Zıplanacak içerik

karandiu

Φ Üyeler
  • Katılım

  • Son Ziyaret

karandiu tarafından postalanan herşey

  1. Başka şeylerden bahsetmiyorum bilakis özünden bahsediyorum nüansı kaçırdın galba..Biraz detay gerekli sanırım Kur'anı emir ve yasaklarda detaylandırmaya gerek yoktur kendi içinde zaten detay gerektiren yarlerde detayı vurgulamıştır örnek; Ey Muhammed! Sana şarap ve kumardan soruyorlar. De ki: Bu ikisinde büyük bir günah, bir de insanlar için bazı menfaatler vardır. Fakat günahları, menfaatlerinden daha büyüktür. burada şarap ve kumarın günah olduğu bildirilmekte detaya gerek varmı ? yok.. Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, (taş, ağaç vb. ile) vurulup öldürülmüş, yukarıdan yuvarlanıp ölmüş, boynuzlanıp ölmüş (hayvanlar ile) canavarların yediği hayvanlar -ölmeden yetişip kestikleriniz müstesna- dikili taşlar (putlar) üzerine boğazlanmış hayvanlar ve fal oklarıyle kısmet aramanız size haram kılındı. Bunlar yoldan çıkmaktır. burada da detaylımı ? Zinaya da yaklaşmayın, çünkü o pek çirkindir ve kötü bir yoldur. Buradaki ayet dikkat edersen zina yapmayın demiyor yaklaşmayın diyor yani zinayı oluşturabilecek her türlü ortamdan düşünceden kendinizi engelleyin anlamı çıkıyor yaklaşmayın kelimesi bir detaydır.. İşin özü "ayetleri böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz." daki maksat ta burada Allah kur'anda her türlüsünden örnekler vererek bizleri bilgilendirmekte,ahiretteki sorgusunda İndirdiği Kitaptan bizlere bildirdiklerinden başka bir şeyle sorgulayacak olması tabiki de düşünülemez.. gelelim detay detayı doğurur hikayesine.. ''Sana desemki eline 1 kağıt parçası al ve karşı duvara varacak şekilde at, hedefine vardırmak için bunu nasıl atarsın ? ister buruşturur atarsın istersen içine taş koyup ağırlık yaparak atarsın sonuçta amaçta kağıt parçasını duvara ulaştırmak vardır.ama desemki kağıt parçasını şeklini bozmadan aracı bir şey kullanmadan duvara at dediğimde detayları anlamış olursun öyle değilmi..?'' burada istersen biraz daha detaya girelim bakalım ne olacak.. soru:Bizden atmamız istenen kağıt ne kadar büyüklükte ? kağıt beyazmı renklimi ? ne renk ? kağıt çizgilimi ? kağıt kalitesi nedir? kağıt kalınlığı nedir? kağıt pütürlümüdür düzmüdür? kağıdı atış şekli nasıl olmalıdır? kağıt hangi el ile atılmalıdır? vs. bunlar çoğaltılabilinir... amaç neydi kağıdı duvara atmak biz asıl olan amacı bıraktık detaylara takılıp boğulduk öyle değilmi..?
  2. İşte bu yüzdendirki Kitapta bildirlen herşey "ayetleri böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz." ki sonradan ; “Kitap, yalnız bizden önceki iki topluluğa (yahudilere ve hıristiyanlara) indirildi. Biz onların okumalarından habersiz idik” demeyesiniz, yahut, “Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz, diye bu Kur’an’ı indirdik. İşte size Rabbinizden açıkça bir delil, bir hidayet ve bir rahmet geldi. Artık Allah’ın âyetlerini yalanlayan ve (insanları) onlardan çeviren kimseden daha zalim kimdir!? İnsanları âyetlerimizden alıkoymaya kalkışanları, yapmakta oldukları engellemeden dolayı azabın en kötüsü ile cezalandıracağız.
  3. Sana desemki eline 1 kağıt parçası al ve karşı duvara varacak şekilde at, hedefine vardırmak için bunu nasıl atarsın ? ister buruşturur atarsın istersen içine taş koyup ağırlık yaparak atarsın sonuçta amaçta kağıt parçasını duvara ulaştırmak vardır.ama desemki kağıt parçasını şeklini bozmadan aracı bir şey kullanmadan duvara at dediğimde detayları anlamış olursun öyle değilmi..? , Dinde yargılamayı Allah yapar neye göre yapacak ? tabiki indirdiği kitaba göre, Senin hakim yargılama yaparken neye göre yargılıyor? yapılan fiilin suç teşkil edip etmediğine göre,bu nerde bildiriliyor kanun kitabında, cezası nasıl veriliyor ? yine kanun kitabında ki hükümler gereğince..
  4. Amerikayı keşfetmeye gerek yok ki..Bilim adamları incelemişler ispat etmişler şimdi sana proteinin tesadüf olarak ortaya çıkmadığını kanıtlamam için bilim adamı mı olmam lazım ? çalışmalarımı burada yayınlamam mı gerekiyor ki senin tartıştığın kişinin sözü geçerli olsun (burayı bir yerden hatırlıyorum sanırım keza bilimi savunan sizdiniz..bilimsel döküman koymak neden rahatsızlık verdi anlamadım.. Konu ne? Allah yoktur.. Bilimsel olarak canlı yaşamının temeli proteinin bile tesadüf olmadığı ispatlanıyormu? Evrenin muhteşem bir ahenk içinde olduğu ispatlanıyormu ? Bütün bunlar Bilimsel sonuçlara dayanarak Tesadüf olma olasılığı olmadığının göstergesi değilmi ? ve bunların İnsan olgusu için olduğunun işareti değilmi ? İlahi bir kudretin varlığı 1400 küsur sene önce indirlen bir kitapta bahsediliyor ve daha önce indirilen kitaplarda.. bu İlahi varlığa ister Allah de ister Yaratıcı istersen Tanrı de ama bu İlahi varlık sizide kainatıda ben yarattım diyorsa ve sen hayır diyebiliyorsan karşı tezi Bilimsel olarak ortaya koyacak olan sensin keza ortada bir iddia var ve bu iddiaları ortadan kaldıracak hiç bir bilimsel kanıt yoktur.. Bizim en büyük delilimiz Kur'andır ve orada Allah meydan okuyor; De ki: Andolsun, bu Kur'an'ın bir benzerini ortaya koymak üzere insü cin bir araya gelseler, birbirlerine destek de olsalar, onun benzerini ortaya getiremezler. meydan okumaya karşılık ispat gerekir..Allahın varlığını görmek için sadece fiziksel görme duyusu gerekmez bu bilimsel olarak fotosentez olayına bakarakta anlayabilirsin..Bütün bilimsel işaretler onun varlığını işaret ediyor aksi olarak tesadüfi diyerek bilimsel bir açıklama olmaz.. O zaman biz neyi konuşuyoruz.. Sorunun cevabına gelirsek, evet her ikiside mevcuttur aksi olsaydı adaletsizlik olurdu şöyleki; Şeytanı göremiyoruz lakin bu ayette bize nüfuz ettiği bildiriliyor.. 7:17 - "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." 4:120 - Şeytan onlara vaad eder ve onları boş umutlarla oyalar. Oysa şeytanın onlara vaadi, aldatmadan başka bir şey değildi 20:120 - Nihayet şeytan ona vesvese verdi. Şöyle dedi: "Ey Âdem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi?" 50:16 - Andolsun insanı biz yarattık ve nefsinin kendisine fısıldadıklarını biliriz. Ve biz ona şah damarından daha yakınız 114:4 - O sinsi vesvesecinin şerrinden. 114:5 - O ki, insanların göğüslerine vesveseler fısıldar. Görünmez bir düşmanla nasıl baş edilebilinir..? İlahi bir güçle 8:43 - Hani o vakitler Allah sana uykunda (rüyanda) onları az gösteriyordu. Eğer Allah sana onları kalabalık gösterseydi korkacaktınız ve savaş konusunda anlaşmazlığa düşecektiniz. Fakat Allah böyle bir şeyden sizi uzak tuttu. Çünkü O, gönüllerde yatanı da bilir. Allah kendi katından bir güven işareti olarak sizi hafif bir uykuya daldırmıştı. Sizi arıtmak, sizden şeytan vesvesesini gidermek, kalblerinizi pekiştirmek ve sebatınızı artırmak için gökten size su indirmişti. İyi ve kötü olgusunda şeytan kötüleri vesvese vererek azdıracak iyi taraf ilahi güçten mahrum kalacak bu adil olurmu? değiştirme hususuda buradandır sonuçta savaşın seyri değişmiştir.. Peki Allah herşeyi biliyor ve herşeyi değiştirebiliyorsa bu özelliklere sahipken bizimle oyun mu oynuyor? diye de sorabilirsin.. Biz, insanların hangisinin daha güzel amel edeceğini deneyelim diye yeryüzündeki her şeyi dünyanın kendine mahsus bir zinet yaptık... Her nefis ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilikle deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz. Yoksa siz, kendinizden önce gelip geçenlerin hali (uğradıkları sıkıntılar) başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız? Onlara öyle yoksulluklar, öyle sıkıntılar dokundu ve öyle sarsıldılar ki, hatta peygamber ve beraberinde iman edenler: "Allah'ın yardımı ne zaman?" derlerdi. Bak işte! Gerçekten Allah'ın yardımı yakındır.. Buradaki ayetlerde bir vaad vardır ''Cennet'' buna ulaşmanın yoluda Allahı tanımak emir ve yasaklarına uymak sabretmekten geçmektedir.Aynı bizim dünyada bir şeyi elde edebilmek için verdiğimiz mücadele ve sınavlar sonucunda da aldığımız ödül..farkı yok gibi ne dersin..
  5. Burada AZDIRMA fiili geçmekte asıl olan sorgulanması gereken bunun nasıl oluşu.. 7:11 - Sizi yarattık, sonra size biçim verdik, sonra da meleklere: "Âdem'e secde edin" dedik; hepsi secde ettiler, yalnız İblis, secde edenlerden olmadı.. 7:12 - (Allah) buyurdu: "Sana emrettiğim zaman, seni secde etmekten alıkoyan nedir?" (İblis): "Ben, dedi, ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın." 7:13 - (Allah) buyurdu: "Öyleyse oradan in, orada büyüklük taslamak senin haddin değildir. Çık, çünkü sen aşağılıklardansın 7:14 - (İblis) dedi: (Bari) bana (insanların) tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver." 7:15 - (Allah) buyurdu: "Haydi sen süre verilmişlerdensin." 7:16 - "Öyleyse, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." 7:17 - "Sonra (onların) önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen, çoklarını şükredenlerden, bulmayacaksın." 38:75 - Allah: "Ey İblis! O benim kudretimle yarattığıma secde etmene ne engel oldu? Kibirlenmek mi istedin? Yoksa yüksek derecelerde bulunanlardan mı oldun?" dedi. 38:76 - İblis dedi ki: "Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın." buradaki kırmızı işaretler sana İnsanoğlunda olan bir şeyi hatırlattımı ? KİBİR Allah insan özelliği olan Kibri şeytana sonradan vermiş burada seçimi şeytana bırakmış ya emrolunduğu gibi ya secde edecek veya kibirlenecek aynı bizdeki gibi.. Asıl olan Din neyi emredip neyi yasaklamakta bunun sorgusu değilmi? Din Kötülüğü emredip İyiliği mi yasaklıyor ? Allahın varlığı bilimsel olarak yukarıda bir nebze açıkladık,Bilim binlerce yıldır var olan evrendeki olayların bazılarının ispatını gerçekleştiriyor yani olmuş,olan,olmaya devam eden.Bu ispatlar sonucu çıkan tek şey muazzam bir düzenin var oluşu bu sistematik düzen İnsanoğlunun yaşaması için gerekli olan herşeyin olması gerektiği gibi oluşu ne eksik ne fazla,şimdi bilimsel baktığında bunların tümüne nasıl olurda tesadüf diyebiliriz..? Protein oluşumunun bilimsel açıklaması karşısında tesadüfün imkansız olduğunu Bilim söylemekte.. Olasılık hesapları, tasarım ile tesadüf şıklarından hangisinin daha tutarlı olduğunu anlamamız için bize objektif matematiksel veri sunmaktadır. Proteinlerin yapısı, olasılık hesaplarının kolayca uygulanmasına olanak tanımaktadır. Her canlı hücre proteinlerden oluşur. Proteinler gerek enzim olarak gerek diğer vazifelerle hücrelerdeki faaliyetleri gerçekleştiren temel birimlerdir. Hücre ile fabrika arasında kurulan analojide, proteinler makineye karşılık gelmektedir. Proteinler amino asitlerin arka arkaya gelmesiyle oluşurlar. Canlı bünyesinde 20 tane amino asit kullanılarak protein oluşur. Bu 20 amino asidin belirli bir sırada olması proteinin oluşması için mutlak şarttır. Amino asitlerin arka arkaya rastgele gelmesiyle oluşan proteinoitler ile hücrede belirli bir vazifesi olan proteinler arasındaki fark çok büyüktür. Amino asitler sol-elli ve sağ-elli amino asitler olarak ikiye ayrılır. Amino asitlerin rastgele bileşimi olan proteinoitler, her iki tür amino asitten oluşuyorken, proteinler sadece sol-elli amino asitleri ihtiva ederler. Bundan daha önemlisi proteinler belirli vazifeyi yapmak için belirli bir dizilimde olmalıdır. Ortama belli bir enerjinin verilmesiyle amino asitlerin proteine dönüşme olasılığı, dinamitle patlatılan tuğlaların üst üste düşerek bir ev oluşturması kadar düşüktür.16 Canlılarda 55 amino asidin arka arkaya gelmesiyle oluşan Ferrodexin (Clostridium pasteurianum’da bulunur) proteini gibi kısa sayılan proteinlerin yanı sıra 6049 amino asidin arka arkaya gelmesiyle oluşan Twitchin (Caenorhabditin elegans’da bulunur) proteini gibi uzun proteinler de vardır.17 Olasılık hesaplarına örnek olması için insan vücudunda bulunan, 584 amino asitli orta büyüklükteki Serum Albumin proteinini ele alalım. Bu proteindeki amino asitleri sırf sol-elli olmasının olasılığı şöyle hesaplanır: Bir amino asidin sol-elli olma olasılığı: ½ İki amino asidin sol-elli olma olasılığı: ½ x ½ Üç amino asidin sol-elli olma olasılığı: ½ x ½ x ½ 584 amino asidin sol-elli olma olasılığı: (½)584 Ayrıca tüm amino asitler, protein zincirindeki diğer amino asitlerle birleşmek için peptid bağı denilen kimyasal bir bağ kurmak zorundadırlar. Oysa doğada, amino asitler arasında kurulabilecek başka kimyasal bağ türleri de vardır; peptid bağlar ve diğer bağlar kabaca eşit ihtimalle kurulur. 584 amino asitli Serum Albumin proteini için 583 tane peptid bağı gereklidir. Bunun olasılığı şöyle gösterilebilir: İki amino asidin peptid bağıyla bağlanma olasılığı: ½ Üç amino asidin peptid bağıyla bağlanma olasılığı: ½ x ½ Dört amino asidin peptid bağıyla bağlanma olasılığı: ½ x ½ x ½ 584 amino asidin peptid bağıyla bağlanma olasılığı: (½)583 Bu tek proteinin amino asitlerinin, sırf sol-elli olması ve de peptid bağı yapmasının olasılığı ise şöyledir: (½)584 x (½)583 = (½)1167 (Yaklaşık) (1/10)351 Bu olasılığın tesadüfen gerçekleşmesinin matematiksel olarak imkânsız olduğunu şöyle düşünerek anlayabiliriz: Evrendeki 1080 proton ve nötronu, fotonlarla ve elektronlarla toplarsak 1090‘dan küçük bir sayı elde ederiz. Evrenin yaşı olan 15 milyar yıl x 365 gün x 24 saat x 60 dakika x 60 saniye = 473.040.000.000.000.000 saniye; evrenin başından şu ana kadar geçen zamanı ifade eder. Bu sayıya yuvarlak olarak 1018 saniye diyebiliriz. Bu iki sayıyı çarparsak 1090 x 1018 = 10108 eder. Bu sayı, evrendeki her proton, nötron, elektron ve foton, evrenin her saniyesi bir deneme yapmış olsalar, oluşacak deneme sayısıdır.19 Saniyede yapılan denemeleri en yüksek kimyasal hız olan 1012 (bir trilyon) olarak alırsak; 10108 x 1012 = 10120 eder, oysa 584 amino asitli bir proteinin sırf sol-elli amino asitlerden kurulu olması ve peptid bağı oluşturması gibi basit iki aşamanın oluşma olasılığı 10351‘de 1′dir. Bu, bütün uzayın elektron, proton, nötron ve fotonlarının her biri canlılardaki 20 amino asitten birine dönüşselerdi ve evrenin oluşumundan itibaren her biri saniyede 1012 deneme yapsalardı bile; tek bir 584 amino asitli proteinin amino asitlerini, sol-elli olarak oluşturmaya ve peptid bağı yapmaya imkân bulamayacaklarını gösterir. Bu sonuç gerçekten çok ilginçtir. Kopernik devrimi ile dünya, evrendeki merkezi yerini kaybetmiştir ama dünyamızda ancak mikroskopla görülebilen bir canlıda bile binlercesi olan proteinlerin tek bir tanesinin en sıradan özelliklerinin tesadüfen ortaya çıkması için tüm evrenin tüm maddesini seferber etmemiz bile bu proteinin nasıl oluştuğunu açıklamaya yetmemektedir. Biyolog Steven Rose, daha basit bir proteini amino asit dizilimleri açısından ele almakta ve bu proteinin amino asit uzunluğunda 10300 olası form olabileceğini, bu olası formlar gerçekten var olsalardı ağırlıklarının 10280 gram olacağını; oysa evrendeki tüm maddenin tahmini ağırlığının 1055 gram olduğunu söyler.20 Bu da belirli bir proteinin tesadüfen elde edilmesinin ne kadar imkânsız olduğunu gösterir. Proteinlerin amino asitlerinin doğru sırada olması protein açısından hayati öneme sahiptir. Serum Albumin proteini için bunun olasılık hesabı şöyledir: Bir amino asidin doğru yerde olma olasılığı: 1/20 İki amino asidin doğru yerde olma olasılığı: 1/20 x 1/20 Üç amino asidin doğru yerde olma olasılığı: 1/20 x 1/20 x 1/20 584 amino asidin doğru yerde olma olasılığı (1/20)584 (yaklaşık) (1/10)759 Proteinlerin amino asit dizilimlerinde belli bir bölgenin aktif taraf olduğu, bu yüzden bu bölgenin dışındaki amino asit değişimlerinin önemsenmemesi gerektiği söylenebilir. Bu yüzden elde ettiğimiz olasılık yükselebilir. Fakat son protein çalışmaları, aktif olmayan bölgedeki birkaç değişikliğin de proteinin fonksiyonunu kaybetmesine sebep olduğunu göstermiştir. Diğer yandan proteinin hücrede gerekli yerde, gerekli sayıda olması gibi ele almadığımız hayati özellikler olasılığa dâhil edilirse; o zaman ise olasılık daha da düşer. Amino asitlerin doğru sırada olmasının olasılığını daha önceden elde edilen 10351‘de 1 sayısıyla çarparsak, belirli bir proteinin hem sol-elli amino asitlerden oluşmasının, hem peptid bağı kurmasının, hem de amino asit dizilimini doğru oluşturmasının olasılığını elde ederiz. Bu da 10351 x 10759 = 101110‘da 1 gibi, olasılık olarak imkânsız kabul edilen bir sayıya denk gelmektedir; matematikte genelde 1050‘de 1′den küçük olasılıklar bile imkânsız olarak kabul edilir. Doğal seleksiyon, canlıların yaşam mücadelesi sonucunda oluşur ve ancak çoğalan canlılar için geçerli olabilir. Oysa en basit canlı formu bile proteinler olmadan canlı olamaz. Daha canlı vasfına sahip olmayan, oluşmamış bir molekül için doğal seleksiyon mekanizması geçerli değildir. İlk canlının ortaya çıkmasıyla ilgili kimyasal evrim sürecine, biyolojik evrimle analoji kurularak doğal seleksiyon mekanizması uygulanamaz; bu mekanizma sadece üreyen canlılar içindir. Ludwig von Bertalanffy bu konuda şöyle der: “Doğal seleksiyon daha iyi olanın yaşayacağını söyler, bu yüzden kendine yeten, kompleks, rekabet edebilen sistemleri öngörür ve bu yüzden seleksiyon, bu sistemlerin orijininin açıklamasını veremez.” Richard Dawkins doğal seleksiyonun, aşılması imkânsız görülen dağların bayırlarının aşılmasını gerçekleştiren baskı unsuru olduğunu söylemiştir. Oysa canlılık oluşmadan önce böylesi bir mekanizmanın varlığını savunmak olanaksızdır. Yani, materyalist-ateist Evrim Teorisi anlayışının, gösterilen olasılık sorununu aşmaya yarayabilecek bir mekanizması yoktur. Tek alternatifleri, tasarıma karşı tesadüftür; bahsedilen olasılıklar için ise tesadüfün alternatif olması matematiksel açıdan imkânsızdır.
  6. İslam dini ne çektiyse yanlış numunelerden yanlış kişi örneklerinden çekmiştir,halende çekmeye devam etmekte işin kötü tarafı bu olay bazı çevrelerce kendi menfeatleri doğrultusunda suistimal edilmekte.. Andolsun ki, Resûlullah, sizin için, Allah'a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah'ı çok zikredenler için güzel bir örnektir. Allah bu ayetiyle Peyganberi örnek gösteriyor peki Peygambere bakıldığında durum nedir? Bunu en güzel açıklayan eşi olmuştur Peygamberin ahlakının nasıl olduğunu kendisine sorulduğunda onun ahlakı Kur'an dır yanıtını vermiş.. Sonuç olarak ahlakı Kur'an olan Peygamber aramızda olmadığına göre acaba neyi,kimi örnek almamız gerekir..? Adnan oktar ? Yaşar nuri ? Burada şunuda belirtmek isterim denis in tesbiti bana göre doğrudur ayrıntılarla,detaylarla uğraşmak kişiyi zora sokar detay detayı doğurur teziyiyle kişiyi amaçtan,sonuçtan uzaklaştırır..
  7. Sansür ? Bu günün medyası ve muhalif zihniyet sansür kelimesinin tam anlamını iyi öğrenmesi gerekir biraz yardımcı olmak gerekirse Takrir-i Sükun kanunu kendilerine bu konuda yardımcı olabilir..
  8. meraba, Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım.” Bu ayetten ne anlam çıkarabilirsiniz..?
  9. Dostum eğer okuduğunuz incil sizlere bu öğretiyi aşılıyorsa bu incil reçetesi kur'anda olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim..
  10. 3:19 - Doğrusu Allah katında din, İslâm'dır; o kitap verilenlerin anlaşmazlıkları ise sırf kendilerine ilim geldikten sonra aralarındaki taşkınlık ve ihtirastan dolayıdır. Her kim Allah'ın âyetlerini inkâr ederse iyi bilsin ki, Allah hesabı çabuk görendir. 3:85 - Kim İslâm'dan başka bir din ararsa ondan asla kabul edilmeyecek ve o ahirette de zarar edenlerden olacaktır. 3:110 - Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeğe çalışır ve Allah'a inanırsınız. Kitap ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler de var, ama pek çoğu yoldan çıkmışlardır. 61:9 - O, Resulünü hidayet ve hak dinle gönderdi ki, müşrikler istemese de onu, bütün dinlerin üstüne çıkarsın. Neyse dostum konu dallandı budaklandı benden bu kadar.Teşekkürler...
  11. Biraz Bilim üzerine; Son 40 yıldır, fizik ve kozmolojideki gelişmeler bilim sözlüğüne "tasarım" kelimesini geri getirdi. 1960'ların başında fizikçiler, insan hayatı için açıkça "ince ayar" yapılmış bir evrenin örtüsünü açtılar. Evrende hayatın var olmasının, kesinlikle olanaksız ve kusursuz bir dengedeki fiziksel faktörlere bağlı olduğunu keşfettiler. İngiliz astrofizikçi Prof. George F. Ellis, bu ince ayardan şöyle söz etmektedir: (Evrendeki) bu kompleksliği mümkün kılan kanunlarda hayret verici bir ince ayar görünüyor. Evrende var olan bu kompleksliğin gerçekleşmesi, "mucize" kelimesini kullanmamayı çok güçleştiriyor. Big Bang'in patlama hızı: Evrenin oluşum anı olan Big Bang'de kurulan dengeler, evrenin tesadüfen oluşamayacağının göstergelerinden biridir. Avustralya'daki Adelaide Üniversitesi'nden ünlü, matematiksel fizik profesörü Paul Davies'e göre, Big Bang'in ardından gerçekleşen genişleme hızı eğer milyar kere milyarda bir oranda (1/1018) bile farklı olsaydı, evren ortaya çıkamazdı.11 Stephen Hawking de, Zamanın Kısa Tarihi isimli eserinde evrenin genişleme hızındaki bu olağanüstü dengeyi şöyle kabul eder: Evrenin genişleme hızı o kadar kritik bir noktadadır ki, Big Bang'ten sonraki birinci saniyede bu oran eğer yüz bin milyon kere milyonda bir daha küçük olsaydı evren şimdiki durumuna gelmeden içine çökerdi. Dört kuvvet: Bugün modern fiziğin kabul ettiği "dört temel kuvvet"in -yerçekimi kuvveti, elektromanyetik kuvvet, güçlü nükleer kuvvet ve zayıf nükleer kuvvet- iletişimi ve dengesi sayesinde, evrendeki tüm fiziksel hareketler ve yapılar meydana gelir. Bu kuvvetler, birbirlerinden olağanüstü derecede farklı değerlere sahiptirler. Ünlü moleküler biyolog Michael Denton, bu kuvvetler arasındaki hassas dengeyi şöyle açıklamaktadır: Eğer yerçekimi kuvveti bir trilyon kat daha güçlü olsaydı, o zaman evren çok daha küçük bir yer olurdu ve ömrü de çok daha kısa sürerdi. Ortalama bir yıldızın kütlesi, şu anki Güneşimiz'den bir trilyon kat daha küçük olurdu ve yaşama süresi de bir yıl kadar olabilirdi. Öte yandan, eğer yerçekimi kuvveti birazcık bile daha güçsüz olsaydı, hiçbir yıldız ya da galaksi asla oluşamazdı. Diğer kuvvetler arasındaki dengeler de son derece hassastır. Eğer güçlü nükleer kuvvet birazcık bile daha zayıf olsaydı, o zaman evrendeki tek kararlı element hidrojen olurdu. Başka hiçbir atom olamazdı. Eğer güçlü nükleer kuvvet, elektromanyetik kuvvete göre birazcık bile daha güçlü olsaydı, o zaman da evrendeki tek kararlı element, çekirdeğinde iki proton bulunduran bir atom olurdu. Bu durumda evrende hiç hidrojen olmayacak ve yıldızlar ve galaksiler, eğer oluşsalar bile, şu anki yapılarından çok farklı olacaklardı. Açıkçası, eğer bu temel güçler ve değişkenler şu anda sahip oldukları değerlere tam tamına sahip olmasalar, hiçbir yıldız, süpernova, gezegen ve atom olmayacaktı. Hayat da olmayacaktı. Gök cisimleri arasındaki mesafeler: Gök cisimlerinin uzaydaki dağılımı ve aralarındaki devasa boşluklar Dünya'da canlı hayatının var olabilmesi için zorunludur. Gök cisimleri arasındaki mesafeler Dünya'daki yaşamı destekleyecek biçimde pek çok evrensel güçle uyumlu bir hesap içinde düzenlenmiştir. Michael Denton, Nature's Destiny (Doğanın Kaderi) isimli kitabında süpernovalar ve yıldızlar arasındaki mesafedeki dengeleri şöyle açıklamaktadır: Süpernovalar ve aslında bütün yıldızlar arasındaki mesafeler çok kritik bir konudur. Galaksimizde yıldızların birbirlerine ortalama uzaklıkları 30 milyon mildir. Eğer bu mesafe biraz daha az olsaydı, gezegenlerin yörüngeleri istikrarsız hale gelirdi. Eğer biraz daha fazla olsaydı, bir süpernova tarafından dağıtılan madde o kadar dağınık hale gelecekti ki, bizimkine benzer gezegen sistemleri büyük olasılıkla asla oluşamayacaktı. Eğer evren yaşam için uygun bir mekan olacaksa, süpernova patlamaları çok belirli bir oranda gerçekleşmeli ve bu patlamalar ile diğer tüm yıldızlar arasındaki uzaklık, çok belirli bir uzaklık olmalıdır. Bu uzaklık, şu an zaten var olan uzaklıktır. 14 Yerçekimi: - Eğer daha güçlü olsaydı: Dünya atmosferi çok fazla amonyak ve metan biriktirir, bu da yaşam için çok olumsuz olurdu. - Eğer daha zayıf olsaydı: Dünya atmosferi çok fazla su kaybeder, canlılık mümkün olmazdı. Güneş'e uzaklık: - Eğer daha fazla olsaydı: Gezegen çok soğur, atmosferdeki su döngüsü olumsuz etkilenir, gezegen buzul çağına girerdi. - Eğer daha yakın olsaydı: Gezegen kavrulur, atmosferdeki su döngüsü olumsuz etkilenir, yaşam imkansızlaşırdı. Yerkabuğunun kalınlığı: - Eğer daha kalın olsaydı: Atmosferden yerkabuğuna çok fazla miktarda oksijen transfer edilirdi. - Eğer daha ince olsaydı: Hayatı imkansız kılacak kadar fazla sayıda volkanik hareket olurdu. Dünya'nın kendi çevresindeki dönme hızı: - Eğer daha yavaş olsaydı: Gece gündüz arası ısı farkları çok yüksek olurdu. - Eğer daha hızlı olsaydı: Atmosfer rüzgarları çok çok büyük hızlara ulaşır, kasırgalar ve tufanlar hayatı imkansızlaştırırdı. Dünya'nın manyetik alanı: - Eğer daha güçlü olsaydı: Çok sert elektromanyetik fırtınalar olurdu. - Eğer daha zayıf olsaydı: Güneş rüzgarı denilen ve Güneş'ten fırlatılan zararlı partiküllere karşı Dünya'nın koruması kalkardı. Her iki durumda da yaşam imkansız olurdu. Albedo etkisi: ((Yeryüzü tarafından emilemeden geri yansıyan güneş ışığı)) - Eğer daha fazla olsaydı: Hızla buzul çağına girilirdi. - Eğer daha az olsaydı: Sera etkisi aşırı ısınmaya neden olur, Dünya önce buzdağlarının erimesiyle sular altında kalır daha sonra kavrulurdu. Atmosferdeki oksijen ve azot oranı: - Eğer daha fazla olsaydı: Yaşamsal fonksiyonlar olumsuz şekilde hızlanırdı. - Eğer daha az olsaydı: Yaşamsal fonksiyonlar olumsuz şekilde yavaşlardı. Atmosferdeki karbondioksit ve su oranı: - Eğer daha fazla olsaydı: Atmosfer çok fazla ısınırdı. - Eğer daha az olsaydı: Atmosfer ısısı düşerdi. Ozon tabakasının kalınlığı: - Eğer daha fazla olsaydı: Yeryüzü ısısı çok düşerdi. - Eğer daha az olsaydı: Yeryüzü aşırı ısınır, Güneş'ten gelen zararlı ultraviole ışınlarına karşı bir koruma kalmazdı. Sismik (deprem) hareketleri: - Eğer daha fazla olsaydı: Canlılar için sürekli bir yıkım olurdu. - Eğer daha az olsaydı: Okyanus zeminindeki besinler suya karışmaz, okyanus ve deniz yaşamı dolayısıyla bütün Dünya canlıları olumsuz etkilenirdi. Dünya'nın ekseninin eğikliği: Dünyanın ekseni yörüngesine 23 derecelik bir açıyla eğim yapar. Mevsimler bu eğim sayesinde oluşur. Bu eğim şimdiki değerinden daha fazla ya da daha az olsaydı, mevsimler arasındaki sıcaklık farkı aşırı boyutlara ulaşacağından yeryüzü üzerinde dayanılmaz sıcaklıkta yazlar ve aşırı soğuk kışlar yaşanırdı. Güneş'in büyüklüğü: Güneş'in yerinde daha küçük bir yıldızın var olması, Dünya'nın aşırı derecede soğumasına, büyük bir yıldızın var olması ise Dünya'nın sıcaktan kavrulmasına neden olurdu. Ay ile Dünya arasındaki çekim etkisi: - Eğer daha fazla olsaydı: Ay'ın şiddetli çekiminin, atmosfer şartları, Dünya'nın kendi eksenindeki dönüş hızı ve okyanuslardaki gelgitler üzerinde çok sert etkileri olurdu. - Eğer daha az olsaydı: Şiddetli iklim değişikliklerine neden olurdu. Ay ile Dünya arasındaki mesafe: - Eğer biraz daha yakın olsaydı, Ay Dünya'ya çarpardı. - Eğer biraz daha uzak olsaydı Ay uzayda kaybolur giderdi. - Eğer biraz daha az yakın olsaydı, Ay'ın Dünya üzerinde meydana getirdiği gel-gitler tehlikeli boyutlarda büyürdü. Okyanus dalgaları, kıtaların alçak yerlerini kaplardı. Bunun sonucunda ortaya çıkan sürtünme okyanusların ısısını artırır ve Dünya'da yaşam için gerekli olan hassas ısı dengesi yok olurdu. - Eğer biraz daha az uzakta olsaydı, gelgit olayları azalırdı ve bu da okyanusların daha hareketsiz olmasına neden olurdu. Durgun su denizdeki hayatı tehlikeye sokar, bununla birlikte soluduğumuz havadaki oksijen oranı tehlikeye girerdi. Dünya'nın ısısı ve karbon temelli yaşam: Yaşamın temeli olan karbon elementinin varlığı belli sınırlarda kalan sıcaklığa bağlıdır. Karbon, aminoasit, nükleik asit ve proteinler gibi yaşamı oluşturan temel organik moleküller için gereken bir maddedir. Dolayısıyla hayat, ancak karbon temelli olarak var olabilir ve bunun için de mevcut sıcaklığın en az -20 0C en çok +120 0C olması gerekmektedir. Nitekim Dünya'nın ısısı tam bu aralıktadır. Yukarıdaki anlatılan Bilimsel bulgılar sonucu sebep sonuç ilişkileri göz önüne alırsak Bilim somutluğu tesbit etmiş oluyor..Yaşadığımız yerkürede yaşamımızı sağlayacak ve devam ettirecek bu dengeli düzenin herhangi birinin sapması sonucu yaşam olamayacığını göz önüne alırsak burada sorulacak soru NEDEN ? tesadüf ? İlahi bir güç ? Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet edin ki, Allah’a karşı gelmekten sakınasınız. O, yeri sizin için döşek, göğü de bina yapan, gökten su indirip onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkarandır. Öyleyse siz de bile bile Allah’a ortaklar koşmayın. [bakara 21-22] İnkar edenler, göklerle yer bitişikken, bizim onları ayırdığımızı ve diri olan her şeyi sudan meydana getirdiğimizi görmediler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı? Onları sarsmasın diye yere de sabit dağlar yerleştirdik ve (varacakları yere) yol bulabilsinler diye ondan geçitler yollar meydana getirdik. Gökyüzünü de korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise oradaki, (Allah’ın varlığını gösteren) delillerden yüz çevirmektedirler. O, geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratandır. Her biri bir yörüngede yüzmektedirler. [Enbiya 30-31-32-33] Yeri de yaydık, ona sabit dağlar yerleştirdik ve orada ölçülü (bir biçimde) her şeyi bitirdik. Orada hem sizin için, hem de sizin rızık vermediğiniz kimseler için geçimlikler meydana getirdik. Hiçbir şey yoktur ki hazineleri yanımızda olmasın. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz. Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderip yukarıdan su indirerek sizi onunla suladık. Onu toplayıp depolayan da siz değilsiniz. [Hicr 19-20-21-22] Allah, gökleri gördüğünüz herhangi bir direk olmadan yükselten, sonra Arş’a kurulan, güneşi ve ayı buyruğu altına alandır. Bunların hepsi belli bir zamana kadar akıp gitmektedir. O, her işi (hakkıyla) düzenler, yürütür, âyetleri ayrı ayrı açıklar ki Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanasınız.O, yeri yayıp döşeyen, orada dağlar, nehirler meydana getiren, orada her türlü meyveden (erkekli-dişili) iki eş yaratandır. O geceyi gündüze bürüyor. Şüphesiz bunlarda, düşünen bir kavim için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır.Yeryüzünde birbirine komşu kara parçaları, üzüm bağları, ekinler; bir kökten çıkan çok gövdeli ve tek gövdeli hurma ağaçları vardır ki hepsi aynı su ile sulanır. Ama biz ürünleri konusunda bir kısmını bir kısmına üstün kılıyoruz. Şüphesiz bunda aklını kullanan bir kavim için (Allah’ın varlığını gösteren) deliller vardır. [Rad 2-3-4] Embriyonun Rahme Tutunması Hücre kümesi hamileliğin sağlıklı bir şekilde devam edebilmesi için uygun bir yere yerleşmelidir. Öyle bir yer seçilmelidir ki, bu yer hem korunaklı hem de dokuz ay sonra doğumun gerçekleşebileceği niteliklerde bir yer olmalıdır. Ayrıca bu yerleşme yeri bebeğe besin sağlayacak olan annenin kan damarlarına yakın bir yerde de olmalıdır. Bu iş için en uygun yer elbette ki rahim duvarıdır. İşte fallop tüpünden rahme doğru ilerleyen embriyo da, bunun bilincinde bir şekilde hareket eder. 3-4 gün boyunca içinde bulunduğu fallop tüpünün herhangi bir noktasında durup buraya tutunmaya çalışmaz. Rahme ulaşmadan tutunduğu herhangi bir noktanın, varlığını devam ettirmesine izin vermeyeceğini bilir. Rahme kadar ilerler; burada rahmin duvarlarında kan damarlarının yoğun olduğu bir bölgeyi bulur ve buraya tutunur. Toprağa atılan tohumların bir yandan filizlenip bir yandan da kök salmaları gibi, embriyo da bir yandan büyümesini devam ettirir, bir yandan da besin sağlayacağı dokunun derinlerine doğru ilerleyerek kendisine yeni besin kanalları üretir. Burada önemli bir noktaya dikkat çekmekte yarar vardır. Embriyonun kendisi için en uygun yeri seçebilmesi başlı başına bir mucizedir. Beginning of Life kitabının yazarı G. Flanagan bu olaydaki olağanüstülüğü şöyle vurgulamaktadır: "Bir hücre yığını nasıl olur da böyle hayret verecek derecede "ileri görüşlü" bir seçim yapabilir?" Flanagan'ın dikkat çektiği bu nokta çok önemlidir. Bu önemi açıklamak açısından öncelikle şöyle bir örnek verelim. Yeni yürümeye başlayan bir bebeği daha önce hiç görmediği, kendisinden milyonlarca kat daha büyük bir binaya koyduğunuzu düşünün. Ve bu binanın içinde kendisi için en uygun ortamın bulunduğu odayı bulmasını bekleyin. Küçük bir bebek böyle bir şeyi gerçekleştirebilir mi? Elbette gerçekleştiremez. Henüz akledebilecek bir yaşta olmayan, tecrübesi, bilgi birikimi bulunmayan bir bebeğin bunu yapması nasıl imkansızsa, vücut gibi karanlık bir boşluk içinde bırakılan birkaç santimetrelik bir et parçasının da kendisi için en uygun, en rahat, en güvenlikli bir yeri bulması o derece, hatta daha da imkansızdır. Üstelik embriyo henüz bir insan bile değildir. Unutmayın ki embriyo dediğimiz varlık en fazla birkaç yüz (o an için) hücreden oluşan, kulağı, gözü, beyni, eli, kolu olmayan bir et parçasıdır. Ama embriyo, olağanüstü bir tanıma yeteneği sergileyerek, kendisi için en uygun yer olan rahme yerleşmektedir. İnsanın yaratılışındaki mucizevi olaylar burada bitmemektedir. Bir insanın varoluşunun her aşaması, içiçe geçmiş bir mucizeler zinciri şeklindedir. Buraya kadar döllenen yumurta hücresinin nasıl çoğaldığından ve gelişmesi için gerekli olan yeri nasıl bulduğundan söz ettik. Ancak bu aşamada karşımıza bir soru daha çıkmaktadır: Birbirinin tıpatıp aynı olan hücrelerden oluşan ve bir yere tutunmasını sağlayacak özel bir kancası veya benzeri bir organı olmayan embriyo nasıl olup da rahim duvarına tutunmaktadır? Embriyonun rahim duvarına tutunurken kullandığı yöntem son derece dikkat çekici ve karmaşık bir sistemdir. Embriyonun en dış tabakasındaki hücreler, "hiyaluronidaz" adı verilen bir enzim salgılarlar. Bu enzimin özelliği, -daha önce sperm konusunda da bahsettiğimiz gibi- rahim duvarı dokusundaki asit tabakasını (hiyalüronik asit) parçalayabilmesidir. Bu, embriyoyu oluşturan hücrelerin, rahim dokusunu bozarak içeri girmelerini kolaylaştırır. Bu sayede bir kısım embriyo hücreleri rahim hücrelerini yiyerek derinlere doğru ilerler ve rahim duvarına sıkı sıkıya gömülmüş olurlar. Fallop tüpünün yardımıyla rahme ulaşan hücre topluluğu (blastosit) rahim duvarına tutunur. Yuvarlak bir cisim görünümünde hiçbir kancası ya da tutunacak başka bir çıkıntısı vs. olmayan hücre topluluğunun rahme tutunmayı başarması bir yaratılış mucizesidir. Embriyonun bu işlemi başarmasını sağlayan, dış tabakasındaki hücrelerin (trofoblastlar) salgıladıkları enzimdir. Embriyonun yaşamak ve gelişmek için sürekli olarak oksijene ve besine ihtiyacı vardır. İşte bir insanın ilk hücrelerinden oluşan embriyo, bu ihtiyaçlarını 9 ay boyunca tutunacağı bu noktadan karşılayacaktır. Embriyonun kendisi için en uygun olan noktayı bulması ve oraya tutunması gerektiğini tespit edebilmesi biraz önce de belirttiğimiz gibi oldukça şaşırtıcı bir durumdur. Çünkü sadece bir hücre topluluğu olan bu minik et parçası bu davranışıyla ihtiyaçlarını hesaplama ve buna göre hareket etme yeteneği sergilemektedir. Ancak embriyonun bu tutunmayı nasıl gerçekleştireceğini de biliyor olması ve bazı hücrelerinin bu tutunma işlemi için özel bir yeteneğe sahip olması daha da şaşırtıcı bir durumdur. Embriyonun akıl ve irade kullanarak, rahim duvarındaki hiyalüronik asiti analiz edip bazı hücrelere bunun yapısını bozacak hiyaluronidaz enzimini salgılatmaya başlaması kesinlikle mümkün değildir. 1. resimde rahimde kendine yer arayan 1 haftalık embriyo görülüyor. Uygun bir yer bulduğunda embriyo rahim duvarındaki dokuları parçalar ve buraya gömülür. (2-3) Rahim duvarına sıkıca yerleşen embriyo oksijen ve besin gibi ihtiyaçlarını buradan karşılamaya başlar. (4) Daha önce de belirttiğimiz gibi bu soruya bir insanın bile -eğer kimya konusunda özel eğitim görmemişse- cevap vermesi imkansızdır. Oysa embriyonun bazı hücreleri hem bu kimya bilgisine sahiptir, hem de bu kimya bilgisini kullanarak üretim yapmakta ve varlığını sürdürebilmesi için hayati bir işlemi gerçekleştirmektedir. Üstelik bu olağanüstü işlemleri tek bir embriyo değil, bugüne kadar yaşamış olan ve şu an yaşayan tüm insanları oluşturan embriyolar yerine getirir. Her insanın oluşumunun ilk aşaması olan embriyo, mucizevi bir biçimde her seferinde doğru yeri bulur ve oraya tutunur. Buraya kadar anlatılanlarda da görüldüğü gibi embriyonun oluşumunda ve embriyoyu barındıran hücrelerin geçirdikleri değişimlerde çok açık bir plan ve şuur vardır. Tam gerektiği anda fallop tüpünü oluşturan hücreler değişim geçirmekte, tam gerektiği anda embriyonun dışını saran hücreler enzim (hiyaluronidaz) salgılamaya başlamaktadırlar. Bu açık plan ve şuur insan vücudunda gerçekleşen bu işlemlerin üstün bir aklın kontrolü altında gerçekleştiğini göstermektedir... Soru NEDEN ? tesadüf ? ilahi güç ? Döl yataklarında size dilediği gibi suret veren O'dur. O'ndan başka ilah yoktur; üstün ve güçlü olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. (Al-i İmran Suresi, 6) Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan (aşılanmış yumurtadan), sonra uzuvları (önce) belirsiz, (sonra) belirlenmiş canlı et parçasından (uzuvları zamanla oluşan ceninden) yarattık ki size (kudretimizi) gösterelim. Ve dilediğimizi, belirlenmiş bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz; sonra sizi bir bebek olarak dışarı çıkarırız. Sonra güçlü çağınıza ulaşmanız için (sizi büyütürüz). İçinizden kimi vefat eder; yine içinizden kimi de ömrün en verimsiz çağına kadar götürülür; ta ki bilen bir kimse olduktan sonra bir şey bilmez hale gelsin. Sen, yeryüzünü de kupkuru ve ölü bir halde görürsün; fakat biz, üzerine yağmur indirdiğimizde o, kıpırdanır, kabarır ve her çeşitten (veya çiftten) iç açıcı bitkiler verir. Hac 5 Anne Sütü; Anne Sütü İle Diğer Besin Maddeleri Arasındaki Farklar Anne sütü yerine başka besin maddeleri kullanmak bebeğin ihtiyacını tam olarak karşılayamaz. Örneğin diğer besin maddelerinden hiçbiri bebeğin bağışıklık sistemi için gerekli olan antikorları içeremez. Bebekler için klasik bir besin maddesi olarak düşündüğümüz inek sütüyle kıyasladığımızda anne sütünün üstünlüğü daha iyi anlaşılmaktadır. İnek sütünde insan sütünden daha fazla miktarda kazein bulunur. Kazein pıhtılaşmış (mayalanmış) sütte bulunan bir proteindir. Bu madde midede daha büyük parçacıklara ayrılır, yani sindirimi zorlaştırır. Bu yüzden inek sütünün sindirimi anne sütüne oranla daha zordur. Bu maddenin anne sütünde az miktarda bulunuyor olması bebek için bir kolaylıktır. Bu iki süt amino asitlerin bileşimi açısından da birbirinden farklıdır. Bu farklı bileşim inek sütüyle beslenen bebeklerin plazmasında toplam amino asit miktarının daha fazla, bazı amino asitlerin aşırı yüksek, bazılarında ise yetersiz düzeyde olmasına yol açar. Bunun da hem merkezi sinir sistemi üzerinde olumsuz etkileri vardır, hem de fazla protein içeriği böbreklerin yükünü artırmaktadır. Anne sütünü farklı yapan bir diğer özellik de içerdiği şekerdir. Anne sütünde ve inek sütünde laktoz isimli aynı tip şeker bulunur. Ama insan sütündeki laktoz miktarı (litrede 7 gr) inek sütünden (litrede 4.8 gr) daha fazladır. Ayrıca inek sütünün pıhtılaşmış büyük parçacıkları ince bağırsaktan çok yavaş geçerler. Bu da son derece gerekli olan su ve laktozun büyük ölçüde ince bağırsağın ilk bölümünde emilmesine neden olur. Anne sütünün pıhtılaşmış parçaları ise incebağırsağı kolayca geçerler ve su ve laktoz kalın bağırsağa ulaşır. Bu şekilde insanlar için çok yararlı olan, içinde yararlı bakterilerin geliştiği bir bağırsak yapısı oluşur. İnsan sütünde bol miktarda laktoz bulunmasının ikinci faydası ise sinir sistemindeki önemli yapılarının oluşumunda rol oynayan "serebrozit" adlı maddenin birleşmesini sağlamasıdır. Anne sütündeki ve inek sütündeki yağ miktarları da hemen hemen aynı olmasına rağmen bu yağların nitelikleri farklıdır. Anne sütündeki linoleik asit bebeğin besinlerle alması gereken tek yağ asididir. Anne sütünü farklılaştıran bir başka özellik de içindeki tuz ve mineral oranıdır. İnek sütünde insan sütünden çok daha fazla tuz ve mineral bulunur. Örneğin inek sütünden hem kalsiyum, hem de fosfor oranı yüksektir. Ama bunların birbirine göre oranı o kadar farklıdır ki, bebeğin kalsiyum metabolizması bundan olumsuz etkilenir. Dolayısıyla hayatının ilk günlerinde bebeğe inek sütü verilmesi, kanındaki kalsiyum düzeyinin düşmesine ve bazı bozukluklara yol açar. Bundan başka insan sütünde demir % 50 oranında mevcuttur. İnek sütünde ise bu oran daha düşük olduğu için inek sütüyle beslenen bebeklerde demir eksikliğine bağlı kansızlık ortaya çıkar. Vitamin değeri de anne sütünü bebekler için vazgeçilmez yapan bir diğer konudur. Anne sütü ve inek sütü içerdikleri vitamin açısından da birbirlerinden oldukça farklıdır. Her iki sütte de A vitamini aynı oranda olmasına rağmen E, C ve K vitamini anne sütünde daha fazladır. D vitamini de yine anne sütünde bebeğe yetecek kadar bulunur. Anne Sütü Bebeği Her Aşamada Korur Anne karnındaki korunmuş ve mikropsuz alandan çıkıp dünyaya gelen bebek, dış dünyada birçok mikropla savaşmak zorundadır. Anne sütünün en önemli özelliklerinden biri de bebeği enfeksiyonlara karşı korumasıdır. Anne sütünden bebeğe geçen koruyucu hücreler (antikorlar), bebeğin daha önceden hiç tanımadığı mikroplarla adeta bilgisi varmış gibi savaşmaya başlamasını sağlar. Özellikle doğumdan sonraki ilk birkaç günde salgılanan ve "kolostrum" adı verilen sütte bol miktarda bulunan antikorlar koruyucu etkilerini doğrudan gösterirler. Anne sütünün bebeğe hafif enfeksiyonlardan çok ağır enfeksiyonlara karşı sağladığı bu koruma, özellikle ilk birkaç ayda büyük önem taşır ve emzirmenin süresi ile orantılı olarak yararı artar. Anne sütünün bebeğe olan faydaları her geçen gün daha fazla ortaya çıkmaktadır. Bilimin anne sütü ile ilgili yeni keşfettiği gerçeklerden biri ise bebeğin anne sütü ile 2 yıl boyunca beslenmesinin son derece faydalı olduğudur. Buradaki soru da NEDEN ? tesadüf ? ilahi bir güç ? Biz insana anne ve babasını (onlara iyilikle davranmayı) tavsiye ettik. Annesi onu, zorluk üstüne zorlukla (karnında) taşımıştır. Onun (sütten) ayrılması, iki yıl içindedir. "Hem bana, hem anne ve babana şükret, dönüş yalnız banadır." (Lokman Suresi, 14) Körle gören, inanıp iyi amellerde bulunanla kötülük yapan bir olmaz. Ne kadar az düşünüyorsunuz! Mümin 58 Çünkü yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü anlamayan ve düşünmeyen sağırlarla dilsizlerdir. Enfal 22 Belki inkârdan dönerler diye âyetleri böyle ayrıntılı bir şekilde açıklıyoruz. A-raf 174 Halen tesadüfse; Biz dilesek, elbette herkese hidayetini verirdik. Fakat, «Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım» diye benden kesin söz çıkmıştır.Secde 13
  12. Bilimsellik bekleyenlere belki yardımcı olabilir..
  13. omar,Ya dediklerimi anlayamadın yada anlatamadım.. Kitap nedir ? Sözlük anlamı ; Ciltli ve ciltsiz olarak bir araya getirilmiş, basılı veya yazılı kâğıt yaprakların bütünü Herhangi bir konuda yazılmış eser Kutsal kitap. Yazılmış ya da basılmış yaprakların bir araya getirilmesinden oluşan, 49 sayfadan az olmayan ve bir konuyu belirli bir düzen içinde sunan yapıt Allah Tevrat,İncil,Kur'an dan bahsederken kitap olduğunu vurgulamakta yani kendi nezdinde yanında bunların Kitap halinde bulunduğu anlamı çıkar ve onu indirdiğinden bahsetmekte,bu olay vahiy yolu,Melek (Cebrail as.) veya Musa as. gibi aracasız konuşarak ve verilen yazılı levhalar ile elçilerine iletmiş; 7:145 - Ve onun için o levhalarda her şeyden yazdık, nasihat ve hükümlerin ayrıntılarına ait herşeyi (belirttik). Haydi bunlara sıkı sarıl, kavmine de emret, onlar da en güzeline sarılsınlar. Size yakında o fasıkların yurdunu göstereceğim. Bu İlahi parça parça verilen Kitaplar peygamberler yaşadığı sırada peygamberlerin kontrolünde yazdırılarak kayıt altına alınmış daha sonra bir birine tamamlanarak Kitap haline getirilmiştir bunu daha öncede yazmıştım; Hz. Musâ (as)'ya elvah (levhalar) üzerinde yazılı olarak indirilmiştir. Hz. Muhammed (asv)'e Kur'an-ı Kerim peyderpey (tedricen) çeşitli vahiy şekilleriyle lafızlar olarak indirilmiş, Hz. Peygamber (asv) de bunları sırasına göre vahiy katiblerine yazdırmıştı. Tevratın kitap halinde bulunması bu ayette net ifade ediliyor ; İçinde Allah'ın hükmü bulunan Tevrat yanlarında olduğu halde nasıl seni hakem kılıyorlar da sonra, bunun arkasından yüz çevirip gidiyorlar? Onlar inanmış kimseler değildir.Maide 43 Allah nezdinde bulunan Kitaplar elçilerine indirildikten sonra elçilerin kontrolünde yazıklarak kayıt altına alınmıştır ki doğrusu budur ama İncil bunlardan çok farklıdır sizin iddianız Hz.İsa nın sözlerinin tümünün hayatının İncil oluşu ve bunuda kendisinin dünyada değilken kendisinden seneler sonra iddia edilen 4 havarisi (burada da ihtilaflar var) tarafından ayrı ayrı kaleme alınarak Hz.İsanın sözlerini hayatını yazarak incil oluşturulduğudur hatta incili yazarken ruhul kudüs tarafından yazdırıldığı bile söylenmektedir.. en iyi ihtimalle Hz.İsadan 25-30 sene sonra dahi 4 kitap yazılmış olsa nihayetinde bunları yazanlar insandır insan unutmaya yanlış hatırlamaya müsaittir.. eğer ruhül kudüs tarfından yazdırıldıysa da bu ayet ile çelişmektedir; 4:163 - Muhakkak biz, Nuh'a ve ondan sonra gelen peygamberlere vahyettiğimiz gibi, sana da vahyettik. İbrahim'e, İsmail'e, İshak'a, Yakub'a, torunlarına, İsa'ya, Eyyûb'a, Yunus'a, Harun'a ve Süleyman'a da vahyettik. Davud'a da Zebur'u verdik. Bu ayete göre vahiyler sadece Peygamberlere verildiğine göre iddia edilen 4 havaride Peygamber olmadığına göre şu anki incilin kutsallığından bahsedilemez...Heleki bir biri arasında çelişen orjinal dilinden uzak, orjinal metin olmayan kitaplar.. Allaha baba,kuluna tanrının oğlu gibi yakıştırmalar gariptir Allah dişimi dir ? erkek midir ki ? ona yarattığının sıfatıyla yaklaşılsın ayrıca baba ve oğul kavramlarının ifade bakımından kendi olgusundan başka bir anlam ortaya çıkmaz çıkamazda..
  14. Allah affetsin biraz kabaca olacak ama Şöyle düşün; ben kardeşin olarak istanbuldan ailemize, hepinize izmire mektup yolluyorum mektubu postacı getiriyor sen postayı aldığında aileye postacı mektup getirdi dediğinde ailemiz kimden diye soracak sende karandirudan diyeceksin..veya direk olarak aileye karandirudan mektup geldi dediğinde soru sorulmadan herkes anlayacaktır. burada postacı vasıtasıyla mektup gelmiştir lakin mektubu yollayan karandirudur postacı sadece aracıdır,burada postacının kim olduğundan çok mektubun kimden geldiği önemlidir..sana o postayı getirenin aynı meziyetlere vakıf farklı bir kiş olma olasılığı her zaman mevcutken istanbulda yaşayan kardeşin karandiru tektir..Burada postacının özelliği bu görevi yapabilecek nitelikte,becerisinde,eğitiminde olmasıdır..Anlatabilmişimdir umarım.. Hz.Muhammed(sav) Bütün Peygamberler gibi Allahın elçisi aynı zamanda da İnsandır, Peygamberler sadece kendisine bildirilen ilahi sözleri tebliğ ile memurdur..Peygamberler İnsan oluşu sebebi ile hata yapma yetilerine sahiptir ağzlarından çıkacak her söz İlahi sözler değildir Peygamberlerde hata yapabilirler bunuda zaten Kur'anda kendilerinin Allah tarafından uyarıldığı Ayetlerden anlayabiliriz, Örnek ; (Münafıklara izin verilmesi: Tebük Seferi öncesi cihada katılmak istemeyen münafıklar, Allah Resulüne gelerek sahte ve yalandan mazeretler öne sürmüşlerdi. Bunun üzerine onların izin talebine müsaade eden Allah Resulü uyarılmıştır.) "Allah seni affetsin, doğru söyleyenler sana iyice belli olup ve yalan söyleyenleri bilmezden önce niçin onlara izin verdin?" (Tevbe, 9/43) "Hiçbir şey için bunu yarın yapacağım deme. Ancak Allah dilerse(de). Unuttuğun zaman Rabbini an ve "Umarım Rabbim beni bundan daha doğru bir bilgiye ulaştırır de." (Kehf, 18/23-24) "İnsanlardan korkup çekiniyordun; oysa asıl çekinmeye lâyık olan Allah idi." (Ahzab, 33/37) "Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını arıyark Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin haram kılıyorsun? Allah çok gafûr ve rahimdir." (Tahrim, 66/1) 11:12 - (Ey Resulüm!) Şimdi belki sen, "Ona bir hazine indirilse, ya da beraberinde bir melek gezip dolaşsa ya!" diyorlar diye sana vahyolunan vahyin bir kısmını terkedecek olursun ve bundan dolayı da göğsün daralır. Sen yalnızca bir uyarıcısın. Allah ise her şeye vekildir. (Münafık ve müşriklere dua: Bir ara bir gurup münafık Allah Resulüne gelerek kendilerine duada bulunmalarını istemişti. Peygamber Efendimiz de bunu arzu etti ve istiğfarda bulundu. Hemen uyarı mesajı geldi.) (Ey Muhammed!) Onlar için ister af dile, ister dileme; onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek. Bu, onların Allah ve Resulünü inkâr etmelerinden ötürüdür. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez. Tevbe 80 (Bedir esirleri: Bedir savaşı sonucu yakalanan savaş suçlularına ne yapılması gerektiğini Allah Resulü ashabıyla istişare eder. Genel eğilim, suçluların cezalandırılmalarıdır. Ancak rahmeti sonsuz Peygamberimiz, onların fidye karşılığı salıverilmeleri kararını verir. Bunun üzerine bu uyarı ayeti gelir.) Yeryüzünde ağır basıncaya (küfrün belini kırıncaya) kadar, hiçbir peygambere esirleri bulunması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah (sizin için) ahireti istiyor. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir. Eğer Allah’ın daha önce verilmiş bir hükmü olmasaydı, aldığınız şey (fidye)den dolayı size büyük bir azap dokunurdu. Enfal 67-68 Sana davacıların haberi ulaştı mı? Mabedin duvarına tırmanıp Davud'un yanına girmişlerdi de, o onlardan ürkmüştü. Şöyle demişlerdi: "Korkma, birbirinin hakkına tecavüz etmiş iki davacıyız; aramızda adaletle hükmet, ondan ayrılma, bizi doğru yola çıkar." İçlerinden biri şöyle dedi: “Bu benim kardeşimdir. Onun doksan dokuz koyunu var. Benim ise bir tek koyunum var. Böyle iken ‘Onu da bana ver’ dedi ve tartışmada beni bastırdı.” Davud dedi ki: “Andolsun, senin koyununu kendi koyunlarına katmak istemek suretiyle sana zulmetmiştir. Esasen ortakların pek çoğu birbirine haksızlık eder. Ancak iman edip salih ameller işleyenler başka. Onlar da pek azdır.” Dâvûd, bizim kendisini imtihan ettiğimizi anladı. Derken Rabbinden bağışlama diledi, eğilerek secdeye kapandı ve Allah’a yöneldi. Bu davranışından dolayı onu bağışladık. Yanımızda onun bir yakınlığı, bir değeri; aydınlık bir ömürlük güzel bir yolu, güzel bir hayatı var.Sad 21-22-23-24-25 Kur'anda Yunus as.mın kıssası da var tebliğini kabul etmeyen kızarak gemi ile kavminden uzaklaşmasının yanlış olduğundan bahseder..Musa as.mın kendi halkından biriyle kavga eden mısırlıyı öldürdüğünü ve ertesi gün gene kendi halkından aynı kişinin kavga ederken gördüğünde yaptığı hatayı analatan kıssa da mevcut.. (Tahrim meselesi: Allah Resulünün hanımlarına olan kızgınlığı sonucu bal şerbet içmeyeceğine dair yemin etmesi üzerine ayet inmiştir.) "Ey Peygamber! Eşlerinin rızasını arıyark Allah'ın sana helâl kıldığı şeyi niçin haram kılıyorsun? Allah çok gafûr ve rahimdir." (Tahrim, 66/1) Şimdi bu ayeti göz önüne alırsak Peygamberin birdaha balşerbeti içmeyeceğine dair yemin etmesini İlahi söz olarak algılarsak Allahın helal olan şeyi haram kılmış olmazmıyız bu da şirke girer.. Gördüğün gibi Allahın Peygamberleride İnsan oluşlarından dolayı hata yapabiliyorlar bu sebeple Peygamberlerin bildirmeye hükümlü oldukları İlahi tebliğler hariç her sözleri uygulamaları doğru olmaz . Peygamberlerin İnsan olduğu şu ayetlerle bildirilir; “Eğer yeryüzünde melekler olsaydı, elbette onlara… peygamber olarak melek gönderirdik” (İsra 95) “Biz onları (peygamberleri)yemek yemeyen ceset(ler) yapmadık. (onlar) ölümsüz de değillerdir” (Enbiya 8) 5:75 - Meryem'in oğlu Mesih (İsa), sadece bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Anası da dosdoğru bir kadındır. Her ikisi de yemek yerlerdi. Bak onlara âyetleri nasıl açıklıyoruz. Sonra yine bak nasıl yüz çeviriyorlar! ''Her ikisi de yemek yerlerdi'' buradaki maksadın Hz.Meryem ile Hz.İsa as.mın İnsan olduğudur..İsa as. da İnsandı ve diğer Peygamberler gibi hata yapma yetisine sahipti bu sebeple İncil=İsa as. diyemeyiz İncil=Allah kelamı İsa as.= Peygamber diyebiliriz.. Tevrat yazılı nüshalarda,Kur'an yazılı nüshalarda ama İncil=İsa as.= İsa as. dan yıllar sonra yunanca olarak 4 kişinin yazdığı bir birleriyle çelişen içindekiler çelişkili (soy gibi,yakalanma yeri gibi) 4 kitap 3:65 - Ey Kitap ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Oysa Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç düşünmüyor musunuz? Buradaki ayete dikkat edersen Tevrat da İncilde yan yana yazılarak aynı şeyi ifade etmişlerdir yani kitap oluşu 3:3 - O, sana kendisinden öncekileri tasdik edip doğrulayan bu kitabı hak ile indirdi. Daha önce insanlara hidayet olarak Tevrat'ı ve İncil'i de yine O indirmişti.. Evet bu Furkan'ı da O indirdi. Gerçek şu ki, Allah'ın âyetlerini inkâr edenler için çetin bir azap vardır. Allah çok güçlüdür, intikamını alır. Buaradaki ayettede aynı şeyi görürüz 3 kitaptan bahsediliyor Kur'an,Tevrat,İncil, burada Tevrat ve Kur'an kitap halinde yazılı iken İncil için İsa as.mın zuhuru hali denemez..Eğer dediğin gibi olsaydı Daha önce insanlara hidayet olarak Tevrat'ı indirdi ve İsayı da de yine O gönderdi olması gerekir.. Soy olayının oğuldan babaya doğru olduğundan İsa as.mın tıpkı Adem as. gibi babasız dünyaya gelişi sebebi ile ona soy itham etmek yanlış olur..Bu yüzden belirtilen soy kütüğü gerçek dışıdır..
  15. Son Olarak şu alıntıyı paylaşim; Joseph Barnabas İsa aleyhisselama ilk inananlardandır. Kıbrıs'ta doğdu. Önceleri Yahudi dininde idi. İsa aleyhisselamı görünce iman etti. İsa aleyhisselama inandığı ve çok sevdiği için, Havariler ona "Barnabas" ismini verdiler. “Barnabas” lakabı, nasihat verici, iyiliğe teşvik edici anlamına gelmektedir. Fransızlar Saint Barnabe derler ve 11 Haziranda yortusunu yaparlar. Bolüs adındaki bir Yahudi, İsa aleyhisselamın dinine inanmış görünüp Barnabas'a yanaştı. Yıkıcı fikirlerini aşılamak için, kendisi ile senelerce arkadaşlık etti. Kandıramayacağını anlayınca, düşmanlığını açığa vurdu. İsa aleyhisselamdan sonra Bolüs'ün ilk işi, hakiki İncili yok ettirmek oldu. İsa, Allah'ın oğludur, dedi. Şarabı ve domuzu helal etti. Barnabas bu yalanlara aldanmadı. İsa aleyhisselamdan gördüklerini ve işittiklerini doğru olarak yazdı. Bu durumda İseviler ikiye ayrıldı. Bolüsçüler (Pavlosçular), Avrupa krallarını elde edip, kuvvetlendiler. Barnabas tarafını tutanlar ise çoğaldı. Bunlardan Antakya piskoposu Lucian, teslise inanmadığı için 312'de öldürüldü. Barnabas'ın yolunda olanlar İsa aleyhisselam insandır, Ona tapılmaz diyorlardı. Mücadele senelerce devam etti. Lucian'ın talebesi Libyalı Aryüs de Barnabas gibi; İsa insandır, Ona tapılmaz dediği için İznik toplantısında aforoz edildi. Barnabas İncilinin yok edilmesine ve bu İncili okuyanların öldürülmelerine karar verildi. Aryüsçüler yok edilmeye başlandı. Roma İmparatoru Büyük Kostantin pişman olup Aryüs'ü İstanbul'a davet ettiyse de gelirken öldürüldü. Barnabas'ın yazdığı İncil, miladın 325. senesine kadar İskenderiye kiliselerinde okunuyordu. Papa Beşinci Sixtus,1585-1590 arasındaki papalık zamanında, bunu İbranice’den İtalyanca’ya tercüme ettirdi. Prusya kralının müşaviri J.F. Cramer, bunu bulup 1713'te Osmanlılarla yaptığı muharebeleri ile meşhur olan kitap meraklısı Prens Eugén'e hediye etti. Prens 1736'da öldükten sonra, kütüphanesi Viyana (Hofbibliyothek) Kütüphanesine katıldı. Bu el yazma İncil hâlâ, Viyana İmparatorluk Kütüphanesindedir. Bu İncilde Hazret-i İsa diyor ki: Ben günah affedemem, günahları ancak Allah affeder. (71. bab) Ben, Allah’ın resulünün yolunu hazırlamak için geldim. Bu Resul, sizden birkaç yıl sonra, İncil tahrif edilip hakiki inananların 30 kişi kadar kalacağı bir zamanda gelecektir. O zaman, Cenab-ı Hak, elçisini gönderecektir. Onun başının üzerinde beyaz bir bulut bulunur. O, putları kırar. Onun sayesinde, insanlar Allah’ı tanır ve ben de hakiki olarak tanınırım. (72. bab) O resul güneyden gelecektir. (96. bab) O resulün adı Ahmeddir. (97. bab) Görüldüğü gibi, Barnabas İncilinde, Hazret-i İsa’nın, son Peygamberin geleceğini, isminin [Muhammed ile aynı manadaki] Ahmed olacağını) bildirdiği açıkça yazılıdır. Bu husus, Kur'an-ı kerimde de bildirilmektedir: (Meryem oğlu İsa, "Ey İsrail oğulları, benden önce gelmiş olan Tevrat’ı tasdik eden, benden sonra gelecek ve ismi Ahmed olan bir Peygamberi müjdeleyen, size gönderilmiş bir Peygamberim" demişti. Ancak, o kendilerine apaçık delillerle [mucizelerle] gelince, bu apaçık bir sihirdir dediler.) [saf 6] Gayri müslimler, Peygamber efendimizin mucizelerine sihir dedikleri gibi, Hazret-i Musa ve Hazret-i İsa’nın mucizelerine de sihir demişlerdi. Hazret-i İsa, peygamber olduğunu bildirince, yahudiler, mucize göstermesini istediler. "Bu hastayı iyileştir" dediler. O da mübarek elini sürünce hasta iyileşti. "Şu körün gözünü aç" dediler. O da mübarek elini sürünce gözleri açıldı. Baktılar dedikleri oluyor. Daha zor bir şey istediler. "Şu ölüleri dirilt" dediler. Hazret-i İsa, dua edince, istedikleri ölüler de dirildi. Daha zor bir şey aradılar. "Çamurdan bir kuş yap, memeli ve dişleri olsun, hayz görsün, yavru doğursun" dediler. Hazret-i İsa, çamurdan yaptığı şekle üfürünce, bildirdikleri vasıfta bir hayvan [yarasa] meydana geldi. (Al-i İmran 4) Hazret-i İsa beşikte konuştu ve çeşitli mucizeler gösterdi. Peygamber efendimizin de bin kadar mucizesi görüldü. Buna rağmen yahudiler ve diğer kâfirler "Bu bir sihir" diyerek inanmadılar. Hazret-i İsa, son peygamber Muhammed aleyhisselamı müjdeleyince, havariler, Onun ümmetinin nasıl olacağını sual ettiler. Hazret-i İsa da (Bizden sonra gelecek ümmet, âlim, hakim, takva ehli iyi insanlardır. Allahü teâlâdan gelen az rızka razı olacaklar. Allahü teâlâ da, onların az ameline razı olacaktır) buyurdu. Bu vasıfların hepsi Eshab-ı kiramda var idi. (Tibyan) Bütün tahriflere rağmen İsa aleyhisselamdan sonra, bir son Peygamber (aleyhissalatü vesselam) geleceği İncilde bildirilmişti. Bu haber, bütün tahriflere rağmen bugünkü bozuk İncillerde bile vardır. Yuhanna İncilinin 14.babının 16.âyetinde İsa aleyhisselam; (Allah size, sizinle beraber kalacak bir teselli edici gönderecektir) demektedir. 26. âyetinde ise, (Bu hakiki tesellici size her şeyi öğretecek ve size benim öğrettiklerimi de hatırlatacaktır) demektedir. 16.babın 13.âyetinde ise, (O, size her hakikate yol gösterecektir. Zira O, size kendiliğinden bir şey söylemeyecek, fakat Allah’ın söylediklerini size bildirecektir) demektedir. [Hıristiyanlar (Tesellici) kelimesini (Ruh) diye tercümede ısrar ederler.] [Kur’an-ı kerimde de iki âyet-i kerime meali şöyledir: (Resulullahta sizin için [uyulması gereken] güzel örnekler vardır.) [Ahzab 21] (Resulüm, kendi arzusu ile konuşmaz. Onun [dini hükümlere ait her] sözü vahiydir.) [Necm 3, 4] Bir hadis-i şerif meali de şöyledir: (Yemin ederim ki, ben size ancak Allahü teâlânın emrettiğini emrediyor, nehyettiğini nehyediyorum.) (Taberani)] Bundan başka, Kitab-ı mukaddesin Eski Ahd (Tevrat) kısmında Arap ırkından bir Peygamber geleceği yazılıdır. Tesniyenin 18.babının 15.âyetinde, Musa aleyhisselamın İsraillilere, (Rab sizin için aranızdan, kardeşlerinizden benim gibi bir Peygamber “aleyhissalatü vesselam” çıkaracaktır) dediği yazılıdır. Burada bahis konusu olan İsraillilerin kardeşleri, İsmaililer yani Araplardır. İşte İncil’de ve Tevrat’ta yazılı olan ve Arap ırkından geleceği müjdelenen bu son Peygamber, Muhammed aleyhisselamdır..
  16. İsa as.Sonuçta Peygamber ve İnsandır bu vasıfalarıda İnsanlar için yeterde artar bile bir soya bağlamak ise çok saçmadır..Özde o soydan gelmediği aşikardır..
  17. Burada yanılıyorsunuz Peygamberler sadece aracılardır tebliğ ile memurdular Kur'an Hz. Muhammed (sav) sözleri değil Allahın kelamıdır aksi düşünülürse Peygamberin her sözü Kur'anda olması gerekirdi.Peygamberin kendi sözlerine hadis yaptığı işlerede Sünnet deniyor bunlar Kur'an nın özünden farklı olmamakla beraber farz değildir Allahın Kelamı farz dır yapılması şarttır. Örnek verilirse farz Namazların öncesinde veya sonrasında kılınan Sünnet namazlarıdır Allah bunu şart koşmamakla beraber Peygamber kendi isteği ile bunları yapmıştır Peygamber ümmeti de Paygamberin bu hareketini devam ettirmiştir.. Peygamber efendimizin eşine sormuşlar ''Peygamberin Ahlakı nasıldı' diye Peygamber efendimizin hanımıda 'Onun Ahlakı Kur'an dı ''cevabını vermiş..Sünnetler Hayatını Kur'ana göre yaşamış Peygamberi bir anlamda izinden gitmektir..
  18. Öncelikle şunu belirtim,Biz Allah tarafından gönderilen Musa ,İsa Peygamberlere geçmişteki tüm nebi ve Peygamberlere onunla gönderilen tüm Kitaplara iman ettik hiç birini diğerinden ayırmayız.. İşin özünde Allahın Kur'an ın bir çok ayetinde belirttiği üzere akıl vardır Yaradan sorgulamamızı aklımızı kullanmamızı düşünmemizi söylemektedir ; 2:44 - İnsanlara iyiliği emreder de kendinizi unutur musunuz? Halbuki kitab (Tevrat)ı okuyorsunuz. Hâlâ aklınızı başınıza almayacak mısınız? 2:242 - İşte akıllarınız ersin diye, Allah size âyetlerini böylece açıklıyor. 2:269 - Dilediğine hikmet verir, hikmet verilene ise pek çok hayır verilmiş demektir. Ve bunu ancak üstün akıllılar anlar. 3:65 - Ey Kitap ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Oysa Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç düşünmüyor musunuz? 6:32 - Dünya hayatı, eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise, Allah'tan korkanlar için daha hayırlıdır. Aklınızı kullanmaz mısınız? 8:22 - Çünkü yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü anlamayan ve düşünmeyen sağırlarla dilsizlerdir. 38:29 - Bu, sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır ki, insanlar onun âyetlerini düşünsünler ve temiz akıl sahipleri ibret alsınlar. 43:3 - Apaçık kitaba andolsun ki biz onu iyice anlayasınız diye Arapça bir Kur'an yaptık. Bunu gibi Ayetler çoğaltılabilinir.. Gelelim Allahın Peygamber ve Kitap gönderme sebebine; Bir peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyiz.”(İsra, 17/15 ) mealindeki ayet, bu gerçeğe dikkati çekmektedir. Ayrıca, şu koca evrenin yaratılmasının elbette bir çok gayesi vardır. Her tarafı hikmetlerle donatılmış evrenin gayesiz, abes, lüzumsuz olduğunu tasavvur etmek için deli olmak lazımdır. Bu gayelerin başında her şeyden önce Allah’ın kendini tanıtması ve kullarından bunu öğrenmelerini istemesidir. “Cinleri ve insanları beni tanımaları ve bana kulluk etmeleri için yarattım.”(Zariyat, 51/56) mealindeki ayette bu hakikate işaret edilmiştir. Kulların bu tanıma ve kulluk işini öğrenmesi de muallimsiz ve kitapsız olamaz... Allah’ın isim ve sıfatlarını yansıtan, onları ders veren, sonsuz ilim ve kudretini yansıtan, mücessem bir Kur’an olan kâinat kitabıdır. Kâinat kitabının derin manalarını, ince nakışlarını, Yüce Yaratıcıyı tanıtan mesajlarını öğrenmek için, onu ders veren bir muallime ihtiyaç vardır. Aksi takdirde, bir kitap ne kadar harika olursa olsun, onun manaları bilinmiyorsa ve onu ders veren bir muallimi de yoksa, onun boş bir tomar kâğıttan farkı yoktur. Semavî kitablar; hacim itibariyle ister büyük ister küçük olsun, gerek tedvin edilmiş olarak gönderilsin, gerek tedvin edilmeden indirilsin; kendisi ile gönderilen peygamberin içinde bulunduğu milletin diliyle indirilir. Çünkü Allah her millete çeşitli asırlarda birer peygamber göndermiştir. "Biz seni müjdeleyici ve uyarıcı olarak hak ile gönderdik. Her millet için mutlaka bir uyarıcı (peygamber) bulunmuştur.” (Fâtır, 35/24); "Her ümmetin bir peygamberi vardır. Peygamberleri geldiği zaman, aralarında adaletle hükmedilir ve onlara asla zulmedilmez" (Yunus, 10/47); "Biz her peygamberi, kendilerine iyice açıklasın diye yalnız kendi kavminin diliyle gönderdik..." (İbrahim, 14/4). İlâhi kitapların bazılarında i'câz özellikleri bulunur. Kur'an-ı Kerim ise pek çok i'câz özelliklerini içermektedir. Şimdide Kitapların indirilişen bakalım; Semavî Kitab, Hz. İbrahim (as)'e sahifeler içinde, Hz. Musâ (as)'ya elvah (levhalar) üzerinde yazılı olarak indirilmiştir. Hz. Muhammed (asv)'e Kur'an-ı Kerim peyderpey (tedricen) çeşitli vahiy şekilleriyle lafızlar olarak indirilmiş, Hz. Peygamber (asv) de bunları sırasına göre vahiy katiblerine yazdırmıştı. Semavî Kitapların hepsi şu noktaları zikretmede ittifak etmişlerdir: 1. İman ve Tevhid'in esaslarını bildirmede birleşirler. 2. Allah Teâlâ, zat ve sıfatlarında tektir. O, yegane Halık (Yaratıcı) ve müessirdir. Allah'dan başkasına ibadet edilmez. 3. Namaz, zekat, oruç gibi ibadet asılları. Bunların şekilleri değişik olabilir. (Enbiyâ, 21/73; Bakara, 2/183). 4. Zina, adam öldürme, hırsızlık gibi ırz, namus, can ve mal haklarına tecavüz haram ve büyük günahtır. 5. Bütün hayırlar ve güzel ahlâk esasları emredilir. 6. Hz. Muhammed (asv)'in Allah'ın Rasûlü olarak geleceğini ve sıfatlarını haber verirler. 7. Allah yolunda can ve mal ile cihada teşvik etmektedirler. (Alıntıdır) Yukarıdada anlatıldığı üzere Kitaplar Peygamberler kendi kavminin diliyle ya vahiy yolu sayfa sahife halinde veya levha halinde verilmiştir.Şimdi soru şu ? 1- Eğer İncil müjde anlamını taşıyıp Hz.İsayı ifade ediyorsa Kur'an Hz. İsa (a.s)'a "indirilmiş", ahkâm ihtiva eden bir İncil'den söz ettiğine göre burada bir çelişki mevcut olur Ayetler; 3:3 - O, sana kendisinden öncekileri tasdik edip doğrulayan bu kitabı hak ile indirdi. Daha önce insanlara hidayet olarak Tevrat'ı ve İncil'i de yine O indirmişti.. Evet bu Furkan'ı da O indirdi. Gerçek şu ki, Allah'ın âyetlerini inkâr edenler için çetin bir azap vardır. Allah çok güçlüdür, intikamını alır. 3:48 - Allah ona kitab (okuma ve yazmay)ı, hikmeti ve Tevrat ile İncil'i öğretir. 3:65 - Ey Kitap ehli! İbrahim hakkında niçin tartışıyorsunuz? Oysa Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç düşünmüyor musunuz? 5:46 - O peygamberlerin ardından, yanlarındaki Tevrat'ı doğrulayıcı olarak Meryemoğlu İsa'yı gönderdik ve ona içinde hidayet ve nur olan, kendinden önceki Tevrat'ı tasdik eden ve Allah'dan korkanlar için bir hidayet rehberi ve bir öğüt olan İncil'i verdik. Buradaki Ayetlere göre birimizden biri yanılıyor ya buradaki Ayetler yalan yada İsa as. senin dediğin gibi zuhur değil..
  19. Biraz hafızamızı tazeleyelim; Cinayetin işlendiği akşam saatlerinde, Cumhuriyet gazetesine bir telefon geldi: - "Uğur Mumcu, İslam adına cezalandırılmıştır!..“ - Yine aynı gün Berlin’den Uğur Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu adına imzasız bir mektup gönderildi: - "İslamlara zulmedenler, ne hissediyorlar!.." Daha sonra yapılan soruşturma çerçevesinde cinayet ne olduğu belirsiz İslami Hareket Örgütü’ne ihale edildi, arkasında ise İran gizli servisi ile bağlantılı SAVAMA’nın olduğu açıklandı!.. Uğur Mumcu’nun cenaze töreni, Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun ve Bahriye Üçok cinayetlerindeki gibi planlanan şekilde gerçekleşti!.. Sokağa dökülen kalabalıklar, şöyle haykırıyordu: - "Türkiye laiktir laik kalacak!..“ - - "Türkiye İran olmayacak!.." - Cumhuriyet gazetesi, Mumcu’nun ölümünden sonra bir çok yazısını tefrika halinde yayınladı!.. - Bir tek yazı hariç: - "MOSSAD ve Barzani“ - Medya, uzun yıllar Uğur Mumcu’nun laiklik ve Cumhuriyet üzerine kaleme aldığı yazılardan dolayı katledildiğini kamuoyuna pompaladı!.. - Oysa, bakın Ceyhan Mumcu, 16 Mayıs 2006 tarihli açıklamasında neler diyor: - "Suikastla aynı gün medyanın büyük bir bölümü suikastın İran devleti tarafından yapıldığı konusunda çok yoğun bir propaganda eylemine giriştiler. - Oysa ki, Uğur Mumcu, İran’ı eleştiren tek bir yazı yazmadığı gibi, bugün de tesettür özelinde sürdürülen laiklik tartışmalarına ilişkin 1992 yılından sonra herhangi bir yazısı yoktur. - Bu yüzden, İran’ın Uğur Mumcu’yu öldürmek için mantıksal bir nedeni de bulunmamaktadır. - Kamuoyunda bu suikastin kaynağının İran olduğu yolundaki düşünce hala değişmemiştir. JITEM DEN UGUR MUMCU YA, ERGENEKON DAN HIZBULLAH A YOL GIDER Ergenekon operasyonu cercevesinde ortaya atilan iddialar sasirtici bir hal aliyor ve yakin donemin son derece karanlik gecmisine iliskin dosyalari tekrar onumuze suruyor. Bunlarin ne kadarinin dogru oldugunu elbette bilmiyoruz. Ancak 1993 yilinda oldurulen Binbasi Cem Ersever’in Jitem’e iliskinin arsivinin Tuggeneral Veli Kucuk’un evinde bulunduguna dair iddialar, Ergenekon operasyonunun yirmi yillik sorulari ve supheleri tekrar bugune tasidi. Tutuklanan emekli Binbasi Zekeriya Ozturk’e ait evraklar arasinda “Ugur Mumcu’yu MİT ve Ozel Kuvvetler Oldurttu” ifadesinin yer aldigi dort sayfalik bir belgenin olduguna iliskin iddialar (Taraf gazetesi 31 Ocak) ise sok edici. Tabi bunlar simdilik sadece iddia. Ancak, ister istemez hafizalarimizi tazelemeyi, gecmisin kirli ve karanlik olaylarina iliskin sorularimizi tekrarlamayi zorunlu kiliyor. Mumcu suikastinden sonra Turkiye’de nasil bir toplumsal travma yasandigini, on binlerce insanin “Kahrolsun seriat” sloganlariyla sokaklara cikarildigini, bu ve benzeri krizler uzerinden ne tur siyasi senaryolarin uygulandigini az cok hepimiz biliyoruz. Ben bir baska guncel gelismeden geriye dogru kucuk bir hatirlatma yapacagim. Israil’in Guney Lubnan’a saldirdigi donemdi. Daha dogrusu saldirilarin sona erdigi gunler. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah, guvenlik amaciyla bilinmeyen bir yere goturulmustu. Kimse nerede oldugunu bilmiyor; bazilari Lubnan icinde bazilariyla ulke disinda oldugunu iddia ediyordu. Tam o sirada İsrail’de yayinlanan Maariv gazetesi, Turk istihbaratinin Nasrallah’in yerini İsrail istihbaratina bildirdigini iddia etti. İddia Sark-ul Evsad gazetesinde de yayinlandi. Turkiye iddiayi yalanladi. Ancak dikkatli bir arastirma bambaska iliskiler agini ortaya koydu. (Ferhat Unlu-Haftalik) Maariv gazetesinin sahibi Yaakov Nimrudi Mossad mensubuydu. İsrail istihbarati adina İran’la ozellikle Kuzey İrak’la iliskin calismalariyla biliniyordu. Ayni isim Ugur Mumcu’nun, oldurulmesine sebep gosterilen İsrail-Kuzey İrak baglantisini iceren yazilarinda da geciyordu. 7 Ocak 1993′te Nimrudi’nin Mossad ile Barzani arasindaki iliskileri saglayan kisi oldugu ifade ediliyordu. Mumcu, iddialarini konuyu irdeleyen bir kitaptan almisti. O da Cem Ersever gibi 1993′te olduruldu. Bolgedeki kirli ve karanlik iliskiler agini sorgulayan yazilari yuzunden oldurulmustu. Olumune sebep olan olaylar bugun artik herkes tarafindan biliniyor. İsrail istihbaratinin 1967′den bu yana K. Irak’taki faaliyetleri kitaplara, itiraflara konu oldu. Irak isgalinden sonra ise ayni bolgedeki İsrail varligi cok ileri noktalara ulasti. Bu yeni bir dalgaydi ve Turkiye’de en ciddi tartisma konularindan biriydi. Israil’in Lubnan’a saldirdigi, Nasrallah’in yerini ihbar etme tartismasinin surdugu gunlerde bir konuya dikkat cektim ama asla bir cevap bulamadim. Turkiye’den bazi elit timler, ayni donemde hem Israil’e hem de Lubnan’a gonderiliyordu. Neden? Bunun cevabini kimse bilmiyor. Bu kadar mi? Bu koseyi izleyenler, o gunden bu yana K. İrak’tan Turkiye’nin degisik bolgelerine silah ve patlayici sevkiyatlari ile ilgili cok sayida yazi yazdigimi, sorular sordugumu hatirlayacaktir. Bunlarin hangi sebeple bu ulkeye sokulduguna iliskin hicbir cevap bulamadim. İsin tuhafi, K. İrak’ta bu kadar etkin olan İsrail ve ABD istihbaratinin bu sevkiyatlarla da baglantisi olduguna dair iddialardi. Hatta, Turkiye’yi mensup bazi askeri unsurlarin İsrail’den K. İrak’a yapilan sevkiyatlara guvenlik sagladigi, ayni birimlerle birlikte yabanci istihbarat mensuplarinin K. İrak’tan Turkiye’nin degisik yerlerine yapilan sevkiyatlari birlikte yuruttukleri gibi dehsetengiz tezler hep yanitsiz kaldi. Son yirmi yilda Turkiye’nin sordugu bir cok sorunun cevabinin bulunamamasi gibi� Aslinda butun sorularin cevaplari bu trafikteydi. Ama kim soracakti! Afyon’a getirilen patlayici ve fuzelerin Ankara ve İstanbul’a gonderilmesi gibi. Pesmergeleri egiten İsrailli uzmanlarin, Turkiye sinirina bir takim uydu cihazlari ve bunlara ait ekipmanlar yerlestirmesi gibi. Trafikte yer alan bazi kisilerin sik sik İsrail’e gitmeleri gibi. 21 Eylul Cuma gecesi 01:40 sularinda bir tonunu uzerinde C-3 ve C-4 patlayici tasiyan bir aracin İstanbul’a gonderilmesi gibi. Hicbir zaman yazmaya cesaret edemedigim cok onemli liderlere suikastler planlandigi iddialari gibi. Dikkatimi ceken, bu iddialardan bir sure sonra yeni bir cete operasyonu yapilmasi oldu. Tekrar soralim: Bu trafigi kimler yonetiyor? Icinde yer alan resmi gorevliler kimler? Trafigin Turkiye tarafindan hangi gucler yer aliyor? Turkiye’deki ortaklari hangi cevreler? Hangi taseron ceteleri kullaniyorlar? Amaclari ne? Bu cokuluslu orgutlenmenin kodlari ne kadar cozulebilir? Bilmiyoruz. Ancak, Turkiye’de sokaklari bolen, kamplasmalara/catismalara yol acan, gorduklerimizin disinda bir baska iradenin var oldugunu biliyoruz sadece. Gorduklerimiz kadariyla izliyoruz ama sadece izliyoruz Bir operasyon, Cem Ersever, Jitem ve Mumcu suikastine iliskin nice sorulari bugune tasidi. Tasiyacak da. Ama 15 yil onceki olaylarin disinda son bes yilda bu bolgede neler oluyor sorularina isik tutacak bilgilere ihtiyacimiz var. Cesaretle sorular sormaya. Son iki yilda gerceklesen operasyonlarin cok buyuk olaylari, saldirilari, suikastleri engelledigine inaniyorum. Onleyici operasyonlar oldu. Ama bu kirli, karanlik iliskiler agini aydinlatacak buyuklukte degil. Geriye dogru etkili bir temizlik cok zor ama mumkun. Okyanus otesi, kita Avrupasi ve bolge ulkeleri baglantili gayri mesru iliskiler agi cozulemezse, her iki ayda bir cete operasyonu yapilmak zorunda kalinacaktir. Tabi bu arada yeni Mumcu suikastleri olmazsa, bunlara bagli olarak toplumsal travmalar yasanmazsa JITEM DEN UGUR MUMCU YA, ERGENEKON DAN HIZBULLAH A YOL GIDER ( * ) İbrahim Karagul 2.yazdığına gelirsek; ''Hattı Müdefaa Yoktur Sath ı Müdafaa Vardır'' Misak-ı Milli sınırları içinde görmeye ve düşünmeye alıştırılmış bir toplum olduğumuzu söylüyorsunuz. Misak-i Milli haritası, fikirlerimizi nasıl sınırlıyor? Misak-ı Milli 1919 şartlarında hazırlanmış olan ve bütün yaşama hakları elinden alınmış Türkiye halkının asgari hak ve sınırlarını ifade eden bir kavramdır ve zannedildiği gibi bir harita değildir. Nitekim bunu Lozan görüşmelerinde bizzat Atatürk ifade etmiştir. Misak-ı Milli, demiştir, harita marita getirmez, o milletin menfaati ve ‘isabet-i nazar’ı neyi gerektiriyorsa odur. Osmanlı Devleti çökmüş, onun içinden Araplar ayrılmış, gayri Müslimler ayrılmış, başka etnik gruplar da var olmakla birlikte esas olarak geriye Kürtler ve Türkler kalmıştır. İşte bunların toparlanabileceği ve içinde güvenli bir haklar manzumesi ve toprak talebidir Misak-ı Milli. Misak-ı Milli 1919 şartlarında anlamlı bir taleptir, çünkü işgal altındaki bir ülkenin insanlarına asgari bir yaşama alanı kazanmak için oluşturulmuş bir prensipler yekûnudur ve bu özel şartlarda üretilmiş olan bu ‘konjonktürel’ belge, yüzlerce yıl geçerliliğini koruyamazdı, nitekim koruyamıyor da. Hâlbuki biz 1919’da yaşamıyoruz. Türkiye 1919’daki Türkiye değil; milli geliri olarak değil, nüfusu olarak değil, ekonomisi olarak değil, sanayisi olarak değil, tarımı olarak değil. Dolayısıyla 1919’daki bu asgari yaşama alanı ve bu alanı garanti altına alacak prensipler bugün için çok geride kalmış, aşılmış durumda. Dünya da değişti; bakın o zaman üzerinde güneş batmayan imparatorluk denilen İngiltere vardı ama şimdi İngiltere yok; var ama IMF’ye muhtaç bir İngiltere var. “Shrinking Britannia” diye Newsweek’e kapak olan İngiltere var. 1919’da İngiltere süper güç Türkiye işgal altındaydı durum şimdi tam tersine dönmese de büyük ölçüde değişti. Evet, İngiltere dünyada yine büyük bir güç ama artık dördüncü, beşinci sırada. Türkiye de dünyanın 16. büyük ekonomisi nüfusu, yetişmiş insan gücü olarak hatırı sayılır bir ülke. Dolayısıyla biz hala 1919’un mantığı ile yolumuza devam ettiğimiz zaman insanlarımızın ufuklarını daraltmış oluruz. Artık Türkiye dünyaya açılıyor ve dünyaya açıldığı zaman kendisinin gerçek gücünü görüyor ve gösteriyor. Dolayısıyla Misak-ı Milli sınırlarını bugün fikri planda savunmak yanlıştır. Atatürk’ün “Hatt-ı müdafaa yoktur sath-ı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır” dediği gibi şimdi o satıh bütün dünyadır diyoruz. Böyle bir çağda Misak-ı Milli’ye sıkı sıkıya yapışmak insanımızın vizyonunu daraltmaktan başka bir işe yaramaz. Yani Türkiye’de olmamız için Avrupa’da, Amerika’da, Asya’da, dünyanın her yerinde olmamız gerekir. Tabii, dünyada olduğunuz zaman burada olursunuz. Osmanlı da dikkat ettiyseniz aynı şeyi yaptı. Kimisi diyor ki: “Efendim Viyana’da ne işimiz vardı.” Yahu Osmanlı Viyana’ya gitmeseydi İstanbul’da da tutunamazdı. Bunu bilmiyorlar. İstanbul’da kalmış olsaydık, 18.-19. yüzyıllarda kabaran o haçlı dalgası bizi tutar mıydı bu topraklarda? Belki de bizi daha 19. yüzyılda İran’a kadar atmıştı. Dolayısıyla Osmanlı Viyana’ya gidebildiği için İstanbul’da kalabildi. Enteresandır, Osmanlının Viyana’ya kadar gitmesini eleştirenler, onu işgalcilikle itham edenler aynı zamanda Amerika’ya gitmemekle, haddi zatında bir işgal olan keşiflere ilgi duymamakla suçluyorlar. Evet, çok enteresandır. Aslında 17. yüzyıl sonlarına kadar Amerika’nın o kadar cazibesi yoktur. Hatta biliyorsunuz, Amerika’yı keşfeden İspanyollar ekonomik bir felakete uğradı Amerika’nın zenginliklerinden: Gemilerle altınlar gelip de müthiş bir enflasyon dalgası başlayınca altında ilk kalan İspanyollar oldu. Düşünün; 16. yüzyılda Kanuni ile başa baş mücadele eden Habsburgların İspanya’sı 17.yüzyılda yok, bitti. Amerika’yı keşfetmek en başta kâşiflerine yaramadı. Yine 17. yüzyılda Fas Kralı İngiliz Kraliçesi Elizabeth’e “Beraber gidelim, Amerika’yı beraber işgal edelim, İspanya’dan kurtaralım” diye teklifte bulunuyor. Hâlbuki Kraliçe “Ne işimiz var orada, gittiğimize değmez” diye cevap veriyor. Dolayısıyla Amerika’nın önemi büyük ölçüde 18. yüzyılda fark edilmişti.
  20. Başlangıçta Söz vardı. Söz Tanrı`yla birlikteydi ve Söz Tanrı`ydı . Yuhanna 1:1 Söz, insan olup aramızda yaşadı . O`nun yüceliğini - Baba`dan gelen, lütuf ve gerçekle dolu biricik Oğul`un yüceliğini - gördük. Yuhanna 1:14 Matta 2 Mısır’a Kaçış Yıldızbilimciler gittikten sonra Rab’bin bir meleği Yusuf’a rüyada görünerek, “Kalk!” dedi, “Çocukla annesini al, Mısır’a kaç. Ben sana haber verinceye dek orada kal. Çünkü Hirodes öldürmek için çocuğu aratacak.” Böylece Yusuf kalktı, aynı gece çocukla annesini alıp Mısır’a doğru yola çıktı. Hirodes’in ölümüne dek orada kaldı. Bu, Rab’bin peygamber aracılığıyla bildirdiği şu söz yerine gelsin diye oldu: “Oğlumu Mısır’dan çağırdım.” Bunları açabilirsen sevinirim..
  21. ''Sonra bunların izinden ard arda peygamberlerimizi gönderdik. Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik, ona İncil'i verdik ve ona uyanların yüreklerine bir şefkat ve merhamet koyduk. Uydurdukları ruhbanlığa gelince onu, biz yazmadık. Fakat kendileri Allah rızasını kazanmak için yaptılar. Ama buna da gereği gibi uymadılar. Biz de onlardan iman edenlere mükafatlarını verdik. İçlerinden çoğu da yoldan çıkmışlardır.'' Yunus 27 Kur'anın bu ayetine göre İsa Peygambere İncil verilmiştir halbuki şu anki 4 incilde İsa peygamberden sonra yazılmıştır yazılırken yanlarında değildir ve yunancadır halbuki İsa as.mın dili ibranice-aramice dir hiç birinin asıl nüshaları yoktur eldekiler nüshadır.. Dört İncilden ikisi, Markos ile Yuhanna, Hz.İsa'nın nesebinden hiç bahsetmezler. Diğer iki İncil, Matta ile Luka, onun neşeinden bahsetmekle beraber, verdikleri soy kütüğü bakımından bu iki İncil arasında açık bir çelişki vardır. Matta İncili, Hz.İsa'nın soy kütüğünü Hz.İbrahim'e kadar götürmekte, ondan ileriye götürmemektedir. Luka İncili ise Hz İsa'nın nesebini Hz.Adem'e kadar ulaştırmaktadır. Mat-ta'da Hz.İsa'dan Hz.İbrahim'e kadar kırk kişi sayılırken, Luka'da elli beş kişi sayılmaktadır. Luka, Hz. İbrahim'den Hz. Adem'e kadar ayrıca yirmi kişi saymaktadır, bu kısım Mat-ta'da yoktur. Luka'nın verdiği soy kütüğünde toplam isim sayısı yetmiş beşe ulaşmaktadır. Burada akla şöyle bir ihtimal gelebilir: Matta'nın vermiş olduğu listede bazı isimler unutulmuş olabilir, Luka, Matta'nın unutmuş olduğu isimleri listesine ilâve ederek sayıyı yetmiş beşe çıkarmış olabilir. Fakat gerçek böyle değildir. Matta'nın birden kırka kadar saymış olduğu isimlerle, Luka'nın birden elli beşe kadar saydığı isimler arasında büyük farklılıklar vardır. Matta'nın, Hz. İsa'nın atası olarak zikrettiği isimlerden yirmi üç tanesini Luka hiç zikretmiyor. Luka'nın, Hz.İsa'nın atası olarak zikrettiği isimlerden otuz sekiz tanesini de Matta hiç zikretmiyor. İki İncilde yer alan iki farklı ve ayrı soy kütüğü vardır ve bunların birbirini tamamlaması imkânsızdır. Bu durumu daha açık bir şekilde göstermek için her iki İncilde verilen soy kütüğünü karşılıklı olarak bir tablo halinde takdim etmemiz mümkündür. Hz.Isa'nın Ataları: Matta İnciline göre Luka İnciline Göre 1- Yusuf Yusuf 2-Yakub Heli 3-Mattan Mattat 4-Eleazar Levi 5-Eliud Melki 6-Ahim Yannay 7-Sadok Yusuf 8-Azor Matta tya 9-Elyakim Amos 10-Abiud Nahum 11-Zerubbabel Esli 12-Şealtiel Naggay 13-Yekonya Maat 14-Yoşiya Mattatya 15-Arnon Semeih 16-Manasse Yoseh 17-Hizkiya Yoda 18-Ahaz Yoanarı 19-Yotam Risa 20-Uzziya Zerubbabe] 21-Yoram Şealtiel 22-Yehoşafat Neri 23-Asa Melki 24-Abiya Addi 25-Rehoboam Kosam 26-Süleyman Elmadam 27- Davud Er 28-Yesse Yeşu 29-Obed Eliezer 30-Boaz Yorim 31-Salmon Mattat 32-Nahşon Levi 33-Amminadap Simeon 34-Ram Yehuda 35-Hetsron Yusuf 36-Perets Yonam 37-Yehuda Elyakim 38-Yakub Melea 39-Ishak Menna 40-İbrahim Mattata 41- Natan 42- Davud 43- Yesse 44- Obed 45- Boaz 46- Salmon 47- Nahşon 48- Amminadap 49- Aram 50- Hetsron 51- Perets 52- Yehuda 53- Yakub 54- İshak 55- İbrahim Görüldüğü gibi iki listede yer alan isimlerin büyük bir çoğunluğu birbirine uymadığı gibi, uyan isimlerin sıradaki yerleri farklıdır.Tabloda açıkça görüldüğü gibi Luka'nın ilâve ettiği isimler, Matta'nın eksik bıraktığı isimler değildir, iki İncil farklı farklı soy kütükleri vermişlerdir. Burada özellikle Matta'nın verdiği soy kütüğünde Hz. Süleyman, Hz. İsa'nın atası olarak zikredilirken, Luka'da Hz. Süleyman'ın kütükte yer almamakta olduğunu belirtmek gerekir. Aslında her iki İncil, Hz. İsa'nın nesebini vermekle beraber ayrıca onun babasız olarak doğduğunu, annesi Meryem'in, Tanrı'dan hamile kaldığını, Tanrı'nın onun rahmine ruhu üfürmesi ile İsa'nın dünyaya geldiğini belirtmişlerdir. Yani bu iki İncile göre Hz.İsa'nın İnsan cinsinden babası yoktur. Buna rağmen İnciller, Hz. İsa'nın nesebini annesi Meryem tarafından değil de, üvey babası Yusuf tarafından yürütmektedirler, bu açık bir çelişkidir. Hz.İsa, Yusuf'un oğlu değilse, onun sulbünden meydana gelmemişse, Yusuf nasıl Hz.İsa'nın babası olabiliyor? Hz. İsa Marangoz Yusuf'un sperminden hasıl olmadığı halde bu iki İncilde Yusuf, onun babası sayılarak Hz. İsa'nın soy kütüğüne katılıyor. Hz. İsa'ya bir soy kütüğü tesbit edilecekse, bunun üvey baba Yusuf tarafından değil, annesi Hz.Meryem tarafından olması gerekirdi. Eğer ona bir soy kütüğü yazılması gerekli ise, bunun: İsa, Meryem'in oğlu, Meryem, İmran'ın kızı(218), İmrân... oğlu gibi neseb; Meryem, İmrân...tarafından yürütülmeli idi. Dolayısı ile Matta ve Luka İncillerinin, Hz. İsa'ya üvey babası Yusuf tarafından yürütmüş oldukları neseb, gerçekte Hz.İsa'nın nesebi değildir. Bu İncillerin verdikleri soy kütüğü yanlış bir soy kütüğüdür. Bu iki İncildeki Hz.İsa'mn soy kütüğü listeleri, aynı incillerin diğer yerlerindeki haberlerle çelişki göstermektedir. Matta ve Luka İncillerinde yer alan soy kütüğü listelerinde Hz. İsa'dan Hz. İbrahim'e kadar iki İncilin ittifak edebildiği sadece on sekiz isim vardır. Diğer isimler birbirinden farklıdır. Matta'da kırk isim varken, Luka'da bu isim listesi nasıl elli beşe varabiliyor? Bu İncil yazarları Allah'tan nasıl bir vahiy almışlar ki, birbirlerinden bu kadar farklı şeyler yazabilmişlerdir? Matta İncilinin birinci babının 1-17 'nci ayetleri arasında verilen listede Yusuf'un, Hz.İsa'nın babası olduğu söyleniyor. Aynı İncilin aynı babının 18-25'nd ayetleri arasında Hz.Meryem'in Allah'tan nasıl hamile kaldığı anlatılıyor. İnciller arasında çelişki olduğu gibi, bir İncilin aynı babındaki ayetler arasında, aynı bapta, aynı sahifede çelişkilere rast gelmekteyiz. Bundan sonra Hristiyan yazarlar dört İncilin, yazarlar tarafından Tanrı'nın vahyi ile yazıldığını ileri sürebiliyorlar. Hz. İsa'nın doğum olayına bağlı olarak Matta ve Luka incillerinde tesbit edilen diğer bir çelişki, o sırada Roma imparatoru olan kişi ile, Suriye ve Filistin bölgesi yöneticileri hakkında verilen haberlerdir. Matta'ya göre Hz.İsa'mn doğduğu sırada kral olan kişi Hirodes'tir. O sırada herhangi bir nüfus sayımı sözkonusu değildir. Hirodes, kahinlerin kehaneti yüzünden Yahudilerden doğacak bir çocuğun kendi tahtını elinden alacağını öğrenmiştir. "Doğudan gelen bu kahinler, kral Hirodes'e "Yahudilerin kralı olarak doğan çocuk nerede?" diye sorunca, Hirodes kendi tahtını tehdit eden Hz.İsa'yı öldürmek için aramaya başlamış ve bu yüzden üvey babası, annesi ile birlikte onu Beytlehem'den Mısır'a götürmüştür. Bu habere göre Hz.İsa'nın doğum hadisesi kral Hirodes zamanında cereyan etmiştir. Halbuki Luka'ya göre olay daha başka türlü cereyan etmiştir. Ona göre Hz.İsa, Roma imparatoru Augustos zamanında dünyaya gelmiştir. Hz.İsa'mn üvey babası Yusuf, Yahudiye'nin Beytlehem şehrindendir. Augustos imparatorluğunun her tarafında nüfus sayımı yapılmasını emretmiş, Yusuf bunun üzerine nişanlısı Meryem'le beraber sayılmak üzere Beytlehem'e gelmiştir. Hz.İsa bu sırada dünyaya gelmiştir. O sırada Roma İmparatorluğunun Suriye valisi Kirinius'tur. Luka İncilinde Hirodes ismi hiç geçmemekte, dolayısı ile Hirodes yüzünden Mısır'a kaçıştan da bahsedilmemektedir. Aksine bu İncilde nüfus sayımı var, anne ile babanın çocuğu önce Kudüs'e, sonra kendi kentleri Galile'nin Nasıra şehrine götürmeleri var. Mat-ta'da Yahudiye'den Mısır'a gidiş ve Mısır'dan Nasıra'ya dönüş varken, Luka'da Beytlehem'den Kudüs'e, Kudüs'ten de Nasıra'ya dönüş vardır. Matta'da kral Hirodes zikredilirken, Lu-ka'da İmparator Augustos ve vali Kirinius isimleri geçmektedir. Hz.İsa'nın doğumu hadisesinde Hirodes'in ismini hiç ağzına almayan Luka, daha sonraki bölümlerde ondan bahsetmekte, İmparator Tiberius zamanında Hz. Yahya'nın vaftize başladığı sırada Hirodes'in, Galile'nin dörtte birini yönettiğini haber vermektedir. Bu noktada sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Hz. İsa Matta'ya göre imparator Tiberius zamanında Hirodes'in krallığı sırasında dünyaya gelmiştir; Luka'ya göre ise imparator Augustos zamanında vali Kirinius döneminde dünyaya gelmiştir. Acaba birbiri ile çelişen bu iki rivayetten hangisi doğrudur? Muharref İncillerin Hz. Yahya ile ilgili olarak verdikleri haberler çoğunlukla birbirleri ile çelişkilidir. Bu çelişkilerin başında Yahya'nın, İlya olup olmadığı hususunda verilen bilgilerdeki farklılıklardır. Matta İncilinde Yahya'nın İlya olduğu belirtilirken, Yuhanna İncilinde ise tam tersi söylenerek Yahya'nın İlya olmadığı ifade edilmektedir. Matta'da Yahya hakkında şöyle haber verilmektedir: "İsa, 'İlya gerçekten gelecek ve herşeyi yeniden düzene koyacak' diye cevap verdi. 'Size şunu söyleyeyim. İlya zaten gelmiştir, ama onu tanımadılar, ona yapmadıklarını bırakmadılar... O zaman öğrenciler İsa'nın kendilerine vaftizci Yahya'dan sözettiğini anladılar". Matta İncilindeki bu ifadeden, Yahya'nın İlya olduğu açıkça anlaşılıyor. Ancak dördüncü İncilin yazarı Yuhanna, Matta ile aynı fikirde değildir. O, bu konuda şu bilgiyi veriyor: Yahudiler Yahya'ya, 'Sen kimsin?' diye sormak üzere Kudüs'ten kahinlerle Levilileri gönderdikleri zaman, Yahya'nın tanıklığı şöyle oldu: 'Ben peygamber değilim' diye açıkça konuştu. Onlar kendisine, 'Öyleyse sen kimsin? İlya' mısın? ' diye sordular. O da 'Değilim' dedi.' Sen peygamber misin?' sorusuna da 'hayır' cevabını verdi". Matta'ya göre, Hz.İsa, Yahya'nın İlya olduğunu söylerken; Yuhanna'ya göre bizzat Yahya'nın kendisi, kendisinin İlya olmadığını söylüyor. Yahya İlya mı, değil mi? Hangi İncile inanalım ve nasıl karar verelim? İncillerde Yahya ile ilgili olarak geçen çelişkili haberlerden bir diğeri de, onun Hz. İsa'yı baştan beri tanıyıp tanımadığı konusunda verilen haberlerdir. Yuhanna'ya göre Hz. Yahya, Hz. İsa'yı vaftiz ettiği günden itibaren tanımakta ve onun Mesih olduğunu bilmektedir. Çünkü o, ruhun gökten Hz. İsa'nm üzerine bir güvercin biçiminde indiğini görmüş ve onun "Tanrı'nın Oğlu" olduğuna o andan itibaren tanıklık etmiştir. Yuhanna İnciline göre Hz. Yahya şöyle söylemiştir: " Ben su ile vaftiz ediyorum, ama aranızda biri duruyor. Benden sonra gelen odur. Ben onun çarığının bağını bile çözmeye layık değilim...Yahya ertesi gün İsa'nın kendisine doğru geldiğini görünce şöyle dedi: İşte dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı'nın kuzusu... Benden sonra biri geliyor, o benden üstündür, çünkü o, benden önce vardı, dediğim kişi işte budur". Yuhanna'da geçen bu ifadelere göre Yahya(A.S.), ilk gördüğü andan itibaren Hz. İsa'nın, "Tanrı'nın Oğlu" olduğunu bilmektedir. Diğer incillerde ise bunun tersine, Hz. Yahya'nın, Hz. İsa'yı iyice tanımadığı, onun Mesih olup olmadığı konusunda tereddütlerinin bulunduğu, hatta bu tereddüdü gidermek için öğrencilerini Hz. İsa'nın bulunduğu yere gönderip işi tahkik ettirdiği haber verilmektedir. Luka ve Matta bu mevzuda şu bilgiyi veriyorlar: "Yahya'nın öğrencileri bütün bu olup bitenleri kendisine bildirdiler. Öğrendlerden ikisini yanına çağıran Hz. Yahya, 'Gelecek olan sen misin, yoksa başkasını mı bekleyelim?' diye sormaları için onları rabbe gönderdi". Luka ve Matta'da verilen bu bilgiye göre, Yahya, Hz. İsa'nın kim olduğunu tam bilmemektedir ve onun gelecek olan Mesih olduğundan emin değildir. Bu yüzden kendisine "Sen Mesih misin, değil misin?" diye sordurmaktadır. Halbuki Yuhanna İncilinde, Yahya'nın, Hz. İsa'yı daha vaftiz etmeden önce tanıdığı ve onun "Tanrı'nın oğlu" olduğunu bildiği haber verilmektedir. Kilise tarafından sahih olduklarına ve vermiş oldukları bütün haberlerin doğru olduğuna hükmedilen dört İncilde, mevcut olan çelişkiler öylesine içiçe ve karmaşıktır ki, bunları tek tek saymakla bitirmek mümkün değildir. Mesela, Yahya konusundaki bir diğer çelişki, Hz. Yahya'nın, Hz. İsa'ya onun kim olduğunu öğrenmek üzere göndermiş olduğu öğrencilerin sayısı konusundaki çelişkidir. Matta'ya göre öğrencilerin sayısı belli değildir. Bu İncil, Yahya'nın Hz. İsa'ya kaç kişi gönderdiğini rakamla belirtmiyor. Luka İncilinde ise rakam verilmek sureti ile iki öğrencinin gönderildiği belirtiliyor. Hz. Yahya'nın , Hz. İsa'yı tanıyıp tanımadığı konusunda Luka ve Matta incilleri verdikleri haberlerde kendi içlerinde çelişkiye düşmektedirler.Bu iki İncilden aktarmış olduğumuz yukardaki pasaja göre Hz. Yahya, Hz. İsa'yı tanımamaktadır. Fakat bu iki İncil, çok kısa olarak naklettikleri Hz.İsa'nın, Yahya tarafından vaftiz edilmesi hikayesinde, sanki Yahya'nın, Hz. İsa'yı daha vaftiz olayından önce tanıyıp bildiği şeklinde bir imaj vermektedirler". İşi biraz daha derinleştirerek incele yecek olursak; Matta. 3: 13-15 ve Luka. 3: 16-22'ye göre, Yahya'nın vaftiz sırasında Hz. İsa'nın kim olduğunu bildiğini; fakat bunun tam tersine. Matta, l1: 2-3 ve Luka. 7:18-19'a göre, vaftiz olayından çok sonra, Yahya hapse atıldığı sırada Yahya'nın, Hz. İsa'nın kim olduğunu bilmediğini görürüz. Acaba Yahya, önceleri Hz. İsa'yı tanıyordu da sonraları unuttu mu? Hz.İsa'nın Tutuklama Gecesinde Meydana Gelen Hadiselerle İlgili Olarak Görülen Çelişkiler Dört İncil, Hz.İsa'nın tutuklanma gecesinde meydana gelen hadiseleri çok geniş bir şekilde anlatmasına rağmen, bu anlatımda büyük farklılıklar ve çelişkiler vardır. İnciller, Hz. İsa'nın tutuklandığı gece Yehuda tarafından ele verilişini farklı farklı anlatmaktadırlar, Hz. İsa'nın bu gece Havarileri ile konuşmasını ve vaazını Sinoptik İnciller çok kısa bir biçimde verdikleri halde, Yuhanna İncilinde bu konuşma ve vaaz dört bölüm halinde çok geniş bir biçimde veriliyor. Yuhanna'ya göre Hz.İsa'nın tutuklandığı yer, Kidron vadisinin ötesinde bir bahçedir. Kidron vadisi ismi, diğer incillerde geçmiyor. Yuhanna'ya göre Hz.İsa'yı tutuklamaya gelen Yehuda'nın yanmda bir bölük asker vardı. Hz. İsa, gelenlere kimi aradıklarını sorunca onlar "Nasıralı İsa'yı" cevabını vermişler, İsa da onlara "İsa benim" cevabını vermiştir. Bu cevabı alan askerler, geri çekilip korkudan yere düşmüşlerdir. Diğer İncillerde bu yere düşme hadisesi yoktur. Bu sırada Petrus, üstünde taşıdığı kılıcı çekerek baş kâhinin kölesinin kulağını kesmiştir. Ancak, Hz.İsa Petrus'a müdahele ederek, "Kılıcını kınına koy" demiş ve ona mani olmuştur. Matta ve Markos İncillerine göre Hz. İsa, Getse-mani bahçesinde tutuklanmıştır. Bu İncillere göre Hz. İsa, öğrencileri ile beraber Fısıh Yemeğinden sonra Getsemani bahçesine gitmiş ve orada tutuklanmıştır. Luka İnciline göre ise Hz. İsa, Fısıh yemeğinden sonra öğrencileri ile beraber Zeytin Dağına çıkmış ve orada tutuklanmıştır. Luka İncilinde Kidron vadisi olmadığı gibi, Getsemani bahçesi de yoktur. Matta ve Markos'a göre İsa'yı tutuklamaya gelen kalabalık onu tanımamaktadır, onları getiren Yehuda, Hz.İsa'yı onlara tanıtmak için onlarla gizli bir anlaşma yapmıştır. Yehuda onlara, "Kimi öpersem İsa odur, hemen onu tutuklayın"diye tenbih etmiştir. Olay da aynen bu şekilde cereyan etmiş, Yehuda, hemen İsa'ya sarılarak gelenlerin onu tanımalarını sağlamıştır. Bu hadise Yuhanna'da hiç yoktur. Hz.İsa'nın tutuklandığı sırada onun öğrencilerinden, kılıcını çekip askerlere saldıran kişinin adı Yuhanna'da Petrus olarak geçer, diğer üç İncilde isim verilmez. Hz İsa, Dört İncile göre de tutuklandığı sırada kendi adamlarının gelenlere karşı kılıç kullanmasına mani olmuştur. Ancak bu hususta Luka İncilinde diğer İncillerde bulunmayan bir haber mevcuttur. Bu İncile göre Hz.İsa, kulağı kesilen kölenin kulağına dokunmak sureti ile onu tedavi etmiştir.Fısıh Yemeğinden sonra tutuklanacağını Havarilerine haber veren Hz.İsa, diğer İncillere göre kendi tutuklanışını engellemek üzere hiçbir şey yapmamış, askerlerlere karşı hiç direnmemiştir. Ama Luka İnciline göre, tutuklanacağını bilen İsa, tutuklanmasını engellemek ve tutuklamaya gelenlere karşı direnmek için bazı tedbirler almıştır. Tutuklanacağını öğrencilerine haber verdiği konuşmasının sonunda o, öğrencilerine şöyle talimat vermiştir: "Şimdi kesesi olan onu yanına alsın, torbası olan onu da yanına alsın, kılıcı olmayan, abasını satıp bir kılıç alsın... Rab işte burada iki kılıç var dediler. O da onlara,' yeter ' dedi". Lukadaki bu ifadeye göre, Hz. İsa Havarilere, kendisini korumaları için abalarını satıp kılıç almalarını emretmiştir. Nitekim kılıçlı öğrencilerden biri, tutuklamaya gelenlerden birine saldırarak onun kulağını kesmiştir. Mademki Hz. İsa, Havarilerine kendisini kılıçla korumalarını emretmiştir, öyleyse neden kendisini korumak üzere kılıçlarına davranan bu öğrencilerine engel olmuştur? Öğrencilerine "Abalarınızı satıp kılıç alın ve beni koruyun" dediği halde, niçin kulağı kesilen adamın kulağını tedavi etmiştir? Diğer üç İncile göre Hz. İsa'yı tutuklamaya gelenler, Ferrisilerin ve başkâhinlerin adamlarıdır, gelenlerin arasında Ferrisiler ve başkâhinler yoktur. Ama Luka İnciline göre tutuklamaya gelenlerin arasında, başkâhinler, mabedin koruyucularının komutanları ve ihtiyarlar vardı. Bu noktada da Luka İncili diğer üç İncil ile çelişkiye düşmektedir. Luka İncilinde görülen başka bir tenakuz da Hz. İsa'yı tutuklamaya gelenlerin bizzat Ferrisiler ve komutanlar olmalarına karşılık, bunların Hz.İsa'yı tanımadıkları, bu yüzden Yehuda'nın öptüğü kişinin Hz. İsa olduğunu anlamaları konusudur. Çünkü Hz. İsa, mabedde vaaz etmekte ve sürekli Ferrisilerle münakaşa etmekteydi. Bu yüzden Ferrisilerin, mabedin koruyucularının ve komutanların onu tanımamaları imkânsızdı. Bu yüzden Yehuda'nın, onlara Hz.İsa'nın yerini gösterdikten sonra, onu öpmek sureti ile onlara tanıtmasına ihtiyaçları yoktu. Hz İsa nerede tutuklandı, Getsemani Bahçesinde mi, Zeytin Dağında mı, yoksa Kidron Vadisinin ötesinde bir bahçede mi? Onu tutuklamaya gelenler, Hz. İsa'yı karşılarında görüp onun İsa olduğunu anlayınca dehşete kapılarak geri çekilmiş ve yüzüstü yere düşmüşler mi, yoksa böyle bir hadise meydana gelmeyip, Yehuda, Hz. İsa'yı öpmek sureti ile tutuklamaya gelenlere onu bu surette mi tanıtmıştır? Başkâhinin kölesinin kulağını koparan kim, Petrus mu, yoksa başka bir öğrenci mi? Tutuklama gecesinde tutuklamaya gelenlere karşı koymak ve Hz. İsa'nın tutuklanmasına engel olmak için Havariler abalarını satıp kılıç aldılar mı, almadılar mı? Eğer Hz. İsa onlara kılıç almalarını söylememişse niçin o anda orada kılıç bulundurmuşlardır? Eğer kılıç almalarını onlara emretmişse, o zaman oraya gelenlere kılıçla karşı koydukları sırada öğrencilerine Hz. İsa niçin engel olmuştur? Kulağı kesilen kölenin kulağını Hz. İsa tedavi etmiş mi yoksa etmemiş mi? Bütün bu sorular, "İncillerimiz vahiy ürünüdür ve bunlar hatasız olarak yazılmışlardır" diyen kimseler tarafından cevaplanması gereken sorulardır. Sinoptik incillerden Matta ve Markos'ta haber verilen, İncir ağacının, Hz. İsa'nın lanetlemesinden sonra kuruması olayı, bu iki İncilde birbirinden farklı şekilde anlatılmaktadır. Matta'ya göre sabah erkenden kente dönen Hz. İsa, yürürken yolun kenarındaki bir incir ağacını görmüş, onda İncir var zannederek ağacın yanına gitmiş ve ağaçta İncir olup olmadığını kontrol etmiştir. Onda meyve olmadığını görünce canı sıkılarak ağaca, "Sonsuza dek artık meyve vermeyesin" demiş ve bu sözü söyler söylemez ağaç kurumuştur. Markos ise hadiseyi Matta'dan daha farklı anlatmaktadır. Markos'a göre Beytanya'dan çıkan Hz. İsa, yolda giderken uzaktan yaprakları yeşil bir incir ağacı görmüş, kendisi çok acıktığından meyve bulmak umudu ile ağacın yanına gitmiştir. Ancak meyve mevsimi olmadığı için ağaçta yapraktan başka bir şey bulamayınca "Artık senden hiç kimse bir daha meyve yemesin" diye ağacı lanetlemiştir. Markos'a göre bu sözün arkasından ağaç hemen kurumamıştır. Hz.İsa ve öğrencileri ertesi günü kentten geri dönerlerken aynı İncir ağacının yanından geçmişler, o sırada ağacın kuruduğunu görmüşlerdir. Hz. İsa'nın lanetlediği bu ağaç, yolun hemen kenarında mıydı, yoksa uzakta mıydı? Ağaç, Hz. İsa beddua ettiği gibi hemen mi kurudu, yoksa ertesi gün mü kuruduğu görüldü? Hadiseyi nakleden iki İncil bu noktalarda çelişkiye düşmektedirler. Hz. İsa'nın kendi nefsi hakkındaki şehadeti konusunda Yuhanna İncilinde açık çelişki vardır. Yuhanna İncilinin beşinci babında Hz. İsa'nın şöyle söylediği nakledilmektedir: "Ben kendiliğimden bir şey yapamam... Eğer ben kendim için şehadet edersem bu şehadetim sahih olmaz". Aynı Yuhanna İncilinin bu defa sekizinci babında Hz. İsa'nın, "Ben kendim için şehadet ediyorsam da şehadetim doğrudur " dediği ifade edilmektedir. Bir şehadet aynı anda nasıl hem makbul, hem de gayri makbul oluyor, hem hak, hem de batıl olabiliyor? Hristiyanlar bu çelişkiyi nasıl edebilirler, merak etmemek mümkün değildir.
  22. Kaynak gösterme alışkanlığımız yok galiba..Yazdıklarınız hangi İncilden kaynak nedir..?
  23. Neden sembolik ifade olarak baba,oğul,çocuk kavramları kullanılıyor anlamış değilim,buradaki maksadın Allahın kullarına karşı şevkati,merhameti ise bizde,Allahın kullarına şevkati bir Anne,Babanın çocuğuna olan şevkatinden merhametinden daha fazla olduğu vurgulanır buda insanlara bahşedilen bu özelliğin bile Allahın şevkati merhameti yanında yetersiz kaldığının göstergesidir buda baba,oğul,çocuk kavramlarıyla ifade edilmesi yetersiz ve eksik kalır.. Eğer Allahın yaratıığı olarak bu kavramlar kullanılıyorsa Gepetto ustanın Pinokyo masalı gibi olur ki buda pek mantıklı değildir.. Şimdi istersen 4 farklı incilden baba,oğul hikayesine bakalım..; Tanrı Kuzusu yuhanna 1 Yahya ertesi gün İsa’nın kendisine doğru geldiğini görünce şöyle dedi: “İşte, dünyanın günahını ortadan kaldıran Tanrı Kuzusu! Kendisi için, ‘Benden sonra biri geliyor, O benden üstündür. Çünkü O benden önce vardı’ dediğim kişi işte budur. Ben O’nu tanımıyordum, ama İsrail’in O’nu tanıması için ben suyla vaftiz ederek geldim.” Yahya tanıklığını şöyle sürdürdü: “Ruh’un güvercin gibi gökten indiğini, O’nun üzerinde durduğunu gördüm. Ben O’nu tanımıyordum. Ama suyla vaftiz etmek için beni gönderen, ‘Ruh’un kimin üzerine inip durduğunu görürsen, Kutsal Ruh’la vaftiz eden O’dur’ dedi. Ben de gördüm ve ‘Tanrı’nın Oğlu budur’ diye tanıklık ettim.” Burada kırmızıyla işaret ettiğim şey ile senin bahsettiğin çok farklı şeyler..eğer maksad hepimiz çocuklarıysak İsa as. işaret edilerek neden sadece Tanrının oğlu budur denmiştir.? İsanın Öğrencileri Yuhanna 1 İsa, Natanel’in kendisine doğru geldiğini görünce onun için, “İşte, içinde hile olmayan gerçek bir İsrailli!” dedi. Natanel, “Beni nereden tanıyorsun?” diye sordu. İsa, “Filipus çağırmadan önce seni incir ağacının altında gördüm” yanıtını verdi. Natanel, “Rabbî, sen Tanrı’nın Oğlu’sun, sen İsrail’in Kralı’sın!” dedi. İsa ona dedi ki, “Seni incir ağacının altında gördüğümü söylediğim için mi inanıyorsun? Bunlardan daha büyük şeyler göreceksin.” Burada da sen tanrının oğlusun vurgusu var.. Yuhanna 2 İsa Satıcıları Tapınaktan Kovuyor Bundan sonra İsa, annesi, kardeşleri ve öğrencileri Kefarnahum’a gidip orada birkaç gün kaldılar. Yahudiler’in Fısıh Bayramı yakındı. İsa da Yeruşalim’e gitti. Tapınağın avlusunda sığır, koyun ve güvercin satanları, orada oturmuş para bozanları gördü. İpten bir kamçı yaparak hepsini koyunlar ve sığırlarla birlikte tapınaktan kovdu, para bozanların paralarını döküp masalarını devirdi. Güvercin satanlara, “Bunları buradan kaldırın, Babam’ın evini pazar yerine çevirmeyin!” dedi. Burada da tuhaflık var senin söylemini baz alırsak sembolik dahi olsa burada BABAMIZIN denmesi gerekmezmiydi..? Yuhanna 3 “Çünkü Tanrı dünyayı o kadar çok sevdi ki, biricik Oğlu’nu verdi. Öyle ki, O’na iman edenlerin hiçbiri mahvolmasın, hepsi sonsuz yaşama kavuşsun. Tanrı, Oğlu’nu dünyayı yargılamak için göndermedi, dünya O’nun aracılığıyla kurtulsun diye gönderdi. O’na iman eden yargılanmaz, iman etmeyen ise zaten yargılanmıştır. Çünkü Tanrı’nın biricik Oğlu’nun adına iman etmemiştir. Matta 1 İsa Mesih’in Doğumu İsa Mesih’in doğumu şöyle oldu: Annesi Meryem, Yusuf’la nişanlıydı. Ama birlikte olmalarından önce Meryem’in Kutsal Ruh’tan gebe olduğu anlaşıldı. Nişanlısı Yusuf, doğru bir adam olduğu ve onu herkesin önünde utandırmak istemediği için ondan sessizce ayrılmak niyetindeydi. Ama böyle düşünmesi üzerine Rab’bin bir meleği rüyada ona görünerek şöyle dedi: “Davut oğlu Yusuf, Meryem’i kendine eş olarak almaktan korkma. Çünkü onun rahminde oluşan, Kutsal Ruh’tandır. Meryem bir oğul doğuracak. Adını İsa koyacaksın. Çünkü halkını günahlarından O kurtaracak.” Bütün bunlar, Rab’bin peygamber aracılığıyla bildirdiği şu söz yerine gelsin diye oldu: “İşte, kız gebe kalıp bir oğul doğuracak; adını İmmanuel koyacaklar.” İmmanuel, Tanrı bizimle demektir. Yusuf uyanınca Rab’bin meleğinin buyruğuna uydu ve Meryem’i eş olarak yanına aldı. Ama oğlunu doğuruncaya dek Yusuf ona dokunmadı. Doğan çocuğun adını İsa koydu. Kutsal Ruhtan gebe olduğu anlaşıldı kelimesi herhalde sembolik olsa gerek.. Matta 2 Mısır’a Kaçış Yıldızbilimciler gittikten sonra Rab’bin bir meleği Yusuf’a rüyada görünerek, “Kalk!” dedi, “Çocukla annesini al, Mısır’a kaç. Ben sana haber verinceye dek orada kal. Çünkü Hirodes öldürmek için çocuğu aratacak.” Böylece Yusuf kalktı, aynı gece çocukla annesini alıp Mısır’a doğru yola çıktı. Hirodes’in ölümüne dek orada kaldı. Bu, Rab’bin peygamber aracılığıyla bildirdiği şu söz yerine gelsin diye oldu: “Oğlumu Mısır’dan çağırdım.” Allah da bu kelimeyi sembolik kullanmıştır herhalde.. herneyse bu örnekler devam eder gider son söz olarak; Katolik Kilisesinin ve Vatikan'ın ileri gelenleri ve bilim adamlarından meydana gelen bir heyetin 7 yıllık bir araştırma sonucunda hazırladığı Evrensel Kateşizm adlı el kitabında, Katoliklerin de İslamiyet’teki gibi "Tek Allah" inancında olmaları gerektiği belirtildi. Papalığın direktifi ile hazırlanan bu kitap 1992’de Fransa'da piyasaya çıktı. Hıristiyanların bu yeni el kitabının, şimdiye kadar bu amaçla hazırlanan diğer papalık yayınları arasındaki en önemli farkı, Allah inancının "Baba-oğul-Ruhül-Kudüs" şeklinde olmaması gerektiğinin açıkça belirtilmesidir. Kitapta (Allah’a yaratılmış varlıkların sıfat ve suretlerinin hiçbirisi yakıştırılamaz; çünkü Allah, tek yaratıcı olup ne erkek, ne kadın ne de insandı) denmekte..
  24. Bir çok şey söyleyip delile dayalı hiç bir şey anlatmamak,ispatlayamamak bunu nasıl beceriyorsunuz..?

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.