Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

öylesi

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    279
  • Katılım

  • Son Ziyaret

  • Lider Olduğu Günler

    5

öylesi tarafından postalanan herşey

  1. hani hep söylersin ya öyle olsun:)

  2. Duygusal vampir: Narsist erkek Mesude ERŞAN 06.01.2013 Kadınları duygusal olarak emen narsist erkekler başlı başına bir travma nedeni.Uzman psikolog Feyza Bayraktar ile narsist erkekleri ve mağdurlarını konuştuk. Kadınlar sizden ”Narsist erkek mağduruyum” diye mi destek alıyor? - Kadınlar genellikle narsist bir erkekle olan ilişkilerinden sıyrılmak için destek almaya gelmiyor. Çünkü asıl problemin bu olduğunun çoğu zaman farkında değiller. Öfke, kaygı, depresyon, yeme bozuklukları, anlamsız bir şekilde terk edilmenin ardından yaşadıkları şok, yas, aldatılma problemleri veya problemli ilişkide yaşadıkları sorunlar, “nasıl düzeltebilirim, nerede hata yaptım, ne oldu da böyle değişti?” gibi sorularla yardım istemeye geliyorlar. En çok öfke, kaygı, kendini suçlama, takıntı, duygu kontrolü sorunları yaşıyorlar. Peki birlikte oldukları kadınlarda bunlara neden olan erkeklerin hepsi doğuştan mı narsist? Sonradan narsist olunur mu? - Narsizmin sadece erkeklere özgü olmadığını hatırlatayım önce. Ancak klinik çalışmalar erkeklerde kadınlara göre daha yaygın olduğunu ortaya koyuyor. Bu rahatsızlığın altında özgüven eksikliği, kendini sevmeme, kabul görmeme kaygısı ve kontrol etme ihtiyacı var. Narsizm, kişinin kırılgan yapısını dış dünyaya göstermemek için taktığı bir maske. Yine de sonradan gelişen bir şey olduğu söylenemez. Var olan potansiyel uygun zaman ve mekân bulduğu zaman ortaya çıkıyor. Sosyal çevreyle güçlenebiliyor. Kadınları nasıl tavlıyorlar? - İlk başta kadına kendisini özel hissettirmek için iltifatlar eder, jestler yapar. “Hayatımın en büyük aşkı sensin”, “Daha önce hiçbir kadın bana bu duyguları yaşatmadı” ,” Önceki ilişkilerimde çok yara aldım ama sende huzuru buldum” gibi cümlelerle kadını erkeğin hayatındaki en büyük aşkı olduğuna inandırır. Taktığı maskeyle kadın için dünyadaki en uygun erkek modelini çizer. Zevkleri, değer yargıları açısından gerçek olamayacak kadar mükemmeldir. Buraya kadar ‘ideal erkek’... Narsizm nerede başlıyor? - Birkaç ay sonra yavaş yavaş maskenin altındaki gerçek kimlik ortaya çıkmaya başlıyor. Kadının ayaklarını yerden kesen ilgili erkek, bir anda mesafeli, soğuk, bencil tavırlar sergililiyor. Durduk yere ortadan kaybolabilir, kadını terk edebilir. Çünkü artık hedefine ulaşmıştır. Öte yandan bu tutumu sergilemesine rağmen, ilginin sadece kendi üzerinde olmasını ister ve kadının ilgisi başka noktalara kaymaya başladığı an çok öfkelenir. İlgilenilmemeye, görmezden gelinmeye tahammül edemez. Öfkeyle, kızgınlıkla, kırgınlıkla bile olsa kadının onu aramasını, sormasını, onu önemsediğini göstermesini bekler. Çevredeki kadınlara iltifat edebilir. Bazı narsist erkekler kız arkadaşı olsa da ondan gizli başka kadınlarla mesajlaşıp buluşabilir. Kadınlar bu tavırlardan bir anlam çıkarabilir mi? - Kadınlar ilk dönem narsist erkeğin yalan söyleme ihtimalini, başka kadınlara da aynı şekilde davrandığı veya iki kadını aynı anda idare ettiği ihtimalini hissetseler bile bunu bastırırlar çünkü karşılarında ‘mükemmel’ bir erkek vardır ve bunun kazanmak için oynanan bir oyun olduğuna inanmak istemez. Çünkü manipülatif tarafları oldukça güçlü. Başkalarının başarılarını kıskandığı gibi kadının başarısını da kıskanır hatta onunla yarışır. Yanında güzel, başarılı ve zeki bir kadın olmasını ister ama böyle bir kadınla birlikte olduğu zaman onu genellikle takdir etmediği gibi başka kadınlarla kıyaslayıp onun özelliklerini aşağılayabilir. Narsist erkek, kadını nasıl dönüştürüyor? - Kadın başta hayatının aşkını bulmuş gibi hisseder. Kolayca âşık olabilir. Erkeğin kontrolü altına kolayca girebilir. Kadın ne kadar zeki, özgüvenli, başarılı olursa olsun, narsist erkek kadının kırılma noktasını rahatça bulabilir. Bu noktada kadın savunmasız kalıp ilişkide bambaşka bir insan haline gelebilir. Erkeğin durmadan kadını eleştirmesi, ona kendisini yetersiz hissettirmesi, zaman zaman başka kadınlarla karşılaştırması, kendi duygusal iniş çıkışlarına göre kadına iyi ya da kötü davranması, zaman zaman hakaret etmesi, sonunda kadının sürekli kendini affettirme çabasına girmesi, erkeğin ilgi odağı olma ihtiyacı, yalan söylemesi, işkolizmi, hep kendinden kendi başarılarından söz etmesi kadına kendisini değersiz, yetersiz, yalnız ve önemsiz hissettirir. CİNSEL TACİZ ETKİSİ Buna karşı nasıl davranır kadın? - Kadın en baştaki ilişkiyi yakalamak, o eski ilk tanıdığı erkeği geri getirmek için uğraşır. Belli bir dönem olduğuna ve her şeyin düzeleceğine inanır. Erkeğin neden böyle davrandığına dair cevaplar bulmaya çalışır. Durmadan veren, karşılığında duygusal tacize, dengesiz davranışlara maruz kalan ama yine de hareket gücünü kaybetmiş, kaygılı, öfkeli, duygularını kontrol edemeyen bir kadın haline dönüşür. Kadın durumun farkına varmaz mı? - Narsist erkekler birlikte oldukları kadını duygusal olarak emer. Kadın kendisini çaresiz, hareketsiz ve birlikte olduğu adama bağımlı hisseder. İçlerinde genellikle kaygı, korku ve suçluluk duygusu vardır. Ne zaman, ne şekilde duygusal olarak canının acıtılacağını bilemez. Yaşadıkları, kurbanın cellata bağımlı olmasından farklı değil. Travmatik bir durumun içinde kendilerini hapsolmuş hisseder. Umutla bunun bir dönem olduğunu ve geçeceğini bekler. Çünkü insan böyle bir durumda olup bitene inanmak istemez. İnkâr eder. Kendisini kandırılmış, aldatılmış, dalga geçilmiş, duygusal olarak sömürülmüş, hayatı çalınmış gibi hissedebiliyor. Bu bir travma. İlişkisel travma. Etkileri post travmatik stres bozukluğu belirtileri gösterir ki cinsel veya fiziksel taciz sonrası da görülen bir durum. Onu nasıl tanırsınız? Zeki, hırslı ve başarılıdır. Çevrelerinde çabuk fark edilir ve insanları kolay etkiler. Genellikle çok sevilmez fazla dostu yoktur. Çünkü yakın, sağlam dostluklar kuramaz. Zaten onun için önemli olan dosttan çok hayran kitlesi kazanmaktır. Başkalarının ihtiyaçları onun için önemli değildir. Genellikle çok yalan söyler. Kontrolcüdür. Onun için para ve güç önemlidir. Her zaman haklıdır. Asla özür dilemez, kendi suçlarını başkalarına mal eder. Başkalarını kıskanır ama belli etmez. Herkesin onları kıskandığını düşünür. Şüphecidir. Sıradan olmaya tahammül edemez. Hep kendilerinden söz ettirmek ister. İlgi çekmek, hayran olunmak ihtiyacı olduğu için, flörtöz olabilir. Birçok kadınla aynı anda fark ettirmeden flört edebilir. Pornografi ve mastürbasyon cinsel hayatında önemli yer tutar. Sado-mazo cinsel ilişki tercihleri olabilir. Başarılı olduklarında kendisini iyi hisseder, çevresindeki insanlara iyi davranır. Hayatında bir şeyler kötü gittiğindeyse öfkesini yakınındaki insanlardan çıkarır.
  3. TÜRKÇE ÖLÇÜ BİRİMLERİ -- nah bu kadar ( uzunluk birimi ) -- vay pezevenge bak ( beğenme olarak ) -- senin araba kaç basıyo ( hız ölçüm birimi ) -- anasının şeyinde ( uzaklık birimi ) -- bu da döt kadarmış ( küçüklük birimi ) -- gavur şeyi gibi ya (sıcaklık birimi ) -- dötüm dondu ( soğukluk birimi )
  4. VEDAT TÜRKALİ'NİN KALEMİNDEN Tartışalım "Şanlı tarihimiz gidiyor!" diye kükredi şanlı başbakanımız. Sansür için yasa düzenliyorlarmış şimdi. Hep aynı ilkel kafalar. Endüstriyel sinema sanatı bu tür molla-müezzin kafasıyla yaşamaz. Vedat TÜRKALİ İstanbul - BİA Haber Merkezi 31 Aralık 2012, Pazartesi Bu ay şiir söyleşisi yaparız diyordum. Başbakan ülkenin gündemini öyle bir bağladı ki yalnız biz değil istese bile kendini de kurtaramayacak bu ağır gündemden! Şiirdi, mimarlıktı, kent sorunuydu, yontuculuktu derken sinemaya, tarihsel dizilere taktı kafayı Recep Tayip Bey! Özellikle de aylardır reyting rekorları kıran Kanuni dönemi dizisi "MUHTEŞEM YÜZYIL"a. Sorunun iki yanı var demek; "tarih yanı", "sinema yanı". İki yanı da ilgilendirir beni. Yazar, özellikle roman yazarı olarak tarihi doğru öğrenmeden bugünkü sınıfsal yapımızı kavrayamazsınız. Molla müezzin eğitiminden öte geçememiş kişi politikaya da soyunmuşsa "körebe" oynamaya yazgılı demektir. Çıplaklığıyla da gülünç eder kendini. Recep Tayyip Bey'in kafasını taktığı at üstündeki şanlı Sultanın tek günahı harem yaşamı olsaydı keşke! Gözdesi Hürrem Sultan'la baş hırsız damadı Rüstem Paşa'ya kanıp çadırının dibinde yedi dilsiz cellada Şehzade Mustafa'yı "Söyletmen! Tiz boğun!" diye öldürtmesi olsaydı! Nice Divan şairi Şehzade Mustafa sevgisiyle, bu rezil tuzağı lanetleyen acılı şiirler yazmış. Kanuni Dönemi, Osmanlının hem at üstünde Avrupa'ya saldırılarında yolun sonu olan tarihsel zirvedir; hem de ekonomik yapısal çöküşün başlaması dönemidir. Osmanlı'nın yüzyıllar boyu süre gelmiş saldırılarına gerçek bir direniş başlamıştır Avrupa ülkelerinde. Bizans'ın yıkılmış kalıtına oturan Osmanlı Sarayı'nda ise tam bir ekonomik çöküşün tüm belirtileri vardır. Rüşvet, yağma, kayırma, vurgun... Toprakta Osmanlı ekonomisinin temel direği "DİRLİK DÜZENİ" yerini "KESİM DÜZENİ" ne bırakmış. Tefeci sermayenin de işe girdiği dirlik toprakları alınır, satılır, kiralanır olmuştur. Orduya, seferde, savaşta hizmetleri karşılığı güvenilir kişilere devletin beraatıyla teslim edilmiş dirlik toprakları yağmanın, rüşvetin, soygunun, vurgunun kol gezdiği bir alandır artık. Osmanlı'da gerçek çöküşün başlama tarihi bu KANUNİ dönemidir. Celali isyanları, "çiftbozanın (zulümden, yağmadan kaçan, beraatlı topraklardaki çiftçiler)" öldürülmeleri, köleler gibi zorla soyuldukları bölgelerine döndürülmeleri, Kuyucu Murat Paşa tipi kumandanların hesapsız kırım kıyımları, imparatorluğun yüzyıllar boyu yıkım sancılarında kıvranması, Muhteşem Yüzyılın simgesi Kanuni Süleyman'la başlamıştır. Şehzade Mustafa'nın öldürülüşü rezil cinayeti bile bu tarihsel yıkım karşısında nedir ki! Kanuni'nin yerini bıraktığı Sarı Selim tam bu soygunlu yıkıma uygun bir padişahtır. Bakın Yahya Kemal ne diyor Sarı Selim için; "Kıbrıs Şarabı aktı zamanında su-be-su. Ismarlatıp vezirine tanzimi alemi Bir saltanat-ı Seray-ı huzuz etti arzu. Kurban-ı tac ü tahtı biraderleriyle ah Mes'ut olurdu gelmese rüyada ru be ru" Şöyle bir değindiğimiz Kanuni dönemi ciddi çalışma gerektirir. O iş gerçek tarihçilerin işi. Okuyucuya Dr. Hikmet KIVILCIMLI'nın "OSMANLI TARİHİNİN MADDESİ" büyük yapıtını okumalarını salık veririm. Medyadan öğrendiğimize göre Başbakana, Muhteşem Yüzyıl (Kanuni) filmi konusunda uyarıp akıl veren, Mısır'ın Müslüman Firavunu Mursi imiş. Ne diyelim, "Tanrı tüm molla müezzin eğitimli kullarına akıl fikir ihsan etsin! Amin!" Şimdi biraz sinemadan açalım: Elli yılı aşkın bir süredir Yeşilçam'da Türk Sineması emekçisiyim. Kimisi ödüller kazanmış kırkın üstünde imzalı, imzasız senaryolar yazdım. Yönetmek zorunda kaldığım önemsiz birkaç filmim var. Sinemamızın emekçi örgütlenmelerine gücüm yettiğince katkım oldu. Türk Sinemasının ne yoksul koşullarda, nasıl kahramanca özverilerle geliştirildiğinin bugün doksan beşine varmış tanığıyım. Yasa dışı TKP "Türkiye Komünist Partisi'nde gizli çalışma suçlamasıyla yargılanmış, yedi yılı cezaevinde geçirdikten sonra salıverilmiştim. Vedat Türkali takma adını gerçek kimliğimi kısa bir süre için olsun gizleyebilmek için kullandım. 27 Mayıs patlayıp da 62 Anayasası yetişmeseydi duramazdım Yeşilçam'da. Vedat TÜRKALİ yazarlık adı da öyle kaldı üstümde. Yıllar var ki, işitme sorunum var; alt yazısız film seyredemiyorum. Televizyonda sık sık yer alan, (kimi tarihe değinmiş serüven, kimi halkça çok tutulmuş komediler) eski Yeşilçam filmlerine sık sık takıldığım oluyor. Çoğu özellikle Cüneyt ARKIN, Malkoçoğlu dizileri, benzeri Battal Gazi, Köroğlu, Kara Murat vb. Tarihsel uydurukluğundan öte, Hollywood teknolojisini anımsatan akıl almaz ustalıkta kişisel atraksiyonlarıyla Türkiye seyirci yığınlarını Türk sinemasına çekerek ulusal bir iç pazar yaratmış filmlerdi bunlar. Filme konu edilen uyduruk tarihsel olaylar değil ama surlardan yaşamını tehdit eden taklalarla havada ok atarak bir vuruşta en az beş düşmanı haklayan Cüneyt ARKIN (Eskişehirli Doktor Fahrettin CÜREKLİBATUR), yanında yardımcılarıyla sırtında taşıyor denebilirdi Türk Sinemasını. Sözü uzatmak istemiyorum, gene bu alanda emek veren başkaları da var. Kartal TİBET, Serdar GÖKHAN... Yönetmen olarak Süreyya DURU, Natuk BAYTAN, Remzi CÖNTÜRK. Oynamakla tükenmeyen bir sürü komedisiyle Kemal SUNAL yaşamış ki Yeşilçam'da, tüm yüzünü kaplayan "safalak" görünümde bir gülüşü, yerinde en dramatik plastik materyale dönüştüren oyuncu gücü gösterebiliyor. Hollywood'un "KEYSTONE KOMEDİLERİ"ni andıran bir çizgiye öncülük etmiş. Konumuz salt Türk Sineması olsa sayılacak şey çok. Lütfü AKAD, Atıf YILMAZ, Memduh ÜN, Metin ERKSAN, Halit REFİĞ, Ertem GÖREÇ, Süreyya DURU diye yönetmenlerden girip Muhterem NUR, Belgin DORUK, Sezer SEZİN, Leyla SAYAR, Neriman KÖKSAL sonunda Fatma GİRİK, Türkan ŞORAY, Hülya KOÇYİĞİI, Filiz AKIN; Hale SOYGAZİ; JÖN'lerden Muzaffer TEMA, Ayhan IŞIK, Göksel ARSOY, Fikret HAKAN, Aytaç ARMAN, Hakan BALAMiR Tarık AKAN, Kadir İNANIR, Tuluat tiyatrolarından sinemaya kazanılmış harika halk oyuncusu rahmetli Ali ŞEN'in oğlu Şener ŞEN ve... sinemamızda önemli atılım dediğimiz Yılmaz GÜNEY. Daha sonraki yıllarda gezip görme olanağına kavuştuğum, bırakın kimi Hollywood, ya da Sovyet Rusya'daki, Leningrad, Moskova, Kiev (Dovşenko) stüdyolarını (Odesa'da deniz sahneleri çekimi için havuzları vardı), Bulgar (Vitoşa), Romen, Macar, Gürcü film stüdyolarının çalışma koşulları karşısında ne kadar ilkel durumda olduğumuzu görünce içim sızlamıştı. Bulgaristan'da film yönetmenlerinin o günün teknolojisiyle (35 milimetre) negatif kullanma hakları bire beşti. On beş bin metreyi buluyordu. Türkiye'de yedi bin metre negatif kullanan yönetmen kolay iş bulamıyordu. Yılmaz Güney yeni seyirci yığınları kazanarak bu ölçüyü on iki bin metreye çıkaran efsanevi ayrıcalıklı kişi oldu. Sağlık için önlem de pek bilinmiyordu. Türkan Şoray atlı bir sahne çekiminde attan düşmüş acılı, çok uzun tedavilerden sonra nice güçlüklerle kurtulabilmişti. Yaylı araçlarla fırlayıp parendeler atarak kavgalar yürüten Cüneyt Arkın bereket ki doktordu. Yoksa onun da Türk Sinemasının da başına neler gelirdi kim bilir! Şöyle bir değiniyorum sadece; Türk sinemasına emek vermiş, yaşamsal özverilerde bulunmuş nice adlar var daha. Tümüne selam, saygı! Dönelim Muhteşem Süleyman'ın yığınsal dış alan çekimlerine. Başta, dediğim gibi kulaklarımdan ötürü film seyredemiyorum. Ama eski sinema tutkulusu olarak yığınsal çatışmaların parlak başarılı görüntüleri sevindiriyor beni. Türk sineması dış pazarlara açılıyor. Teknolojik gelişme için önemli adımdır... diyordum ki birden "Şanlı tarihimiz gidiyor!..." diye kükredi şanlı başbakanımız. Sansür için yasa düzenliyorlarmış şimdi. Hep aynı ilkel kafalar. Endüstriyel sinema sanatı bu tür molla-müezzin kafasıyla yaşamaz. Bir Amerikan Cumhurbaşkanı bu tür gerekçeyle film yasaklamaya kalksa dünyasını dar ederler. Yalnız endüstriyel gelişme de yetmez sinemaya. İtalya'da da en modern teknik araçlarla SİNESİTTA'yı kuran Mussolini'dir. Fakat o dönemindeki çekilenler "Beyaz telefonlu filmler" diye alay konusu olmuştur. Devrimci solun dilinden düşmeyen "AVANTİ POPPOLA" marşındaki gibi Mussolini öldürülüp ayağından asılınca, eski SİNESİTTA'da yetişmiş tüm sinemacılar İtalyan Sinemasını demokratik dönemde dünya sinemasının öncüsü yaptılar. Antonioni, Roberto Rosselini, Pietro Cermi, Fellini, Visconti, Vittoria de SİCA; sonunda Hollywood'un Western egemenliğini de Sergio LEONE'nin "Spagetti Westernleri" ile aldılar elinden. Söylemeye gerek var mı? Muhteşem Yüzyıl'dan ne oyuncu, ne yapımcı kimseyi tanımam. Ama Sinemamız adına direnmelerini dilerim. Sinemamızın kazanımıdır. Elimizden geldiğince bizim de desteklememiz gerekir derim. Bu kafalara kalırsa çok daha kötülere gider bu iş. Başbakan Tayip Bey'e medyada yer alan mektuplar yazdım. İlk mektubum incelikli bir çağrısına yanıttı. Orada Kürt sorununun ülkemiz için tarihsel önemdeki ağırlığını belirtiyor kendisinden çözüm beklediğimizi söylüyordum. Daha önce umutlar veren, Habur girişi bir densizliğe kurban edilmişti. Oysa Başbakan çok daha akıllı tutumla Türkiye'nin bu kanlı sorununu çözebilirdi. Mektubun sonunda benim komünist olduğumu açıkladım. Kendisinin de komünizmle mücadele cemiyetinde çalışmış biri olduğunu bildiğimi, hiç önem vermeyeceğimi kendisinden çözüm beklediğimi söyledim. Aradan yıllar geçti çözümsüzlük anlamsız biçimde sürdürülmeye başladı. Bu yeni koşullarda olayın üzerinde daha derinliğine durup düşünmek gerektiğini anladım. Komünizmle mücadele cemiyetinde çalışmanın ayrı bir anlamı var demekti. CIA finansmanıyla Amerikalılarca yürütülen "soğuk savaş" döneminde komünizmle mücadele ortamı hangi kökenden gelirse gelsin kullandığı elemanlarını demek ki çok derinliliğine etkiliyordu. Söz gelimi MHP'deki pro-faşist Türkçülerle AKP'deki Müslüman militan yalnız kan kardeşi değil aynı kaynaktan yıllar yılı beslenmiş, düşünsel, ruhsal yapıları yeniden yoğruldukları o besinlerle biçimlenmiş süt kardeşleriydiler. Bu gün ikide bir ortaya çıkan AKP, MHP temelinde bu ortak beslenme yatıyordu demek ki. Ülkemiz gibi tefeci, tüccar, toprak ağası, bankalara dayalı ithalat-ihracat tekellerine oturmuş finans azmanlarının elindeki bir ülkenin yazgısını emperyalist Amerika'nın çizgisinden ayırması kolay olabilecek bir şey değildi. Bugün ülkeye Amerikan vizesiyle özel silahlar giriyor. Koca bir Ortadoğu bölgesinde Türkiye Amerikan manipülasyonlarıyla yolunu çizmek zorunda bırakılıyor. Amerika'dan ithalat dört'e katlanmış Türkiye'den Amerika'ya ihracat beş yılda 40.6 milyar dolar açık vermiştir. Bağımsızlık savındaki bir devlet için apaçık ekonomik uyduluk yoludur bu. Bu gerçek bilinmesin diye bir sürü oyunlar oynanıyor. Ben işin başka bir yanında duracağım. Başta Sayın Başbakan Erdoğan olmak üzere herkesin dikkatine sunuyorum. Bugüne kadar elimden geldiğince empati duygusuyla kelimat-ı Tayyibe arandım. Bugün Başbakan'ın ruhsal sağlığının tehdit altında olduğuna inanıyorum. Onu da söylemek hem vatan, hem de vicdan borcumdur. Şimdi gene tarihe döneceğiz: Birinci Cihan Savaşı'nda batan Osmanlı imparatorluğu, bugün tarihçe saptanmıştır ki Osmanlı devleti savaşa sokulmasaydı bu tarihsel yıkıma düşmeyebilirdi. Bu felaketi getiren İttihat Terakki yoluyla devleti ellerine geçirmiş Enver paşa, Talat Paşa, Cemal Paşa, ve başbakan Sait Halim Paşadır. Alman emperyalizminin Berlin-Bizans-Bağdat (3B) çizgisindeki planlarına uyar biçimde Almanya ile ittifak yoluna devleti bu ittihatçı grup zorlamıştır. Almanların zırhlı savaş gemileri Fransız devleti elindeki Cezayir'i bombalamışlar ve Çanakkale Boğazı'ndan içeri girerek Osmanlı devletine sığınmışlardı. İngiliz Fransız donanmaları bu iki gemiyi izleyerek Çanakkale boğazına gelince iki Alman gemisi (Göben-Brestlav)'a Türk bandırası çekilmiştir. Alman Gemilerine de Yavuz-Midilli adları verilmiştir. Alman amirali Souchon, bizim Yavuz bandıralı zırhlımızla Odesa'yı bombalayınca devlet bir olup bittiyle birinci Cihan savaşına girmiş oldu. Bu işin arkasında Enver paşa olduğu bilinir. İngiliz Fransız zırhlıları Çanakkale Boğazı'nı geçip İstanbul'a gelerek kolay bir zafer peşine düştüler. Londra'da toplanan savaş meclisinde İngiliz amirallerinden Sir Jackson Çanakkale Boğazını geçmeye çalışmanın delilik olacağını söylerken, Bahriye Nazırı Winston Churchill bu harekatının mutlaka yapılması gerektiğini savunuyordu. İtilaf devletlerinin savaş gemileri Çanakkale Boğazına hücuma başladılar. Nusret mayın gemisi (gemi kumandanı; Yüzbaşı Hakkı Bey, Mayın Kumandanı da Kasımpaşalı Binbaşı Nazmi Bey'di) Çanakkale Boğazını puslu bir gecede mayınla döşemişti. İlerlemeye çalışan itilaf devletleri hem çatışmalarda, hem büyük yüreklilikle döşenmiş bu mayınların etkisiyle büyük kayıplar vermeye başladı. İngiliz İnflexible, Ocean zırhlıları, Fransız Bouvet zırhlısı vb. mayına çarparak boğazın sularına gömüldüler. İtilaf devletlerinin 3 savaş gemisi batmış, 3 tanesi savaş dışı kalmış, 700 askeri ölmüştü. Çanakkale Boğazını denizden geçemeyeceklerini anlayan itilaf devletleri, İstanbul'a yürümek için karadan asker çıkarmaya karar verdiler. Bu saldırı için birleşik kuvvetler komutanlığına getirilen General Hamilton'un emrine 75 bin kişilik bir ordu verildi. Akif'den, "Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela!" sözleri geliyor akla. İngiliz, Fransız, Avustralyalı, Yeni Zelandalı ve diğer sömürge ülkelerinin askerlerinden oluşan bu orduya, Australian and New Zealand Army Corps kelimelerinin baş harflerinden oluşan ANZAK (ANZAC) kuvvetleri adı verildi. Osmanlı 5. Ordu Komutanlığına Alman general Limon Von Sanders getirildi. Sanders, Almanları diğer cephelerde rahatlatacağını bildiği için burada bir cephe açılması konusunda ısrarcı olmuştu. Enver paşa'da ona sonuna kadar destek verdi. ANZAK kuvvetlerinin karadan çıkarmaları da başarısız oldu. Çanakkale'de de daha sonra Sarıkamış'ta olacağı gibi Harbiye Nazırı Enver Paşa'nın savaş taktiği yüzlerce, binlerce kişinin ölmesine neden oldu. Çanakkale'de Enver paşa yerine Mustafa kemal getirildi. Ancak "İttihat-Terakki iktidarında Osmanlı İmparatorluğu öylesine Enver'e bağlıydı ki artık diplomatlar arasında Osmanlı yerine Enverland (Enver'in ülkesi) sözü dolaşıyordu. Batı diplomasisi basit kişiliğine karşın tüm dağları ben yarattım havasındaki yöneticilerin egosunu şişirmeyi çok iyi bilir. Enverland olduğu gibi bugün de nerdeyse "Tayyipland" deyimini piyasaya sürecekler! Enverland biliyorsunuz "Senverland" oldu! Koca ülkeyi yağma Hasanın böreği yaptılar. Kuvvetler ayrılığını yıkıp "başkanlık sistemi"ni getirmeye kalkışanlar ülkeyi nasıl bir yıkıma götürdüklerinin farkındalar mı! Aklıma gene Mehmet Akif geldi: Hani Başbakanımız da Akif'i çok severmiş ya! "Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi." Eğer ibret alacaksak işte bir fırsat dileyelim de Tayyipland, Kayıpland olmasın. Peki, Çanakkale'de ağır yenilgiye uğradıktan sonra Churchill'in akıbeti ne oldu, ona bakalım. Sonraki yıllarda Churchill, Denmark Hill Bölgesinde Maudsley Hospital'ın psikiyatri kliniğine yatırıldı. Doktoru I. Baron Moran'dı. Churchill hastalığına ad vermişti; Black Dog (Kara Köpek). Bunu nereden mi biliyorum? Londra'da yaşadığım yıllar torunlarımı görmek için gittiğim yolun üzerindeydi bu hastane. Bir aile dostumuz da o yıllar bu hastanede uzmanlık çalışması yapıyordu. O zaman iki savaş gemisiyle başlamıştı yıkım, bugünlerde ülkemize iki Patriot füzesi yerleştiriliyor. Kürecik'te, İncirlik'te üslerin işgalindeyiz. İran, yeni bir dünya savaşı çıkacak diye uyarıyor. Amerika'nın dünya savaşına ihtiyacı olduğunu başta Amerikalılar, herkes söylüyor. Bugün bir dünya savaşının başlaması için en uygun ortam Ortadoğu ve en kolay kullanılabilecek ülke de yazık ki "Tayyipland. Osmanlının başını yiyen 1. Cihan Savaşı, Enver'in eline geçmiş iki korsan gemiyle gerçekleştirildi. Bugünkü dünya savaşı da Tayyip'in egemen olduğu bir ülkede, bizim ülkemizde iki Patriot füzesinin yerleşmesi durumunda gerçekleştirilebilir. Herhalde medyada okumuşsunuzdur. Bu iki Patriot füzesini kullanacak 500 kişilik teknik kadro, gönderenler de söylüyorlar, tam bu işin uzmanı bile sayılmazlarmış. Yani anlayacağınız bu Patriot füzelerinden herhangi biri yanlış zamanda, yanlış yerde ve yanlış biçimde kullanılabilirmiş. Saddam'a Amerikan saldırısı, Irak'ta atom silahları olduğu uydurma Amerikan raporuna dayandırılmıştı. On binlerce insan öldürüldü. Düşük dozda atomlu silahlar kullanıldı. Bugün Irak'ta çok sayıda çarpık bebekler doğuyor. Gerisini siz tamamlayın lütfen! Uyarı olarak şunu ekleyeceğim yalnız: Ortadoğu'da saldırgan kuduz köpek İsrail'dir. Onun tasması da, herkesin bildiği gibi, dünya savaşını her yönüyle kışkırtmaya can atan Amerika'nın elindedir. Alman emperyalizminin Bismarck'ın gösterdiği çizgide Birinci Dünya Savaşını Osmanlı Devletinin ortaklığında gerçekleştirirken bir "Enverland" hurafesi tezgahlamaları gibi savaş özlemiyle yanıp tutuşan Amerika da kuduz yardımcısı İsrail'le birlikte çok ince oyunlarla bir "TAYYiPLAND" yaratmanın peşinde bugün. BAŞKANLIK sistemi de en sağlam yol sayılır onlara. Son olarak Enver Paşa'ya bir küçük değinme daha yapacağım. Onu Beşiktaş'taki evinde ziyarete giden Ali Fuat Erden, Enver'in karşısındaki duvarda Napolyon resimleri olduğunu söylüyor. İlerde ülkeyi elinde tutacak adamın egosunda bunlar saklı. Kendini devletin başına kurtarıcı olarak bir tanrısal görevle oturtulduğuna inanıyor. Söz dinlemez hale gelince çevre paşayı uyarmak için çok saygılı olduğunu bildikleri eski bir hocasına uyarması için başvuruyorlar. Enver acı acı gülüyor, vah hocam seni de mi kandırdılar diyor. Bu tanrısal muştuyu orada söylüyor kendisine; temel inancının nedenini de açıklıyor! Meğer paşamızın saçları içinde bir beyaz tel varmış! (çektiğimiz hesapsız acılar adına bu ağlanacak durumumuza gülmeyin lütfen! Tayyip beyin çevresindekiler dikkatlice baksınlar, saçlarının içinde bir beyaz saç teli olmasın Sayın Başbakanımızın!! Ya da gizli bir yerinde başka belirti! Hele Tanrı korusun; "Mehdilik belirtisi filan!" hiç olmaz inşallah! Mollalıkta yaygın inançtır. Duyduğuma göre Barzani'nin büyük dedelerini, çevresindeki mollalar taparcasına severlermiş. Kıyamete kadar gizli kalacağına inanılan Mehdi'nin bu kişi olduğuna karar verip denemeye kalkmışlar! İhtiyarcığı konağın en üst katından karga tulumba aşağı atıverirler. Mehdi minareden düşse ölmeyecektir çünkü. Sayın Başbakanımıza sakın kimse Mehdilik testi uygulamaya kalkmasın lütfen! Açıkçası korkuyorum; çevresinde kendisine hayran öyle çok molla var ki, Tanrı esirgesin! Bu Ali Fuat ERDEM Paşa İkinci Cihan Harbi'nde Hitler'in karargâhına çağrılı gitti. Orada Hitler'i şöyle anlatır: karşımda sinirli, kesin yargılı, emreden tavrıyla Enver Paşa'yı görür gibi oldum, der. Bu tanıma uygun kimi görüyorsunuz bugün? HİTLER de Almanya'nın başına benzer yöntemle getirilmişti, biliyorsunuz! Başbakan bunları biliyor da ya hastalandıysa. Geçtiğimiz aylarda bir psikiyatri derneğinin çağrılısı olarak konuşma yapmak için Bursa'daki yıllık kongrelerine katılmıştım. Gündemde benzer konular vardı orda da. Tanıdıklarım güvenilir psikiyatrlar var. Başbakan sağlık sorunlarını bir de bu değerli, bilim insanlarıyla konuşsa tüm ülke için hayırlı olur derim. Komünizmle mücadele cemiyetinde eğitilmiş Başbakanımıza o günlerde bizi "Red Dog" diye belletiyorlardı ola ki!. Soğuk Savaş dönemiydi. Churchill gibi "Black Dog" demeyecekti herhalde. Bu ruhsal gerginlik durumu böyle sürüp giderse korkarım ülkemizi "HOŞT HOŞT" sesleri saracak bir gün! Çaresizliğimizi ne güçlü anlatmış Mehmet AKİF: "Ne yapsam neyle kurtarsam şu imdat isteyen halkı?" İkinci BİZCE bir yılsonu yazısı. Bu dağınık sorunlara gereğinde yeniden değiniriz. Yeni yılda tüm dostlarımıza selam, sevgi, başarı dileklerimi sunuyorum. Kalın sağlıcakla. (VT/EKN) * Bu yazı "bize göre" sitesinden alınmıştır
  5. YİNE ERKEKLER KONUŞTU 2012'nin Akla Ziyan Açıklamaları Bakanından şarkıcısına, polisinden modacısına muktedir erkekler bu yıl da bizi şaşırtmadı ve kadın ve LGBT bireyleri hedef alan öfkelendirici, kimi zaman güldüren, tuhaf açıklamalarda bulundu. 2012'den inciler... İstanbul - BİA Haber Merkezi 31 Aralık 2012, Pazartesi Bakanından şarkıcısına, polisinden modacısına muktedir erkekler bu yıl da bizi şaşırtmadı ve kadın ve LGBT bireyleri hedef alan öfkelendirici kimi zaman güldüren tuhaf açıklamalarda bulundu. Sizi 2012'nin incileriyle baş başa bırakıyoruz: Beşir Atalay: Üç kız çocuğum var, biraz feministim Kadına yönelik şiddetin konu edildiği "Kurtuluş Son Durak" filminin galasına katılan Beşir Atalay, "Üç kız çocuğum olduğu için biraz feminist sayılırım" dedi. AKP vekili Can: Feminizme davetiye çıkarmayalım AKP Kırıkkale milletvekili Ramazan Can, "Erkeğin otoritesini, egemenliğini kıralım derken, feminizme de davetiye çıkarmamak gerekir. Her kadın aslında bir aile bireyidir. Kadının birey olarak hakkı elbette önemlidir fakat ailenin dağılmaması daha önemlidir. Pozitif ayrımcılık uygulamaları boşanmayı kolaylaştıracak, ailenin çabucak dağılmasına sebep olacak uygulamalara dönüştürülmemeli" dedi. Bülent Arınç: ****** diyemem, yüzüm kızarır Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, CHP milletvekili Aylin Nazlı Aka'nın kürtaj tartışmasında dile getirdiği "Başbakan ****** bekçiliğini bıraksın" sözlerine karşılık, "Aylin Nazlı öyle bir söz sarf ettiniz ki, benim yüzüm kıpkırmızı oldu. Ben o zaman mahçup oldum. Asıl o zaman utandım, asıl o zaman yerin dibine geçtim. Bir evli bir bayan milletvekili, bir çocuğu olan milletvekili kendisiyle ilgili organını nasıl böyle açıkça konuşabilir, nasıl bundan yüzü kızarmaz, benim o zaman yüzüm kızardı, o zaman mahcup oldum" diye konuştu. HSYK: Şikayet yoksa, erkeğe ceza verilmesin Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) taleplerinin yer aldığı raporda, toplumsal barış, aile bütünlüğü ve yargının iş yükü gerekçe gösterilerek "kadına yönelik şiddet eylemlerinin şikayet olmadığı durumlarda cezalandırılmaması ve basit yaralama suçunun uzlaşma kapsamına alınması" istendi. Polis müdürü: Kadın sesine tahammülüm yok Adana'da direnişteki TEDAŞ işçilerinin gözaltına alınmasına tepki eyleminde derdini anlatmaya çalışan kadına, Güvenlik Şube Müdürü Erhan Yıldırım, "Kadın sesine hiç tahammül edemem, erkeklerle konuşalım" dedi. Adana Emniyet Müdürlüğü: Kocanı öfkeli görürsen kaç Adana Emniyet Müdürlüğü, kadınların aile içi şiddet karşısında alması gereken önlemleri altı maddelik kitapçık haline getirdi. "Kadınların Şiddete Maruz Kaldığı Zaman Yapabilecekleri" adlı kitapçık Çukurova Kitap Fuarı'nda dağıtıldı. Kitapçıkta, kadınlara ve çocuklara, öfkeli koca ya da babayı görünce kaçmaları, yardıma koşmaları için komşularıyla aralarında parola belirlemeleri önerildi. AMK: İsmimiz gibi gazetecilik yapacağız AMK adlı spor gazetesinin yayın yönetmeni Mehmet Gökmen Özdemir, Ayşe Arman'ın sorularını yanıtlarken, "Gazetenin adının AMK olmasını, 'Bunlar küfrediyor, kadınlara hakaret ediyorlar' diye yorumlanmasını, Türkiye'de insanların gülme yetisini kaybetmesi olarak değerlendiriyorum. (..) Ayrıca ceza olarak maça gönderilen kadınların 90 dakika küfrettikleri bir ortamda umarız AMK bunun da önüne geçer. AMK'nın açılımı açık, mert, korkusuz spor gazetesi. Amacımız da ismimiz gibi gazetecilik yapmak" dedi. Ümit Özat: Kadınlar futboldan ne anlar? Teknik direktör Ümit Özat, spor muhabiri Simge Fıstıkoğlu'na "Ben sizinle futbol tartışmam. Ben eşimle bile futbol tartışmam. Benim futbol tartışacağım kişinin, benim kadar futbol bilgisi olması gerekir. Akli dengesi yerinde olan her insan, 'kadınlar da erkekler kadar futboldan anlar' cümlesini kabul edemez" dedi. Yüksel Aytuğ: Bereketin simgesi göğüsler adeta budanmış Sabah gazetesi yazarı Yüksel Aytuğ Olimpiyatlara katılan kadınlar için "Kocaman omuzlar, küçücük kalçalar ve tahta gibi dümdüz göğüsler... Eğer mayolarının farklı biçimi olmasa, hepsini erkek sanacaktım. Hele göğüsler... Kadınlığın, analığın, bereketin simgesi olan göğüsler (...) adeta budanmış gibi. (...) Kadın sporcuların kronometre sonuçlarıyla yetinilmesin. Sıralama yapılırken sporcuların fiziksel görünümlerinin 'kadına benzerliği oranında' artı ve eksi puanlar eklensin!" dedi, Türkiye'de ve dünyada pek çok kişiden eleştiri aldı. Engin Ardıç: Marifet kıçını açmakta Engin Ardıç, FEMEN aktivistlerinin "soyunmalarının 'kapitalistlere gününü gösterme' dürtüsünden mi yoksa 'erkeklere orasını burasını gösterme' dürtüsünden mi kaynaklandığını" kendince sorguladığı yazısında Türkiyeli kadınlara da "hanım hanım gazete basıp güvenlikçi tartaklamak" yerine "kıçlarını açmalarını" önerirken, "polis tarafından 'halkın göz zevkini bozdukları için tutuklanabilecekleri" uyarısında bulundu. Levent Yüksel: Eurovision geylerin yarışması TRT'nin Eurovision'a katılmama kararını değerlendiren Levent Yüksel "Eurovision gaylerin yarışması. Beste veya şarkı yarışması değil. Katılmadığımız isabet olmuş. Yarışma hangi ülkede yapılırsa yapılsın, 'gay'ler gidip birinciyi belirliyorlar" dedi. Eurovision daha önce de benzer tartışmalara konu olmuş, yarışmadan elenen Yüksek Sadakat Grubu'nun solisti Kenan Vural da, "Eurovision dünyadaki en büyük gay organizasyonlarından biridir" demişti. Nihat Doğan: Benim olmazsan taciz ederim Nihat Doğan yeni şarkısında "Tuttuğumu deli gibi koparırım ama / İyilikle olmazsa vallahi zorla / Benim olmazsan taciz ederim / Bana gelmezsen yer bitiririm" sözlerine yer verdi. İsmail YK: Matriyarka jinekokrasi 2019'da bunlar yayılacak İsmail YK, yeni albümünde Radikal Feminist adlı bir şarkı yayınladı. 2019'da dünyaya kadınların hakim olacağını söylediği şarkısıyı "Televizyonlarda feministlikle alakalı negatif şeyler duyuyordum, bunların böyle olmadığını anlatmak istedim" diye anlatırken, "Bu tarihte kadına şiddetin kalkacağını ve kadın haklarını savunma gruplarının daha başarılı bir yere geleceklerini düşünüyorum. Düz bir rakam da söyleyebilirdim 2020 gibi ama hissettiğim tarih nedense 2019'du. Çok da uzun bir zaman dilimi değil. İnşallah daha yakın bir zaman da olur" cevapladı. Cemil İpekçi: Kadın haklarının suyunu çıkardılar Kocası tarafından dördüncü kattaki evlerinin balkonundan aşağı atılan Fatma Şen ve kocasını canlı yayına çıkaran Seda Sayan'ın programına konuk olan Mor Çatı ve İstanbul Feminist Kolektif üyelerine, aslında sıkı bir kadın hakları savunucusu olduğunu, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı'nın bile kadın hakları konusunda kendisine başvurduğunu söyleyen modacı Cemil İpekçi, "Kadınlar barlara gidiyor, alkol alıyor, orasını burasını açıyor, sonra tecavüz oldu... Amerika'da bu kadın haklarının suyunu çıkardılar artık", "Cehaletten kurtulmak için, cahil anneden kurtulmak şart" gibi sözler sarfetti. İdris Naim Şahin: Selim Ay'ın bir suçu yok, "o kadın" bunu tezgahladı İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin Merkez Karar Yönetim Kurulu toplantısında (MKYK) "Selim Ay'ın bir suçu yok iftira atıyorlar" dedi. AİHM'den iki ayrı İşkence ve tecavüz vakasında Türkiye'nin ceza almasına neden olmuş ve iki ayrı işkence davasında ceza almış olan Sedat Selim Ay'ı savunan Şahin, Asiye Zeybek Güzel'i suçladı ve "O kadın bir arkadaşıyla bunu tezgahladı, daha önce itirafçıydı sonra iftiracı oldu" dedi. Necati Şaşmaz: Dizide bile kadına şiddetim yoktur Beyaz Kurdele kampanyasının tanıtım gecesine katılan ve Kurtlar Vadisi dizisindeki Polat Alemdar rolüyle tanınan oyuncu Necati Şaşmaz "Necati Şaşmaz. "Benim bir kadına bırakın şiddet uygulamayı, dizide bile kadına karşı kotu bir sözüm yoktur" dedi. Muğla Baro Başkanı: Kadın hareketi sivil örümcek faaliyeti Muğla Baro Başkanı Mustafa İlker Gürkan, Fethiye'deki toplu tecavüz davasında sanıkların avukatlığını yaptığı için, kadın örgütlerinin kendisine gösterdiği tepkiyi 'sivil örümcek faliyeti' olarak nitelendirdi. Bozkurt Nuhoğlu: Kadın kılığındaki erkeğe lanet olsun 4 Ocak 2012'de Posta Gazetesi'nde yayımlanan bir röportajda, Deniz Gezmiş'in dava arkadaşı Bozkurt Nuhoğlu, Bülent Ersoy'un Deniz Gezmiş ile tanıştığını iddia etmesi üzerine, "Deniz 68 kuşağının kahramanıdır. Karakteri düşük insanlarla hiçbir surette ve hiçbir mekanda beraber olmamıştır. Deniz bu tür insanların gittiği yerlere asla gitmez, bu insanlardan nefret ederdi" ve "Bu kadın kılığındaki erkeğe ya da erkek kılığındaki kadına lanet olsun diyorum... Deniz'in arkadaşları onu cezalandırır" dedi. Kamuoyundan gelen tepkiler üzerine, Nuhoğlu bir hafta sonra Pembe Hayat Derneği'ne gönderdiği mektupla, başta Ersoy olmak üzere bütün trans camiasından özür diledi. Lise müdürü Özbek: Kadın-erkek şakalaşıyorlar Erzurum Nene Hatun Kız Anadolu Lisesi Müdürü Hilmi Özbek, erkek adayların Kamu Personeli Seçme Sınavı (KPSS) başvurularını başka okullarda yapmasını istedi. "Okul bahçesinde bayan-erkek toplanıyor, ağaçların altında oturup sigara içiyorlar, yiyecek yiyorlar. Bunlar bayan-erkek birbirleriyle şakalaşıyorlar, el şakaları yapıyorlar. Biz bu olumsuzlukları görünce müdahale ettik ve seyredenler sonra ne der dedik, çıkın gidin dedik" diye konuştu. * Kürtaj gündemi İktidarın kadın konusunda karnesi hep zayıftı. 2012'de Başbakan'ın "Her kürtaj bir Uludere'dir" sözleriyle başlayan tartışma, iktidarın gözünde kadının yerini açıkça ortaya koydu. Başbakan Erdoğan: Kürtaj cinayettir Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul'daki Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı Eylem Programı'nın uygulanmasına ilişkin 2012 Uluslararası Parlamenterler Konferansı'nın kapanış oturumunda yaptığı konuşmada sezaryen doğuma karşı olduğunu ve kürtajın cinayet olduğunu söyledi. Ertesi gün kürtaj açıklamalarına devam eden başbakan, AKP Kadın Kolları 3. Olağan Kongresi'nde "Her kürtaj bir Uludere'dir' dedi ve kürtajın "milleti dünya sahnesinden silmek için sinsice bir plan" olduğunu söyledi. Diyanet işleri başkanı Mehmet Görmez "kürtaj haram ve cinayettir" Diyanet işleri başkanı Mehmet Görmez "Çocuk aldırmak ve düşürmek gebeliği önleyici önlemlerden değildir. Çocuk aldırmak cinayet hükmündedir" dedi. İnsan Hakları Komisyonu Başkanı: "Bosna'da tecavüz edilen kadın doğurdu ama!" TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı ve AK Parti Sakarya Milletvekili Ayhan Sefer Üstün, ""Kürtaj, insanlık suçudur. Doğacak çocuğun yaşam hakkı elinden alınmaktadır. Anne karnında hayatını devam ettiren çocuğun maddi manevi varlığına yapılan saldırılar cezalandırılmalıdır" dedi, "Bosna'da kadınlar tecavüze uğradı ama doğurdular. Anne karnında hepsi öldürülseydi o tecavüzcülerin yaptığından çok daha büyük bir dram, suç ortaya çıkacaktı. Anne bakmak istemiyorsa, devlet alabilir." Sağlık Bakanı: Tecavüze uğrayanın çocuğuna devlet bakar Sağlık Bakanı Recep Akdağ, kürtajın "ahlakla ilgili bir tarafı" olduğunu söylerken, "Siyaset burada karar verirken hem bilimi hem de ahlaki tarafı dikkate alarak karar verecek. Bazen 'Annenin başına kötü bir şey gelmişse ne olacak?' vesaire gibi şeyler söyleniyor. Gerekirse öyle bir bebeğe devlet bakar" dedi. Recep Tayyip Erdoğan: Müslüman insan bunu yapmaz "Bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü. Her ne şekilde olursa, hangi bahaneyle olursa olsun, kadınlara yönelik her türlü şiddeti bir kez daha lanetliyorum. Bunu yapanlar ya cehaletlerinden yapıyor ya Nazi ruhu, faşist ruh taşıyor. "İnançlı, Müslüman insanın böyle bir şey yapması mümkün değil. Anayasa'da yapılan değişiklikler ve yasal düzenlemelerle kadına yönelik şiddetin önüne geçmek, şiddet uygulayanları cezalandırmak için çok önemli reformları hayata geçirdik. İnşallah bu insanlık ayıbını ortadan kaldıracağız." Sağlık Bakanı: Benim Kararım Kampanyası'nı vicdani bulmuyorum Sağlık Bakanı Recep Akdağ, NTV'ye yaptığı açıklamada bianet'in "Benim Bedenim Benim Kararım" kampanyasını "vicdani bulmadığını" söyledi, "Biz kürtajı olabildiğince nadir olacak bir noktaya getirmek için gayret edeceğiz. Kürtajı engelleyip merdivenaltı uygulamayı desteklemeyiz" dedi. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Grup Başkanvekili Nurettin Canikli, "Kürtaj konusu gündemden kalktı. Bu konuda bir düzenleme Meclis'e gelmeyecek" dedi. (ÇT)
  6. Kadınlar 2012'yi Değerlendirdi Kadın hakları savunucuları ve kadın örgütleri, 2012'nin kadın hakları mücadelesini, en önemli gündem maddelerini bianet'e anlattı. Çiçek TAHAOĞLU [email protected] Kadın hakları savunucuları ve kadın örgütleri, 2012'nin kadın hakları mücadelesini, en önemli gündem maddelerini bianet'e anlattı. Kadınların yıllık değerlendirmelerinde, tahmin edilebileceği gibi kürtaj yasağı tartışmaları ve erkek şiddeti sorunu öne çıktı. "Şiddeti değil boşanmayı engellemeye öncelik veriyorlar" Filiz Karakuş, Sosyalist Feminist Kolektif: 2012 kadınlar üzerindeki baskı ve şiddetin arttığı bir yıldı. Aynı zamanda da mücadelenin güçlendiği, kazanım yılı oldu. AKP iktidarı "kadın değil aile, kadın ancak aile içinde var" zihniyetini 2012 yılında her politikasında uyguladı. Üstelik bu politikasını kadınların çıkarını düşünüyoruz, iddiasıyla sürdürdü. 8 Mart'ta çıkan erkek şiddetine karşı yasadaki kimi olumlu yaptırımlar kadınların mücadelesiyle formüle edildi. Uludere katliamını kürtajla özdeşleştirme ve Başbakan'ın "kürtaj cinayettir" söylemi kadınların mücadelesiyle boşa çıkarıldı. Ancak önümüzde çok zorlu günler var. Kadınları aileye, kocaya mahkum eden patriarkal sistem AKP iktidarında güçlenerek sürdürülüyor. Eğitimde 4+4+4 sistemi, ilköğretimde kılık kıyafet serbestliği uygulamaları, eşitsizliği pekiştiren uygulamalar aynı zamanda. 2003'den beri varlığını sürdüren Müftülüğe bağlı Aile irşat büroları hızla sayısını arttırıp, boşanmaları engellemek, kadınlara erkek baskısı karşısında itidal tavsiye etmek için çalışmalarını sürdürüyor. Aile Bakanlığı, her yıl yüzlerce kadının boşanmak istediği için öldürüldüğünü yok sayarak, şiddeti değil boşanmayı engellemeye öncelik veriliyor. 2013'ün ilk aylarında Meclis gündemine gelecek kürtaj yasası da yine kadınları kuluçka olarak gören, kürtajı fiilen yasaklamayı hedefleyen bir yasa. Kadınların önümüzdeki süreçte devlet eliyle, kocanın da desteğini alarak kürtajdan vazgeçmeleri için ikna sürecine tabi olması ise başlı başına şiddet. Kadınlara kreş yardımı, doğum izninin uzatılması gibi yasal değişiklik önerileriyle bakım hizmetleri kadınlara sabitlenmeye devam ettiriliyor. Bunun ücretli çalışmadaki karşılığı ise ucuz-güvencesiz işler. Kadınların istihdama katılmaları politikalarında da merkeze aile yaşamını riske atmamak hedefleniyor. Dolayısıyla 2012 yılı kadınların aileye, aile içinde erkeğe mahkum edilmeye çalıştığı yıl oldu. 2013 yılı "Aile yıkılmayacak kale değil. Aile dışında hayat var" ütopyamızı daha yüksek sesle dillendireceğimiz bir yıl olacak. "İstenmeyen gebelik 'ilahi lütuf' değil, kadının çilesidir" Hülya Uğur Tanrıöver, MEDİZ: 2012'nin en önemli kadın hakları gündemi kadınların doğurganlıklarını denetleme hakkının kısıtlanmasına yönelik girişimler ile kadın cinayetleri ve şiddetti. İlkini "kürtaj"ın resmi söylem ve kurumlar tarafından suç kapsamına alınması olarak da özetleyebiliriz. Gebeliği, özellikle de "istenmeyen" gebeliği, erkeklerin tasarrufu ve çoğunlukla açık ya da gizli tecavüz, zorlama gibi şeylere maruz kadınların çilesi (ya da en iyi olasılıkla, cinsel bilgiden mahrum bırakılmış kadınların maruz kaldıkları çok ciddi bir sorun) olarak değil de "ilahi" bir lütuf olarak gören mantığın, yasal kısıtlama ve daha da önemlisi kurumsal takip, caydırma-bezdirme taktikleri ile kadın bedenleri üzerinde de diktatörlük kurması en vahim gelişmelerden biri bence. Ailemde yaşadığım için biliyorum; gebe kadınlar aile hekimleri ve sağlık merkezleri tarafından "taciz" düzeyinde takip edebiliyorlar. Öyle ki en istenen gebelikte bile kadınları isyana sürükleyen bir denetim/gözetim mekanizması kurulmuş durumda. Bu arada şu "ilahi lütuf"a da değinmeden edemeyeceğim : inançlı kişiler bu yaklaşımı sorgulasalar çok "hayırlı" olur bence. Zira hiçbir ilahi inanç, yaratıcı gücün neden bazı kadınları böyle feci bir biçimde (istenmeyen gebelik gibi feci bir durum) cezalandıracağını açıklayamaz, eğer samimi ise tabii. Kadın cinayetlerinde gelince, ah-vah dışında somut bir şey yok ortada. Katillerin, tecavüzcülerin "sıfır tolerans"la yargılanacağı bir sistemi oturtmak ne kadar zor olabilir ki? O zaman da ister istemez siyasi iktidar ve yargı bu duruma göz yummakta beis görmüyor diye düşünüyoruz. "Uludere-kürtaj benzetmesi 'bu kadar da olmaz' dedirtti" Sosyalist Kadın Meclisleri: 2012 yılına girerken yaşanan Roboski katliamı, SKM ve kadın örgütlerinin de gündemi haline geldi. Erdoğan'ın "Uludere katliamsa, kürtaj da katliamdır" sözü bu kadar da olmaz dedirten olay oldu. Bu sözün arkasından kürtaj ve sezaryen yasağına dair hükümetin tartışmaları, arkasından gelişen doğum sırasındaki kadın ölümleri eksenli gelişme temel gündemimiz oldu. 2012 yılı kadınlar için; AKP hükümetinin cinsiyetçi, ırkçı, milliyetçi politikaları nedeniyle artan kadına dönük şiddet, tecavüz, kadın ölümlerinin yükseliş yaşadığı bir yıldı. Hükümetin, cinsiyetçi politikalarına karşı örgütlü, politik kadınların yürüttüğü mücadeleye hükümetin saldırıları, tutuklamalar, gözaltı vb yıldırıma politikasına karşı birleşik, örgütlü kadın mücadelesinin de geliştiği, güçlendiği bir yıl olması da kadın hareketinin kazanım hanesine yazılan bir artıydı. Kadına dönük şiddet uygulayanların ağırlaştırılmış hapis cezası alması da yine bu birleşik bir kadın mücadelesinin ortak kazanımı olarak belirtmek gerekir. Eskişehir'de Öznur Uluişiden adlı çocuğa tecavüz edip öldüren H.K. adlı katilin ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alması, Filiz Akboğa'yı öldürmeye teşebbüs eden eski koca C.K.'nin on yıl ceza alması kadın mücadelesinin ortak kazanımı olarak görülmeli. "Kadın bakanlığı, Aile bakanlığı oldu" Şahika Yüksel, Türkiye Psikiyatri Derneği: Bence 2012'nin en önemli kadın hakları gündemleri kürtaj ve sezaryene kadının kendisinin değil devletin karar verecek olması ve kadın bakanlığının kaldırılıp Aile Bakanlığı olmasıydı. "Muktedire mahrumiyetin bol yıldızlı senesi oldu" Ülkühan Zekioğlu, Medyanın Cinsiyeti programı yapımcısı (Nor Radyo): Şüphesiz, 2012'i de, milyonlarca yıldır devam eden "muktedire mahkumiyet"in bol yıldızlı senelerinden biri olarak tarihteki yerini aldı. Hatıramdan çıkartmaya bir an bile müsaade etmeyeceğim en önemli gündem; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, gerilla cenazelerine katılan ve o gençlerin anneleri olan kadınlara ve tabii BDP'li kadın milletvekillerine "Kadın değil, taş kalpli cani" demiş olmasıdır. Bu sözleri sarf ettiği yerin, evlatları ve kocaları "zorunlu askerlik yolunda ya da intihar süsü verilerek ölen/öldürülen" kadınların bir araya getirildiği bir konferans olmuş olması ve o kadınların yakalarına "kutsal ana" apoletlerinin takılması, buna maruz kalmış olmaları durumun daha da vahim olduğunun resmiydi aslında. "Onlar bırakın anayı, kadın değil" diyen Başbakan'ı, ailenin sürekliliğinden sorumlu bakan Fatma Şahin avuçları patlarcasına alkışlıyordu. Aynı partinin başka bir "kutsal kadın"ı Ayşenur Bahçekapılı da o saatlerde, Roboskili annelerin "Katil kim?" sorusuna "Tepemi attırmayın, beni sinirlendiriyorsunuz..." diye cevap veriyordu. Kadınlar olarak; cebinde nüfus cüzdanını taşıdığımız ülke tarafından, "Kimin anası" olduğumuz sorusuna maruz kaldığımız, "Asker doğuran analar" ve "PKK'li doğuran caniler" olarak bizzat Başbakan tarafından ikiye bölündüğümüz bir yıl oldu, hayırlı olsun. Oğlan doğuran ile kız doğuran arasında ayrım yapılan çağdan bu yana geldiğimiz nokta, sizce de şahane değil mi? (ÇT)
  7. öylesi

    SEN HİÇ GİTME! ÇOK KORKUYORUM....

    canım benim ..daha ne diyebilirsin..ömrünü ömrüne eklemişsin... bak şimdi bende rakı içeceğim.....haydi ŞEREFEEEEE
  8. İsim: SAIL - AWOLNATION Dizin: Yabancı Müzik - Sinema Videoları Ekleme Tarihi: 08 Aralık 2012 - 17:21 Gönderen: öylesi Kısa Açıklama: Girilmemiş Geniş Açıklama: Video Linki: Videoyu Görüntüle
  9. İsim: cibelle - green grass Dizin: Yabancı Müzik - Sinema Videoları Ekleme Tarihi: 08 Aralık 2012 - 17:15 Gönderen: öylesi Kısa Açıklama: Girilmemiş Geniş Açıklama: Video Linki: Videoyu Görüntüle
  10. Akıllı bir çözüm..böylece kontrolü kolay olacaktır..
  11. itiraf etmeliyim ki bu daha hoşuma gitti..çok sağol gloria ellerine sağlık tatlim..)))
  12. çok sevinirim ...şimdiden teşekkürler...
  13. canım vallahi alışkanlığa bağlı..ben içiyorum bişey olmuyor...)
  14. Çok hassas birileri Bazı çok hassas insanlar bana vampirleri hatırlatırlar: Biz kaba saba köylülerin ne kadar kanlarını içseler, daha o kadarını emmek isterler. Onlar öylesine hassas, öylesine kırılgan, öylesine özeldirler ki… Önce sizi eğitirler: Bir laboratuvar faresi gibi. Tavlamayı, baştan çıkarmayı, elde etmeyi harikulade iyi bilirler. Zaten onların hayatta işi, budur. Sonra, yani sizi ilişkinin kafesine tıktıkları andan itibaren, bu olağanüstü hassas ruhların esirisinizdir: Laboratuvar faresisinizdir. Sizi nevrotik bir fare yapmak üzre, duygu eletroşokları yollayacaklardır. Aynen deneysel psikoloji laboratuvarlarında yapıldığı üzre. Esir fare kapatıldığı ‘ilişki kutusunda’ sağa adım atsa, şok yiyecektir. Sola adım atsa, şok yiyecektir. Yemek kutusuna doğru yollansa, şok yiyecektir: Yollanmasa, şok yiyecektir. Fare, ne zaman şok yiyip ne zaman yemeyeceğini asla anlayamaz. Zira nedensizce ve kuralsızca şoklar yiyerek iyice sersemletilecek, tarumar edilecek, sonunda da bombok bir nevrotik fare haline gelecektir. Olağanüstü hassa, kırılgan ruhlar da, size aynen bunu yaparlar. Sizi tıktıkları ilişki kutusunda, “A, kalbimi kırdın” der, bir şok yollarlar. “Çok üzgünüm” der, şoku dayarlar. “Yine anlamadın beni” der, şoklarla kutunuzda, bunaltırlar. Siz, giderek tuhaflaşırsınız. Kendinizi porselen dükkânında bir fil, bu aşırı hassas ruhların gül bahçesinde bir öküz, sırtındaki yumurta küfesiyle Eminönü-Tahtakale arasında ilerleyen bir hamal gibi hissedersiniz. Herhalükârda kaba saba, odun gibi filan, hissetmenizi kendinizi, karşınızdaki aşırı kırılgan ruh, mutlaka temin edecektir. Bu ruh kafeslenmesi esnasında habire, ‘düzelmeye’, ‘incelmeye’, ‘anlamaya’, ‘doğru olanı yapmaya’ çalışır, çalışırsınız. Hatta inceldiğiniz yerlerden koparak; muhtelif parçalara ayrılırsınız. İşin içine bir nebze olsun akıl mantık sokmaya çalışır, avucunuzu ve yaralarınızı yalarsınız. Zira aşırı hassas ruhlar, sizi tesadüfi şok dalgalarıyla madara etmektedirler. Onu yaptın da bu değil; hayır! siz hep böyle bir mantık silsilesi için çırpının durun, kırgınım! anlaşılamıyorum! ah ben ne yalnız ne inceyim! deyip deyip ‘durduk yerde’ sizi siz olduğunuz için cezalandıracaklardır. Zira ağzınızla kuş tutsanız, bu aşırı hassas ruhların aşırı hassasiyet seviyelerini, tutturamazsınız. Bunlar, aşırı hassasiyetleri yüzünden üzüledursunlar, bir de bakarsınız ki, sizi canhıraş bir şekilde üzmekte; ruhunuzu cayır cayır yakmaktalar. Onlar ise aşırı hassasiyet salıncaklarının konforunda, aslında tatlı tatlı sallanmaktalar. Bir kere, hassasiyetleri öyle bir sabun köpüğü, öyle bir dokunduğunda dağılan balondur ki; bunlarla ne kadar çırpınsanız gerçek bir iletişim kuramazsınız. Ne kadar konuşsanız, sesinizi o kadar duyuramazsınız. Yavaş yavaş uyandığınız acı gerçek şudur: O kadar kendileriyle doludurlar ki, sizi görmemektedirler. Size bakmamaktadırlar. Kendileri o kadar mühimdirler ki, son kertede siz, umurlarında değilsinizdir. Onlar ve acıları. Onlar ve kırılganlıkları. Onlar ve sırları. Onlar ve kırık kalpleri. Onlar ve onlar. Siz, cam fanuslarının önünde tepinmektesinizdir. O cam kırılmaz, aşılmaz, içine nüfuz edilemez bir camdır. O cam, onların ne denli iyi korunup sizinse ne kadar ortalıkta olduğunuzun da, en hain kanıtıdır: Acılar içinde oldukları iddiasıyla sizi fena halde acıtmaktadırlar. Hiç anlaşılamadıklarını iddia ederken, sizi anlamak için serçe parmağa kadar gayret sarfetmediklerini, özenle gizlerler. Kırık kalpler kontenjanını tamamen doldurduklarından, sizin paramparça olmuşluğunuzu kaydedecek mecalleri, tabii ki yoktur. Gözyaşları, sizi silip süpürmek üzere hazır beklemektedir. İncelikleri, habire göğsünüzü delmeye hazır oklardan oluşur. En mühimi, sizi ciddi olarak, kendinizden soğuturlar. Bu hassas ve duygulu insanların, anlar gibi oldukları tek duygu kendi duygularıdır. Empati yetenekleri doğuştan felce uğramış gibidir. Ne kadar çırpınsanız, bu kafeste o kadar çaresiz kalırsınız. ‘Karışıklılık’ nedir bilmedikleri için, sizi hakikaten perişan etmeye muktedirlerdir. Uyanmanız gereken mesele, ‘bu aşırı hassasiyetin’ değeri kendinden menkul bir reklam kampanyası olabileceğidir. Karşısındakine bu denli kör ve aldırışsız hiçbir hassasiyet, gerçek olamaz. Bu olsa olsa, bir kendi kendiyle dolu olma hali, bu nevi narsisizm, bir sahte duygulanımlar oratoryosudur. Perde indiğinde, böylesine berbat bir temsilin sizi nasıl olup da bu denli üzebildiğini anlamanız, epey zamanınızı ve emeğinizi, alacaktır. "Perihan Mağden
  15. öylesi

    GÜNAYDIN

    geçenlerde ben de baktım baktım fincanlarıma ..kırılsa da yeni fincanlar alsam oldum...))
  16. Sevgini elime alıp sade içeyim tatlım...teşekkürler.
  17. Çok emek harcamışsın ..amatör demişsin zaten ..eminim güzel şeylere başlangıç bu... ellerine sağlık..
  18. Canım bu ne ..insanın içi açılmaz mı böyle bir sunuma...Hemen alıyorum...afiyetleeeeeeeee
  19. Çok keyifli görünüyor..aileye , çevreye öğretmek lazım..
  20. İsim: Ukraine's got talent very cute children performance (english subtitles) Dizin: Diğer Bütün Videolar Ekleme Tarihi: 30 Kasım 2012 - 16:10 Gönderen: öylesi Kısa Açıklama: Girilmemiş Geniş Açıklama: Video Linki: Videoyu Görüntüle
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.