Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Bir araştırmacı

Φ Yeni Üyeler
  • İçerik Sayısı

    5
  • Katılım

  • Son Ziyaret

1 Takip eden

Bir araştırmacı - Başarıları

Acemi

Acemi (1/14)

  • İlk İleti
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra
  • Bir Yıl İçinde

Son Rozetler

0

İçerik İtibarınız

  1. NASİH - MANSUH Kur’an bütünlüğünü dikkate almadan Kur’ana yaklaşımlar yüzünden Bazı alimlerce Kur’an’ın bazı ayetleri,biri nasih,(hükmü kaldıran) öteki mensuh,(hükmü kaldırılan) kabul edilmiştir. “Nesh” kelimesine silme, ortadan kaldırma anlamları verilir. Mensuh ise silineni, ortadan kalkanı ifade eder. Nasih ve mensuhu savunan alimlerce dört şart ileri sürülmüştür. 1-Hükmü kaldıran nasih olmalı 2 -Hükmü kaldırılan mensuh bulunmalı 3 -Nasih mensuhtan sonra gelmeli 4 -Her ikisi arasında açık çelişki olmalı Eldeki kaynakları incelersek Kur’an ayetlerinin hangi tarihte, hangi sırayla indiğine dair herkesin ittifak ettiği bir sıra olmadığını görürüz. Hadis rivayetinde ise; hangi hadisin, hangi ayetten önce veya sonra söylendiğini belirten bilgiler belirsizdir. Nasih-mensuh iddiasını incelediğimizde asıl yapılanın dinin beşer olan insan’ın insafına, görüşüne bırakılması olduğunu görüyoruz. Kur’an’ın şimdi göreceğimiz bir ayetinin manasını kaydırarak yoa çıkmışlardır. Önce ayeti görelim, sonra inceleyelim. “Biz daha hayırlısını, ya da bir benzerini getirmedikçe bir ayeti (delili,belgeyi,işareti) neshetmeyiz (silmeyiz, yürürlükten kaldırmayız) veya unutturmayız. Bilmez misin ki Allah, gerçekten her şeye güç yetirendir.” 2/ Bakara Suresi 106 1 - AYET KELİMESİNİN KUR’AN’DAKİ MANASI Kur’an’da kullanılan “ayet” kelimesi Allah’ın varlığının ve söylediklerinin ispatı olan her şey için kullanılır. Dilimizde belge, mucize, delil, işaret, Kur’an ayeti şeklinde ifadesini bulan her şey Arapça’da “ayet” olarak tanımlanır. Kur’an’a göre Allah’ın yarattığı her şeyde, bitkilerde, insanda, eski kavimlerin başlarına gelenlerde, gece ile gündüzde “ayet” ler vardır.(Dilimizde ayet kelimesinin sadece Kur’an ayetleri manasında kullanılması yanlış anlamaya zemin hazırlayan nedenlerden biridir.) Bazı çevirilerde Arapça metinde hiç geçmemesine rağmen “hüküm” kelimesi de yukarıdaki ayetin çevirisine ilave edilip “ayetin hükmü” şeklinde çeviri yapılıp, sanki ayetlerin hükmü neshedilebiliyormuş gibi bir hava verilmeye çalışılmıştır. Oysa Kur’an’da geçen “ayet” kelimesine baktığımız vakit çok ilginç bir kullanım şekli olduğunu görüyoruz. “Ayet” kelimesinin çoğul şekli olan “ayat” kelimesi tüm Kur’an’da mucize, belge, delil, işaret, Kur’an ayetleri manasında kullanılır. Fakat “ayat”ın tekil ifadesi olan “ayet” kelimesi Kur’anın hiçbir yerinde Kur’an ayeti manasında kullanılmamıştır.Tekil olan “ayet” kelimesinin geçtiği şu ayetleri inceleyip söylediğimizi gözlemleyebilirsiniz: söz konusu ifade Bakara Suresi 106. ayette “ayet” olarak tekil şekilde geçtiği için, bu ifadeden Kur’an’ın ayetlerini değil Allah’ın kainattaki delilleri, belgeleri, işaretleri ,mucizeleri manasındaki “ayetleri” anlamak doğru olur. “Bilmez misin ki Allah, gerçekten her şeye güç yetirendir.” Ayetin bu son cümlesi muktedirlikle ilgili olduğunu açıkça netleştirir. Bu anlaşıldığında, Kur’an’ın ayetleriyle nasih-mensuh çabası suya düşer. Zaten Kur’an kendisinde hiçbir çelişki olmadığını ifade ederek bu tarzdaki yanlış yaklaşımlara geçit vermemiştir. 2-KUR’AN’DA ÇELİŞKİ YOKTUR Kİ NASIH-MENSUH OLSUN “Onlar Kur’anı iyice düşünmüyorlar mı?Eğer o Allah’tan başkasının katından olsaydı,kuşkusuz içinde bir çok çelişkiler bulacaklardı.4/Nisa82 Madem ki Kur’anda hiçbir çelişki yoktur, içinde nasih mensuh da olamaz. Çünkü nasih ve mensuhun temelinde, iki çelişkili ifadenin olması ve bu ifadelerden birinin diğerini geçersiz kılması vardır. Zaten Bakara Suresi 106. ayeti anlamak için zahmet edilip de bir önceki ayet olan Bakara Suresi 105. ayet okunursa, Bakara Suresi 106. ayette daha evvelki ümmetlere verilen delillerin, belgelerin, işaretlerin kastedildiği anlaşılır. Ehli kitaptan kafirler ve ortak koşanlar, Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler. Ama Allah dilediğini rahmetine mahzar kılar. Allah büyük lûtfun sahibidir. 2/ Bakara Suresi 105 Kur’anda“ayetin”yerine“ayetin”gelmesi16/Nahl Suresi101’de de geçer: Biz bir ayeti (delili,mucizeyi belgeyi, işareti) bir başka ayetin (delilin, mucizenin belgenin, işaretin) yerine koyduğumuzda ki Allah neyi indirdiğini daha iyi bilmektedir onlarsa şöyle der: “Sen yalnızca iftira edicisin” Hayır onların çoğu bilmezler. 16/ Nahl Suresi 101 Bu ayete ve devamına dikkat edersek Peygamber’i, düşmanlarının iftira edici olarak nitelemesinin sebebi, Kur’an’da ayetlerin kendi içinde birbirini nesh etmesi değildir. Peygamber’in iftiracı olarak nitelenmesinin sebebi, Kur’an’ın Allah tarafından gönderildiğini söylemesi ve Kur’an’daki ayetlerin (belgelerin, delillerin, mucizelerin, işaretlerin) kendinden önceki ayetlerin (delil, belge, mucize,işaretlerin) yerini almasıdır. Nitekim aynı konuyu anlatmaya devam eden Nahl Suresi’nde iki ayet sonra 103. ayette Peygamber’e, Kur’an’ın bir insan tarafından öğretildiği iftirasının yapıldığını görüyoruz. Bakara Suresi 106. ayeti yeniden incelersek yeni “ayetin”, nesh edilen “ayetin” ve “unutulan” ayetin yerine geldiğini görüyoruz. Ayette neshin yanı sıra unutma fiili de geçer. Bu nedenle bu ayete dayanarak Kur’an’da nesih-mensuh olduğunu savunanlar, Kur’an’da unutulmuş ayetler olabileceğini de iddia etmiş olurlar. Oysa bu iddia Kur’an’ın korunduğunu söyleyen aşağıdaki ayetlerle çelişir. “Hiç şüphesiz Zikri (Hatırlatıcı’yı) biz indirdik biz. Onun koruyucuları da gerçekten biziz.” 15/ Hicr Suresi 9 “Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku. O’nun kelimelerini değiştirecek hiçbir kudret yoktur.” 18/ Kehf Suresi 27 “Rabbinin sözü hem doğruluk,hem adalet bakımından tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirecek hiçbir kuvvet yoktur.” 6/ Enam Suresi 115 3-KUR’AN’DA NESH’ KELİMESİNİN KULLANIMI Kur’an’da neshin silme, ortadan kaldırma anlamlarının neshin ikinci dereceden anlamları olduğunu, nasih mensuh nazariyesinden sonra bu manaya ağırlık görürüz. nesh kelimesine kopya etme, aynısını yazma, nüsha çıkarma manalarını vermek daha uygundur.Nitekim dilimizdeki nüsha kelimesi Arapça’daki “nesh” kelimesinden türeyerek dilimize girmiştir. Bu mananın asıl olduğunu 45/Casiye Suresi 29. ayette “nesh” kelimesinin “Biz sizin için yaptıklarınızın kopyasını, nüshasını alıyoruz bir Kur’an ayetinin başka bir Kur’an ayetinin yerini alması şeklinde manalandırma yapılamadığı için nasih-mensuhun dayandırılmak istendiği bu ayetten, bu sonuç hiç çıkmayacaktır. Gerçi biz “neshin” gelenek bağlılarının kullandığı manasını alıp, bu manada kullanıldığı taktirde de arzu ettikleri sonucu çıkartamayacaklarını gösterdik. 4-NASİH-MENSUH HADİSLERDEN BİLE ÇIKMIYOR Nasih ve mensuhun Kur’an’ın içinde olamayacağını savunan Abdullah Yıldız ve Şemseddin Özdemir şöyle demektedirler: “Kur’anı Kerim’den herhangi bir ayetin neshedilmiş olduğuna dair bir tek hadis rivayet edilmemiştir. Buhari’yi, Müslim’i, Ebu Davud’u, Tirmizi’yi, Nesei’yi, İbni Mace’yi, Darimi’yi, Malik’in Muvatta’sını başından sonuna kadar tetkik eder ve bunlara Zeyd bin Ali Müsnedi’ni, İbni Sad’ın Tabakat’ını, İbni Hanbel’in Müsned’ini, Tayalesi’nin Müsned’ini, İbni Hişam’ın Sireti’ni ve Vakidi’nin Meğazsi’ni ilave ederek hepsinin mufassal bir indeksini vücüda getiren Vensisk’in eserini ve bu eseri ilavelerle Arapça’ya nakleden Mehmet Fuad Abdulbaki’nin Meftahu Kûnuzi Elsine’sini tetkik ettim; tüm bu kitapların nasihten ve mensuhtan bahseden bir tek hadis rivayet etmediklerine emin oldum.” (Abdullah Yıldız ve Şemseddin Özdemir,Kur’an’ı Anlamak Farzdır,sayfa 92) Hadis kitaplarında da nasih mensuh destekleyecek bir izah yoktur.Buna rahmen nasih mensuhu kabul etmekle Dini tamamen birilerinin insafına terk etmiş olmazmıyız? “İşte bunlar Allah’ın ayetleridir ki onları sana hak olarak okuyoruz. Hal böyle iken Allah’tan ve O’nun ayetlerinden sonra hangi hadise (söze) inanıyorlar? 45/Casiye Suresi 6 5 - KURAN’I PARÇA PARÇA YAPANLAR 91- Onlar ki Kur’an’ı parça parça yaptılar. 92- Rabbine and olsun, onların hepsinden hesap soracağız. 93- Yapmakta oldukları şeylerden 15/Hicr Suresi 91-92-93 “… Yoksa siz kitabın bir bölümüne inanıp da bir bölümünü inkar mı ediyorsunuz?...” 2/Bakara Suresi 85 Kur’an’a göre Kur’an’ı parça parça yapmak, kitabın bir bölümünü kabul, bir kısmını göz ardı etmek olacak şey değildir.Kur’an’ın ayetleri nasih ve mensuh diye ikiye bölünmekte, bir kısım ayetlerin mensuh’tur diye hükmü kabul edilmemektedir. Oysa Kur’an’ın tümü içinde, Allah bölücülüğü kabul etmez. Yine Kur’an’da Allah, Yahudiler’in kelimelerin anlamlarını kaydırarak dini tahrif etmelerinden, işlerine gelenleri kabul, işlerine gelmeyenleri reddetmelerinden bahseder. Bakara Suresi 41. ayette anlatılan bu tablodan ne yazık ki Müslümanlar yeterli dersi alamamış, Bakara Suresi 106. ayet örneğindeki gibi bazı kelimelerin manasını kaydırıp Kur’an’ı bölük bölük yapma yoluna gitmişlerdir. Çözüm tüm Kur’an’ı tek bir ilave ve eksiltme yapmadan, nasihsiz-mensuhsuz kabul etmek,Peygamber ve onunla beraber olanlar gibi Kur’an’a tabi olmaktır. Kimilerine göre iki yüz tane nasih mensuh varken, kimine göre altmış, kimine göre beş, kimine göre üç nasih mensuh vardır. Nasih-mensuhta iddia edilen en meşhur beş örneği gösterip, nasih-mensuh iddiasının geçersizliğini bir de bu şekilde sergileyeceğiz. 5 - MEŞHUR BEŞ NASİH-MENSUH İDDİASI 1- Hamr:“Hamr” Arapça’da “şarap veya sarhoşluk veren madde” anlamına gelir. Bakara Suresi 219. ayette “Hamr”ın kötülüklerinin yararlarından fazla olduğu geçer. Maide Suresi 90. ayette “Hamr” şeytan işi bir pislik olarak tanıtılır. Nisa Suresi 43. ayette ise sarhoş iken ne söylendiğinin farkına varılıncaya kadar namaz kılınmaması geçer. İddiaya göre Maide Suresi 90. ayet diğer iki ayeti nesh etmiştir. Oysa bu iddia mantıksızdır. Bakara Suresi 219. ayette “hamr” ile ilgili bir özellik açıklanır; mesela şarabın ticari menfaatleri olabilir, fakat ayette geçtiği gibi kötülükleri daha fazladır. Ayet “hamr”ın kötülüklerine rağmen, bazı faydalarını vurguluyor, fakat kötülüklerinin fazlalığını da vurguluyor. Nisa Suresi 43. ayette ise namazın ne şekilde kılınacağını anlatır.Ayete ğöre müminler hiçbir zaman namazı terk etmeyecek yine de kılacaklardır. Fakat namazı sarhoş oldukları anda kılmayacaklardır. Burada sarhoşluktaki ölçü de ayette verilmiştir: “Ne söylediğini bilinceye kadar” Anlaşıldığı üzere üç ayette de çelişki yoktur ve bu ayetlerde nasih-mensuh iddiasında bulunmak gereksizdir. Tüm ayetlerin bir fonksiyonu, lazım olabileceği bir durum mevcuttur.Bakara 219. ayette içki ve kumarın mahiyeti ve günah oluşunu, Nisa 43. ayette de; namaz kılmayı engelleyen hususlar Maide 90-91. ayetlerde ise içki ve kumarın şeytan işi bir pislik olduğunu ve nelere sebep olduklarını açıklıyor. Konuya bir bütün olarak yaklaşıldığında her birinde farklı hususların açıklandığı ve bir bütünlük arzettiği görülür. 2- Barış ve Savaş:Kur’an’da aslolan barıştır. Kur’an ayetlerine göre savaş; Müslümanlar’ın yurtlarından kovulmaları, kendilerine saldırılması gibi koşullarda ortaya çıkan bir zarurettir. Bu durumlarda Müslüman savaşın gereği neyse onu yapar. Kur’an’a bir bütün olarak bakıldığında tüm bu söylediklerimiz yerli yerine oturur. Bu yüzden savaşla ilgili ayetlerin, barışı nesh etmesi tipi bir durum söz konusu değildir. Müslüman, Kur’an’ın genel prensipleri üzerinde barışçı olmaya çalışır, yine Müslüman Kur’an’da belirtildiği gibi saldırıya uğradığı zaman savaşır.Bunlar çelişki değildir.Bunlar farklı durumların,karşı tarafın aldığı farklı tavırların gerektirdiği sonuçlardır. 3-Savaşta Mü’min Kafir Oranı: Enfal Suresi 65. ayette Müslümanlar’dan yirmi sabırlı kişinin iki yüz kafiri yeneceği, yüz kişinin ise bin kişiyi yeneceği söylenir. Bir sonraki 66. ayette ise Allah’ın müslümanların zaafını bilip, yükü hafiflettiğini söyler ve artık sabreden yüz kişinin iki yüz kişiyi, bin kişinin ise iki bin kişiyi yeneceği söylenir. Bu iki ayet arasında da nasih-mensuhluk bir durum veya bir çelişki yoktur. Allah arka arkaya iki ayette çizdiği manzarada, Müslümanlar’ın içinde ne kadar az zaaf olursa o kadar başarılı olacaklarının dersini vermektedir. Bu ayetlerde bir ayetin diğerinin yerine geçmesi gereken bir durum, bir ihtiyaç olmadığı çok açıktır. Ayet kişilerin durumlarının farklılaşması sonucu, alacakları neticenin de değiştiğini ders verir. Yoksa ayet kişilere bir yükümlülük, bir farz yüklememektedir ki ayette bir nasih mensuh arama gereği doğsun. 4- Vasiyet:Kur’an’da hem vasiyet edilmesi geçer, hem de mirasın nasıl dağıtılacağı hususunda tavsiye vardır. Nasihçiler mirasın nasıl dağıtılacağını anlatan ayetlerin, ayetin vasiyetle ilgili bölümlerini iptal ettiğini söylerler. Üstelik “ Varise vasiyet yoktur.” hadisi ile de Kur’an’ın bu açık hükmü iptal edilmeye çalışılmıştır. Fakat ayetleri incelediğimizde; kime ne kadar miras bırakılacağını anlatan ayetlerin sonunda birkaç kere “Bunlar vasiyet ve borç ödendikten sonrası içindir.” ibaresini okuyoruz. Demek ki Kur’an’a göre önce vasiyete göre mal dağıtımı yapılır ve borç ödenir, sonra arta kalan bir şey olursa Kur’an’da açıklandığı gibi dağıtılır. Kur’an’dan çok açık bir şekilde anlaşılan bu dağıtım şeklini anlayamayanların anlayamamasını sadece anlamak istememelerine bağlıyoruz. 5-Kıblenin Değişmesi: Peygamber Kur’an’da kıblenin ne yönde olduğunu belirten bir ayet gelene kadar, kendisine putperestlerden daha yakın olan ve ibadetlerini Kudüs’e dönüp yapan Ehli Kitap gibi Kudüs’e dönüp namaz kılıyordu. 2/ Bakara Suresi 144. ayet vahyolunca Peygamber kıble olarak Mekke’deki Mescidi Haram’a çevrilmiştir. Peygamber’in Kudüs’e dönmesini söyleyen bir ayet yoktur ki, çelişki olsun ya da bu hususta nasih mensuh olsun. Peygamber’in namazda nereye döneceğine dair tek bir yön, tek bir ayette geçer. O da 2/ Bakara Suresi 144. ayettir. Bu ayet gelmeden önce dönülen yön Kur’an’ın bir emri değil, Peygamber’in ve diğer inananların şahsi tercihiydi. Bu en meşhur nesh örneklerinden anlayacağınız gibi; nesih diye ortaya atılan iddialar dayanaksızdır. “Sana Rabbinin kitabından vahyedileni oku. Onun kelimelerini değiştirebilecek hiçbir kuvvet yoktur.” 18/ Kehf Suresi 27
  2. ESBABI NUZUL HADİSLERİ Kur’an'daki ayetlerin iniş sebeplerini anlatan hadislere esbabı nuzul hadisleri denir. Kur’an'ı şartlanmış şekilde belli bir zamana ve olaya hasrederek değerlendirmeye kalkmak, Kur’an'ın her zaman ve olayları kapsayan evrensel somut bakışını gölgelemek ve gereksiz olanla karıştırmak demektir. Kur’an'ın sesini net duymak için diğer frekanslardan gelen sesleri susturup, kulağımızı yalnızca Kur’an'a çevirmek zorundayız.(7/Araf 204) “Onların sana verdiği her örneğe karşın biz sana gerçeği ve en güzel yorumu(ahsena tefsir) veririz.25/Furkan Suresi 33 Allah en güzel yorumu kendisinin verdiğini söylemektedir. Kur’an'da "yorum” diye çevirdiğimiz kelimenin Arapça orijinali "tefsir”dir. Günümüzde esbabı nuzul (Kur’an ayetlerinin iniş sebebi) hadisleri diye anılan hadisler hep tefsir isimli kitapların malzemesi yapılmışlardır. Allah tefsirin en güzelini(ahsena tefsir) kendisinin verdiğini söylemektedir.Esbabı nuzul hadisleri arasında yalan hadislerin oran olarak diğer hadislerden daha çok olduğu’da bir gerçek. Bu alanda tefsir kitapları, sahih, zayıf endişesi bile olmadan, hatta israiliyat(eski Musevi hikayeleri) olduğu açıkça belli olan hadislerle doldurulmuştur.Mesela buna örnek verecek olursak peygamber efendimizin yareni Ammâr İbnu Yâsir adı kullanılarak aşağıdaki hadis"Resûlullah adına uydurulmuştur. Ammâr İbnu Yâsir (r.a)dan: "Resûlullah (a.s) buyurdular ki: “(Maide suresı 112.ayette bahsi geçen) sofra gökten ekmek ve et olarak indirildi.Bu mucizeye mazhar olan (havarilere)ihanet etmemeleri ve ertesi gün için o yiyeceklerden ayırmamaları emredildi.Ancak onlar bunu dinlemediler ,hem ihanet ettiler hem de yemeklerden ayırıp ertesi gün için sakladılar.Bunun üzerine ceza olarak maymun ve domuz suretine çevrildiler.Tirmizi,Tefsir,Maide (3063). Bu uydurma israili esbabı nuzul rivayeti Kur’an’ın mesajını saptırdığı gibi ,Allah’ın övgüsüne mazhar olan (bakınız Maide suresi 111-115) Hz.İsa’nın havarilerine (yardımcılarına)da çok çirkin hakaretler içermektedir. İbnu Abbas anlatıyor: "Resûlullah (a.s)'ın arkasında çok güzel bir kadın namaz kılıyordu. Cemaatten bazıları onu görmemek için ön safa kaçıyor, bazıları da en arka safa geliyor, rükuya vardığı zaman koltuğunun altından ona bakıyordu. Bu durum üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, geri kalanları da biliriz."(Hicr,24). (Nesai,İmamet(2,118);Tirmizi Tefsir, Hicr, (3122). Hicr,24.Ayeti uzaktan yakından hiçbir alakası olmayan karalama iftiralarına delil getirmeleri,sahabeleri sapık göstermek için ayetleri bağlantılı olduğu kendinden önceki ve sonraki ayetlerden koparıp, iftiralarına malzeme yapmaları sapık emellerinin ,maksatlarının ne olduğunu gösterir. Hicr,24.Ayeti kendinden önceki ve sonraki ayetlerle beraber incelendiğinde anlatmak istediğimiz daha güzel anlaşılacaktır. “Doğrusu dirilten ve öldüren Biziz; ve her şey sonunda bize kalır. (Hicr,23). “Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, geri kalanları da biliriz."(Hicr,24). “Şüphesiz Rabbin onları toplayacaktır. (kıyamette diriltip bir araya getirecektir) Şüphesiz O, hakîmdir, alîmdir.” (Hicr,25). Hicr 23.ayette yaşatanın öldürenin ve mülkün gerçek sahibinin Allah olduğunu Hicr 24.ayette ise ölenleri ve geride kalanları bildiğini Hicr 25.ayette ise kıyamet günü hepsini diriltip bir araya getirip haklarında hüküm vereceğini vurgular.Görüldüğü gibi ayetlerin uydurdukları sapık nuzul hikayeleriyle hiçbir ilgisi yoktur. Ebu Hüreyre anlatıyor: "……Resûlullah (a.s) buyurdular ki:.Hz. Adem'in yaşı kırk yıl eksik olarak kesinleşince hemen ölüm meleği geldi. Adem (aleyhisselam) ona:"-Yani benim ömrümden kırk yıl daha geride kalmadı mı?" dedi. Melek:"-İyi ama, dedi, sen onu oğlun Dâvud'a vermedin mi?"Adem inkâr etti, zürriyeti de inkar etti..."Tirmizi, Tefsir, A'raf, (3078). Tirmizi hadisin sahih olduğunu söyledi. Bu rivayette de Kur’an’ın mesajını saptırma(16/Nahl suresi 61.Lokman suresi 34) ve başta Hz.Adem olmak üzere bütün peygamberler ve onların yolunda gidenlere, sözünde durmayan yalancılar ithamıyla pervasızca hakaretler içerir .Bu iftira ve hakaretleri esbabun nuzul kamufılajıyla peygambere atfederek yapmışlardır.Daha bunlar gibi yüzlerce uydurma esbabun nuzul hadisleriyle Kur’an’ın mesajının doğru bir şekilde ulaşmaması için uydurulmuştur.Bu münasebetsiz uydurma,iftira içerekli hakaretlerden Allaha sığınır,peygamberi de bu tür ithamlardan tenzih ederiz.Güya bu esbabu nuzul hadisleri olmasa Kur’an anlaşılmaz.Tam tersine bu esbabu nuzul hadisleri, anlaşılır Kur’an’ı, Allah’ın istediği şekilde anlaşılmaması için büyük çoğunluğu kasıtlı bir şekilde kaos çıksın,mesaj bulanıklaştırılıp çarpıtılsın,zihinler şüpheyle karıştırılsın diye uydurulmuştur. Aynı ayetin iniş sebebinin; bir kavle göre şöyledir, diğer kavle göre böyledir, bir başka kavle göreyse... şeklinde birbiriyle alakasız hikayelerle aynı kitaplarda anlatılması bu sahadaki uydurmaların çokluğunu gösterir. En önemli sorunların başında akılların mezheplere ipoteklenmesi gelmektedir. Mezheplerdeki uydurmaların ve akıl dışı izahların çokluğunu hatırladığımızda bunun korkunçluğu ortaya çıkar. Mezhebi bir yaklaşımla Kur’an tefsiri yapanlar, Kur’an'ı mezheplerinin doğrultusunda açıklamaya çalışmış ve Kur’an'ın metni ile ilgili alakasız açıklamalar getirmişlerdir.Zaten bu esbabı nüzul hadislerinin birçoğu hadis yazımı zamanında, Kur’an'ı kendi şahsi ve mezhepsel fikirlerine uydurmak isteyenler tarafından uydurulmuştur. Kur’an’ı, uydurma esbabı nuzul hadisleriyle açıklamaya kalkmanın İslam dünyasının başına açtığı en büyük dert; din düşmanı kişilerin bu uydurmaları, din gibi gösterip, dinimize saldırmaları olmuştur. örneğin Selman Rüştü'nün kitabının temeli bu tip hadislere dayanır. Bu uydurma hadislere göre güya “Bir gün Peygamber Kur’an okurken şeytan Peygamber’in bedeninin içine nüfuz edip, Peygamber’in ağzından Lat, Menat, Uzza putlarını övmüş ve onların şefaatlarının umulduğunu söylemiştir.(İbni sad ,tabakat. Musa bin ukbe Megazi.Vahidi esbabunnuzul.İbni İshak siyer.İbni Ebihatim.İbni Munzir. Bezzar.Merduye.Taberani.Garanik kıssası olarak bilinen bu olayı Tevilu Muhtelifi'l Hadis kitabında İbni Kuteybe de kabul eder.) Fakat hiç kimse kalkıp da bu olayın gerçek ilk suçlusu olan bu hadisleri kitaplarında kullanmış olanları kınamadı.Biz kendimiz dine mal edilen uydurmaları dinden atmazsak sapmalara ve din düşmanlarına zemin hazırlanmış olur. Piyasadaki birçok tefsir kitabı hikayeleriyle doldurulduğunu görüyoruz. ilmihal kitapları nasıl din adına bir şey ifade etmiyorsa, uydurmalarla Kur’an’ı bağdaştırmaya çalışmak da Kur’an'la bağdaşmaz. Diğer yandan esbabı nuzul hikayelerle, Kur’an ayetleri sanki belli bir olay için inmiş, bölgesel, sınırlı bir zaman dilimine hitap ediyormuş gibi bir hava verilmiştir. Bu da Kur’an'ın evrenselliğini, her döneme bakan izahlarını gölgeleyen bir yaklaşımdır. Kur’an'ın izahları bir zaman dilimine ve tek bir hikayeye indirgenemez. Kur’an'ın tüm alemlere bir hatırlatma olduğunu söyleyen 81/tekvir Suresi 27. ayet ve Kur’an'ın tüm insanların doğruya iletilmesi için indirildiğini söyleyen 2/Bakara Suresi 185. ayet bu mantığı doğrulamaz. Allah istediği zaman Kur’an ayetlerinin iniş sebebini yine Kur’an'da anlatmıştır. örneğin "Sana soruyorlar, de ki” şeklindeki ayetlerde, sorulara mukabil Kur’an'ın ayetlerinin indiği yine Kur’an'da bellidir. Kur’an'ın kıstaslığını yetersiz görenler ne yazık ki uydurmalara ihtiyaç duymuş ve Kur’an'ın berrak sesinin kötü frekanslarla karışmasına sebep olmuşlardır. ibni Kesir’in Bakara Suresi 29. ayetini ve Kalem Suresi 1. ayetini tefsirindeki, aşağıdaki mantık dışı açıklamasında olduğu gibi komik duruma düşmüşlerdir. "Allah, yarattıklarını yaratmak isteyince önce sudan buhar meydana getirdi. Buhar suyun üzerinden yükseldi ve bu yükselen şeye yükseklik manasında gök dedi. Sonra suyu katılaştırdı ve ondan bir tek yer meydana getirdi, sonra bu yerleri parçaladı ve onları iki günde; pazar ve pazartesi günü yedi yer haline getirdi. Yeri balığın üzerinde yarattı ki balık Allah Teala'nın Kalem suresinde: Nun ve Kaleme andolsun ki diye söz konusu edilen Nun balığıdır. Balık sudadır. Su ise kayalığın üzerindedir. Kayalık ise hiçbir bitki bitirmeyen büyük bir taşın üzerindedir. Taş ise, bir meleğin sırtındadır, melekte bir kayanın üzerindedir, kaya rüzgardır. İşte Hz. Lokman'ın "Ne gök vardı, ne yeryüzü, balık hareket etti ve kımıldadı, yeryüzü sarsıldı ve üzerine dağlar çekilerek durduruldu. Bunun için dağlar yeryüzünün üzerine oturtulmuştur” diye bahsettiği kaya budur.” Aynı tablodan rahatsız olan Mehmet Akif Ersoy bakın şiirleriyle bu durumu nasıl yeriyor: Hani vaiz diye geçinen maskara şeyler var ya Der ki bir tanesi peştahtayı yumruklayarak: Dinle, dünya neyin üstünde duruyor hey avanak! Yerin altında öküz var, onun altında balık; Onun altında da bir zorlu deniz var kayalık, Başka bir şiirinde Mehmet Akif maskara diye nitelendirdiği tipe şöyle çatar: Nebiye atf ile binlerce herze uydurdun. Yıktın da dini mübini yeni bir din kurdun. Mehmet Akif bu din adamı tipini yererken hiçbir zaman ümitsiz değildir. Aşağıdaki mısralarda ise uydurmalara karşı çözümünü şöyle dile getirir: Doğrudan doğruya Kur’an'dan alarak ilhamı. Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam'ı. Kur’an'ı, uydurma kutsallarla açıklama çabaları, Kur’an'ı Kur’an'la alakasız bir noktaya getirmekten başka bir işe yaramamıştır.
  3. TÜM KAİNAT ALLAH’IN SANATI Allah kendi sanatını, gücünü kimi zaman dünyamızın hareketlerinde, kimi zaman yağmurda, kimi zaman bir kuşun ötüşünde gösterir.Her şeyi yaratan Allah, evrendeki her şeyin ham maddesinin yaratıcısı, aynı zamanda bu ham maddelerin arka arkaya gelip herhangi bir şey oluşturmalarındaki fizik, kimya, biyoloji kanunlarının da yaratıcısıdır. İnsanlar Allah’ın yarattığı “demir” gibi ham maddeleri alır, Allah’ın yarattığı kimya kanunlarıyla demire şekil verir, fizik kanunları çerçevesinde oluşturulan makinelerle, matematiksel hesaplarla birleşimler yapılır ve arabalar, uçaklar ortaya çıkar. Bunları yapan insan, Allah’ın yarattığı gözleri, beyni ve elleriyle, Allah’ın yarattığı ham maddelerle, Allah’ın yarattığı kanunlar çerçevesinde birleşimler yaptığı için insanın arabayı, uçağı ve her şeyi icadı, aslında insanın Allah’ın evrenin içine sakladıklarını buluşudur. Kainatın her noktasında Allah’ın varlığının delillerini bulmayı bilen akıl, baktığı kadar görmeyi de bilen göz; herhangi bir sanat eserinde Allah’ın varlığının delillerini, Allah’ın yaratışının güzelliklerini görür.
  4. TARİH, AKILLA TAKLİDİN MÜCADELESİDİR Peygamber'ler geldikleri devirlerde hep gelenekleri sorgulamışlar, Allah'ın dinine aykırı olan geleneklere ve yerleşik inançlara karşı mücadele etmişlerdir. Kur’an’ı okuduğumuz zaman Peygamberlerin, insanları düşündürerek, akıllarını çalıştırtarak Allah'ın dinine aykırı olan geleneklere, yerleşik inançlara karşı organize ettiğini anlarız. Kur’an, insanları Allah'ın yerdeki, gökteki ve bunların aralarındaki delillerini incelemeye, bunlar üzerinde akıl yürütmeye çağırır. Oysa Kur’an'a karşı çıkanlar, atalarını üzerinde buldukları sisteme, yani geleneğe bağlı olduklarını ve bu geleneği devam ettireceklerini söylerler. Tarih boyunca Peygamber'lerin aklı çalıştırma çağrısının en büyük karşıtları, gelenek olmuştur.Ataların uyguladığı sistemi taklit etmek, birçok insana aklı işletmekten daha cazip gelmiştir. “Yoksa onlara daha önce bir kitap verdik de ona mı bağlanıyorlar? “Hayır; dediler ki: «Gerçek şu ki biz, atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk ve doğrusu biz onların izleri (eserleri) üstünde doğru olana (hidayete) yönelmiş (kimse) leriz.» “İşte böyle! Senden önce de bir memlekete elçi gönderdiğimizde, oranın servetle şımarmış elit tabakası mutlaka şöyle demişlerdir:“Biz atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk, onların eserlerine uyarak yol alacağız." “O da "Ben size atalarınızı üzerinde bulduğunuz şeyden daha doğrusunu getirmiş olsam da mı?" dedi. Onlarda “Doğrusu biz seninle gönderileni tanımıyoruz." dediler. 43/ Zuhruf Suresi 21,22,23,24 İlahi hak din, tarih boyunca aklı işletmeyi, din karşıtı görüş ise gelenekçiliği yani atalar kültürünün muhafazakarlığını savunmuşlardır. Kur’an'a göre akıl,vahyin kılavuzluğunda insanların hareketlerine yön vermelidir. Gelenekler, toplumsal dahi olsa peşin kabuller, çoğunluk kabul etse bile aklın, açık delilin doğrulamadığı görüşler insan hayatına rehberlik etmemelidir. “ Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle yalan söylerler.” 6/Enam 116 Kur’an'ın ayetlerinden anlıyoruz ki çoğunluğa veya toplumda hakim olan görüşe uymak insanları doğruya götürmeye yetmemektedir. Oysa bugün insanların, dini adeta bir geleneğe dönüştürdüklerini, din adına bir çok kabulleri kökenini araştırmadan, bu kabullerin dinin bir parçası olup olmadığını sorgulamadan, yaygın görüştür diye, falanca dedi diye kabul ettiklerini görüyoruz. Zuhruf suresinin alıntıladığımız 21. ayeti kitaba dayanılmadan din adına ortaya konulanların geçersiz olduğunu söylemektedir. Fakat ayetlerin devamı, atalardan gelen mirasın nasıl Allah'ın kitabının önüne konulabildiğini göstermektedir. “Onlar (müminler Allahın) sözünü dinlerler ve en güzel bir şekilde de ona tabi olurlar.İşte onlar Allah'ın (kendi sözüyle) doğruya ilettiği temiz akıl sahipleridir.”39/Zümer Suresi 18 “Şüphesiz, yeryüzündeki hareket eden canlıların Allah katında en kötüsü aklını işletmeyen(hakka karşı) sağırlar ve(hakkı söylemede) dilsiz( tavrı takınanlardır ).8/Enfal 22 “…(Allah),pisliği akıllarını kullanmayanların üzerine kılar.”10/Yunus 100 Ayetlerde’de görüldüğü gibi Allah’ın en kötü gördüğü canlı tipi, gerçeğe karşı sağır olan, aklını işletmeyen insanlardır. Bu tipler Allah'ın, diğer canlılardan ayırt edici özellik olarak verdiği aklı kullanmamakta, akıllarını işletmemekte ve Allah'ın delillerini görmemektedirler. (Ayrıca bkz.31/Lokman Suresi21.14/İbrahim10.11/Hud 62-109.5/Maide104.7/Araf 28)
  5. HADİSLERİN UY DURULMA SEBEPLERİ 1) DİNİ BOZMAK, DEJENERE ETMEK İÇİN UYDURMALAR Din düşmanları dinimizi yaşanmaz bir şekle sokmak, dini saçma gösterip yıpratmak için birçok hadis uydurmuşlardır. Daha sonra kendileri ve kendilerinden sonra gelen birçok dinsiz de dini yıkma uğraşlarında bu hadisleri kullanmışlardır. İslama olan inançsızlıklarını, kin ve nefretlerini içlerinde gizleyerek, samimi dindar görüntüsünde halkın arasına karışan birçok münafık, her şeyden önce İslam inancını bozmayı ve Müslümanların kalplerindeki inançlarına şüphe ve tereddütler sokmayı başlıca amaç edinmişlerdi. Bu amaçla akla hayale sığmayan, kafaları bulandıracak, Peygamber efendimiz'in söylemesine imkan olmayan binlerce uydurmayı hadis adı altında Peygamber efendimiz'e fatura ettiler. Kur’an'daki ayetler, daha Peygamber efendimiz sağken münafıkların nasıl Müslümanlar'ın arasına karıştığını göstermektedir. Halife Mehdi zamanında boynu vurulmak üzere yakalanan ünlü dinsiz Abdülkerim bin Ebil Avca öldürülmeden önce şu dehşetli açıklamayı yapar: "Siz beni öldürüyorsunuz ama, ben dininizde helali haram, haramı helal yapan 4000 hadis uydurdum.” 6000 küsür Kur’an ayeti olduğunu düşünürsek sırf bir kişinin 4000 hadis uydurabilmesinin açacağı dehşetli tahribi anlayabiliriz. Ahmed bin el Cuveybari, Muhammed bin Ukeşa ve Muhammed bin Temim'in Hz. Peygamber hakkında 10.000'den fazla hadis uydurdukları söylenir.[İbni Hacer,Lisanu'l Mizan] Zehebi, Ahmed bin Abdullah'ın binlerce hadisi hadis imamlarına dayandırarak uydurduğunu, Enes bin Malik'in hizmetçisi olduğunu iddia eden Dinar Ebu Mikyes'in de Enes bin Malik'ten duyduğunu söylediği uydurma dolu bir sayfayı naklettiğini anlatır. Hadisçilerin kitapları dini bozmak için kasıtlı yapılan uydurmaların itiraflarıyla doludur. Bu uydurmaların varlığı bellidir. Ama kim bu uydurmaların bugün meşhur olan hadis kitaplarına karışmadığını neye dayanarak garanti edecektir? Kur’an'da geçen, Peygamber efendimiz yaşarken var olan münafıkları, bundan sonra iki yüz yıl boyunca çıkan münafıkları kim nasıl teşhis etmiştir de onların uydurduğu hadislerden kitaplarını korumuştur? 2) -SİYASİ AYRILIKLARDAN DOLAYI UYDURMALAR Peygamberimiz'in vefatı üzerinden 30 yıl bile geçmeden Hak sevdalısı Hz. Ali ve saltanat sevdalısı Muaviye arasında çatışmalar boy göstermiştir. Bu dönemden itibaren İslam alemi geriye dönüşü olmayacak bir şekilde siyasi ayrılıkların içine girmiştir. Siyasi olarak ayrılan toplumlarsa birçok alanda çelişmeyi, birbirine muhalefet etmeyi hüner saymışlar, kendi siyasi fırkalarını destekleyen hadisler uydurmuşlar, kendi siyasal hareketlerine inanmayı Allah'ın bir farzı olarak sunmuşlardır. Bu arada kendi liderlerini yüceltip, karşı görüşün liderlerini yerin dibine sokmuşlardır. İslam siyasallaşınca, siyasi gücü elinde bulunduranlar dini, halkı isteklerine göre şekillendirmek için kullandılar. Bu kullanımlarında dini de kendi görüşleri ve menfaatleri doğrultusunda şekillendirerek, dine eklemeler ve çıkarmalar yaptılar. 3) -DİNİ EKSİK ZANNEDİP, KENDİNCE DİNİ KURTARANLARIN UYDURMALARI Dindar olarak tanınan birçok gözde(!) Müslümanın durumu Yahya bin Said'in: "Salih kişileri hadiste olduğu kadar hiçbir şeyde yalancı görmedik.” sözünde en güzel ifadesini bulmuştur. Müslim, Ebu Zennat'dan şunu nakleder: "Medine'de yüz kişiyle karşılaştım, hepsi de güvenilirdi, ama hadisleri alınmazdı” Görüldüğü gibi birçok sözde dindarın hadis uydurduğu hadisçilerin bile malumudur. Kendi görüşlerini çok değerli bulan bu tipler, dine kendi görüşlerini kattıklarında çok yerinde bir hareketle dine büyük hizmet ettiklerini sanıyorlardı.Oysa Allah'ın kendilerinden daha iyi düşündüğünü, Allah'ın unutkan olmadığını ve gerekseydi Kur’an’da gerekli konularda açıklama yapılacağını bilmeleri gerekirdi. Allah'ın açıklamadığı bir şeyi dine sokarak dine fayda getireceğini sanmak, ilkel bir düşünme tarzıdır ve acı son da ortadadır. Dini şahsi reylerine muhtaç görüp, sözde dine yardım edenleri, Allah'ın serbest bıraktığı konularda hükümler getirip din gibi sunanları da, dini eksik zannedip din kurtaranlar sınıfına sokabiliriz. 4) -DİNİ SEVDİRMEK İÇİN UYDURMALAR Bu madde kısmen 3. maddeye benzemektedir, bu maddedeki tipler de dini kurtaracağını zannedenlerden, Allah'ın dini kurtardığından habersiz olanlardan oluşur. Bu tiplerdeki esas kaygı dini sevdirmek, ibadetleri sevimli göstermek gibi kaygılardır. Bu popülist kaygı Allah'ın indirilmiş dininin, uydurulmuş hadislerle ve izahlarla karışmasına yol açmıştır. Bu tipler arasında Ebu İsmet Nuh gibi Kur’an'ın her suresinin faziletleri hakkında hadis uyduranlar da vardır. Peygamber efendimiz'i yüceltmek için Peygamber efendimiz'in üstünlüklerine dair hadisler üretenler mevcuttur. Bu uydurucuların kendilerini savunmak için şöyle söyledikleri aktarılır: "Biz Hz. Peygamber adına yalan uydurmadık, bilakis bunu Peygamber'in getirdiği dini güçlendirmek için yaptık.” (İbni Hacer, Fethul Bari) Bu alıntıda gördüğümüz gibi bunlar, bu tarzda hadis uydurmayı yalan olarak bile görmemişler, hatta bu korkunç fiillerinde belki de sevap ummuşlardır. "Biz Peygamber lehinde yalan söylüyor ve şeriatını takviye ediyoruz” Görüldüğü gibi bu uydurucular Allah'ın Kur’an'ını eksik görmekle, bir de üstüne hadis uydurmakla kalmamış, üstüne üstlük dindarlık şampiyonluğunu da kimseye bırakmamışlardır. Aşırı dindar tanınan kimseler bu özellikleriyle din namına en tehlikeli sınıflardan biri haline gelmişlerdir. Zira onlar halkın sevip güvendiği, sözlerine önem verip, hareketlerini örnek kabul ettiği kimselerdi. Onların hadis olarak tanıttığı söz, daha rahat kabul görüyor ve itiraza uğramıyordu. Böylece saf İslam, Kur’an'ın ruhundan daha çok uzaklaştı ve oluşan yeni yapı tüm katkılarıyla katıksız İslam sanıldı. 5) -MEZHEPLERİNİ, FİKİRLERİNİ DOĞRU ÇIKARMAK İÇİN UYDURANLAR Saf vahiy olan Kur’an'a dayalı bir İslam modelinden uzaklaşılıp, insan sözlerinin Allah'ın hükmü olarak takdim edildiği, hadise dayalı gelenekçi bir modelin kuvvetlendiği ortamda, insanlar dini farklı farklı anlamaya başlamışlardı. Bu tablo İslam'ı anlama ve yaşamada birbirleriyle uzlaşmayan, dini konularda ayrılığa düşen farklı düşüncelerin, kamplaşmaların, mezheplerin doğmasına sebep oldu. İnsanlar Kur’an savunuculuğundan uzaklaşıp mezhep savunuculuğuna başladılar. Bunu yaparken de kendi düşüncelerinin haklılığını ispat edip halkı etkileyebilmek, kendi mezheplerine çekebilmek için Hz. Peygamber’in dilinden kendi mezheplerini öven, öteki mezhepleri aşağılayan uydurma hadislere dayanma ihtiyacı hissettiler. 6) -ZORLAMA ALTINDA UYDURANLAR Daha evvel de değindiğimiz gibi hadis toplama hareketinin ilk başlamasında özellikle Emevi halifelerinin zorlama, tehdit ve işkenceleri önemli yer tutar. İlk hadis toplayan kişi olduğu iddia edilen Ez Zuhri'nin şu sözü bunun delilidir: "Biz hadisi yazmaktan hoşlanmıyorduk. Ne var ki o yöneticiler (Emevi halifeleri ve adamları) bizi buna zorladılar.” Zorlama altında yapılan toplamalarda hadislerin mevcut yönetimin hoşuna gidenleri, mevcut yönetimin iktidar, kültür, gelenek, tarih anlayışını destekleyenleri toplanmış, buna aykırı olanlar elenmiştir. Mevcut hadisler zaten mana ile nakledildiğinden, birçok hadis kelime oyunlarıyla geleneği hükümleştirme yolunda kullanılmıştır. örneğin Peygamber efendimiz'in kendi şahsi tercihi olarak yaptığı bir fiil anlatılırken; “Peygamber efendimiz buyurdu ki”, “Peygamber efendimiz emretti ki” tarzında, Peygamber efendimiz'in muradı olmayacak bir tarzda kullanılmıştır. Tüm bu uydurma ve anlam kaydırmaları ise hiç şüphesiz hakim olan sınıfın, hadis toplama için zorlama yapan sınıfın görüşleri doğrultusunda olmuştur. Zorlama altında dine sokulan uydurmalar, sırf Emevi ve daha sonra Abbasi dönemleriyle sınırlı değildir. Bu dönemde çoğunlukla hadis uydurma yoluyla dine sokulan ilaveler, daha sonra halifelerin, valilerin zorlamasıyla fetva, içtihad adı altında kendini gösterir. Osmanlı döneminde halifeliğin, padişahlık gibi babadan oğula geçebileceği, devletin yararı için padişahların günahsız öz kardeşlerini bile öldürtebileceği şeklindeki görüş, içtihad ve fetvalar hep zorlama altında gerçekleşmiştir ve bunlar, mevcut iktidarların güçlerini devam ettirmek için dini yozlaştırmayı bile umursamadıklarını gösterir. Unutmayın ki, tüm bu fetvalar şeyhülislam etiketini görenin önemli birisi sanacağı, mevcut yönetimin atadığı ve maaşa bağladığı kişiler tarafından verilmiştir. 7) -MADDİ ÇIKAR SAĞLAMAK İÇİN UYDURANLAR Hadis toplayan gezginler ticaret düşüncesiyle hadis toplamaya başlamışlardı. örneğin Yakub bin İbrahim'in ancak 1 dinar karşılığı hadis rivayet etmeyi kabul ettiği söylenir. Ebu Naym El Fadl da naklettiği her hadis için ücret talep ediyordu. Onun talebelerinden Ali bin Cafer der ki: "Ebu Naym El Fadl'dan hadis yazardık, buna karşılık bizden kıymetli dirhemler alırdı. Yanımızda kıymeti düşük dirhemler bulunursa üste para alırdı.” Fakirlerden kesinlikle hadis yazmayın tavsiyesinde bulunduktan sonra Umera bin Hafsa'nın zengin olduğunu ve yalan söylemeyeceğini, dolayısıyla hadislerinin alınabileceğini söyleyen Şube bin Haccac'a Ali bin Asım şöyle karşılık vermiştir: "Yalan söyleyen nice zengin gördük” Müşterilerinin isteği üzerine sipariş olarak hadis üretenler de vardır. Birçok tüccar sattıkları mallara karşı halkın ilgisini artırabilmek için ilgili malların yararlarını anlatan hadisleri, para karşılığında hadis simsarlarına uydurtmuşlardır. örneğin koku satıcılarının güzel koku kullanmanın faziletleri hakkında uydurttukları hadisler buna örnektir. Şube bin Haccac'ın ifade ettiği gibi 1 dinar karşılığında 70 hadis uyduran Ebul Muhezzem gibiler, hadis uydurucularına birer örnektirler. 8)-MANEVİ ÇIKAR SAĞLAMAK İÇİN UYDURANLAR Peygamber efendimiz'in vefatından ve dört halife devrinden sonra hikayeci kıssacı denilen bazı kimseler, cami ve mescitlerde oturmayı ve çevrelerinde halka oluşturan cemaate vaaz ve öğütte bulunmayı alışkanlık haline getirmişlerdi. Aslında bu kimseleri vaaz ve öğütten ziyade, halkın nazarında kazanacakları yüksek mertebe ve şöhret ilgilendiriyordu. Vaazlarını, kendilerini bu amaca götürecek bir şekilde hazırlıyorlardı. Bunlar şöhrete giden yolun, halkın nazarında önemli bir müessese olan dinin, dini duyguların tahrik edilmesinden geçtiğini bildikleri için, onları coşturacak şekilde vaaz ediyorlar, dramatik konuşmalarla halkı ağlatmaya gayret ediyorlardı. Bunun için Peygamber efendimiz’in adına düzenledikleri garip hikayelerle konuşmalarını süsleyerek, halkı etkileme ve inandırma uğraşı içindeydiler. Halkı en çok etki altında bırakan konuşmaların başında cennet, cehennem tasvirleri geliyordu. Cennet ve cehennem hakkında gerekli olan her şey Kur’an’da anlatılmasına rağmen bu hikayeci-kıssacı kesim halkı daha çok hüzünlendirmek, şaşırtmak ve coşturmak için uydurma hadislerde buldukları zengin hazineyi özellikle bu konuda çok kullandılar. Bu kesimin mesleki başarısı bol hadis uydurmaktan geçiyordu. Ortaya çıkan iç sızlatıcı tabloda belki de insanı en çok güldürebilecek olaylardan biri; bu kıssacılardan Şair Külsüm'ün dilini burnunun ucuna dokundurabilen herkesin cehenneme girmeyeceğinin garanti olmasını söylemesi üzerine, vaaz ettiği cemaatin bunu denemeye başlamasıdır. İbnul Cevzi, bu tipleri şöyle anlatır: "Bunlar arasında suratlarını her çeşit boyaya batıranlar ve bu şekilde sarımsı bir ten kazanarak, kendilerini fazla oruç tutmaktan soluk benizli hale gelmiş takva dindarlar gibi gösterenler bulunmaktaydı. Diğerleri istediği an gözyaşı dökebilmek için tuzlar kullanmaktaydı. Başka bir grup kıssacı ise allı pullu süslettikleri kürsünün tepesinden kendilerini atacak derecede gösteride ileri gitmekte veya dinleyicinin alışık olmadığı biçimde, samimiyetsiz hikayelerini abartılı jestlerle nakletmekte, kürsüyü yumruklamakta, basamakları koşar adım inip çıkmaktaydılar.” Etrafımızı biraz incelersek, İbnul Cevzi'nin tespit ettiği uydurmaların kökenlerinden biri olan bu insan tiplerine tabi olanların, uydurukçu köklerine ne kadar benzediğini görürüz. Sahte gözyaşı, salya, sümük, kürsü yumruklamalı, abartılı jestli tipler hepimize İbnul Cevzi'nin geçmişte tarif ettiği bu kıssacıları çağrıştıracaktır. Uydurmacılardan öylesi görülmüştür ki Cafer bin Nastur Ferab 320 yaşında olduğunu, Peygamber efendimiz'i gördüğünü ve Peygamber efendimiz'in duası sayesinde bu kadar yaşadığını söylemiştir. Reten'in durumu da buna benzerdir. Hicri 4. ve hicri 8. asırda yaşayan bu adamlar sahabe olduklarını iddia etmişler ve bunlardan Reten üç yüz hadislik hadis kitabı yazmış ve etrafına bayağı adam da toplamıştır. 9) -GELENEK, GöRENEKLERİ DİNSELLEŞTİRMEK İÇİN UYDURMALAR Kur’an, insan hayatındaki belli davranışlara yön vermiş, açıklamadığı birçok konuyu ise insanların reyine, seçimine bırakmıştır. İnsanlar, serbest oldukları bu konularda, kendi gelenek, görenek ve dünya anlayışları çerçevesinde davranırlar. örneğin Kur’an yemeği elle mi, çatalla mı, çubuklarla mı yememiz gerektiği konusunda bir açıklama yapmaz. Açıklanmayan konularda tercihimizde serbest olduğumuza göre, Kur’an’a göre biz yemekte veya kıyafette bu şıklardan herhangi birini seçebiliriz demektir. Herhangi bir seçimde fazladan günah veya sevap olacağını söylemek ise Kur’an'la çelişir. Emevi ve Abbasi döneminde İslama eklemelerin önemli bir bölümü, gelenek ve göreneklerin kutsal damgası altında İslama karıştırılmasıyla oldu. Kur’an'ın başı sonu belliydi ve Kur’an'da bu gelenek ve görenekleri tavsiye eden hiçbir izah yoktu. öyleyse tek yol, uydurma hadislerle ve Kur’an'da geçmeyen bir sünnet anlayışıyla; Kur’an'ın özgür bıraktığı bu konuları da dinselleştirip, kutsallaştırmaktı. Emevilerin ırkçı, kavmiyetçi anlayışıyla, Arap dilinden, o dönemin kıyafetlerine, yemek menüsünden, tuvaleti yapış biçimine kadar birçok hareket sünnet adı altında böylece dine sokuldu . 10) -DİĞER DİNLERDEKİ UYDURMALARIN DİNİMİZE TAŞINMASIYLA OLUŞAN UYDURMALAR Bu uydurmaları taşıyanları iki bölüme ayırabiliriz: Birinci bölüm, İslam'ı dejenere etmek, mantıksızlaştırmak veya kendi asıl inancına benzetmek için kasıtlı olarak uydurmaları dine sokanlardır. İkinci bölüm ise İslam'a geçmelerine rağmen kendi eski dini, örfi alışkanlıklarını üzerlerinden atamadıkları için, bunları dinimize taşıyanlardır. Yahudiler'in kıssaları, Hıristiyan hikayeleri, Putperest adetleri, Türkler açısından düşünürsek Şaman adetleri hep dinimizin içine hadis veya içtihad olarak girmiştir. Hacim olarak bakarsak, israiliyat denen Yahudi hikayeleri uydurma kaynağında birinci, Mesihhiyat denen Hıristiyan hikayeleri ise ikincidir. Bunlar diğer dinlerde daha evvel kök saldıklarından dinimize de daha rahat geçmişlerdir. Biz sadece İsrailiyat ve Mesihhiyata değineceğiz. İSRAİLİYAT: Dinimize İsrailiyat'ı taşıyan kişilerin en önemlileri Kab el Ahbar, Vehb bin Münebbih, Abdullah bin Selam'dır. Müslümanlarsa bu aktarımları Kur’an ayetlerinin yanında hikaye etmekte bir zarar görmediler. İşte bu, hadislerin çoğalma kaynaklarından biriydi. Bugünkü tefsir kitapları başta olmak üzere, birçok hadis kitabında bu kimseler kaynaklı yüzlerce uydurmaya rastlayabiliriz. Mesihhiyat; yani Hıristiyan uydurma hikayelerinin dinimize sokulmasının kaynaklarından olaraksa Temim ed Dari ve İbn Cureyc'i gösterebiliriz. Hz. İsa'nın yeniden dünyaya geleceği, Deccal, ölüm meleği, cennet ve cehennem Mesihhiyat uydurmalarının en çok olduğu alanlardır. Musevi, Hıristiyan din bilginlerinin uydurma sözleri, incil’lerden alıntılar, Yunan felsefesinin öğretileri, Fars ve Hind kökenli deyişler ve daha niceleri hadis kanalıyla İslam'a girmiştir. Tüm bunlar doğrudan veya dolaylı olarak İslam kültürünün malı haline gelmiştir. Yine dini kıssalardan büyük bir bölümü İslam’a sızmıştır. Eğer hadislerde kullanılan materyali ve Yahudi din kültürünü incelersek bu ikinciden büyük bölümünün, İslam din kültürüne sızmış olduğunu görürüz.
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.