Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

karadağ

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    18
  • Katılım

  • Son Ziyaret

karadağ - Başarıları

Çırak

Çırak (3/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. Kapitalizm, çokuluslu tekeller ve sömürü varoldukça dünyanın zenginlikleri eşit paylaşılmadıkça bunlara karşı duruşlar da daima varolacaktır.
  2. Tarih, 9 Ekim 1978. Saat:20:00 "Erzurumda tanışan Haluk Kırcı ile hem Emek Bölgesi'nin sorumlusu hem de MHP Ankara İl İkinci Başkanı olan Mahmut Korkmaz'ın, kaldıkları Bahçelievler 17. Sokak'taki bir apartmanın bodrum katında, "ülküdaş" misafirleri vardı: "Büyük Reis" Abdullah Çatlı, Bahçelievler Bölge Sorumlusu Ahmet Ercüment Gedikli ve Kürşat Poyraz. Daha önce hazırlanan plan, tekrar gözden geçirildi. Durumdan iyice emin olmak için, "İdi Amin" kod isimli Haluk Kırcı, Bahçelievler, 15. Sokak, 56/2 adresine tekrar gönderildi. Haluk Kırcı, eve gidip kapıyı dinledi. Sonra koşa koşa, arkadaşlarının bulunduğu kendi evine döndü: "İçeriden iki-üç kişinin sesi geliyor" dedi. Eylemi o akşam yapmaya karar verdiler. Ercüment Gedikli, takviye güç için Dadaş Kahvesi'ne gidip, daha önce yapacakları bu eylemle ilgili olarak bilgi toplayan Ömer Özcan ve Duran Demirkan'ı buldu: "Hareket bu akşam yapılacak, kalkın, benimle gelin." Saat 22:00 Bahçelievler, 15. Sokak'taki 56 No'lu apartmanın üçyüz metre sağında, trafonun yanında gözcü olarak Duran Demirkan bırakıldı. Apartmanın bir köşesinde ise Ömer Özcan gözcülük yapacaktı. 16. Sokak'a giren küçük caddenin başındaki otomobilin içinde, Abdullah Çatlı vardı. Plana göre, içeriye dört kişi girecekti: Haluk Kırcı, Ercüment Gedikli, Mahmut Korkmaz, Kürşat Poyraz. Bu dört kişi, ürkek adımlarla 56 No'lu apartmana girdiler. 2 Numaralı dairenin önüne gelince, bellerindeki silahları çıkardılar. Ercüment Gedikli, kapıyı zorladı, açamadı. Zile bastılar. Kapının açılmasıyla birlikte eve daldılar. İçeride, Türkiye İşçi Partisi üyesi beş öğrenci vardı: ODTÜ Elektrik Bölümü öğrencisi, 23 yaşındaki Serdar Alten.. Ankara Devlet Mimarlık Mühendislik Akademisi öğrencisi, 26 yaşındaki Hürcan Gürses. Ankara İktisadi Ticari Bilimler Akademisi Gazetecilik Bölümü öğrencisi, 23 yaşındaki Efraim Ezgin. Hacettepe Üniversitesi İstatistik Bölümü öğrencisi, 20 yaşındaki Osman Nuri Uzunlar. Aynı okuldan, 20 yaşındaki Latif Can. Televizyon seyretmekte olan öğrenciler, elleri silahlı dört kişiyi görünce şoke oldular. Saldırganlar da şaşırdı. Evde beş kişi olmasını beklemiyorlardı. Bildikleri, en fazla üç kişi olduğuydu. Hemen hemen aynı yaşlardaki saldırganlar, evdekilerin ellerini arkadan bağlayıp, yüzükoyun yere yatırdılar. Odaları dolaşıp arama yaptılar. Haluk Kırcı, "Böyle devrimcilik mi olur, evde bir silah dahi yok," dedi. Evde silah yoktu. Saldırganların evde bulabildikleri, Genç Öncü, Çark Başak ve Yürüyüş adlı dergilerdi. Ve başta Aziz Nesin olmak üzere, bazı ünlü yazarların kitapları... Saldırganlar, evdekilerin sayılarının fazla olması nedeniyle aralarında biraz tartıştılar. Bir de arabada bekleyen Reis'e danışmaya karar verdiler. Kürşat Poyraz ve Ercüment Gedikli, dışarıya çıkıp durumu anlattılar. Abdullah Çatlı, Kürşat Poyraz'ı yanına alarak: "Ben şimdi geliyorum, beni bekleyin" dedi. Çatlı ve Poyraz otomobille hareket edince, Ercüment gözcülerin yanına gidip onları uyardı: "Aman dikkat edin, sinek uçsa bize haber verin." Kısa bir zaman geçti. Reis Çatlı, gittiği yerden döndü. Onlara bir şişe eter ve pamuk getirmişti. Kürşat Poyraz ve Ercüment Gedikli, eteri ve pamuğu alıp eve girdiler. Yere yatan beş gencin yüzüne sırasıyla, etere batırılmış pamuğu bastırdılar. Tam o sırada, kapı kısa aralıklarla üç kez vuruldu. Saldırganlar telaşlandılar, kim olabilirdi gecenin bu saatinde? Kapıyı açtılar. İki kişi daha gelmişti. Türkiye İşçi Partisi Üyesi Faruk Erzan ve Salih Gevence. Evde bulunanların sayısı, bir anda, 7'si TİP'li gençler olmak üzere, 11 kişi olmuştu. Tekrar Reisleri Çatlı'ya koştular, durumu haber verdiler. Çatlı, 'soğukkanlılığını' kaybetmedi. Emrini verdi: "Sonradan gelen iki kişiyi alıp otomobile getirin." Kürşat Poyraz ve Haluk Kırcı, Salih Gevence ile Faruk Ferzan'ı, Çatlı'nın otomobiline getirdiler. Kürşat Poyraz otomobilin önüne, Çatlı'nın yanına, Haluk Kırcı ve tabanca tehdidi altındaki iki TİP'li genç, arka koltuğa oturdular. Araba, Bahçelievler'den çıkıp süratle İstanbul-Eskişehir yoluna yöneldi. 10 dakika sonra, Balmumcu yolunun 13. kilometresine vardılar. Otomobil durdu. Abdullah Çatlı, aracın motorunu çalışır durumda tutarken, farlarını söndürdü. İki TİP'li genç, Haluk Kırcı ve Kürşat Poyraz tarafından, yol kenarındaki tarlanın içine doğru 600 metre götürüldü. 24 yaşındaki Faruk Erzan'ın kafasına üç, 26 yaşındaki Salih Gevence'nin kafasına da üç kurşun sıktılar. Otomobil aynı hızla yine Bahçelievler'in 15. Sokağı'na döndü. Haluk Kırcı ve Kürşat Poyraz, arabadan inip eve girdiler. Evde bulunan Ercüment Gedikli ve Mahmut Korkmaz, beş TİP'li genci eterle bayıltmıştı. Aslında Çatlı'nın yolda yaptığı plan değişikliğine göre, evdeki "esirler", ikişer üçer otomobile bindirilip Eskişehir yoluna götürülecekti. Bu arada Serdar Alten'in yarı uyanık olduğunu gördüler, kollarına girip otomobile götürdüler. Reis, "Hemen geri götürün, biraz önce buradan ekip arabası geçti. Belki Eskişehir yolundaki cesetleri bulmuşlardır. İşi siz, evde bitirin." emrini verdi. Serdar Alten, eve geri götürüldü. Saldırganlar, beş genci nasıl yok edeceklerini tartıştılar. Haluk Kırcı, "Ben iple boğarım" dedi. Bu teklife, arkadaşları bile şaşırdı. "Sahi yapabilir misin?" Haluk Kırcı; "Denerim" dedikten sonra; içeri girip, telden yapılmış bir askı getirdi. Osman Nuri Uzunlar'ı, sürükleyerek mutfağa götürdü. Telle boğazını sıktı. Ancak telle boğamayacağını anladıktan sonra, gidip banyodan bir havlu aldı. 20 yaşındaki Uzunlar'ın yüzüne havluyu bastırdı. Dakikalar geçti. Osman Nuri Uzunlar, havlunun altında can çekişiyordu. Üniversite öğrencisi Uzunlar'ın öldürülmesi epey zaman aldı. Bunun üzerine Haluk Kırcı ülkücü akadaşlarına dönüp; "Bu böyle olmayacak, siz evden çıkın, ben hepsinin kafasına sıkıp çıkarım," dedi. Eskişehir yolunda kullandığı silahı Kürşat Poyraz ile değiştirip, ondan mermi dolu 14'lü tabancayı aldı. Ercüment Gedikli, Kürşat Poyraz, Mahmut Korkmaz dışarı çıktılar. Ercüment Gedikli, gözcülük yapan Ömer Özcan ve Duran Demirkıran'a, "görevlerinin" bittiğini bildirdi. Sonra Çatlı ile otomobilde bekleyen Kürşat Poyraz ve Mahmut Korkmaz'la birlikte, 15. Sokak'tan hızla uzaklaştılar. Evin içi... Haluk Kırcı, otomobilin sesini duyar duymaz, silahını, elleri arkadan bağlanmış olarak yerde yatan dört gencin üzerine boşalttı... Serdar Alten'in mide ve bağırsaklarını üç kurşun; Hürcan Gürses'in kalp ve böbreğini üç kurşun; Efraim Ezgin'in başını dört kurşun; Latif Can'ın akciğerini iki kurşun parçaladı. Tabancasındaki kurşunları bitiren "İdi Amin" lakaplı Haluk Kırcı, evden koşarak uzaklaştı. 56 Numaralı apartmanın tam karşısında oturan polis memuru Tuncay Özkul, silah seslerini duyarak balkona çıktı. İnce uzun boylu bir şahsın hızla karşı apartmandan koşarak çıktığını gördü. Ev arkadaşı komiser Seyfi Eroğlu'nu uyandırdı. Silahlarını alıp karşı apartmana girdiler. 2 Numaralı daireden 'imdat' sesi geliyordu. Kapıyı kırıp içeriye girdiler. Manzara karşısında dehşete kapıldılar. Dört genç kanlar içindeydi. Bir diğerinin başında havlu vardı. Gençlerden biri, Serdar Alten, ölmemişti... Serdar Alten su istedi. Şoktaydı. O haliyle, kendilerine saldıranların dört kişi olduğunu söyleyebildi ve tarif etmeye başladı: "Kaçanlardan ikisi esmer, ikisi sarışındı. Bize ateş eden ise, kıvırcık saçlı, esmer bir çocuktu." Serdar Alten, Hacettepe Hastenesi'ne kaldırıldı. O, hastanede yaşam kavgası verirken, Haluk Kırcı aynı semtteki öğrenci evlerine gelmiş, yatağına girmişti bile... Sabah erken saatte Abdullah Çatlı'nın Cebeci Talatpaşa Bulvarı'ndaki 154/9 numaralı evine gitti. Silahı, "Reis'ine teslim etti. Çatlı ve Kırcı, hiçbirşey olmamış gibi, kahvaltı yapıp sohbet ettiler. Radyodan öğle haberlerini dinlediler. 6 kişinin öldüğünü, ancak bir kişinin yaşadığını öğrenince, telaşlandılar. Çatlı Nevşehir'e, Kırcı Erzurum'a gitti. Serdar Alten, hastanede ağır yaralı haliyle, Cumhuriyet Savcı Yardımcısı Mehmet Bağış ile Emniyet 2. Şube Müdürü Tahsin Gündal'a ifade verdi: "Eve dört kişi girdi. Birinci şahış sarışın, uzun boylu , kot pantolon giymişti. İkinci şahıs, esmer, geniş kafalı, orta boylu, kısa saçlı. Üçüncü şahıs, genç kıvırcık saçlı, 16 veya 18 yaşında. Dördüncü şahıs hakkında fazla bilgim yok." Çok acı çektiğini, daha fazla konuşamayacağını belirten Serdar Alten, "Bizi faşistler vurdu, biz ilerici gençlerdik. Bu nedenle bizi faşistler vurdu" deyip, tam ameliyata girerken, hatırladığı bir bilgiyi de söyledi. "Beni zorla dışarı çıkardılar. Büyük mavi renkli bir otomobilin yanına götürdüler." Otomobilde bulunan şahsın orta boylu, 23 yaşlarında biri olduğunu ve diğerlerinin kendisine "Reis" diye hitap ettiğini söyleyebildi ve ekledi: "Otomobilin plakası 34 PD, numarasını görmedim." Serdar Alten 8 gün ölümle pençeleşti. 17 Ekim 1978'de saat 11.30'da, daha bıyıkları bile yeni terlemeye başlamışken, yaşama veda etti. Polisler, 34 PD numaralı bir otomobil bulamamışlardı. Ama tesadüfi iki olay, katliamın sanıklarını ortaya çıkardı. Birincisi, polise gelen bir ihbardı: "Nevşehir Avanos yolu üzerinde Kozaklı Benzin İstasyonu üzerinde metalik mavi renkli Amerikan tipi büyük bir otomobilin plakasının şehirleri belirleyen numarası önünden kartona yazılmış 34 numarası çıkarıldı. Aracın, 34 numaralı karton çıkarılmadan önce, plaka numarası 34 PD 137 iken, çıkarıldıktan sonra altından 06 PD 137 numarası çıktı." Polis, bu kez 06 PD 137 numarayı araştırdı. Plaka, Ülkücü Gençler Derneği eski 2. Başkanı Mustafa Mit üzerine kayıtlıydı. Mustafa Mit, yakalanıp gözatına alındı. O tarihte Ülkü Ocakları Başkan Yardımcılarından olan Mustafa Mit'in, Deniz Hakim Yarbay Enis Tunga'ya verdiği bilgiler, mahkemenin hazırlık soruşturması tutanağına şöyle geçti: "1976 yılında Ülkü Ocakları Derneği'nde yaklaşık 4-5 ay kadar süreyle ikinci başkanlık yapmıştım, Bu dönemde bizim derneğin başkanı olan Selahattin Sarı bana yaklaşık 130 bin lira vererek, "Teşkilatı dolaşın, bakın, uygun bir araba alın" dedi. Şoför Ali Şerit'le birlikte, arabalardan iyi anladığı için, galerileri dolaştık. Metalik mavi renkte, 74 model malibu klasik model bir araba beğendik. Bu sırada arabanın plakası üzerindeydi. Plakası 06 PD 137 idi. Görevde bulunduğum süre içerisinde araba Ali Şerit tarafından kullanıldı. Ben görevden ayrıldıktan sonra otomobil Muhsin Yazıcıoğlu ve Abdullah Çatlı tasarrufundaydı. Otomobilin Bahçelievler Olayı'nda kullanıldığnı öğrendiğimde, kendimi kurtarmak için olayı araştırdım. Olay günü, olan 9 Ekim 1978'de aracın, yanı 06 PD 137 metalik mavi renkli Chevrolet Malibu'nun, Abdullah Çatlı'da olduğunu öğrendim." Ülkücü hareketin önemli isimlerinden Mustafa Mit, Cebeci'deki Acıbadem 51 Çayevi'nde Şevkat Çetin ile yaptıkları bir sohbetti de şöyle anlatır. "Bahçelievler'de yedi kişinin öldürülmesi olayında teşkilatın katkısı olabileceği ni tahmin ediyordum. Şevkat'e bu soruyu sorduğumda, bizim Çatlı'nın işleri diye bana söylemşti." Abdullah Çatlı, 8 Kasım 1978 tarihinde Adapazarı'nda gözaltına alındığında, otomobilin o tarihte cezaevinden tahliye edilen Muhsin Yazıcıoğlu'nu Sivas'tan alıp getirmek üzere oraya gönderildiğini söyledi. İfadesi doğru kabul edildi. Çatlı, Ankara Emniyeti'ne değil, İstanbul Emniyeti'ne teslim edildi. Ve kısa bir süre sonra da, Gayrettepe 'den serbest bırakıldı. Oysa, 06 PD 137 plakalı otomobili Sivas'a götüren Selahattin Sarı ifadesinde, 9 Ekim 1978 tarihinde Sivas'tan Ankara'ya döndüklerini ve aracın anahtarını ÜGD Genel Merkezi'ne bıraktığını söylemişti. İkinci tesadüfi olay ise çok ilginçtir: Bahçelievler Katliamı'ndan iki ay sonra bir ahbap toplantısında, Semiha Üstündağ adlı bir hanım, katliamdan iki gün önce, Bahçelievler Pazarı'na birşeyler almak için giderken, 3. Cadde ile 16. Sokağın birleştiği yerde, biri orta boylu, kestane renkli aşağı sarkık bıyıklı, diğeri ise zayıf, sarışın, uzunca boylu iki kişinin konuşmasına tanık olduğunu söyler. Elinde zincir ve tesbih bulunan bir kişinin, diğerine, "tamam mı" diye sorduğunu, diğerinin de "tamam, 5-6-2" dediğini duyduğunu, Bahçelievler Katliamı'nın 56/2 numarada olduğunu gazeteden okuyunca, aklına bu ilginç olayın geldiğini söyler. İşte bu ahbap toplantısında bulunan polis memuru Recep Oktay, duyduklarını meslektaşı Selami Ünal'a, o da komiser Dürüst Oktay'a anlatır. Tanıma uyan kişinin Bahçelievler'in tanınmışı Duran Demirkıran olduğu ortaya çıkar. Demirkıran, 18 Aralık 1978 günü gözaltına alınır. Ve Bahçelievler Katliamı, faili meçhul olmaktan kurtulur. Olayda kullanılan eterin, Numune Hastanesi eczanesinde görevli biri tarafından İbrahim Çiftçi'nin emriyle çalınmış olduğu ise, zamanın Numune Hastanesi Başhekimi Dr. Turhan Temuçin ve Siyasi Şube Müdürü Tayyar Seven tarafından ortaya çıkarılmıştı. Bahçelievler Katliamı ile ilgili olarak: Haluk Kırcı; ölüm cezasına, Ahmet Ercüment Gedikli ölüm cezasına, Ömer Özcan ve Duran Demirkıran 28'er yıl ağır hapis cezasına çarptırıldı. Olayın diğer failleri Abdullah Çatlı, Ünal Osmanağaoğlu, Mahmut Korkmaz, Kürşat Poyraz, "ele geçirilememişlerdi." Mahmut Korkmaz, 1978 yılında Viyana'dan İstanbul'a dönerken Yeşilköy havaalanında yakalandı. Susurluk Kazası'ndan sonra Bahçelievler Davası yeniden açıldı ve duruşmalar, Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi'nde sürüyor. Çatlı, Osmanağaoğlu, Poyraz, aranıyor!.. Gençlerin yakınlarının Başbakanlık ve İçişleri Bakanlığı aleyhine açtıkları dava ise, Ankara 6. İdare Mahkemesi'nde başladı. Ailelerin avukatı Ersen Şansal "Katliamın planlayıcısı ve faili olan Abdullah Çatlı'nın, bir milletvekili ve üst düzey bir bürokratla birlikte öldüğü kazanın, bu şahsın devletle ilişkisinin durumunu belgelediğini, kazadan sonra yine üst düzey bir yetkilinin "devlet için silah sıkanların şerefli olduğunu söylediğini" belirtmiştir. Aynı davaya avukat olarak giren A. Erdal Merdol ise, devletin güvenlik güçlerince aranan insanlara olanak ve yetkiler tanıdığını söyledi. Yukarıdaki bilgiler, 4. Kolordu Komutanlığı, Ankara 1 Nolu Askeri Mahkeme Tutanakları, Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi Duruşma Tutanakları ile, Haluk Kırcı ve Mahmut Korkmaz'ın Pişmanlık Yasası'ndan yararlanmak için yaptıkları itiraflarından; gazeteci Soner Yalçın ve Doğan Yurdakul tarafından derlenmiştir. Dava arkadaşı Abdullah Çatlı'nın cenazesinde “Kanaatim o. Kaçmayıp mahkemeye çıksaydı beraat ederdi. Birçokları gibi şimdi Meclis'te olurdu" (Muhsin Yazıcıoğlu)
  3. Eskişehir’de dün Kayıp annelerine destek vermek amacıyla Adalar Migros önünde toplanan yaklaşık 60 kişi faili meçhul cinayetleri protesto etti.Burada yapılan basın açıklamasını Hüseyin Öge okudu.Basın açıklamasında, Botaş kuyuları ve Cizre’de yapılan kazılarda kemikler, saç, elbise parçaları bulunduğunu fakat cinayetlerin faillerinin hala bulunamadığını söyleyen Öge,”kontgerillanın olmadığı, çocukların tutuklanmadığı, işçilerin coplanmadığı, işsizliğin önlendiği, kriz fırsatçılarının olmadığı,IMF, ABD, NATO anlaşmalarının, askeri üslerinin, imtiyazların olmadığı bağımsız-demokratik bir ülke istiyoruz” dedi.Basın açıklamasından sonra 5 dakikalık oturma eylemi yapıldı ve bu sırada DEP Silopi il başkanının kaybolma hikayesi yazılı metinden okunarak eylem sonlandırıldı. Sendika.org – Eskişehir İstanbul İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi üyeleri, Cumartesi Anneleri ve insanları, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'den, geçmişte kaybedilenlerle ilgili Ergenekon Soruşturması kapsamında girişilen araştırmaların sağlıklı yürütülmesi için Devlet Denetleme Kurulu'nu harekete geçirmesini istedi. Siyasi gerekçelerle gözaltına alındıktan sonra kaybedilen yakınlarını 208. haftasında Galatasaray Meydanı'nda devletten soran kayıp yakınları, bu hafta da kamu makamlarından Diyarbakır-Cizre-Silopi güzergahında sağlıklı bir arama yapmalarını talep etti. "Hani Türkiye hukuk devletiydi?" Bu hafta tiyatro sanatçısı Aslı Öngören'in okuduğu İHD Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyonu imzalı basın açıklamasında, "Türkiye ölüm kuyuları, toplu mezarlar, ölüm tarlaları gerçeğiyle yüzyüze. Kaybedilenlerin akıbetini sorduğumuzda bizi devletin güvenlik güçlerine iftira atmakla suçlayanları şimdi konuşmaya çağırıyoruz. Özel Harp, Kontrgerilla, JİTEM dediğimizde bizi vatan hainliğiyle suçlayanlar şimdi ne diyecek? Hani JİTEM yalnızca bir iftiraydı? Hani Türkiye hukuk devletiydi?" denildi. "Delillerin karartılmasına neden göz yumuluyor?" Bugüne kadar girişilen kuyu aramalarıyla ilgili bir dizi soruyu gündeme getiren kayıp yakınları, yetkililere seslendi: "Bulunan kemiklerin devamı nerede? Kuyudan çıkan kafatasının diğer parçaları nerede? Kimler boşalttı kuyuları? Kuyuların açılmasını geciktirenler kim? Delillerin karartılmasına neden göz yumuluyor? Kazıların sivil toplum örgütlerinin gözetiminde antropolog ve arkeologların da bulunduğu bağımsız adli tıp ekiplerince gerçekleştirilmesi talebimiz neden yerine getirilmiyor?" Emine Ocak: Öğretmen oğlumu bana geri verin Cumartesi oturmaları, Emine Ocak'ın oğlu Hasan Ocak'ın 21 Mart 1995'te gözaltına alınması ve 55 gün sonra işkenceyle öldürülmüş bedeninin kimsesizler mezarlığında bulunmasıyla başlamıştı. Bu hafta Emine Ocak, gözyaşlarıyla sadece "Öğretmen oğlumu bana geri verin" diyebildi. Kardeşi Hüseyin Ocak ise, gazetecilere yaptığı açıklamada, kardeşinin Gazi Mahallesi'nde 17 kişinin öldürüldüğü olaylardan kısa bir süre sonra gözaltına alınarak kaybedildiğini ifade ederek, Tansu Çiller ve örgütünün yargılanmasını talep etti. Hüseyin Ocak: "Yine müdahillik isteyeceğiz" Eylem sonrası bianet'e konuşan Hüseyin Ocak, Ergenekon Davası'na müdahil olmak için yaptıkları girişimin olumsuz sonuçlandığını ancak Gazi Olayları'nın de kapsadığı ifade edilen Ergenekon Davası'nın 2. iddianamesi açıklandıktan sonra yargılamaya müdahillik başvurularının yenileyeceklerini söyledi. Hasan Ocak cinayeti Hasan Ocak, Gazi olaylarından kısa süre sonra 21 Mart 1995'te gözaltına alındı. Cesedini Beykoz Buzhaneler Mevzisindeki ormanlık alanda gören köylüler, jandarma ve savcılığa haber verdi. Cesedinin bulunması ilk olarak 26 Mart 2005'te savcılık kayıtlarına yansıdı. Ailesi, ilk kez Adli Tıp Kurumu'nda gösterilen fotoğrafları teşhis etmesiyle 15 Mayıs 2005'te, yani gözaltına alındıktan 58 gün sonra, Hasan Ocak'tan haber almış oldu. Hasan Ocak'ın öldürülmesiyle ilgili soruşturma sonuç vermeyince Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (AİHM) başvuruldu. AİHM, Türkiye'yi ölümü etkin şekilde araştırmadığı gerekçesiyle mahkum etti. Bianet
  4. İlk çiçeğim size gelsin sayın mavi bu sözlere. Altı çizilmeli gerçekten.
  5. 12 Eylül döneminde idam edilen Ramazan Yukarıgöz’ün, idamından önce ailesine yazdığı son mektubu, 26 yıl sonra annesine teslim edildi. Devrimci 78’liler Federasyonu Başkanı Ruşen Sümbüloğlu, Mülkiyeliler Derneği’nde düzenlenen basın toplantısında, 12 Eylül döneminde yargılanarak idam edilen Ramazan Yukarıgöz, Mehmet Kanbur, Erdoğan Yazgan ve Ömer Yazgan’ın idamlarından önce ailelerine mektup yazmalarına izin verildiğini ifade etti. Bu mektupların sakıncalı görülerek, idamların ardından ailelere teslim edilmediğini savunan Sümbüloğlu, mektupların Genelkurmay Başkanlığı arşivinde saklandığını ileri sürdü. Sümbüloğlu, federasyon olarak bu mektuplara ulaşmak için 2,5 yıl uğraştıklarını, Ömer Yazgan’ın mektubunun 2006 yılında ailesine teslim edildiğini belirtti. Ramazan Yukarıgöz’ün mektubunun verildiğini, Mehmet Kanbur ile Erdoğan Yazgan’ın mektuplarının asıllarını ise henüz alamadıklarını anlatan Sümbüloğlu, bu mektupların, ailelere teslim edilmesi için çaba sarfetmeye devam edeceklerini bildirdi. Toplantıda, Ramazan Yukarıgöz ve Erdoğan Yazgan’ın ailelerine, Mehmet Kanbur’un ise eşine idamlarından önce yazdığı son mektuplar, okundu. Daha sonra Ramazan Yukarıgöz’ün son mektubunun aslı annesi Aysel Yukarıgöz’e teslim edildi. Aysel Yukarıgöz, bu mektubu almak için 26 yıl beklediğini ifade ederek, "Bu mektubu alana kadar ölmedim. Bunu yapanların yargılanmasını görene kadar da ölmeyeceğim. Benim yavrum kimseyi ele vermedi, onuruyla geldi, onuruyla gitti. Başım her zaman dimdik. Oğlum zaten ölmedi, kalbimde yaşıyor" diye konuştu. Ramazan Yukarıgöz’ün kardeşi Yılmaz Yukarıgöz de hüzün ve sevinci bir arada yaşadıklarını söyledi. Mektubun 26 yıl kendilerine verilmemesi üzerine "12 Eylül’ü yapanlara karşı nefretlerinin bir kat daha arttığını" ifade eden Yukarıgöz, bu mektupların ailelere verilmemesinin insan hakları gasbı olduğunu savundu. (aa)
  6. Bazı yorumları dehşetle okudum ölümü gösterip sıtmaya razı etmek bu olsa gerek. Neredeyse faili meçhullerin failleri haklıdır diyeceksiniz deyiverin de olsun bitsin. Uğur Mumcu 'da faili meçhule gitti terörist miydi kendileri canım?
  7. Arabanın miadı dolmuş. İstesen de istemesen de tekleyecek. Tamir fayda vermiyor. Şoför değiştirmek yetmez arabayı değiştirmek lazım.
  8. Bir nesil John Wayne gibi at biner silah kullanırdı. At da silah da sopa olurdu genelde. Oyun işte. Daha sonraki idol de efsane dövüşçü Bruce Lee. Onu anlatmaya gerek yok.
  9. İşsizlik çıldırtmaya başladı İşsizlik ve parasızlıktan bunalan 45 yaşındaki Ali K. Konak Meydanı'nda soyunarak koşmaya başladı. Ali K.'nın böbreğini de satılığa çıkardığı öğrenildi Ekonomik kriz yüzünden işsiz kalan, çaldığı tüm kapılardan olumsuz yanıt alan İzmirli deri işçisi 45 yaşındaki Ali K., Konak Meydanı’nda çırılçıplak soyunup protesto gösterisi yaptı. Yaklaşık 500 metre koşan çılgın işsiz, polisler tarafından gözaltına alındı. Ünlü aktör Şener Şen’in, canlandırdığı dar gelirli bir memuru çıplak şekilde koşmaya başlamasıyla ünlü olmasını anlatan filmi ‘Çıplak Vatandaş’ İzmir’de gerçek oldu. İzmir’in Buca İlçesi’nde oturan ve deri işçiliği yaparken işinden atılan iki çocuk babası Ali K., İzmir’in ünlü Konak Meydanı’nda soyundu ve koşmaya başladı. Anıtkabir sergisinin önünde soyundu Sabah saat 10.30'da Konak Meydanı’na gelen Ali K., görgü tanıklarının ifadesine göre meydanda, Kemeraltı girişinde bulunan Anıtkabir Sergisi’nin yanında bir süre çimenlerin üzerinde oturdu. Sırtını Atatürk posterlerine dayayan Ali K. bir süre bu şekilde oturdu. Bir süre sonra da üzerinde bulunan cebi yırtılmış montu, boyası akmış gömleği ve eskimiş kot pantalonunu çıkarttı. Ayakkabılarını ellerine alarak çırılçıplak halde önce İzmir Valiliği’nin önünde nokta nöbeti tutan polislerin önünden geçti. İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından dağıtılacak yardımı bekleyen vatandaşların şaşkın bakışlarının ve çığlıklarının arasından geçen Ali K. hız kesmeden yoluna devam etti. Sürekli olarak “Bıktım bu hayattan ne yapsam olmuyor, beni artık soğuk sular paklar, bu saatten sonra yaşayamam” diye bağırarak Merkez Bankası ve diğer bankaların arasından çıplak ayakla koşan Ali K., Konak Meydanı’nın sonunda bulunan üstgeçidin oraya gelince yavaşladı. Simitçi durdurdu Deniz kenarına geçmek üzere ana yola çıkan Ali K., Gümrük İşhanı girişinde bulunan simitçi 30 yaşındaki Murat Baran tarafından durduruldu. Tezgahını bırakan Baran önce üzerinde bulunan yeleğini çıkartarak K.’ya vermek istedi. Kendinden geçmiş halde koşan Ali K.’yı sakinleştirmek isteyen Baran bunda başarılı olamayınca sürükleyerek Gümrük İşhanı’nın girişine soktu ve burada bulunan sandalyeye oturttu. Simitçi Murat Baran, Ali K.’ı sakinleşmesi için yüzünü soğuk suyla yıkarken bir yandan da derdini öğrenmeye çalıştı. Adını söylemeyen Ali K., güçlükle biri üniversite son sınıfta diğeri lisede okuyan iki çocuğu bulunduğunu, uzun süre işsiz kaldığını, Salı günü İzmir Valiliği tarafından düzenlenen halk gününe gelip iş istediğini ancak olumsuz yanıt aldığını söyleyerek, “Son çarem böbreklerimi satmaktı onu da sattırmadılar. Ben artık öleceğim, Allah rızası için bırakın beni gidip kendimi öldüreyim, engel olmayın” diye inledi. K., çevredeki vatandaşların polise haber vermesi üzerine gelen ekip tarafından polis arabasına bindirilerek Kemeraltı Karakolu’na götürüldü. Utandıran isyan İzmir'in Buca İlçesinde yaşayan, iki çocuk babası, deri işçisi olan ve ekonomik kriz nedeniyle 4 ay önce işini kaybeden Ali K., bugün böbreğini satmak için dilekçe ile valiliğe başvurdu. Yanıt alamayınca bir anda şuurunu kaybederek, kentin en işlek yeri Konak Meydanı'nda soyunarak, çırılçıplak kaldı. Polisler tarafından yakalanan Gündoğan, Kemeraltı Karakolu'na götürüldü ve ifadesi alındıktan sonra serbest bırakıldı. Ali K., karakoldan çıktıktan sonra da yanına gelenlere, “Bırakın beni son yolculuğuma gidiyorum” diyerek ana caddeye doğru yöneldi. Gazeteciler K.'nın kendini araçların önüne atacağını düşünüp güçlükle durdururken, sakinleştirmeye çalıştı. Yaptığı davranıştan dolayı çok utandığını, çocuklarının yüzüne bakamayacağını ifade eden Ali K. önce gazetecilerle de konuşmak istemedi. K. DHA muhabirine, sabah evden çıkmadan önce bir mektup bıraktığını söyledi. Ali K., bu mektupta, “Ne yapabilirdim bilemiyorum. Utanç duymamalarını, beni gün gelir belki anlamazlar bugün ama ileride anlayacaklarını yazdım” dedi. Ali K., eşinin rahatsız olduğunu, ameliyat geçirdiğini ve çalışamadığını, çocuklarının okuduğunu onlar için bankadan 2 bin TL kredi çektiğini söyledi. Böbreğini satmak istedi Evden çıktıktan sonra İzmir Valiliği'ne gittiğini anlatan Ali K., “Bir dilekçe verdim. Hiçbir şey istemedim. Sadece çocuklarımın eğitiminin devamı için bir böbreğimi satmak istiyorum. Beni kaymakamlığa yönlendirdiler. Ben dilenci değilim. İş vermeyeceklerini de biliyordum. Çocuklarım için bana ait olan böbreğimi satayım” diye konuştu. “Geceleri uyuyamıyorum” Birçok yere giderek form doldurduğunu, iş aradığını belirten Ali K., “Geceleri artık uyuyamaz oldum. Hırsızlık, namussuzluk yapanlar efendi gibi adam yerine konuluyor. Benim 24 saat çalıştığım zamanlar oldu. Ama ne oldu? Buyrun halimize. Artık bu memlekette yaşamak, ayakta durmak mucizelere bağlı oldu. Artık insan bazen tutarsız oluyor, ne yapacağını bilemiyor. Düşün düşün yumak haline geliyor, çözemez duruma geliyorsunuz. Çözemeyince de durum ortada” dedi. “Rahat bırakın beni, son yolculuğuna gidiyorum” diyen Ali K. kalabalığın arasına karışıp gözden kayboldu. (dha)
  10. karadağ

    Tuzla'da Yine Ölüm

    118. ölüm, daha nereye kadar... 26.01.2009 - 11:26:03 Sedef Tersanesi'nde iş kazası geçiren işçi hayatını kaybetti. 6 gün boyunca hastanede olan Hikmet Kaya tersanelerde yaşanan ölümlerin 118.si. Sedef Tersanesi Baykar Raspa Boya isimli taşeron firmada çalışan Hikmet Kaya iş cinayetine kurban gitti. Kaya'nın ölümü iş arkadaşları tarafından bildirildi. 14 Ocak'ta balans tankındaki patlamada ağır yaralanarak hastaneye kaldırılan Kaya 20 Ocak'ta hayatını kaybetti. 5 yaşındaki Hikmet Kaya’nın cenazesi Memleketi Muş’a gönderildi. Limter-İş: Tersaneleri kara kutu olmaktan çıkarın Kaya'nın hayatını kaybetmesiyle ilgili açıklama yapan Limter-İş Sendikası şunları söyledi: "Kuralsızlığın ve kayıtdışılığın üretimin esası olduğu tersanelerde patronlar çalışma koşullarını ısrarla kamuoyunun gözünden kaçırmaya çalışıyorlar. Tuzla tersanelerinde ayrıksı durduğunu iddia eden Sedef Tersanesi patronları 30 Mart tarihinde Ali İhsan Çam arkadaşımızın iskeleden düşme sonucu ölümünde olayın kamuoyuna yansıması üzerine basını çağırarak mizansenle işçi arkadaşımızı sorumlu göstermeye çalışmıştı. Ancak bu kez patlamanın üzerinden yaklaşık iki hafta geçmiş olmasına rağmen kamuoyuna hiçbir açıklama yapmamakla yetinmeyip cinayetin üzerini örtmeye çalışıyorlar. Bir kez daha yineliyoruz: tersaneleri kara kutu olmaktan çıkarın bağımsız denetleme kurulu oluşturulmasının önünü açın ve tersanelerin kamuoyunca izlenebilir olmasını sağlayın. Gizlemenin ve gizlenmenin sonu yoktur!" TİB-DER: Mücadelemizi sürdüreceğiz Konuyla ilgili bir diğer açıklama da TİB-DER'den geldi: "Krizi gerekçe göstererek binlerce işçiyi diri diri açlığın ve sefaletin dipsiz kuyusuna gömenler, çalışma “şansı” yakalayabilen işçileri de her türlü ağır çalışma koşulları altında çalıştırmakta ve katletmektedir. Dahası şirket isimleri kirlenmesin diye ölümleri gizlemektedirler. Yüksek ihtimalle de “kan parasıyla” sorunun üstünü örtmeye çalışacaklardır. Bu devran böyle gitmez, işçi mezarı kazan bu saltanat uzun sürmez. Bu cehennemin sorumluları elbette ki tek başına Sedef Tersanesi patronu Metin Kalkavan değildir, fakat aynı zamanda devletin tüm kurumları bu ölümlerin de sorumluları arasındadırlar. Bilindiği üzere Başbakan R. Tayyip Erdoğan SEDEF Tersanesi’ni ziyaret ettiğinde tersane patronlarına açık destek sunmuştu. Sözde “hüzünlü” bir konuşma yapan Metin Kalkavan’a karşı “Hüzünlü olmayacağız. Bizim abdestimizden şüphemiz yok ki namazımızdan şüphemiz olsun” diyebilmişti. Bu, hükümet tarafından tersane patronlarına verilen açık desteğin en son örneklerindendir. Kalkavan rahat bir şekilde iş cinayeti işleme ve bu cinayeti gizleme gücünü kendinde bulabilmiştir. Buradan bir kez daha ilan ediyoruz ki; tersane işçilerinin yaşam hakkını gaspedenlere karşı kararlı mücadelemizi sürdürmeye devam edeceğiz." EmekDünyası
  11. Kafam karıştı şimdi. Madde olmayan yerde yer var mıdır ki? O yerin yer olduğu neye göre bellidir? O yerde maddi harici ne vardır ki? Madde harici var olan o şeyler hareket etmezler mi? Hareket ederlerse zaman oluşmaz mı? Hareket etmezlerse ne ederler?
  12. Evet ordaydım çıkmadı. El feneri, yiyecek mühimmat ve Troçkiye ait bir kitap çıktı. Nerden bileyim yahu? Ama senin yazının başlığıyla içeriği uydurma olduğunu gösteriyor. Bu haberin kaynağı neresi acaba alabilir miyim?
  13. Yanılmıyorsam dünyanın oluşumuydu açıkladığı doğa olayı. Dünyanın bir gaz ve toz bulutunun yoğunlaşmasından oluştuğunu ifade ediyordu. Gerçekten güzel yanıt.
  14. Savaşla ilgili ayrıntılar: BM acil insani yardımlar için de yüz milyonlarca dolara ihtiyaç duyulduğunu belirtti. Birleşmiş Milletlere göre, saldırılar sonucu on binlerce kişi evsiz kaldı. 400 bin kişinin suyu yok. BBC muhabiri, kentin doğusundaki bir semtin tamamen yerle bir olduğunu belirtiyor. İsrail saldırılarında dört binden fazla evin tahrip olduğu ifade ediliyor. Filistinlilerin kayıpları enkazdan çıkanlarla 437’si çocuk, 110’u kadın, 123’ü yaşlı 1330’e ulaştı, yaralı sayısı 1890’ı çocuk 5 bin 450. Neyse “ayrıntılara takılmayıp” genele bakalım bunlar pek önemli şeyler değil (!) Çelik kavanoz içinde diri diri yanma empatisini kurarak İsrail askerlerinin can korkusuyla sivil öldürdüğünü bilincimizde onları da anlamamız gerektiğini iddia eden arkadaşımıza uçak pilotlarının ölüm korkusu olmadan bomba attıklarını ifadeye çalıştım sadece. Bombanın fosforlu ya da fosforsuz olması mühim değil. Fosforlusu vahşeti katmerleştirmektedir hepsi bu. Bu da bir ayrıntı zaten… Yapılmış antlaşmaları bozan, seçilmiş hükümeti tanımayıp onlara ambargo koyup onlarla masaya oturmayıp savaştan başka çare bırakmayan çölde bir Gazze şehri maketi yapıp aylarca nasıl saldıracaklarını hesap eden, füzelerine kamera takıp bir sığınağın deliğinden içeri sokacak kadar silah teknolojisinde ustalaşmış oldukları halde BM’nin koordinatlarını verdiği içi sivil dolu bir okulu yanlışlıkla ya da isteyerek vuranlar bu savaşta haklı değiller sadece güçlüler. Bu adamların kimin barış istediğiyle ilgilendiklerini zannetmek safdillik olur bence. Savaşmak istedikten sonra kendi ikiz kulelerini yerle bir edip kendi eğittikleri adamları yolladıkları ülkelere aha da suçlu orada yağdırın bombayı diyebiliyorlar. Onların tarafında olmak işlenen cinayetlerin tarafında olmak demektir. Bunu da vicdan kabul etmiyor. Arkadaşımız aynı ileti içinde şunları söylüyor: 1- “Değişim kaçınılmazdır. Değişimi sağlayacak etkenler ve güçlü aktörler de bellidir. Orta Doğu'da totaliter rejimler demokratikleşmelidir. Barış sağlanmalıdır. Ama bunu ABD kendi çıkarları doğrultusunda yapmak ister, başka güçler kendi çıkarları doğrultusunda.” Ortadoğu değişmeli, demokratikleşmeli. Bunu yapacak güçler de belliymiş arkadaşımıza göre tahmin etmek güç değil. Herhalde bu ülkeleri zorla demokratikleştirecek olanlar: ABD, AB ve İsrail’dir. (En azından ben böyle anlıyorum. Yanlışsa düzeltiniz.) Ama aynı iletinin birkaç satır altında şunları görüyoruz: 2-“Adam kendi çıkarında. Suud rejimi demokratik olsun olmasın, adama ne? ABD çıkarlarını koruyor mu, koruyor. Bitti.” ABD demokratik olmadığı halde Suud rejimini destekliyor. İyi de niye yukarıda Ortadoğu demokratikleşmelidir deyip aşağıda demokratik olmasa da olur çıkarını koruyorsan seni korur diyorsun ki? Buna göre demokratikleşmek demek ABD çıkarlarını korumak mı demektir? İtiraz ettiğim nokta şudur ki orta doğuda petrol var ya da adam ürettiği silahları tüketmek istiyor veyahut da krize girmiş şirketleri ellerinde biriken korkunç büyüklükteki sermayelerini yatıracakları yeni pazar ekonomileri arıyor bu yüzden dünyanın gözüne baka baka savaş çıkarıyor, orta doğuyu istila ediyor diyebilirsiniz. Bunu açıkça söyleyip destek vermenizi anlarım, dünyaya bakışınız böyledir. Ama demokrasiyi karıştırmayın işin içine o zaman kimse yutmaz bunu. Tarih yargılayacaktır bu politikaları.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.