tülvent tarafından postalanan herşey
-
Yüreği Olan Çalışmalarım... by tülvent
- Ayrılığın Eski Tadı Yok!
Biz çocukken, tepesinde bir dantela örtüyle başköşede duran yeşil ışıklı ahşap radyomuzdan, hüzzam makamında ayrılık şarkıları yayılırdı salona: “Ayrılık, ümitlerin ötesinde bir şehir”di o zamanlar; “...ne bir kuş, ne bir haber, ne de bir selam gelir”di. “Yaman kelime”ydi ayrılık; “benzetmek azdı ölüme”... Ve her kim uğrarsa bu zulme, “gündüzü olurdu gece...” Selahaddin Pınar’ın tamburu “Ayrılık yarı ölmekmiş/ o bir alevden gömlekmiş” diye inler ve sorardı: “Ey sevgili sen nerdesin/ nerdesin ey sevgili?” “Çerağ” nedir bilmezdik; ama Sevim Tanürek, “Alev alev çerağız biz/ Ayrılsak da beraberiz” deyince bir yangın fitili tutuşurdu yüreğimizde... Sonra Zeki Müren çağlardı, tane tane söyleyerek: “Aynı bedende can gibiyiz/ cana can veren kan gibiyiz/ Yanıp da bitmez kül gibiyiz/ biz ayrılamayız/ Eller ayırsa bile/ yollar ayırsa bile/ biz ayrılamayız.” * * * Büyüdük; o “çerağ” da içimizde büyüdü alev alev... Sevdalandık... ayrıldık... yandık. Ayrılıkla ölümü, biz de Abdürrahim Karakoç’un “Mihriban”ıyla kıyasladık: “Ayrılıktan zor belleme ölümü/ Görmeyince sezilmiyor Mihriban...” Timur Selçuk, “Ayrılanlar için” değil, bizim için çalıyordu: “Ne kadar acı olsa / ne kadar güç olsa/ Her şeyi, evet her şeyi unutmalı”ydık. “Kalırsa içimizde bir derin sızı kalır”dı. * * * Derken vuslat kolaylaştıkça; basitleşti ayrılmalar da... Kocamaya bir yastık yetmez oldu. Sönenin son ateşiyle yakılan sigaralar gibi; ayrı düşülen yavuklunun hasreti, yeni bir aşkın kollarında giderildi. Ve günün birinde Ajda Pekkan, “başı yukarda meydan okuyarak hayata”, ayrılıkların üzerindeki o kırık yeniklik duygusunu silip attı: “Arkanı dön ve çık istenmiyorsun artık” diye kovaladı eski sevgiliyi: “Bir zamanlar sen de bana acımadın/ yalnız kaldım/ Yıkılmadım ayaktayım.” * * * Herkes bu çıkışı bekliyordu sanki... “Ümitlerin ötesindeki o şehir” bir anda tarumar oldu. Bir baktık ki 20. yüzyılla birlikte, ayrılan yollarda söylenen şarkılar da değişmiş, herkese bir güven gelmiş. “Aşk dediğin geliyor, geçiyor” diyen Hande Yener, ayrılığın onuncu gününde eski sevgilisine “Yalnız değilim, sıkılmıyorum” mesajı göndermiş. Nazan Öncel, bir vedalaşmayı “Jetonu mu yoktu, aramadı gitti/ velhasıl bitti” diye özetlemiş. Sonra jeton da tarih oldu. Ayrılık acısının ilacı bulundu. Demet Akalın bir yıl önce “seve seve” ayrıldığı sevgilisiyle “İsim neydi çıkaramadım/ adın neydi hatırlamadım” diye kafa buldu. Şimdilerde dillerde gezen bir yaz şarkısında ayrılıklara iyi gelecek formülü açıklıyor: “Hemen yeni bir aşk bulunur, yerin çabuk doldurulur/ Sevgilimi koluma takarım/ Bebek’te üç beş tur atarım/ Olmadı bi de sinema yaparım/ gördüğün gibi çok unutkanım.” * * * Dedim ya, ayrılığın eski tadı yok. Şarkılardan belli... Can Dündar- Yüreği Olan Çalışmalarım... by tülvent
- Yüreği Olan Çalışmalarım... by tülvent
- Yüreğü Olan Videolar... by tülvent
Merdivenli Sokaklar http://youtu.be/5KbheuoZKs4 Geçmişin Eski Sokakları http://youtu.be/uNvdRxJCT8g- Çağrışım
- Arıların önemi!
Bitkilerinçiçeklerini açma süresinin, tozlaşmada büyük rol oynayan arılarla ilgili olduğusaptandı. Almanbilim adamları, sonuçları Ecology Letters dergisinde yayımlananaraştırmalarında, bitkilerin, ancak bir arı tarafından “ziyaret edildikten”sonra çiçeklerini kapattığını tespit etti. Normaldesabah açan ve öğlene doğru kapanan bir çiçeğe bir arının konmaması halindeçiçeğin akşama kadar açık kaldığını gözlemleyen araştırmacılar, arılar olmazsabitkinin doğal saatinin geri kaldığını belirtti. Araştırmalarında,tozlaşmanın çiçeklerin daha çabuk kapanmasını sağladığını gördüklerini bildirenbilim adamları, bitkilerin doğal saatinin bozulmasının geniş bir alandaki besinzincirini tehlikeye sokabileceğini kaydetti. Araştırmanınsonucunun tarımda tozlaşmanın başarısı açısından önemli olduğunu ifade edenbilim adamları, azalan arı popülasyonunun bir tehdit oluşturabileceğiuyarısında bulundu.- GELİSİGÜZEL NOTLAR
- HATIRLIYOR MUSUN..?
İçim acıyor şu an... Neden bilmiyorum. Bildiğim, seni çok sevdiğim ve kaybetmekten çok korktuğum!- BUGÜN BEN........!
Vücudum kırık, hastayım...- Ebediyete Kadar
Aşık Veysel' in dediği gibi yaniiii '' Kavuşamazsın AŞK olur! '' olayı! Yine de- Resid Behbutov - Bahar sensiz
- Frida'dan Diego'ya - SEVMEKTEN NE ZAMAN VAZGEÇTİM?
'' Gözlerime baktığında kalbinle bakmadığını ve bana hala söylemediğin şeyler olduğunu hissettiğimde vazgeçtim.'' Çok yakıcıydı!- Ebediyete Kadar
Çok fena oldum be, Radya' m... Yani nerdeyse... Off niye kavuşamaz ki sevenlerin bir çoğu, olmaz böyle şey! Yaaa!!!- Görmesen de,duymasan da...!
Evet! O nefesi almaya hiç uğraşmadığımı farkettim. Alıp almıyor olmak da hiç önemli olmadı çok zaman... Her bir dizeyi de ayrı ayrı içimde hissettim ve yaşamımda.. Tebrik ediyorum- Çatlat & Murat Dalkılıç
- KUŞADASI
http://youtu.be/jiZRrp77O6E EGE' nin EN GÜZEL KOYU Mavi deniz, parlak güneş, zengin tarih ve uluslararası ölçekte bir yat limanı ile Kuşadası, Türkiye'nin en önemli turistik deniz kapılarından biri... http://youtu.be/tqTh-tj2jQM EGE' nin EN PARILTILI KÖRFEZİ Kuşadasına hava, kara ve deniz yoluyla ulaşım mümkündür.Hava yolu ile ulaşım sağlayabilmeniz açısından İzmir Adnan Menderes Havaalanı' ndan Kuşadası'na 70 km mesafe bulunmaktadır.Geçtiğimiz yıllarda yapılan Aydın Otobanına girerek yaklaşık 45 dakikalık bir sürede Kuşadasına ulaşabilirsiniz. İzmir-Aydın otobanı konforlu, lastik sesi bile duyulmuyor, pürüzsüz. Rahat ve stressiz bir yolculuk yaparken, zamandan kazanç sağlıyor. Kara yoluyla ulaşım için ; Her ilden Kuşadası'na otobüs seferleri düzenlenmektedir.Ancak kendi taşıtınızla gitmek isterseniz ; Ankara için , Ankara > Afyon > Uşak > İzmir şeklinde İstanbul için, İstanbul > Balıkesir > Manisa > İzmir şeklinde İzmir - Aydın otobanı üzerinden tabelalar yönergesinde kolaylıkla Kuşadasına ulaşabilirsiniz. Kuşadası-Söke'ye 23 km, il merkezi Aydın'a 73 km, İzmir'e 100 km uzaklıkta. Dilek yarımadası Milli Parkı' na Davutlar yoluyla ulaşanlar, her milli parkta olduğu gibi araç giriş ücreti ödeyerek istedikleri koya ulaşabiliyorlar. Kuşadası, Kurtuluş Savaşı' nda 1919-1921 yılları arasında İtalya' nın, onların çekilmesiyle Yunanistan' ın işgaline girdi ve 7 Eylül 1922' de düşman işgalinden kurtuldu. [/center]- PERVANE Olmak mıydı yoksa MUM Olmak mıydıI AŞK?
MECNUN, MUM VE PERVANE Mecnun Mum ve Pervane Bir gece Mecnun´un yaktığı Bir mumun etrafında Dönüyordu Zavallı incecik bir pervane Mumsa devrilmek istiyordu Pervane yerine Mecnun´un üstüne üstüne Sevgili mum Dedi Mecnun Sevdim seni Acıdığın için pervaneye Bende önerirdim Kader izin verseydi Beni yakmanı Onun yerine Ama acele etme vakit var Sayılıdır saatler dakikalar Azrail bile senden sabırlıdır Burada sencileyin benim de işim var Ben herkes için Değişik ve ayrı dozda Soyut bir otobiyografyayım Herkesin yaşadığı bir iç tarih Hekesin yüreğinden geçen bir coğrafya Gidip gidip varacakları Fakat ulaşamayacakları Bir panorama Kaderin zaman zaman Kabaran kanlara uyguladığı Nirengi noktaları batmış Beyaz bir karanlığa batmış Mutsuzca mutlu bir topoğrafya Sonra gece bitti mum söndü Bu söyleşilerle tan atarken Pervane Mecnun´a Mecnun pervaneye döndü Sezai Karakoç ... Hatırladığım bir karanlıktı önce Beni göremeyişin Sana uçamayışım Bilmem, belki de öğrenmedi kanatlarım. Karanlıktaydım önce Ben, ışığını arayan pervane Sesini duyuyorum, seni bulamıyorum. Elini ver, tam buradayım Seni arıyordum Hiç durmadım ve yorgunum Bak, tam buradayım Bırak artık omzuna konayım. Işıklar pervanenin ölümüymüş derler Derler ki gözlerini kör edermiş hareler Hiç görmedim ki ışığı ben, nasıl kör olayım. Bak, tam buradayım Bırak artık omzuna konayım… ... Bütün aşk hikâyelerinin en unutulmaz en heyecan verici sahnesi, sevenin sevgiliye ilk baktığı andır şüphesiz... Daha doğrusu, onun yüzünü ilk gördüğü vakit aşıktaki içsel değişimin başladığı an, gözün sevgiliye ilk takıldığı saniye dilimidir ve aşığın bütün biyografisi, bu “ilk bakışın öncesi ve sonrası” ndan ibarettir . Kalpte ateşin yükselmesi, aklın ve sabrın ateşe düşmesi o ilk bakış ile başlar. Kılıcın kınından sıyrılması yahut okun yaydan fırlamasıdır bu! Sevgilinin yüzü kınında bir kılıç yahut sadakta bir yay gibidir; bakış onu kınından ve sadağından çıkarır. Sevgili’ nin yüzü mü aşk yangınını alevlendiren ilk kıvılcımdır, aşığın kalbi mi? ilk bakıştan sonra suda titreyen bir mehtap Göz… Savaşı başlatan haberci Bakış… Elde olmayan kader; ilahi kaza Ve aşk… Kalp ile göz arasındaki kutlu bir hadise. Çok sonraları kalp göze diyecektir ki, “Ben bu onulmaz derde iten sensin. Safayı sen sürdün, acıyı ben çektim. Nimet senin, zahmet benim oldu. Sen sevinirken, kaygılanan ben oldum. Bakışlarını arttırdıkça sen, dertlerimi çoğalttın benim. Zafere eren sen, hezimete uğrayan ben. Sen emirlere itaat edilen hükümdar oldun, ben senin peşinde koşan tebaan Sen emir ben esir. Sonra devam eder: - Ey göz! Sen ikisin ben birim. İki kişinin bir ferde saldırıp onu öldürmesi zulüm değil de nedir?… Göz, buna karşılık ayet-i kerime ile cevap verir: - Gerçek şu ki; gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler kör olur. (Hacc 46) Göz görünce bir kez, geriye ne kalır? PERVANE OLMAK MIYDI... YOKSA MUM OLMAK MIYDI AŞK?- Ney Üflemek Aşktır!
Ney Üflemek Aşktır! '' Dinle neyden! Zirâ o birşeyler anlatmada Ayrılıklardan şikâyet etmededir. Ney der ki: Beni kamışlıktan kopardıklarından beri, İniltim kadın - erkek herkesi ağlattı. Ayrılık bağrımı delik deşik eylesin, Tâ ki aşk derdini anlatabileyim... '' Osmanlı dönemi müziğinin en önemli üflemeli çalgılardan olan Ney; insanoğlunun ürettiği belkide ilk çalgılardan biri olup, tarihin derinliklerinden gelmiş ilkel donanımlı bir çalgı olmasına karşın, insanı etkileyen uhrevi ve doğal bir sese sahiptir. Ney, sazlıkta biten alelade bir kamış değildir. Ney. âşığın elinde ateştir, gönüldür. Hz. Mevlânâ’ nın fesefesinde ney, “insan-ı kâmil” in (yani bir takım merhalelerden geçerek olgunlaşmış insanın) sembolüdür ve aşk derdini anlatmadadır. Benzi sararmış, içi boşalmış, bağrı dağlanarak delikler açılmış, ancak Yüce Yaratıcı’ nın üflediği nefesle hayat bulan, tıpkı insan gibi geldiği yere özlem duyan ve delik deşik olmuş sînesinden çıkan feryâd ve iniltileri ile insanlara sırlar fısıldayan bir dosttur. Günümüzde ney, Türk sazı olarak anılmaktadır ve tasavvuf müziğinin bir sembolü haline gelmiştir. Bir müzik aleti için kullanılan ''çalmak'' yerine, Ney için ''üflemek'' tabiri kullanılır. Burada üflemenin mecazi bir anlamı vardır. Kaynağını İslam' da Allah 'ın insanı yaratırken ruhu üflemiş olmasından alır. Ney icra olanakları açısından zengin ve teknik yönden zor, perdesiz bir çalgıdır. Neylerin boyları uzadıkça ses elde edilmesi, kontrolü ve parmakların perdelere rahatça ulaşıp kıvrak hareket edebilmesi zorlaşmaktadır. Tasavvuf fikrinde ney doğrudan insanı sembolize eder. Öyle ki; neyin yedi deliği insan vücudundaki deliklere benzetilmiş, dokuz boğumu insanın ana rahminde geçirdiği dokuz ayla ilişkilendirilmiştir. Ney ve arif insan arasında şu benzerlikler vardır: * Neyden âşıkane sesler çıkar, arif olan insan da âşıkane sözler söyler. Neyin sesi ve ariflerin sözleri dinleyenlerin aşkını arttırır. * Neyin hüneri görünen cisminde değil içindedir. Ariflerin de üstün özellikleri içindedir. Neyin boyu doğru ve düzgündür, ariflerin de huyu. * Neyin içi boş, yalnız aşkın nefesiyle doludur, arifler de kin ve nefretten uzaktır, kalbi Tanrı aşkı ile doludur. * Ney kendiliğinden ses çıkarmaz, bir üfleyicinin nefesine muhtaçtır, arif de bir silsile içinde bağlı bulunduğu mürşit ile aynı sesi çıkaran saz gibidir. İnsanın yaşam macerası ile neyin kamışlıktan koparılması arasında derin bir benzerlik vardır. Kamış, sazlığındayken yeşerir, boylanır, sonsuz bir neşe içindedir. Kamışlıktan koparılınca kurur, sararır. Delikleri açılır ve o zamandan sonra feryat ederek aslını arar. Neyzenin elinde dinleyenlere hasretini söyler.- NE DERSİNİZ?
- Ahh Mazi!
İZMİR! Güzeller güzelim... Eskiden, çok daha tenha ve çok daha bakir elbette, ama her devirde güzel! Kordon Boyu Basmane Meydanı Fuar İzmir Limanı İzmir Limanı Karşıyaka Karşıyaka İskele KarşıyakaSahil Yolu YineKarşıyaka... GaziBulvarı Göztepe Kadifekale Karataş Pasaport Varyant- Ahh Mazi!
- NE DERSİNİZ?
Bugün, değerini bilemediklerimiz, ertelediklerimiz üzerine düşündüm bir süre... Hayat gelip geçiyordu ve ''dur!'deme şansımız da yoktu. Aklımdan sorular geçmeye başladı ardı ardına... Geçerken o mu bizi sürüklüyordu, yoksa biz mi onu? Yoksa seyirci mi kalıyorduk geçişine? Niye bu kadar mutsuz ve doyumsuzdu birçoğumuz? Gerçek anlamda yaşamak da bir yetenek, bir iş miydi? Yaşamımızın bugün son günü olsa, ''keşkeler'' imiz mi fazla olurdu ''iyi kiler'' imiz mi? Bir şans daha verilseydi eğer, yapamadığımız neleri yapardık? Giderken ayak izlerimizi bırakabilecek miydik? Kaçımız ''gerçek anlamda'' yaşıyorduk? Bu süre içinde mutluluklarımız mı mutsuzluklarımız mı daha fazla yer kaplamıştı? Yaşadığımız dünyada var olabilmek için,''bizi insan yapan'' hangi yönlerimizi kapatmıştık? Neydi mutluluk,neydi gerçek anlamda yaşamak? …………………..? …………………..? Bir düşünürün sözlerini hatırladım sonra; ''İnsanın mutluluğu ya da mutsuzluğu kazandığı altın, para, eşya ve mal-mülkle bağıntılı değildir. Mutluluk ya da üzüntü kişinin kendi ürünüdür. Hayatını nasıl yaşadığı da!'' Demiyor muydu... Yaşamımızın da, ruh hallerimizin de sorumlusu tamamen ve maalesef yine ''kendimiz'' dik! O HALDE… Dedim kendime… Sürekli aynı şeyleri yapıp yeni bir şey katmıyorsak günümüze, yaşamımız koşuşturmaktan işten güçten ibaretse, gerçek anlamda yaşamıyorsak ve de şikayetçiysek durmadan… Kendimize acımayı ve şikayeti bir an önce bırakıp ''ne yapabiliriz?'' diye düşünmeye başlamalıydık. O kadar erteliyor, öylesine es geçiyorduk ki her şeyi; yaşamın bir gün bizi de geride bırakacağını hiç düşünmeden bize sunduğu hediyelerin farkına varmadan yaşıyorduk çoğu kez. Ertelenmiş, ıskalanmış hayatlar yaşıyordu bir çoğumuz. ''Çocuklar büyüdüğünde.. emekli olunca.. arabanın taksitleri bitince.. ev aldıktan sonra.. param olduğunda.. seneye...'' Kendimizi oyalıyorduk oysa! Mutluluk en iyi arabaya binip, en iyi telefonu taşımak, kabarık bir hesap cüzdanı, markalı ürünlerle, tek taş bir yüzüğe sahip olmak değildi elbet! Büyük mutlulukların peşinde koşup, daha fazlasına ulaşmak için hırs yaptıkça, belki de en temel şeyleri ve bizi çok mutlu edebilecek o minik zevkleri kaçırıyorduk ne yazık! Bir yolculuk gibiydi yaşam. Bu yolculukta,molalar verip dinlenmeli ve çevremizdeki güzelliklerin farkına varmalıydık. Hiç durmadan, hızla yol aldığımızda nasıl yorgunluk, bıkkınlık duyuyor ve çevredeki güzelliklerin farkına varamıyorsak, '' yaşam yolculuğu '' da böyleydi işte! Yolun sonu elbet gelecek ve kalan yegane şey anılar olacaktı. Sevdiklerimize ve bize… Belki daha çok yürümeli, ailemizle daha çok zaman geçirmeli, bazen olduğumuzdan daha çocuksu davranmalı, çiçek yetiştirmeli, kendimize sessiz bir zaman ayırmalı, enerjimizi daha akılcı kullanmalı, yeni bir dil öğrenmeli, daha çok okumalı, kimseyi değiştirmeye kalkmamalıydık.. İş, aile, yaşam, arkadaş ve çevremizden aldığımız tutamlarla bir bütünü oluşturmalı, ailemizle bütçemize uygun bir geziye çıkmalı, daha çok gün batımı izlemeli, daha çok şakalaşmalıydık. Gerçek anlamda yaşamak belki de buydu. Kazara yaşamak yerine, bilerek yaşamak! Çıtır çıtır yanan bir ateş, özen ve sevgiyle hazırlanmış bir masa, kondurulan küçücük bir öpücük, soğuk bir bira, elele seyredilen bir film, minik bir hediye, sıcacık bir bakış, küçücük bir not, birlikte hazırlanan bir yemek, çocuğumuzla baş başa geçen bir zaman, sevgi ve güvenle yaslanılan bir omuz, yeniden değerlendirilen eski bir eşya, bir fincan köpüklü kahve, varlığını hep hissettiren bir dost, beraber çözülen bir bulmaca, keyifle yapılan bir pazar kahvaltısı, gülümseyen bir yüz, sevildiğini özlendiğini hissettiren bir davranış… Kim bilir daha neler var, dedim. Küçücük, üzerinde hiç durmadığımız kimbilir neler neler vardı, içimizi ısıtacak... Duyarlılığımız geliştikçe mutluluk küçük parçalar halinde, hiç beklemediğimiz yerlerde de çıkabilirdi karşımıza o halde… Ne güzel! Evet, gerçekten güzeldi! Soruların da bir önemi kalmamıştı artık, çünki cevaplarını biliyordum. Bir huzur doldurdu içimi ve duygularım bu satırlardan size de ulaşsın istedim. Yaşam yolculuğumuz henüz bitmeden gelin, beyendiğimiz ilk yerde mola verelim, derince bir nefes alalım ve etrafımızdaki güzellikleri seyrederek şöyle demli, güzel bir çay içelim! Sonra da dinlenmiş olarak istekle ve keyifle devam edelim yolumuza. NE DERSİNİZ?- Yüreği Olan Çalışmalarım... by tülvent
- Birllikte Çıkacağımız Bu Uzun Yolculuğa Hoşgeldin Meleğim..
Yaşantımızın tamamı bir zaman yolculuğu... 'Gerçek yolculuk' geri dönüştür aslında. "Sana gelişimdi, yaptığım yolculukların en güzeli." Ama bir de bu cümle var ki... Yüreğinize... - Ayrılığın Eski Tadı Yok!
Önemli Bilgiler
Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.