Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

SERENGETİ

Φ Üyeler
  • İçerik Sayısı

    135
  • Katılım

  • Son Ziyaret

2 Takip eden

Diğer Bilgiler

  • Website URL
    http://

En Son Profil Ziyaretçileri

9.780 profil görüntüsü

SERENGETİ - Başarıları

Meraklı

Meraklı (6/14)

  • İlk İleti
  • Ortak Nadir
  • İçerik Başlatan
  • Birinci Hafta Tamamlandı
  • Bir Ay Sonra

Son Rozetler

4

İçerik İtibarınız

  1. kurban keselim ama "hamsi" kesme zorunluluğu getirelim,hem ceplerimiz zarar görmesin,hemde kurban derisi yüzünden kimse birbirine girmesin...
  2. :D :D sen bunu bulma... bulursanda kendine sakla...lütfeenn..
  3. pişşştt "bld".... kaczynski'yide çileden çıkaran otoyoldu değilmi.. çile iyi,çıkmamak lazım...
  4. emreyılmaz' ı dinlersek eğer;bu çağda ancak "amele pazarında"....
  5. ruh sağlığının devamı açısından onun "baktığı" yönde olmamanı ısrarla tavsiye edebilirim sadece...yada bkşmk'la yetin svşmk bir başka bahara duruma bakılırsa..
  6. yıllardır cruise füzesi gibi göğüsler dediğimiz bu olsa gerek o zaman...
  7. SERENGETİ

    İnsan Nasıl İnsan Oldu?

    tengerin sende türkçe kaynak istersen sana yardımcı olacak kitap; İNSAN NASIL İNSAN OLDU..YAZAR:M.İLİN E. SEGAL İŞTE BU
  8. emrah hocam her ne kadar kütüphanedeki polatalemdarvari duruşunuz bizi şoka uğrattıysada son resimdeki cin gibi bakan kahverengi gözler kendimize getirdi bizi....çabalarınız takdire şayan,başarılar..
  9. neden?...********* yoksa... kendi yönünüzden memnunmu değildiniz...ters yöndenmi giriş yapmışsınız yoksa.. ne gerek var... ama yukarıdaki tabloya bakarsak asıl yalan olan sizsiniz galiba.. başkalarınada sarılıyor,onlarında kollarında vakit geçiriyormuş anlaşılan...bundane kötülük varki..belliki arkadaş insan sevgisi ile yanıp tutuşmakta.. derhal başka birilerini bulup öpüp koklaşın,sonbaharda bütün romantikliğiyle duruyorken bu fırsatı kaçırmayın... sonra uyarmadı demeyin..
  10. SERENGETİ

    Face Book Çılgınlığı

    desenize facebook'unda "*********....
  11. vidi... bende gördüm.. biride yener herhalde ha...
  12. "ben"i aşarsanız eğer,en azından "azdan seçmeli" sorular sizi bekleyecek emin olunuz...tek sorunumuz,ben bir "***" değilim kuramınıa sadık kalmak....biraz zor ama,genede sadık kalınız,bir şey kaybetmeyeceksiniz göreceksiniz...
  13. öldü zaten..hemde 2300 yıl önce... sokrat baldıran zehrini içip,vücudu ayaklarından kalbine doğru yavaş yavaş katılaşmadan önce tanrıları öldürdü ve yaşamın onurunu tam 2300 yıl önce ölerek kurtardı....ve bizler şimdi bir Knitos çaresizliği ile sorular sorup duruyoruz kendimize...günaydınlar..
  14. srail'in bombalarıyla Lübnan'da ölen çocukların görüntüleri, İsrail'in sivillere yönelik vahşeti hepimizi ne de çok sarstı. Sarsmasın mı? Öte yandan, tam da aynı günlerde, dünyanın başka köşelerinde, başka bombaların altında ölen başka çocuklar da vardı... ama onları es geçtik! Örneğin yüz yılı aşkın süredir kanayan yarada, sadece son yirmi yılda otuz bin insanın öldüğü, bir milyon insanın yurdundan sürüldüğü, iki milyonu çocuk toplam dört milyon insanın yaşamını altüst eden, Sudan'ın Darfur bölgesindeki çocuklar (Sudan'ı bilmez misiniz? Hani o çocukların kaçırılıp zorla asker yapıldıkları, savaştırıldıkları ülke…) Lübnan'da bombalar patlamaktayken ve üç yüze yakın çocuk öldürülürken, tam aynı saatlerde, dünyanın çeşitli yerlerinde açlıktan ölmekte olan binlerce başka çocuğu da unutmamak gerek aslında… Peki, bu “başka” çocukların ölümü neden bizleri Lübnan'dakiler kadar sarsmadı? Çocukların acılarına karşı ve ölen çocuklara acıma duygumuzdaki bu ayırımcılık neden? "Lübnanlı çocukları çok severiz, oysa Sudan'dakiler umurumuzda değildir" diyebilir miyiz? Sudan'da ölen çocuklardan haberimiz mi olmadı yoksa? Lübnan görüntüleri bizim medyamızda manşetteyken (bazen de fotomontaj desteğiyle!), Sudan haberleri iç sayfalarda bile yer almadığı için mi duyarlılığımız Sudan'lı çocukları es geçip, yalnızca Lübnanlılara yöneldi? O yüzden mi haklı olarak İsrail'i kınama mitingleri yaparken, Sudan'daki çocuk katillerini de lanetlemeyi unuttuk? Hangi görüntülerin medyada öne çıkarıldığı mı tayin ediyor yoksa, neye duyarlı olacağımızı? Duyarlılığımız bu kadar mı medya güdümlü oldu? Hep mi öyleydi? Ya da kimleri kendimize yakın hissettiğimiz mi tayin ediyor duyarlılık derecemizi? Oysa coğrafi ya da tarihi “yakınlık” desek, Lübnan kadar Sudan da eski Osmanlı toprağı… Dini ve kültürel yakınlık desek, Sudan'da ölenler de Lübnan'da ölenler gibi Müslüman… Peki nedir o zaman, ilgimizi, merhametimizi, isyanımızı harekete geçiren? Neden Sudan'lı çocukların cesetleri Lübnanlılar kadar içimizi acıtmıyor? Onlar da insan yavrusu değil mi? Gerçi, “Lübnanlı çocuklara duyarlıyız” derken, onu da fazla abartmayalım! Duyarlıyız da ne yaptık Lübnanlı çocuklar için? Biraz İsrail'e sövmek, söylenmek dışında? Sonrasında da, rahatlayan vicdanlarımızla eve dönüp, gürültü çıkardı ya da yaramazlık yaptı diye kendi çocuklarımızı dövmeye, bağırıp çağırıp aşağılamaya, çocuk sevgimizi bu bildik, geleneksel yolla göstermeye devam etmedik mi? Yoksa o tepkimizin kaynağı çocuk sevgisi değil de, "öteki" nefreti mi? Yani ölenin değil de, öldürenin kimliğine, dinine, etnik kökenine, siyasi yönelişine olan nefretimiz mi belirliyor duyarlılığımızın derecesini? Öyle ya, Lübnan'da çocuk öldürenler yayılmacı ve üstelik emperyalizmin maşası olan bir ülkenin, İsrail'in askerleri… Hem de bir çok kişinin pek sevmediği bir dine/ulusa aitler: Yahudi… Sudan'daysa, katliam yapanlar da tıpkı kurbanları gibi Müslüman… Bir cephede Afrikalı siyahların acımasız islami gerillası, karşılarında Arapların İslamcı hükümetinin gaddar askerleri… İkisi de köy basıyor, sivilleri, çocukları doğruyor… Fark bu mu yoksa? Failin farklı olması mı? İnsanlık değil de siyaset mi belirliyor merhametimizi, insani duygularımızı? Lübnan'da olup bitene çok duyarlı olanlar, Amerika ve İsrail düşmanı oldukları için mi bu kadar isyan ettiler? Ya da Hizbullah'ı kendilerinden saydıkları ve ola ki Yahudileri sevmedikleri için mi? Peki ya bu olan bitene duyarsız kalanlar? Onlar da Hizbullah'ı ve İslamcılığı en büyük düşman saydıkları için mi, Lübnanlı minik cesetleri görmemek için gözlerini yummayı yeğlediler? Bomba altında, karnına şarjör boşaltılarak ya da açlıktan, öyle ya da böyle, katledilen bir çocuğun cesedi karşısındaki davranışımızı, tepkimizi belirleyen nedir? İnsan olma ortak paydası mı, yoksa hangi tarafı tuttuğumuz, meseleye kimin penceresinden baktığımız, kimlere “hak verdiğimiz” mi? “Taraf” olma duygusu mudur duyarlılığımızı harekete geçiren; ya da tam tersine duyarlılığımıza ket vuran, katili mazur görmemize, eylemine "haklı" gerekçeler üretmemize neden olan? Acaba sadece “insan olmak”, çocuk cinayetine aynı ortak tepkiyi vermek için yeterli bir ortak payda değil mi artık? “Bizden olan” ve “bizden olmayan” insanlar mı var yerkürede? Yalnızca (çeşitli nedenlerden ötürü) “bizden” saydıklarımıza mı merhamet eder olduk? Yalnızca onları mı “insandan” sayıyoruz? “Bizden” olmayanları ya yok sayabileceğimiz kadar uzaktaki canlı türleri (örneğin tropik ormanlarda yaşayan ve adını bile duymadığımız bir yılan –bize zarar vermedikçe varsın bin yıl yaşasın!) ya da evlerimizi istila eden yok edilesi haşarat olarak mı görüyoruz yoksa? Öyle ya: Karıncalar mutfağı, hamamböcekleri banyoyu istila ettiğinde, elimize geçen ilk ilaçla bu haşaratı topluca yok edip, yaşam alanımızı temizlemez miyiz? Bize benzemeyenleri, bize zarar verenleri kendi yaşam alanımızdan uzak tutmak… Yaşam alanımızı temizlenmek... Haşaratı yok etmek... Bir tür "etnik" temizlik ola ki… Yani haşarat tehciri: Böcek soyunun kırımı… Böcekleri öldürürken onlara acır mıyız? Neden acıyalım? Böceğin hissi, duygusu, larvası ya da yaşam hakkı var mıdır? Umurumuzda mıdır? Lübnan'ı yakıp yıkan İsrailli asker de Lübnanlılar hakkında böyle düşünüyor olabilir mi? Örneğin şunu mu demek istiyor bizlere: “Bizim yaptığımız şey, bizi yok etmek isteyenleri, düşmanlarımızla işbirliği yapanları, bize zarar verenleri, teröristleri barındıranları, bize zarar verebilecekleri yerlerden uzaklaştırmaktan, uzaklara gitmelerini sağlamaktan ibarettir: Yani bir tür 'tehcir'dir… Başbakanımızın açıkladığı politika bu. Ne var bunda? Atalarınız da böyle yapmamış mıydı? "Hem… ölen insan sayısı topu topu bini daha yeni buldu! Nedir bu yaygara? İki yüz bin (ya da ötekilerin söylediği gibi bir milyon) cesetten söz etmiyoruz. Kaldı ki, ülkesini savunmak meşru değil midir? Vatan toprağı kutsal değil midir? Savunulmaz mı? Kanla sulanmayan toprak vatan mıdır? Tek bir çakıl taşı bile feda edilebilir mi? “Eğer 'tehcir' sözcüğü sizi incitecekse, isterseniz bizim yaptığımıza bir tür 'köy boşaltma' da diyebilirsiniz. Teröristler köylerden lojistik destek alıyorlarsa, köyler boşaltılmaz mı? Gerçi, bizim teröristler kentlerde barınıyor, biz de o yüzden kentleri boşaltıyoruz... Terörle başka türlü nasıl mücadele edilir ki? Siz de bunu böyle bellememiş miydiniz? “Hem… terörist eğer komşuda yuvalanmışsa, gerekirse başka ülke topraklarına girilmez mi? Siz hiç mi girmediniz? Dışarıdan gelen terörist saldırılara karşı sınır ötesi müdahale yapılmaz mı? Terörist kampları bombalanmaz mı? Hatta daha geçenlerde artık sabrınızın taştığını, bunu sizin yerinize başkası yapmazsa sizin 'gerekeni' yapacağınızı en yetkili ağızlarınızdan ilan etmediniz mi?” “Dahası… Çocuklar sadece bizim kurşunlarımızla öldüklerinde mi çocuktur? Hamas ya da Hizbullah mitinglerinde asker üniformasıyla, ellerinde silahla gösteri yapan çocukların 'çocuk haklarını' hanginiz savunuyor? Ya makineli tüfekli askerlerimize taş atarken “kahraman” yapıp yücelttiğiniz Filistinli 'gavroche'lara ne demeli? Onların çocuk olduklarını da ancak vurulduklarında mı hatırlıyorsunuz? Sizin için ölü bir çocuk mu kutsaldır yalnızca?” Böyle düşünen, yani "ötekiyi", düşman bellediğini, Lübnanlıyı, Filistinliyi bir böcek olarak gören bir İsrailli'ye ne diyebilir ki, "bizden olanlarla ötekiler" ayrımı yapmakta ustalaşmış, örneğin “şehit anasının” evlat acısıyla, “terörist anasının” acısını asla bir tutmayan bizim milliyetçi ve muhafazakâr kardeşlerimiz? Gerçi... zaten herkes böyle yapmıyor mu? Herkes sadece kendi ırkını, milletini, dindaşını, grubunu, yani aynı sürüdeki benzerini kollamıyor mu? İsrail kentlerine gelişigüzel füze sallayan, çarşılara bomba koyan Hizbullahçılar ya da Hamasçılar, İsrailliler hakkında farklı mı düşünüyorlar sanki? Hamasçı ya da Hizbullahçılar, o bombalarla, füzelerle ölen İsrailli çocuğa da ağıt yakıyorlar mıdır sizce? Yoksa o Musevi çocuklar, elli kilometre ötede ölen Müslüman çocuklar kadar “masum” değiller mi? “İsrail yok olmalıdır” diyen İran yöneticilerinin gözünde, İsrail devletinin bir karınca yuvasından ya da hamamböceği barındıran kalorifer tesisatından ne farkı var? Ya El Kaideciler... onlar öldürdükleri sivilleri, çocukları insandan sayıyor mu dersiniz? "Din" adına, "ulusal direniş" adına televizyon kamerası önünde koyun boğazlar gibi insan kellesi kesen Iraklılar, İsrailli ya da Amerikan askerlerinden daha mı uygarlar sanki? Ne farkları var? Benzer yöntemler kullanmakta bir sakınca görmeyen, yani sivillere yönelik şiddet eylemlerine başvurabilen siyasi hareketlerin yandaşlarının, böyle düşünenlere söyleyecek ne sözü olabilir ki? Hangisi “dava” uğruna öldürdükleri siviller ve çocuklar için vicdan azabı çekiyor? Sahi, “bizden” olmayana insani bir duyguyla en son ne zaman yaklaştık? Onun acısıyla, ölen çocuğuyla ne zaman insanca yüzleştik? Onun da bir insanoğlu olduğunu en son ne zaman düşündük? Düşündük mü? Düşünüyor muyuz? Sorun şu ki, artık genel ve evrensel bir "İnsan" kavramı kalmadı: “İnsanlık” denen ortak paydayı yok ettik. İnsan denen canlıyı yalnızca “bizden” olanlara indirgedik. Hepimiz kavimin, ırkın, ulusun ya da cemaatin ipine sıkı sıkı sarıldık. Artık “İnsan” yok. “İnsanlık” yok... Yalnızca Yahudi var. Ya da Müslüman... (hatta yalnızca Şii ya da Sünni... Taliban, El Kaide ve diğerleri...) Hıristiyan da var... çeşit çeşit, ayrı ayrı... düşman kardeşler… Beyaz adam var: Avrupalı ya da Kuzey Amerikalı (Ruslar sayılmaz...) Bir de gerisi: Zencisi, sarısı, ama kızılından kalmadı! Alt kategoriler de var... Tutsi ya da Hutsi... Türk ya da Kürt... Ermeni ya da Azeri... Kıbrıslının Türkü ya da Rumu... İrlanda'nın şusu ya da busu... İngiliz ve diğerleri... Avrupalısı ve göçmenleri... Arap ve Berberi... İsrailli ve Arap... Boşnak ya da Sırp... Hintli ya da Pakistanlı... Çinli ya da Vietnamlı... Sudan'ın aşağısı ve yukarısı... İspanyol ve Katalan... Valon ve Flaman... Daha alt kategoriler bile var. Ama yerimiz dar. Bunların hepsi için "öteki" sadece katli vacip bir haşere değil mi? Katlediyorlar da! Ya da ellerine geçen ilk fırsatta etmeyecekler mi? Bu durum, insanlığa akıl öğreten, ahlak vaaz eden tüm inanç ve düşünce sistemlerinin, tüm dinlerin, Museviliğin, İslamiyetin, Hıristiyanlığın ve ayrıca tüm toplumsal ideolojilerin, felsefelerin, ekonomik sistemlerin iflas ettiğinin bir göstergesi değil midir? Bu din ve düşünce sistemlerinin savunucuları, kendi dar cemaatlerini aşıp “tüm insanlığa” hitap ettiklerini, “tüm insanlık” adına konuştuklarını, evrensel ve kozmik bir hakikatin, ulvi bir mesajın sözcüsü olduklarını nasıl iddia edebilirler ki? Etseler de inandırıcı olabilirler mi? Olabiliyorlar mı? Museviler zaten çok eski çağlardan beri kendi kavimlerinden olmayanlara bir şey vaat etmiyorlar. “Öteki” sınırını çok net çizerek, kestirip atmışlar, besbelli. “Diğerleri” umurlarında değil. Hıristiyanlar ise daha haçlı seferlerinin ve engizisyonun izini bile silmeyi başaramadılar… Sömürge tarihinin ya da emperyalizmin kepazeliğinin kendileriyle özdeşleşmesini nasıl engelleyecekler… Hem… böyle bir niyetleri var mı gerçekten? Yeterince pişmanlar mı? Nazizmle bile yeterince hesaplaşmadıkarı, neredeyse tüm Avrupa ülkelerindeki seçim sonuçlarıyla, neo-nazilerin oy oranlarıyla ortadayken! Müslümanlara gelince… Koca yerkürede başka dinden ya da inançtan/inançsızlıktan olanları korkutmayan, onların gözüne öcü gibi görünmeyen tek bir Müslüman kalmadı neredeyse… Hatta bırakınız başka dinden/inançtan olanları, islami yaşam tarzını gündelik hayatlarının merkezine oturtmayan, dini militanlaştırmayan Müslümanlar bile nicedir kuşkuyla bakıyorlar, dini bütünlüklerini cömertçe sergileyenlere… Çevreye bunca korku salmak, bunca tepki çekmek ne de gurur verici bir tablo, değil mi! Bundan gurur duyanlar da var, besbelli. Sayıları da az değil. Suçu yalnızca başkalarında, düşman komplolarda aramayıp, "bu neden böyle oldu" sorusunu soranlardan fazladır ola ki... Bu dinlerin mensupları kendilerini "her şeyden önce insan” değil, yalnızca Musevi, Müslüman ya da Hıristiyan olarak görüyorlar… Dini kimlikleri, aidiyetleri insan olma ortak paydalarının önüne geçmiş. Hiçbirinin inandığı Tanrı'sı ya da Peygamber'i tüm insanlığa seslenemiyor artık. Onların kafalarında canlandırdıkları tanrılar, yalnızca kendi cemaatlerinin tanrısı… "Öteki" çocukları esirgemeyen, çocuk katillerini bağışlayan tanrılar bunlar... Çünkü aslına bakılırsa, her katledilen çocuğun arkasında eli silahlı bir Musevi, bir Müslüman ya da bir Hıristiyan cani duruyor. Şu ya da bu ulusun, kavimin, partinin militanı, askeri, savaşçısı bir katil: Pişman bile değil, besbelli! Dinine ya da cemaatine, ulusuna ya da davasına hizmet ettiğine inanıyor. Rüyalarına bile girmiyor, öldürdüğü o “öteki” çocuk: Sokakta yürürken ezdiği böcekten daha fazla sızlatmıyor vicdanını. Vicdani kanaati ve dini inancı, çocuk katline göz yumuyor belli ki... Kimse de “dinimizin aslı şudur budur” demesin sakın! Dinlerin aslıyla, kitabında yazanıyla, yüzlerce binlerce yıl öncesiyle değil derdimiz: Bugünleriyle. Bugünkü gerçekleriyle. Bugün o dinler adına yapılanlarla. Bugün o dinler adına besmeleyle, istavroz çıkararak ya da miğfer altındaki kippayla işlenen cinayetlerle. Bugünün dindarlarının çifte standartlarıyla. Bugünün ulvi katliamlarıyla. Kutsal damgalı bombalarıyla… Şahadet umuduyla, cennette yer satın alırcasına kendini de çevresiyle havaya uçuran intihar komandolarıyla... Ötekinin çocuğunun cesedini görmezden gelen bugünün dualarıyla… Ölümü kutsayan, ölüme ve silaha tapan, ölüm tanrısının müridi, gözü dönmüş intikamcı güruhla... Bu cinayetleri alkışlayan ya da görmezden gelen cemaatleriyle... "Ötekini" öldürmeyi suç olmaktan çıkarıp, yalnız kendi cemaatine insan olmayı seçenlerle... Dini bu şekilde yorumlayanlar, dinlerin temelini de ortadan kaldırmaktalar. Dinin, "uhrevi"likle, "aşkın"lıkla, "kutsal"la bağını koparmaktalar. Onlar, uhrevi bir bilgeliğin değil, dünyevi ve pespaye bir kinin temsilcileridir. Dini sıradan bir dünyevi cemaat çimentosuna, intikamcı bir kavim ideolojisine, barbarca eylemlerin mazeretine, fanatizmin ambalajına indirgemekteler. Değil mi ki hiçbirinin inancı çocuk öldürmeye engel değil, böylesi dinlerin vaaz ettiği ahlak da tümüyle iflas etmiştir! Bu kılığa sokulan dinler artık insanlığın tümüne seslenen dinler değil, ancak kendi dar cemaatlerinin dinlerdir: Zaten hiçbirinin ahlakı diğerlerine örnek olamıyor, olamaz da… Hiçbiri diğerinin gözünde kutsal değil. Hiçbiri bir öteki için ikiyüzlülük ya da çifte standart dışında bir şey ifade etmiyor, edemez de… Nasıl etsin? Hangisi “öldürmeyeceksin”, en azından "masum sivilleri öldürmeyeceksin" ya da hiç olmazsa "çocuk öldürmeyeceksin" diyebiliyor? "Çocuk öldürmeyeceksin" dahi diyemeyen, "ötekinin" çocuğunun katlini vacip gören, buna bile göz yuman bir dinin ahlakı mı olurmuş? Aynaya baksalar, kendileri bile utanacaklar, sergiledikleri bu görüntüden! Lanet olsun, çocuk katline göz yumabilen böylesi inançlara! Ancak iflas eden yalnızca bugünün dini inanç sistemi değil: Dünyevi düşünce sistemleri sanki daha mı insancıl? Onlar da zaten, tıpkı dinler gibi, eril iktidarların damgasını taşımıyor mu? Tümü zaten insanlığın dişi yarısını daha baştan devre dışı bırakmamış mıydı, iktidar alanından uzaklaştırmamış mıydı? Onlar da milyonlarca insanın katlinin mazereti, gerekçesi, hazırlayıcısı, bahanesi ya da azmettiricisi olmadı mı? Ulusal ya da etnik milliyetçiliklerin, ulusal ya da bölgesel kurtuluş mücadelelerinin zaten ezelden beri “insanlık” diye bir dertleri, bir projeleri yok. Tek hedef kendi ulus, halk ya da gruplarının iktidarını kurmak… “İnsanlık” boyutu, onların ufkunu fersah fersah aşan bir kavram. En megalomanları (ya da güçlüleri) kendilerini insanlığın üstünde ya da merkezinde görür, "üstün ırk"a kadar varır... en ılımlılarıysa (ya da güçsüzleri) insanlığın bir parçası (ama gerisinden sıkı sıkı ayrılan bir parçası) olmaya razı olurlar. O kadar. Öte yandan, her daim kendi “biz”lerinin, ölümsüz ulusal varlıklarının ve diğer vatani paranoyak hezeyanlarının adına tüm diğer insanları öldürmeye hazırlar. Her savaşta da öldürdüler zaten, öldürüyorlar, öldürecekler… Tüm insanlığı kurtarmak adına yola çıkan… ama daha sonra insanlığı sınıfa, sınıfı partiye, partiyi yöneticilerine, yöneticileri de kadiri mutlak öndere indirgeyen “sosyalist” ya da “komünist” etiketli hareketler de iflas edeli çok oldu. Değil mi ki seslerini çıkaramadılar, “dava” uğruna milyonların katledilişine… Değil mi ki aynı etiketi taşıyan bir başka devletle savaşa bile tutuştular... Değil mi ki taraf tuttular düşman kardeşlerin bu savaşlarında... Değil mi ki iktidarı araç olmaktan çıkarıp amaç yaptılar… Değil mi ki yalanı, buyurganlığı ve şiddeti temel yöntem olarak benimsediler, insana değil kalaşnikofa yatırım yaptılar, ona tapındılar… Değil mi ki üniforma geçirdiler sırtlarına, üniformaya tapındılar... Değil mi ki soykırım yapanı bile çıktı aralarından... Değil mi ki gün geldi, en hızlı kapitalistler onlar oldu! Kapitalist düzenin savunucularına gelince… Yani kâr etmeyen ölsün, altta kalanın canı çıksın, gücü gücü yetene ve orman kanunu felsefecilerine… Hangi renk ya da kılıkta olurlarsa olsunlar, liberal mavisi, sosyal-demokrat pembesi, cunta hakisi ya da muhafazakâr takkesi… Onlar için tek insan vardır zaten: Sermayedar. O da her hangisi değil: İrisi, kocamanı, kodamanı, çok kâr edeni, çok bahşiş vereni… Güçlü olanı: Yani sermayesi güçlü olanı. Onlar sadece böylelerinden emir alırlar. Böylelerinin düzenine hizmet ederler. Oyu ötekilerden, emirleri bunlardan! Onlar zaten insanlıkla ilişkilerini çoktan kesmişler. İnsanlara verecekleri tek mesaj var: “Başka çaren yok. Eşitsizliği, adaletsizliği, sömürüyü, paranın ve kârın krallığını kabullen. Sus ve bizi zengin etmek için hiç durmadan çalış. Zaten sen insan bile değilsin... Olsa olsa benim hizmetimde çalışan bir karınca sayılırsın ola ki... Daha doğrusu, ancak paran kadar insansın, ancak benim kârımın izin verdiği oranda insan olabilirsin. İyisi mi, sakın talep etme. İsyan etme. İtiraz etme. Dirensen bile sonuç değişmez, fazladan bir de canın acır. Tecavüz kaçınılmazsa bari zevk almaya bak… Sana mazoşizm yaraşır… Çalış, tüket ve sessizce öl!” Onlar, patronlarının üç kuruş fazla kâr etmek için gezegeni yok etmesine bile haklı gerekçeler üretirler: Akıldan ve ahlaktan yoksun bu düzeni olumlamak, çocukları açlıktan öldüren, savaşlar çıkaran, insanlığın kaynaklarını tüketen, ruhlarını karartan, para sevgisini yeni bir dine dönüştüren bu düzenin mantığını savunmak için girmeyecekleri kılık yoktur. Lanet olsun çocuk katili milletlere, kavimlere! Lanet olsun çocuk katili partilere, ideolojilere! Lanet olsun çocuk katili sermayeye, sınıflara! Lanet olsun çocuk katline mazeret üretebilen düşünceye, felsefeye! Lanet olsun çocukların açlıktan ölmelerinden rahatsız olmayan, ölen her bir çocukta altüst olamayan ekonomik düzenlere! Lanet olsun çocuk düşmanı böylesi bir insanlığa! Ey insanlar, uyanın: İnsanlar insanlığı yok ediyorlar… İnsanların kimlikleri, dinleri, inançları, düşünce yapıları, sermayeleri, ekonomik düzenleri doğayı ve insanlığı yok ediyor, yarın da tek tek insanları yok edecek… etmekte: Uyanın! Kimliklere boğulduk. Dar çıkarlara. İnançlara. Bağnazlıklara. Acımasız olduk. Kimlikler boğuyor bizleri. Çıkarlar insanlıktan çıkartıyor. İnançlar insanlığımızı köreltiyor. Acil bir çözüm gerek. Yeni bir yaklaşım. Yeni bir duruş. Yeni bir dayanışma. Ola ki yeni bir ütopya… İsterseniz adına yeni bir dini anlayış deyin, fark etmez: İnsancıl bir yeni düşünce, insancıl bir yeni inanç, temel mantığı insanların ihtiyaçlarını karşılamak olan insancıl bir yeni ekonomik sistem… Ama ille de yeni bir ahlak! Merkeze insanı, insanlığı, tüm diğer sıfatlarından ve kimliklerinden arınmış yalın insanlığı, doğanın bir parçası olan insanı koyan yeni bir ahlak. İşlevi, sömürüye, adaletsizliğe ve eşitsizliğe, şiddete, cinayete ve toplu kırıma "haklı gerekçe" üretmek olmayan bir ahlak. Kadınların ve çocukların da birer özne olduklarını unutmayan, çoğulluğu ve çeşitliliği, farklılıkları içine sindirmiş bir ahlak. Bunları hep birlikte, dar kimliklerimizi aşıp, insan olma ortak paydasında buluşarak kurmayı başarabilirsek, işte belki o zaman kendi türünün çocuklarını öldüren canavarlar olmaktan, doğanın en vahşi ve en acımasız türü olmaktan çıkarız… Belki o zaman ikiyüzlülük illetinden bile kurtuluruz… Tüm çocuklara aynı insani duyarlılıkla yaklaşmasını biliriz, öğreniriz… Belki… İş işten geçmeden! YİĞİT BENER
×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.