Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Türk

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    44
  • Katılım

  • Son Ziyaret

Türk tarafından postalanan herşey

  1. sevgili hasan 17 daha güzel şiirleri var onlardan da koysana biraz Allaha emanet ol Allah Türkü korusun ve yüceltsin
  2. Rehberimiz Kuran hedefimiz Turan ve bu hedefimizin önünde kimse duramaz..
  3. ülküdaşım Allah razı olsun.Dağ başını duman aldı BAŞBUĞUM nerdesin sana o kadar ihtiyacımız var ki
  4. Görüldüğü gibi Osmanlıda kırktan fazla vezir,sayısız şehzade öldürülmüş;buna rağmen 36 padişahın 14 ü kendi rızası dışında tahtı bırakmak zorunda kalmıştır.Bunlar bizim tarihimizin öne çıkarılmayan yanlar Selamlar,BU OLAYLARIN HEMEN HEMEN HEPSİ GERÇEKTİR TABİ BAZILARI ABARTI.KARDEŞ KATLİ ZATEN FATİH KANUNNAMESİNDE DE GEÇMEKTEDİR.BU OLAY DEVLETİN BEKASI İÇİN ZORUNLUDUR.YÜCE HAKANLARIMIZ BUNU YAPARKEN ZEVKTEN DÖRTKÖŞE OLMURYOLARDI AMA DEVLETLERİ VE MİLLETLERİ İÇİN ZARURİYDİ.BU UYGULAMAYI YAPMAYAN DİĞER TÜRK DEVLETLERİ ÇOK ÇABUK YIKILMIŞLARDIRSADECE BUNUN VATAN VE MİLLET İÇİN YAPILDIĞINI BİLMELİSİNİZ.TARİH KİTAPLARINA GELİNCE HAKLISINIZ TARİH KİTAPLARININ SEVİYESİ ÇOK DÜŞÜK TÜM GENÇLER TARİHLERİNİ TAM ANLAMIYLA SEVAP VE GÜNAHLARIYLA BİLMELİDİR.AMA TÜM TARİHİNİ AVRUPA VE RUS KAYNAKLARINDAN GEÇİREN Bİ ZİHNİYET BUNU BEKLEMEK ZATEN ÇOK ZOR
  5. senin tarih bilğinden kuşkuluyum zaten osmanlıyıda sadece müslüman bir devlet olduğu için sevmediğinden eminim OSMANLI avrupada ne arıyodu demek ha ne kadar boş bi soru Osmanlı avrupa da cihat ve gaza anlayışından bulunuyodu.Osmanlı neden 600 yıl yaşadı zannediyon sen o coğrafyalarda tek nedeni adil yönetimi kalkıp hala ganimet diyon Osmanlının yıkılışından sonra egemenliği altında ki topraklarda hala kan ve göz yaşı vardır osmanlıya bi daha dil uzatma istersen
  6. Türk

    TÜRKLÜK

    türkiye cumhuriyeti türklük üzerinr kurulmuştur ve türklük üzerine varolmaktadır.Bunu sanırım en cahiliniz bile bilir başbuğ atatürkün türkçü biri olduğunu.Agopyan denen rumlara gelince bu kişiler türk vatanına ihanet etmediği sürece bizim bir parçamızdırlar fakat mesela ihanete geldiğinde geldiğinde köken olarak türk olanda ermeni olanda aynı akibete uğrar bu böyle bilinsin son söz olarak YA SEV YA TERK ET!
  7. kardeşim bu degerli katkılarından dolayı sana teşekkür ederim.TÜRKİYENİN neresine giderseniz gidin hep milletimiz bu pisliklerle karşı karşıyadır.Büyük şehirlerimizde halk artık dışarı çıkamamakta.Eninde sonun da bu işlerinde sonu geleceğini umut ediyoruz gelmesede zorlada olsa getirilecekti.aziz milletimiz her zaman bu tip sorunlarla karşı karşıyadır bundan önce ermeniler vardı şimdi ise başımızda bunlar musallat oldu nabalım bizimde makus talihimiz bu. biz onlara kardeşçe yaklaşsakta onlar bizi her an sırtımızdan hançerlemeye hazır durumdalar.Tabi istisnalar hariç bu yazıda dikkatimi çeken diğer noktaysa sorunun aslında batıya yerleşenleri yarattığı terör örgütü şuan bu koca devlete hiç birşey yapamazlar ve bunun bilincindeler zaten 5 bin çapulcuyla bu aziz millet başa çıkamayacaksa tok olması dAha iyidir.ŞUan büyük şehirlerdeki tüm pisliğin sorunu bunlardır yasa dışı pis ne iş varsa bu insanlar bu işi üstlenmişlerdir.Ama dediğim gibi bu millet çok kahraman yetiştirdi ve halada yetiştirebilecek kapasitede eninde sonunda hainler ekmeği yetikleri yerden kurşunuda YİYECEKLER BUNDAN KİMSENin şüphesi olmasın EY TÜRK TİTRE VE KENDİNE DÖN
  8. Türk

    VAHİDEDDİN HAN

    yaw cuncur yine aynı şeyi yapıyorsun kim diyor kime diyor sen ne diyorsun paranoyamı geçiriyorsun adam gibi yorum yap yaw farklı düşünen ve farklı eylemleri olan vardır Allah herkese akıl fikir vermiş kimsenin sadece düşüncesi kimseye zarar vermez neden bu kadar korkuyorsun anlamıyorum bu hedef göstermeden vazgeç canımı sıkıyorsun senin yüzünden forumada girmeyelim mi yani senin fikirlerinlede benim fikrim uyuşmuyor ama seni o kadar abartmıyorum senin korktuğun bu güçler nedir cin falan mı çarptılar mı yoksa seni öyle deme vallahi inanırım yapı olarak müsaitsinde 8276[/snapback] ANLADIGINIZI UMUYORDUM AMA ACIKLAYIM YINE DE. DIN, HER DÖNEM EMPERYALIZMIN YOKSUL INSANLARIN EKMEKLERINE SÜRDÜGÜ TEREYGINDAN BASKA BIRSEY DEGILDIR. KABEDEKI HACILARIN GÜVEN ICINDE DÖNMESINI SAGLAYAN ÖRGÜTÜN CIA OLDUGUNU DA BILMEZSINIZ HER HALDE. NEDEN HRISTIYAN KLÜBÜ KORUYOR DERSINIZ KABEYI BU EMPERYALISTLERI SAYMAMI DA ISTIYOR MUSUNUZ? BIRI YESIL SERMAYEYE YARDIMI ILE, RUSYA YA KARSI ÜLKE INSANININ EV ILE CAMI ARASINDA MEKIK DOKUMASINI SAGLARKEN; GÜZEL ÜLKEMIZIN EN STRATEJIK NOKTALARINA ÜSLER KONDURAN ABD. DIGERI; VAHDETTIN´IN ILTICA TALEBINI KABUL EDEN GB. AYNI OYUNLAR; SEVR MAYA TUTMAYINCA BU GÜN DAHI OYNANMAKTADIR. SIVAS KATLIAMINI BILE BIR AVUC CAHIL YOBAZIN YAPTIGI KANISINDAYSANIZ COK YAZIK. MARAS, CORUM, OLAYLARINDA DA AYNI TEZGAHA GELEN PAN ISLAMIST ÜLKÜCÜLERDIR. (hic dikkatinizi cektimi acaba. Neden Ülkemiz her krize sokuldugunda inancli kesimler ve irkcilar galeyan getirilmekte, ve bu gücler neden emperyalistler tarafindan desteklenmekte?) VE NEDEN ÜLKENIN VATAN HAINI DIYE SUCLANAN AYDIN KESIMI BU OYUNLARA GELMIYOR DA, TÜRBAN, CAMI, IBADET, IRK TARTISMALARINA ITILEN EN TUTUCU, EN BILGISIZ KESIMLER ÖN PLANA CIKARILIYOR, KORUNUYOR VE DESTEKLENIYOR.? AYNI OYUNU MENDERES TE DENEDI VE BASARDI. TOPRAGI BOL OLSUN, ÜLKENIN BU DURUMDA OLMASININ ILK SORUMLUSUDUR KENDISI. LAYIKINI DA BULMUSTUR. KURTULUS SAVASI VERMIS BIR ÜLKE HALKINA " SIZ ISTERSENIZ HILAFETI BILE GERI GETIRIRSINIZ" DIYEREK CUMHIRIYETI SATISA CIKARAN BIR BASBAKANIN KIME HIZMET ETTIGI HALA ANLASILMIS DEGILDIR. M.KEMEAL O DÖNEM OSMANLININ 500 MILYON DOLAR BORCUNU BILE ÖDEDIGI HALDE, MENDERES, HAZINEDEKI 160 TON ALTINI NE YAPTIGINI ACIKLAYAMADIGI ICIN ASILDI. BU ADAMIN TÜM SECMENI ZAVALLI INANCLI KESIMDI VE ÜLKEYI EL BIRLIGI ILE ABD YE PASKES CEKTILER. simdi anladiniz mi neden ayni seyleri paranoya gibi yazma ihtiyaci duyduhgumu? Maalesef toplumumuz son derece bilincsiz. Her olayi tanri bazinda ele alip kösesine oturuyor. Onlari rahatsiz etmek, her vatan severin görevidir. sevgiler. 8301[/snapback] sen oradaki kendini satmış arap şeyhleriyle dini aynı kefeye koyamazsın bunu anla oradaki satılık şeyhlerin müslüman oldukları bilr meçhul.bırakın artık bu komünist agızlarını Atatürkçüyüm diye geçinirsiniz ama alakanız bile yok senin gibi bi kaç kendini bilmez böyle saçma sapan konuşuyor sonra başka yerde atatürkçü takılıyonuz tabi milletimizde senin gibileri görüp Atatürk ü din düşmanı atatürkçülüğü dinsizlik olarak tanıyo nedir ulu önderin sizin gibilerden çektiği bırakın mezarında rahat uyusun sahte atatürkçüler yeter milletin sizden çektiği çıkarın artık maskelerinizide gerçek yüzünü gösterin
  9. Türk

    VAHİDEDDİN HAN

    canugur osmanlıya bile dil uzatacak kadar yabancılaşmışsınız siz senin burdaki amacın bence tartışmak falan deyil senin siyasi düşüncelerinide az çoktahmin edebiliyorum senin derdin tartışmak değil buradaki bazı kişilerin beynini yıkamak sana tek sözüm var titre ve kendine gel
  10. Türk

    VAHİDEDDİN HAN

    SAĞOL SEVGİLİ KARDEŞİM İBN_İ HALDUN TARİH KONUSUNDAKİ YAZILARI ÇOK İYİ KUTLARIM.DEDİĞİN GİBİ KÖTÜLEMEK ZORUNDAYDILAR VE HAKLILAR UNUTMAYALIM ATAYI SAMSUNA VAHDEDDİN HAN YOLLADI.AYRICA ŞUAN OSMANLI ARŞİVLERİ AÇILMAMIŞTIR TAMAMIYLE KESİN HÜKÜM VEREREK BİR YERE VARAMAZSINIZ
  11. Türk

    enver paşa

    her insanın hataları vardır tabi enver paşanında vardı.HATALARI BİR YANA HERŞEYİ ULUSU İÇİN YAPTI VE SONUNDA ŞEREFLİCE ŞEHİT OLDU.SEVMEYENLERİN BİLE SAYGI DUYMASINI BEKLERİM PAŞA ÇÜNKÜ O KENDİNİ ULUSUNA ADAMIŞ BİR DAVA ADAMIYDI HEP İNİZE HÜRMETLER
  12. Türk

    Cumhurbaskanligi

    dua edelim de ozamana kadar erken seçim olsun başbakanlığı halletti bi cumhurbaşkanlığı eksikti
  13. Türk

    VAHİDEDDİN HAN

    sanane benim türkçülügümden kardeşim ikide bir bunu söylüyorsun bu benim düşüncem ister katıl ister katılma ihanetle ne alakası var.Atamız bizim herzaman başbuğumuzdur.SANA BUNUN CEVABINI İNŞALLAH TARİH VERİR
  14. Türk

    enver paşa

    aynı başlık altında enver paşanın biyoğrafisi vardır lütfen okuyun ayrıca sizin fikriniz budur sayğı duyarım tarih daima güçlüleri tutar enver paşa zafer kazansaydı muhakkak oda kahramanlar bölümünde yer alacaktı askeri açıdan başarısızdır fakat bunları bijerek ve kasten yapmamıştır bizim bahsettiğimiz budur
  15. canuğur ben sana burda arapları sev diye birşey diretmiyorum açıkçası bende arapların 1.dünya savaşında yaptıklarından dolayı pek sevmem.Ama şu dünyada dostluk önce diğer türki cumhuriyetler ve sonra yine arap devletleriyle olacaktır.Tabiki şuandaki vahabi arap şeyhleriyle bu dostluk kurulamaz. İLERİDE YÖNETİM DEĞİŞİKLİĞİYLE olabilir.ayrıca türkler zorla müslüman olmadılar buna katılamam tarihte zorla din değiştiren bir kavimi okumadım örneğin fransız mezalimine maruz kalan cezayir halkı din degiştirmemiştir.Arap adetlerine gelince tamamen karşıyım islam ile araplaşmayı birbirine karıştırdığımızda bu iş zaten yürümez arap vahşetine bir kaç örnek vermişsin ben daha kötülerini de okudum merak etme biraz affedici olmalıyız tarihi hasmımız yunanlılara bile bu kadar yalakalık yapatken aynı dinden oldugumuz araplara daha affedici olmalıyız.ayrıca beni arapçı olarak nitelendirmişsin ben köküne kadar turancı bir türk genciyim bunuda böyle bil ayrıca dini konulara biraz daha pozitif yaklaşman gerekli bu iş hep muhalif olmakla yürümez ayrıca merak ettim dinin ne
  16. Türk

    EBULFEYZ ELÇİBEY

    ANLATTIKLARINDAN HAYATI Azerbaycan'ın Ordubat bölgesinin Keleki Köyünün Halil Yurdu Yaylasında 1938 yılı Haziran ayında doğdum. Babam, Aliyev Kadirkulu Merdanoğlu Rus-Alman savaşında hayatını kaybetmiş. Eğitim-öğrenimime Unus ilkokulunda başladım. Yedi yıl süreli ilk eğitimimin ardından Ordubat şehrinde M.T. Kutsi I nolu orta okulunda okudum. Yedi yıllık ilköğrenimimi tamamlayıncaya kadar en büyük arzum doktor olmaktı. Ona öğrenimime başladığımda Tarih ilmine ilgi duydum. Toplumu anlamak benim için çok ilgi çekici idi, Marks'ın Kapital'ini okumaya başladım. Bize yaptıkları propaganda da Kapital'i dünyanın şaheseri olarak tanıtmıştılar. O dönemler okuduğumda Kapital'i tam anlamıyla kavrayamamıştım. Öğretmenlerim ve öğrenci arkadaşlarım beni haklı olarak alaya alıyordular. Küçük yaşlarımdan başlayarak oruç tutardım, (gizli olarak tuttuğum dönemlerde oldu ki, öğretmenler bilmesin) Bazen annemle birlikte namaz da kılıyordum. 9-10. sınıflarda iken Mir Cafer Bağırov'u savunduğum için birkaç defa öğretmenler odasına çağrılıp bu düşüncelerimden vazgeçmem istendi. 10. sınıf öğrencisi iken, Azerbaycan Devlet Üniversitesi'nde Şarkşünaslık (Doğu ilimleri) Fakültesi açılacağını öğrendim. Nizami, Hakanı, Fuzuli ve diğer şairlerimizi daha doğru anlamak amacı ile söz konusu fakülte sınavlarına hazırlandım. 1957 yılında Azerbaycan Devlet Üniversitesi'nin Şarkşünaslık Bölümüne (o yıllarda Filoloji Fakültesi'nin bünyesinde idi) Arap Filolojisi uzmanlığına girdim. Üniversitenin II. ve III.. sınıflarında okurken tarihi-siyasi konulara daha çok ilgi duymaya başladım. Birkaç öğrenci yoldaşım ile birlikte milli siyasi konularda ateşli tanışmalara başladık. Bizde böyle bir fikir oluştu ki, halkımız köle, vatanımız ise sömürgedir. Bu sohbetler Alim Hasayev, Malik Mahmudov, Rüstem Eminov, Mehdi Ağalarov, Rafık Ismailov, Abbas Musayev ve Zakir Memedov ile aramızda geçiyordu. Azatlık uğrunda mücadele etmeye söz verdik - elbette amatör ruhla başlayan mücahitler olarak. Ancak profesyonel mücadele yollarını da arıyorduk. Üniversitenin V. sınıfında iken aramızda Arap dilini iyi derecede bilen Malik Mahmudov ile Malik Karayev bir yıl süre ile Irak'a pratik için gönderildiler. Onlar bir yıl sonra döndüklerinde Malik Mahmudov ile siyasi mücadelemizi devam ettirmemiz konusunda ciddi karara vardık ve bir meramname (program) hazırladık. Meramname hakkında yalnız beş kişi bilgi sahibi idi. Ben takip eden süreçte yaklaşık iki yıl (1963-64) Mısır'da tercüman olarak çalıştım. Mısır'da bulunduğum ortam, siyasiler ile ilişkilerim bana çok önemli kazanımlar sağladı. Hatta orda bîr iki kez Türkiye ve ABD Büyükelçiliklerine giderek birileri ile tanışmak istedim. Ancak çekindim. Kendimce bu karara vardım ki, ben onlarla ilişki kurar isem sorun doğar, halkıma güven sarsılır, onları yurt dışına bırakmazlar. Mısır'da bulunduğum süre içerisinde yabancı siyaset adamları (belki de istihbaratçılarla) hiçbir temasımın olmamasına çalıştım. Mısır'da bu ülkenin devlet adamları ile ilişkilerim oldukça seviyeli idi. Gerek Sovyetler gerek Mısır'ın siyaset adamları beni doğrulurı konuşan bir insan olarak görüyordular. Onlar birbirlerini aldattıklarında yanlışlıklarını anlatıyordum, bana bakıp gülüşüyordular. Ben söz konusu olduğunda Nasır' ı da Kruşçev'i de eleştiriyordum. Siyaset dünyasında böylesine hareket istihza yaratıyordu. Bir gün Luksor şehrinde Sovyet uzmanlarından bir grup ile Devlet Başkanları Kruşçev'i. Nasır'ı, Irak Devlet Başkanı Arifi, Azerbaycan Bakanlar Kurulu'nun başkanı Alîhanov'u, Cezayir Devlet Başkanı Ahmet Bin Bella'yı ve diğerlerini karşılıyorduk. Herkes konuklarla tokalaşıyordu, ben yalnız iki kişi ile, Ahmet Bin Bella ve büyük sanatkarımız Reşit Behbudov ile görüştüm, diğerleri geldiğinde elimi cebime koydum. (Şimdi bu hareketim kendime de garip geliyor) Bu davranışımdan dolayı bir soruşturmada geçirdim. Benim kendi dünyam vardı.Herhalde iş arkadaşlarım beni delikanlı tercüman olarak görüyordular. Soruşturma döneminde Özellikle de Kruşçev'in Kıbrıs sorunu ile ilgili görüşlerinden dolayı bir İki aşağılayıcı söz de sarf etmiştim. Baku 'ye döndüğümde DTK (Devlet Güvenlik Komitesi KGB) Kruşçev ile ilgili sözlerimden ötürü beni cezalandırdı. Mısır'dan döndükten sonra Ben, Malik Mahmudov. Alim Hasayev ve Rafik Ismailov birkaç kez görüşüp dörtlü bir grup oluşturduk. Her birimiz 3 kişi seçmeli, bu üçlü gruplardan her bîri 5 kişiyi gruba celb etmeliydi. Bir süre geçtiyse de teşkilatı istediğimiz ölçüde kuramıyorduk (Tecrübesizliğimizin yanısıra DTK bizi sürekli izliyordu) İstediğimiz teşkilatı oluşturamayınca, her birimiz ferdi çalışmaya, daha çok propaganda faaliyetine başladık. Ben bütün gücüm ile üniversite ve doktora öğrencileri arasında milli şuurun canlanması yönünde propaganda yapıyordum. Hiç kimseye hesap vermediğim gibi bazı konuları yakın dostlarımdan da gizliyordum. Üçlü, beşli, yedili ve dokuzlu olmak üzere gruplar oluşturuyordum. Her grup ile de yalnızca kendim meşgul oluyordum, Bu süreç uzun bir süre ve güç İstiyordu. 1969 yılında Tolunoğulları Devleti (IX. yüzyıl) adlı doktora tezimi yazdım. 1971-74 yıllarında üniversitede artık öğrenci hareketleri görülmeye başlandı. Amacım geleceğe hazırlamaktı. DTK , bir teşkilatın faaliyet gösterdiğini biliyor, ancak bütün çabalarına rağmen ortaya çıkaramıyordu. (Artık sır değil: l keresinde üniversitede hocam Aliövset Abdullayev bana DTK'da benim gizli örgüt ve programım olduğu konusunda düşünceler olduğunu bildirdi. Ben, O'nu bunun doğru olmadığına inandırdım, ancak kendim yalan konuşmuştum. (Şimdi hocamdan özür diliyorum) Ancak DTK bütün dikkati ile beni izliyordu. Ocak I975'de beni tutukladılar. DTK benim yanıma birkaç hoca ve öğrenci yerleştirebilmişti. Ben onları duymuştum. Ancak onları aldatıyordum. (Kim kimi?) Benim hiçbir hoca veya öğrenciye (hatta DTK ajanlarına) nefretim doğmuyordu. Bazen hatta DTK çalışanlarını bile günahkar görmüyordum. Bir tek düşmanım vardı. Sovyet İmparatorluğu. Diğerleri onun zavallı hizmetlileri idi. Bu zavallı generallere ve polislere de acıyordum. Benim işim zalim imparatorluğa karşı mücadele idi. Hainlere, satılmışlara tarih kendisi ceza verecekti, verdide. Ocak 1975 Temmuz 1976 arasında hapis yattım. Aralık 1976'dan itibaren Azerbaycan ilimler Akademisi Salman Mümtaz Elyazmalar Enstitüsün 'de çalıştım. Ebülfez ELÇlBEY mahkumiyetinden sonra göreve başladığı El Yazmaları Enstitüsü'nde de halkını azadlık uğruna örgütleme çalışmalarını aralıksız devam ettirdi. 1988 yılında başlayan ermeni saldırı ve provokasyonlarına karşı ilk direniş hareketini; Kasım 1988'de "Meydan Mitingleri'ni düzenledi. 16 Haziran 1989'da Azerbaycan Halk Cephesi'ni resmen kurarak başkanı seçildi. Kızılordu'nun 20 Ocak 1990'da Bakü'de hayata geçirdiği katliama kadar çalışmalarını sürdürdü. Katliamın ardından dağılma sürecine giren Sovyetler Birliği ve Azerbaycan'da siyasi istikrar tamamen sarsıldı. ELÇlBEY önderliğindeki Azerbaycan Halk Cephesi, Azerbaycan Türklerinin bağımsızlık taleplerini açıkça dile getirdiler. Üç renkli ay-yıldızlı bayrak Parlamento binasına asıldı. Aralıksız sürdürülen çalışmalar sonucu Azerbaycan Cumhuriyeti 18 Ekim 1991'de bağımsızlığını ilan etti. ELÇİBEY, Parlamentonun aldığı karar gereği 7 Haziran 1992'de yapılan ilk demokratik seçimler sonucu Azerbaycan Cumhuriyeti'nin Devlet Başkanı seçildi. Göreve başladığı ilk günden itibaren ülkede insan hakları ve hukukun üstünlüğüne saygılı demokratik devlet yapısını oluşturmaya çalıştı. Rus ordularını Azerbaycan Cumhuriyeti'nden çıkardı. Devletin resmi dilinin Türkçe olduğunu ilan etti. Latin alfabesini uygulamaya koydu. Ermeni saldırı ve işgallerine Azerbaycan Halk Cephesi taraftarlarından oluşan gönüllü birliklerle karşı koydu. Ancak 4 Haziran 1993'de maruz kaldığı darbe sonucu Bakü'den ayrılarak Nahçıvan'ın Keleki köyüne gitti. 4 yıl süreyle kaldığı Keleki'den 31 Ekim 1997'de Bakü'ye dönerek 1995 yılında partiye dönüştürülen Azerbaycan Halk Cephesi Partisi'nin Genel Başkanı olarak siyasi çalışmalarını devam ettirdi. Bu süreçte kurduğu ve başkanı olduğu Bütöv Azerbaycan Birliği adlı teşkilatla da büyük ideallerini hayata geçirme çalışmalarını yürüttü. Ebülfez ELÇlBEY uzun süre devam eden rahatsızlığının şiddetlenmesi üzerine tedavi görmek amacıyla 7 Temmuz 2000'de geldiği Türkiye'de 22 Ağustos 2000 Salı günü vefat etti "Ömrümün en hoş günlerinden biri 16 Haziran 1989'da Azerbaycan Halk Cephesi'nin kurulması ve Cephe başkanı seçilmemdir. En ağır sarsıntılarım 20-23 Ocak 1990 katliamı, Taşaltı olayları, Hocalı katliamı, Susa ve Laçın'da yaşadığımız ihanetlerdir. En çok etkilendiğim, dostlarımı kaybetmektir. (Bütün anlamlarda) Sevgim - Millete! Vurgunluğum - Azadlığa ve adalete! itaatim - Hocalarıma! Borcum - Dostlarıma ve meslektaşlarıma! Nefretim - Yalancılara ve iki yüzlülere AYRINTILI BİLGİ www.ulkuocaklari.org.tr
  17. Türk

    VAHİDEDDİN HAN

    Son Osmanlı pâdişâhı ve İslâm halifesi Sultan Birinci Abdülmecid Hanın ogullarının en küçügüdür. Annesi Gülistû Sultan’dır. 2 Şubat 1861 târihinde dogdu. Çok küçükken anne ve babasını kaybetti. Agabeyi İkinci Abdülhamid Han tarafından büyütülüp, himâye edildi. Çok zekî olup fıkıh bilgisinde pek ileriydi. 4 Temmuz 1918’de agabeyi Sultan Reşâd’ın vefât ettigi gün pâdişâh ve halife oldu. Saltanata geçtiginde ordu ve donanmaya bir Hatt-ı Hümâyun göndererek Başkomutanlıgı üzerine aldıgını bildirdi. Enver Paşanın Başkumandan Vekili ünvânını Başkumandanlık Kurmay Başkanı şekline çevirdi. Tahta geçişi dolayısıyla hazırlanan Hatt-ı Hümâyunda Pâdişâh: Kabinede adâletin dagıtımı ve güvenligin saglanması husûsunda daha fazla gayret harcamasını, zaruri gıdâ maddelerinin ucuzlatılması için acele tedbir alınmasını, ögretimin arttırılmasını, siyâsi suçluların af edilmesini, savaş bölgesi dışındaki sıkıyönetimin kaldırılmasını, devlet hizmetinde çalışacak olanların nâmuslu kimselerden seçilmesini, kânûni bir sebep olmadıkça kimsenin işinden uzaklaştırılmamasını istedi. Bu istekler ve yeni icraatı pâdişâhın devlet işlerinde ve memleket meselelerinde aktif bir yol tutacagının açık bir deliliydi. Ancak bu sıralarda Birinci Dünyâ Savaşının korkunç neticeleri alınmak üzereydi. Nitekim 30 Ekim 1918’de Mondros Mütârekesi imzâ edilerek, Birinci Dünyâ Harbi, maglubiyetimizle bitti. Mütârekeye imzâ koyan delegeler, 10 Kasım 1918’de saraya arz-ı tâzim için geldiklerinde pâdişâh bunları kabul etmedi. Mütârekeden hemen sonra Osmanlıları Birinci Dünyâ Savaşına sokan Talât, Enver ve Cemâl Paşalar 3 Kasımda yurt dışına kaçtılar. 24 Kasım 1918’de Pâdişâh Daily Mail Gazetesi muhâbirine beyânat verdi. Daha sonra Times Gazetesi’nde de yayınlanan bu beyânatta, Osmanlıların Dünyâ Savaşına girmeleri sorumlulugunu İttihat ve Terakki Fırkasına yüklüyor, bu suretle felâkete onları sebep gösteriyordu. Bu beyânatında:“Osmanlı Devletinin harbe katılması âdetâ bir kazâ neticesidir. Eger siyâsî vaziyetimizle cografi durumumuz ve millî menfaatlarımız ciddî sûrette nazarı dikkate alınsaydı, vukû bulan teşebbüsün aslâ mâkul olmadıgı açıkça anlaşılırdı. Maalesef o zamanki hükûmetin basiretsizligi bizi bu bâdireye sürükledi ve felâketimize sebep oldu. Eger ben Makam-ı saltanatta bulunsaydım, bu elim vak’a katiyyen husûle gelmezdi. ’’demiştir. Neticede İttihatçı liderlerin baskısından kurtulan Sultan Vahideddîn’in elinde ancak düşmanlara teslim edilmiş bir milleti idâre etmek kaldı. 16 Mart 1920’de Îstanbul İtilâf devletleri tarafından işgâl edildi. Yunanlılar İzmir’e, İtalyanlar Güneybatı, Fransızlar da Güney Anadoluya girdiler.Vahideddîn Han 11 Mayıs 1920’de düşmanların hazırladıgı ve Anadolu’nun işgâlini ihtivâ eden Sevr Antlaşmasını bütün baskılara ragmen imzâlamadı. Osmanlı ordusu tamâmen lagvedildi. Medîne muhâfızı Fahri Paşa, on ikinci ordu kumandanı Ali İhsan Paşa ve Harbiye Nâzırı Mersinli Cemâl Paşa gibi degerli kumandanlar Malta’ya sürüldüler. Yalnız pâdişâhın şahsını korumak için, yedi yüz kişilik maiyyet’i seniyye kıt’ası bırakıldı. Sultan bu taburu, Ayasofya etrâfındaki sipere sokup câmiye çan takmak veya müze yapmak isteyenlere ateş ediniz emrini verdi. İşgâl altındaki Îstanbul’dan vatanın kurtarılmayacagını anlayan Vahideddîn Han, güvendigi kumandanları Anadolu’ya göndermek istedi. Ancak bunlar;(Dünyâya karşı harp edilmez. Bu iş olmaz.) diyerek gitmeyi reddettiler. Sultanın, kurtuluşun Anadolu’dan gerçekleşecegine ümidi tamdı. Bir ara kendisi gitmeyi düşündüyse de İngilizler;’’ Eger Anadolu’ya geçersen Îstanbul’u Rumlara işgal ettirir, taş üstünde taş bırakmayız.’’ Diyerek engellediler. Bunun üzerine bir gün saraya çagırdıgı Mustafa Kemâl’i;’’Paşa, paşa! Şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunları unutun. Asıl şimdi yapacagın hizmet hepsinden mühim olabilir. Devleti kurtarabilirsin.’’ Sözlerinden sonra, büyük yetkilerle Anadolu’ya gönderdi. Vahideddîn Han, bundan sonra Îstanbul’daki işgâl kumandanlarını oyalamak ve Anadolu’daki mücâdeleyi gözden uzak tutmak için türlü siyâsî gayretler içine girdi. Fakat İngilizler de Türk birligini parçalamak için pâdişah aleyhine çalışmaktan geri kalmadılar ve aleyhine kampanya başlattılar. Yegâne arzuları pâdişahı milletin gözünden düşürmekti. Nitekim bunda ısrar eden İstanbul’daki İngiliz işgâl kuvvetleri, 17 Kasım 1922 Cumâ günü halîfeyi baskı ve silah zoruyla Dolmabahçe Sarayından motora alarak Malaya harp gemisine bıraktı. Bu gemi, son Osmanlı pâdişahı ve İslâm halîfesini, İngilizlerin Türk aydınlarını sürdükleri Malta Adasına götürdü. Vahideddîn Han, acı ve sıkıntı içinde geçen bir sürgün hayâtından sonra, 16 Mayıs 1926’da İtalya’da vefât etti. Cenâzesi Şam’a getirilerek Sultan Selim Câmii Kabristanına defnedildi. Vahideddîn Han, çok akıllı ve çabuk kavrayışlıydı. Arada Sultan Reşâd olmayıp da, İkinci Abdülhamîd Handan sonra tahta çıksaydı, İttihat ve Terakki hükûmetinin hatâlarını önleyecek, felâketlerin önüne geçecek kudret ve idâre sâhibiydi. Mala, dünyâya düşkün olmadıgı güzel ahlâklı ve eşi az görülebilecek kadar fazla nâmuslu oldugu vesîkalarda göze çarpmaktadır. Çok sevdigi vatanından koparken yanında şahsî ve pek cüz’î mal varlıgından başka bir şey götürmedigi, ayrılmasının üzerinden henüz dört yıl geçmeden vefâtında kasaba, bakkala ve fırına olan borçlarından dolayı 15 gün tabutunun kaldırılmamış olmasından da anlaşılmaktadır. Vahideddîn Hanın vatanının ve milletinin ugradıgı felâketler karşısında neler düşündügü ve neler hissettigi kayıtlara geçmiş şu hadîseden çıkarılabilir. 1919 senesi Ramazanında bir sabah Yıldız Sarayında yangın çıkar. Kısa zamanda büyüyen alevler, sultanın geceleri kaldıgı dâireyi de sarar. O geceyi tesâdüfen Cihannümâ Köşkünde geçirmiş olan Vaideddîn, yangını haber alınca, üzerine pardesüsünü giyerek dışarı çıkar. Köşkün önünde hiç telaş göstermeden yangını seyrederken çevrede aglayanları görünce gözleri yaşararak; ’’Benim vatanım ateş içinde, onun yanında bunun ne kıymeti var.’’ Demekten kendini alamaz. AYRINTILI BİLGİ www.bozkurt.net
  18. TÜRKLERİN İSLAMİYETİ SEÇMELERİ BİR SÜREÇTİR. ÖNCE TÜRKLER BİLDİĞİNİZ GİBİ EMEVİLER SAVAŞMIŞLARDIR TÜRGİŞ DEVLETİ ZAMANI DAHA SONRA ABBASİLER DEVRİNDE TALAS SAVAŞI SONRA İYİ İLİŞKİLER SÜRECİN DE İSLAM HIZLA YAYILMIŞTIR BUNDA EN ÖNEMLİ ETKENDE HORASAN ERENLERİNİN İSLAMI TÜRKLERE ANLATIP YAYAMALARI SONUCUDUR.PEYGAMBER KONUSUNA GELİNCE KURAN HER PEYGAMBERDEN SÖZ EDİLMEMİŞTİR 24 BİN PEYGAMBERİN GELDİĞİNDEN BAZI HADİSLER BAHSETMEKTEDİR ZATEN MANTIKLI DÜŞÜNÜNCE O ZAMAN BİR HABERLEŞME İMKANI OLMADIGINDAN HER KAVME PEYGAMBER GELMESİ OLASIDIR.MÜSLÜMAN TÜRKLER YAZISINDA DA BELİRTMEK İSTEDİGİM MÜSLÜMAN OLMAYAN TÜRKLERİN BÜYÜK ÇOGUNLUGUNUN BENLİGİNİ KAYBETMESİDİR TEŞEKKÜRLER ESENLİKLER DİLERİM
  19. Türk

    ALLAH YOKTUR MU?

    tartışma özürlü olmayla bunun bir alakası yok lafını bil düşünürken biraz daha beynini kullan dostum
  20. Siyasi tarihe baktığımızda, farklı ideolojilerin zaman zaman kendilerine sözde "bilimsel" dayanaklar aramaya çalıştıklarını görürüz. İddialı siyasi teorilerle ortaya çıkan ideologlar, ortaya attıkları iddiaların "bilimsel" olduğunu öne sürmüş ve bu imajla birlikte kendilerine inanılırlık ya da meşruiyet sağlamaya çalışmışlardır. Örneğin Karl Marx ve Friedrich Engels, komünist ideolojiyi geliştirirken, tamamen "bilimsel" bir teori ortaya attıklarını öne sürmüşlerdir. Bu nedenle de komünistler, kendi ideolojilerine "bilimsel sosyalizm" demeyi tercih ederler. Elbette kendisini "bilimsel" ilan eden tek ideoloji komünizm değildir. Aynı şekilde ırkçılık ve faşizm de "bilimsellik" iddasıyla ortaya çıkmıştır. Hitler, Alman ırkının diğer tüm ırklardan üstün olduğu iddiasına dayanan ideolojisini, Almanların ve diğer ırkların kafataslarını ya da benzeri fiziksel yapılarını ölçerek sözde biyolojik yönden ispatlamaya çalışmıştır. Benzeri bilimsellik iddiaları, başka ırkçı ideologlar tarafından da tekrarlanmıştır. Bunlar siyasi tarihin bilinen örnekleridir. Ancak biz bu kitapçıkta bunlar kadar ünlü olmayan, fakat aslında büyük önem taşıyan, özellikle de Türk Milleti'ni yakından ilgilendiren başka bir örneği inceleyeceğiz. İnceleyeceğimiz ideoloji, "Türk Düşmanlığı"dır. Bu kavram, kimi zaman bir tür ideoloji kimi zaman da en azından siyasi bir tavır olarak son birkaç yüzyıldır Batı dünyasında etkilidir. Türk düşmanlığı, önce Osmanlı'nın duraklama devirlerinde "Türkler Avrupa'dan silinip atılmalıdır" diyen Avrupalı devlet adamları ile başlamış, ardından Osmanlı'nın parçalanmasını hedefleyen 19. yüzyıl emperyalizminin temel düşüncelerinden birini oluşturmuştur. Kendilerini sözde "ileri ve medeni milletler" olarak gören kimi Avrupalılar, Türk Milleti'ni ve medeniyetini olabilecek en uzak coğrafyaya kadar sürülmesi gereken güya "geri ve ilkel" bir unsur olarak görmüşlerdir. Özellikle 19. yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın ilk çeyreğinde bu Türk düşmanı fikirler Avrupa başkentlerinde büyük etki uyandırmıştır. Ord. Prof. Enver Ziya Karal'ın yazdığına göre, o dönemde Avrupalılar arasında yaygın olan bu düşüncenin özeti şudur: "Türkler sarı ırktandır. Turan kökenlidir. Göçebe ve zalim bir güruhtur. Her çeşit değişikliğe ve ilerleme fikrine düşmandır." 1 Bu fikrin tarihin eski bir döneminde kalmış bir yaklaşım olduğunu düşünmek ise büyük bir yanılgı olur. Çünkü Türk düşmanlığı bugün de hala bazı Batılı çevrelerde son derece canlıdır. Başta Almanya olmak üzere Batılı ülkelerdeki Türk azınlıklara karşı şiddet eylemleri düzenleyen, savunmasız Türk soydaşlarımızı acımasızca katleden neo-Naziler ve benzeri faşist gruplar, Türk düşmanlığını bir ideoloji olarak benimsemişlerdir. Avrupa ülkelerinin çeşitli uluslararası siyasi platformlarda Türkiye aleyhinde sergiledikleri ön yargıların kökeninde de, 19. yüzyıldan miras olan Türk düşmanlığının kalıntıları yatmaktadır. Kısacası, Türk düşmanlığı bir ideoloji olarak hala vardır ve canlıdır. Bu noktada konunun ilginç bir yönüne dikkat etmemiz gerekir. Başta, farklı ideolojilerin kendilerine sözde "bilimsel" bir görüntü vermeye çalıştıklarından söz etmiştik. Acaba aynı durum Türk düşmanlığı için de geçerli midir? Bu fikrin gerisinde de ona "bilimsellik" boyası katan bir etken var mıdır? İlerleyen sayfalarda bu sorunun cevabını inceleyeceğiz. Ve çoğu kimsenin şimdiye dek fark etmediği, ama gerçekte çok önemli olan bir bağlantıyı ortaya çıkaracağız. Bu, Darwinizm ile Türk düşmanlığı arasındaki bağlantıdır... Evrim teorisinin kurucusu olan Darwin, Türk Milleti'ni "yarı maymun aşağı bir ırk" olarak tanımlayan ve yok edilmesi gerektiğini savunan fanatik bir Türk düşmanıdır. Dahası, ortaya attığı teori ile de Türk düşmanlığına sözde "bilimsel" dayanak kazandırmıştır. Günümüzün neo-Nazileri, hala Darwin'in Türk Milleti hakkındaki hezeyanlarından kuvvet bulmaktadırlar. AYRINTILI BİLGİ www.Darwinizmdini.com
  21. Türk

    DARWİNİZM VE KOMÜNİZM

    Geride bıraktığımız şiddet ve vahşet dolu yüzyılın insanlığa en çok zarar getiren, dünyaya en fazla yayılmış olan ideolojisi kuşkusuz komünizmdi. Karl Marx ve Friedrich Engels adlı iki Alman filozof tarafından 19. yüzyılda tarihi zirvesine ulaşan komünizm, tüm dünyada Nazilerin ve emperyalist devletlerin soykırımlarını dahi geride bıracak kadar çok kan döktü. Masum insanların canına kıydı, insanlar arasında dehşet, korku ve ümitsizlik yaydı. Bugün bile demir perde ülkeleri ve Rusya dendiğinde insanların gözünde karanlık, puslu, renksiz, cansız sokaklar, tedirginliğin ve korkunun hüküm sürdüğü toplumlar canlanır. Her ne kadar 1991 yılında komünizmin yıkıldığı kabul edilse de, arkasında bıraktığı enkaz hala durmaktadır. "Eski tüfek" komünistler ve Marksistlerin bir kısmı ise, her ne kadar "liberalleştilerse"de, komünizmin ve Marksizmin karanlık yüzü ve insanları dinden ve ahlaktan uzaklaştıran materyalist felsefesi, bu insanların üzerindeki etkisini devam ettirmektedir. 20. yüzyılda dünyanın dört bir köşesinde terör estiren bu ideoloji, aslında antik çağdan beri varolan bir düşünceyi temsil ediyordu. Bu düşünce, materyalist yani maddeyi tek değer olarak gören felsefe idi. Komünizm bu felsefe üzerine bina edilerek, 19. yüzyılda dünya gündemine getirildi. Komünizmin fikir babaları Marx ve Engels, materyalist felsefeyi "diyalektik" adı verilen yeni bir yöntemle açıklamaya çalıştılar. Diyalektik, evrendeki tüm gelişmenin, çatışma sayesinde elde edildiği varsayımıydı. Marx ve Engels, bu varsayıma dayanarak tüm dünya tarihini yorumlamaya giriştiler. Marx, insanlık tarihinin bir çatışmadan ibaret olduğunu, mevcut çatışmanın işçiler ve kapitalistler arasında geçtiğini ve yakında işçilerin ayaklanıp komünist bir devrim yapacaklarını iddia ediyordu. Komünizmin iki kurucusunun en belirgin özellikleri ise, her materyalist gibi dine büyük bir düşmanlık beslemeleriydi. Her ikisi de koyu birer ateist olan Marx ve Engels, dini inançların yok edilmesini komünizm açısından zorunlu görüyorlardı. Ancak Marx'ın ve Engels'in önemli bir eksikleri vardı; daha geniş bir kitleyi etkileri altına alabilmek için ideolojilerine bilimsel bir görünüm vermeleri gerekiyordu. İşte 20. yüzyılda yaşanan acılara, kaosa, toplu kıyımlara, kardeşi kardeşe kırdıran eylemlere ve bölücülüğe imza atan tehlikeli ittifak bu noktada ortaya çıktı. Darwin, Türlerin Kökeni adlı kitabıyla evrim teorisini ortaya attı. Ne ilginçtir ki, kitabında öne sürdüğü temel iddialar Marx ve Engels'in aradıkları açıklamalardı. Darwin, canlıların "yaşam mücadelesi" sonucunda, yani "diyalektik bir çatışma"yla ortaya çıktıklarını iddia ediyordu. Dahası, yaratılışı inkar ederek dini inançları reddediyordu. Bu, Marx ve Engels için bulunmaz bir fırsattı.
  22. Türk

    darwinizm ve faşizm

    Nazizm, I. Dünya Savaşı'ndan yenik çıkan Almanya'nın karmaşası içinde doğdu. Nazi Partisi'nin lideri, hırslı ve saldırgan bir kişiliğe sahip olan Adolf Hitler'di. Hitler'in dünya görüşünün temelini ise ırkçılık oluşturuyordu. Hitler Alman milletinin asli unsurunu oluşturan ari ırkın, diğer tüm ırklardan üstün olduğuna ve onları yönetmesi gerektiğine inanmıştı. Ari ırkın yakında bin yıllık bir dünya imparatorluğu kuracağını hayal ediyordu. Hitler'in bu ırkçı teorilerine bulduğu bilimsel dayanak ise, Darwin'in evrim teorisiydi. Hitler'in en önemli fikri dayanağı, ırkçı Alman tarihçi Heinrich von Treitschke idi. Treitschke, Darwin'in evrim teorisinden şiddetle etkilenmiş ve ırkçı görüşlerini de Darwinizm'e dayandırmıştı. "Uluslar ancak Darwin'in yaşam kavgasına benzer şiddetli bir rekabetle gelişebilirler" diyordu ve bunun da sürekli ve kaçınılmaz savaş demek olacağını belirtiyordu. Ona göre "kılıç ile fetih, uygarlığın barbarlığa, aklın bilgisizliğe üstünlük sağlamasının bir yolu" idi. "Sarı uluslar sanat yeteneklerinden ve siyasal özgürlük anlayışından yoksundurlar. Siyah ırkların yazgısı beyazlara hizmet etmek ve sonsuza dek beyazların tiksintilerine hedef olmaktır…" diye düşünüyordu.43 AYRINTILI BİLGİ www.Darwinizmdini.com Hitler ve ideolojisini anlattığı kitabı Kavgam Hitler de teorilerini geliştirirken, Treitschke gibi, Darwinizm'den, özellikle Darwin'in "yaşam mücadelesi" fikrinden ilham aldı. Ünlü kitabı Kavgam'ın adını, bu yaşam mücadelesi fikrinden esinlenerek belirlemişti. Hitler de aynı Darwin gibi, Avrupalı olmayan ırkları maymunlarla aynı statüye koyuyor ve şöyle diyordu: "Kuzey Avrupa Almanlarını insanlık tarihinden çıkarın, geriye maymun dansından başka bir şey kalmaz".44 Hitler, 1933 yılında, Nürnberg toplantısında "yüksek ırkın aşağı ırkları idare ettiğini, bunun tabiatta görülen bir hak olduğunu ve tek mantıklı gerçek olduğunu" ileri sürdü.45 Ari ırkın üstünlüğüne inanan Hitler, bu ırkın üstünlüğünün doğa tarafından verildiğine inanıyordu. Ünlü kitabı Kavgam'da şöyle yazmıştı: Nordik ırk, biyolojik kalıtım tarafından asaletle kutsanmıştır… Tarih, doğa tarafından kurulan ırksal hiyerarşiye uygun yeni bir bin-yıllık imparatorluk kuracaktır.46 İnsanların gelişmiş hayvanlar olduğuna inanan Hitler, doğal kuvvetlerin ve şansın, kısacası tesadüflerin evrimi kontrol etmesine izin vermek yerine, insan ırkını geliştirmek için, idareyi kendi ellerinde tutmaları gerektiğine de inanıyordu. Ve Nazi hareketinin nihai hedefi de buydu. Bu hedefe ulaşmak için ilk adım, aşağı ırkları, üstün ırk olduğuna inandıkları Aryan ırkından ayırmak, izole etmekti. İşte Naziler bu noktada, Darwinizm'i uygulamaya geçirdiler ve kendilerine yine Darwinizm'den kaynaklanan "öjeni teorisi"ni örnek aldılar.
  23. Türk

    DARWİNİZMİN DOGUŞU

    GALAPAGOS ADALARINDA HAYAT BULAN KARANLIK DİN Okyanusun ortasında yemyeşil bir takım adayı ziyaret ettiğinizi düşünün. Ana karadan binlerce kilometre uzak olan bu küçük kara parçasında dünyanın hiçbir yerinde göremeyeceğiniz güzellikte, çeşitlilikte ve zenginlikte bitkiler ve hayvanlar var. Kuşların her biri ayrı renklere, görünümlere hatta farklı seslere sahipler. Daha önce dünyanın hiçbir yerinde rastlamadığınız çeşit çeşit canlılar yaşıyor. Böyle bir yerde bulunsaydınız ve bu muhteşem tabloyu seyretseydiniz, canlılara baktığınızda ne düşünürdünüz? Sol: Darwin'in yolculuk yaptığı Beagle isimli geminin temsili resmi Orta ve Sağ: Darwin'in teorisini ortaya attığı Galapagos Adaları Muhtemelen renkler, canlılık, çeşitlilik karşısında büyük bir hayranlık duyar ve bu kadar çok canlının nasıl meydana geldiğini kendinize sorardınız. Ardından ulaştığınız sonuç, büyük bir okyanusun ortasında küçücük bir kara parçası üzerinde çok büyük bir yaratılış sergilendiği olurdu. Nitekim normal bir anlayışa ve bilgiye sahip olan her insan, biraz önce tarif edilen mekana gittiğinde ve bu canlılarla karşılaştığında, her birinin yaratılışında bir olağanüstülük olduğunu fark edebilir. Oysa doğada gördüğü bu mucizevi çeşitlilik Darwin'i, pek çok insanın aksine, tüm varlıkların rastlantı eseri meydana geldiği sonucuna götürmüştür. O, tüm bunları yaratan Allah'ın sonsuz kudretini takdir edememiştir. Evrendeki sanattan etkilenmesi ve bir araştırmacı olarak bu gerçeği hemen anlayabilmesi gerekirken, Darwin'de bu mantık tam tersine işlemiştir. Kuşkusuz bu, onun mantık bozukluğunu gözler önüne sermektedir. İşte böyle bir mantık bozukluğuna sahip olan Darwin, beş yıl süren yolculuğu esnasında, çoğu batılının daha önce karşılaşmadığı canlılarla karşılaştı. Özellikle de Galapagos adalarında yeni türlerle yüzyüze geldi. Galapagos adaları özellikle kuş ve sürüngen türlerinin ağırlıklı olarak bulunduğu, birçok canlı türünün yaşadığı bir bölgedir ve dolayısıyla buraya giden bir bilim adamının inceleyebileceği sayısız canlı türü bulunmaktadır. Darwin yolculuğu sırasında bu canlıların binlercesini toplayıp ispirtoda saklamasına rağmen, özellikle farklı ispinoz türlerine dikkat etmiş ve bu canlıların gagalarındaki yapısal farklılıkları inceledikten sonra, teorisini şekillendirmeye başlamıştır. Gerçekte Darwin'in yaptığı şey, elindeki bir bulguyu abartarak, tamamen hayali spekülasyonlara malzeme yapmaktır. İspinozlar arasında, genetik havuzlarının izin verdiği ölçüde bir çeşitlenme (varyasyon) olduğu doğrudur. Ama bu durum, ispinozların bir başka kuş cinsinden evrimleştikleri veya bir başka cinse dönüşebilecekleri anlamına gelmez. Nitekim çağımızdaki evrimciler de, Darwin'in ispinoz gagaları gibi varyasyan örneklerinden yola çıkarak ortaya attığı iddiaların, bilimsel olmayan abartılı bir varsayım olduğunu kabul etmektedirler.39 Gerçekten de ispinozların gagalarının çeşitliliğini inceleyerek tüm canlı türlerinin kökenine; örneğin dev boyutlu balinaların, farklı görünümleriyle fillerin, muhteşem uçuş yeteneği ile sineklerin, kanatlarındaki olağanüstü simetri ile dikkat çeken kelebeklerin, denizaltında yaşayan birbirinden çok farklı balıkların, kabuklu deniz canlılarının, kuşların, sürüngenlerin ve en önemlisi de akıl ve şuur sahibi insanın nasıl var olduğuna yönelik bir çıkarım yapmak, akıl ve bilim yoluyla düşünen insanın benimsemeyeceği bir davranıştır. Kaldı ki bir bilim adamının canlıları incelediğinde görmesi gereken tek konu varyasyon değildir. Aksine, canlılıktaki olağanüstü tasarım çok daha temel ve önemli bir konu olarak bilim adamının karşısındadır. Örneğin gerçek bir bilim adamı, ispinoz kuşlarını incelediğinde ilk olarak bu canlıların nasıl olup da kusursuz bir uçma mekanizmasına sahip olduklarını düşünür. Kuş kanatlarını kusursuzca var edenin, onları mükemmel bir teknoloji ile inşa edenin kim olduğunu sorar. Tek bir kuş tüyündeki aerodinamik özelliği, uçmaya elverişli olarak hafif ve esnek yapıyı, tüyleri birbirine bağlayan milyarlarca küçük kancanın nasıl var olduğunu araştırır. Darwin, ispinozların farklı gagaları olmasını doğal seleksiyonun bir delili olarak öne sürmüştür. Fakat bugün bilim göstermiştir ki, bu bir tür içindeki çeşitlilikten başka birşey değildir. Ve evrime de delil teşkil etmez. İşte açık bir şuurla, fikri saplantılardan uzak bir şekilde düşünen bir bilim adamı bu önemli soruların cevabını arar. Ve tüm bu araştırmalarının, düşüncelerinin sonucunda çok açık ve kesin olan bir gerçeği görür: Bu kusursuz tasarımlar, eşsiz güzellikler ve saymakla bitirilemeyecek kadar çok olan çeşitlilik, Allah'ın yaratmasının eserleridir. Darwin'in ve onun yolunu izleyen evrimcilerin bu gerçeği gözardı etmelerinin nedeni ise, inandıkları materyalist felsefe ve bu felsefeye olan psikolojik bağlılıklarıdır. Bu durum, Darwin'de çok belirgin bir biçimde gözlemlenmektedir. Gözün yapısı ve tavuskuşu tüyleri hakkında yaptığı yorum, bu konuda açıklayıcı bir örnektir. Aklını kullanmayan, özgür bir vicdanla düşünen insan, tavuskuşunun tüylerindeki gözalıcı estetiğe hayran olur ve bu güzelliği yaratanı düşünür. Ancak bakın, Darwin tavuskuşunun tüyleri ile ilgili neler düşünmektedir: Gözü düşünmek çoğu zaman beni teorimden soğuttu. Ama kendimi zamanla bu probleme alıştırdım. Şimdilerde ise doğadaki bazı belirgin yapılar beni çok fazla rahatsız ediyor. Örneğin bir tavuskuşunun tüylerini görmek beni neredeyse hasta ediyor.40 Kuş tüyleri, yaratılışa açık bir delil teşkil eden, son derece kompleks bir yapıya sahiptirler. Tavus kuşu tüylerindeki sanat, yaratılışın milyonlarca delilinden biridir. Kuşkusuz tek başına bu örnek bile Darwin'in bilime ve doğada karşılaştığı varlıklara karşı olan önyargılı bakış açısının bir göstergesidir. Anlaşılan Darwin, Galapagos adalarında karşılaştığı canlıların büyük bir bölümünden dolayı da adeta "hasta olmuş" ve onları "ispirtoda saklamakla" yetinmiş, ama onlarda gördüğü olağanüstü özellikler üzerinde düşünmek istememiştir. Oysa bir insanın tüm evrende var olan Yaratılış delillerini görebilmesi için Galapagos adalarına gitmesine de gerek yoktur. İnsan kendi bedeninden başını hafifçe kaldırıp baktığı gökyüzüne kadar her yerde Allah'ın varlığının, gücünün, aklının ve ilminin sayısız delilinigörebilir. Soldaki resimde yalnızca 22 parçası görülen göz, aslında 40 parçadan oluşan muhteşem bir yaratılışa sahiptir. Örneğin Darwin'i teorisinden soğutan göz bu sayısız delilden sadece biridir. Göz, tesadüfler sonucunda oluşamayacak kadar kompleks ve kusursuz bir yapıya sahiptir. 40 ayrı organelden oluşan gözün önemli bir yönü, "indirgenemez komplekslik" olarak adlandırılan bir özelliğe sahip olmasıdır. Bunun anlamı şudur; gözün işlev görebilmesi için bu 40 organelin her birinin aynı anda birarada olması gerekir. Bunların biri olmasa göz hiçbir işe yaramaz. Bu 40 ayrı parçanın her biri de kendi içlerinde karmaşık tasarımlara sahiptir. Örneğin gözün arka kısmındaki retina tabakası 11 ayrı katmandan oluşur. Bu katmanlardan biri kan damarı ağıdır. Vücudun en yoğun damar ağını oluşturan bu tabaka ışığı yorumlayan retina hücrelerinin oksijen ihtiyacını karşılar. Diğer tabakaların her birinin ise ayrı görevleri vardır. Hiçbir evrimci bu denli kompleks bir organın nasıl oluştuğu sorusuna makul bir cevap verememektedir. Çünkü göz, Allah'ın kusursuz yaratışının delillerinden biridir. Kuran'da bildirildiği gibi; O Allah ki, yaratandır, (en güzel biçimde) kusursuzca varedendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24) Darwin'e körü körüne inananların ve onu "türlerin efendisi" ilan edenlerin, hayatlarını Darwinizm'i savunmaya adayanların, onun buraya kadar anlattığımız yönlerini de mutlaka gözönünde bulundurmaları gerekmektedir. Bu insanlar şunu görmelidirler: Darwin'in teorisi; dedesinden öğrendiği "Doğa Tapınağı" masallarının etkisine, amatör biyoloji bilgisi yüzünden vardığı hatalı çıkarımlara, bu hatalı çıkarımlara dayandırılan spekülasyonlara yaratılışı reddetmeye dayalı koyu bir önyargıya ve 19. yüzyılın ateizmi bilim zanneden yüzeysel kültürüne dayanmaktadır. Eski putperest kültürlerden devşirilen bu senaryo, Aristo'nun ilkçağlarda öne sürdüğü batıl bir inanış olan Scala Naturae'nin yerini almıştır. Philip E. Johnson Bu batıl dinin hala ısrarla savunulmasının tek gerçek nedeni ise, gerçek dinin temeline, yani Allah inancına karşı bir propaganda malzemesi olarak görülmesidir. Evrim teorisine getirdiği eleştirilerle ve yayınladığı kitaplarla akademik çevrelerde çok saygın bir yere sahip olan Chicago Üniversitesi profesörlerinden Philip E. Johnson, evrim teorisinin günümüzde batıl bir din olarak aldığı yeri açıklarken, "…Darwinizm'in kabul edilmesi Allah'ın varlığının inkar edilmesi anlamına geliyordu ve sonuç olarak Allah'ın vahyine dayalı dinin yerine evrimsel natüralizme dayalı yeni bir inanç oluşturuldu.." demektedir.41Johnson Darwinizm'in bu işlevini bir diğer kitabında ise şöyle açıklar: Modern bilimin liderleri, kendilerini bir Yaratıcı'nın var olduğunu ve bu dünyadaki olaylarda rol oynadığını kabul edenlere karşı girişilen bir savaşın öncüleri olarak görmekteler... Darwinizm ise, bu savaşta yeri doldurulamaz bir ideolojik rol oynamaktadır. İşte bu nedenle, bugün bilim çevreleri, Darwinizm'i test etmeyi değil, ne olursa olsun korumayı kendilerine amaç edinmişlerdir. Bilimsel araştırmaların kuralları da, bu ideolojiyi doğrulayacak şekilde belirlenmektedir.42 Philip E. Johnson'ın da ifade ettiği gibi o dönemden itibaren tüm maddeci felsefeler evrim teorisinde kendisine dayanak bulmuş ve dine karşı yürütülen tüm propaganda faaliyetleri Darwinizm'den güç bulmuştur. Bu nedenle de Darwinizm'in yaşatılması, dine düşman olan güçlerin en öncelikli hedeflerinin başında gelmektedir. Nitekim hangi ülkeye bakılırsa bakılsın, Darwinizm'in en önde gelen savunucularının aynı zamanda dine ve dindarlara düşman olan çevreler olduğu açıkça görülebilir. Alıntıdır.
  24. Türk

    ALLAH YOKTUR MU?

    sevgili dostum ikisini de okudum merak etme ALLAH I inkarla açılacak çıgıra lanet olsun. Avrupalılaşmak ugruna böyle her konuyu kabullenmeyin lütfen doğru tektir unutmayalım.Dediğiniz KİŞİLERİ OKUDUĞUNUZ KESİN VE ONLARIN SON ANLARINI DA OKUMUŞTURSUNUZ BUNUN SALDIRI YADA KONUYU ÇARPITMAYLA ALAKASI YOKTUR.ALLAH HEPSİNE BELALARINI VERMİŞTİR.AYRICA ORTAYA ATTIKLARI İDEOLOJİLERİN NE FELAKETLERE YOL AÇTIGINI BİLİRSİNİZ DÜNYADA ÜÇ ZARARLI AKIMIN DOĞMASINA NEDEN OLAN DARWİN DENİLEN KİŞİDİR KOMÜNİZM,FAŞİZM,MARKSİZM SİZ HALA BUNLARIN NEYİNİ SAVUNMAYA ÇALIŞIYORSUNUZ.LENİNİ İSE ANLATMAYA GEREK YOK ELİ KANLI KATİL SOVYET DİKTATÖRÜ AZILI BİR YÖNETİCİ
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.