyor. En sevdiğim hadislerdendir "kolaylaştırınız; güçleştirmeyiniz, sevdiriniz; nefret ettirmeyiniz". İşte bizim eğitim metodumuzun ana misyonu budur. Diğerleri kişilerin psikolojileri ile alakalı hatalardır. Size katılıyorum. Vahşet zaten Yaratıcıyla uyuşmayan bir niteliktir. Bakış açılarımızdaki nüans farkı kelimelerimizin ve çıkardığımız sonuçların da farklı olmasına neden oluyor. Bir idam kararı birileri için vahşet, insanlık ayıbı olarak nitelendirilebilir. Ama bu o eylemin haksız ve zulüm sebebi olduğunu göstermez. İdamın kültürlere ve zamanlara göre farklılıkları işlenen aynı suçların farklı farklı karşılık bulmasını da göze alınız. Asıl ceza nedir, ne olmalıdır, adalet nasıl sağlanmalıdır, bunların hepsi çözülmemiş problemlerdir. Cezanın büyüklüğü sizi bu yargıya götürüyor olmalı. Dediğim gibi bizim inancımızda Allah adil ve merhamet sahibidir. "Rahmetim gazabımı geçti" der Rabbimiz. Bu sebeple hiçbir haksızlığın, zulmün ve adaletsizliğin olmayacağına inanmak biz müslümanlara çok kolay. Tekrar vurgulamak istiyorum. Şimdiden cehennemlikleri belirlemek ve cezalarını ortaya koymak bizim haddimizin ve bildiklerimizin ötesindedir. Bu nedenle bu cezalara ve ecirlere kimin sahip olacağını kesin olarak sadece Allah bilir. Gerisi faraziyedir. Saygılarımla...
  24. Uzun zamandır böyle güzel bi makale okumamıştım. Çok teşekkür ederim Sayın Restpektif. Her türlü akımın ve dinin kaderidir, müntesipleri tarafından şekillendirilmek. Bi kaç kelime alıp gerisini kendi lisanımızla doldurduğumuz inançlar daha çok bizi anlatır. Bu nedenle her türlü akım ve inancın yegâne temsilcisi onun kurucusu, mimarı veya peygamberidir. Bize bulunduğu akımı anlatan tek otorite onlardır. İslam eleştirilirken ele alınan kavramlar, İslam içinde değil de daha çok dışında ele alınır. Hatta çoğu kez içine girmemişken... Kadının örtünmesi, ev mesuliyeti ve diğer sorumluluklarını günümüz kültürünün yargılarıyla ele almak şüphesiz şiddetli eleştirilere sebep olmaktadır/olacaktır. Bu da bir diğer "anlama" problemidir. Bir bitkiyi kendi eko sistemi dışında ele alırsanız muhakkak ki o bitkinin ihtiyaç ve gerçek yaşam şartlarını ortaya koyamazsınız. Bu sistemin kendi içinde o bitkinin görevleri, yaşama standartı ve bağlantılı olduğu diğer canlı-cansız ortamlar mevcuttur. Kavramlar da böyledir. Kendi eko sistemi içinde ele alınmalıdır. Zaten bu forumda birileri içeriden birileri dışarıda olmaktan dolayı bir diğerinin dediğini ya anlamıyor, ya anlamak istemiyor veya doğruluğuna inanmıyor. Lafı çok uzattığım farkındayım. Aklıma takılan ana problemdi bu. Kadın mevzusu bahsettiğim anlayış hatalarının en başta gelen konularından biri. Bi kesim kendi kültürünü din olarak empoze etmiş ve kendi dinine yabancılaşmıştır, diğeri ise dini ele alırken çoğunlukla kültürleri eleştirdiğinin farkında bile değildir. Ama bu konuyu çağdaş mantık(?)la kilitleyen ana unsur çağımızın ahlaka ve diğer temel duygulara bağlı akıldan ziyade menfaat ve nefsî akla ram olmuş olmasından kaynaklanıyor. Tekrar teşekkür ederim. Bu konunun takipçisiyim. Saygılarımla...
  25. Kul ile Allah arasındaki ilişkiyi, Allah'tan başkasının bilmesi olanaksızdır. İnsan amelleri ve düşünceleri yer yer çakışan, yer yer alakasız tutumlar sergileyen bir varlıktır. Bu durumda biz dışarıdakilerin kişinin iç ameliyesini ve inancını yorumlaması pek de isabetli sonuçlar doğurmaz. Bizim inancımızda bir kudsi hadiste Allah buyuruyor ki "kulumun zannı üzereyim". O halde bırakalım her kul kendi içtenliği ile Allah'a yönelsin. Hükmünü de biz değil Allah versin. Cehennemlikleri belirlemek bize düşmez. Haddimiz ve bilgimiz dışındadır. Cehenneme gelince... İnsanların hayatla birlikte mesuliyetleri vardır. Mesuliyetlerini sorumsuzca ve zalimce harcayan, kendilerine, başkalarına veya dünyaya zulmeden insanların yargısız ve cezasız kalması adalete sığmaz. Cehennem ve azap inançlı toplumların düzen dinamiğini koruyan bir kavramdır. Ahretteki versiyonunu tam olarak bilmiyoruz. Bi kaç betimleme ile kalkıp hem cehennemlikleri hem de cehennemi ele almak sanırım bol vakti olan insanların oyalanma hamuru olur ancak. Ayrıca unutmayalım ki ceza kavramı ile zulüm ya da işkence kavramları arasında keskin sınırlar vardır. Bi de merak ediyorum, inanmayan arkadaşlar neden cehennemden bu kadar gocunuyorlar? Bunları fantastik bi hikâye olarak dinleyip geçmeleri, kendileri için daha anlamlı olmalıydı.

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.