Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

bunada bır kulp lutfen..yekta gungor ozden


machiavelli

Önerilen İletiler

Siyasal Kapkaççılar

 

Kiminin “Dünya tersine döndü, deyişiyle anlatmaya çalıştığı çelişkilerle aykırılıkların boyutu gerçekten ölçülemez düzeye geldi. İçerde ve dışarda her gün üzücü durumlara ilişkin haberlerle ne olacağını ve nereye gidildiğini düşünüp tartışan insanlarla karşılaşıyoruz. Demokrasinin biçimsel koşullarından biri olan seçimlerin şaşırtıcı sonuçları, sağduyu özleyişinin doruğa çıkan çığlıkları, demokrasiden yararlanarak oldubittiler ve zorbalıklarla yönetime elkoyma çabaları, yağmalar, öldürmeler birbirini izliyor. Gerçeklerle gerçekdışılıklar birbirine karışmış durumda. İçte ve dışta tehlikeli, tırmanışlar seziliyor.

 

Sevr özlemiyle yanıp tutuşan, Lozan’ın intikamını almak için çırpınan Avrupa ülkeleri ve yandaşları AB sürecinde Türkiye’yi güç durumda bırakacak her yolu geçerli sayarak baskılarını artırmaktadır. Güney Kıbrıs Rum Devleti’ni tanımakla birlikte Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne son verecek Protokol imzalanacak, görüşmeler başlayıncaya kadar alacakları dışında görüşmeler sırasında da Kurtuluş Savaşı’yla itilen isteklerinin kabulü için dayatacaklardır. Dinsel azınlıklar, Kıbrıs, Ege, sözde ermeni soykırımı yanında şimdi de Türkiye, İran, Suriye’deki kürtleri tek çatı altında toplamayı amaçlayan “Demokratik konfederalizm”den söz ediliyor. Nevruz, kutlamalarını kötüye kullanarak içlerini döken kürtçülerin Diyarbakır’da açtıkları dövizlerde bunlar okunuyordu. İçimizdeki hain şebekenin büyük kesimiyle medya olduğunu bilmeyen kalmadı. Batıdan beslenen, eğitimini belli yerlerde yapıp belli yerlerde çalışan niteliksiz, kişiliksiz, bilgisiz, nankör kimileri nasıl aldıkları kuşkulu bilimsel sıfatları ya da yerleştikleri köşeleri kullanarak kin kusuyorlar. Kürtçülerin, şeriatçıların, faşistlerin hepsinin arkasında AB’ciler var. Yine Nevruz’u izleyen günlerde Diyarbakır’da “AB sürecinde Kürt’üm, tarafım, haklarımı istiyorum, kampanyasının başlatılmasının nedeni AB kışkırtmasıdır. Neresinden bakılırsa bakılsın haklı hiçbir yanı bulunmayan bu tür yaklaşım ve girişimlerin Türkiye’de kürt devleti kurmak çabasının bir evresi olduğu açıktır.

Yıllardır Türkiye Cumhuriyeti kurucularıyla birlikte karalanıyor. 1930’ların dünyadaki seçkin cumhuriyetlerinin başında sayılan Atatürk Cumhuriyeti’ne edilmedik söz bırakılmıyor, 1950 sonrası laçkalıklara neden olanlar unutuluyor, unutturuluyor. Üstelik acındırıcı yayınlarla, adları verilen yapılanmalarla kurucularla kurtarıcıların önüne geçiriliyor. Yazılarıyla ne olduğunu iyice gösterenlerden biri Sultan Abdülhamit’in dehası(!)ndan söz ederken “1940 yılında ulaştığımız gelişme seviyesi, ancak 1914’deki seviyemizdi” diyebiliyor. Bir yenisi çıkıp duygusallığa dayanan zamansız, gereksiz, yersiz yorumlarıyla lâiklik, ulus devlet, ulusalcılık için veryansın ediyor. Zamanı, ortamı, koşulları, olanakları, tebaadan birey, ümmetten ulus olmayı gözardı ederek lâikliğin değerini yitirdiğini, birleştirici öneminin kalmadığını, devleti kutsamanın faşistlik saydığı milleti kutsamaya dönüştüğünü, böyle solculuk olmayacağını, lâik kesimin ulusta kutsallık aramasının, faşistlik olduğunu, aydın kesimin AB’ni antimiliter olduğu için istediğini, cumhuriyetin demokratikleşmesi gerektiğini, ulus devletin kuruluş gerekçeleriyle bugün yaşanamayacağını, Batı’nın ulusal egemenlik retoriğinin dışına çıkmamızı istediği bir ironi olduğunu anlatıyorlar. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın gereklerini, amacını, sonuçlarını asla gözetmiyorlar. Günümüzdeki iç ve dış olaylar sarmalını görmezlikten geliyorlar. Cumhuriyetin demokrasiyi amaçlayarak bilim devleti olarak kurulduğunu, cumhuriyeti kuran Türkiye halkının oluşturduğu ulusun milliyetçiliğinin ırka dayanmadığını, lâikliği benimseyen herkesin aynı düşünmediğini unutuyorlar. Yabancılardan etkilenerek, onların beğenisi kazanacak biçimde konuşup yazmak moda oldu. Medya bunları vitrine çıkarıyor. Yansız, bilgili, kişilikli kimselere dakika vermiyor. [img]Bilimsellikten uzak çocukça, şımarıkça görüşlerle sunulan hep Türkiye karşıtları.[/img] Bir yazar “Medyanın Günahı” başlıklı yazısında kimi sorunları sıralamıştı. Bunlar olmasa, bunlara güvenmeseler “Apo’ya, İmralı’ya selâm. Dişe diş, kana kan seninleyiz Öcalan” çığlıkları atılabilir miydi? Terörbaşının ablalarının elleri kardeşleri yerine konularak ve ona yaranmak için öpülmüyor mu? Ulusu oluşturan çoğunluğun içindekilerin, her yere, her kata gelmiş kişilerin ayrılıkçıların, yabancı kuklalarının peşinde koşmalarının anlamı açık seçik ortadadır. AB yetkililerine Türkiye’nin sömürgeleri, üsleri olmadığı anlatılmadıkça bu çirkinlikler artarak süreceğe benzemektedir, protokolu nasıl değerlendirip uygulayacaklar bir gösterge olacaktır.

 

Halkımız onur yaralayıcı tepkisizliklere, ilgisizliklere katlanamadığı için Bayrağa sarılmaktadır. Mersin’de kürtçülerin denemek ya da karşıtlıklarıyla amaçlarını pekiştirmek için çocuklara çiğnetip yakmaya çalıştırdıkları Bayrak olayından sonra bu terbiyesizliği, bu düşmanlığı kınayacak yerde belli kişiler ve kuruluşlar milliyetçilik kışkırtmasından sözetmeye başladılar. Kimileri de yüzsüzlük yapıp provakasyon bahanesi getiriyor. Bu yaşta, bu eğitimi almış çocukların bayrağı bir-iki kişinin önerisiyle yakmaları inandırıcı olamaz. Aile ve soy bağları incelendiğinde bilerek, isteyerek yaptıkları anlaşılır. Bunları bu yola itenler yaptırımlardan korkanlardır. Çocukları kullanacak kadar alçalanların amaçları bellidir. Avrupalılar kendi ülkelerindeki küçük bir olay için büyük önlemler alırken Türkiye’deki büyük olaylar için küçük önlemleri bile fazla bulmaktadırlar. Devletin simgesi, ulusun kutsal varlığı Türk Bayrağı yerine ikinci bayrak kullanıp dolaştıranlar, zafer işareti yapıp kürtçe konuşup söy1eyenlerin utanmazlığı tepkilerde ölçüsüzlüğü, aşırılığı haklı kılmaz. Sağ duyuyu yitirmeden gerekli yanıtların verilmesi, hukuk yolları izlenerek sonuç alınmalıdır. Ancak dinciliği öne çıkaran, ulusalcılığa önem vermeyen iktidarın anlamsız hoşgörüsüyle bu olaylar çığrından çıkmaktadır. “Ruhsatsız arsaya Atatürk büstü dikmek” benzetmesiyle dolaylı bir kınamaya gidilmiştir.

 

Gerçekdışı savlar

 

Osmanlı devletine karşı oyunlara girmeleri, ayaklanmaları, Türklere saldırıları nedeniyle uzaklaştırılmak, başka yerlere ve ülkelere gönderilmek istenen ermenilerin karşılaştıkları kimi olayları yalanlarla süsleyip soykırım olarak göstermek hukuksal koşullara asla uymadığı gibi gerçeklerle de bağdaşmamaktadır. Ermenilerin yaptıkları, toplu mezarlara gömdükleri unutulmuş, savaş ortamında ve olağan önlemler sırasında karşılaşılan iki yanlı saldırılar yine batılıların kışkırtmasıyla Osmanlıyla hiçbir ilgisi olmayan Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlanmak istenmiştir. Batılıların kendi yaptığı soykırımlar, işgaller, elatmalar, sömürgeci ve yayılmacı anlayış, kapitalizmin emperyalist açılımları unutturularak Türkiye yargılanmıştır. ABD’li tarihçi Justin McCarthy’nin büyük bir gerçekçilikle anlattıkları suçlamanın çirkin bir yaygara olduğunu ortaya koymaktadır. ABD ırkçlığı, AB bölgeciliği hiçbir kural tanımamaktadır. Kırgızistan olayları, Gürcistan, Ermenistan, Ukrayna’dan sonra başka ülkelerin de sırada olduğunu göstermektedir. Bu zorbalıkları Türkiye’de bile denemeye kalkışabilirler. Atatürk ve arkadaşlarının sağlam temelini bu nedenle yıkmak istemektedirler. Ermenileri öldüren kürtler değil midir? Ermenileri öldürenlerin çocuklarının oturduğu köyleri PKK yakmamış mıdır? Belgeler ermenileri yalanlamıyor mu?

 

Ermeni terör örgütü Asala’nın kıydığı değerlerimize değinen, Azerbaycan işgalini kınayan Avrupa ülkesi yok. Kürtçüler ve şeriatçılar gibi ermenileri kışkırtan da Türkiye’yi istemeyen Avrupalılar. Oysa her ermeni onlar gibi düşünmüyor. 1991’de Tokat’ta Atatürk’ün ve İsmet İnönü’nün büyükboy portrelerini çerçeveletip evinin güzel bir köşesine koyan, ayrıca sineklerin kirletmemesi için naylonla kaplayan İmasti hanımla, Türkiye’den ayrılan yakınlarını kınayarak Atatürk ve arkadaşlarına övgüler yağdıran İstanbul’daki M. Tütüncüyan’ı unutamam. Niksar’da anneleri ermeni olan arkadaşlarımız vardı, hepsi de bizim gibi düşünen insanlar. Şimdi sormacalarda kimi birlikteliklere karşı çıkılıyorsa, giderek pekişecek yurttaşlık bilinci unutulup karşıtlığa dönüşmenin nedeni yine batılıların kışkırtmasıdır. Dostluk yerine düşmanlık seçilmesinin ağırlığı ermenilerde ve destekçilerindedir.

 

İnkârla sıyrılmak mı?

 

Başbakanın Genelkurmay Başkanı’na seslenişi (hitabı) tartışma konusu oldu. Görüntülerle yayımlandığı, duyulduğu gibi bir sesleniş olmadığı ve duyulmadığı savunuldu. Bunlara inanmayanlar, duymaları nedeniyle kendilerine güvenini yitirdiğini yazanlara rastlandı. Göz gördüğüne, kulak duyduğuna inanır, inkâr mı gerçek mi, belirlemekte güçlük çekilmektedir.

 

Bu arada Kara Kuvvetleri Komutanı’nın Irak politikası olmadığına ilişkin sözleri eleştirildi. Sanırız komutan gerçekçi, yeterli, etkin, doyurucu bir politika olmadığından yakındı. Yoksa şöyle ya da böyle elbet bir politika vardır. Ama bu gözlenen politika değildir. Ayrıca Komutanın konuşmaması gerektiği söylenip yazıldı. Kanımızca, konuşmasında sakınca yoktur. Öteden beri “Asker kılıcıyla, yargıç kararıyla konuşur” sözünü gerektiği yerde söylerim. Ancak, “Konuşması gerekenlerin sustuğu yerde susması gerekenler konuşur” sözü de benimdir. Sınırlarımızın savunulması saldırıların karşılanıp giderilmesi, bunlara ilişkin önlemlerin alı nması Kara Kuvvetleri Komutanlığının başlıca görevleri kapsamında bulunduğundan Komutanın bu konularda konuşması doğaldır, hatta gereklidir. Bizde işine gelmeyenlerin yararlı konuşmaları eleştirdiklerini herkes bilir. Benim için Meclis’e saçma bir öneride bile bulunulmuştu. Oysa görev gereklerine, yargıçlık niteliklerine aykırı bir davranışım, konuşmam ve yazmam olmadı. Türk Devrimi’ni, Atatürk ilkelerini, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını, lâiklik ve cumhuriyeti savunmama katlanamadılar. Olaylar beni doğruladı. Değerbilmezler her değere saldırırlar.

 

Bir anımsatma : Atatürk’ü inkâr edenler neleri inkâr etmezler ki.

 

Apo’nun Türkiye korumasında, güven içinde yaşadığı yalan mı? AB’nin, Türkiye’ye baskı uyguladığı, ikilemli davrandığı, yabancıların, başka yöreleri bölgeleri bırakıp yalnızca güneydoğuya gelip gittikleri, kimi Büyükelçilerin bile kışkırtıcı davranışlarda bulundukları doğru değil mi? Teröre karşı hangi görevdeki ya da emekli yurttaşımız Apo kadar korunuyor? Ermeni soykırımı savı, BOP, AB’nin istediği ödünler için de Genelkurmay Başkanı ne diyor, halk bunu öğrenmek istiyor. Bayrak için açıklanan duyarlık beğeniyle karşılanmakla birlikte önemli öbür olaylar için de beklenti var.

 

Mersin’deki olaylardan birkaç gün sonra, ancak Genelkurmay bildirisi yayımlanınca tepki verip ilgi gösterenler yine suskunluğu seçtiler. Ayrılıkçıların önceki imza kampanyası takipsizlik kararıyla sonuçlandı. İkincisi AB görüşme süreci başlayınca AB’ne verileceği gözdağıyla imzaya açıldı. Bakalım yetkililer, ilgililer, sorumlular ne diyecekler?

 

AB’nin yabancılara oy hakkı ve azınlık baskıları ne sonuç getirecek? 17 Nisan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra ne olacak göreceğiz. Türkiye’nin ABD’nin bir eyaleti olmadığı yine kanıtlanacak mı? yoksa İncirlik Üssü hükümet kararıyla serbest mi bırakılacak? Kırgızistan olaylarına “Devrim-Ekspress devrim-halk devrimi” diyenlerin yanılıp yanılmadıklarını birileri herhalde anlatacaktır.

 

Karmaşa mı kargaşa mı

 

AB’nin paralı sözcüleri giderek artmakta. Akçalı destek alan derneklerin proje yardımı savunmasıyla giriştikleri propaganda çalışmalarının alanı genişliyor. Emperyalizmin kanatları giderek büyüyor. Bayrak olayının hafife alınmasına çalışanlar cirit atıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görüş ve açıklamalarını “fetva” diye sunanlar var. Ülkemizdeki lâikleri düşman sananlar ve böyle suçlayanlar Avrupa Hıristiyan Demokratlarının üyeliğine başvuruyor. Milli Eğitim Bakanlığı sanat ve sporla ilişkiyi kesecek, ilgiyi azaltacak program düzenlemelerine başlıyor. İktidar, Atatürk’e ilişkin ne varsa yıpratmak yıkmak, unutturmak çabalarına sessiz kalıyor. Okullarda 18 Mart törenleri Atatürk’ün adı anılmadan düzenleniyor. Çanakkale’ye giderek alternatif tören düzenleyen gericiler Atatürk’den asla söz etmiyor. Bu büyük insan ülkeyi kurtardığı, herkesi yurttaş olarak sahibi yaptığı devleti kurduğu için mi suçlu? Sürücü kursu sınavına sıkmabaşla giren öğrenciyi almayan öğretmene ceza verilmesinin anlamı nedir? Djyarbakır’da PKK ve Apo lehine atılan sloganlarla birlikte PKK’nın “Kürdistan Demokratik Çözüm Partisi”nin flamasının açılmasını neleri göstermektedir?

Atatürk’ün kızı Sabiha Gökçen’in aramızdan ayrılışının dördüncü ölüm yıldönümünde kaç kişi, kaç kuruluş, nasıl andı? Kimi gazetelerin Fethullah’a ayırdığı yerin kaçta kaçı kadar Gökçen’e yer verildi? Kim olduğu ve neler yaptığı iyi bilinen Said-i Nursî için düzenlenen toplantıya İstanbul’da katılanlarla kutlama gönderenlerin sayısı tehlikeyi anlatmıyor mu? Nevruz’un Türklerin bayramı olduğunu gözardı edip kürtçülere yaranmak için “Newroz” diye yazanlar kimin nesi?

 

Yabancı hayranlığı uyduluk ve uşaklığa dönüşünce, Kürtçülük ayrımcılığı demokratlık olarak savunuldukça daha çok çarpıklıklarla karşılaşılacaktır. Anayasa Mahkemesi’nin yabancılara koşulsuz toprak satımına getirmek istediği ölçüler bile eleştiri konusu olmuştur. Anlamadan, öğrenmeden, bilmeden yazıp çizmek beceri değildir. Anayasa Mahkemesi’ni, özellikle yöneticilerini eleştirecek çok neden bulunabilir, kararları bilimsel yönden tartışılabilir ama gerekçesi yazılmadan, yürürlükteki Anayasaya uygunluğu amaçlayan denetimini karalamak asla doğru değildir.

 

 

 

devamı

 

Kapkaç ve gasp olaylarının öldürmelerle birlikte giderek arttığı günümüzde eve-yatak odasına giren hırsızların öldürülmesinin cezasız bırakılmasını istemek, koşulları gözetmeden bu yola gidenleri cezasız bırakmak çözüm olamaz. Yatak odasına evin başka bir bölümüne girenlerin kötü eyleminden döndürmek, saldırılarını önlemek için girişilen davranış ölüm sonucunu getiriyorsa koşulları gözeterek ceza verilemeyeceği kuralı getirilebilir. Önceden hiç ceza verilmez denemez. Sanırım öneriler bu doğrultudadır.

 

Yinelemekte yarar var, Atatürkçülüğü dışlayan asla Kuva-yı Milliyeci olamaz. Cumhuriyet, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ikinci evresidir. Demokrasinin beşiğidir. Kurtuluş Savaşımız, Türk Devrimi’yle tamamlanmak istenmiştir. Cumhuriyet bir ulusal eğitim düzenidir. Özellikle bizim için. Kurtarıcı ve kurucuları, olayların başını, sonunu bilmeden kişisellik ürünü nedenlerle eleştirmek, kurumları ve kavramları yozlaştırmak eski tüfek olmanın gereği olabilir ama cumhuriyeti cumhuriyet yapmaya andlı nitelikli yurttaş olmanın gereği olamaz. Cumhuriyetin ilk yıllarında ve sonra kurulan siyasal partilerin yaptıklarıyla onlara dayanılarak yapılanları, alınan olağan ve zorunlu önlemleri eleştirmek, günün koşullarında kimi görüş ve tutumlarıyla öne çıkan sorumluları karalamak kolaylığını seçip 1950 sonrasına değinmekten kaçınanların çözüm önerilerine rastlanmıyor. Bayrağa saygısızlığa tepkilerden korkanlar ve gocunanlar, PKK militanları önünde değil de saldırıyı savuşturmaya çalışan Türk Silâhlı Kuvvetleri önünde canlı kalkanlığa soyunanlar, Güney Kıbrıs Türk Devleti’ni tanıyarak KKTC’nin geçersizliğine attığı imzayı “Teknik konu” nitelemesiyle savunanlar, TBMM’nin “Ne günlere, kimlere kaldık” dedirten Egemenlik Ödülü’nün kimi adayları, aşırma yayınlar, göz nuru, alın teri, kutsal emek ürünü mallarımızın hazıra konan yabancılara satılmasıyla başarma, yaratma gücümüzün kırılması yeterince söz konusu edilmiyor. Değinilmiyor bile. Silahlı Kuvvetlerimizin temsil, yönetim, komuta, anlam ve ağırlık yönünden etkisiz ve güvenilmez bir duruna gelmesine yönelik iç ve dış çabaların sinsice sürdüğüne ilişkin kuşkular üzüyor ve düşündürüyor.

 

Siyaset pazarı

 

Tuzu kuru medya çocukları için ABD Başkanı’nın konuşmasında sözde ermeni soykırımına değinmesi, Kongre’nin bu konuda karar alması için Cumhuriyetçi Parti milletvekili ve senatörlerince imzalanan önerinin önemi yoktur. Bir değerli gazetecinin “Türklerden ödün istenecek, Rumlara ödül verilecek” deyişi, gülünçtür. Yine bizim medya militanlarına göre AB’nin ve ABD’nin gözüne girmek için yapılan tüm saçmalıklar, verilen ödünler, eğilmeler, eziklikler, aymazlık ve sapkınlıklar AB’ne girmenin ve demokratlığın gereğidir. Gerçekte kimi devşirme bilimcilerin, kimi siyaset soytarısının, kimi medya dansözlerinin iyiliklere ilgisizliği, kötülüklere ilgisi Mütareke Basını’nı aşan başkalaşmalarının sonucudur. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın İnsan Haklarını ve Demokrasiyi Destekleme Raporu’ndaki yanlış değerlendirmelere karşı çıkan da olmadı. Özellikle yargının dış etkilere açık olduğuna ilişkin bölüm ajanların yanlı ve amaçlı iletmesine bağlanmalıdır. Bir sözümü anımsıyorum “Yargının bağımsız olduğunu söyleyemeyiz ama bağımlı olduğunu da ileri süremeyiz. Yapılacak çok şey var. Yargımıza etki yapacak güç, değil Türkiye’de, dünyada yoktur.” Yargının bağımsızlığı, kolluk güçlerinin yansızlığı mutlak sağlanarak söylentiler ve yakıştırmalar önlenmelidir. Bağımsızlık ve güvence birlikte ele alınmalıdır.

 

Lozan Barış Antlaşması’nın dışına çıkarak eğitimde çokbaşlılığı getirecek azınlıkları artırma hazırlıkları yenilenme ve ilerleme sayılamaz. Çanakkale Savaşları’nda boş yere kan döküldüğü savunulamaz. Yasamsal olmayan savaşları cinayet sayan Mustafa Kemal Atatürk suçlanıp kimileri kimi yakınlıklar nedeniyle okşanamaz. Vekil imamların kadroya alınması uygun karşılanamaz. Tüm bu olumsuzluklar karşısında üstlerine yaranmak için sinen, susan pısırıkları utandırması gereken olay, Bayrağımıza saldırıyı önleyerek hakettiği ödülü Şehitler ve Gaziler Derneği’ne bağışlayan polis memurunun soylu davranışıdır. Hiçbir kişisel amacı ve beklentisi olmayan içtenlikli bir yurttaş duyarlığıyla kimi konulara değiniyor, hiçbir karşılık istemeden gençleri destekliyorum. Kaç kez karşı çıktığım siyasal partilere Hazine yardımının doğru olmadığı görüşümde haklı çıktığımı gösteren belirtiler çoğalıyor. Olanlar Türkiye’mize oluyor. Yazık değil mi? Hazine yardımının hiçbir yararı yoktur. İsteyen istediği yerden para alıyor, buluyor. Değişik yöntemlerle para verenler de biliniyor. Devlet, halkın parasını çoğu gereksiz giderler için partilere vermek zorunda değil. Partlilere üye olmanın en doğal gereği ödenti vermeyi, bağışta ve destekte bulunmayı bilecekler. Partisinin olanaklarından yararlanmayı bilenler o kuruluşun akçalı gücüne katkı yapmayı görev sayacaklar. Partilere verilen paralarla devlet neler yapabilirdi. Öğretmenine, hekimine, teknik adamlarına, diplomatına gereken aylığını vermeyeceksin, partilere para dökeceksin. Vakıflara, derneklere nasıl verilmiyorsa partilere de verilmeyebilir. Üstelik siyasal transferler para için yapıldıkça haksızlığın ağırlığı büyüyor.

 

Ayrılmaları, katılmaları gördükçe partilere giriş, partilerden çıkış nedenlerinde kimi çirkinlikler saptanıyor. İlke yok, tutarlılık yok. Medyamız siyasal ahlâka gereken önemi vermediğinden ayrılma ve katılmalar da alkışlar ve rozet takmalarla değerlendiriliyor. Birkaç yıl önce ayrıldığı partisinin proğramı, tüzüğü, yöneticileri değişmiyor, dönüp dolaşıp oraya geliyor. Anlaşılıyor ki kimi duygusallıklar, kimi kişisel sürtüşmeler, Bakanlık beklentileri, partizan istekler etkili oluyor. Kürtçe selâmlamak, kürtçe şarkılar söylemek, sıkmabaşı serbest bıraktıracağını anlatmak oy avcılığının, halk dalkavukluğunun hâlâ geçerli olduğunu ortaya koyuyor. İnanç sömürüsünden, ilkellikten kurtulmadıkça siyaset bekleneni veremez. Kimsenin ülkeyi, devleti, gençleri düşündüğü yok. Bilim, sanat, spor için, siyasal etik için doyurucu bir söz duyulmuyor. Ne yaptığı belli kişilerin, nasıl olduğunu bilinen partilerin kapısı çalınıyor, yeniden seçilmek için.

 

Ayrılıkçıların tüm bahanelerini ellerinden almak, ulusal birliği güçlendirmek için “haksızlık ve eşitlik” söylemlerinin ayrıntısı saptanıp tartışılmaz ilkelerdeki birliktelikte anlaşılarak yurttaşlıkta buluşmanın gerekleri ortaya konulmalıdır. Bu ülke, bu bayrak hepimizin. Azınlığa özenmenin anlamsızlığı, ulusal kimliğini inkâr edenin yurttaş olamayacağı kesin dille anlatılmalı, yalpalamalar bırakılmalıdır. Kıbrıs’ta Denktaş’ın ilkelerinden uzaklaşanlarla destekçileri tarihsel sorumlulukların altında ezileceklerdir. Başbakan ile Adalet Bakanı’nın Yeni Türk Ceza Yasası’nın yürürlük zamanı konusunda birbiriyle çelişen sözleri yönetim durumunu açıklamaktadır.

 

Birbirinden ayrılması olanaksız, Türk Devrimi’nin kaynağı ve dayanağı olan Atatürk ilkelerini anlatan Kemalizm’le Atatürkçülüğü karşılaştırmanın en azından aymazlık olduğu unutulmamalıdır. Daha çok gericiler 30 Ağustos 1922’den sonrayı benimsemez, Atatürk yerine Mustafa Kemal demeyi yeğler. Atatürk, Mustafa Kemal’le birlikte aramızdan ayrılmasından sonra ki özgün yerini de kapsayacak biçimde tüm yapıyı, tüm anlamıyla Kurtarıcı ve Kurucuyu kapsar. Milliyetçilikle anlatılmak istenen ulusçuluk ve ulusalcılık da böyledir. Ayırmak yıkıcılıktır.

 

Şamata

 

Renkli basın hemen iktidarı övmeye başladı. Halkın, çalışanların emeklilerin büyük ölçüde sıkıntı çektiği dönemde büyümeyi rakamlarla şişirme yarışına giriştiler Tok açın durumunu bilmez ki. Büyük paralar alanların geçim sorunları yoktur.

 

Birkaç yazar yine sıkmabaşı dillerine, kalemlerine doladı. İktidar yöneticilerinin eşleri üniversitedeki bir törene ya da toplantıya sıkmabaşla gelirse üniversite ilgilileri ne yapsın? Zor mu kullansın, kabalık mı etsin? Dışardan gelenlerin üniversite kurallarına saygı duyması, özen göstermesi gerekir. Onlar bu terbiyeyi yansıtmazsa, incelik ve anlayış göstermezse bunu bir açıklık olarak değerlendirmek yanlıştır. Torunların ortamı karartma çabaları siyasetçilerden destek bulsa da akıl, bilim ve ahlâk yolu onlara kapalı kalacaktır.

 

Kimi yönlerden boşluk, bozukluk, yanlışlıklar içeren özürlü Türk Ceza Yasası’nın yürürlüğünün iki ay ertelenmesi bir çözüm değildir ama kimi yararları olabilir. Yanlıştan dönmeyi erdem bilmek anlayışının yerleşmesi için olumlu bir başlangıç sayılabilir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

TÜRK SOLU DERGİSİNİN FAŞİST ŞOVENİST GERÇEK YÜZÜ

 

Aşağıda faşist şovenist kışkırtmacı ve Kürt düşmanlığını teşvik eden iki yazı kendilerine “Türk Solu” yaftasını aşmış,esas olarak devletten ve devletin derinliklerinden beslenen ve desteklenen Kemalist geçinen faşist şovenist kesimlerce çıkarılan derginin 29.08.2005/Sayı:89’dan alınmıştır. Kemalist geçinen ve üstelik ‘sol’ yaftası üzerlerine takmayıda ihmal etmeyen bu kontr-gerillanın çocuklarının sistemi savunma adına nasıl MHP-BBP’lileştiklerini gösteriyor. Üstelik bu faşist şeriatçı parti ve örgütler bile oy kaygısı nedeniyle olsa bile başını Gökçe Fırat adlı ajan provakatörün çektiği “Türk Solu” dergi çevresi kadar Kürt düşmanlığında ve faşist ırkçılıkta sınırsız davranmıyorlar.Sokaklara salınan sivil faşist şovenist çetelerin nasıl toplumu zehirlemek için Türk-Kürt düşmanlığını kışkırtarak çatışma yaratma amacı güttüğünü ve halklar arası düşmanlığı körüklediğini olgular daha açıkca gösteriyor. Aşağıdaki yazılar aslında yeni Hitlercilerin bu topraklarda nasıl devletçe beslenip büyütüldüklerini çarpıcı olarak ele veriyor..

 

Aşadaki yazılar “Türk Solu” dergisinin 29.08.2005/Sayı:89’dan alınmıştır:

 

Alıntı:

“Türk oğlu, Türk kızı Türklüğünü koru!

1- Her Türk, alışverişini mutlaka Türkten yapmalıdır. Kürde aktarılan para PKK’ya maddi destek demektir. Türk, bu maddi desteği kesmezse, hem Türklerin mali gücü olmayacaktır, hem de Kürdün altında ezilecektir.

2- Her Türk, Türkçe konuşmalıdır. Bunu da İstanbul şivesi ile konuşmalıdır. Dil varsa millet vardır. Ancak şehri istila eden Kürtler kendi dillerini hakim kılmaktadır. Bunlarla temas içinde Türkler de şivelerini bozmakta, Türkçe konuşsa bile adeta Kürt şivesiyle Türkçe konuşmaktadır.

TV’lerdeki Kürt dizilerinin, Kürt müziğinin, her adım başı Kürtçe müzik çalan barların, kasetçilerin, minibüslerin ortasına düşen Türk ister istemez lisanını yitirmektedir.

Buna direnmek için: Türk, Kürt dizisi izlemez. Kürtçe müzik dinlemez. Kürtçe müzik çalan barlara gitmez. Kürtçe konuşulan minibüse binmez. Kürtçe kaset satan dükkandan alışveriş yapmaz.

3- Türk, ancak modern şehir hayatında kendini ifade edebilir. Türk medeniyeti, köyden gelen etkilere kapatılmalıdır. Köy, her halükarda Kürtçülüğün yaşam alanıdır.

Yıllarca İstanbul’da Sivaslı, Erzincanlı, Malatyalı, Tokatlı Alevi kitlenin yarattığı köy ortamı, Kürtçülüğü güçlendirmiştir. Türk’ü saza mahkum eden köylü kafası, bugün şehirleri Kürt kültürüne teslim etmiştir.

4- Türkler, yemeklerine sahip çıkmalıdır. Türk’ün damak tadı, Kürt yemekleri ile yer değiştirmektedir. Türk’ü kebaba, lahmacuna mahkum eden anlayışla mücadele edilmelidir. Yemek, kültür savaşının bir parçasıdır. Mc Donaldslar ne kadar tehlikeli ise Kürt mutfağı da o kadar tehlikelidir. Başka kültürlerin yemeklerini yiyen kültürler asimile olur. O nedenle Türk, Türk mutfağına sahip çıkmalı, başka şeyler yememelidir.

5- Her şeyden önce Türk üremelidir. Artan her bir Türk bebesi, bizi Ergenokan’dan çıkartacak bir kurtarıcıdır

“Türk oğlu, Türk kızı Türklüğünü koru!

Gökçe fırat

 

Bizce de bir Kürt sorunu vardır, o da Türklerin Kürtleşmesi sorunudur. Cumhuriyet’in ilanından bugüne, bir dönem ivme kaybetse de, Türkler Kürtleştirilmektedir. Gerçekten de 1927 yılından 1935’e gelindiğinde Güneydoğu’da 206 bin olan Türk nüfus, 228 bine çıkmış, buna karşın 543 bin olan Kürt nüfus 765 bine çıkmıştır. Bu doğum oranları arasındaki farkla açıklanamayacak bir olgudur. Kürtler Türklerin 10 katı artmıştır. Bununsa tek bir sebebi vardır, Türkçe konuşanlar dillerini yitirmekte, Kürtçe konuşmaya başlamakta ve yavaş yavaş Kürtleşmektedir. İşte devlet, Atatürk’ün başında olduğu devlet sorunu böyle ortaya koymuştur.

 

Bugün Türkiye’nin hem köyleri, hem şehirleri, hem de geçiş bölgeleri Kürtleştirilmiştir. Böyle bir noktada ortada bir Kürt sorunu, hele hele demokratikleşme sorunu olmadığı açıktır. Sorun, Türk nüfusun baskı altına alınması ve eritilmesidir. O halde çözüm, Türk’ün Türklüğünü koruması olmalıdır. Bugün PKK terrü ile mücadelede en önemli nokta budur. PKK, Kürtleşmeden güç almaktadır. Türkler Türklüğünü korursa PKK zayıf düşecektir. Bu ise askeri değil toplumsal bir çözümü gerektirir. Türk, kendi sorununu kendisi çözecektir. Her şeyden önce Türk üremelidir. Artan her bir Türk bebesi, bizi Ergenokan’dan çıkartacak bir kurtarıcıdır. “

 

düzenin halkı aldatmak için her türlü maskeyi kullanabileceğini gösteriyor bu yazı. Bir zamanlar Hitler'in "nasyonal sosyalist" maskesini kullandıkları gibi, "bizim" faşistlerimiz de "Türk Solu" maskesini kullanıyorlar demek

Halk ve demokrasi düşmanları bu kesim hiç utanmadan"Türk solu" adını kullanıyorki halklar arası güvensizliği ve düşmanlığı iyice derinleştirebilsinler.İsim bir anlamda bilinçlide seçilmiş gibime geliyor

 

1968'lerde demokratik mücadele sürecinde ilerici-devrimci bir yayın organı dergi olarakbir grup aydın Türk Solu dergisi çıkarıyor.Arşivlerde özellikle resimlerde Yurtta herhalde Ankara da bir ranzanın üzerinde Denizin bağdaş kurarak oturmuş bir resmi vardır görenler hatırlayabilir bu resim ünlüdür ve elindeki okuduğu derginin başlığıda görünür o resimde Türk Solu dergisidir.Tabiki o dergi bir demokratik devrimci aydınlanma dergisidir1968-69 yıllarında o dergiye bir çok devrimci yazı yazmış.Demek bir taşla bir kaç kuş vurmak isteyen aklı evveller insnalarımızın arasına karman-karışık "ideolojik" çorba olmuş düzeysiz yazılarını sokup insanlarımızı kavram kargaşalarınıa sürüklemek istiyorlar."Bakın işte "Türk Solcuları" böyle diye birilerine mesajda vermek istiyorlar.Tarih bilinci fazla derinleşmemiş bir iyiniyetli arkadaşımız "Bakın Denizde bu dergiden okuyor"deyip karşımıza çıkabilir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

türk solunun adını alıntı yaptığım icin oraya koydum başka bir sey için değil

 

ayrıca yekta güngörün yazdıklarına karşı olumlu yada olumsuz bir sey yaz

 

yekta gungorün tespitleri var

 

 

o cocuklar hakkında..bayragı yakan.....

 

 

hırsızlık yapanları öldürme ıle ılgılı........

 

 

 

bunlar benim daha önce idda ettiğim ama faşizanlık yada nazilikle suçlandığım görüşler

 

ben beni soymaya çalışan tinerciyi öldürürüm deyince

 

hayvan hakları savunucuları hemen alarm durumuna geçmişti

 

alın yekat hocamızda faşist ülkücü nazi değilmi

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

türk solu dergisiyle ilgili tespitlere katılıyorum. o adamlar bir grup provakatör, 68 kuşağının dergisinin adını kullanarak, o sapkın görüşlerini yaymaya çalışan bir grup. birde onalrın Ordu Göreve diye pankart açma vakaları vardı.

 

ne demek tinercileri öldürmek. yani bu ülkenin bir sorundan kurtulmak için tek yapması gereken toplu kıyım mı?

 

öyle uzun vadeli çözüm diyeceğinde bir şey yok. zira kapkaç olaylarının yüze doksanı tinerci diye tabir edilen çocuklar tarafından yapılmıyor. güney doğudan 8-9 yaşındaki çocukları kaçırıp ya da ailelerinden parayla satın alıp, büyük şehirlerde kapkaç ve gasp için örgütleyen çetelere bağlı çalışıyor. ve malum örgütün koruyuculuğunda. bunun çözümü o kadar uzun vade falan gerektirmiyor. işi ne polisin. Emniyet müdürü ikide bir çıkıp. bunların arkasında çeteler var suç örgütleri var diye açıklama yapınca Melih Aşık güzel bir yorum yapmıştı :

 

"o zaman emniyet müdürü o bildiği, saydığı çeteleri dağıtsın. bize mi şikayet ediyor çeteleri Emniyet Müdürü?"

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

drgının ne oldugunu degıl

 

yekte gungor ozdenın ne dedıgıne bakın

 

tabıı onun hakkındada suphelerınız vardır

 

suphe duymadıgınız emın olmadıgınız bırı varsa soyleyın de onu okuyalım

 

ben oldurelım demedım

 

dedımkı halk artık kapkaccıları kendı cevalandıyor dovoyor yada vuruyor

 

bu noktadan sonra ofke kendıne daha kolay hedefler arayacaktır ve en kolay hedef sokakta yasayan kucuk yastakı ınsanlardır......

 

bunların rehabılıtasyonuna ılıskın yapılabılecek bır duznlemeyıde yazmıstım

 

ama vatandas olarak

 

dayak yemelerıne ve oldurulmelerıne de uzulmem

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Güvenlikle ilgili işlerimizi kendimiz halledeceksek o zaman Polis Teşkialtını dağıtıp, Halk Milisleri teşkilatı kuralım. bu noktada güvenlikle ilgili sorunların muhatabı ve çözüm yeri İçişleri bakanıdır. benimde açık açık söylediğim gibi. BU çeteleri dağıtmak uzun vade gerektiren ya da meşakatli bir iş değildir. Emniyetin yeterli personelide vardır silahlı gücüde.

 

Emniyet Müdürü kapkaç olaylarındaki artış sorulduğunda cevap oalrak. Arkasındaki çeteleri, sayıp bilgi vereceğien en mantıklısını yapıp o çeteleri dağıtabilir.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

cyrano cesıtlı gazetelerden kose yazrlarının yazılarını foruma yerlestırdım zaman -mıllıyet-hurrıyet-sabah bırde ınternetten kemal burkay yazısı koydum bunları oku

 

sımdı

 

sen ben ve mazıkler arasındakı tartısmalara hıc gırmemıs bır kısı olarak

 

tum

 

 

gercekten bu sorunların aş iş sorunumu oldugunu dusunuyorsun

 

kurtlerın cogu masum olsada dıger ulkeler acısından turkıyeye karsı kullanılmaları her zaman mumkun degılmı

 

su anda kullanılmıyorlarmı

 

ne dusunuyorsun

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

machivelli bende takriben üç yüz tane köşe yazısı koyabilirim. zira her gün gazete okuyorum.

 

şimdi bu gün. Anayasa değişip Türkçenin resmi dil olduğu maddesi kalksa bile, diyarbakırın Kişi başına düşen GSMH si değişmez. "Anadilde eğitim" devlet okullarında serbest olsa, Hakkari'nin işsizlik oranı azalmaz. Abdullah Öcalan serbest bırakılsa, Şanlıurfa'nın asgari mutfak masrafı oranı değişmez.

Ayrıca ekonomik açıdan ben sınır şehilerinde mazot ticaretinden doğan para sirkülasyonunun nominal olarak bir çok iç anadolu şehrini geride bıraktığını bilen bir kişiyim (gayrimeşru ticareti saymıyorum bile). Ekonomik gelişmememişliğie gelince. Bir şehir nasıl gelişir bunu biliyor muyuz. Devletin müdahelesiyle mi. bunu biz KİT ler aracılığıyla dersek şu anda devlet bütün KİT lerden çekilmektedir bölge farkı gözetmeksizin. Bir şehri ekonomik olarak geliştirecek şey yatırımdır.

 

Yatırım nasıl yapılır. Şimdi mantık sınırlarına gelelim. daha öncede örnek vermiştim. Kendinizi düşünün bir miktar likitiniz var ve yatırım düşünüyorsunuz, Mesela bir Mobilya mağazası açacaksınız. siz Bakırköy'ü mü tercih edersiniz Dolpadereyi mi?. Gerçekçi gözle herkes Bakırköy'ü tercih eder.

 

Bir yatırımcıyı mesela Urfaya yatırım yaparken neler beklemektedir. birincisi Bucak aşiretine haraç vermek, İkincisi PKK'ya haraç vermek. Bunu dışarıdan bir yatırımcı olduğunu varsayıyorum. Peki içeriden bu durum nasıldır. Hakkaride aylık milyar dolarla ifade dilen Mazot ticaretinden doğan para sirkülasyonunun yüzde kaçı hakkaride işlenmektedir ben cevap vereyim %1 i. O yörenin kendi insanı bile yatırı m sahası olarak kendi kentini tercih etmemektedir. Neden? dışarıdan bir yatırımcının kaçındığı sebeplerle aynı sebeplerden. Arkadaşalr uzaydan gelmedik biz bir bakkal dükkanı açarken bile bir aşrietten izin alınan kentlerden bahsediyoruz. çarşıların akrabalar topluluğundan oluşan, İhalelere dışarıdan girmenin ölüm anlamına geldiği kentlerden bahsediyoruz. Herkes bu durumdan şikayetçidir orada. herkes yolsuzluktan şikayetçidir. Ama kaçak elektirik kullanan fabrika sahiplerien ağalara svaş açan ve bu yüzden sokak ortasında öldürülen TEDAŞ mühendisinin cenazesine o yolsuzluktan şikayet edenlerin hiç birisi gelmemiştir. Birincisi insanlar ne istemektedir güneydoğunun şu an varolan statükosundan rahatsızmıdır. Ayda 2000 dolar kaçak mazot ticaretinden kazanan şöfor gerçekten bunun bitmesini istemekte midir. İnsanlar aşiret yapısının dağılamsını arzulamakta mıdır? Her sene aşiret reislerinin eksiksiz bir biçimde partilere dağılmış olarak meclise girdiklerini düşünürsek, en basit anlamda bunun gerçek bir rahatsızlık olmadığını anlıyabiliriz.

 

İstenilen şey nedir ? Bize elinizi uzatın mıdır? yoksa bize karışmayın mıdır ?. önce bunu bilmek gerekir.

sonra unutmayalım metropollerde yaşyan kürt sayısı doğu ve güney doğunun toplam nüfusunun onlarca katıdır. ve artık ikinci hatta üçüncü kuşaklardır bunlar. Bu insanlar asıl dertlerinin ekmek davası olduğunu düşünüyorsa. o şehirde yaşıyan her hangi bir Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşından ne gibi bir farklarını görmektedirler. devlet kurumlarıdna daha azmı maaş almaktadırlar. ya da fabrikalarda onlar ezilirken türk işçiler gül gibi mi yaşamaktadır. Kürt patronların kürt işçilere türk patronlardan daha iyi mi muammelesi vardır. İş ve Sosyal güvenlik yasalarının getiri ve götürülerinden daha farklı mı yararlanmaktadırlar. eğer oaly ekmek davasıysa herkesin kaderi ortaktır. hiç bir ekonomik sistem ve model türke farklı kürde farklı hitap etmez. emek gücü vardır sömürülecek bu emek gücünün nerede doğduğu kimsenin umrunda değildir.

 

bu iş siyasi bir iştir. PKK 'nın taleplerinin hiç biri ekonomik veya sınıfsal değildir.

 

bu örgütün artık kime hizmet ettiği amacının ne olduğu, neyi hedeflediği nasıl hareket ettiği ortadadır. çıkarı kimden yanaysa onun türküsünü söylemektedir. bu kimi zaman avrupa olur kimi zaman amerika. ülke içinde sol ideoloji populerse solcu geçinir, islami motifler hakimse islami motifleri kullanır. Tahammülsüzdür kendi dışında kürtler arasında örgütlenen çevrelere karşı çok sert ve vahşidir. kendi örgütü içinde bile hiç bir itirazı kabul etmez ve itiraz sahibini yok eder. Hiç bir ideolojisi yoktur, hiç bir ilkesi yoktur rüzgar ne yönden esiyorsa o yöne doğru eğilir. Doğu bloku sallanınca alelacele bayrağından orak çekici çıkarır, 90 larda sol dalga yükselince solcu geçinir, 2000 lerde sağa yanaşır metin metiner gibi adamları kullanır. Önce "kahrolsun Amerika" der, sonra "Amerika'yı eleştirenler şoven güçlerdir der". Uyuşturucu işini yapar, Haraç işini yapar, Büyük şehirlerde faalşiyet gösteren hırsızlık, mafya, kapkaç, gasp çeteleri, ukrayna , moldova gibi ülkelerden gelen kadınların fuhuş sektöründe kullanılması, gibi suç örgütlerini kurar. Her fırsatta demokrasiden bahseder ama, kendi mantığına uymuyor diye eski yöneticisini sokak ortasında infaz eder ( Hikemt Fidan ) son örneği. Sivillere saldırır, demiryollarına, karayolalrına , otobüs güzargahlarıan bomba koyar, Alışveriş merkezlerini yakar. Halkların Kardeşliği der. ama tarih boyunca komşusu olmuş, Irak halkını katliama maruz bırakan Amerika'nın bölgedeki jandarmalığını üstlenebilmek için diğer kürt gruplarıyla yarışır. kısacası Mao'nun "emepryalizmin kuyruğuna takılmış sözde ulusal kurtuluşçular" dediği cinselerin en iyi yaşyan örneklerindendir, bu bayrağı İranda'Ki Halkın Mücahitleriyle beraber taşır.

 

Bir kürt için böyle bir çetenin yönetiminde olduğunu bir gün bile düşünmek sanırım yeterince açıklayıcı olur. Peki bütün kürtler böyle değildir dendiğinde , tüm yüreğimle inanıyorum ki öyle değildir belli kısmının desteklediğini biliyorum. peki ama, bir kürt arkadaşımız, PKK'ya gereken tepkiyi koymadan, ona karşı mücadele etmeden, Onun bu pervasızlığına dur demeden, İçi rahat etmekte midir. Kapitalizmin tüm dünyada yaygın oaln vahşi yasalarının ülkemizdeki tezahüründen şikayetçiyken, PKK'nın bundan ne kadar bağımsız olduğunu düşünmektedir. burada ible konuşmalarında ABD ye nefret ksuan arkadaşlarımız. Artık onun bir para militer örgütü haline geldiğini kendi ağzıyla söyleyen bir örgüt söz konusu olunca aynı tepkiyi koymaktan neden imtina ederler. Türkiye Şartlarının getirdiği sömürü bunların mazeretimidir. Dünyanın her yeridne komünistler ve sosyalsitler birlikçiyken bir ayrılıkçlık dışında hiç bir siyasi vasfı olamyan bir örgüte sıcak bakan başka sosyalist görünmüşmüdür dünyada !

 

Kafatasçıalrı ve PKK'nın yarattığı şeylerle hayatında hiç mücadele etmediği halde ortalıkta sanki onlarla savaşanlar pozunda gezinip te, bu işten siyasi çıakr ummak ya da bunu mazaret ederek nefretini kusmak isteyenleri bir kenara bırakıyorum. ama acaba sokaktaki mahalledeki normal insan neden kürtlere karşı gitgide kendini daha soğuk hissetmektedir. siyasal sebepelrle mi. Yoksa, yolu kesilipte gasp edildiğinden, arabasını bir yere çekince gelip apra isteyip vermezse arabasıan zarar vereceğin isöyleyenler yüzünden mi. Sokak ortasında fizisel şiddete maruz kaldığından ya da, iş yerien gelip haraç isteyenlerin şiveleri yüzünden mi. şüphesizki kafatasçıalrın bu tablodaki payı ne kadarsa, bu suç örgütlerinin payıda o kadardır. Toplum edilgen bir dokudur. etkileşime açıktır. Bu sorun tek taraflı bir sorun değildir. Terör ortamından beslenen ne kadar, kafatasçı varsa o kadarda kürt vardır. bunların kimi aşiret reisidir, kimi korucudur, kimi suç örgütü üyeleridir, kimi sözde milliyetçidir, kimi suç örgütlerine üye polislerdir. geçmişte bir yandan aslan milliyetçi kesilip bir yandan PKK'lı Behçet Cantürk Ve Şavaş Buldan'la ortak uyuşturucu işi yapanlar gibi.

 

Savaş her zaman devlet içinde, sistem içinde çıkarcılara, savaş meraklılarına fırsat verir, onalrın hareket alanını genişletir. çakal puslu havayı sever. savaş halidne kisme onlardan hesap sormaz, çeteler oluşur. Çünkü ilk hedef vardır savaşı kazanmak gerisi önemli değildir. bu hangi devlet ya da hangi sistem olursa olsun farketmez.

 

bu ülkede ırka dayalı hiç bir sorun yoktur. Ben nasıl ki diyarbakır'ı hakkari'yi yurdumun bir parçası oalrak görüyorsam, bir hakkarilide istanbulu , aydını , trabzonu yurdunun bir parçası olarak görmelidir. Bir faşiste karşı gösterdiği tepkinin aynısını bir PKK lıyada göstermelidir. Çünkü anlamalıdır ki hiç bir farkları yoktur. Bu memleket bir adım ileri giderse hepimizin yararınadır. bir adım geri giderse hepimizin zararınadır. tarih boyunca da böyle olmuştur.

Yoruma sekme
Diğer sitelerde paylaş

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.