Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 6 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 6 Ocak , 2007 Ve sevgili Boşig sizede şunu sormak istiyorum bilimsel düşünceye göre felsefe matematiği anlamlandıramadı demişsiniz. Ben öyle olduğunu düşünmüyorum bilimin görevi araştırmak, değerlendirmek ve sonuçlandırmak ise bunu belli formüllere göre yapmak zorunda ve burada hiç bir sorun yok her bilim dalının kendi kuralları var olduğuna göre... Ancak felsefeden söz ettiğimizde bugüne kadar gelmiş felsefik düşüncelerle yetinerek konuşuyoruz ancak felsefe insan var olduğu sürece var olacağından gelişecektir. İnsan "anlamlandırma" merakından vazgeçemeyeceğinden bilimin ilerleyen gelişmelerinden felsefe kendisine yeni anlamlandırmalar çıkartacaktır. Matematiğin İslam mutasavvıfları tarafından ilgi ile değerlendirildiğini bilmekteyiz. Öyle değil mi? Selamlar Bakın, İslam Mutasavvıflarının Matematiğe eğilmesinin nedeni, Matematiğin İnançlar ile ilgili olup olmamasından kaynaklanmamaktadır. Bakın, dediğim gibi Matematik Felsefelerden ve İnançlardan soyutlanmıştır. Yani 2+2=4'ün Felsefesi yapılamaz. O öyledir artık... Yada Üçgenin iç açılarının toplamının felsefesi yapılamaz. Matematiğin formüllerini ve sonuçlarını İnanç açısından yada Felsefe açısından değerlendiremezsiniz. "2+2 niçin =4 yapıyor!!! e Allah'ın takdiri tabi, niye yapmasın?" yada "E doğanın kanunu kardeşim, yapacak tabi" diyemezsiniz. Üzerinde Felsefe yürütemeyecek kadar açık ve net yanıtlar verir Matematik, göreceli değildir. Göreceli olan kısmıda zaten henüz yasalaşmamıştır ve ereğine ulaşamamıştır ama ulaşır mutlaka... Ancak İnsan Klonlamanın Felsefesini yürütebilirsiniz mesela; etik olup olmadığını tartışabiliriniz, Materyalist iseniz "Tanrı'nın olmadığının ispatı" gibi bir yorum yada inançlı iseniz "Tanrıcılık oynamak ve İsyan etmek/Şirk" olarak adlandırabilirsiniz... Ve öyle ki Matematiğin yaptığı şey "Kontrol"dür. İnsanı klonladığınız anda tüm tartışmalar biter işte... Atrık Matematikleşmiştir yani kontrolü Bilim eline almıştır... Diğer aşamaları geçmiş ve Kontrol edebilir hale gelmiştir doğa'yı. Matematiğe olan ilginin nedeni "İnançlı olmak yada olmamak" değildir. Matematik inançlara ne yarar sağlar nede zarar verir. O yüzden ilgilenmek Dünyevi açıdan çok faydalı ve son derece gerekli ancak İnançsal olarak yararsız ve zararsızdır. Metafizikçi iseniz kontrolcülüğünden dolayı Matematikten korkarsınız ve ele alamazsınız, Ancak Mutasavvıfların o kimisi "Metafizikçi Olmadığı" için Matematiğe eğilmenin zarar doğurmayacağını hatta gerekli olduğunu bilebilmişlerdir. Eğilmelerinin amacı, Tanrı'yı formüllerle mi izah etmek sizce? Tabii ki hayır. Adamın kafası Matematiğe yatmış, anlamış ve üstüne eğilmiş; bu kadar. Eğer Tanrı'yı açıklamakla alakası olsaydı Bilimlerin, bunu en başta Hz. Muhammed'in kendisinin yapması gerekirdi. Ama o sadece Dünya yaşamı için Bilim'i öğütlemekle yetinmiş: "Tanrı'yı açıklamak için kullanın bilimi, açıklayabilirsiniz." dememiş ve diyemezde. Çünkü Tanrı'yı ancak hissedebilirsiniz... Ben buna inanıyorum... Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 6 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 6 Ocak , 2007 Sevgili boşig Sözlerinizin geneline katılıyorum ancak matematik konusunda felsefe yapılamayacağı mevzusunda ben şöyle düşünüyorum. Belki 2+2=4'ün felsefesini yapamayabiliriz zaten bize net bir biçimde sonucu veren işlemin tartışmasını yapmak gereklide değildir ancak Yaratıcı'nın bütün kainatı yaratırken rakamların hesaplamasıyla meydana getirmiş olduğu bir evrende bulunuyoruz. Ve Kuran bize Yaratmanın aşamalarından bahsederken sayılar veriyor zamanın izafiyetinden bahsediyor dünya yılının rakamlarını ve ahiret yıllarının rakamlarını örnekleyerek bize matematik ve zaman konusunda fikir veriyor. Öyle ise matematikle felsefe yapılabilir gibi gelmekte bana. En azından anladığım kadarıyla Allah'ın Yaratması'nın aşamalarını bilimden yararlanarak açıklayabilecektir insanlık... İnsan klonlamanın mümkünü varsa bunun aşamalarınında belli bedeller ödenerek katedileceğini düşünüyorum. Klonlamayı Allah'lık oynamak olarak görmemekle beraber insanın kendi varolşunda herhangi bir yaratıcı etken olmaksızın varoluşun meydana gelemeyeceğini insanın kendisinin deneyimleyerek göreceğini düşünüyorum. İşte o zaman bunun felsefeside yapılacaktır. Kontrol edilebilirlik için kontrol etmesi gereken zeki canlılara ihtiyaç varsa herşeyin her zaman felsefesinin yani anlamlandırılmasının yapmanın mümkün olacağını düşünüyorum. Selamlar Alıntı
Φ ŞİRİNCİK Gönderi tarihi: 6 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 6 Ocak , 2007 Bilimselci arkadaşımızın duygusal tepkilerine hak verdim.Tepkileri bilimsellikten ziyade duygusal. Belki birçok kişi anlayamayacaktır derken maksadım forum okuyucularını incitmek değil,kelimeleri sadece görenler içindi. Bilimselci ne yapıyor derken bu tip akademik tartışmaların ortaklarının belirli bir seviyeleri vardır.Forumlar özellikle net kullanan kişilerin rahatlıkla girebildikleri platformlar olduğundan konu içeriğinden hemen uzaklaşıp,duygusal bir fırtınaya dönüşecektir.Özellikle bu tip konular birden alevlenebiliyor.Yazanların kimliklerini yazılarından çok rahat kavrayabiliyorsunuz. Konunun içeriği saldırılarında temelini oluşturuyor zamanımızda ne yazık ki. Materyalist bir kişinin dua etmesi diye birşey olamaz. Materyalist bir kişi aklının gücünü bilimden alır. Köpeğini öldürür derken,kasdım bir köpek beslemenin mantığı nedir konusunu irdelemesidir.Köpek beslemenin mantıklı bir nedeninin olması şarttır. Materyalist felsefeye şöyle bir örnek getirirsek; Bir anne ,bebeğine tam anlamda bakamadığından dolayı onu, isteyen zengin bir kadına vermeli mi? Materyalist bir düşünce içinde iseniz bu tip bir kararı vereceksiniz. Saddam hüseyin'in idam edilmesi ile ilgili görüntüleri seyrederken içinizde garip bir burukluk yaşamadınız mı? Yıllarca baktığınız çoçuğunuz bir katil olursa ve aranıyor ise size geldiğinde onu hemen kolluk kuvvetlerine teslim edermisiniz? İnsan'ın çözümlenemediğinın altını çizerken bunları kasdetmiştim üstü örtülü bir şekilde. Ben insanın digitalize edilebileceği yada programlanabileceği kanısında değilim. Ben materyalistim demekle materyalist olunmaz.Yada elhamdurullah materyalist'im de olmaz. Materyalist felsefe duygulardan arındırılmış felsefedir. İnançları taşımaz.Duyguları taşımaz. Kafa ile kolu birleştiren felsefedir. Mekaniktir. Geri dönüşümün tek nedeni de budur. Daha bilimsel yazardım ama bu yazıları birçok insan okuyor. Geçmişten bugüne gelen birçok materyalist kişiler kurban bayramında kurban kesiyorlar.Daha komiği ise her perşembe ne manası var ise alkol de almıyorlar. Bilim,yaşamı kolaylaştıran bir teknik olmalıdır kanaatindeyim. Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 7 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 7 Ocak , 2007 Bilimselci arkadaşımızın duygusal tepkilerine hak verdim.Tepkileri bilimsellikten ziyade duygusal.Belki birçok kişi anlayamayacaktır derken maksadım forum okuyucularını incitmek değil,kelimeleri sadece görenler içindi. Sayın Şirincik, İdealist görüşlü, yada izlerini taşıyan kişiler, her nedense tartışmanın yönünü birden kişilere çevirmekte çok yetenekliler. Daha önceki iletimde, duygular insanın bilgi birikimlerinden ve onların kullanılma şeklinden geldiğini belirtmiştim. Sergilediğin müdahale şekli (duyguların) bu konu için çok güzel bir örnek teşkil etti. İşte bilginin, edinilmiş bilinçten kaynaklı duygusal yapı oluşturmasının en iyi örneğini burada sergiledin !... Kişiyi hedef almak yerine, varsa akademik kariyerin, buraya, "insandaki duygunun kaynağı nedir" konusundaki tezini yada eserini koyabilmen gerekirdi. Bu şekildeki bir davranış; gereksiz yere kariyer'e dikkat çekerek hedef şaşırtmak yerine, bilgini sergileyarak daha ETİK olacaktı. Bizler de sana teşekkür eder (dua etmezdim), bilgilerinden yararlanırdık. Kaldıki, bu konuda yazdığın iç beş cümle ne felsefe ile nede dünya görüşlerinin farklarını yansıtmıyor. Materyalist yada İdealist dünya görüşünün tartışıldığı forumun bu başlığı gibi, diğer başlıklarda da, konu hakkında son sözleri söylemesi gerekenlerin, elbetteki akademik kariyeri olanlar olduğunu bilmekteyim. Ama şu da bir gerçek ki, benim ve forumdaşlarımın da büyük çoğunluğu öğrenci, bir meslek sahibi ve belli bir branşa ait üniversite mezunu arkadaşlar. Akademisyenlerde olabilir Ancak; Felsefe konusunda ülkemizde kendini kabul ettirmiş bir isimin Orhan HANÇERLİOĞLU olduğunu, kendisinin sadece hukuk fakültesi mezunu olduğunu, mesleğini de, Elektrik, Tramvay ve Tünel İşletmeleri Hukuk İşleri Müdürü olarak tamamladığını belirtmek isterim. Kaldıki, akademik kariyeri olan bir kişinin, bilgisi yerine onu vurgulayıp ön'e çıkarması ne derece olumlu bir duygu/davranış ? Her ne ise. Yukarda şöyle bir cümle kurmuştum. "Bu konuda yazdığın iç beş cümle ne felsefe ile nede dünya görüşlerinin farklarını yansıtmıyor." Var sayalımki felsefe konusunda akademik kariyerin var, sayın şirincik. Ben bir materyalistim. Bu yapım, beni çok mutlu (bu bir duygudur) ediyor. İddia ediyorumki; Materyalistte yok saydığın "duygular"dan, bendekiler, seninkilerden hem daha fazla, hem daha insani değerler taşımakta. (sende hiç yok anlamını çıkartmazsın umarım) Bunu ispatlamanın çok kolay bir yolunu biliyorum. Duygu, kişlik, ruh nedir ? Bana, yada materyalizme göre, duygu kişilik ruh maddenin ayrılmazı/bütünüdür. Madde ya da ruhtan, varlık ya da düşünceden hangisi daha önemlidir? Hangisi, diğerinden öncedir? İşte felsefenin temel sorusu/sorunu da budur. Buna açıklık getirelimmi? Bunu tartışalımmı ? Buyurun.. Selamlar. Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 7 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 7 Ocak , 2007 Ben bir materyalistim. Bu yapım, beni çok mutlu (bu bir duygudur) ediyor. Sevgili Bilimselci eğer Huzurluysanız/Mutluysanız, emin olun ki inanıp inanmamanızın hiç bir önemi yok... Sizi Huzurlu yapan ne ise, O'na yönelmelisiniz zaten. Ve siz zaten Dünyayı anlamlandırmış görünüyorsunuz ve bu yüzden Huzurlusunuz. Duygu, kişlik, ruh nedir ? Bana, yada materyalizme göre, duygu kişilik ruh maddenin ayrılmazı/bütünüdür. Madde ya da ruhtan, varlık ya da düşünceden hangisi daha önemlidir? Hangisi, diğerinden öncedir? İşte felsefenin temel sorusu/sorunu da budur. Buna açıklık getirelimmi? Bunu tartışalımmı ? Buyurun.. Selamlar. Madde yada Ruhtan, Varlık yada Düşünceden hangisi daha önemli: Bence İnsan daha önemli... Var Kalmak daha önemli... Varlığın "Bütüncül" olarak anlamlı kılınabilmesi daha önemli... Duygu? Kişilik? Ruh? Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 7 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 7 Ocak , 2007 Bilimsel görüş(materyalizm),bütün sorunların çözümüne bir yöntem getirir ve bu yöntem, materyalizm dünya görüşüne ilişkin olan bir yöntemdir. Materyalizm, evrenin ve evrenle insanın ilişkilerinin bilimsel açıklamasından başka bir şey değildir. Materyalizmin felsefesi, Bilimsel dünya görüşünün temelini oluşturur. İnsanlığın sorunlarına bilimsel bir açıklama getirmek isteyen materyalist felsefe, tarih boyunca, bilimlerle birlikte aynı zamanda ilerler. Dolayısıyla, materyalizm de bilimlerle tümleşiktir, bilimlere dayanır ve bilimlerle birlikte evirilir. 19. Yüzyılın sonlarında bilimlerin gelişmesinden materyalizm “çağdaş materyalizm” olarak isimlendirilmiştir. Materyalist insan pek çok dinciye nazaran, ahlaka,insani değerlere oldukça hassas (Duyarlı,Duygulu) bir insandır. Yalan söylemez, haksizlik etmez, hırsızlık, zina ve cinayetle işi olmaz. Gerçek ihtiyacı olanlara yardım eder, ailesini sever ve sayar, insanlarla iyi geçinir. İçki, kumar ve uyuşturucu gibi bağımlılık yapan maddeleri sevmez, nadiren alkol alır. Ahlaklı, namuslu ve dürüst bir kişidir. Ceza evlerinde bilim görüşlü insana rastlayamazsınız. Materyalist bir insanın, maddeci olduğundan,duygusuz olduğu bir uydurmadır/safsatadır. Bilimsel görüşte insani değerler ilk hareket noktası olduğundan ; Kişinin insana olan sevgisi ve duygusu çok gelişmiştir. Ahlakın dinlerden çıktığını kabul ederek, materyalistlerin de dinsiz olması nedeniyle, direkt olarak materyalist kişi ahlaksız ve ahlaki değerlere duyarsızdır/duygusuzdur gibi cahilce bir mantık kuruluyor. Ancak böyle bir mantığın yanlışlığı, ahlakın dinlerden çıktığı mantığının yanlışlığından ileri geliyor. İnsanların ahlakı göçebelikten ortak ve yerleşik yaşama geçince toplum kuralları ve üretim ilişkilerinden ahlak oluşmuştur. Bu da tek tanrılı dinlerden çok öncelere rastlar. Birlikte yasayan insanlar arasındaki ilk ahlak kuralı; "başkasının yaşam hakkı olduğu kadar benimde olmalı" olmuştur. Bilimsel görüş adaleti, inançlar adaletsizliği(zengin-fakir, efendi-köle)desteklemiştir. Ayrıca iyi ahlak ve duyguların(tecavüz, hırsızlık,insan öldürmeye karşı olmak)dinlerden önce de var olduğu bilinmektedir. O halde dinler mevcut ahlak kurallarına bir ek yapmadıkları gibi, bir mafya gibi ahlak kavramını ve iyi duyguları sahiplenmiş ve kendilerine pay çıkarmışlardır. Bugün için, pek çok dindarın son derece ahlaksız olduğu da ayrı bir konudur. Tartışılabilir. Neden dinler insanları ahlaklı ve erdemli yapmaya yetmemiştir ? Materyalist kişi dinsiz olduğu halde neden ahlaklıdır ? neden duyarlıdır? Ahlak ve iyi duygulara sahip olmak için mutlaka her hangi bir inanç sahibi olmak gerekmez, saçmadır. Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 7 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 7 Ocak , 2007 Bilimsel görüş(materyalizm),bütün sorunların çözümüne bir yöntem getirir ve bu yöntem, materyalizm dünya görüşüne ilişkin olan bir yöntemdir.Materyalizm, evrenin ve evrenle insanın ilişkilerinin bilimsel açıklamasından başka bir şey değildir. Materyalizmin felsefesi, Bilimsel dünya görüşünün temelini oluşturur. İnsanlığın sorunlarına bilimsel bir açıklama getirmek isteyen materyalist felsefe, tarih boyunca, bilimlerle birlikte aynı zamanda ilerler. Dolayısıyla, materyalizm de bilimlerle tümleşiktir, bilimlere dayanır ve bilimlerle birlikte evirilir. 19. Yüzyılın sonlarında bilimlerin gelişmesinden materyalizm “çağdaş materyalizm” olarak isimlendirilmiştir. Materyalist insan pek çok dinciye nazaran, ahlaka,insani değerlere oldukça hassas (Duyarlı,Duygulu) bir insandır. Yalan söylemez, haksizlik etmez, hırsızlık, zina ve cinayetle işi olmaz. Gerçek ihtiyacı olanlara yardım eder, ailesini sever ve sayar, insanlarla iyi geçinir. İçki, kumar ve uyuşturucu gibi bağımlılık yapan maddeleri sevmez, nadiren alkol alır. Ahlaklı, namuslu ve dürüst bir kişidir. Ceza evlerinde bilim görüşlü insana rastlayamazsınız. Bilimsel görüşte insani değerler ilk hareket noktası olduğundan ; Kişinin insana olan sevgisi ve duygusu çok gelişmiştir. Ahlakın dinlerden çıktığını kabul ederek, materyalistlerin de dinsiz olması nedeniyle, direkt olarak materyalist kişi ahlaksız ve ahlaki değerlere duyarsızdır/duygusuzdur gibi cahilce bir mantık kuruluyor. Ancak böyle bir mantığın yanlışlığı, ahlakın dinlerden çıktığı mantığının yanlışlığından ileri geliyor. İnsanların ahlakı göçebelikten ortak ve yerleşik yaşama geçince toplum kuralları ve üretim ilişkilerinden ahlak oluşmuştur. Bu da tek tanrılı dinlerden çok öncelere rastlar. Birlikte yasayan insanlar arasındaki ilk ahlak kuralı; "başkasının yaşam hakkı olduğu kadar benimde olmalı" olmuştur. Bilimsel görüş adaleti, inançlar adaletsizliği(zengin-fakir, efendi-köle)desteklemiştir. Ayrıca iyi ahlak ve duyguların(tecavüz, hırsızlık,insan öldürmeye karşı olmak)dinlerden önce de var olduğu bilinmektedir. O halde dinler mevcut ahlak kurallarına bir ek yapmadıkları gibi, bir mafya gibi ahlak kavramını ve iyi duyguları sahiplenmiş ve kendilerine pay çıkarmışlardır. Bugün için, pek çok dindarın son derece ahlaksız olduğu da ayrı bir konudur. Tartışılabilir. Neden dinler insanları ahlaklı ve erdemli yapmaya yetmemiştir ? Materyalist kişi dinsiz olduğu halde neden ahlaklıdır ? neden duyarlıdır? Sayın Bilimselci, bu yargılarınız ne size, ne de Bilimselliğe hiç yakışmamış. Ama bu zaten Materyalizmin anlayışıydı değil mi? Eğer siz böyle düşünüyorsanız gerçekten, İnançlı insanlarında sizi "Kötü" olarak nitelemelerinde hiç bir sakınca yok. Zira istediğiniz iddia da bulunun, kesin bir önyargınız var ki o da "Ateist olsun yada Dindar olsun, İnsanları hala İnançlarına göre yargıladığınız". Eğer bir insanın Ahlaklı olup olmamasının ölçütü Ateist, Materyalist/Bilimsel Dünya Görüşlü, İnançlı, İnançsız, Dindar, Dinci vs. olması ise, imzamdaki gibi, siz inanıp inanmadığımızı boş verin, en azından beni direkt olarak "Kötü" hanesine yazın... Ben size bunlardan öte "İnsan" olarak bakıyorum, Ahlak sizin malınız olsun, benim için önemi yok... Materyalist bir insanın, maddeci olduğundan,duygusuz olduğu bir uydurmadır/safsatadır. Ahlak ve iyi duygulara sahip olmak için mutlaka her hangi bir inanç sahibi olmak gerekmez, saçmadır. Söyledikleriniz içinde tek Nesnel Gerçekliği olan düşünce budur ve buna katılıyorum... Alıntı
Φ KesKiNkAleM Gönderi tarihi: 7 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 7 Ocak , 2007 İnsan bir maddeden fazlasıdır. Duygu, kişilik ve ruh nedirin sorusunu/sorununu psikoloji bilimide incelemekte. Ruh sağlığı denen bir tıbbi terim oraya kendiliğinden yerleşmediğine göre bilim insanın duygu sahibi bir canlı olduğunu kabul ediyor. Peki nedir insanın ruhunu, kişiliğini, duygularını kontrol eden? İnsanlar yaşamış oldukları boşluk sonucu depresyona giriyorlar ve hatta yaşamış oldukları stres fiziksel rahatsızlıklarada sebeb oluyor bu demek olmuyor mu ki insan duygudan yoksun, ruhunu beslemeden, sevgi hissetmeden, kişiliğini geliştiremiyor. İnsanlar yaşarken canlı diyoruz tıbben ex olduklarında ceset/kadavra yani tamamen madde oluyor diyoruz. bütün canlılarda olduğu gibi... Japonya'da bitkiler üzerinde denenen etki/tepki testleri yapıldığını okumuştum demekki bütün canlılar kendi varoluş yeteneklerine göre duygular taşımaktalar. Yani maddeden öte bir durum değil mi? Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 7 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 7 Ocak , 2007 Dünya görüşleri, ruh, madde. Ruhtan söz edilirken, düşünceden, fikirlerimizden,bilincimizden. söz ediyoruz; gene aynı şekilde, doğadan, dünyadan, yeryüzünden, varlıktan söz edilirken, maddeden söz edilmiş olunuyor. Düşünceyi,ruhu, varlık ya da maddeyi tanımlamak gerekirse: Düşünce, bizim nesnelerden edindiğimiz, nesneler hakkındaki fikirlerimizdir. Bu fikirlerin bazıları, bize, alışıldığı üzere, duyumlarımızdan gelir ve maddi nesneleri karşılarlar. Düşüncelerimizi, duygularımızı, kişiliğimizi (insan ruhu) oluşturan maddenin bilincimize yansımasıdır. Tanrı fikri gibi, felsefe, sonsuzluk ve bizzat düşünce gibi diğer bazı fikirler ise maddi nesneleri karşılamazlar. İnsanlar,duygulara,düşüncelere,fikirlere, gördükleri ve duydukları ve dokundukları için sahiptirler. Örnek: Kar beyazdır. Kar’ın beyaz olduğunu bilmek, bir fikirdir, ve bu fikri bana veren benim duyularımdır. Ama madde, kar’ın kendisidir. Din öğretilerinde ise, önce ruh vardı sonra madde yaratıldı inancı vardır. Yaratış ruhta ise, maddeye yön verecek maddenin kaderini belirleyecek olan da ruhtur gibi madde ötesi(metafizik) bir anlayış vardır. İşte bu iki farklı anlayış felsefede, “ruh öncedir, irade ruhtadır” veya “madde öncedir, belirleyici maddedir” anlayışlarını oluşturmuştur. Metafizik (idealizm) düşünce, maddenin kaderini ve seyrini yaratıcı ruha (tanrı) bağlamaktadır. Bilimsel (maddeci) düşünenler ise yaşamın tek öğesinin madde olduğunu bilirler. İnsanların bu iki temel inancı,iki farklı dünya görüşlerini oluşturarak, kişisel ve toplumsal sorunları çözmede de ön plana çıkmaktadır. İdealizm (metafizik ve inançlar), bilimsel olmayan anlayıştır. Materyalizm ise,bilimsel dünya anlayışıdır. Bu iki farklı dünya görüşü insan duygu ve düşüncesini yine iki farklı şekilde yorumlamaktadır. 1-İnsan düşünüyor çünkü ruhu vardır.(Metafizik düşünce) 2-İnsan düşünüyor çünkü beyni vardır.(Bilimsel düşünce) Metafizik dünya görüşü idealizm, düşüncenin birincil olduğunu savunarak varlığı düşüncenin(ruhun) yarattığını, bir başka deyişle maddeyi ruhun yarattığını söylemektedir. Felsefi tartışmaların dışında olduğunu ileri süren din ve inançlar, gerçekte idealist felsefenin sunulumudur. Metafizik görüşün alt felsefesi olan Dinler, Teoloji ilmi adı altında şekillenmiş tüm evrenin kontrolü ve insanlığın toplumsal davranışı, ahlakı, duyguları, uyabilecekleri hüküm ve bilgiler yaratıcı ruh tarafından belirlenmiştir. Alıntı
Misafir aslan34 Gönderi tarihi: 7 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 7 Ocak , 2007 Modern bilim; ''Avrupadaki bilimsel devrimden dogmuş olan ve halihazırda dünyanın dört bir yanında üniversitelerde ve teknoloji kurumlarında ögretilip uygulanmakta olan bilim, bize sayısız fikir ve teknolojik başarı armagan etti.Ona çogunlukla ''akılcılık'' denen, bilimin sistematik ve açıkca belirlenebilir bir tarzda üretildigi ve diger tüm gelenekleri hükümsüz kıldıgı öne süren bir ideoloji eşlik ediyor.Bir bilimsel yöntem vardır; dünyanın neye benzedigini ve onu ihtiyaçlarımıza uygun şekilde nasıl degiştirebilecegimizi keşfetmemize yardımcı olur.''''' Bu önerme reddedilebilir bir önermedir.Evrensel oldugu iddiası ise 'ruhbanları' sayesindedir. Modern bilimin 'akılcı' bir şekilde ilerlemedigini söyleyen bilim adamlarıda vardır.Hatta bu 'akılcı' şekilde ilerlemesinin mümkün olmadıgını bile söyleyenler var. Modern bilimin özel tarihsel şartlardan ortaya çıktıgı ve evrensel geçerliligi olmayan birtakım fikirler içerdigi de biliniyor.Örnek; Nesnellik fikri ve bilginin nicel mülahazalara dayandırılması gerektigi fikri.Bu fikirler evrensel ilan edildi. Bu ilanla birlikte, kendisine yol açmış ortam ve şartlar kadar özgül ve husisi bir bilim yaratıldı.Oysa farklı ortam ve şartlar farklı hususiyetlerin evrenselleştirilmesine ve araya girmesine, dolayısıyla da farklı bir bilime yol açardı.Bilim pratigi pek çok degişik biçim alır. Bilimin tüm dünyada aynı oldugu ve diger fikir ve usullerin pek yakında iflas edecegi ve görüldükleri her yerde bertaraf edilecegi de 'ruhani ' bir masaldır. Modern olmayan bilimler gerçektende bir çok yerde kaldırıldı. Ama bunun nedeni iflas etmiş yada başarısız olmaları degildir. Modern bilimi uygulayan toplumların daha yüksek askeri güce sahip olmalarıydı. Diger tolumların da bir çok sorunla ( kıtlık, dogal afet, iklim vb. ) baş etme usulleri ve çeşitli bilgi biçimleri vardır.Bunlar modern bilim tarafından nesnellikten yoksun, niceliklerden çok niteliklere önem verir, ama genede sömürgecilerin bilimlerinin ve sonraki kalkınma havarilerinin aynı konularda söyleyeceklerinden kat kat üstündür.Bu bilgiler çürütülmek şöyle dursun, incelenmedi bile, bir tarafa kaldırılıp atıldı.Bu modern batı biliminin kabul edildiyse, bu , daha iyi bir anlayış ya da herkes için daha iyi bir yaşam ürettigi için degil; daha iyi silahlar ürettigi için oldu...... Bilimin bir çok şeklinin oldugunu, her şeklin kuvvetli ve zayıf noktalarının bulundugunu ve her kültürün önemli gördügü alanlarda başarılı olan bir şekli kullanacagını söyleyebiliriz......( Paul Feyerabend; Yönteme Karşı...) bazı yerlerine ekleme yapılmıştır... Bilimsel Dünya Görüşü diye bütüncül bir görüş yoktur...... Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 Aslan 34'ün yazısındaki felsefi kahraman (!) Paul Feyerabend 1968 yılında fikir değiştirerek hocasının bilimsel kuramlarına karşı isyanda bulunmuş bir felsefecidir. Bilim ve idealizmi birleştirmeye çalışan, her iki görüş arasında bocalayan ne söylediğini bilmeyen bir düşünür. Bu ***** felsefi akımı, fikir anarşizm'i, yada hiçbir şeyin sağlam ve sürekli olduğuna inanmayan felsefi akım olarak bilinmektedir. Birinci Dünya Savaşı sonrası çaresizlik ve dengesizliğin akımıdır. "Dadacılık"ta denilen bu felsefi akım, daha sonra "gerçeklik" ve "gerçekdışılığı" bir arada anlamak değerlendirmek görüşünü savunduğu için yok olmuştur. Bir dünya görüşü değildir. Alıntı
Φ sardunyam Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 Madde nedir? Evrende gördüğümüz duyularımızla hissettiğimiz herşey maddedir değil mi? Taş, toprak, altın, gümüş, yıldızlar, gezegenler, canlılar maddeden oluşmuşlar böyle kabul ediyoruz değil mi? Ama canlıyı taştan, topraktan, gezegenden farklı yapan özellikleri var. Bir yıldız enerjisi bittiğinde söner, soğur ve gökcismi olur ancak madde olarak şekil değiştirmiştir. İnsan yaşamı bittiğinde ölür ve bir ceset olur oda madden şekil değiştirmiştir. Ancak insanın yaşarken gösterdiği bütün etkiler/tepkiler biter ve ceset çürümeye başlar ve toprağa karışır. Peki o ana kadar yaşamasına sebeb olan şey nedir? Bir taştan farkı nedir? İnsanlar neden duyulara sahiptir neden bir taş duyuya sahip değildir varoluşun özü maddeye dayanıyorsa bilinç denilen şey madde insana nasıl yerleşmiştir? Karın beyaz olduğunu bilen duyularımız nasıl meydana gelmiştir? Doğayı, evreni ve içindekileri koklayan, dokunan, gören, sıcağı/soğuğu bilen, işiten duyular bir madde için fazla özellikli yetenekler değil mi? Selamlar Alıntı
Misafir gelincik Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 Metafizik görüşün alt felsefesi olan Dinler, Teoloji ilmi adı altında şekillenmiş tüm evrenin kontrolü ve insanlığın toplumsal davranışı, ahlakı, duyguları, uyabilecekleri hüküm ve bilgiler yaratıcı ruh tarafından belirlenmiştir. Metafizik görüşün amacıda zaten bu iradeye uygun olanları kabul etmek olmayanlarıda elemektir.Bu buyruğun doğruluğunu veya yanlışlanabilir olacağını tartışmaz.Çünkü söylenen mutlak doğrudur. Her maddenini kendine has özellikleri vardır.İnsan olmanın özelliklerinden biri de bilinçtir.Ancak insan yeteneği doğrultusunda çevresindeki olayları izleyerek, değerlendirerek, karar vererek ve çevreye karşı tavır koyarak kendini algılayabildiği ölçüde bilincini geliştirir.Bilinç anımsama yeteneğimiz ile bağlantılıdır.Rüyada bilincimizin kaybolduğunu düşünürsek ,içimize konmuş olarak nitelendirilen bir şeyin her uykuda çıktığı sonradan da yeniden oraya konduğu gibi bir sonuç ortaya çıkar ki bu da pek mantıklı olmaz sanırım Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 Dünya görüşü, insanların hayatı anlamlandırma çabalarının bir sonucudur. İstisnasız (akli melekeleri yerinde) hemen her insan şöyle ya da böyle bir dünya görüşüne sahiptir. Kimi bu görüşünü tam olarak şelillendirebilmiş ve hayatına buna göre yön verebilmiş, kimi de bunu henüz başaramamış ve arayış içine girmiştir. Dünya görüşü insan için önemli bir konudur; zira insan hayatına şeklini veren bu görüştür. Toplumlara baktığımız zaman insanların çoğu daha önceden kendileri için biçilmiş bir dünya görüşünü sahiplenirler. Çünkü bir kıyafet gibi alırsın ve üzerine giyersin. Yaşamın boyunca hayata ilişkin aklına gelebilecek pek çok sorunun cevabı bu hazır dünya görüşünün içinde mevcuttur. İnsanlar için kolay olanı da budur. Çevresindeki diğer insanların profili de aşağı yukarı aynı olduğundan hem grup psikolojisi ile bunun doğru olduğuna ikna olmuştur, hem de bu durum beşeri ilişkilerinde bir avantaj sağlar. Zira hemen hemen aynı dünya görüşünde ve aynı hayat çizgisinde insanlarla uyum içindedir. Devam edeceğim... Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 Dünya görüşü, insanların hayatı anlamlandırma çabalarının bir sonucudur. İstisnasız (akli melekeleri yerinde) hemen her insan şöyle ya da böyle bir dünya görüşüne sahiptir. Kimi bu görüşünü tam olarak şelillendirebilmiş ve hayatına buna göre yön verebilmiş, kimi de bunu henüz başaramamış ve arayış içine girmiştir. Dünya görüşü insan için önemli bir konudur; zira insan hayatına şeklini veren bu görüştür. Toplumlara baktığımız zaman insanların çoğu daha önceden kendileri için biçilmiş bir dünya görüşünü sahiplenirler. Çünkü bir kıyafet gibi alırsın ve üzerine giyersin. Yaşamın boyunca hayata ilişkin aklına gelebilecek pek çok sorunun cevabı bu hazır dünya görüşünün içinde mevcuttur. İnsanlar için kolay olanı da budur. Çevresindeki diğer insanların profili de aşağı yukarı aynı olduğundan hem grup psikolojisi ile bunun doğru olduğuna ikna olmuştur, hem de bu durum beşeri ilişkilerinde bir avantaj sağlar. Zira hemen hemen aynı dünya görüşünde ve aynı hayat çizgisinde insanlarla uyum içindedir. Devam edeceğim... Tabi ki bunlar sadece inanç için geçerli değil... Diğer tüm Felsefeler içinde geçerli... Bence her insan, eğer bir kalıba ihtiyaç duyuyorsa, sizin yada benim kalıbımıza girmek yerine, kendi kalıplarını, kendi anlayışlarını yaratabilmeli... Bu her Felsefeye sahip insanlar için geçerli. Zira hangi Felsefeye sahip olursanız olun, genelde insanların tek bir duygusu olur "Diğerlerini İkna Etmek". Yani kendi çizdiği yola sokmak... Yukarıdaki yazıyı yazabilen bir insan olarak sizin, diğer insanların düşüncelerine etki etmek yada insanlara illa ki kendi düşüncelerini kabullendirmek ve "Tek Doğru Yol"un kendi yolunuz olduğunu iddia edebilmek gibi bir kaygınızın olmaması gerekir ve emin olun ki en olgun davranışta budur. Dünya görüşü edinmede en önemli bir kaç nokta vardır, ki bunlar da: -Kişinin bireysel ve bilinçsel olarak öxzgür olması: Yani kişi doğmalara bağlı kalmaması gerektiği kadar, kişisel olarak ta diğer insanlara ve onların düşüncelerine bağımlı olmamalıdır. Zira bir dünya görüşü edinebilmesi için, diğer insanlarca da yönlendirilmemelidir. -Ben insanların, bir katalogtan seçer gibi, felsefeleri yada düşünceleri inceleyip, kendilerini bunlardan birisine ait görmelerini mantıksız buluyorum. Zira inançlar içinde bu böyle aslında. Bence insan iğer insanların yönlendirmesinden, etkilemelerinden uzak olarak, yine de o insanların da görüşlerini ele alarak, ve diğer felsefeleri de inceleyerek kendine has bir görüş yaratabilmektedir. Bireysel olarak insanlar buna yetkindirler. Ve bu süreç sonucunda oluşan "Benlik" ancak herhangi bir Felsefeye yakınlık gösterebilir. Unutmamalı ki o felsefeyi yaratanlar bir insan olduğu gibi, o felsefelerin eksiklikleri de olmakta ve kişisel farklı algılanışları da olmaktadır. O yüzden ben insanları bir kaba sığdıramıyorum. -Dünya Görüşünün oluşumundaki en temel etken ise Çevresel faktörler ve Gelişim Dönemlerimizde maruz kaldığımız olay ve olgularımızdır. Küçükken yaşadığımız bir çok olay, bizim geleceğimizi ve gelecekteki görüşlerimizi de etkileyebilmektedir. Bu yüzdende bence kendimizi illa ki bir kalıba ait hissedemeyiz tam olarak. Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 Devamla... İnsanın sıfırdan bir dünya görüşü oluşturması zordur. Bunun için evreni, dünyayı ve toplumu tanıması gerekir. Ancak genelde insanlar bu saydıklarımı da kendileri için hazırlanmış öğretilerden tanıyorlar. "Dogma" denilmesinin nedeni de budur aslında. Çeşitli sebeplerle bu öğretilerin doğruluğu tartışılmaz. Ancak bu öğretiler zamanla bilinenlerle tezat oluşturmaya başladığında, ana fikir değişmeksizin tezatlarda revize yoluna gidilir. Ancak bunlar revize edilirken göz önüne alınan nokta, tezatların öğretilerden değil, insanların anlamlandırmasından kaynaklandığı iddiasıdır. Bu şekliyle öğretinin geçerliliğinin devamı da sağlanmış olur. Gelelim materyalist ve teolojik felsefelerin insan yaşamındaki durumuna. Bunun için bir örnekle başlamak istiyorum. 29/64- Bu dünya hayatı ancak bir eğlence ve oyundan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte gerçek hayat odur. Keşke bilselerdi! Yukarıdaki öğretiyi benimsemiş olan insan için dünya hayatının önemi yoktur. Bu tipte bir insan için yukarıdaki alıntının kaynağı olan öğretide kendisi için biçilmiş olan yaşam şekli seçilecektir. Öteki dünyada rahat etmenin yolu budur. Ancak savunma biçimleri oldukça ilginçtir; "ben inanarak bir şey kaybetmem" denir. Acaba bir şey kaybetmiyorlar mı? İnsanın ortalama 70 yıllık yalnızca bir hayatı olduğuna göre, acaba gerçekten kaybedeceği bir şey yok mu? Tabii kendilerinden bunun sağlıklı bir değerlendirmesini beklemek ne derece doğru olur o da tartışılır. Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 -Dünya Görüşünün oluşumundaki en temel etken ise Çevresel faktörler ve Gelişim Dönemlerimizde maruz kaldığımız olay ve olgularımızdır. Küçükken yaşadığımız bir çok olay, bizim geleceğimizi ve gelecekteki görüşlerimizi de etkileyebilmektedir. Bu yüzdende bence kendimizi illa ki bir kalıba ait hissedemeyiz tam olarak. Küçükken maruz kalıp da, yaşamımız boyunca bizi etçok etkileyen faktör, daha konuşmayı öğrenemeden tanrı fikrinin ve dinsel öğretilerin empoze edilmesidir sayın boşig. İnsanlar belirli bir olgunluğa eriştiğinde kendi felsefelerini kendileri belirlemeye çalışsalardı, bugün herşey çok daha farklı olurdu. Maalesef belirli bir olgunluğa gelince iş işten geçmiş oluyor. Alıntı
Φ enes.34 Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 Aslan 34'ün yazısındaki felsefi kahraman (!) Paul Feyerabend 1968 yılında fikir değiştirerek hocasının bilimsel kuramlarına karşı isyanda bulunmuş bir felsefecidir.Bilim ve idealizmi birleştirmeye çalışan, her iki görüş arasında bocalayan ne söylediğini bilmeyen bir düşünür. Bu ***** felsefi akımı, fikir anarşizm'i, yada hiçbir şeyin sağlam ve sürekli olduğuna inanmayan felsefi akım olarak bilinmektedir. Birinci Dünya Savaşı sonrası çaresizlik ve dengesizliğin akımıdır. "Dadacılık"ta denilen bu felsefi akım, daha sonra "gerçeklik" ve "gerçekdışılığı" bir arada anlamak değerlendirmek görüşünü savunduğu için yok olmuştur. Bir dünya görüşü değildir. parmaga degil işaret ettigi yere bakmak lazım. sadece bu anarşist degil '' modern bilimi '' eleştiren... alıntılarda ki görüşler gayet açık... Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 Küçükken maruz kalıp da, yaşamımız boyunca bizi etçok etkileyen faktör, daha konuşmayı öğrenemeden tanrı fikrinin ve dinsel öğretilerin empoze edilmesidir sayın boşig. İnsanlar belirli bir olgunluğa eriştiğinde kendi felsefelerini kendileri belirlemeye çalışsalardı, bugün herşey çok daha farklı olurdu. Maalesef belirli bir olgunluğa gelince iş işten geçmiş oluyor. Aksi bişey söylediğimi hatırlamıyorum... Yalnız şunu da bilmelisiniz ki, arayış içersindeki insanları yönlendirmekte aynı gruba girmektedir... Dediğiniz gibi, kendi özgürlüğümüze düşkün olduğumuz kadar, başkalarının, gerçeği arama çabasında sahip olmaları gereken özgürlüğe de saygı duysa idik, herşey çok farklı olurdu... Bir kimsenin bir dine inanıp inanmaması bizi ilgilendirmemelidir. Bir arkadaşımız Ateist olacaksa ve eğer o şekilde mutlu olacaksa bu bizi ilgilendirmemelidir. Ayrıca bir arkadaşımız bir dine inanacaksa ve öyle mutlu olacaksa bu da bizi ilgilendirmemelidir. Arkadaşım, biliyorsunuz ki (ki beni tanıyorsanız eğer) benim karşı olduğum nokta; İnananları tebliğcilikle suçlayıpta, kendi Ateist yada herhangi felsefesini; insanları, onların "arayış"larını, gerçeği bulma çabalarını kullanarak yönlendirmek suretiyle "Tebliğcilik" yapan kimselerin çabasıdır. Yine aynı şekilde kendi inancının reklamını yapanlara da karşı çıkmaktayım bu surette. Yalnız dikkat etmemiz gereken şey, adaletli olmak. Dürüst olun sayın yam_yam; siz hiç bir arkadaşınızın bir inançlıyla samimi olmasından yada bir arkadaşınızın inanca yönelmesinden tedirgin oldunuz mu? İnanmaması için elinizden gelen her türlü ikna çabasını gösterdiniz mi? Yöneldiği düşünceleri ve insanları küçümsediniz mi arkadaşınıza, kötülediniz mi? İlla Ateist kalması için çaba harcadınız mı? Yani aynen inançlıların yaptığı gibi "Tebliğcilik" yaptınız mı? Bilimsel görüşlü de olsa, Materyalistte olsa, Ateistte olsa, Deistte olsa, İnançlıda olsa, İnançsızda olsa... Hiç bir arkadşınızın bir fikre yönelmesi için çaba harcadınız mı? Yada çocuğunuz olduğu zaman, onların sizin gibi düşünmesi için eğitim verdiniz mi? Dünya görüşünüzü ailenize yada kardeşinize, eşinize, çocuklarınıza veya öğretmenseniz öğrencilerinize kabule ettirmeye yada bilinç altlarında bir yönelim yaratarak, güdüleyerek kabul ettirmeye, kabullendirmeye uğraştınız mı? Veya hiç bir arkadaşınız için "Benim sayemde Ateist Oldu" dediniz mi? Öncelikle insanlar kendilerine bakmalıdırlar sayın yam_yam... Ben insanların küçükten itibaren nelerin tesiriyle nelere yönelebileceklerini çok iyi biliyorum, merak etmeyin. Özgür Bir Bireyin nasıl yetiştirilebileceğini biliyorum, zira bu benim görevim... Peki siz hiç Tebliğcilik yaptınız mı sayın Yam_yam? Dürüstçe cevap verebilecek misiniz? Yada arkadaşlarınız hiç tebliğcilik yaptım mı? Kendi tarafınız içinde, benim inançlılara yöneltebildiğim eleştiriyi yöneltebilecek misiniz? Acaba İnanmayan insanlar arasında da, bu forumda Teblğcilik yapa olmadı mı? Eğer bir şeyler kötü olmak zorunda ise, tek kötü olan "İnançlar/İnançlılar" değildir. Forumdaki her yazıyı, çok iyi incelrseniz, analiz ederseniz eğer, İnansın yada inanmasın kimlerin en güzel tebliğcilik Örneği sergilediğiniz çok iyi anlarsınız... Peki sayın Yam_yam; siz hiç bir inançlıya ön yargılarınızı ardınızda bırakarak yaklaştınız mı? "Tebliğci olmayabilir" düşüncesi ile yaklaşabildiniz mi? Yoksa bir insanlar konuşurken, bir insan hakkında konuşurken, ilk aklınıza gelen o insanın neye inanıp inanmadığı mı? Ve bu, bu kadar önemli mi? Forum'u dikkatlice izleyin Sayın yam_yam... Kelime aralarında Yönlendirmenin, Empozenin, Tebliğciliğin dik alasını görmemeniz için hiç bir neden yok... Sadece Adaletli olabilirseniz... Kimin neye inandığı yada bundan sonra kimin neye inanmaya yada inanmamaya yöneleceği, kimsenin umrunda olmamalıdır. İnsan bir dini öğrenecekse yada Ateist olacaksa kendi çabalarıyla yapmalıdır. Bakın Bilimselcinin çok güzel bir lafı vardı yuklarıda; Mutlu olduğunu söylüyordu... Kendisiyle inançlarımız çok çok farklı olsada, eminim ki onu bugün "Bilimselci" yapan kendi arayışı idi, çünkü o mutlu, huzurlu... Başkalarına (gördüğüm kadarıyla) tebliğcilik yapmıyor, sadece bildiklerini anlatıyor... Ben de bugün inanıyorsam, buda benim kendi arayışım sonucunda oldu... Çünkü biliyorum ki kendi arayışları ile kendi benliğini oluşturan insanlar asla ve asla tebliğcilik yapmazlar. İnsanların arayışlarını kullanmazlar ve insanları psikolojik bir yönlendirmeye tabi tutmaya çalışmazlar, kendi saflarına çekmek için çeşitli oyunlar oynamazlar. Çünkü kimin neye inandığının bir önemi kalmaz bir noktadan sonra... Herkese "İnsan" olarak bakarsınız çünkü, artik kimin neye inandığının bir önemi kalmaz... Gerçi Sayın Bilimselci, inançlıların böyle "Bilimsel Bir Ahlaka" sahip olamayacağını ima etmişti ama, ne yazık ki ben bir istisnayım demek ki... Sayın Yam_yam, siz hiç Tebliğcilik yaptınız mı? Eğer Tebliğci iseniz Sayın yam_yam, devamını da yazacağınız hiç bir düşüncenin, hiç bir önemi yoktur derim ben... Saygılarımla... Alıntı
Φ yam_yam Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 T.C Anayasası Madde 26 VIII. Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti MADDE 26. – Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmî makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü, radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayımların izin sistemine bağlanmasına engel değildir. Biz burada kimseyi tebliğcilikle suçlamadık sayın boşig. Ciddi bir algılama hatasına düşerek böyle uzun bir yazı yazmış olmanız zaman kaybınız açısından beni ziyadesiyle rahatsız etti. Biz burada defalarca ciddi tartışmalara girdik, karşımızdaki insanların fikir ve düşüncelerine karşı ciddi eleştirilerde bulunduk, kendimize yapılan eleştirilere cevaplar verdik ; ancak hiç kimseyi düşüncelerini empoze etmekle suçlamadık. Çünkü hepimiz yetişkin insanlarız. Kendimizce neyin doğru, neyin yanlış olabileceğini tartabilecek olgunluğa sahibiz. Sizin atlamış olduğunuz ayrıntı (!), daha konuşmayı bile öğrenememiş çocuklara tanrı kavramının ve doğaüstü varlıkların empoze edilmesidir. Onlar daha neyin doğru, neyin yanlış olabileceğini tartmaktan çok uzaklar. Bu yaşlarda verilen bu tür eğitimlerin, çocukların hayatlarını tamamen etkilediğini ve empoze edilen bu fikirlerin değişmesinin çok güç olduğunu kim inkar edebilir? Öyleyse bir insanın hayatını bu tür eğitimlerle tamamen etkilemeli miyiz, yoksa buna kendisinin karar vermesini mi sağlamalıyız? Bu tür eğitimlerle kendi yanılgılarımızı çocuklarımıza da empoze etmeye hakkımız var mı? Aynı yanılgıları tüm hayatları boyunca sürdürmelerini sağlamaya hakkımız var mı? Bence yok... Hangi düşünce olursa olsun yok; kendi çocuğumuz olsa dahi. Ne zaman ki neyin doğru neyin yanlış olabileceğine kendisi karar verebilecek yaşa gelir, işte o zaman kendi hayatını kendi çizer. İşte biz bunu yapamıyoruz. Kendimize çizdiğimiz (daha doğrusu bizim için çizilen) hayatı, çocuklarımızın da devam ettirmesini sağlıyoruz. Buna hakkımız yok... Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 Biz burada kimseyi tebliğcilikle suçlamadık sayın boşig. Ciddi bir algılama hatasına düşerek böyle uzun bir yazı yazmış olmanız zaman kaybınız açısından beni ziyadesiyle rahatsız etti. Ben yazmaktan çekinmiyorum Sayın yam_yam, o yüzden hiç rahatsız olmayın... Ayrıca "Çocuk Gelişimi" açısından farklı düşünmüyoruz. Hatta ben tamamen Laik bir eğitimi savunuyorum. Sizin bu açıdan söylediklerinize ziyadesiyle katılıyorum. Çocuklar yetiştirilirken, aile eğer kendi inancını anlatmak istiyorsa, çocuğu korkutmamalı, zorla benimsetmemeli... Kafasında değişmez doğmalar yaratmamalıdır... Ancak bir ailenin, çocuğunun kendi fikirlerini kabul etmesini istemesi son derece doğaldır ve bunu sizde böyle olsun isterseniz. Önemli olan, çocuğunuzun size "Bağımlı" ve sizin "Doğmalarınıza" muhtaç halde yetişmemesidir... Şunu belirtmek isterim ki sayın yam_yam, benim kaçırdığım ayrıtı bu değildir, bu açıdan aynı düşündüğümüze inandığım için değinmedim, aynı şeyleri yazmamın bir faydası yoktu çünkü ve bu yüzden konuyla alakalı bir genişletme yaptım. Biliyorsunuz ki, bir insanın bir fikri benimsemedeki en hassas dönemi, doğmalarının oluşmasındaki en hassas dönemi aynı zamanda ergen olduğu dönemdir. Bundan ziyade, yaşı ilerlemiş olsa bile bir insan bir arayışa girdiği dönemlerde de bu şekilde hassaslaşabilmekte ve kolayca yönlendirilebilmektedir. İşte ben sizden bunu cevaplamanızı istedim. Hiç bir insanı, fikirlerinizi açıklamak bahanesiyle yönlendirmeye çalıştınız mı? Biliyorsunuz ki Dinlerin Tebliğleri "Korkutma" ve "Sevdirme" duygularıyla beslenir. İnanç dışındaki Felsefelerin Tebliğleri ise "Yalanlama" "Kötüleme" ve "Aşağılama" ile gerçekleşir. "Hor" ve "Hakir" görme ile gerçekleşir... Siz kendi özgür fikirlerinizi, Anayasa'nın maddesine dayanarak anlatırken bu şekilde bir tebliğciliğe başvurdunuz mu? Bunu sadece forum olarak düşünmeyin, sivil hayatınız içinde düşünün... Bir insan gerçeği araken hiç kendi başına bıraktınız mı, yoksa sizin gerçeğinizin doğru olduğunu mu anlatmak ihtiyacı hissettiniz... Gerçeği nasıl bulabileceğinin yöntemine mi yönlendirdiniz yoksa kendi gerçeğinize dahil etmeye mi çalıştınız?... Forumdaki yazıları, ikimizin arasındaki tek ortak payda, yani tek iletişimimiz olduğu için örnek verdim. Oysa birde gerçek hayat var... En yakın arkadaşınız yada kardeşiniz, çocuğunuz, eşiniz "Bir Dine İnanmayı" seçeceğini söylese tepkiniz ne olurdu? Umurasamaz mıydınız yoksa "Yanlış, Kötü, Mantıksız, Olumsuz" olduğunu mu söylerdiniz, yöneldiği inancı kötüler miydiniz?... Bir inanca sahip olacağına "Sizin Kendi Felsefenizi" mi kabullendirmeye çalışırdınız? Yoksa neye inanırsa inansın saygı mı duyardınız ve bireysel öğrenme çabasını takdir mi ederdiniz? Bu süreç sonuda inanmış bir Hıristiyan yada Musevi, Müslüman bile olsa takdir edebilir miydiniz sırf kendi çabasının sonucu olarak bir "Benlik" yaratabilmiş olmasından dolayı? Şimdi Sayın yam_yam, siz hiç tebliğcilik yaptınız mı? Saygılarımla... Alıntı
Misafir aslan34 Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 T.C AnayasasıBu tür eğitimlerle kendi yanılgılarımızı çocuklarımıza da empoze etmeye hakkımız var mı? Aynı yanılgıları tüm hayatları boyunca sürdürmelerini sağlamaya hakkımız var mı? Bence yok... Hangi düşünce olursa olsun yok; kendi çocuğumuz olsa dahi. Ne zaman ki neyin doğru neyin yanlış olabileceğine kendisi karar verebilecek yaşa gelir, işte o zaman kendi hayatını kendi çizer. İşte biz bunu yapamıyoruz. Kendimize çizdiğimiz (daha doğrusu bizim için çizilen) hayatı, çocuklarımızın da devam ettirmesini sağlıyoruz. Buna hakkımız yok... bu görüşlerin hayatla, gerçekle hiçbir ilgisi yok.Ne demek ''ana babanın kendi yanılgılarını çocuklarına empoze'' etmesi. Siz bazı düşünceleri baştan mahkum etmişsiniz zaten!!! Kendi çocuklarına neyin dogru neyin yanlış oldugunu ögretmek Anne babanın hakkı degilse kimin hakkı olacak? Çocuklar kendi mi ? karar verecek, aklı başına gelesiye kadar hiçbir şey ögretilmemeli demek; hiç böyle birşey duymamıştım.. Alıntı
Φ Tengeriin boşig Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 Şimdi Sayın yam_yam, siz hiç tebliğcilik yaptınız mı? Saygılarımla... Sayın yam_yam, bu sorularımı direkt olarak kendi üzerinize alınmayınız. Sizin nezdinizde herkese soruyorum... bu görüşlerin hayatla, gerçekle hiçbir ilgisi yok.Ne demek ''ana babanın kendi yanılgılarını çocuklarına empoze'' etmesi.Siz bazı düşünceleri baştan mahkum etmişsiniz zaten!!! Kendi çocuklarına neyin dogru neyin yanlış oldugunu ögretmek Anne babanın hakkı degilse kimin hakkı olacak? Çocuklar kendi mi ? karar verecek, aklı başına gelesiye kadar hiçbir şey ögretilmemeli demek; hiç böyle birşey duymamıştım.. Bu açıdan bakıldığında sorularınız son derece haklı... Ben bu yüzden diyorum ki; *Bir ebeveyn inanıyor mu Tanrı'ya? Eğer çocuğuna bu bilgileri aktarmak istiyorsa; onu korkutmadan, incitmeden ve sorgulama yeteneğini kaybettirmeden yapmalı... Doğmatik bilgiler aşılamamalı. -Elbette ki Ateist olsun yada Dindar olsun her ebeveyn kendi bilgilerini çocuğuna katarmak ister. Ama yadsıdığım şey bu değil... *Bir ebeveyn'de Ateist ise eğer, çocuğunun bir inanca yönelebilme ihtimalini ortadan kaldırmamalıdır. Çocuk ileride nasıl huzurlu olacaksa ona yönelmelidir. Kendisini o şekilde yapılandırmalıdır. -Ebeveynler sadece bilgi aşılamalı ve çocuğun nasıl bir hayat felsefesine sahip olacağına etki etmemelidir... Böyle mi düşünüyorsunuz sayın yam_yam sizde? Konunun gelişimi ve devamı, verilen cevaplar neticesinde olacaktır. Saygılarımla... Alıntı
Misafir bilimselci Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 ..... Küçükken yaşadığımız bir çok olay, bizim geleceğimizi ve gelecekteki görüşlerimizi de etkileyebilmektedir. Bu yüzdende bence kendimizi illa ki bir kalıba ait hissedemeyiz tam olarak Ve bu süreç sonucunda oluşan "Benlik" ancak herhangi bir Felsefeye yakınlık gösterebilir. Küçükken maruz kalıp da, yaşamımız boyunca bizi etçok etkileyen faktör, daha konuşmayı öğrenemeden tanrı fikrinin ve dinsel öğretilerin empoze edilmesidir sayın boşig. İnsanlar belirli bir olgunluğa eriştiğinde kendi felsefelerini kendileri belirlemeye çalışsalardı, bugün herşey çok daha farklı olurdu. Maalesef belirli bir olgunluğa gelince iş işten geçmiş oluyor. Aksi bişey söylediğimi hatırlamıyorum... ... Sayın boşiq'in normal halidir bu sevgili yam_yam. Bizler alıştık. "Tebliğcilik" yapan kimselerin çabasıdır. Yine aynı şekilde kendi inancının reklamını yapanlara da karşı çıkmaktayım bu surette. İlla Ateist kalması için çaba harcadınız mı? Yani aynen inançlıların yaptığı gibi "Tebliğcilik" yaptınız mı? Peki siz hiç Tebliğcilik yaptınız mı sayın Yam_yam? Dürüstçe cevap verebilecek misiniz? Yada arkadaşlarınız hiç tebliğcilik yaptım mı? Kendi tarafınız içinde, benim inançlılara yöneltebildiğim eleştiriyi yöneltebilecek misiniz? Acaba İnanmayan insanlar arasında da, bu forumda Teblğcilik yapa olmadı mı? Eğer bir şeyler kötü olmak zorunda ise, tek kötü olan "İnançlar/İnançlılar" değildir. Forumdaki her yazıyı, çok iyi incelrseniz, analiz ederseniz eğer, İnansın yada inanmasın kimlerin en güzel tebliğcilik Örneği sergilediğiniz çok iyi anlarsınız... Peki sayın Yam_yam; siz hiç bir inançlıya ön yargılarınızı ardınızda bırakarak yaklaştınız mı? "Tebliğci olmayabilir" düşüncesi ile yaklaşabildiniz mi? Yoksa bir insanlar konuşurken, bir insan hakkında konuşurken, ilk aklınıza gelen o insanın neye inanıp inanmadığı mı? Ve bu, bu kadar önemli mi? Sayın Yam_yam, siz hiç Tebliğcilik yaptınız mı? Eğer Tebliğci iseniz Sayın yam_yam, devamını da yazacağınız hiç bir düşüncenin, hiç bir önemi yoktur derim ben... Sayın boşiq, Bu kez de bir "tebliğ" dir tutturdun gidiyorsun. TDK dan Tebliğ'e baktım : Arapça bir terim Bildirme, haber verme anlamında. Dini terimler sözlüğünde ise TEBLÎĞ: "Peygamberlerin, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını, insanlara eksiksiz ve noksansız olarak bildirmeleri." Sözlüğe de baktım, en çok kullanılan türkçe karşılıkları "bildiri,ihbarname, ihtarname,"gibi anlamları var. Biz bilimsel dünya görüşlülerin burada açıkladıkları bilgiler, asla "tebliğ" anlamı taşımaz. Bizlerin açıklamaları insanların doğayla ilişkileri, üretim ilişkileri sırasında madde kaynaklı edindikleri bilgiler sadece. Bunlar aynı zamanda şu anki modern eğtim müesseselerinde de edinilen bilgiler. Bu bilgiler asla emir ve hükümler değildir. Kimisi sosyal, kimisi pozitif bilimler. Evrensel bilgiler. Neden tebliğ olsun ? En çoğu, Madde ve maddenin tanımının doğrulanması hakkında deneysel ilkeler. Tebliğler yalnızca inançlılar için, "Allahın emirleri ve yasaklarıdır". Bizdeki anlamı da olsa olsa, demokratik hukuki yasalardır. Bu durumda, buradaki bilim görüşlü arkadaşlarımız nasıl "tebliğcilik" yaparlar ? Selam. Alıntı
Misafir aslan34 Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 Gönderi tarihi: 8 Ocak , 2007 *Bir ebeveyn inanıyor mu Tanrı'ya? Eğer çocuğuna bu bilgileri aktarmak istiyorsa; onu korkutmadan, incitmeden ve sorgulama yeteneğini kaybettirmeden yapmalı... Doğmatik bilgiler aşılamamalı. -Elbette ki Ateist olsun yada Dindar olsun her ebeveyn kendi bilgilerini çocuğuna katarmak ister. Ama yadsıdığım şey bu değil... *Bir ebeveyn'de Ateist ise eğer, çocuğunun bir inanca yönelebilme ihtimalini ortadan kaldırmamalıdır. Çocuk ileride nasıl huzurlu olacaksa ona yönelmelidir. Kendisini o şekilde yapılandırmalıdır. -Ebeveynler sadece bilgi aşılamalı ve çocuğun nasıl bir hayat felsefesine sahip olacağına etki etmemelidir... Saygılarımla... Bir ebeveyn eger ateistse pek tabi olarak kendi çocuklarının da kendisi gibi olmasını isteyebilir ve bu gayet dogaldır. Bir ebeveyn dindar ise, kendi çocuklarının da dindar olmasını istemeside gayet dogaldır. Korkutma, incitme vb. tanımlar tabiki olabilir, ama dogru olmayabilir. Dogmatik bilgiler aşılamamalı demek; istense bile yapılabilir olmaktan uzaktır. Eger ki bir dindar aileden ateist ve ya başka bir fikre inanan çocuk/lar çıkabiliyorsa, ve gene dindar olmayan (ateistde olabilir) bir aileden dindar çocuk/lar çıkabiliyorsa bu genel anlamda herkesin kendi hayat felsefesine sahip oldugunu, olabilecegini gösteriyordur. Hayatı ciddiye alıp yaşayanlar her ne olursa olsun kendi yollarını çizme iradesinden yoksun degillerdir. Herhangi bir entellektüel kaygısı olmayan insanlar, vazgeçilmez ilkeler oluşturmamışlar degerlendirme dışıdır. saygılar.. Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.