Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

L@e

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    22
  • Katılım

  • Son Ziyaret

L@e tarafından postalanan herşey

  1. L@e

    RuS RuLeTi.......

    Sen, hayatla yaptığım bütün savaşların ganimetiydin. Namlusu yüzüme dönük bir silahtı yokluğun!
  2. Erkek ve kadın beyinleri, temel fonksiyonlar açısından bir hayli benzer olsa da bilim dünyasındaki yaygın teoriler, erkek beyninin daha ziyade analiz ve keşfe yönelik “sistematik” bir yol izlediğini; karşısındakinin ruh halini erkeklerden çok daha kolay anlayabilen kadın beyninin ise “empatik” bir karakteri olduğunu gösteriyor.Ancak bu özelliklere sahip olmak için mutlaka o cinsin bir üyesi olmak gerekmiyor. Çünkü erkeklerde “kadın beyni”, kadınlarda da “erkek beyni” olabiliyor. Hatta Cambridge Üniversitesi tarafından 82 kişi üzerinde uygulanan bir testte, erkeklerin yüzde 17’sinin kadın beynine, kadınların yüzde 17’sinin ise erkek beynine sahip olduğu ortaya çıktı. Bunun ortasında yer alanların ise “dengeli beyin” tipine sahip olduğu belirtiliyor. Kadınlar duyguya yöneliyor Erkek ve kadın beyinleri arasındaki farklılıklar daha çok duygu, dil, mekan içindeki görüş yeteneği, hafıza, hatta koku alma duyusunda kendini gösteriyor. Örneğin aynı dergi tezgahının önündeyken, duygusal yönü ağır bastığı için kadın beyni aşk, güzellik ya da ebeveynlikle ilgili yayınlara yönelirken, sistemleri çözüp keşfetmeye yönelik erkek beyni, bilgisayar, otomobil ya da tamir gereçlerine ilişkin dergilere yoğunlaşıyor. YATKINLIKLAR FARKLI ERKEKLER Satrançta daha iyi Görüşte derinlik ve perspektif iyi Nesnelerle daha yakından ilgili Beynin sağ yarısı daha büyük Sol kulağını kullanmayı tercih ediyor Matematik sorularını konuşmadan çözer Çok işi aynı anda yaparken zorlanmaz Az göz teması kurar Dikkati çabuk dağılır Daha fazla duygu arar Acıya yavaş tepki verir. KADINLAR Yabancı dilde daha iyi Resmi bütün olarak daha iyi görüyor Yüzler ve insanlarla ilgileniyor Beynin sol yarısı daha büyük İki kulağıyla birden dinliyor Aritmetik işlemleri konuşarak yapar Aynı anda çok işi yapmak zorlayabilir Göz teması fazladır Dikkat süresi uzundur Daha az duygu arar Acıya çabuk tepki verir. ALINTI
  3. L@e

    Panteİzm

    içindeki –izm ile kitlesel bir kavram ve inanış olarak tanımlanmasına rağmen, yaşayanı ve yaşantısıyla entegre etmeyi başarabilmiş olanı için oldukça bireysel ve özü tanımlama gereksiniminden muaf bir yaşayış biçimidir. bir cemaat, ibadet, yol yordam, kural, kısıtlama bütününden ziyade son derece kişinin-doğanın kendinden menkul, hesap verme, yargılanma gibi doğada görülmeyen durumlardan uzaktır, özsaygıdan ibarettir. yaratılışa ve kişinin kendi aklını kullanarak-kullanmayarak yaratılışa ve semavi bir tanrıya inanması ile boyun eğişi istek ve imanla kabul etmesi, özsaygısını var etmeden varlığını bir yaşam ve yaşam sonrasına yatırım için yüce olduğuna inandığı bir kavrama teslim ediyor oluşu itibariyle semavi dinlere en uzak duran yaşam şeklidir. semavi dinlerce tanrının gazabı olarak nitelendirilen doğa olayları, bu inanışta olanlara göre evrenin hesapsız ve standardizasyondan uzak düzeninin bir parçasıdır. analojik olarak, bir insanın ruhsal durumunun olaylardan bağımsız bir şekilde sürekli değişim içerisinde oluşu ve aynı şekilde benzer durumlarda tamamen aynı olmayan (sistematik olmayan) tepkiler vermesi, farklı hisler içinde olması da; varoluşunun özünden ve doğanın dönüşümünü en azından milenyum kapsamında tamamlamış olan diğer canlıları gibi ezeli ve ebediliği takvimsel açıdan muğlak insan için ortaya koyduğu sosyal ve psikolojik sentezler, haller, koşullardan kaynaklanmaktadır. panteistik varoluş inancı, kişinin zekasının ve birikiminin yönelmiş olduğu konulardan, insanın kendi önüne “modern” yaşam sayesinde koyduğu sıkıntı ve engellerden bağımsız olarak, sadece ve sadece kendine sorumlu olması, fakat kendisine olan sorumluluğunu yerine getirmemesi halinde bütünde bir dengesizliğe sebep olacağının bilincinde olmasını gerektirir. doğuştan bu bilince sahip olan insan, yaşamın kendisini zorladığına inandığı modernitenin bir parçası olmak için çabalarken, özünün önceliklerini kenara bırakıp, yine kendi yarattığı para, itibar, mevki gibi kavramlara meyletmiş ve bunun bedelini ağır ödemektedir. bu bağlamda günümüzde en belirgin dengesizlik olarak küresel ısınma örnek verilebilir. daha şematik olarak zihinde belirmesi açısından da şu örnek yardımcı olabilir: -banka reklamındaki gibi- bir şekil, yazı ya da desen oluşturma amacıyla durması gereken konum ve yapması gereken aktiviteyi gerçekleştirmemesi; gayet bilincinde olduğu sorumluluğu, parçası olduğu bütünün bozulması halinde her bir bireyin etkileneceğini bilmesine rağmen yerine getirmemesi, bozulacak olan armoni, yaşamına fiziksel ve psikolojik açıdan yıkıcı şekilde yansıyacaktır. panteizm, canlının doğal süreçlerini doğum yaşam ve ölüm olarak ayırmaz. süreçte sadece form ve döngüden bir şeyin eksilmesine yol açmayan mekan değişikliği vardır. ruh, reenkarnasyon, ahiret, ceza ve ödül gibi çeşitli saikler yoktur, özün şu an bulunduğu yerde nefes alışı yahut almayışı onun varlığına bir katkıda ya da zararda bulunmaz. bunu da bir yapboz parçasının oturması gereken yerde olmadığı anda da varoluyor oluşu ile imgeleyebiliriz. fakat parça döngüdeki görevini yerine getirmemekte, sadece evrendeki yerini korumaktadır. panteizm illa ki bir politik tavırla ilişkilendirilecekse bu kuşkusuz anarko primitivizm olurdu lakin o da bünyesinde modern insana göre katı reddedişler içermesiyla bu yaşantı ile tam anlamıyla eşgüdümlü olamayacaktır. ALINTI
  4. teşekkürler paylaşım için biryerde duymuştum bu haberi civa baryum ağır metalerin insan sağlığına zehir olarak etkileşimi fena))
  5. S.e.t.h--- teşekkürler bu güzel hoşgeldin karşılaması için
  6. L@e

    İltihaplı Romatizmaya Dikkat

    Türkiye Romatizma Araştırma ve Savaş Derneği Başkanı Prof. Dr. Şebnem Ataman, bir kaç haftanın üzerinde devam eden, istirahat sonrası sabahları tutukluk yaratan bel ağrısının, iltihaplı romatizma hastalığının belirtisi olabileceğini söyledi. Ataman, yapılan çalışmalarda ağrılarının yüzde 50'sinin ilk hafta, yüzde 90'ının 2. hafta sonunda geçtiğini, yüzde 10'unda ise sorunun devam ettiğinin ortaya konduğunu anlattı. Ataman, 2 haftanın üzerinde devam eden, gece ağrısı ve sabahları belde tutukluluk yaratan ağrının, iltihaplı romatizma hastalığının belirtisi olabileceğine dikkati çekerek, bu gibi durumlarda vakit kaybetmeden fizik tedavi ve rehabilitasyon ya da ramatoloji uzmanına başvurulması gerektiğini kaydetti. İltihaplı romatizma hastalıkları içerisinde en sık beli etkileyen AS'nin ağrı veren ve zaman içinde ilerleyerek ciddi sağlık sorunlarına yol açabilen önemli bir hastalık olduğunu vurgulayan Ataman, omurgada tutukluk ve kısıtlılık halinin AS'nin en belirgin sonucu olduğunu ifade etti. Ataman, hastalığa ilişkin şu bilgileri verdi: HAREKETLERDE AZALMA "AS ile birlikte omurgada öne doğru bükülme ve hareket zorluğu görülür. Çok nadir olarak göz, akciğer, barsak, böbrek ve kalbi de etkileyebilir. AS'de ilk tutulan bölge sıklıkla leğen kemiğidir. Buna bel, göğüs kafesi ve boyun bölgeleri de zamanla eklenebilir. Bu bölgelerde, kiriş ve bağların kemiğe yapıştıkları yerde inflamasyon 'mikropların neden olmadığı iltihaplanma' ortaya çıkar. Yapışma yerlerinde aşınmalar meydana gelir ve yeni kemik oluşur. Kiriş ya da bağlardaki elastik dokuların yerine kemik dokusunun geçmesiyle birlikte harekette azalma olur. İnflamasyonun tekrarlamasına bağlı kemik oluşumları artar ve omurga kemikleri kaynaşarak bütün bir hal alır ve bu da hareketlerin kısıtlanmasıyla sonuçlanır." Ataman, hastalığın ilk dönemlerde görülen hareket kısıtlılığının, ağrı ve kas kasılmalarına bağlı ortaya çıktığını ve ilaç kullanımı ile düzeldiğini, ilerleyen dönemde kemiklerdeki birleşmeden sonra ortaya çıkan hareket kısıtlılığının ise büyük oranda kalıcı olduğunu söyledi. "Genetik faktörler etkili" Genetik faktörlerin hastalığın oluşumunda en önemli etkenlerden biri olduğuna dikkati çeken Ataman, hastalığın "HLA B27" isimli özel bir geni taşıyanlarda görülme sıklığının daha yüksek olduğunu vurguladı. Ataman, anne, baba, kardeş, amca, hala, teyze gibi özellikle yakın aile bireylerinde AS öyküsü bulunduğu durumlarda diğer aile fertlerinin de risk altında olduğunu belirtti. Genetik faktörlerin dışında, çeşitli enfeksiyonların da hastalığı tetikleyebildiğine dikkati çeken Ataman, şunları kaydetti: BAŞLANGICI SİNSİ DEĞİL "Bağırsak ve idrar yolu enfeksiyonları, hastalığın başlangıcını tetikleyebilir. Mikroplar, vücutta immün sistemini etkileyerek hastalığın gelişme riskini artırabilir. Enfeksiyonların niçin bu hastalığı tetiklediğine dair kesin bir delil olmamakla birlikte, bu mikropların vücudumuzdaki bazı yapılara benzerlik göstermesi sonucu immün mekanizmalar kendi yapılarına karşı aşırı bir reaksiyon göstermektedir ve kendi yapılarını bir düşman gibi görerek savaş açmaktadır. Bu da otoimmün dediğimiz bu hastalıkların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Hastalık bu nedenle uygun genetik zeminde idrar ya da barsak enfeksiyonu gibi bir hastalıktan sonra genelde başlamaktadır. Ancak genelde sinsi bir başlangıç söz konusu olduğundan hastalığın tanısının konması aylar, hatta yıllar alabilmektedir. Bu nedenle ailesinde AS öyküsü olan ve HLA B27 geni pozitif olan kişilerin bu enfeksiyonlardan korunması hastalığın ortaya çıkmasını önleyebilir." Prof. Dr. Şebnem Ataman, hastalığın tedavi edilmediğinde kalıcı sakatlığa yol açabildiğini, nadir de olsa yatalaklık ve hayati organlarda tahribat görülebildiğini hatta yaşam süresinin kısalabildiğini sözlerine ekledi. alıntı
  7. L@e

    Hamburger'deki Tehlike

    Uludağ Üniversitesi öğretim üyelerinde Prof. Dr. Osman Manavoğlu, fastfood tarzı beslenmenin kansere yol açtığına dikkat çekti. Prof. Dr. Manavoğlu, “Gıdalar kadar pişirme yöntemi de kansere neden oluyor. En sağlıklısı büyük annelerimizin 50 yıl önceki yemek pişirme usulleri. Onlar doğal ortamda otlayan hayvanların eti yanı sıra katkı konulmadan yetiştirilen, domatesleri, biberleri ve sebzeleri yiyorlardı. Yaptıkları salçaya, tereyağına, kaymağa katkı maddesi koymuyorlardı. Bu yemeklerini ateşte, tencere içersinde yapıyorlardı. Büyükannelerimizin yöntemleri ile yemek pişirilmesi en sağlıklısı. Ancak o dönemde kullanılan tütsüleme ve kurutma gibi yöntemleri hariç tutuyorum. Bunlardan biri de sac üzerinde yapılan yufkalar. Sacın izi ve duman kanser yapıyor” dedi. ALINTI
  8. L@e

    İyi Bir Uyku İçin Öneriler

    uyku nasıl bişey birde ben bilsem ne güzel olucak ))
  9. selamlar bende forumdaki bütn arkadaşlara weriyorum bu çiçekleri
  10. Türkiye'de artan domuz gribi vakalarına karşı Bingöl'deki vatandaşlar bitkisel çözümlere yönelmeye başladı.Bingöl'de 17 yıldır bitkisel ürün satan Samet Önal, domuz gribi (H1N1) virüsünün yayılmasından sonra bitkisel çaylarda ve özel olarak hazırlanan doğal karışımların satışında yüzde 500'ün üzerinde artış yaşandığını söyledi. "PİYASADA ZENCEFİL KALMADI" Samet Önal, yıllardır kendi tesislerinde hazırladıkları ürünlerin doğal antibiyotik görevi yaptığını da belirtti. Önel, en fazla rağbetin bağışıklık sistemini güçlendiren özel karışımlara olduğunu söyleyerek, "Özel olarak hazırladığımız karışımlar hücre yenileyici ve vücut direnicini artırıcı özellikler taşıdığı için gribe yakalanmayı önlemektedir. Bu karışımlar zencefil, ıhlamur, zerdeçal, kuşburnu, kekik, nane ve narçiçeğinden oluşuyor. Bu tür karışımları yıllardır yapıyoruz. Bu ürünlerimizin sabit müşterisi çok fazla. Böyle bir karşımın fiyatı 7,5 liradır. Birçok insan doktor tavsiyesiyle gelip alıyor. Birkaç gün önce aşırı talepten ötürü elimizde zencefil kalmadı. Sadece bizde değil, ithalatçı firmalar da bu konuda sıkıntı yaşıyor" dedi. Domuz gribine karşı bağışıklık sistemini kuvvetlendirmek için iki yöntemin bulunduğunu belirten Samet Önal, "Bunlardan ilki bağışıklık sistemini kuvvetlendiren bitkileri karıştırıp yapılan macundur. Diğeri ise yine bağışıklık sistemini kuvvetlendiren bitkiler, ıhlamur ile birlikte kaynatılıp içiliyor. Her iki yönteminde bağışıklık sistemini kuvvetlendirdiği biliniyor" şeklinde konuştu ALINTI
  11. Kadın hakları ve kadınların erkeklerle eşitliği konusunda geçen asırdan itibaren batı ülkelerinde ve toplumlarında yoğun mücadelelerin verildiği ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere' nin bu mücadelelerin en şiddetlilerini yaşadığı bilinmektedir. Ülkemizde gerek Osmanlı İmparatorluğu ve gerek Cumhuriyet döneminde kadınlarımızın kendi hakları konusunda batı ülkelerindekine benzer şekilde mücadele ettiklerini söylemek mümkün değildir. Ama biz kadınlara birçok batı ülkesinden daha evvel bu hak Atatürk tarafından verilmiş ve hatta adeta sunulmuştur. Cumhuriyet Dönemi ve Kadın Hakları teokratik bir devlet yapısının ve kadın haklarının kısıtlı olduğu bir toplum düzeninin olduğu Osmanlı İmparatorluğu' ndan kadın-erkek eşitliğinin kabul edildiği modern Türkiye Cumhuriyeti' ne geçiş bir çok devrimler ile mümkün olabilmiştir. Bu devrimler içinde kadınların erkekler ile eşit toplumsal varlıklar olarak toplum içinde yerlerini almaları bir uygarlık aşamasıdır ve Atatürk Devrimleri' nin en önde gelenlerinden birisidir. 1926 yılında Büyük Millet Meclisi tarafından kabulle yürürlüğe giren ve Türk kadınlarını "şeriat" zincirinden kurtaran Medeni Kanun ile Türk kadınına bin yıl evvel kaybettiği hakların iade edilmesinin temeli oluşmuştur. Artık kadın güçlenmeye kişiliğini bulmaya başlamış ve erkeğinin yanında sosyal faaliyetlere katılmaya hazırdır. Türk Kadınına Seçme ve Seçilme Haklarının Verilmesi Medeni Kanun ile erkeklerle eşit haklara sahip olan Türk kadınına 3. TBMM tarafından 3 Nisan 1930' da kabul edilen bir yasa ile belediye seçimlerine katılma hakkı tanınmıştır. 1931 yılında da Türk kadını ilk kez tıp dünyasında varlığını göstermiş ve ilk kadın cerrahımız çalışmaya başlamıştır. 4 Mayıs 1931' de ilk toplantısını yapan IV. TBMM tarafından 26 EKim 1932' de kabul edilen bir yasa ile Türk kadınına muhtar köy ihtiyar kurulu üyeliğine seçilme ve seçme hakkı tanınmış; ertesi yıl da 8 Ekim 1934' de kabul edilen ve 5 Aralık 1934'de yürürlüğe giren bir başka yasa ile kadın-erkek eşitliği alanında bütün haklar "Kadınlara Milletvekili Seçme ve Seçilme Hakkı" nın tanınmasıyla verilmiş oluyordu. Atatürk' ün Kadın Hakları Konusundaki Görüşleri ve Gerçekleştirdikleri bugün dünya aydınlarının ve Birleşmiş Milletler Teşkilatı 'nın yaymaya çalıştığı kadın hakları ile ilgili görüşler Atatürk tarafından çok önceleri dile getirilmiş ve çoğunlukla da uygulama alanına sokulmuştur. Atatürk Cumhuriyet' in ilanından dokuz ay önce Şubat 1923 'de şöyle demiştir: "Bizim sosyal toplumumuzun başarısızlığının sebebi kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlikten ileri gelmektedir. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bundan dolayı bir sosyal toplumun bir organı faaliyette bulunurken diğer bir organı işlemezse o sosyal toplum felçlidir." Atatürk çağdaş bir düşüncenin ürünü olan bu sözleriyle kadının toplumdaki yerini belirlemiştir. Atatürk' ün Türk kadınına beslediği sevgi ve saygı Kurtuluş Savaşı' ndaki gözlemleri ile iyice perçinleşmiştir. 1923 yılında Konya' da yaptığı bir konuşmada bu hissiyatını büyük bir içtenlikle dile getirir. "Dünyada hiçbir milletin kadını ben Anadolu kadınından fazla çalıştım milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar emek verdim diyemez. Erkeklerden kurduğumuz ordumuzun hayat kaynaklarını kadınlarımız işletmiştir. Çift süren tarlayı eken kağnısı ve kucağındaki yavrusu ile yağmur demeyip kış demeyip cephenin ihtiyaçlarını taşıyan hep onlar hep o yüce o fedakar o ilahi Anadolu kadını olmuştur. Bundan ötürü hepimiz bu büyük ruhlu ve büyük duygulu kadınlarımızı şükranla ve minnetle sonsuza kadar aziz ve kutsal bilelim." Atatürk 30 Mart 1923' de Vakit Gazetesi' nde yayınlanan bir beyanatında; "İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan oluşur. Kabil midir bu kütlenin bir parçasını ilerletelim ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki bir cismin yarısı toprağa bağlı kaldıkça öteki yarısı göklere yükselebilsin?" Türkler tarih boyunca babaerkil denilen aile yapısını gönüllerine yerleştirememişler ve benimseyememişlerdir. İşte Atatürk milletin geçmişindeki ve özünde var olan fakat özlem haline getirilmiş bir hakkı bir duyguyu devlet varlığına geçiren devrimci olmuştur. "Ey kahraman Türk kadını! Sen yerde sürünmeye değil omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın" diyerek yaptıklarının gerekçesini az öz ve muhteşem bir ifade ile belirtmiştir. Kadınların giysileri de Atatürk' ün üzerinde çok önemle durduğu bir başka konu olmuştur. Bu konuda Atatürk 1 Eylül 1925' de İkdam Gazetesi' nde yayınlanan bir beyanatında şöyle dedi: "Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki başında bir bez peştemal veya buna benzer birşeyler asararak yüzünü gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın manası neye delalet eder? Medeni bir millet anası bir millet kızı için bu garip şekiller bu vahşi vaziyet nedir? Bu hal milleti çok gülünç gösterir ve derhal düzeltilmesi lazımdır". 1925 yılında İnebolu gezisinde Atatürk örtünen kadınlarla ilgili şunları söyledi: "Onlar yüzlerini cihana göstersinler ve gözleri ile cihanı dikkatle görebilsinler. Bunda korkulacak hiçbir şey yoktur. Önemli olarak şunu ihtar edeyim ki bu halin muhafazasında inat ve taassup hepimizi en az kurbanlık koyun olmak istidadından kurtaramaz.." 31 Temmuz 1932' de Türkiye güzeli Keriman Halis' in Belçika' da yapılan yarışmada dünya güzeli seçilmesi üzerine Atatürk O'na "Ece" ünvanını verir ve Türk kadınına şöyle seslenir: "Şunu ilave edeyim ki! Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu tarihten bildiğim için Türk kızlarından birisinin dünya güzeli seçilmiş olmasını çok tabii buldum. Fakat Türk gençlerine bu münasebetle şunu hatırlatmayı da lüzumlu görürüm: Övünç duyduğumuz tabii güzelliğinizi fenni tarzda muhafaza etmesini biliniz ve bu yolda uyanık olunuz ve bu gelişmelerin aralıksız gerçekleşmesini ihmal etmeyiniz. Bununla beraber asıl uğraşmaya mecbur olduğumuz şey analarınızın ve atalarınızın oldukları gibi yüksek kültürde ve yüksek faziletle dünya birinciliğini elde tutmaktır." Atatürk 18 Nisan 1935' de kendisinin himayesinde İstanbul' da toplanan ve aralarında ünlü nükleer fizikçi Madam Eve Curie' nin de bulunduğu dünyanın dört bir yanından gelen kadınların katıldığı "Milletlerarası İlk Kadın Kongresi" delegelerine şöyle seslenir: "Türk kadınının dünya kadınlığına elini vererek dünyanın barış ve güveni için çalışacağına emin olabilirsiniz." Ulu önder Türk kadınlarının hiçbir alanda erkeklerden ve Avrupalı kadınlardan geri kalmayacakları yolundaki inancını da şu sözleriyle belirtmiştir: "Kadınlarımız için asıl mücadele alanı asıl zafer kazanılması gereken alan biçim ve kılıkta başarıdan çok ışıkla bilgi ve kültürle gerçek faziletle süslenip donanmaktır. Ben muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak aksine pek çok yönden onların üstüne çıkacak şekilde ışıkla bilgi ve kültürle donanacaklarından asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım." Türk toplumunun gelişip yükselmesinde aile yapısının önemine inanan Atatürk şöyle demektedir: "Bu millet esas terbiyesini aileden almaktadır. Türk milleti öyle analara sahiptir ki her bir devrin büyük adamlarını bu analar yetiştirmiştir. Türk kadını daha büyük nesiller yetiştirmeye kabiliyetlidir." Türk kadını yüzyıllardır özlemini çektiği haklarına sahip olmada; en azimli inançlı ve güçlü desteği Atatürk' ten almış ve çağdaş ülke kadınlarının önüne geçmiştir. Örneğin; İtalya' da kadınlar ancak 1948 yılında seçimlere girebilmişler. Japon kadınları ise seçim haklarını ancak 1950 yılında alabilmiştir. Medeni Kanun' ları aldığımız İsviçre' de ise kadınlar haklarını 1971 yılına kadar alamazken çağdaşlamada örnek aldığımız İsveç ve Danimarka gibi ülkelerde de durum farklı değilken Türk kadınına 1935 yılında seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Bu vesile ile bakın Atatürk nasıl seslenir: "Bu karar Türk kadınına sosyal ve siyasi hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde peçe altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını artık tarihlerde aramak lazım gelecektir. Türk kadını evdeki medeni mevkiini selahiyetle işgal etmiş iş hayatının her safhasında muvaffakiyetler göstermiştir. Siyasi hayatla Belediye seçimleriyle tecrübe kazanan Türk kadını bu sefer de milletvekili seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medeni memleketlerin birçoğunda kadından esirgenen bu hak bugün Türk kadınının elindedir ve onu selahiyet ve lihakatle kullancaktır." Atatürk hayatta iken yapılan son seçim olan 1935 yılı seçimlerinde ilk kez seçilme hakkını da kullanan Türk kadını TBMM' ne onsekiz kadın milletvekili ile girmiştir. Bu onsekiz Türk kadının yüce meclisin çalışmalarına ne ölçüde katkıda bulundukları ve kararlarında ne denli etkili oldukları meclis tutanakları ile sabittir. Ayrıca kişisel tutumları da övünç vesilesi ve geleceğe olan inançları kuvvetlendirici mahiyette olmuştur. Atatürk' ün çağı ve değişeni değil değişecek zamanı milletine göstermesi kadın hakları ve kadın-erkek eşitliği konularında "BM İnsan Hakları Evrensel Bildirisi" "İnsan Hakları Sözleşmesi" gibi konular daha insanlık tarihinin ufkunda bile görünmemişken Türk Kadınına haklarını vermesinin değeri daha iyi anlaşılır. Bağımsızlık mücadelesi yapan ülkeler nasıl Atatürk' ü örnek bir lider almışlarsa kadın hakları uğruna uğraş ve savaş verenler de onu bir devrimci olarak aynı şekilde örnek almak durumundadırlar. Çünkü bütün insanlık tarihi boyunca tarihin hiçbir döneminde hiçbir lider kadın hakları konusunda Atatürk kadar önsezili ve öngörüşlü olmamış onun kadar uğraş ve savaş vermemiştir. Ne mutlu bir Atatürk yetiştiren Türk kadınına ne mutlu O'na sahip olan Türk milletine... ALINTI
  12. Kişinin gündelik hayatta karşılaştıkları olaylarla ilgili olarak, engelleyemediği aşırı bir endişe ve kuruntulu beklenti (evham) içinde olması , bu hastalığın temel özelliğidir. Yaygınlık Toplumda 100 kişiden 3-6 kadarında raslanır. Kadın/erkek oranı 3/2 - 2/1 dir. Sebepleri Beyindeki sinirler arasında iletiyi sağlayan maddelerden bimir olan Noradrenerjik sistemin aşırı etkinliğin kaygı ve korku oluşturduğu bilinmektedir. Yaygınlaşmış kaygı bozukluğunda (YKB) noradrenerjik sistemde artmış bir etkinlik ya da adrenoseptör duyarlılığında değişmeler olduğu; diğer bir madde olan ayrıca seronerjik etkinlikte artış, GABA etkinliğinde azalma olduğu gösterilmiştir. Biyolojik araştırmalar beynin kaygı ile ilişkili bölgelerinde (kortikal yapılar, limbik sistem, bazal gangliyonlar ve serebellum) nöral iletinin bozulmuş olabileceğini düşündürmektedir. Normalde stres yanıtlarında olması gereken otonomik esnekliğin azaldığı görülmektedir. Hastaların 1.derece yakınlarında %20 gibi yüksek oranda YKB'ye rastlanması genetik etkenleri düşündürmekteyse de genel kabul çevresel etkenlerin daha önemli olduğu yönündedir. Kaygı ile kişilik özelliklerini araştıran çalışmaların çoğunda "çekingen, bağımlı, kompülsif ve düşük benlik saygısı" özelliklerinin önemli yatkınlaştırıcı etkenler olduğu gösterilmiştir. Stres verici yaşam olayları YKB'de en azından tetikleyici bir etkendir. Sonuç olarak bu bozukluğun kalıtsal ve biyolojik bir temel üzerinde çevresel olumsuzluklarla ortaya çıktığı düşünülmelidir. Klinik özellikler Bu bozukluk toplumda "evhamlılık" olarak nitelenmektedir. Ekonomik durum, muhtemel iş yükümlülükleri, sağlık sorunları, çocukların yaşayabileceği olaylar, ev işleri, onarımlar, randevulara yetişememe gibi günlük konularla ilgili olarak aşırı/ölçüsüz bir endişe ve kuruntu vardır. YKB'de özellikle önemli olan ruhsal süreç, kişinin "çevre üzerinde denetiminin olmadığı" inancıdır. Denetlenemez olaylardan kaynaklanabilecek tehlikeler (kazalar, hastalıklar, felaketler v.s.) zihni sürekli meşgul etmektedir. Kişi sürekli olarak potansiyel tehlike yaratan uyaranları izlemekte, tehlike oluşturmayan (hoş) uyaranları ise dikkate almamaktadır. Bu durum, hastalarda otomatik ve farkında olunmadan işleyen bir zihinsel düzenektir. Hastalar endişelerinin aşırı ve yersiz olduğunu her zaman kabul etmeyebilirler. Kişi yoğun endişesini durduramadığı için dikkatini olağan işlere odaklamada güçlük çeker, dalgınlaşır. Hastalar huzursuz, çabuk heyecanlanan ve sabırsız kimselerdir. Yüz ve beden gergin, eller genellikle titremektedir. Kas gerginliğine bağlı seyirmeler, titreme, ağrı ve sızılar olabilir. Baş, sırt, omuz ağrıları ve sertliği sıktır. Kas gerilimi özellikle alın kaslarında çok yoğundur. Çoğu hasta uyku sorunları, kabus ve karabasanlar yaşar. Kolay yorulma, ağız kuruluğu, aşırı geğirme, soluk alma ve yutma güçlüğü, çarpıntı, sık idrara çıkma, erken boşalma- ereksiyon güçlüğü, kulak çınlaması, baş dönmesi, uyuşmalar gibi yakınmalar ayırıcı tanı problemleri doğurmaktadır. Kaygı belirtilerinin hastalar tarafından bedensel hastalık kaygılarına yol açması kaygıyı daha da ağırlaştırmaktadır. Bu durumda hipokondriyazis (hastalık hastalığı) İle ayırdetmek güçlük arz edebilir. Yaşın ilerlemesi ile genellikle kaygı bozukluklarının görülme sıklığı ve belirtilerin şiddeti azalmaktadır. Yine de yaşlılık döneminde karşılaşılan kaygı hastalıklarının % 60-70'ini YKB oluşturmaktadır. Ayırıcı tanı Öncelikle normal endişeden ayırt edilmelidir. YKB'deki endişe gerçekçi (normal) endişeye göre sorunla orantısız, daha yaygın, daha kronik ve stresle daha az ilişkisizdir. Değişik bedensel hastalıklara ikincil olarak da YKB gelişebilmektedir. Hipertioidizm, hipoglisemi, kardiyovasküler hastalıklar, anemiler, KOAH ile sık karışabilir. Panik bozukluğu, major depresyon, alkol bağımlılığı, sosyal fobi durumları ile YKB'nin birlikteliği son derece yüksektir. Gidiş ve sonlanış YKB genellikle yirmi yaş civarlarında başlamaktadır ve hayat kalitesini önemli ölçüde bozmaktadır. Kimi hastalarda belirtiler ısrarlı ve yaşam boyu devam ederken, kimilerinde önemli düzelme sağlanmakta ancak stresli olay dönemlerinde alevlenmelerle seyretmektedir. Tedavi Tedavide tam düzelmeyi hedeflemekten ziyade belirtileri azaltmayı amaçlamak daha gerçekçi bir hedef olacaktır. Başlangıçta her tedavide olduğu gibi hasta bilgilendirilmesi önem taşır. Kaygıyı artırabilen kafeinli maddelerin (çay, kahve, kola, çikolata) azaltılması önerilmelidir. Kullanılıyorsa teofilin, stimülan ve dekonjestan ilaçlarla esrar, alkol, kokain gibi maddeler kesilmelidir. Aşağıda sayılan ilaçlar tedavide ana ilaçlar olmakla birlikte çoğu zaman hastanın durumuna göre veya bu ilaçlardan biri yetersiz kalınca dozun artırılması yanında ek ilaçlar da aşamalı bir şekilde uygulanacaktır. Tedaviye dirençli durumlarda bazen 4-5 ilacın birlikte kullanımı zorunlu olabilir. Benzodiazepinler: Düşük ve orta dozlarla %70 oranında düzelme elde edilebilmektedir. Diazepam en yaygın kullanılan benzodiazepindir. Yaşlılarda ise kısa etkili BZ kullanılmalıdır. Bu ilaçlar 1-2 aydan daha uzun süre kullanılmamalıdır. Beta Blokerler: Propranolol. Kaygınin terleme, titreme, çarpıntı gibi bedensel belirtilerini yatıştırır. Endişeye ve psişik kaygı belirtilerine etkisizdir. Antidepresanlar: İmipramin (tofranil), amitriptilin (laroxyl) v.b. Üç halkalı antideresanların etkinliğine dair çok sayıda yayın vardır. YKB'nin tedavisinde giderek daha fazla kullanılmaktadırlar. Ortalama günlük 50-150 mg dozunda uygulanır. Venlafaksin ve SSRI grubu ilaçlar da etkindir. Davranışçı-bilişsel psikoterapiler: Düşünce biçimlerini ve bunların rahatsızlık verici işlevini hastalara göstermek hedeflenir. Kötü işlevli düşünceleri yeniden yapılandırma, gerçek yaşam şartlarında üzerine gitme denemeleri, derecelendirilmiş ev ödevleri yanında solunum eğitimi, kas gevşetme teknikleri kullanılır. İlaç kullanamayan veya kullanmak istemeyen hastalarda öncelikle denenebilir ancak uzun süreli etkinlikleri konusunda yeterli veri yoktur. Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı ALINTI
  13. Özellikle “çevresel kanserojenler” diye bilinen kanser yapıcı faktörlerden uzak kalınabilirse birçok doku ve organ kanserinden korunmak kolaylaşıyor. İşte en tehlikeli kanser yapıcı çevresel faktörler... Çevresel kanserojenlerin başında da sigara geliyor. Aslında sorunu sadece sigara olarak değil, “tütünden korunmak” olarak algılamak, pipo, puro, nargile ve benzerlerinin de kanser riski oluşturduğunu unutmamak lazım. Hayatın olmazsa olmazı diye bildiğimiz güneş ışınlarının da fazlası kanser yapıyor. şu veya bu şekilde maruz kalınabilen radyasyonun en önemli kanserojenlerden biri olduğu neredeyse yüz yıldır biliniyor. Ayrıca asbest radon gazı ve içme sularında bulunan fazla miktarda arseniğin de kanserojen olabileceği belirtiliyor. Bazı mikropların da kansere yol açabileceği yıllar önce anlaşıldı. Hepatit B virüsünün karaciğer, HPV virüsünün rahim ağzı, EB virüsünün bir tür lenfoma, helikobakter mikrobunun mide kanserine sebep olabileceği bilimsel olarak kanıtlandı. KIRMIZIBİBERE DİKKAT Yiyeceklere bulaşan bazı toksinlerin de tehlikeli olduğu biliniyor. Örneğin aflatoksin adlı zehirle kirlenen yiyecekler karaciğer kanserine yakalanma ihtimalini arttırıyor. Aflatoksin tehlikesi en çok kötü üretilmiş, depolanmış kırmızıbiberde var. Gıdalara karışan boyaların ve bazı katkıların da kanserojen olabileceği söyleniyor. Ayrıca gıda pişirme yönteminin de önemli bir faktör olduğundan kuşku duyulmuyor. Yakma derecesine kadar kızartılan kırmızı et, ekmek ve diğer besinler ile kalın bağırsak kanserleri arasında bir ilişki olduğu anlaşılıyor. Fazla miktarda alkol tüketmenin kansere yakalanmayı kolaylaştırdığı da uzun zamandır bilinen bir gerçek. Çevresel kanserojenler konusunu daha da uzatmak mümkün ama burada önemli olan nokta yediğimiz içtiğimiz besinler, soluduğumuz hava, cildimize temas eden pek çok kimyasalın daha sonra ortaya çıkabilecek bir kanserin sebebi olabilmesi. Bu nedenle kanserden korunmada risk azaltıcı bir program uygulamak son derece önemli. Yani hayatımızla ilgili bazı yanlışları düzeltmek, bazı önlemleri almak, bazı hataları tekrarlamamak ve bazı kurallara özen göstermek birçok kanseri önleyebiliyor. İşte o kurallar 1. Sağlık taramalarını ihmal etmeyin. Düzenli sağlık kontrolleri kanserden korunmanın en etkili yoludur. Bu kontroller eğer genetik riskleriniz, yaşam tarzınız, besin seçimleriniz ve sağlık hikayeniz gözetilerek planlandığında pek çok kanseri erken dönemde yakalamak mümkün olabiliyor. Bugünün teknolojileri ile kalın bağırsak kanserini, prostat kanserini, akciğer kanserini, meme kanserini çok erken dönemde teşhis etmek mümkün. 2. Sigara içmeyin. Sigara içmek veya sigara dumanıyla kirlenmiş havayı solumak başta akciğer kanseri olmak üzere birçok kanserin hazırlayıcı nedeni. “Dumansız hava sahası” projesini daha da geliştirmek için elinizden gelen çabayı göstermenizde yarar var. 3. Kilonuzu izleyin. Kilo fazlalığı olanlarda kalın bağırsak, meme, prostat, rahim ve pankreas kanserine yakalanma olasılığı artıyor. 4. Beslenmenize dikkat edin. Daha çok sebze meyve yemek, doğal ve katkısız, organik beslenmeye dikkat etmek, zeytinyağını tercih etmek, bakliyat, süt ürünleri ve balık ağırlıklı beslenmek kanser riskini azaltıyor. Fazla miktarda kırmızı et yemenin kalın bağırsak kanseri yönünden risk oluşturduğu biliniyor. Özellikle renkli sebze ve meyveler antioksidan güçleri nedeniyle kansere yakalanma olasılığını azaltıyor. 5. Alkolü bırakın. Alkol kullanımını özellikle alışkanlık haline getirildiği ve abartıldığında başta kalın bağırsak ve karaciğer kanseri olmak üzere birçok kansere yakalanma olasılığını arttıran önemli bir risk faktörü. 6. Güneş ışığının fazlasına dikkat edin. Uzun süreli ve dikkatsiz güneşlenmek cilt kanserine yakalanma ihtimalini arttıran en etkili neden. Güneşten faydalanın ama güneşin yoğun olduğu saatlerde değil. 7. Bebeğinizi emzirin. Doğum yapan ve bebeğini emziren annelerde meme kanserine yakalanma riski azalıyor. 8. Stresinizi kontrol edin. Kontrolsüz stres kansere yakalanmayı kolaylaştıran önemli bir faktördür. Stres sorununa depresyon problemini de eklemekte fayda var. Uzamış depresyon kanser olasılığını arttıran bir faktördür. 9. Hareket edin. Aktif ve hareketli bir hayat sürmek yetmiyor! Ne yapıp etmeli günde ortalama on bin adım atmayı ihmal etmemelisiniz. Eğer bunu yapamıyorsanız 30 dakika süre ile dakikada 120 adım atacak şekilde bir egzersiz planı oluşturun. Bu size güne 4-5 bin adımlık bir avantajla başlama fırsatı verecektir. 10. Huzurlu biri olun. Aidiyet duyguları güçlü, inanç dünyası zengin, iç dengesi sağlam, beden ruh ilişkisi mükemmel, huzurlu, alıntı
  14. İSTANBUL- Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğünden yapılan açıklamaya göre, sis nedeniyle görüş mesafesinin düşmesi üzerine İstanbul Boğazı'ndaki transit gemi geçişleri saat 02.30'dan itibaren durduruldu. Bu arada, şehir hatlarında Anadolu Kavağı-Rumeli Kavağı-Sarıyer seferlerinin kısıtlı görüş nedeniyle yapılamadığı, diğer seferlerde bir aksama olmadığı belirtildi. Saat 02.30'dan itibaren transit gemi geçişlerine kapatılan İstanbul Boğazı, görüş mesafesinin normale dönmesiyle saat 12.00'de yeniden gemi trafiğine açıldı. ALINTI
  15. bir konu ararken siteyi gördüm ve kaldım herkezin önce bayramını kutluyorum ve tekrar selamlar diyorum
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.