Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

367 ANAYASA'YA AYKIRIDIR. MANTIĞA DA AYKIRIDIR


Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Selamlar...

 

Forumda arada bir bu konu tartışılıp duruyor. Yeterli açıklama yapılmış olmasına rağmen hala bazı tartışmalar gündemde. Buyurup bir de buradan görelim. Metin uzun diye korkmayın çünkü anlaşılan o ki, ilerleyen günlerde tekrar bu metne ihtiyaç duyacağız...

 

CUMHURBAŞKANININ SEÇİMİ KONUSUNDA ZORUNLU BİR AÇIKLAMA

 

Doç. Dr. Kemal Gözler

Koç Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi

Türk Anayasa Hukuku Sitesi Editörü

 

 

 

Bu sayfayı MS WORD formatında indirmek için izleyen linki tıklayınız: http://www.anayasa.gen.tr/cb-secimi.doc

 

Bu sayfayı daha büyük puntolu harflerle okumak için burasını tıklayınız.

 

 

 

Şimdiye kadar 184-367 tartışmasından uzak durmaya özel çaba sarf ettim. Özellikle de bu konuda, gazete ve televizyonlara görüş açıklamaktan özenle kaçındım. Çünkü bilimsel tartışmanın yerinin, gazeteler ve televizyon ekranları değil, kitaplar ve bilimsel dergiler olduğuna inanan biriyim.

 

Kaldı ki anayasa hukuku alanında apaçık yanlış olan bir görüş açıklandı diye, bu görüşün yanlış olduğu yolunda beyanat vermek gerektiğine de inanmıyordum. Nasıl birisi çıksa ve iki kere ikinin dört değil, beş ettiğini söylese, matematik profesörleri bunun yanlış olduğu yolunda gazetelere ve televizyonlara beyanat vermek zorunda değiller ise, aynı şekilde Cumhurbaşkanı seçimi için toplantı yetersayısının 184 değil, 367 olduğunu söyleyen birisinin görüşünün yanlış olduğunu söylemenin gereğini hissetmedim. Toplantı yetersayısının 367 olduğu görüşü, benim açımdan, ayrıca tartışılmasına gerek olmayan apaçık yanlış bir görüştü ve bunun yanlış olduğunun söylenmesi dahi bir “abesle iştigal” idi.

 

Ben böyle düşünüyor iken ve 367 konusunda bir görüş açıklamamış olmama rağmen, adımın “367’ciler” ile birlikte anıldığını fark ettim. Bu nedenle “367’ci” değil, “184’çü” olduğumu açıklama ihtiyacını hissettim. Diğer yandan benim apaçık yanlış bulduğum görüş Anayasa Mahkemesi tarafından fevkalade yanlış bir kararla benimsenmiş oldu. Nihayet 367 lehine propaganda yapanlar, söz konusu sorunun anayasa hukuku doktrininde tartışmalı olduğunu, anayasacıların çoğunun 367’ci olduğunu iddia etmeye başladılar. Oysa gerçekte 4-5 anayasacı dışında kalan meslektaşlarımızın ezici çoğunluğu 184’çüdür ve özel konuşmalarında toplantı yetersayısının 367 olduğu yolundaki görüşün uydurma bir görüş olduğunu ve Anayasa Mahkemesi kararının da yanlış bir karar olduğunu söylemektedirler. Anayasa hukuku, bu alanda yüksek lisans dahi yapmamış, hayatında anayasa hukuku alanında tek bir kitap, tek bir makale dahi yazmamış kişilerin ahkam kestiği bir alan haline geldi. Bu kişilerin yaptığı açıklamalar yüzünden halkın Anayasaya ve giderek hukuka güveni sarsıldı. Halkın gözünde anayasa hukuku kuralları, isteyenin istediği gibi yorumlayabileceği kurallar haline dönüştü. Artık böyle bir durumda susmanın, bir anayasa hukukçusu olarak, mesleğime saygısızlık olacağı kanısına vardım ve aşağıdaki açıklamayı yapmaya karar verdim. K.Gözler.

 

 

 

I. TOPLANTI YETERSAYISI 184’TÜR

 

Bilindiği gibi Sabih Kanadoğlu tarafından Türkiye’de Cumhurbaşkanı seçmek amacıyla TBMM’nin toplanabilmesi için TBMM Genel Kurulunda en az 367 milletvekilinin bulunması gerektiğini iddia edilmiştir[1]. Bu iddia, anayasa hukukçularının çoğunluğu tarafından olmasa bile bazıları tarafından da desteklenmiştir. Ancak bu düşüncenin, kanımızca, 1982 Anayasasının 96 ve 102’nci maddeleri karşısında savunulabilir bir yanı yoktur. Zira 1982 Anayasasının 102’nci maddesinde öngörülen yetersayılar, “toplantı yetersayısı” değil, “karar yetersayısı”dır. 102’nci maddede TBMM’nin kaç milletvekili ile toplanacağına ilişkin bir özel hüküm yoktur. Toplantı yetersayısına ilişkin bir özel hüküm olmadığına göre, toplantı yetersayısı, Anayasanın 96’ncı maddesinin “Anayasada başkaca bir hüküm yoksa Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının en az üçte biri ile toplanır” diyen birinci fıkrası hükmüne göre belirlenir. Yani Cumhurbaşkanının seçimi amacıyla TBMM’nin toplanabilmesi için en az 184 milletvekilinin Genel Kurulda bulunması yeterlidir[2].

 

Başka Ülkelerde Durum Nedir?- Bu arada belirtelim ki, Cumhurbaşkanı seçimi için toplantı yetersayısının 367 olduğunun söylenmesi, söz konusu toplantı yetersayısının “özel toplantı yetersayısı” veya “nitelikli toplantı yetersayısı” olduğu anlamına gelir. Sadece 1982 Türk Anayasasında değil, incelediğimiz yabancı anayasalarda da cumhurbaşkanının seçimi için öngörülmüş bir “özel toplantı yetersayısı” veya “nitelikli toplantı yetersayısı” yoktur. Bu konuda bkz. Kemal Gözler, “Cumhurbaşkanlarının Seçimi: Karşılaştırmalı Anayasa Hukuku İncelemesi", Terazi: Aylık Hukuk Dergisi, Yıl 2, Sayı 9, Mayıs 2007 , s.19-29. Bu makalede açıkladığımız gibi yabancı ülkelerin anayasaları da, cumhurbaşkanlarının seçimi için, bizdekine benzer, “nitelikli karar yetersayıları” öngörmüş, ancak aynı anayasalar, bu konuda bir “nitelikli toplantı yetersayısı” öngörmemiştir. Nihayet belirtelim ki Türk anayasa hukuku literatüründe 2007 yılına kadar “nitelikli toplantı yetersayısı” kavramı, hukuk kuralı olarak varlığını bir yana bırakınız, doktrinde kavram olarak dahi işitilmemiş bir kavramdır. Yine belirtelim ki, biz gerek Fransızca, gerek İngilizce anayasa hukuku literatüründe şimdiye kadar “nitelikli toplantı yetersayısı (qualified quorum, quorum qualifié)” diye bir kavrama rastlamadık. Bunlar göstermektedir ki “nitelikli toplantı yetersayısı” kavramı Türkiye’de geçtiğimiz aylarda uydurulmuş bir kavramdır.

 

 

 

II. CUMHURBAŞKANININ UZLAŞMAYLA SEÇİLMESİ ŞART DEĞİLDİR

 

Hatırlanacağı üzere, bazıları, Anayasamızın Cumhurbaşkanının uzlaşmayla seçilmesini şart koştuğunu iddia ettiler. Anayasamızın Cumhurbaşkanının tarafsız olmasını öngördüğü husus doğrudur. Tarafsız bir Cumhurbaşkanının da uzlaşmayla seçilmesinde yarar vardır. 1982 Anayasası da pek muhtemelen bu nedenle Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk iki turunda Cumhurbaşkanının TBMM üye tamsayısının üçte iki çoğunluğuyla seçilmesini öngörmüştür. Ancak 1982 Anayasası bu şartı üçüncü ve dördüncü turda aramayarak Cumhurbaşkanının TBMM üye tamsayısı salt çoğunluğuyla seçilmesine imkân tanımıştır. Dolayısıyla Anayasamız Cumhurbaşkanı uzlaşmayla seçilmesini arzu etmiş, ama bu şekilde seçilemediği takdirde de TBMM’nin salt çoğunluğuna tek başına Cumhurbaşkanı seçme yetkisini tartışmasız olarak vermiştir.

 

 

 

III. TBMM’NİN CUMHURBAŞKANI SEÇME KARARI ANAYASA MAHKEMESİ TARAFINDAN DENETLENEMEZ

 

Çünkü:

 

1. TBMM’nin Cumhurbaşkanı seçme kararı, bir “kanun” değil, bir “parlâmento kararı”dır. (“Parlâmento kararları”nın ne olduğu konusunda daha fazla bilgi edinmek için izleyen linki tıklayabilirsiniz: http://www.anayasa.gen.tr/parlamento-karari.htm ).

 

2. Parlâmento kararları ise, üç istisna (TBMM İçtüzüğü, yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararı, TBMM üyeliğinin düşmesi kararı) dışında Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenemez. Çünkü Anayasa Mahkemesi görev ve yetkileri Anayasanın 148’inci maddesinde sınırlı bir şekilde sayılmıştır. Anayasamız 148’inci maddesinde Anayasa Mahkemesine parlâmento kararlarını denetleme yetkisini vermemiştir. Anayasa Mahkemesinin yukarıdaki üç istisna dışında parlâmento kararlarının niçin denetleyemeyeceği konusunda daha fazla açıklama için izleyen linkleri tıklayabilirsiniz: http://www.anayasa.gen.tr/pk-denetim-kisa.htm ; http://www.anayasa.gen.tr/pk-denetim-uzun.htm )

 

3. Ancak Anayasa Mahkemesi, bazı parlâmento kararlarını “içtüzük düzenlemesi niteliğinde” görüp denetleyebilmektedir. Anayasa Mahkemesinin bu içtihadı yanlıştır. Çünkü Anayasa Mahkemesi parlâmento kararlarına karşı açılmış iptal davalarında aslında bu parlâmento kararlarının İçtüzüğe uygun olarak alınıp alınmadıklarını denetlemektedir. Bir parlâmento kararının TBMM İçtüzüğüne aykırı olarak alınmış olabilir (ki Cumhurbaşkanı seçiminde böyle bir aykırılık da yoktu). Zira parlâmento kararının İçtüzüğün bir maddesine aykırı olarak alınmış olması, İçtüzüğün o maddesinin değiştirildiği veya yeni bir İçtüzük düzenlemesi yapıldığı anlamına gelmez. Böyle bir durumda olsa olsa İçtüzüğe bir aykırılık söz konusudur. Hukukun genel teorisinde bir düzenleyici işleme (norma) aykırı bir bireysel işlem (karar) yapılması, o düzenleyici işlemin (normun) değiştirildiği anlamına değil, o bireysel işlemin (kararın) o düzenleyici işleme (norma) aykırı olduğu anlamına gelir. Bunun aksinin düşünülmesi tüm hukuk mantığının tepetaklak edilmesi demektir. Nasıl fail suç teşkil eden bir fiiliyle ceza kanununun bir maddesini ihlâl ederek, ceza kanununun o maddesini değiştirmiş olmuyorsa, Türkiye Büyük Millet Meclisi de İçtüzüğün bir maddesini ihlâl ederek o maddeyi değiştirmiş olamaz. Bu konuda daha fazla açıklama için izleyen linki tıklayabilirsiniz: http://www.anayasa.gen.tr/ictuzuk-niteligi.htm .

 

Anayasa Mahkemesinin yapması gereken şey, Deniz Baykal ve arkadaşlarının yaptığı başvuruyu, yetkisizlik nedeniyle reddetmekten ibaretti.

 

 

 

IV. CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ SÜRECİNE GİREN TBMM, ERKEN SEÇİM KARARI ALABİLİR Mİ? VEYA ERKEN SEÇİM KARARI ALAN VEYA ÖNGÖRÜLEN SÜRE İÇİNDE CUMHURBAŞKANI SEÇEMEDİĞİ İÇİN SEÇİMLERİNİN YENİLENMESİ GEREKEN TBMM, ÇALIŞMAYA DEVAM EDEBİLİR, ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ YAPABİLİR Mİ?

 

Erken seçim ve anayasa değişikliği gündeme geldiğinde bazıları tarafından, Cumhurbaşkanlığı seçim süreci başladıktan sonra ve özellikle öngörülen süre içinde Cumhurbaşkanı seçilememesi nedeniyle seçimlerinin yenilenmesi söz konusu olan TBMM’nin başka bir konuda çalışamayacağı ve dolayısıyla Anayasa değişikliği yapamayacağı yolunda görüşler de ileri sürülmeye başlandı. Kanımızca bu görüşlerde de tutarlılık payı yoktur.

 

Çünkü Türk anayasa hukukunda “parlâmentonun sürekliliği (devamlılığı, istimrarı)” ilkesi geçerlidir. Bu ilke ilk defa 1921 Anayasanın “madde-i münferide”sinde, TBMM’nin “müstemirren müçtemi” olduğunu ilân edilerek kabul edilmiştir. Aynı ilke, 1924, 1961 ve 1982 Anayasaları dönemlerinde de geçerli olmuştur. Bu ilkeye göre, mevcut bir parlâmentonun yetkileri, yeni parlâmento seçilip göreve başlayınca kadar devam eder; dolayısıyla ülke yasama organsız kalmaz. Bu ilke uyarınca parlâmento, tatilde veya ara vermede olsa bile, kendi istediği her zaman toplanabilir ve çalışabilir. Dolayısıyla TBMM’nin seçimlerinin yenilenmesine Cumhurbaşkanı veya TBMM’nin kendisi tarafından karar verilmiş veya Cumhurbaşkanı seçilemediği diye seçimlerinin otomatik olarak yenilenmesi durumu ortaya çıkmış olsa TBMM çalışmaya devam edebilir ve yetkileri tamdır. Hatta TBMM bu sebeplerle tatile girmiş veya çalışmalarına ara vermiş olsa bile, parlâmentonun sürekliliği ilkesi uyarınca, yeni seçimlerden sonra olacak Meclisin ilk toplantısına kadar, istediği her zaman tekrar toplanabilir ve istediği her konuda karar alabilir ve kanun çıkarabilir, anayasa değişikliği yapabilir.

 

Türkiye'de parlâmento sürekliliği ilkesi Anayasamızın 77’nci maddesinde “yenilenmesine karar verilen Meclisin yetkileri, yeni Meclisin seçilmesine kadar sürer” denerek ayrıca ve açıkça hükme bağlanmıştır.

 

Yukarıdaki sebeplerle kanımızca TBMM Cumhurbaşkanı seçim sürecinde iken erken seçim kararı alabilir; kanun çıkarmaya devam edebilir ve gerekiyorsa anayasa değişikliği de yapabilir. Ayrıca belirtelim ki, aksi yöndeki görüş sadece hukuken yanlış değil, sağduyuya da aykırıdır. Eğer bu dönemde TBMM çalışamayacak ise, TBMM’nin yetkileri artık sona erecek ise, Türkiye’de savaş ilân etmek gerekse bu nasıl ilân edilecek, Türkiye’de olağanüstü hâl ilân etmek gerekse bu nasıl ilân edilecektir.

 

Parlâmentonun sürekliliği (devamlılığı, istimrarı) ilkesi konusunda daha fazla bilgi için bkz.: Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku Dersleri, Bursa, Ekin, 2007, s.286.

 

 

 

V. ANAYASA MAHKEMESİ PLANLANAN ANAYASA DEĞİŞİKLİKLERİNİ İPTAL EDEBİLİR Mİ?

 

Muhtemelen önümüzdeki günlerde planlanan anayasa değişiklikleri gerçekleştirilirse bu anayasa değişikliklerinin de anayasaya aykırı olacağı, zira bu dönemde yukarıdaki şekilde TBMM’nin anayasa değişikliği yapma yetkisinin bulunmadığı iddia edilecektir.

 

Bu iddianın nasıl yanlış olduğu yukarıda açıklandı. Anayasamızın 77’nci maddesine göre TBMM’nin yetkileri yenisi seçilinceye kadar devam eder. Bu bize göre bu tartışma gerektirmeyecek kadar açık bir konudur. Ancak aynı konu yarın bir gün Anayasa Mahkemesinin önüne gelirse Anayasa Mahkemesi yine Anayasanın 77’nci maddesindeki açık hükme rağmen yanlış karar verebilir. Zira bize göre toplantı yetersayısının 184 olduğu da aynı derecede açık bir husustu. 102’nci maddede özel bir toplantı yetersayısı öngörülmemişti ve 96’ncı madde uyarınca toplantı yetersayısı 184 idi. Toplantı yetersayısı gibi açık bir hususta yanlış karar veren Anayasa Mahkemesinin benzer bir açıklıktaki diğer bir konuda da yanlış karar vereceğinden korkulabilir. Anayasanın 102’nci maddesini yanlış yorumlayan Anayasa Mahkemesinin, Anayasanın 77’nci maddesini doğru yorumlayacağını bize kim garanti edebilir?

 

Anayasamızın 148’inci maddesi, Anayasa Mahkemesine Anayasa değişikliklerini, esas bakımından değil, sadece şekil bakımından denetleme yetkisi vermiştir. Şekil bakımından deneti ise 148’inci maddeyle göre “teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır”. Dolayısıyla bir anayasa değişikliği TBMM üye tamsayısının üçte biri tarafından teklif edilmiş ve üye tamsayısı beşte üçü veya üçte ikisi tarafından kabul edilmiş ise Anayasa Mahkemesinin bu anayasa değişikliği üzerinde yapabileceği bir şey Anayasamıza göre yoktur; dolayısıyla Anayasamıza göre ortada korkulacak bir şey bulunmamaktadır. Ancak bu sadece Anayasamıza göredir. Anayasa Mahkemesinin böyle bir konu önüne geldiğinde ne karar vereceğini kimse bilemez.

 

Anayasa Mahkemesi Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin değişikliği, bu değişiklik Anayasadaki bütün şartlara uygun olarak gerçekleşmiş olsa ve dahi Anayasa Mahkemesinin yetkisi şekil denetiminden ibaret olsa bile Anayasa Mahkemesi yapacağı bir yorumla tüm bu engelleri aşıp söz konusu anayasa değişikliği iptal edebilir.

 

Anayasa Mahkemesinin anayasa değişikliklerini denetleme ihtimali, Cumhurbaşkanlığı seçimini denetleme ihtimalinden daha yüksektir. Yukarıda açıklandığı gibi Cumhurbaşkanlığı seçme kararı bir parlâmento kararıdır ve Anayasa Mahkemesinin böyle bir parlâmento kararı denetleme yetkisi yoktur; oysa Anayasa Mahkemesinin anayasa değişikliklerini denetleme yetkisi zaten şekil bakımından vardır. Anayasanın kendisine vermediği bir yetkiyi kullanan bir Anayasa Mahkemesinin, Anayasanın kendisine sınırlı olarak verdiği yetkiyi sınırsız olarak kullanması, yani sadece şekil denetimi yapma yetkisi var iken, 1961 Anayasası döneminde de olduğu gibi şekil görüntüsü altında esas denetimi de yapması muhtemeldir.

 

 

 

VI. TÜRKİYE’DE ANAYASA YARGISI KALDIRILMALIDIR VEYA HİÇ OLMAZSA ANAYASA MAHKEMESİ ÜYELERİNİ TBMM SEÇMELİDİR

 

Anayasa Mahkemesinin yukarıdaki yanlış kararları, Türkiye’de Anayasa yargısının meşruluğu sorununu bir kez daha gündeme getirmiştir. Cumhurbaşkanı seçimi konusunda Anayasa Mahkemesinin verdiği bu karar, bugüne kadar verdiği ilk yanlış karar değildir. Örneğin Anayasa Mahkemesi 1990’lı yıllarda Anayasanın 91’inci maddesinde yazmadığı hâlde, TBMM’nin Bakanlar Kuruluna KHK çıkarma yetkisinin verebilmesi için ivedilik, zorunluluk ve önemlilik olmak üzere üçte şart aramış ve böylece KHK çıkarma yolunu, bu yol Anayasayla hükümetlere tartışmasız olarak verilmiş olmasına rağmen kapatmıştır. Yine Anayasa Mahkemesi 1991 yılında verdiği bir kararla olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamelerinin yargısal denetimini yapmıştır. Oysa Anayasamızın 148’inci maddesinin birinci fıkrasında açıkça “olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz” denmektedir. Yine aynı Anayasa Mahkemesi 1993 yılında Anayasa tarafından kendisine verilmemiş olmasına rağmen, kendisinin kanunlar hakkında “yürürlüğü durdurma kararı” verme yetkisine sahip olduğunu iddia etmiş ve o zamandan bu yana da anayasal dayanağı olmayan bu kararları verebilmiştir. Anayasamızın 153’üncü maddesinin ilk fıkrası “iptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamaz” diyor. Oysa pek çok defa televizyonda Anayasa Mahkemesi Başkanının veya Başkanvekilinin “şu kanunu iptal ettik” diyerek basın açıklaması yaptığını görüyoruz. Oysa basın açıklamasıyla duyurulan iptal kararının henüz gerekçesi yazılı değildir ve muhtemelen de aylar ve hatta yıllar sonra yazılacak ve Resmi Gazetede yayınlanacaktır. Anayasa Mahkemesinin Cumhurbaşkanı seçimine ilişkin son iptal kararı da gerekçesi yazılmadan Başkanvekili tarafından basın açıklaması yoluyla kamuoyunu duyurulmuştur. Acaba Anayasanın bekçisi olduğunu iddia edilen Anayasa Mahkemesi, Anayasanın 153’üncü maddesinin ilk fıkrasına niçin uymuyor? Anayasa Mahkemesinin verdiği pek çok yanlış kararın açıklanması ve eleştirisi için bkz.: Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku, Bursa, Ekin, 2000, 1071 s. Özellikle, s.860-977; Kemal Gözler, İdare Hukuku, Bursa, Ekin, 2003, 2 Cilt, 2800 s.). Anayasa koyucu Anayasaya istediği hükmü koysun; Türkiye’de Anayasa Mahkemesi değişmedikçe Anayasada değişen bir şey olmayacaktır. Çünkü Anayasa Mahkemesi, Anayasa hükümlerini istediği gibi yorumlamaya kendisini yetkili görmektedir. O nedenle yapılması gereken şey, şimdiki anayasa değişikliği teklifinde olduğu gibi, Anayasa Mahkemesinin yanlış yorumladığı Anayasa maddesini yanlış yorumlamaya el vermeyecek şekilde tekrar kaleme almak[3] değil, bir anayasa değişikliği yaparak Anayasa Mahkemesini kaldırmaktan ibarettir.

 

Zaten anayasa yargısının meşruluğu sorunu, sadece bizde değil, Dünyanın başka ülkelerinde de teorik olarak tartışmalıdır. Bu konuda bkz.: Kemal Gözler, “Anayasa Yargısının Meşruluğu Sorunu", Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, Cilt 61, Sayı 3, Temmuz-Eylül 2006, s.131-166. < http://www.anayasa.gen.tr/mesruluk.htm >

 

Kanımızca yapılması gereken şey, bir Anayasa değişikliği yoluyla, Anayasamızın 146-153’üncü maddelerini ilga ederek Anayasa Mahkemesini kaldırmak, Türkiye’de anayasa yargısına bir son vermektir. Bunun yapılması arzu edilmiyorsa hiç olmazsa, Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçimi tarzı değiştirilmelidir. Türkiye dışında Anayasa Mahkemesine parlâmentonun üye seçemediği başka bir ülke yoktur. Bütün ülkelerde Anayasa Mahkemesi üyelerinin tamamı veya önemli bir kısmı parlâmento tarafından seçilmektedir. Türkiye’de de bunu yapmak gerekir. Şu anki sistemde Anayasa Mahkemesi üyelerinin önemli bir kesimi başka hâkimler tarafından seçilen üçer aday arasından Cumhurbaşkanı tarafından atanmaktadır. Böyle bir sistemin örneği batı demokrasilerinde yoktur.

 

Çeşitli ülkelerde Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçilmesi usûlü konusunda bkz.: Kemal Gözler, “Anayasa Mahkemesi Üyelerinin Seçilmeleri: Bir Karşılaştırmalı Anayasa Hukuku İncelemesi”, < http://www.anayasa.gen.tr/aym-uyesecimi.htm >.

 

 

 

VII. YAPILMASI DÜŞÜNÜLEN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNDE CUMHURBAŞKANININ TEK BAŞINA YAPABİLECEĞİ İŞLEMLER AYRICA VE AÇIKÇA SAYILMALIDIR

 

Türkiye’de şimdiye kadar Anayasanın 104’üncü maddesinde sayılan Cumhurbaşkanının görev ve yetkilerinden hangilerini, Başbakan ve ilgili bakanların karşı-imzalarını almadan tek başına yapabileceği konusu gerek uygulamada, gerekse doktrinde tartışmalıdır. Zira 1982 Anayasasının mevcut hâlinde bu konuda boşluk vardır. Anayasamızın 105’inci maddesinde, Cumhurbaşkanının tek başına yapabileceği işlemler olduğunu kabul edilmekte, ancak bunların neler olduğunu sayılmamaktadır.

 

Cumhurbaşkanının sadece halka seçtirilmesi Türkiye’de Cumhurbaşkanı - Hükümet çatışması sorunun çözmeye yetmez; tersine Cumhurbaşkanı ve Hükümet ayrı partilerden olduğu takdirde bu çatışmanın şiddetini dahi arttırabilir. Zira yeni sistemde Cumhurbaşkanı, kendisini de halkın seçtiği ve demokratik meşruluktan yararlandığını ve Anayasanın 104’üncü maddesi tarafından kendisine verilen yetkileri tek başına kullanabileceğini iddia edebilir. O nedenle Cumhurbaşkanının Başbakan ve bakanların karşı-imzası olmadan tek başına kullanabileceği yetkilerin neler olduğunun Anayasada ayrıca ve açıkça belirtilmesi, Anayasal sistemimizin krizsiz bir şekilde işlemesi açısından uygun olur.

 

Karşı-imza kuralının ne olduğu ve bu konunun değişik ülkelerde nasıl düzenlendiği ve Türkiye’de Cumhurbaşkanının tek başına yapabileceği işlemler konusundaki tartışma hakkında bkz.: Kemal Gözler, Devlet Başkanları: Bir Karşılaştırmalı Anayasa Hukuku İncelemesi, Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları, 2001, Dördüncü Bölüm, s. 235-262 ( http://www.anayasa.gen.tr/devletbaskanlari.htm ).

 

 

 

VIII. YAPILMASI DÜŞÜNÜLEN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNDE CUMHURBAŞKANININ KHK’LERİ, BAKANLAR KURULU KARARLARINI VE ÜÇLÜ KARARNAMELERİ İMZALAMAYI REDDETME YETKİSİNE SAHİP OLUP OLMADIĞI SORUNU AÇIKLIĞA KAVUŞTURULMALIDIR.

 

Türkiye’de Ahmet Necdet Sezer’in Cumhurbaşkanlığı döneminde gerek, bu Cumhurbaşkanı ile gerek Ecevit Hükümeti, gerekse şimdiki Hükümet arasında derin bir kararname krize yaşanmıştır. Cumhurbaşkanı Sezer, Ecevit Hükümetinin çıkardığı pek çok kanun hükmünde kararnameyi ve keza bazı bürokratların atanmasına ilişkin üçlü kararnameleri imzalamayı reddetmiştir. Aynı şekilde Sezer, AK Parti Hükümetinin bürokrat atamasına ilişkin çıkardığı pek çok üçlü kararnameyi de imzalamayı reddetmiştir.

 

Anayasamızda (m.89) Cumhurbaşkanının bir kanunu imzalamayı reddetmesi durumunda ne yapılacağı, yani Cumhurbaşkanı ile TBMM arasında bir çatışma çıkarsa bu çatışmanın çözüm yolu gösterilmiştir. Bilindiği gibi Cumhurbaşkanı bir kanunu beğenmiyorsa onu 15 gün içinde bir defa daha görüşülmek üzere TBMM'ye iade eder. TBMM tekrar aynı kanunu aynen kabul ederse Cumhurbaşkanı bu kanunu onbeş gün içinde imzalayıp Resmi Gazetede yayımlamak zorunda kalır. Böyle bir Cumhurbaşkanı arzu ediyorsa bu kanuna karşı Anayasa Mahkemesinde iptal davası açabilir.

 

Benzer bir usûl, anayasa değişikliği yoluyla, Bakanlar Kurulunun KHK’leri, kararları ve atamalara ilişkin üçlü kararnameler konusunda da benimsenebilir. Örneğin Cumhurbaşkanına beğenmediği KHK, Bakanlar Kurulu kararı ve üçlü kararnameleri bir veya iki hafta içinde Bakanlar Kurulu veya Başbakanlığa geri gönderme yetkisi tanınabilir. KHK ve Bakanlar Kurulu kararlarında Bakanlar Kurulunun veya üçlü kararnamelerde Başbakan veya ilgili bakanın geri gönderme üzerine ısrar etmesi üzerine Cumhurbaşkanının yine bir veya iki hafta içinde söz konusu KHK, Bakanlar Kurulu kararı veya üçlü kararnameyi imzalayıp Resmi Gazetede yayımlamak zorunda olduğu anayasa değişikliği yoluyla hüküm altına alınabilir. Cumhurbaşkanının yayımlanmış KHK’lere karşı Anayasa Mahkemesi iptal davası açması zaten mümkündür. Cumhurbaşkanına bu şekilde yayınlamak zorunda kaldığı Bakanlar Kurulu kararı ve üçlü kararnamelere ilişkin Danıştayda iptal davası açma yetkisi de Anayasa değişikliği yoluyla tanınabilir.

 

Türkiye’de Cumhurbaşkanı-hükümet çatışması konusunda bkz.: Kemal Gözler, Cumhurbaşkanı-Hükûmet Çatışması: Cumhurbaşkanı Kararnameleri İmzalamayı Reddedebilir mi?, Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları, 2000, VIII+80 s. [ http://www.anayasa.gen.tr/catisma-intro.htm ]

 

 

[1]. Sabih Kanadoğlu, “AKP Tek Başına Seçemez”, Cumhuriyet, 26 Aralık 2006.

 

[2]. Ergun Özbudun, “Cumhurbaşkanı Seçimi ve Anayasa”, Zaman, 17 Ocak 2007.

 

[3] Yeni Anayasa Değişikliğinde Anayasa Mahkemesinin yanlış yorumladığı 96’ncı maddenin ilk fıkrası şu şekilde tekrar kaleme alınmaktadır: “Türkiye Büyük Millet Meclisi, tüm toplantı ve yapacağı seçimlerde üye tamsayısının en az üçte biri ile toplanır. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anayasada başkaca hüküm yoksa toplantıya katılanların salt çoğunluğu ile karar verir; ancak karar yeter sayısı hiçbir şekilde üye tamsayısının dörtte birinin bir fazlasından az olamaz”. Oysa 96’ncı maddenin mevcut şeklî de gayet açıktır. 96’ncı maddenin mevcut halini yanlış yorumlayanların, yarın yeni şeklini doğru yorumlayacaklarını kim garanti edebilir? Ülkemizde son üç ayda tartışılan hususlar, 20 yıldır anayasa hukukçuların aklının ucundan dahi geçemeyen şeylerin birileri tarafından düşünülüp gerçekleştirilebileceğini göstermiştir.

 

 

 

Copyright © Kemal Gözler. 2007.

 

Bu sayfaya izin almadan link verilebilir ve bu sayfadan

 

"Bu metin metin Kemal Gözler, “Cumhurbaşkanının Seçimi Konusunda Zorunlu Bir Açıklama”, <www.anayasa.gen.tr/cb-secimi.htm>den alınmıştır"

  • Cevaplar 55
  • Tarih
  • Son Cevap

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Bu Başlıkta En Çok Gönderenler

Gönderi tarihi:

Böyle komik iddialari mesnet alarak yazarken gercekten neyi ispatlamaya calistiginizi kendiniz bil bilmekten ********.367 anayasaya aykridir ama halkin yüzde 33,8 ile cogunlugu gaspetmek anayasaya aykiri olmuyor dimi.Ya birakin artik bunlari ve gerceklere bakin.Gercek ne biliyormusunuz?Gercek antidemokratik bir secim yasasi ile Türkiye samar oglanina cevrildi en son samar atanda AKP dir.Demokrasiyi seviyorsaniz Demokrasinin ne olup ne olmadigini bilmenizde yarar vardir.Demokrasi meclisi ve devleti gaspetmek degildir.

 

saygilarla

Gönderi tarihi:

Sayın Politika, sizinle ne konuşmuştuk, lütfen onu hatırlayın ve Allah rızası için ona göre davranın...

 

Selamlar ile...

Gönderi tarihi:
1982 Anayasasının 102’nci maddesinde öngörülen yetersayılar, “toplantı yetersayısı” değil, “karar yetersayısı”dır. 102’nci maddede TBMM’nin kaç milletvekili ile toplanacağına ilişkin bir özel hüküm yoktur. Toplantı yetersayısına ilişkin bir özel hüküm olmadığına göre, toplantı yetersayısı, Anayasanın 96’ncı maddesinin “Anayasada başkaca bir hüküm yoksa Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının en az üçte biri ile toplanır” diyen birinci fıkrası hükmüne göre belirlenir. Yani Cumhurbaşkanının seçimi amacıyla TBMM’nin toplanabilmesi için en az 184 milletvekilinin Genel Kurulda bulunması yeterlidir

 

Hatırlanacağı üzere, bazıları, Anayasamızın Cumhurbaşkanının uzlaşmayla seçilmesini şart koştuğunu iddia ettiler. Anayasamızın Cumhurbaşkanının tarafsız olmasını öngördüğü husus doğrudur. Tarafsız bir Cumhurbaşkanının da uzlaşmayla seçilmesinde yarar vardır. 1982 Anayasası da pek muhtemelen bu nedenle Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk iki turunda Cumhurbaşkanının TBMM üye tamsayısının üçte iki çoğunluğuyla seçilmesini öngörmüştür. Ancak 1982 Anayasası bu şartı üçüncü ve dördüncü turda aramayarak Cumhurbaşkanının TBMM üye tamsayısı salt çoğunluğuyla seçilmesine imkân tanımıştır. Dolayısıyla Anayasamız Cumhurbaşkanı uzlaşmayla seçilmesini arzu etmiş, ama bu şekilde seçilemediği takdirde de TBMM’nin salt çoğunluğuna tek başına Cumhurbaşkanı seçme yetkisini tartışmasız olarak vermiştir.

 

1. TBMM’nin Cumhurbaşkanı seçme kararı, bir “kanun” değil, bir “parlâmento kararı”dır.

2. Parlâmento kararları ise, üç istisna (TBMM İçtüzüğü, yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararı, TBMM üyeliğinin düşmesi kararı) dışında Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenemez. Çünkü Anayasa Mahkemesi görev ve yetkileri Anayasanın 148’inci maddesinde sınırlı bir şekilde sayılmıştır. Anayasamız 148’inci maddesinde Anayasa Mahkemesine parlâmento kararlarını denetleme yetkisini vermemiştir.

 

 

3. Ancak Anayasa Mahkemesi, bazı parlâmento kararlarını “içtüzük düzenlemesi niteliğinde” görüp denetleyebilmektedir. Anayasa Mahkemesinin bu içtihadı yanlıştır. Çünkü Anayasa Mahkemesi parlâmento kararlarına karşı açılmış iptal davalarında aslında bu parlâmento kararlarının İçtüzüğe uygun olarak alınıp alınmadıklarını denetlemektedir. Bir parlâmento kararının TBMM İçtüzüğüne aykırı olarak alınmış olabilir (ki Cumhurbaşkanı seçiminde böyle bir aykırılık da yoktu). Zira parlâmento kararının İçtüzüğün bir maddesine aykırı olarak alınmış olması, İçtüzüğün o maddesinin değiştirildiği veya yeni bir İçtüzük düzenlemesi yapıldığı anlamına gelmez. Böyle bir durumda olsa olsa İçtüzüğe bir aykırılık söz konusudur. Hukukun genel teorisinde bir düzenleyici işleme (norma) aykırı bir bireysel işlem (karar) yapılması, o düzenleyici işlemin (normun) değiştirildiği anlamına değil, o bireysel işlemin (kararın) o düzenleyici işleme (norma) aykırı olduğu anlamına gelir. Bunun aksinin düşünülmesi tüm hukuk mantığının tepetaklak edilmesi demektir. Nasıl fail suç teşkil eden bir fiiliyle ceza kanununun bir maddesini ihlâl ederek, ceza kanununun o maddesini değiştirmiş olmuyorsa, Türkiye Büyük Millet Meclisi de İçtüzüğün bir maddesini ihlâl ederek o maddeyi değiştirmiş olamaz.

 

 

Anayasamızın 148’inci maddesi, Anayasa Mahkemesine Anayasa değişikliklerini, esas bakımından değil, sadece şekil bakımından denetleme yetkisi vermiştir. Şekil bakımından deneti ise 148’inci maddeyle göre “teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır”. Dolayısıyla bir anayasa değişikliği TBMM üye tamsayısının üçte biri tarafından teklif edilmiş ve üye tamsayısı beşte üçü veya üçte ikisi tarafından kabul edilmiş ise Anayasa Mahkemesinin bu anayasa değişikliği üzerinde yapabileceği bir şey Anayasamıza göre yoktur; dolayısıyla Anayasamıza göre ortada korkulacak bir şey bulunmamaktadır. Ancak bu sadece Anayasamıza göredir. Anayasa Mahkemesinin böyle bir konu önüne geldiğinde ne karar vereceğini kimse bilemez.

Meselenin can alıcı kısmı belkide bu en son kısımdır. Mahkemeler, kendilerine kanunla açıkça verilmemiş yetkileri kullanamazlar. 90'lı yıllara kadar Anayasa Mahkemesinin "yürütmenin durdurulması" talebine ilişkin vermiş olduğu kararlar böyleydi. Kendisine böyle bir yetkinin Kanunla açıkca verilmemiş olduğu, dolayısıyla Yürütmenin durdurulması kararı vermenin mümkün olmadığı yönündeydi. Ancak, Mahkeme bir ictihadla bunu aşmış ve kanun koyucunun yetkisini kendisinde görmüştür. Yani kanunda olmayan bir yetkiyi kendisine vererek bir nevi kanun koyucu yerine geçmiştir. Anayasa Mahkemesi yetkilerini giderek ictihatla artırmanın yolunu tutmuştur...

 

Bu ise en başta Anayasayı çiğnemekle eş anlamlıdır. Hiçbir kurum kanunla verilen yetkiden daha fazlasını kullanamaz. Bu yetki aşımı ile sonuçlanır ve her yetki aşımı hukuka aykırıdır. Anayasa Mahkemesi hukuku çiğnemiştir. Anayasayı çiğnemiştir. Anayasa Mahkemesi Başkanı gerekçesi yazılmamış bir kararı açıklayarak yasayı çiğnemiştir...Bunlar da Anayasa Mahkemesi üyelerinin husumetle karar verdiklerinin delilidir. Bu kararı tarih tartışacak ve kararı alanlar artık sadece bu yönleriyle hatırlanacaktır. Nasıl ki, socrates'i ölüme mahkum edenleri adaletten nasibini almamış yargıçlar olarak hatırlıyorsak bu kararı alanları da üç alileri nasıl hatırlıyorsak öyle hatırlayacağız...Daha başka değil...

 

NOT: Üç ayrı yazımda Socrates'le ilgili cümleler kurdum. 1. si Tayyip Erdoğan'ı asla Socrates gibi görmüyorum. Hiç alakası yok. 2.si Socrates'i asla bir başbakanla kıyaslamıyorum. 3.sü Socrates'in tartışmalarıma esas olarak aldığım yegane özelliği yargılanmasındaki hukuki meseledir. Ve tarihi savunmasının son kısmında söylediği sözler ile verilen hükmün hukuka aykırı olmasıdır.

Gönderi tarihi:

Sonunda Anayasa mahkemesine Anayasayida cignettiniz ya bravo size.Tekrar ediyorum birakin artik bu carpitmalari gercekleri görmenin zamani gelmis ve gecmektedir.Anayasa mahkemesini alet etmeyin.mecliste AKP anti demokratik bir uygulama yapmak istedi,Cumhurbaskanligi koltugunu aynen iktidar koltugu gibi gaspetmek istedi fakat basaramadi.gercek budur gerisi fasa fiso(Erbakan hazretlerinden alintidir)

 

saygilarla

Gönderi tarihi:

Dün Erbakan bir konuşma yaptı Akp yıkım taşeronudur dedi. Avrupa ve Amerika İmf planlarıyla Türkiye'yi yıkıyor taşeronluğunu Akp yapıyor haberi bile yok dedi.

 

Bana çok samimi bir açıklama gibi gelmesede en azından milli görüşçülerin bile bunları söylemesi iyiye işaret.

 

Anayasa Mahkemesi'nin kararı hakkında çıkartılan spekületif haberler ve yorumlar gerçeği yansıtmıyor. Anayasa Mahkemesinin böyle bir konu önüne geldiğinde ne yapacağını kimse bilemiyorsa o zaman çıkan sonuca razı olmak gerekmiyormu?

 

Ayrıca Anayasa Hukuçularının yorumu şudur: Hukukçular, “Cumhurbaşkanı TBMM üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilir. İlk iki turda 367, üçüncü turda da 276 katılım aranır. 184 milletvekilinin katılımıyla yapılan seçim Anayasa’ya karşı hiledir” dedi.

 

Prof. Dr. Fazıl Sağlam, “Cumhurbaşkanının Meclis üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu ile seçilmesi, yasama organı için ilk üç oylamada bağlayıcı bir kural. Peki bu bağlayıcılığı Meclis’in üçte biri ile toplanarak nasıl sağlayacaksınız? Bir ilkokul öğrencisi bile bunun mantıken mümkün olamayacağını bilir” dedi. Sağlam, ilk üç oylamaya en az başkan (Meclis Başkanı) + 367 üyenin katılması gerektiğini açıkladı:

 

BAĞLAYICI KURAL

“Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk üç oylamasına neden Meclis üye tam sayısının en az üçte ikisinin katılması gerektiğini şöyle açıklamak istiyorum. Bu konuda iki anahtar kural var: Birincisi, Anayasanın 102. maddesinin ilk fıkrası:

‘Cumhurbaşkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile seçilir.’ Bu bir Anayasa kuralı mı? Evet. Üstelik Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk üç oylamasında kesin olarak geçerli bir Anayasa kuralı. O halde geliyorum diğer maddeye: Anayasa’nın 11. maddesi. Bu madde diyor ki:

 

‘Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır.’ Yani kısacası cumhurbaşkanının meclis üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu ile seçilmesi, yasama organı için ilk üç oylamada bağlayıcı bir kural. Peki bu bağlayıcılığı Meclis’in üçte biri ile toplanarak nasıl sağlayacaksınız ? Bir ilkokul öğrencisi bile bunun mantıken mümkün olamayacağını bilir.”

 

SAĞLAM: BAŞKAN+ 367 ÜYENİN KATILMASI ZORUNLU

 

Sağlam, “Şayet cumhurbaşkanının meclis üye tam sayısının üçte iki çoğunluğu ile seçilmesini öngören kural bağlayıcıysa, o zaman ilk üç oylamaya en az başkan (Meclis Başkanı)+ 367 üyenin katılması gerekir, -çünkü başkan oy kullanamaz- Aksi takdirde Anayasa’nın bağlayıcı bir kuralı dolanılmış olur. Başka bir ifadeyle Anayasa’ya karşı hile yapılmış olur” dedi.

 

YÜZBAŞIOĞLU: 184 KİŞİ İLE 367 OY NASIL BULUNUR?

 

Prof. Dr. Necmi Yüzbaşıoğlu da Anayasa’nın 102. maddesinin cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili özel hüküm olduğunu ve farklı yoruma sebep olacak yorumların temelinde 1961 Anayasası’ndan kalan alışkanlıkların yattığını söyledi: “Bizce Anayasa’nın 102. maddesinin hükmü son derece açıktır. Diğer türlü ‘efendim ben 184’le oylama yaparım’ derseniz, işin mantığı kalmıyor. Yani ilk 2 turda 367 oy aranan bir seçim sonucu 184’le nasıl yapılır? 3. turda da yine 276 oy aranan da yapılmaz. Yani burada 184’ün hiçbir tutarlığı yoktur.”

 

Yüzbaşıoğlu, 367 milletvekililin cumhurbaşkanı seçimi için şart olup olmadığına ilişkin tartışmaların ve farklı yorumların nereden kaynaklandığı sorusuna şöyle açıklık getirdi:

 

“Hukukta her zaman farklı yorumlar olur. Burada da Anayasa’da farklı yoruma sebep olacak yorumların temelinde 1961 Anayasası’ndan kalan alışkanlıkların yattığını düşünüyorum. Konuyla ilgili olarak bir Anayasa’nın 96. maddesi var. TBMM’nin genel olarak aldığı tüm kararlardaki toplantıda karar sayısını belirleyen kurallar, bir de 102. maddede cumhurbaşkanı seçiminde özel olarak düzenlediği toplantıda karar yeter sayısı var. Farklı görüşler, bu iki madde arasındaki bağlantıdaki yorumlardan kaynaklanıyor.

Gönderi tarihi:
Böyle komik iddialari mesnet alarak yazarken gercekten neyi ispatlamaya calistiginizi kendiniz bil bilmekten ********.367 anayasaya aykridir ama halkin yüzde 33,8 ile cogunlugu gaspetmek anayasaya aykiri olmuyor dimi.Ya birakin artik bunlari ve gerceklere bakin.Gercek ne biliyormusunuz?Gercek antidemokratik bir secim yasasi ile Türkiye samar oglanina cevrildi en son samar atanda AKP dir.Demokrasiyi seviyorsaniz Demokrasinin ne olup ne olmadigini bilmenizde yarar vardir.Demokrasi meclisi ve devleti gaspetmek degildir.

 

saygilarla

 

 

Sonunda Anayasa mahkemesine Anayasayida cignettiniz ya bravo size.Tekrar ediyorum birakin artik bu carpitmalari gercekleri görmenin zamani gelmis ve gecmektedir.Anayasa mahkemesini alet etmeyin.mecliste AKP anti demokratik bir uygulama yapmak istedi,Cumhurbaskanligi koltugunu aynen iktidar koltugu gibi gaspetmek istedi fakat basaramadi.gercek budur gerisi fasa fiso(Erbakan hazretlerinden alintidir)

 

saygilarla

 

 

Sizinle anlaştığımızı sanıyordum ama anlaşılan olmamış. Bak güzel kardeşim, ben yukarda demokrasiyi mi tartışıyorum yoksa hukuku mu iyice bir incele. AKP'nin almış olduğu %34 oyla %kaçı temsil ettiği başka bir tartışmanın konusudur. Burada ki konu hukukidir.

 

Hukuka aykırı olan her şey hukuku çiğnemiş demektir kim, ne amaçla, nasıl yaparsa yapsın. Ben bunun üzerinde duruyorum. Cumhurbaşkanlığı sürecini, AKP'nin bu konudaki tavrını, adayın kimliğini, adayın eşinin türbanlı olmasını, imamhatipli cumhurbaşkanı istiyoruz söylemini ayrı ayrı tartışabilirsiniz. Ancak ben bu başlığı hukuki mahiyeti itibariyle açtım. Onlar ayrı konular.

 

AKP'yi durdurmak için hukuk çiğnenmemeli idi. Anayasa Mahkemesi üyeleri biz bu kararı vermezsek laik cumhuriyet elden gidecek diyemezler. Öyle dediklerinde vermiş oldukları karar bir işe yarar ancak hukuku da kanırtmak, zorlamak, bozmak, hakkından gelmek olur. Eğer gerçekten AKP'yi durdurmak istiyorsanız sizde partinizi kurar veya bir partiye üye olur meşru, demokratik, siyasi zeminde halkın karşısına çıkarsınız. Ancak, Anayasanın bizzat kendisine aykırı olan bir karar ve siyasi ve hasımane olacağı apaçık olan bir kararla bunu yapmaya çalışırsanız hukuku ve hukukçuları zan altında bırakırsınız. Hukuka olan güveni sarsarsınız...Hukuka olan güven sarsıldığında kimse hakkını hukuka müracaat ederek aramaya kalkmaz herkes kendi hakkını almanın peşine düşer...Güçsüzlerin hakkını kim savunacak. Adalet ÖLDÜ...

 

Toplum Sözleşmesinin ne anlama geldiğini bilmekte de fayda var...

Gönderi tarihi:
Dün Erbakan bir konuşma yaptı Akp yıkım taşeronudur dedi. Avrupa ve Amerika İmf planlarıyla Türkiye'yi yıkıyor taşeronluğunu Akp yapıyor haberi bile yok dedi.

 

Bana çok samimi bir açıklama gibi gelmesede en azından milli görüşçülerin bile bunları söylemesi iyiye işaret.

 

Anayasa Mahkemesi'nin kararı hakkında çıkartılan spekületif haberler ve yorumlar gerçeği yansıtmıyor. Anayasa Mahkemesinin böyle bir konu önüne geldiğinde ne yapacağını kimse bilemiyorsa o zaman çıkan sonuca razı olmak gerekmiyormu?

 

Ayrıca Anayasa Hukuçularının yorumu şudur: Hukukçular, “Cumhurbaşkanı TBMM üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilir. İlk iki turda 367, üçüncü turda da 276 katılım aranır. 184 milletvekilinin katılımıyla yapılan seçim Anayasa’ya karşı hiledir” dedi.

 

AKP konusuna değindim ancak yazı şu anda çıkmadığı için bir daha söylüyorum; Bu benim tartışmamın mevzuu değil. O ayrı bir konu...Erbakan, eleştirir mi eleştirmez mi farklı bir mesele...

 

Anayasa Mahkemesinin konu önüne geldiğinde ne karar vereceği ile ilgili metin aslında; Açık olan mevzuda dahi Anayasa Mahkemesi böyle bir karar veriyorsa artık ne karar vereceğini kestirmek güç manasındadır. Bunu da yukarda hocanın alıntısında görüleceği üzere; Anayasa Mahkemesi Anayasa Değişikliklerini sadece şekil bakımından denetler ancak Anayasa Mahkemesi yorumla bu gibi yetkilerini (kararnamelerle ilgili kısımda böyle bir yorum yaptığı için) genişletebilmektedir. Dolayısıyla Anayasa değişikliğini şekil bakımından değilde içerik bakımından da denetlerse şaşmayınız demek için söylemiştir...Yani biraz tariz, biraz kinaye, biraz da artık hukuk içerisinde karar verilmiyor o yüzden herşeyi bekleyebiliriz diye vermiştir. Yani ki geçmişi yönelik bir yetkiden değil ileriye yönelik olarak bir korsudan bahsetmektedir hoca...

 

Anaya Hukukçularının yorumu demişsiniz. Anayasa Hukukçularından ikisinin yorumu olmalı galiba.

 

1982 Anayasasının 96 ve 102’nci maddeleri karşısında savunulabilir bir yanı yoktur. Zira 1982 Anayasasının 102’nci maddesinde öngörülen yetersayılar, “toplantı yetersayısı” değil, “karar yetersayısı”dır. 102’nci maddede TBMM’nin kaç milletvekili ile toplanacağına ilişkin bir özel hüküm yoktur. Toplantı yetersayısına ilişkin bir özel hüküm olmadığına göre, toplantı yetersayısı, Anayasanın 96’ncı maddesinin “Anayasada başkaca bir hüküm yoksa Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tam sayısının en az üçte biri ile toplanır” diyen birinci fıkrası hükmüne göre belirlenir. Yani Cumhurbaşkanının seçimi amacıyla TBMM’nin toplanabilmesi için en az 184 milletvekilinin Genel Kurulda bulunması yeterlidir

 

Sanırım yeterince açık. Ancak, Anayasa Mahkemesi şu an kararın gerekçesini açıklamadı. Eylemli içtüzük değişikliğine alıntı yaptığınız hocalar değinmemiş. Ama kararın aslını duyduğumuz kadarıyla bu içtüzük değişikliğine dair faraziye oluşturuyor. Bunun hukuka aykırı olduğu açık...Aslında çok da uzun açıklamalar yapmamışlar. Yaptıkları açıklamanın temel felsefesi 367 ile ilk üç turda seçilmek şartı varken 184 diye tutturamazsınız. Pekiyi Anayasa ne diyor.

 

Anayasanın dediği yukarda. Eğer başka türlü bir şart aranmazsa Meclis üye tamsayısının üçte biri ile toplanır diyor. Dikkat edilirse karar yeter sayısı ile toplantı yeter sayısının farklı şeyler olduğu aşikar. Bu zamana kadar 367 ile toplanacağına dair bir mesele yoktu...Bu zamanda bunun olmasının nedeni olarak gösterilen gerekçe İçtüzük değişikliği meselesidir. Çünkü diğer seçimlerde bu sayı aranmamıştır.

 

TBMM’nin Cumhurbaşkanı seçme kararı, bir “kanun” değil, bir “parlâmento kararı”dır.

Parlâmento kararları ise, üç istisna (TBMM İçtüzüğü, yasama dokunulmazlığının kaldırılması kararı, TBMM üyeliğinin düşmesi kararı) dışında Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenemez. Çünkü Anayasa Mahkemesi görev ve yetkileri Anayasanın 148’inci maddesinde sınırlı bir şekilde sayılmıştır. Anayasamız 148’inci maddesinde Anayasa Mahkemesine parlâmento kararlarını denetleme yetkisini vermemiştir.

 

Ancak Anayasa Mahkemesi, bazı parlâmento kararlarını “içtüzük düzenlemesi niteliğinde” görüp denetleyebilmektedir. Anayasa Mahkemesinin bu içtihadı yanlıştır. Çünkü Anayasa Mahkemesi parlâmento kararlarına karşı açılmış iptal davalarında aslında bu parlâmento kararlarının İçtüzüğe uygun olarak alınıp alınmadıklarını denetlemektedir. Bir parlâmento kararının TBMM İçtüzüğüne aykırı olarak alınmış olabilir (ki Cumhurbaşkanı seçiminde böyle bir aykırılık da yoktu). Zira parlâmento kararının İçtüzüğün bir maddesine aykırı olarak alınmış olması, İçtüzüğün o maddesinin değiştirildiği veya yeni bir İçtüzük düzenlemesi yapıldığı anlamına gelmez. Böyle bir durumda olsa olsa İçtüzüğe bir aykırılık söz konusudur. Hukukun genel teorisinde bir düzenleyici işleme (norma) aykırı bir bireysel işlem (karar) yapılması, o düzenleyici işlemin (normun) değiştirildiği anlamına değil, o bireysel işlemin (kararın) o düzenleyici işleme (norma) aykırı olduğu anlamına gelir. Bunun aksinin düşünülmesi tüm hukuk mantığının tepetaklak edilmesi demektir. Nasıl fail suç teşkil eden bir fiiliyle ceza kanununun bir maddesini ihlâl ederek, ceza kanununun o maddesini değiştirmiş olmuyorsa, Türkiye Büyük Millet Meclisi de İçtüzüğün bir maddesini ihlâl ederek o maddeyi değiştirmiş olamaz.

 

Gelelim ilk iki turda 367 aranan seçim sonucu 184'le nasıl yapılır meselesine. 367 toplanma için aranmıyor seçim için aranıyor. İlk iki turda 367'yi bulan Cumhurbaşkanı olacaktır demektir. Bulunmazsa 3.cü ye geçeceksiniz...Yoksa ilk iki turda 367 aranması meclise katılım için değildir. Evet, Hocalar kendilerince bir mantık yürütüyorlar. Ancak birşeyi gözden kaçırıyorlar. İlk iki turda aranan 367, bir kişinin alması durumunda Cumhurbaşkanı olmasını sağlayacak miktardır. Ancak ilk iki turda illaki 367 ile birini seçmek zorundasınız demek değildir. O zaman niye son turda 276 ile Cumhurreisini seçme yolu açık tutulmuş. Biri sormaz mı: Ya Hocam niye illaki ilk tura kafa takıyorsunuz son tura da bir kafa yorsanız. Meclis en az 276 ile toplanmalıdır çünkü nihayet hiçbiri olmazsa 276 ile Cumhurbaşkanını seçin diyen Anayasa değil midir? Zaten Cumhurbaşkanlığı seçimi için Anayasamız ayrı bir sayı belirtmemiştir. Ayrı bir sayı belirtilmediğinde Meclisin toplanmasıyla ilgili hükme başvurulur. Ama YÖK'ün sevgili üyelerinden olan hocamız oraya pek kafa yormuyor. Karar belli ancak o karara ulaşacak yorum ve yol aranıyor şimdi. Kanunun metninden karara değil, karardan kanuna.

 

Hocalar niye daha önce 367 aranmamıştır daha önce belirtmemişlerdir. Daha önce bu sayı niye aranmamıştır Hocalar bu konuya değinmiyorlar çünkü bu konu Anayasa Mahkemesinin yapmış olduğu bir yorumla aşılmıştır. Zira önceden aranmamanın bir cevabı yok, olsa olsa içtüzük değişikliği ile bunu yapabiliriz diyen Anayasa Mahkemesi, bu kez de içtüzüğü inceleme yetkisini genişletiyor...Hatırlatayım; Daha önceki seçimlerde Cumhurbaşkanı için 367 şart denilmemişti. Bu yüzden bu sayı hiç aranmadı. Şimdi aranmasının nedeni İçtüzük değişikliği varsayımıdır.

Gönderi tarihi:

Anayasa hukukçuları: 367 aranır

 

Hukukçular, “Cumhurbaşkanı TBMM üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilir. İlk iki turda 367, üçüncü turda da 276 katılım aranır. 184 milletvekilinin katılımıyla yapılan seçim Anayasa’ya karşı hiledir” dedi.

Gönderi tarihi:
Anayasa hukukçuları: 367 aranır

 

Hukukçular, “Cumhurbaşkanı TBMM üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilir. İlk iki turda 367, üçüncü turda da 276 katılım aranır. 184 milletvekilinin katılımıyla yapılan seçim Anayasa’ya karşı hiledir” dedi.

 

Begenseler de, begenmeseler de cok dogru bir karar.

Gönderi tarihi:
Anayasa hukukçuları: 367 aranır

 

Hukukçular, “Cumhurbaşkanı TBMM üye tamsayısının üçte iki çoğunluğu ile ve gizli oyla seçilir. İlk iki turda 367, üçüncü turda da 276 katılım aranır. 184 milletvekilinin katılımıyla yapılan seçim Anayasa’ya karşı hiledir” dedi.

 

Anayasa Hukukçularından birkaçı...Yukarda mantığı ve meseleyi anlattım...Ezbere cevap vermeyin, bir daha bakın...İkinci husus bugüne kadar (Abdullah Gül'ün seçim sürecine kadar niye bu mesele değildi) anayasaya karşı hile olduğu fark edilmemiş mi idi...Yoksa Anayasaya karşı hile yok da, isteğiniz dışında birimi seçilecekti de böyle bir karar gerekti...

 

 

Begenseler de, begenmeseler de cok dogru bir karar.

 

 

Doğru değil, mensubu olduğunuz düşüncenin işine gelen karardır...

Gönderi tarihi:
367 tartışmasına ve başka tartışmalara girmeden önce şu soruya cevap ararsanız daha yararlı bir tartışma olur.

 

AKP tek başına iktidar olmuştu değilmi?

Evet.

 

AKP azıcık bir demokrasi uzlaşı yöntemi ile istediği Cumhurbaşkanını seçtirirdi değilmi?

Evet (belki RTE olmazdı ama uzlaşıya gitselerdi seçtirirlerdi)

 

Sorun ne demokrasi kültürü eksik gidiyor.

Eline kazmayı alan sistemi yıkma derdine düşüyor.

 

Sistemin içindesinizi zaten ve Türkiye militarizmden hiç kurtulamamış ve aynı zamanda şeriatçı özlemcilerinden de hiç kurtulamamış...

 

Sanki bu iki kesim hep birbirinin varlık nedeni oluyor ve Türkiye hiç bir yere gidemiyor.

 

İyi düşünün Türkiye Şeriat özlemcileri ve Militarizm özlemcileri yüzünden yerinde sayıyor.

 

Cumhuriyet tarihi Türbanla yatıp Türbanla kalkıyor.

 

Vay benim demokrasi düşkünü iktidarlarım.

 

Yazık diyeceğim ama onuda diyemiyorum.

 

Sevgiler

 

Selamlar,

 

Lütfen konuyu türbana, şeriate kaydırmayalım. Bu zaten fazlasıyla tartışılmış, tartışılan bir konu.

AKP azıcık bir uzlaşı yöntemiyle Cumhurbaşkanını seçtirirdi değil mi, demişsiniz. Aday AKP dışından biri olsaydı belki. Yada AKP'nin görüşü dışından biri olsaydı diyelim.

 

Burada dikkat edilmesi gerekli iki nokta var. Birincisi AKP asıl adayı olan Tayyip Erdoğan'ı son anda değiştirerek muhalefeti memnun etmek istemiştir. İkincisi CHP'nin Cumhurbaşkanlığı seçiminde güttüğü siyaset zaten uzlaşmayı hayli baltalamıştır. Bunu da önemsiz olarak addedebiliriz. Daha önemli olan, o zaman tam olarak kaçtı bilmiyorum ama yaklaşık 360 milletvekili olan bir partinin genel başkanının, sürekli muhalefet tarafından olmadık suçlamalarla suçlandığı bir ortamda gidip CHP'den yardım istemeside biraz zul addedildi galiba.

 

Yani güçlü, kendisine sürekli olarak ağır ithamlarda bulunulduğu halde gidip zayıftan (Mitingler ve CHP'nin tavrı da hatırlanılmalıdır) yardım (bunun başka adı yok yardımdır-uzlaşı değil. Çünkü uzlaşılacak zemin yok) istemek zorunda değildir.

 

Tayyip Erdoğan'da zaten bu düşüncesini 367 ile ilgili karar çıktıktan sonra dolaylı yollardan dillendirmiştir. Kaldı ki, anayasanın kendisinde uzlaşı şarttır diye bir madde yoktur. Eğer AKP'nin milletvekili sayısı 400 olsa idi Anayasa Mahkemesi bu kez "Mecliste Uzlaşı" olmamıştır diyerek mi bu seçimi iptal edecekti.

 

AKP, bunu da dikkate alarak uzlaşıya gerek olmadığını, uzlaşmanın da aslında mümkün olmadığı gerçeğinden hareketle seçime girdi. Anayasa Mahkemesi, Anayasanın hakkından gelerek böyle bir karar aldı.

 

İstenen, toplumun tüm kesimlerini temsil edecek birinin Cumhurbaşkanı olmasıdır. Uygulama da teori, idealler yansıtılamaz. Hele de, Cumhurbaşkanlığı konusunda toplumun tamamını kucaklayacak, temsil edecek bir Cumhurbaşkanı seçmek bugüne kadar mümkün olmadığı gibi bundan sonra da zor görülüyor. O halde, anayasanın çizmiş olduğu çerçevede hareket eden, ve yine anayasanın çizmiş olduğu çerçevede seçilen bir Cumhurbaşkanı ideal olmasada meşru ve hukuki bir Cumhurbaşkanıdır.

 

Sistemi yıkma. Eleştiriler sistemi yıkma değildir. Eleştiriler sistemi daha güzele yönlendirmek için yapılır. AKP'nin sistemi yıkma eğiliminde olup olmadığı ispatlanamamış, saptanamamış bir varsayımdır. Yok eğer, şu an sistemi yıkma meselesi olarak görülen Anayasa Mahkemesine yöneltilen eleştiriler ise,,,,buna sanırım söylenecek sözümüz yok...

Gönderi tarihi:
Yanılıyorsun arkadaşım AKP kendi içinden bir cumhurbaşkanı seçtirirdi...

Demokrasi uzlaşma sanatıdır. Uzlaşma diye bir kavramı öğrenmeyen bir iktidar var karşımızda.

CHP ye gelmeden bu sorun orada duruyor.. CHP ye gelince sol gitmiş sağ gelmiş diyeyim.

Mitinglere falan gelme arkadaşım. Bu seçme olayı bir yıl önceden başladı ve AKP istemedi.

İsteseydi hiç bir miting de olmazdı hiç bir ses te çıkmazdı.

 

seçmek istemediler...

 

Neden şeriata getirmeyecekmişiz bu ülkenin başının belası iki olay var Militarizm ve Şeriat...

 

Ülkedeki hangi sorunun altına baksan bu ikisi çıkıyor.

 

Çıkmaklada kalmıyor tartıştığın konunun ana maddeleri ne:

ŞERİAT VE MİLİTARİZM

Daha neyi tartıştığının farkına varmadığın anlaşılıyor diyebilirim.

 

Sevgiler

 

 

AZ YUKARDA AŞAĞIDAKİ METNİN DEVAMI VAR...

 

AKP konusuna değindim ancak yazı şu anda çıkmadığı için bir daha söylüyorum; Bu benim tartışmamın mevzuu değil. O ayrı bir konu...Erbakan, eleştirir mi eleştirmez mi farklı bir mesele...

 

Konunun başlığına dikkat ettiniz mi? Bu konuya neyi tartışmak için katıldınız. Bana neyi anlatıyorsunuz....

 

Neyi tartıştığınızın farkında mısınız?

 

Bu konuda hukuki süreç tartışılmaktadır, bunun dışına çıkılan konularda kendi görüşlerimi bildirip o konuyu kapatıyorum...

 

Konunun asıl güzergahı hukuki meseledir.

 

Şeriate türbana, kemalizme, yolsuzluklara, nereye giderse gitsin başka konulara değinmiyoruz. Hukuki sürece değiniyoruz. Daha önce bunu açıkladım. Dikkat etmemişsiniz anlaşılan. Ve nefret ettiğim şekilde "Neyi tartıştığını bilmiyorsun" gibi bir beyanda bulunmuşsunuz. Konudaki ikinci iletinizin bitiş cümlesi...Böyle sataşmalarla devam edecekseniz tartışmayalım...

 

Neyi tartıştığımın farkındayım...Siz benimle neyi tartışmak istiyorsunuz onu belirtin...Konuya uymuyorsa mümkünse başka bir başlık altında tartışalım. Bu konuda neyin tartışıldığı bellidir.

 

Siz o halde, mitingler Cumhurbaşkanlığı seçimi için yapıldı diyorsunuz. Zira Mitingler yapılmazdı demişsiniz...Haklı olabilirsiniz...Tabiki demokrasi uzlaşı sanatıdır başkaca birçok şey olduğu gibi. Burada iki tarafıda dikkatle incelemek gerekiyor. Bir uzlaşı istenildi mi, uzlaşılacak olan yol kapalı olabilir mi? Vs.vs....

 

 

Selamlar ile...

Gönderi tarihi:
Sayın karabekir,

 

az yukarı az aşağı oyununu oynamadan olayı özetleyeyim size:

 

Bu olayın temeli bu ülkenin iki başbelasının üstünde oynanıyor - ŞERİAT VE MİLİTARİZM

 

Olayın temelini unutup yok efendim hukuki yönünü tartışalım derseniz o oyunun bir parçasıda biz oluruz.

 

Tek başına iktidar ol. Ondan sonra hiç kimseyi gözün görmesin. Külhan beyi gibi konuşmaya başla. Oraya buraya saldır.

 

Bunlar önümüzde vuku bulan olaylar ve bu tür bir olay bekleyen CHP'yi tetiklesin ve Militarizm ve Şeriat gene karşımızda ve senaryo hazır.

 

Bunlar olduktan sonra seyirci oynamaya başlıyorlar.

 

Demokrasi paylaşım ve uzlaşma sanatıdır ama bizim AKP tek parti diktatörlüğü denedi ve CHP de Militarizme yönlendi e sonuç bir hiç

 

BU OLAYIN EN KÖTÜ TARAFI AKP'nin UZLAŞMAZ TUTUMUDUR.

ÜLKENİN GELDİĞİ NOKTA ŞERİATÇILARIN VE MİLİTARİSTLERİN İSTEDİĞİ NOKTADIR.

 

KİM KAYBETMİŞTİR: TÜRKİYE ve DEMOKRASİ KAYBETMİŞTİR

Demokrasiyi kullanıp çözebilecekleri sorunu militarizme veya şeriatçı odakların isteklerine bırakmak en büyük demokrasi düşmanlığıdır.

 

Not: Bizim kötü bir alışkanlığımız var basit olayları karmaşıklaştırarak kendimize tartışacak yeni konular üretmek gibi.

 

 

Konunun başından beridir üzerinde durduğum önemli nokta HUKUK nokta-i nazariyesinden olaya bakmadır. Tabiki olayın farklı vecheleri, sebepleri, sürecin bu hale gelmesinin nedenleri farklıdır.

 

Ancak ben, bu olaya HUKUK'un alet edilmesini, hukukçuların bu olaya hukuku çiğneyerek bulaşmamalarını temenni ederdim bir hukukçu olarak. Tarihte siyasetle hukukçular bir zeminde anlaştıklarında demokrasiyi ve hukuku çiğneyebilmişlerdir. Bu sebeple sürekli olarak Hukukun görevinin adalet dağıtmak, hukukun ne olduğunu söylemek olduğunu belirttim. Hukuk, bir siyasi partiye durdurmak, devleti koruyup kollamak vazifelerini kendisine vermemelidir. Hukukun ve yargının amacı bu değildir.

 

Anayasa Mahkemesi, kendisini bu konuma yerleştirmiş ve hukukun, anayasanın hakkından gelmiştir. Benim tartışmaya açtığım konu bu yüzden önemlidir.

 

CHP'nin tetiklenmesinden bahsetmişsiniz. CHP ne freni patlamış bir kamyondur ne de bir bombadır. Dolayısıyla CHP'nin fitilinin çekilmiş olması pek doğru durmuyor bana. CHP'nin yerleşik tavrı bu. Militarizm. Halk zannımca CHP'yi yönetici elitin, yüksek askeri zevatın, batıcı (medeniyeti garip kavramış) aydının partisi olarak görüyor...Bunları söylememin de elbet bir sebebi var. CHP 1 yıldır sürekli olarak (belki daha da uzun zamandır) Cumhurbaşkanlığı seçimine odaklanmış vaziyette. Burasını bir kale (son kale) olarak görüp muhalefet yapıyorlar. Buraya seçilecek kişinin eşinin türbanlı olup olmamasına ne kadar önem verdikleri hatırlardadır. Ya türbanlı olsa ne olur olmasa ne olur. Buraya çıkan kişi halkı en iyi şekilde temsil edecek mi etmeyecek mi bu sorulmuyor. Türbanlı mı değil mi? Gündem bu mu olmalı. Bir adam çıkıyor ve dindar Cumhurbaşkanı görmek istiyorum diyor. Gündem bu mu.

 

AKP'liler Cumhurbaşkanı adaylarını erken açıkladıklarında onun aşırı yıpratılacağını, sürekli asıllı-asılsız hücuma uğrayacağını biliyorlardı. Abdullah GÜL ismi açıklandığında onun vesayete tabi olduğunu, eşinin devlete karşı dava açmış bir türbanlı olduğunu söylemediler mi?

 

Ancak, tüm bunlarla birlikte iki şeye daha dikkat edelim. İstenilen Cumhurbaşkanının uzlaşı ile ve tüm halkı temsil edecek biri olmasıdır. Ancak, bu mümkün değildir. Mecliste birbirinden inanılmaz ayrı iki büyük parti vardır. Ve ikisinin sosyo-ekonomik politikaları dahil olmak üzere bütün politikaları birbirinin zıddıdır. Bu iki partiyi birden temsil edilecek bir Cumhurbaşkanı mümkün değildir. Ben Sami SELÇUK olsun isterdim o da ayrı hikaye. Böylesi bir durumda anayasanın hükmüne de baktığımızda illaki bir uzlaşma aramadığı görülecektir. Hatta anayasamıza göre ilk turda 367 bulunduktan sonra gerisinin hiç önemi yoktur. Yani bir partinin 400 milletvekili olması durumunda ikinci tur oylamaya dahi gidilmeyecektir. Yani mecliste uzlaşı şart değildir. Ama demokratik olan, istenilen uzlaşıdır. Lakin CHP ile AKP arasındaki derin uçurum bu yolu kapamıştır. Bu yolu kapatan sadece AKP'nin ben istediğimi seçerim yaklaşımı değildir...

 

Ancak AKP, kendi seçmenini temsil eden birinin Cumhurbaşkanı olmasını istemiştir. CHP ise orayı bir son kale olarak görmekte ve oraya gelecek Cumhurbaşkanının devleti koruyup kollama (Türkiye de garip bir vakıa daha tecelli ediyor devleti koruyup kollamak isteyenler halkı unutuyorlar) görevini görevini kendisine vermiş bir kişi olmasını istiyor. Böylesi bir durumda diyelim ki AKP, 1 yıl öncesinden Abdullah Gül'ün adaylığını açıkladı. CHP, isteyecek miydi. (bu paragrafı önce yazmıştım kaldırmak da istemedim.)

 

Diyorsanız ki, AKP süreci buraya kendisi taşımıştır ben onu tartışmak istiyorum ve yine sürekli olarak ortaya attığınız tez "Türkiyenin gelişmemesindeki Militarizm ve Şeriatçilik'in rolü" hakkında tartışmak istiyorum diyorsunuz. Öyleyse açın ayrı başlık, bakalım. Ben aslında burada Türkiye de bir şeriat vakıasının olmadığını Militaristlerin olmasını istediğini ve varlıklarını koruyabilmenin ancak böyle mümkün olduğunu düşünüyorum. Yine militaristler böyle bir düşman olmadığında oluşturmaya çabalamışlardır bana göre. Bunlar bu konudaki benim görüşlerim. Ancak, bu tartışmanın mevzuu bu değil. Bu tartışmanın mevzuu HUKUK. Yargının fonksiyonu. Anayasa Mahkemesinin fonksiyonu. Ne görev verilmiş, kendileri kendilerini ne ile görevli sayıyorlar...

 

NOT: Şeriat yanlısı insanlar yok mudur Türkiye de. Elbette vardır. Ancak, esamesi okunmayacak kadardır. Eğer gerçek bir şeriat tehlikesi olmuş olsaydı örgütlü-silahlı büyük bir gücün savaşına sahne olurdu Türkiye. Ancak, örgütlü-silahlı bir güç bulunmadı (PKK hariç). böyle bir güç hapishanelere tıkılmadı. Dolayısıyla resmi mahkeme kayıtlarında böyle örgütlü-silahlı büyük bir güç olmadığında nasıl bir şeriat tehlikesinden bahsediyoruz. O zaman şeriat tehlikesi değil de müslüman tehlikesinden mi bahsediyoruz. Bu gibi sorular akla doluyor. Ama dediğim gibi bu konuları tartışacaksak lütfen kendi başlığınızı açın ve biz de misafir olalım...Selamlar ile..

Gönderi tarihi:
NOT: Şeriat yanlısı insanlar yok mudur Türkiye de. Elbette vardır. Ancak, esamesi okunmayacak kadardır. Eğer gerçek bir şeriat tehlikesi olmuş olsaydı örgütlü-silahlı büyük bir gücün savaşına sahne olurdu Türkiye. Ancak, örgütlü-silahlı bir güç bulunmadı (PKK hariç). böyle bir güç hapishanelere tıkılmadı. Dolayısıyla resmi mahkeme kayıtlarında böyle örgütlü-silahlı büyük bir güç olmadığında nasıl bir şeriat tehlikesinden bahsediyoruz. O zaman şeriat tehlikesi değil de müslüman tehlikesinden mi bahsediyoruz. Bu gibi sorular akla doluyor. Ama dediğim gibi bu konuları tartışacaksak lütfen kendi başlığınızı açın ve biz de misafir olalım...Selamlar ile..

 

senmi hukukçusun arkadaşım ???

 

Hizbullah neydi ? Silahsız esamesi okunmayacak küçük bir güçmüydü. Hizbullahın doğu ve güneydoğuda kaç faili meçhul cinayetin mimarı olduğunu ve halen kaç taraftarı olduğunu biliyormusun.

 

Bir ikincisi, illa silahlı mücadele daha doğrusu "silahlı propaganda " veriyor olmasımı lazım?. İranda Ayetullahlar islam devrimine kadar bir el silah sıktılar mı ?

 

Taliban, Afganistanı ele geçirmeden 5 ay önce silahlı saldırılara başladı. Ondan önce savaşan afgan grupları arasında adı bile geçmiyordu.

 

Örgütlü silahlı büyük bir gücün savaşına sahne olmalıymış. bu yok diye şeriatçıda yok demekmiş.

 

Sen memlekette her şeriat denemende kanla bastırılırsan tabiki taktiğini değiştirirsin. bununda nasıl olduğunu Fettulah hocan anlatıyor video kasetlerinde. "yeterli güce erişene kadar, saklanacağız, içeri sızacağız vs."

 

esamesi bile okunmayacak kadarmış. Türkiyenin göbeğinde 38 insanın diri diri yakılıp, Adalet bakanı koltuğunda oturan adamında gidip mahkemede bizzat katillerin avukatlığını yapması gibimi.

 

Silahlı büyük bir gücün savaşına sahne oluyor zaten. Türk ordusu yumruğunu gösterince köstebekler deliklerine kaçıyor. Dün

 

ben Laik değilim müslümanım, Laik rejimin sonu geldi, Geçiş kanlımı olacak kansızmı olacak, Ölmek var davadan dönmek yok diyenler yumruğu görünce bir anda "demokrasi, insan hakları, özgürlükler" den bahsetmeye başlıyor.

 

Almanyada, kaplancılar, milli görüş toplantılarında Laik düzeni yıkma yemini edenler bir anda laikliğe ne kadar bağlı olduklarını anlatmaya başlıyor.

 

28 şubatmış.

 

28 Şubat, 28 Şubattan önce "bizim için demokrasi amaç değil araçtır" diyen adamı her iki lafın başında demokrasiden dem vuran adama çevirdimi çevirmedimi ?

 

Dün milletvekili sıfatına haiz olup, partisininde desteğiyle her fırsatta Atatürk'e küfürler eden adamlara, "bizde Atatürkçüyüz" dedirttimi dedirtmedimi.

 

İnsanların mezheplerinden dolayı katledilmesini alkışlayanlara, başı açık diye insanları belediyedeki işlerinden atanlara "inanca saygı" dan bahsettirdimi bahsettirmedimi.

 

neyin kavgasını vermeye çalışıyorsunuz siz ya ?

 

28 Şubattan önce demokrasiye "araç" insan haklarına "cart curt" diyen adamlar, 28 şubattan sonra herkesten fazla demokrat , herkesten fazla İnsan Hakları savunucusu kesildi. Demekki çok güzel bir şey 28 Şubat.

 

Elbette şeriatçıların Cumhuriyete açık açık meydan okuyacaklar cesaretleri yoktur. Onlar her zaman uygun zamanı kollarlar. Bu zaman gelene kadar Fettulah hocanızın tarif ettiği gibi davranılar.

 

Fırsatını bulduklarında gösterirler dişlerini.

Gönderi tarihi:
senmi hukukçusun arkadaşım ???

 

Hizbullah neydi ? Silahsız esamesi okunmayacak küçük bir güçmüydü. Hizbullahın doğu ve güneydoğuda kaç faili meçhul cinayetin mimarı olduğunu ve halen kaç taraftarı olduğunu biliyormusun.

 

28 Şubattan önce demokrasiye "araç" insan haklarına "cart curt" diyen adamlar, 28 şubattan sonra herkesten fazla demokrat , herkesten fazla İnsan Hakları savunucusu kesildi. Demekki çok güzel bir şey 28 Şubat.

 

Elbette şeriatçıların Cumhuriyete açık açık meydan okuyacaklar cesaretleri yoktur. Onlar her zaman uygun zamanı kollarlar. Bu zaman gelene kadar Fettulah hocanızın tarif ettiği gibi davranılar.

 

Fırsatını bulduklarında gösterirler dişlerini.

 

Yukardaki cümlelerde iki defa fetullah hocanız yazıldığını mı gördüm yoksa yanlış mı gördüm.

 

Cordoba, ben herhangi bir cemaata, partiye mensub değilim. Yanlış gördüğüm şeyleri eleştirmeye çaba harcıyorum. Bana saldırmak istiyorsan boşuna uğraşma. Bir yere mensubiyetim dolayısıyla eleştiremezsin.

 

Gördüğüm yanlışları, hayır yanlış biliyorsun diye eleştirirsin olur biter.

 

İlk cümleyin ne anlama geldiğini açıklayabilir misin. Yani ne demek sen mi hukukçusun. EVET. Ben hukukçuyum. Hukuk fakültesi mezuniyetinden bahsetmiyorum.(Hukuk Fakültesi mezunuyum zaten o da ayrı hikaye) Hukukçuluk, her ahval ve şerait içerisinde hukuku öne çıkarmak, savunmaktır.

 

Yine hukukçuluk, suçluluğu sabit oluncaya kadar kimse suçlu değildir varsayımından hareket etmeyi gerektirir. Düşünceyi değil eylemi cezalandırmayı esas alan bir yapıyı savunmayı esas almaktır Hukukçuluk.

 

Hizbullah'tan bahsetmişsiniz. Tarihçe-i hayatını okusanız iyi edersiniz. Kim kurmuştur, neye karşı kurmuştur bir bakın isterseniz. Fetullah Hoca...Hocanın amacı hakkında sürekli spekülatif şeyler söylendi. Ancak, yargılamalar neticesinde beraat etti. Bir arkadaş mahkeme kararlarına saygı mı demişti.

 

Hadi diyelim ki, Fetulah Hoca'nın bir şeriat devleti kurmak gibi amacı vardı. Pekiyi Hocanın bu amaca matuf olmak için kurdurduğu hangi ordu var. TSK'ya karşı hangi güç var...TSK'ya karşı çıkacak gücün yine silahlı bir güç olması lazım değil mi. Pekiyi böyle bir silahlı güçten istihbarat teşkilatı, JİT-JİTEM gibi teşkilatların nasıl haberi olmaz. TSK'nın haberinin olmaması mümkün mü? Fetullah Hocaya bağlı hangi silahlı birlik-güç-ev basılmış ve kimler hapishaneye gönderilmiştir.

 

Taliban'ın silahlı saldırılara başlama süresi ayrı bir olaydır, silahlanması ayrıdır. Silahlanması bilinmiyor değildi.

 

Niye daha başka şeyler aklımıza gelmiyor. YOK çünkü. O 38 adamın yakılması hadisesinin üzerinde karanlık bulutlar var. Ama sadece islamcı-şeriatçilere bağlamak da mümkün değil. Hadi diyelim ki 38 adamı yakan 500 (Bu sayı daha farklıdır ama ahengi sağlasın diye böyle söylenmiştir) kişi şeriat yanlısı olsun. Nasıl koca bir devlet için irtica birinci öncelikli tehdit olur. Bu 500 kişi nasıl birinci öncelikli tehdit olur.

 

Şimdi Şeriat denemelerini bekliyorum. Hangi oluşum-silahlı güç bu denemede bulunmuştur. Kubilay'a kadar gidecek miyiz...

 

 

Konumuz gene nereye kayıyor.

 

Demokrasi benim için de araçtır.

 

Şeriatı gerçekten amaç edinen insanların Cumhuriyete de TSK'ya da meydan okuyacak cesaretleri olmalıdır. Nihayetinde şeriati amaç edinenlere cennet müjdelenmiştir. Amacı şeriat olanın da korkusunun olmaması gerekiyor. Pekiyi TSK ile savaşan hangi islami cephe var şu an...

 

"Türkiye de şeriat değil müslüman tehlikesi vardır. "Söyleyeni hatırlamıyorum.

 

NEYİN KAVGASINI VERMEYE ÇALIŞTIĞIMI BİRKAÇ DEFA AÇIKLADIM. SİZE NEYİN KAVGASINI VERDİĞİNİZİ SORMUYORUM. KENDİNİZE İYİ BAKIN...

 

Şeriat tehlikesi ne zaman biter diye bir başlık olacak...Arkadaşlar eğer istiyorsak bu konuyu tartışmayı biriniz o başlığı bulup cevap yazsın.

Gönderi tarihi:

sen bu anlattıklarına gerçekten inanıyormusun. Yoksa anlatırımda inanan çıkar diyemi düşünüyorsun.

 

ben şuna mensup değilim buna mensup değilim diyip. onun bunun savunuculuğunu yapanlardan piyasada çok var :) Vakit yazarlarıda "aa biz bağımsızız " derler o yüzden geç bunları.

 

Hocanın kurdurduğu hangi ordumu var. Hocanın kendi ağzından söylediği gibi, Türk ordusunun içinde örgütlenmek gibi bir amacı var. Devlet kurumlarında örgütlenmek gibi bir amacı var. Ben üniversite mezunuyum diyen adam kültürlü olur. Bilir şeriatçı yapılanmalar her ülkede nasıl örgütlenir, nasıl üslenir.

 

Bak verdim sana örneklerini , İran devriminden bir hafta önce, hangi ayetullahın elinde silah vardı. Ayetullahların herhangi bir silahlı kanadı mı vardı. Senin süper tespit yeteneğine göre. İranda herhangi bir islam devrimi tehditi yoktu o zaman devrimden bir hafta öncesine kadar he ?

 

....

 

Sen dalgamı geçiyorsun, Sivasta 38 kişiyi yakan 500 diyelim kişi değildir asıl tehdit.

 

Onlara "gazanız mübarek olsun diye" belediye hoparlöründen seslenen belediye başkanıdır. Meclis kürsüsünden "Aziz Nesin haketti" diyen bakanlardır.

 

Katliamdan bir gün önce emniyet teşkilatının bir kısmına izin verip, yarısınıda başka ilçelere gönderen kişiye emir veren içişleri bakanıdır.

 

İtfaiye araçları katliam sırasında otele ulaşamasın diye, inşaat başlatan belediye başkanıdır.

 

Türkiye Cumhuriyeti devletinin adalet bakanı koltuğunda oturup. Gidip mahkemede katliam sanıklarının avukatlığını yapan Adalet bakanıdır. Bana müdafa hakkı masalları okuma şimdi. Adalet Bakanının gidip bir kişinin mahkemede avukatlığını yapması, hele hele böyle bir katliamın sanıklarının avukatlığını yapması ne anlama gelir sende iyi biliyorsun.

 

Atatürk'ün yasakladığı ve kapattığı tarikatların şeyhlerini başbakanlık konutunda resmi davetle ağırlayan erbakandır.

 

 

Başı açık kadınlar için "kafalarını tavuk gibi koparacağız" diyen mgv başkanın bağlı olduğu partidir.

 

.....

 

ki bunlar sadece bazı örnekler.

 

Silahlanma dediğin nedir senin ya. Tüm dünyada müslüman örgütler ve ülkelerle resmi ve gayri resmi savaş halinde olan ABD Fettullah Güleni amerikada boşunamı saklıyor. verirsin eline bir günde silah silahlanmış olur.

 

Talibanın silahlanma süreci saldırılara başladığı süreçle aynıdır. uydurma.

 

 

Şeriatı amaç edinen insanların TSK ya meydan okuyacak cesareti olmalıymış , onlara cennet müjdelenmiş. vay vay vay. Onun içinmi bütün şeriatçı örgüt liderleri şeyhler milyon dolarlara sahip. Cennet müjdelenen adam bu dünyada bu kadar para hırsına sahip olmaz :)

 

Şeriatçı örgütlenmenin taktiği bellidir. Devletin içine sızarsın, kritik makamları eline geçirirsin. Sonra iktidarı komple ele geçirince, muhalifleri katledersin.

 

Sen nasıl hukukçusun ben anlamadım.

 

Fettullah gülene beraata gelince, Hukukun kararı oluyor. Mesela Anayasa mahkemesinin AKP aleyhine kararına gelince, "bu nasıl hukuk" oluyor dimi :)

 

Madem senin içinde demokrasi araç. O zaman demokrasi demokrasi diye yakınma.

 

Takkiye böyle bir şey işte. Kendileri güçlü olunca, demokrasi araç oluyor. Ancak güçsüz konumda olduklarında, aman medet demokrasi :)

Gönderi tarihi:
Böyle komik iddialari mesnet alarak yazarken gercekten neyi ispatlamaya calistiginizi kendiniz bil bilmekten ********.367 anayasaya aykridir ama halkin yüzde 33,8 ile cogunlugu gaspetmek anayasaya aykiri olmuyor dimi.Ya birakin artik bunlari ve gerceklere bakin.Gercek ne biliyormusunuz?Gercek antidemokratik bir secim yasasi ile Türkiye samar oglanina cevrildi en son samar atanda AKP dir.Demokrasiyi seviyorsaniz Demokrasinin ne olup ne olmadigini bilmenizde yarar vardir.Demokrasi meclisi ve devleti gaspetmek degildir.

 

saygilarla

:clover:

Anlamak istemeyenler bu ülkeyi nasil faydalari dokunabilirki...Ancak Denizlerimizide ,doldurarak bu ülkeyi karanliklara gömerler...

Düsünün bütün sahillerimizi tesettür hoteller kaplamis..tabiki meydan bos olursa olacagi o...

turistlerin rengide degisecek...,tuvaleti bile kullanmasini bilmeyen,.seyhler,petrol krallari,,dolacak

bizler buralarda neleri gördük neleri...!!! zannediyorum denizler daha cabuk dolar rengide cabuk degisir...

 

sonra anlamadigim Denizler bunlarin mandaletisine ters orda ne ariyorlar...!!

 

Sayin politika haklisiniz,,

Genel secimlerde yüzde 30.oy alanlar ..Meclisi yüzde 70.le isgal etmis 5.senede demokrasi adina en ufak bir gelisme yok

sadece kadrolar seriatcilarla dolmus,,ülke adina bir tek birsey yapilmamis....soruyorum haikatten bunlar ne yapti..

 

koskocaman Tükiye, neler yapti son bes senede...

ortadoguda 1700,yillarda kalmis ortacag düsüncesi,ile daha Mezhep oyunlarina ortak olmaktan baska.!!

öyle ya suadi arabi ,yalnizmi kalacakti suni mezhep oyunlarinda...

 

hani bazilari varya daha beyinleri orada...!!!

 

yüzde 10 barajını,mi kaldirdilar..yüzde ellilere varan temsil edilmeyen oylar icin,TBMM’de

bunlar neyi yapti..

neyi yaptilar...hibelerle..kadrolarin ceplerini doldurdular..nede olsa deniz feneri onlarin isigi

 

bir ülke bu davranis hareketlerlede, bir ülke hem batar ..hemde birilerin yönetim anlayisinin eline gecer..

illahin,,tsk,nin karsisina baska bir ordu cikarmaya gerek yok

 

Denizleri kullanmasini bilmeyenler denizlerin icine yaparakta ele gecirir...o deniz deniz olmaktan cikar ,

 

Saygilar

 

yamyam frankfurt

Gönderi tarihi:

Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, önceki gece bir televizyon kanalında konuşmuş. Devletin Anadolu Ajansı dün konuşma metnini geçti. Gül aynen şöyle demiş:

"Ümit ediyorum ki Anayasa Mahkemesi (Sezer ve CHP tarafından açılan son Anayasa değişikliği davaları konusunda) bu kez önceki gibi davranmaz, hukukun üstünlüğünü dikkate alarak karar verir. (Yani iptal kararı vermez!)

Bu sefer nasıl karar verecek, göreceğiz. Düşüneceklerini ümit edelim bu sefer."

Arkadaş Anayasa’dan habersiz. Cumhurbaşkanı olma hayalleriyle yaşadı, hadise Anayasa Mahkemesi’nden dönünce şoka girdi. Halen de şoku atlatamadı.

Şimdi Anayasa’nın Yargının Bağımsızlığı başlıklı 138. maddesini okuyalım:

"...Hiçbir organ, makam, merci ve kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hákimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, TAVSİYE ve TELKİNDE bulunamaz..."

Evet, kendisi Anayasa’dan habersiz. Bol kepçe konuşuyor, mahkemeye açıkça tavsiye ve telkinde bulunuyor!

Üstelik hiç sıkılmadan nasihat vermeye falan yelteniyor.

Anayasa’yı çiğniyor. Bu kafa az daha cumhurbaşkanı olacaktı! Allah bizi korudu.

E.Çölaşan, 23.06.2007, Hürriyet

Gönderi tarihi:

HİÇ GİRMEK İSTEMEDİĞİM BİR KONUYA DOĞRU KAYINCA TARTIŞMANIN YÖNÜ, CEVAP VERİP VERMEMEKTE TEREDDÜT ETTİM. ANCAK, CEVAP VERMEZSEM DE BU İDDİALAR DOĞRU KABUL EDİLEBİLECEKTİ...BU YÜZDEN BU KONUYA CEVAP VERMEK ZORUNDA KALDIM. BU KONUDA İKİNCİ BİR YAZIM DAHA OLACAK.

 

ONDAN SONRA TARTIŞMANIN MECRAINI ASIL GÜZERGAHINA YÖNLENDİRMEYE ÇABALAYACAĞIM.

 

 

sen bu anlattıklarına gerçekten inanıyormusun. Yoksa anlatırımda inanan çıkar diyemi düşünüyorsun.

 

ben şuna mensup değilim buna mensup değilim diyip. onun bunun savunuculuğunu yapanlardan piyasada çok var :) Vakit yazarlarıda "aa biz bağımsızız " derler o yüzden geç bunları.

 

NEYİ GEÇİP NEYİ GEÇMEYECEĞİME BEN KARAR VERİRİM. CEVAP TARZINIZI HİÇ BEĞENMEDİM. BU SİZE SON CEVABIM. SAYGIYI HAKETMİYORSUNUZ.

 

Hocanın kurdurduğu hangi ordumu var. Hocanın kendi ağzından söylediği gibi, Türk ordusunun içinde örgütlenmek gibi bir amacı var. Devlet kurumlarında örgütlenmek gibi bir amacı var. Ben üniversite mezunuyum diyen adam kültürlü olur. Bilir şeriatçı yapılanmalar her ülkede nasıl örgütlenir, nasıl üslenir.

 

Bu mesele bir kültür meselesi değildir. Kültürlü kültürsüz ayrımını öngörüler üzerinden değil birbirimize seslenmelerimiz üzerinden tespit etmeyi yeğlerim. Şeriatçı yapılanmalar her ülkede nasıl örgütlenir sanırım Condelizza Rice’de tam olarak bilmiyordur.

 

Bak verdim sana örneklerini , İran devriminden bir hafta önce, hangi ayetullahın elinde silah vardı. Ayetullahların herhangi bir silahlı kanadı mı vardı. Senin süper tespit yeteneğine göre. İranda herhangi bir islam devrimi tehditi yoktu o zaman devrimden bir hafta öncesine kadar he ?

 

İran’daki devrim ağır ağır işleyen bir süreçti. Devrimin ateşleyici unsurunun yurt dışında sürgünde olması demek ki devrimin aslında çok önce başladığını gösteriyor. Yine devrimin fikir öncüsü üç kişinin öldürülmesi yine devrimin hayli uzun bir zamanda olduğunu kanıtlamaya yeter. İran da Ayetullahların çok büyük bir etkisi vardır. Bu onlara tarihsel misyon olarak verilmiştir. Halk onları takip etmiştir. Dönemin İran Şahı’nın Amerikan emperyalizmine hizmet ettiği noktasından hareketle başlayan bir devrimdir belki de bu. 73’te petrol gelirleri artmış, sanayi alanında kısmi bir gelişme yaşamıştır İran ancak, bu gelişme sadece Şahın yakın çevresi ile sınırlı kalmıştır. Petrol gelirlerinin tutarsızca silahlanmaya harcanması, Şahın dillere destan harcamaları, aile efradını kayırma, rüşvetin yaygın hale gelmesi, sosyal sınıflar arasındaki uçurumun açılması ve bunlara mukabil mollaların iyi ve onurlu bir gelecek vaadi insanları onlara yöneltmiştir.

 

Yine Muhammed Rıza’nın babası gibi İslam öncesi İran Tarihini öne çıkarmak istemesi de büyük tepkilere neden olmuştur. Şah kendisini yarı tanrı olarak gösteren bir metni Kuroş İmparatorluğunun 2000 yıl kutlamalarında okuduğunda halk İran rejiminden iyice soğmuştur.

Humeyni’nin oğlunun ve devrimin ideologlarından Ali Şeriati’nin SAVAK tarafından öldürülmeleri (1977) devrimin ateşleyici unsuru olur.

 

Şah yanlısı İran basınının Humeyni’yi ajanlıkla suçlaması (8 Ocak 1978) bardağı taşıran son damla olur. Nümayişler başlar ancak, çok sert karşılıklar görür. Çok sayıda insan bu gösterilerde ölür. Süreçde bir takım değişiklikler olmakla beraber İmam Humeyni nihai hedef olarak monarşinin yıkılmasını seçmiştir. Şah çok sıkı tedbirler almış 6 ay süreyle sıkıyönetim ilan etmiş ve bu sıkıyönetim esnasında 4290 kişi çok kısa bir sürede ölmüştür. “Kara Cuma” olarak bilinen 8 Eylül ise devrimi dönülmez bir noktaya getirmiştir.

Şah bu süreç üzerine en son yurt dışına çıkar. Ancak İmam’ın İran’a dönüşünün engellenmesi yine büyük gösterilere dönüşünce izin verilir ve Humeyni Paris’ten (sürgünden) döner. Tahran’da Yüzbinlerce insan onu karşılar ve Yüzyılın en büyük halk devrimi tamamlanmış olur. (1 Şubat 1979) *Ömer Turan’a teşekkürler.

 

Türkiyede böyle işleyen bir süreç varsa evet haklısınız silaha gerek yok. Acaba Fetullah Gülen’de acaba Amerika’da bir kahraman olarak dönmek için mi bekliyor. İran’la benzer herhangi bir yönümüz yok bu sebeple İranla aramızda bir kıyas yapmak mümkün değildir.b

 

 

 

Türkiye Cumhuriyeti devletinin adalet bakanı koltuğunda oturup. Gidip mahkemede katliam sanıklarının avukatlığını yapan Adalet bakanıdır. Bana müdafa hakkı masalları okuma şimdi. Adalet Bakanının gidip bir kişinin mahkemede avukatlığını yapması, hele hele böyle bir katliamın sanıklarının avukatlığını yapması ne anlama gelir sende iyi biliyorsun.

 

Yanlış. O dönem Adalet Bakanı değildir. Zaten Avukatlık isteği de geri çevrilmiştir. Davada avukatlık yap/a/mamıştır. Daha sonra adalet bakanı olmuştur. O Dönemde milletvekilidir. Muhalefet Partisi milletvekili…

 

 

Atatürk'ün yasakladığı ve kapattığı tarikatların şeyhlerini başbakanlık konutunda resmi davetle ağırlayan erbakandır.

Başı açık kadınlar için "kafalarını tavuk gibi koparacağız" diyen mgv başkanın bağlı olduğu partidir.[/b]

 

Ramazan da kimi davet etmelerini isterdiniz. Emin Çölaşan'ı mı? Güzel bir içkili sofra kurulmaması ne kadar kötü olmuştu oysa. Evet, savunmanın bir ayağı yine kaydı Atatürk'ün yasaklamış olmasına...Konjöktür değişti, Atatürk'ün koyduğu yasaklardan bazıları yaklaşık 100 yıl geride kaldı. Bazıları da hala varlığını devam ettiriyor.

Bu partiye mensup olan, üye olan biri, bir kişiye ahlaksızca bir hareket gerçekleştirdiğinde partinin tamamı mı sorumlu olacaktır. MGV başkanı gerçekten bir baş koparsaydı bundan partinin ne sorumluluğu olacaktı.

 

Silahlanma dediğin nedir senin ya. Tüm dünyada müslüman örgütler ve ülkelerle resmi ve gayri resmi savaş halinde olan ABD Fettullah Güleni amerikada boşunamı saklıyor. verirsin eline bir günde silah silahlanmış olur.

 

Saklıyor mu? Eğer uygun kelime bulma konusunda bir sorununuz varsa ehemmiyeti yok. Ancak, buradaki sorun sanıyorum ki uygun kelime meselesi değil. Ciddi ciddi bir saklama hadisesinden bahsettiğinizi sanıyorum. Saklama nedir pekiyi. Göstermeme, gizleme, ulaştırmama. Pekiyi Fetullah Hocanın durumu böyle mi? Hiç alakası yok. O halde acaba cümle şöyle mi kurulmalıydı. Amerika, Fetullah Hocayı niye destekliyor, niye barındırıyor. 1.si, ılımlı İslam tezini işlemekte olan Fetullah Gülendir. Amerika 1,-1,5 yıl veya daha uzun bir süre önce şu an nerede gördüğümü hatırlamadığım ancak dış işleri uzmanlarının hazırlamış olduğu bir raporda Fetullah Gülen hareketinin desteklenmesi gerektiğini, zira ortadoğuda sağlanacak bir hakimiyetin ılımlı İslamcıların iktidarda olmasıyla mümkün olacağını belirtiyordu. Zira radikal İslamcı olarak belirttikleri örgütler Amerika (ve haçlı zihniyeti ile) ile savaşma istidadında idiler. 2. Si Fetullah Gülen’i Amerika’nın yurt dışına göndermesi için herhangi bir zorunluluk da yoktur. Fetullah Gülen, iade edilmesi gereken bir suçlu değildir. İkincisi şu an hangi konumla Amerikada kaldığını bilenimiz de yok galiba. Belki 28 Şubat sürecinde siyasi sığınmacı olmuştur . Veya Turist. Bu konuda bizde kesin bilgi yok.

 

Talibanın silahlanma süreci saldırılara başladığı süreçle aynıdır. uydurma.

 

Bu nasıl bir üslup ya…UYDURMA. Bu ne demek. Ben sana hiç uydurma dedim mi? Cordaba, bak usul usul yazıyorum…Lütfen beni zorlama…Şehir meydanına toplanan 500 kişilik kalabalık son anda ellerindeki silahı fark ettiler ve saldırıya geçtiler. Olur mu. OLUR. Şaka bittiğinde gerçeklere dönülür. Bir şeye, bir yere, bir güce saldıracaksanız önce o güce denk bir güç oluşturmaya çalışırsınız. Gücü oluşturmak bir günlük iş değildir. Bir devleti ele geçireceksiniz ama hiç kimse bilmeyecek öyle mi? Önce eleman için çaba, sonra elemanları silahlandırmak için silah bulmak, sonra silahları dağıtmak gerekir. Demek ki neymiş. Silahlı saldırılara başlamadan önce silahı elde bulundurmak, ondan önce silahı elde bulunduracak adamı yakında bulundurmak gerekiyormuş. Silah ve adam için ne gerekiyormuş. Birşeyler gerekir elbette.

 

Şeriatı amaç edinen insanların TSK ya meydan okuyacak cesareti olmalıymış , onlara cennet müjdelenmiş. vay vay vay. Onun içinmi bütün şeriatçı örgüt liderleri şeyhler milyon dolarlara sahip. Cennet müjdelenen adam bu dünyada bu kadar para hırsına sahip olmaz :

Şeriatçı örgütlenmenin taktiği bellidir. Devletin içine sızarsın, kritik makamları eline geçirirsin. Sonra iktidarı komple ele geçirince, muhalifleri katledersin.

 

Neyse o kadar uzman değilim. Terör konusunda eğitim almadım. Şeriatçi örgütlenmenin taktiğinin devletin içine sızmak olup olmadığını bilmiyorum.

 

Sen nasıl hukukçusun ben anlamadım.

 

Gençliğinize veriyorum bu cümleyi. Büyüklük bizde kalsın.

 

Fettullah gülene beraata gelince, Hukukun kararı oluyor. Mesela Anayasa mahkemesinin AKP aleyhine kararına gelince, "bu nasıl hukuk" oluyor dimi :)

 

O bir kinaye…Ben , siz şu anda mahkemenin fetullah hoca hakkındaki kararına karşısınız biz de Anayasa Mahkemesinin 367 ile ilgili kararına karşıyız. Dolayısıyla “Karara Saygı” demenin bir mahiyetinin olmadığını belli etmeye çabalıyorum. Çünkü karara saygı ile ilgili yukarda koca bir paragrafım var…

 

Madem senin içinde demokrasi araç. O zaman demokrasi demokrasi diye yakınma.

 

Önce demokrasinin amacı nedir onu bir öğrenin sonra…Sonrası yok..Sevmedim sizinle tartışmayı. Demokrasi idealleri olan bir sistemdir. Bu idealler içeresinde insan hak ve özgürlüklerini teminat altına alma, koruma, daha fazla hürriyet verme, eşitlik gibi kavramlar vardır. Dolayısıyla demokrasinin amacı bunları sağlamaktır. Pekiyi biz demokrasi bir araçtır derken ne demek istemişiz. Demokrasi bunları sağlamak için bir araçtır. Oldu mu? Anladıysanız oldu…Bu arada bu konu başlığı altında demokrasi demokrasi diye yakınmıyoruz bir daha bakının. YUKARI BAKIN. Ne hakkındaymış.

 

Tamam vazgeçtim bulamayacaksınız. HUKUK…HUKUK…HUKUK…Kendimi tekrarlamak zorunda hissettim.

 

Takkiye böyle bir şey işte. Kendileri güçlü olunca, demokrasi araç oluyor. Ancak güçsüz konumda olduklarında, aman medet demokrasi :)

 

Forumda Bekir adında bir adam var. İmzasının son kısmında yazan metni okumanızı tavsiye ederim.

 

Sen dalgamı geçiyorsun, Sivasta 38 kişiyi yakan 500 diyelim kişi değildir asıl tehdit.

Onlara "gazanız mübarek olsun diye" belediye hoparlöründen seslenen belediye başkanıdır. Meclis kürsüsünden "Aziz Nesin haketti" diyen bakanlardır.

 

Bunu tartışmak istemiyordum ama konu bir şekilde bu gibi yerlere kayıyor. Aşağıya ayrıca bu konuyu açılımlamaya çalışacağım. Ancak önce iki küçük şeye değineyim. Belediye Başkanı Karamollaoğlu böyle bir söz söylemediğini ifade etmiştir. Dönemin Valisi ise söylediğini belirtmiştir.

Hangi bakan, hangi otorum.

Dönemin valisi, belediye başkanı bakanı yanılttı demiş. Ancak, Bakanın ildeki en önemli temsilcisi Validir. Vali niye bakanın yanılgısını ortaya koymamış veya niye direk kendisi bakanı arayarak durumun vehametini bildirmemiştir. Yine vali aşağıda jandarma komutanı varken linç edilmekten korktuğunu ve bir ara intihar etmeyi düşündüğünü belirtmiş. Aşağıda kim varmış kim varmış. Jandarma komutanı. Komutan senin askerlerin nerede…

 

Katliamdan bir gün önce emniyet teşkilatının bir kısmına izin verip, yarısınıda başka ilçelere gönderen kişiye emir veren içişleri bakanıdır.

 

İçişleri bakanının kim olduğunu iyice bir inceleyin isterseniz. RP’li mi yoksa başka bir partilimi? Yaşınız elvermiyorsa google var. Yada size zahmet olmasın ben söyleyim. DYP’li İçişleri Bakanımızzzzz Mehmeeeeetttt Gazioğluuuuuu….Diyelim ki, böyle oldu. Pekiyi asker niye olaya derhal müdahale etmedi. Bildiğimiz üzere polisin gücü yetmediğinde, yetersiz geldiğinde valilerin askerden yardım etmelerini istemek gibi bir yetkileri vardır. Durun oraya da geleceğiz.

 

İtfaiye araçları katliam sırasında otele ulaşamasın diye, inşaat başlatan belediye başkanıdır.

 

Bu da güzel bir söylem olmuş. Demekki belediye başkanı ertesi gün böyle bir olay bekliyormuş. Yani belediye böyle birplanla hareket etmiş. Pekiyi Aziz Nesin’i o şenliklere davet eden ve hem de Salman Rüşdü’nün şeytan ayetleriyle ilgili kitabının bir kısmını tercüme ettikten hemen sonra, alevi ve Sünnilerin karışık bir vaziyette yaşadığı bir ortama ve özellikle Alevilere ait olan bir şenliğe davet eden bir Vali niye böyle bir komplodan bahsetmiyor da, siz bahsediyorsunuz. Vali itfaiye araçlarının orada halk olduğu için yaklaştırılamadığını söylüyor.

Bu inşaat başlatma hadisesi de gayet enterasan bir plan. İtfaiyenin olay yerine gidiş güzergahını kesin olarak bileceksiniz bu 1.si. 2.si orada bir belediye inşaatı başlatacaksınız ama bir sebep bulacaksınız. 3.sü bir yangın çıkartılacağını bileceksiniz. Eeee, 4.sü bu yangını çaktırmadan otele bulaştarmanın bir yolunu planlayacaksınız. Büyük ihtimal araçları binaya yakın part ettirten de belediye başkanıdır. Araçları yaktırtan da. Onbeşbinkişiyi oraya toplayan da odur. Pardon onun örgütü.

Yine vali Tugay’dan ilk andan itibaren asker talep edildiğini ancak gelmediğini söylemiş ancak Tugay Komutanı Tuğgeneral Ahmet Yücetürk, Aziz Nesin’in belirtilen otelde olduğunu yangından 1 saat önce kendisine haber verildiğini söylemiş.

 

Bakın, burada hepimizi derinden sarsan, üzen bir hadise var. Aziz Nesin ne kadar islamla dalga geçerse geçsin, Müslümanlar gerçekte dinleri üstünse üstün olan haliyle kendini belli edecektir. Aziz Nesin’in onunla dalga geçmesi bu dini alçaltmaz. Kendisine karşı gösteri yapar istemeyebilir/iz/dik ancak onun söylediklerine düşünsel bağlamda karşılık veremediğimizde onu kahramanlaştırırız.

 

Olay günü kendisi oraya davet edilmiş ve birkısım halk örgütlü olmayarak galeyana gelerek veya getirilerek oraya toplanmıştır. Gösteriler otel önünde yapılmakta iken (yaklaşık 7 saat sürmüş bir vakıadan bahsediyoruz) Ankara’nın olaydan haberi vardır. Askeriyenin haberi vardır. Bu kişiler direk oteli değil araçları aleve vermişler ancak araçlardan çıkan ateş otele sıçramıştır. Pekiyi bu kişiler yanmasa da Aziz Nesin dışarı çıkarak bu kalabalığı önüne gelse idi onu linç ederlermiydi. Bana kalırsa asıl istenen bu idi…Aziz Nesin’in linç edilmesi ve onun savunduğu fikrin kahramanlık vasfıyla göklere çıkartılması. Bu da ayrı bir komplo teorisi olsun. Pekiyi bu süreçle nereye saldırılınmıştır. Böyle olaylar olduğunda her zaman nereye saldırılıyorsa oraya…

Gönderi tarihi:
HİÇ GİRMEK İSTEMEDİĞİM BİR KONUYA DOĞRU KAYINCA TARTIŞMANIN YÖNÜ, CEVAP VERİP VERMEMEKTE TEREDDÜT ETTİM. ANCAK, CEVAP VERMEZSEM DE BU İDDİALAR DOĞRU KABUL EDİLEBİLECEKTİ...BU YÜZDEN BU KONUYA CEVAP VERMEK ZORUNDA KALDIM. BU KONUDA İKİNCİ BİR YAZIM DAHA OLACAK

 

ONDAN SONRA TARTIŞMANIN MECRAINI ASIL GÜZERGAHINA YÖNLENDİRMEYE ÇABALAYACAĞIM.

NEYİ GEÇİP NEYİ GEÇMEYECEĞİME BEN KARAR VERİRİM. CEVAP TARZINIZI HİÇ BEĞENMEDİM. BU SİZE SON CEVABIM. SAYGIYI HAKETMİYORSUNUZ.

 

Sen kendi diyeceğini de bakalım ****. tartışmanın güzergahı mecrası muhtarlığı yapmaya çalışmadan. Ona buna karalama yapıp, laf atıp cevabını alınca, "uslup" geyiğinede hiç girme.

 

 

Bu mesele bir kültür meselesi değildir. Kültürlü kültürsüz ayrımını öngörüler üzerinden değil birbirimize seslenmelerimiz üzerinden tespit etmeyi yeğlerim. Şeriatçı yapılanmalar her ülkede nasıl örgütlenir sanırım Condelizza Rice?de tam olarak bilmiyordur.

 

Yok biliyordur, zira herkes bilir. Yeterince güçlü olduğunu hissedene kadar mazlumu oynayıp, zamanı geldiğini düşününce ejderha olmaya çalışmak. Madem bilmiyorsun o zaman "Şeriat tehlikesi olabilmesi için silahlı büyük bir gücün olması gerekir" gibi dahiyane tespitler yapmaya kalkmayacaksın.

 

"böyle bir güç olsaydı çok kanlı çatışmalar yaşanırdı " vs diyip. kendi aklınca aba altından sopa göstermeyede kalkmayacaksın :)

 

İran?daki devrim ağır ağır işleyen bir süreçti............

 

.....(1 Şubat 1979) *Ömer Turan?a teşekkürler.

 

senden iran devrim tarihini anlatmanı falan istemedik. Basit bir şey sorduk, İranda devrimden bir hafta öncesine kadar, Ayetullahların silahlı kanadımı vardı. Yoktu ama bir hafta içinde iktidarı ele geçirip şeriat uygulamaya başladılar.

 

Türkiyede böyle işleyen bir süreç varsa evet haklısınız silaha gerek yok. Acaba Fetullah Gülen?de acaba Amerika?da bir kahraman olarak dönmek için mi bekliyor. İran?la benzer herhangi bir yönümüz yok bu sebeple İranla aramızda bir kıyas yapmak mümkün değildir.

 

sen neyle kıyas yaptında, tehlike olabilmesi için dev bir silahlı örgütün olması lazım tespitine vardın ? Hem diyorsun ben terör uzmanı değilim bilmem. Hemde şeriat tehlikesi olabilmesi için "şu olmalı bu olmalı" tespitine varıyorsun. anlamadımki ben seni.

 

Ramazan da kimi davet etmelerini isterdiniz. Emin Çölaşan'ı mı? Güzel bir içkili sofra kurulmaması ne kadar kötü olmuştu oysa. .

 

Memlekette tarikat şeyhleri dışında, müslüman yok dimi. Bir tarikat şeyhleri ve tarikatların üyeleri var geri kalan herkes içkici dimi. Vah vah vah, o kadar uğraşıp başka gerekçe bulamadınmı. Yani Erbakan memlekette tarikat şeyhleri dışında, ramazan sofrasını paylaşacak müslüman bulamamış o yüzden onları çağırmış öylemi ?

 

İnsanlar bir şeyleri savunabilmek için ne kadar çırpınıyorlar bazen ne kadar zorluyorlar kendilerini :)

 

 

 

Evet, savunmanın bir ayağı yine kaydı Atatürk'ün yasaklamış olmasına...Konjöktür değişti, Atatürk'ün koyduğu yasaklardan bazıları yaklaşık 100 yıl geride kaldı. Bazıları da hala varlığını devam ettiriyor. .

 

Senmi karar veriyorsun buna ?. Atatürkün yasakladığı ve Türkiye Cumhuriyeti kanunlarınca yasak olan kurumlar değilmi Tarikatlar. Ne oldu bak "İlla hukuk hukuk hukuk" diyordun. Başbakan koltuğunda oturan adamın, yasaların yasakladığı kurumların şeyhlerini başbakanlık konutunda ağırlamasına gelince nereye gitti senin "hukukçuluğun" ve "Hukuk" anlayışın.

 

Bize "hukuk adamı" nı ve "hukuğu savunan idealist" i oynayan adama bak. İşine gelince hukuk, işine gelmeyince "ee o yasalar eskidi" yapma ya.

 

Bu yüzden bazı ağızlarda Hukuk ve demokrasi kelimeleri çok eğreti duruyor, çok sırıtıyor.

 

Bu partiye mensup olan, üye olan biri, bir kişiye ahlaksızca bir hareket gerçekleştirdiğinde partinin tamamı mı sorumlu olacaktır. MGV başkanı gerçekten bir baş koparsaydı bundan partinin ne sorumluluğu olacaktı..

 

Bir partinin milletvekili aynı zamanda Partisini temsil eder. Bir kişiye ahlaksızca hakaret gerçekleştirdiğinde. Partisi onu uyarmazsa, hakaret tekrar edildiğinde cezasını vermezse, Partiden uzaklaştırmazsa. Artık o partinin tamamının sorumluluğudur.

 

Şevki Yılmaz denen meczup bir yıl boyunda, Atatürk'e ve laik cumhuriyete etmediği küfürü bırakmamıştır. Ne yapmıştır partisi, onu uyarmışmıdır, disiplin kurululanmı sevk etmiştir. Partiden atmışmıdır.

 

Yok ya, Refah Partisi Milletvekili o sıfatıyla, etmediği küfürü bırakmayacak. Partisi sesini çıkarmayacak. ondan sonra "o partiyi bağlamaz".

 

MGV Başkanı çıkıp, başı açık kadınları "kafalarını koparırız" diyerek tehdit edince. partisi onu derhal o koltuktan uzaklaştırırsa sorumlu olmaz.

 

MGV başkanı, şahıs olarak konuşmamaktadır. Şahıs olarak kimseyi tehdit etmemektedir "biz" demektedir. Ve MGV başkanı sıfatıyla konuşmaktadır.

 

***********

"bir temsilci azledilmediği sürece görev konusuyla ilgili yaptığı herşey kurumunu bağlar. Temsilci tarafından beyan edilen ve kurum tarafından tekzip edilmeyen her ifade, kurumu bağlar"

 

neyin ajitasyonunu yapıyorsun sen bize. Şevki Yılmaz refah partisi milletvekili koltuğnda oturacak, Atatürke Cumhuriyete küfürler edecek bu Refah Partisini bağlamayacak. MGV başkanı o koltukta oturacak, başı açık kadınları tehdit edecek bu MGV yi ve Refah Partisini bağlamayacak. Öyle ya Hitlerin yaptıklarıda Nazi partisini bağlamıyordu.

 

komik.

 

Saklıyor mu? Eğer uygun kelime bulma konusunda bir sorununuz varsa ehemmiyeti yok. Ancak, buradaki sorun sanıyorum ki uygun kelime meselesi değil. Ciddi ciddi bir saklama hadisesinden bahsettiğinizi sanıyorum. Saklama nedir pekiyi. Göstermeme, gizleme, ulaştırmama. Pekiyi Fetullah Hocanın durumu böyle mi? Hiç alakası yok...

 

Tekrar sorucam senmi hukukçusun ya. Kelime oyunlarıylamı kendini savunmaya çalışıyorsun. Ülkesinde kanunun aradığı bir kişiyi ülkesinde barındırmak onu saklamaktır.

 

O halde acaba cümle şöyle mi kurulmalıydı. Amerika, Fetullah Hocayı niye destekliyor, niye barındırıyor. 1.si, ılımlı İslam tezini işlemekte olan Fetullah Gülendir. Amerika 1,-1,5 yıl veya daha uzun bir süre önce şu an nerede gördüğümü hatırlamadığım ancak dış işleri uzmanlarının hazırlamış olduğu bir raporda Fetullah Gülen hareketinin desteklenmesi gerektiğini, zira ortadoğuda sağlanacak bir hakimiyetin ılımlı İslamcıların iktidarda olmasıyla mümkün olacağını belirtiyordu. Zira radikal İslamcı olarak belirttikleri örgütler Amerika (ve haçlı zihniyeti ile) ile savaşma istidadında idiler. 2. Si Fetullah Gülen?i Amerika?nın yurt dışına göndermesi için herhangi bir zorunluluk da yoktur. Fetullah Gülen, iade edilmesi gereken bir suçlu değildir....

 

Fetullah Gülen'İn iadesi için Türkiye Cumhuriyeti, Amerika'ya defalarca resmi talepte bulunmuş fakat Amerika Fetullah Gülen'i teslim etmemiştir. yeni söylüyorum UYDURMA.

 

Ben sana anlatayım neden sakladığını.

 

Özbekistandaki Turuncu devrim denemesinden sonra yakalanan CIA ajanlarının, Gülen'in Özbekistandaki okulunda öğretmen kadrosunda göründüğü için olmasın.

 

Rus istihbarat servisi, ele geçirdiği resmi belgelerle, Gülen'in okullarında "öğretmen" olarak görünen CIA ajanlarının listesini yayınladığı için olmasın.

 

Fetullah Gülen in teşkilatı ve okulları, ABD nin ajan faaliyetleri için birer üs olarak kullanıldığı için olmasın.

 

Bir Amerikan ajanını ne kadar allayıp pullarsanız pullayın, onun bir ajan olduğunu değiştiremezsiniz. Her kes yakalanınca efendisinin yanına kaçar Fetullah'ın ABD ye kaçması gibi.

 

Meydanlarla Katil Amerikaya karşı cihad çağrıları yapan Refah Partililerin, her yolsuzlukları ortaya çıktıktan sonra soluğu ABD de almaları gibi.

 

 

Bu nasıl bir üslup ya?UYDURMA. Bu ne demek....

 

alırsın bir türkçe sözlük bakarsın "uydurma " ne demekmiş. Türkçede karşılığı ney olan şahane bir kelimedir kendisi. Fiiline uyana söylenir.

 

 

Ben sana hiç uydurma dedim mi? Cordaba, bak usul usul yazıyorum?Lütfen beni zorlama....

 

sende her sıkıştığında, ya usluba yatan, ya tehdit edenlerdensin o anlaşıldı :)

 

Şehir meydanına toplanan 500 kişilik kalabalık son anda ellerindeki silahı fark ettiler ve saldırıya geçtiler. Olur mu. OLUR. Şaka bittiğinde gerçeklere dönülür. Bir şeye, bir yere, bir güce saldıracaksanız önce o güce denk bir güç oluşturmaya çalışırsınız. Gücü oluşturmak bir günlük iş değildir. Bir devleti ele geçireceksiniz ama hiç kimse bilmeyecek öyle mi? Önce eleman için çaba, sonra elemanları silahlandırmak için silah bulmak, sonra silahları dağıtmak gerekir. Demek ki neymiş. Silahlı saldırılara başlamadan önce silahı elde bulundurmak, ondan önce silahı elde bulunduracak adamı yakında bulundurmak gerekiyormuş. Silah ve adam için ne gerekiyormuş. Birşeyler gerekir elbette.

Neyse o kadar uzman değilim. Terör konusunda eğitim almadım. Şeriatçi örgütlenmenin taktiğinin devletin içine sızmak olup olmadığını bilmiyorum. ....

 

Diyorum ya bilmiyorsun ama, tespit yapmaya kalkıyorsun "tehlike olması için büyük bir silahlı güç olması lazım" diye.

 

Şeyh Sait ayaklanmadan önce silahlı ordusumu vardı ? Yoktu ama bir hafta içinde ingilizler silahlandırıp harekete geçirdi onu.

 

bir devlet, illa karşıt bir silahlı ordu kurup, o devletin orudusuyla eski usulde meydan savaşı yapıp bozguna uğratıp ele geçirilmez. Sen çok fazla ortaçağ filmi izlemişsin.

 

Ben sana bir örnek daha vereyim.

 

Rusyada, Bolşeviklerin ekim devriminin olduğu aya kadar silahlı ordularıda yoktu. Hatta rusyadaki marksist gruplar arasında Silahlı illegal bir ordu kurmayan tek parti Leninin bolşevik partisiydi. Ama bir ay içinde iktidarı ele geçirdi.

 

Almanya'da Nazi Partisi, silahlı bir orduya mı sahipti. Hitlerin Sokak kuvvetleri SA lar silahlı askerlermiydi ? hayır. Hitler ilk darbe deneyiminden sonra, silahlı yöntemlerden vazgeçmiş ve devlete "sızma" taktiğiyle Cumhuriyet Almanyasını dünyanın gördüğü en büyük faşist devlete çevirdi. Yine senin şahane tespit yeteneğine göre, Hitlerin silahlı bir gücü olmadığı için Alman Cumhuriyeti ve demokrasisi için bir tehdit değildi.

 

Bir devlet sadece ortaçağ usuluyle, o devletin ordusundan daha güçlü yada daha iyi savaşan bir ordu kurup ele geçirilmez. Ve 20, yydan itibaren yeryüzündeki hiçbir ihtilal ve devrim. O ülkenin ordusuna denk bir silahlı güce dayalı bir şekilde gerçekleşmemiştir.

 

Devleti ele geçirmek. Onun işleyişini sarsmak, Onun içine sızmak. Devlet aygıtları ve kurumları arasında çatışmalar yaratıp surda gedikler açmak bu gedikler içeri girmek. Halkın devlet kurumlarına olan itimat, güven ve saygısını zedelemek. Büyük kaoslar yaratıp kurtarıcı olarak ortaya çıkmak. Devletin sağlam kaleleri içinden kuvvetli konumda olanları kendi tarafına çekmek. vs gibi yüzlerce taktiğe dayanır.

 

Yani cesur yürek filminde izlediğin gibi, irlandalılar ordu kurup ingilizlerle savaşmak gibi olmaz bu iş daima. o eskinin taktiğiydi.

 

 

Gençliğinize veriyorum bu cümleyi. Büyüklük bizde kalsın. ....

 

Mahalle kahvesinde değilsin bırak bu ağızları :)

 

 

O bir kinaye?Ben , siz şu anda mahkemenin fetullah hoca hakkındaki kararına karşısınız biz de Anayasa Mahkemesinin 367 ile ilgili kararına karşıyız. Dolayısıyla ?Karara Saygı? demenin bir mahiyetinin olmadığını belli etmeye çabalıyorum. Çünkü karara saygı ile ilgili yukarda koca bir paragrafım var.....

 

ben senin "hukuk" anlayışını çok güzel koyuyorum bak ortaya.

 

Sana göre, Fetullah'ın "beraat" ettirilmesi hukuktur, kanundur. Ama Tarikatların yasak olmasına gelince "eskimiş" tir. Yani işine gelen hukuk işine gelmeyen değil.

 

 

Önce demokrasinin amacı nedir onu bir öğrenin sonra?Sonrası yok..Sevmedim sizinle tartışmayı. Demokrasi idealleri olan bir sistemdir. Bu idealler içeresinde insan hak ve özgürlüklerini teminat altına alma, koruma, daha fazla hürriyet verme, eşitlik gibi kavramlar vardır. Dolayısıyla demokrasinin amacı bunları sağlamaktır. Pekiyi biz demokrasi bir araçtır derken ne demek istemişiz. Demokrasi bunları sağlamak için bir araçtır. Oldu mu? Anladıysanız oldu?Bu arada bu konu başlığı altında demokrasi demokrasi diye yakınmıyoruz bir daha bakının. YUKARI BAKIN. Ne hakkındaymış. ....

 

Bayılıyorum ben bunların şu takkiyelerine ya :)

 

Böyle bir şeyleri savunabilmek temize çıkarabilmek için çırpınmaları yokmu :)

 

Adam çıkmış "bizim için demokrasi amaç değil araçtır" demiş. adam açık açık biz demokrasiyi sadece amacımıza ulaşmak için araç olarak kullanırız demiş. Bunlarda kraldan çok kralcılık yapmak için, yok o aslında şöyle dedi, yok böyle dedi. yok onu derken kastedilen şu. Ya bunu artık sokaktaki çocuk bile yemiyor.

 

Demokrasi o saydığın şeylerin bütünüdür. Yani onlar gerçekleştiğinde mümkün olacak bir şeydir. Onları gerçekleştirmenin bir aracı değildir. Sapla samanı birbirine karıştırma. Demokrasi halkın iktidarı demektir. Halkın iktidarı başlı başına bir amaçtır. herhangi bir şeyin aracı değil. özgürlüleri teminat altına alma, insan hak ve özgürlükleri ise, halkın iktidarı amacına hizmet eden şeylerdir.

 

 

Belediye Başkanı Karamollaoğlu böyle bir söz söylemediğini ifade etmiştir. Dönemin Valisi ise söylediğini belirtmiştir2007,

Hangi bakan, hangi otorum. ....

 

Tabi canım binlerce insan onca basın mensubu söylediğini ifade ederken. Şahsın kendisinin inkar etmesidir dimi referansımız. bravo. O zaman niye mahkemeler varki. sorarsın sanığa sen bunu yaptınmı kardeşim diye. Yok yapmadım derse tamam dava kapanır.

 

Katliam sürerken, Temel Karamollaoğlu verin mikrofonu halkı yatıştırayım diyip mikrofonu eline alınca ne yapmıştır. "Allah için zındıkları yakmaya gelen" topluluğu yatıştırma yöntemi olarak Dua okumaya başlamakta şahane bir yöntemdir dimi. Ardından kalabalık kendisine "Mücahit Temel" sloganlarıyla karşılık verip katliama daha bir şevkle devam etmiştir.

 

Aziz Nesin İtfaiye erleri tarafından otelden çıkarılırken, Refah Partili Cafer Erçakmak ta "O adamı kurtarmayın O kafirdir" diye bağırıyor. O ve yanındakiler Aziz Nesini kurtarmaya çalışan itfaiye erlerine saldırıyor.

 

 

 

Dönemin valisi, belediye başkanı bakanı yanılttı demiş. Ancak, Bakanın ildeki en önemli temsilcisi Validir. Vali niye bakanın yanılgısını ortaya koymamış veya niye direk kendisi bakanı arayarak durumun vehametini bildirmemiştir. Yine vali aşağıda jandarma komutanı varken linç edilmekten korktuğunu ve bir ara intihar etmeyi düşündüğünü belirtmiş. Aşağıda kim varmış kim varmış. Jandarma komutanı. Komutan senin askerlerin nerede?

İçişleri bakanının kim olduğunu iyice bir inceleyin isterseniz. RP?li mi yoksa başka bir partilimi? Yaşınız elvermiyorsa google var. Yada size zahmet olmasın ben söyleyim. DYP?li İçişleri Bakanımızzzzz Mehmeeeeetttt Gazioğluuuuuu?.Diyelim ki, böyle oldu. Pekiyi asker niye olaya derhal müdahale etmedi. Bildiğimiz üzere polisin gücü yetmediğinde, yetersiz geldiğinde valilerin askerden yardım etmelerini istemek gibi bir yetkileri vardır. Durun oraya da geleceğiz.....

 

İç işleri bakanının kim olduğunu gayet iyi biliyorum merak etme. Senin yaşın herhalde, 28 Şubat'ın iki muhatabının kimler olduğunu bilmeye yetmiyor. ben söyliyeyim. Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi. Türkiyede elli yıllık gerici tehlikenin mimarı iki parti.

 

Yine sorayım sen nasıl hukukçusun. Jandarma içişleri bakanı ve Valinin emri altındadır.

 

 

Bu da güzel bir söylem olmuş. Demekki belediye başkanı ertesi gün böyle bir olay bekliyormuş. Yani belediye böyle birplanla hareket etmiş. Pekiyi Aziz Nesin?i o şenliklere davet eden ve hem de Salman Rüşdü?nün şeytan ayetleriyle ilgili kitabının bir kısmını tercüme ettikten hemen sonra, alevi ve Sünnilerin karışık bir vaziyette yaşadığı bir ortama ve özellikle Alevilere ait olan bir şenliğe davet eden bir Vali niye böyle bir komplodan bahsetmiyor da, siz bahsediyorsunuz. Vali itfaiye araçlarının orada halk olduğu için yaklaştırılamadığını söylüyor.

Bu inşaat başlatma hadisesi de gayet enterasan bir plan. İtfaiyenin olay yerine gidiş güzergahını kesin olarak bileceksiniz bu 1.si. 2.si orada bir belediye inşaatı başlatacaksınız ama bir sebep bulacaksınız. 3.sü bir yangın çıkartılacağını bileceksiniz. Eeee, 4.sü bu yangını çaktırmadan otele bulaştarmanın bir yolunu planlayacaksınız. Büyük ihtimal araçları binaya yakın part ettirten de belediye başkanıdır. Araçları yaktırtan da. Onbeşbinkişiyi oraya toplayan da odur. Pardon onun örgütü. .....

 

Yok ya otel yanlışlıkla kafir Aziz Nesin sigarasını yakarken tutuşmuştur. Herkes masumdur. İftiradır, komplodur, din düşmanlığıdır, bir kısım medyanın uydurmasıdır, gulu gulu dansıdır.

 

Katliamı gerçekleştirenlerin en önünde sloganlar atan, tekbirleri getiren, Refah Partili yönetici Cafer Erçakmak orada fasulyeden bulunmaktadır zaten. Hatta belki otelin yandığını görüp içeridekileri kurtarmaya gelmiştir dimi.

 

sen ne anlatıyorsun. İtfaiyenin olay yerine gidiş güzergahı zaten itfaiye müdürlüklerinde asılı durur. bir noktaya en çabuk hangi istikamette ulaşılacağı, itfaiye, polis , jandarma karakollarında asılıdır zaten. Askerlik yapmadınmı sen.

 

 

Bakın, burada hepimizi derinden sarsan, üzen bir hadise var. Aziz Nesin ne kadar islamla dalga geçerse geçsin, Müslümanlar gerçekte dinleri üstünse üstün olan haliyle kendini belli edecektir. Aziz Nesin?in onunla dalga geçmesi bu dini alçaltmaz. Kendisine karşı gösteri yapar istemeyebilir/iz/dik ancak onun söylediklerine düşünsel bağlamda karşılık veremediğimizde onu kahramanlaştırırız. .....

 

Aziz Nesin nerede, islamla dalge geçmiştir, bir söylesene. İftirayla, kara çalmaylamı sen düşünsel bağlamda karşılık veriyorsun. Söyleki iftiracı olmadığını anlayalım.

 

Vay be bir yandan, düşünsel bağlamda karşılık verme gibi şirin sözler öbür yanda iftira. göster ******, deki şurada dalga geçmiş islamla.

 

Bir insanın "ben inanmıyorum" demesi dalga geçmekmidir. Ben inanıyorum, o inanmıyor. o onun sorunu.

 

bu zihniyetten bir cacık olmaz.

 

Olay günü kendisi oraya davet edilmiş ve birkısım halk örgütlü olmayarak galeyana gelerek veya getirilerek oraya toplanmıştır. Gösteriler otel önünde yapılmakta iken (yaklaşık 7 saat sürmüş bir vakıadan bahsediyoruz) Ankara?nın olaydan haberi vardır. Askeriyenin haberi vardır. Bu kişiler direk oteli değil araçları aleve vermişler ancak araçlardan çıkan ateş otele sıçramıştır. Pekiyi bu kişiler yanmasa da Aziz Nesin dışarı çıkarak bu kalabalığı önüne gelse idi onu linç ederlermiydi. Bana kalırsa asıl istenen bu idi?Aziz Nesin?in linç edilmesi ve onun savunduğu fikrin kahramanlık vasfıyla göklere çıkartılması. Bu da ayrı bir komplo teorisi olsun. Pekiyi bu süreçle nereye saldırılınmıştır. Böyle olaylar olduğunda her zaman nereye saldırılıyorsa oraya?

 

Tabi canım tabi. "halk galeyana gelmiş" her katliamın, linçin klasik savunması. Halk kendi kendine galeyana gelmiş. Camilerden yapılan anonslar, "galeyana gelmiş halk" ın önünde kitleyi coşturan refah partili yöneticilerde işin önemsiz ayrıntıları dimi. Elinde hoparlör, katliam sürerken dua okuyan belediye başkanıda ayrıntı.

 

Bazı beyinler insanları sadece dini yönden değerlendirir.

 

Normal beyinler için insanların dini inançları sadece bir ayrıntıdır. onla ilgilenmezler.

 

bir ayakkabı tamircisi benim için ya iyi bir ayakkabı tamircisidir, yada kötü bir ayakkabı tamircisidir. Allah'a olan inancı veya inançsızlığı onu iyi yada kötü bir ayakkabı tamircisi yapmaz benim gözümde. Kıstasım işindeki ustalığıdır.

 

Bir yazar, eserleriyle vardır. Onun Allah'a inançsız olması benim onun eserlerine bakışımı değiştirmez. Aziz Nesin Allah'a inansaydıda ben "Yaşar ne yaşar ne yaşamaz" a aynı derecede güler ve okurken aynı derecede zevk alırdım.

Aziz Nesin Allah'a inanmadığını açık açık beyan etmiş bir insandır. Ancak görüldüğü gibi yukarıda "insan haklarından, kişisel hürriyet'ten " bahseden kişide. Sırf Allah'a inanmadığını söylediği için Aziz Nesin'i "islamla dalga geçen" kişi damgasıyla damgalamaya kalkmaktadır. Zira Sivas Katliamında insanları örgütleyenlerin argümanı ve propagandasıda aynen budur.

 

Sorarsınız hangi yazısında hangi sözünde islamla dalga geçmiş Aziz Nesin diye sesleri çıkmaz. Öyle ya madem inanmıyor o halde düşmandır katli vaciptir.

 

Cidden bazı ağızlara, demokrasi, insan hakları gibi kavramlar ne kadar eğreti duruyor ve nasıl çelişiyor.

Gönderi tarihi:

Cordoba, üslubunda hala sakatlık var. **** seslenişini de sevmedim.

 

Üslubunuzu düzeltmenizi temenni ediyorum zira daha ağır bir üslupla karşılık bulmanız yakındır. Saygısızca davrananlara hakettiklerinden fazlasıyla cevap vermek ilk önce cevap verenin kendisine zulümdür...

 

İnsanların dalga geçerek yazı yazmalarına birşey demem, insanların espriyle bazı sözler sarfetmelerine birşey demem. Ancak, ciddi ciddi karşısındakine garip, nahoş seslenişlerde bulunanlar hakettiklerini alırlar...

 

***********************

 

ÜSLUBUNUZU DEĞİŞTİRMEDİĞİNİZDE CEVAP VERMİYECEĞİMİ BELİRTMİŞTİM. BU YÜZDEN KONUNUN İÇERİĞİNE DEĞİNMİYORUM...

 

Konuya dahil olup da bu seviyesiz tartışmayı izlemek zorunda kalan arkadaşlardan özür diliyorum...

Gönderi tarihi:
HİÇ GİRMEK İSTEMEDİĞİM BİR KONUYA DOĞRU KAYINCA TARTIŞMANIN YÖNÜ, CEVAP VERİP VERMEMEKTE TEREDDÜT ETTİM. ANCAK, CEVAP VERMEZSEM DE BU İDDİALAR DOĞRU KABUL EDİLEBİLECEKTİ...BU YÜZDEN BU KONUYA CEVAP VERMEK ZORUNDA KALDIM. BU KONUDA İKİNCİ BİR YAZIM DAHA OLACAK.

.

.

.

Olay günü kendisi oraya davet edilmiş ve birkısım halk örgütlü olmayarak galeyana gelerek veya getirilerek oraya toplanmıştır. Gösteriler otel önünde yapılmakta iken (yaklaşık 7 saat sürmüş bir vakıadan bahsediyoruz) Ankara?nın olaydan haberi vardır. Askeriyenin haberi vardır. Bu kişiler direk oteli değil araçları aleve vermişler ancak araçlardan çıkan ateş otele sıçramıştır. Pekiyi bu kişiler yanmasa da Aziz Nesin dışarı çıkarak bu kalabalığı önüne gelse idi onu linç ederlermiydi. Bana kalırsa asıl istenen bu idi?Aziz Nesin?in linç edilmesi ve onun savunduğu fikrin kahramanlık vasfıyla göklere çıkartılması. Bu da ayrı bir komplo teorisi olsun. Pekiyi bu süreçle nereye saldırılınmıştır. Böyle olaylar olduğunda her zaman nereye saldırılıyorsa oraya?

Iste,ben hicbir tarafa mensup degilim,parti tutmam diyen fakat yine kendi eli ile ne tarafisavundugunu yazan medeni cesaret!sahibi birisi.

*Kimi davet edecekti köske,Emin Cölasanimi?*sadece bu görüs ve soru bile sizin kime ait oldugunuzu ortaya koymaktadir.Bence bir tane Emin Cölasan binlerce tarikat reisine bedeldir.Atatürk'ün yasalari 100 yil önceydi.yani degismesi gerekiyor dimi?iste bütün cirpinmalariniz bunun icindir.Bu nedenle ALP nin iktidara tayin edilmesini alkisladiniz,bu nedenle Anayasa mahkemesine ve Cumhurbaskanina cattiniz.Bu nedenle orduya saldirdiniz ve demokrasiy Tramvaya benzetenlerin Cumhurbaskani olmasi icin kollari sivadiniz.Atatürk'ün Yasalari degismeyecektir,Türkiye din tacirlerinin eline gecmeyecek ve heryerde karsilarina Atatüerkcüler cikacaktir.Ben seriatci tarikatci olmadanda müslümanim bu bana yeter.

 

saygilarla

Gönderi tarihi:
*Sen kendi diyeceğini de bakalım ****. tartışmanın güzergahı mecrası muhtarlığı yapmaya çalışmadan. Ona buna karalama yapıp, laf atıp cevabını alınca, "uslup" geyiğinede hiç girme.

 

 

 

*Bu yüzden bazı ağızlarda Hukuk ve demokrasi kelimeleri çok eğreti duruyor, çok sırıtıyor.

 

*Yok ya, Refah Partisi Milletvekili o sıfatıyla, etmediği küfürü bırakmayacak. Partisi sesini çıkarmayacak. ondan sonra "o partiyi bağlamaz".

 

*sende her sıkıştığında, ya usluba yatan, ya tehdit edenlerdensin o anlaşıldı :)

 

*Mahalle kahvesinde değilsin bırak bu ağızları :)

 

*Sana göre, Fetullah'ın "beraat" ettirilmesi hukuktur, kanundur. Ama Tarikatların yasak olmasına gelince "eskimiş" tir. Yani işine gelen hukuk işine gelmeyen değil.

 

*Bayılıyorum ben bunların şu takkiyelerine ya :)

 

*Yok ya otel yanlışlıkla kafir Aziz Nesin sigarasını yakarken tutuşmuştur. Herkes masumdur. İftiradır, komplodur, din düşmanlığıdır, bir kısım medyanın uydurmasıdır, gulu gulu dansıdır.

 

*Katliamı gerçekleştirenlerin en önünde sloganlar atan, tekbirleri getiren, Refah Partili yönetici Cafer Erçakmak orada fasulyeden bulunmaktadır zaten. Hatta belki otelin yandığını görüp içeridekileri kurtarmaya gelmiştir dimi.

 

*Cidden bazı ağızlara, demokrasi, insan hakları gibi kavramlar ne kadar eğreti duruyor ve nasıl çelişiyor.

 

Altına imzamı atarım. Güzel, anlaşılır, net cevaplar olmuş.

Gönderi tarihi:
Cordoba, üslubunda hala sakatlık var. **** seslenişini de sevmedim.

 

Üslubunuzu düzeltmenizi temenni ediyorum zira daha ağır bir üslupla karşılık bulmanız yakındır. Saygısızca davrananlara hakettiklerinden fazlasıyla cevap vermek ilk önce cevap verenin kendisine zulümdür...

 

İnsanların dalga geçerek yazı yazmalarına birşey demem, insanların espriyle bazı sözler sarfetmelerine birşey demem. Ancak, ciddi ciddi karşısındakine garip, nahoş seslenişlerde bulunanlar hakettiklerini alırlar...

 

***********************

 

ÜSLUBUNUZU DEĞİŞTİRMEDİĞİNİZDE CEVAP VERMİYECEĞİMİ BELİRTMİŞTİM. BU YÜZDEN KONUNUN İÇERİĞİNE DEĞİNMİYORUM...

 

Konuya dahil olup da bu seviyesiz tartışmayı izlemek zorunda kalan arkadaşlardan özür diliyorum...

 

Meydanı boş bulup sıkmalar ondan sonra, karşındaki gerçekleri yazınca ve işine gelmeyince, tribünlere oynamaya çalışma.

 

Varsa yazdıklarıma diyeceğin dersin. Hepsi gayet usluplu, açık ve net ifadeler.

 

Yoksa bir diyeceğin diojen'in "gölge etme ihsan istemez" lafını hatırlatırım.

 

"Cordoba üslubunda sakatlık var" vay vay vay :)

 

bunun türkçesi şu olabilir :

 

"ben kardeşim belki bilen çıkmaz diye, kafama göre yazdım, sonra bilen çıktı cevabımı aldım. şimdi çamura yatıyorum." :)

 

Türkiyedeki bir tarzı hatırlatayım bu akit, zaman gazetesi tayfaları vardır. hayatta tartışmayı beceremezler. Sıkışınca başlarlar karşısındakilere saldırmaya, karalamaya.

 

Her fikir adamı pozuna giren becerebilseydi keşke.

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.