Zıplanacak içerik
View in the app

A better way to browse. Learn more.

Tartışma ve Paylaşımların Merkezi - Türkçe Forum - Turkish Forum / Board / Blog

A full-screen app on your home screen with push notifications, badges and more.

To install this app on iOS and iPadOS
  1. Tap the Share icon in Safari
  2. Scroll the menu and tap Add to Home Screen.
  3. Tap Add in the top-right corner.
To install this app on Android
  1. Tap the 3-dot menu (⋮) in the top-right corner of the browser.
  2. Tap Add to Home screen or Install app.
  3. Confirm by tapping Install.

Featured Replies

Gönderi tarihi:

Cumhurbaşkanlığı etrafında yaşanan ulusal hezeyanın cazibesinden bir an için kurtulup, söz konusu hezeyanın hangi ulusal niteliğimizle bağlantılı olduğunu irdelemek çok öğretici olabilir. Çünkü sırf bir AKP’li cumhurbaşkanı olmasın diye, askerin temeli olmayan bir irtica tehdidinden hareketle internet sitesinde yazı yayınlaması; bir kısım medyanın fikir birliği içinde bu klişe metni beklenen bir ‘muhtıra’ olarak heyecanla karşılaması; ve nihayet Anayasa Mahkemesi’nin hukuku muhtıra ideolojisinin uzantısı kılan iptal kararı, bireysel farklılıkları yok eden daha genel bir hassasiyeti ima ediyor. Ancak toplumsal kesimleri temsil ettiği varsayılan partilerin bu konudaki söylemleri ve nihayet Tandoğan ve Çağlayan’da sokağa dökülen halkın ortak dili, anlamaya çalıştığımız bu hassasiyetin neredeyse ‘ulusal’ nitelikte olduğunu göstermekte.

 

Böyle bir duyarlılığı ya hissedersiniz ya da hissetmezsiniz… Ben hissetmediğime göre yapabileceğim tek şey anlamaya çalışmak olacak. ‘Muhtıra’nın ardından yazdığı Pazar yazısında Emin Çölaşan şöyle demekteydi: “Asker devreye girdi; 27 Nisan sürecini başlatıp milyonlarca insanımızı rahatlattı.” Buradan anlıyoruz ki eğer asker devreye girmeseymiş, halkımız belirli bir rahatsızlık içinde kalacakmış. Yani insanlarımızı rahatsız eden bir durum var ama onlar bunu kendi başlarına ortadan kaldıramıyorlar. Asker müdahil oluyor ve rahatlama geliyor… Dolayısıyla bu yazının amacı söz konusu rahatsızlığı anlamaya dönük olmak zorunda. Öte yandan ordunun sırf halkımız rahatsız diye inanmadığı bir müdahaleyi yaptığını da düşünemeyiz. Ne de olsa silahlı kuvvetler bir siyasi parti gibi göstermelik popülizme yaslanamaz. Bu nedenle ordunun da aynı hassasiyete sahip olduğu açık. Nitekim internet sitesindeki ‘muhtıra’ niyetinde olduğu söylenen metinde “TSK… gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir” denmekte. Böylece hassasiyetin gizli tutulmayacağı ve gereğinin yapılacağı anlaşılıyor. Söz konusu hassasiyetin somut olarak ne olduğuna gelindiğinde ise şunu öğreniyoruz: Türk ordusu “laikliğin kesin savunucusudur” ve “Ne mutlu Türküm diyene’ anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır.”

 

Doğrusu bu birçok kişiye rahatlatıcı bir duygu vermiş olabilir… Bir hassasiyetin 85 yıl boyunca aynen korunarak klişeleşmesi, hem Cumhuriyet’in ilelebet baki kalacağına ilişkin, hem de dünyanın aslında hiç değişmediğine dair sağlam bir kanıt gibi durmakta. Öte yandan ilk bakışta yukarıdaki iki hassasiyet arasında bir ilişki görmeyebilirsiniz… Birisi laiklik, yani dindarlıkla; ötekisi ise Türklük, yani milliyetçilikle ilgili… Ancak sön dönemin konjonktürü ışığında aralarında gizli bir bağ var: Yapılan birçok sosyolojik çalışma Türkiye’de Müslüman kimliğinin modern dünyanın gereksinimleri içinden yeniden tanımlandığını, böylece dindarlığın yeni anlamlar kazanırken farklılaşıp çeşitlendiğini; kısacası İslami kesimde alttan gelen kendiliğinden bir sekülerleşme yaşandığını ortaya koymakta. Ne var ki bu sekülerleşme dindarların dinden uzaklaştıklarını değil, aksine dindarlığı yeniden tanımladıkları ölçüde Müslüman cemaatin sınırlarını genişlettiklerini göstermekte. Kısacası bugün karşımızda dünyayla barışık, özgüveni yüksek ve –resmi ideoloji açısından en önemlisi- daha ziyade Müslüman kimliği üzerinden kendisini global bir aktör olarak tahayyül edebilen yeni bir vatandaş kategorisi var…

 

Bunun anlamı Cumhuriyet’in harcı olarak sunulan Müslümanlık ile Türklük arasındaki bileşkenin çözülmekte olmasıdır. Bugün Türkiye Müslümanlarının resmi ideoloji tarafından belirlenen Türklük tanımına ihtiyacı artık eskisi kadar fazla değil… Dolayısıyla örneğin ‘misyoner tehdidi’ Müslümanlar arasında değil, asıl laik kesimde tutan bir söylem… Ve gene dolayısıyla TSK’nin malum yazısında laiklik karşıtlığı ile ‘Türküm’ demekten kaçınma aynı kefeye konabilmekte. CHP’nin söz konusu hassasiyete böylesine hevesle atlamasının anlamı da burada… Müslüman kesimin resmi ideoloji açısından sadece dindarlık üzerinden değil, Türklük üzerinden de ötelenmesi, bu partiyi kendi algılamalarıyla en makbul siyasi oluşum haline getiriyor. Ulusalcılık denen garabetin nedeni de böylece anlaşılıyor. AKP’yi sadece ‘yobaz’ değil, ‘emperyalist uzantısı’ olarak göstermek; bir taşla iki kuş vurmak gibi. Ne var ki bu ulusalcıların analiz düzeyi fazla derin değil: Kendi stratejilerinin Müslümanları ‘ulusal’ olandan daha da uzaklaştırdıklarını fark etmiyorlar. Ama belki de fark edip buna razı oluyorlar. Çünkü onların derdi demokrasi içinde bir çözüm zaten değil…

 

Böylece Baykal’ın “bir erken seçimi ‘bizatihi çözüm’ olarak görmediğini” söylediğinde gerçekten ne dediği daha iyi anlaşılıyor… Onun derdi AKP’nin alaşağı edilmesi. Yöntem önemli değil. Eğer demokrasi bunu becermeye yetmiyorsa, demokrasinin de rafa kaldırılması Baykal’a göre meşru. Nitekim Anayasa Mahkemesi’nin 367’yi şart koşmaması durumunda “Türkiye tehlikeli bir kriz ve çatışma ortamına sürüklenecektir” diyen de kendisi. Yani demokrasinin işlemesi durumunda demokrasinin dışına çıkabileceğini ima eden bir siyasi partimiz var. Üstelik de Cumhuriyet’i kuran siyasi parti bu… Dahası CHP bu tutumunda yalnız da değil. Örneğin ODTÜ’nün, yani ‘üniversite’ muamelesi yaptığımız bir kurumun rektörü “TSK’nın tahammül sınırının zorlandığını” ifade edebilmekte. Bu arka plan önünde devletçi/ulusalcı davet karşısında yüz binlerce insanın Tandoğan ve Çağlayan’a çıkması kimseyi şaşırtmamalı. Bu insanların ellerinde sadece bayrak olması, Mustafa Kemal tişörtleri giymeleri de öyle… Çünkü yukarda açıklandığı üzere, bugün bayrak gibi bir milli sembolun anti-Müslüman siyasetin taşıyıcısı olarak kurgulanmasının zemini yaratılmış durumda.

 

Toparlarsak, Müslüman kesimden gelen insanların muhtemel iktidarının engellenmesi, devletçi/ulusalcı koalisyon için demokrasiden çok daha önemli gözüküyor. Meydanları dolduran herkes için geçerli olmadığı kesin olsa da, yapılan eylemin günümüz konjonktüründeki siyasi anlamının demokrasiden uzaklaşma olduğunu görmekte yarar var. Haykırılan “Türkiye laiktir, laik kalacak” sözünün esas anlamının laiklikle ilgili olmadığının da kavranması gerek. Çünkü Türkiye zaten ‘laik’ değil; daha doğrusu otoriter/devletçi bir din karşıtlığını ‘laiklik’ sanmakta. O nedenle de “Türkiye laik kalacak” sözü “Türkiye böyle kalacak”; yani “otoriter/devletçi zihniyet devam edecek” demekten öte anlam taşımaz. Meydanları dolduran yığınlar “Ne şeriat ne darbe” derken belki hayali irtica tehlikesine gerçekten de inanıyorlardı. Ancak gerçek o ki, Türkiye’de şeriat heveslisi insan sayısı hem az hem de siyaseten güçsüz. Oysa darbe heveslileri hem sayıca çok, hem de siyaseten güçlü. Dolayısıyla “ne şeriat ne darbe” diyenler –kendileri pek farkında gözükmese de- gerçekte zımnen darbe heveslilerine destek vermekteler.

 

Cumhuriyeti elitist bir devletçiliğin uzantısı olarak tanımlayıp, demokrasiyi de dünyaya şirin gözükmenin kılıfı olarak hayal edenler; Anadolu’dan yükselen demokratik talepler karşısında gerçek yüzlerini gösteriyorlar. Bu ülkede demokrasi/cumhuriyet ayrımı üzerinden Cumhuriyet savunuculuğu yapanlar, bu tutumlarını Mustafa Kemal ve bayrak motifiyle meşrulaştırdıklarını sananlar hiçbir zaman demokrasiye razı olmadılar. Nitekim bugün sıkıştığı marazi noktada Gündüz Aktan şöyle yazmak zorunda kalıyor: “Cumhuriyet’in kimliği değiştirilemez. Nokta!”. Cumhuriyet’in demokratik olmaması Aktan için önemli değil. Demokratik olmayan bir cumhuriyetin giderek tahakkümcü bir sürece girmesi de önemli değil… Önemli olan var olan sistemin hiçbir şey değişmeden devam etmesi ve Aktan gibileri ideolojik olarak iktidarda tutması.

 

Evet AKP karşısında epeyce yaygın bir hassasiyet var… Ama bu yapıcı ve olumlu bir hassasiyet değil. Bu, korkuların manipüle edilerek darbe gereksiniminin ayakta tutulduğu, özgüvensiz, olgunlaşmamış bir cumhuriyet tebası olma halinin dışavurumu. Türkiye’de cumhuriyet bir demokrasi sınavından geçiyor ve sistemin tüm başarısız talebeleri sınavdan kaçmak için bin bir bahane uyduruyorlar… Acıklı ve hüzünlü bir durum… Siyasi analizden ziyade psikolojinin alanına giren bir durum…

Etyen Mahcupyan

Gönderi tarihi:

Haluk Özdalga; CHP 'müdahaleyi' nasıl kışkırttı?

.....

Rota değişiyor: Açıktan kışkırtma...

 

 

Askerler üzerinden siyaset yapmak, Baykal için yeni bir şey değil. 28 Şubat müdahalesini, "TSK 'demokratik kitle kuruluşu' (!) gibi çalıştı", "...kurmayca planlanmış bir strateji izledi. Bir müdahale açıktır, ama resmi muhtıra bile verilmeden sorun çözülmüştür" diye yüz kızartıcı övgülerle desteklemişti. Ama, AKP hükümetinin askerler tarafından düşürülmesi beklentisi gerçekleşmedi. Bu sonuçta, eski Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün demokrasiye ve ülkeye bağlılığının büyük katkısı oldu. Baykal, cumhurbaşkanlığı seçiminin yaklaşmasıyla küçük bir rota değişikliği yaptı. Bu kez Ankara'daki iktidar gücüne dayanarak, cumhurbaşkanlığı seçimi nedeniyle AKP'yi köşeye sıkıştırmak, burnunu sürtmek ve yıpratmak siyasetini başlattı. Bunu da yine, öncelikle askerler üzerinden yürüttü. Söz konusu olan asla Tayyip Erdoğan'ın veya Abdullah Gül'ün kişisel konumundan kaynaklanan bir durum değil; AKP'nin başında başka bir kişi de bulunsa, Baykal'ın tamamen aynı tutum içinde olacağı muhakkak. Tıpkı, SHP genel sekreteri olarak Turgut Özal'a karşı da izlediği siyaset gibi. Söz konusu olan, "Ankara'daki iktidar" gücünü kullanarak rakibi AKP'yi zor durumda bırakmak ve sandıkta elde edemediği üstünlüğü o yoldan sağlamak istemesi. Herhalde daha önce görevlendirdiği yardımcısı bütün çabalarına rağmen bir müdahaleyi sağlamakta başarısız (!) kaldığı için, bu kez genel başkan olarak ipleri doğrudan eline aldı. Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili Baykal'ın sürdürdüğü söylem, hesaplı ve büyük ölçüde askerlerin kışkırtılması üzerine kuruluydu. Bu özelliğiyle, demokrasi tarihi için hacimli bir kara kitap oluşturabilir. İşte Baykal'dan bazı örnekler: Hatırlanacağı gibi, 2006'da ısrarlı bir şekilde erken seçim istiyordu. O arada erken seçim kararının alınması için, açık muhtıra çağrısı yapmaktan ve TBMM iradesine dönük tehditler dile getirmekten kaçınmadı (Haziran 2006): "Bizim önerdiğimiz (Mayıs 2007 öncesi erken genel seçim), muhtıra şeklinde ya da daha ince yöntemlerle aşılmasına gerek bırakmadan sorunu sandıkta aşma olayıdır." Sonbahar aylarında erken seçim kararı için zamanın daralması üzerine, harekete geçmekte acele edilmesi için, sözde ince bir siyaset üslubuyla yapılan, ama kaba ve muhatabının askerler olduğu belli bir çağrı daha (Eylül 2006): "Başbakanın cumhurbaşkanı adaylığını önlemek gerektiğini düşünüyorlarsa, şimdi önlesinler." Grupta yapılan bir konuşmada, önce "herkesi göreve çağırıyorum" der ve hemen sonra kimleri göreve çağırdığı eksiksiz anlaşılsın diye, tamamlayıcı açıklama olarak talihsiz ve isyan duyguları uyandıran bir kıyaslama yapar (Ekim 2006): "...Celal Bayar, Adnan Menderes... geldi, geçti. Ama bugünkü yönetim kadar... laiklik özüne karşı bir kadro gelmedi." Sözde ince ve örtülü bir üslupla, ama gerçekte kaba bir şekilde yürüttüğü sürekli kışkırtmalara rağmen netice alamayan Baykal, zamanın daralmasıyla birlikte, son bir umut ve çırpınış içinde açık kışkırtmaya başladı (Mart 2007): "Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olmasına Silahlı Kuvvetler kayıtsız kalmayacaktır diye düşünüyorum." 27 Nisan günü cumhurbaşkanlığı seçimi için ilk oylama yapıldı ve üçte iki çoğunluk bulunamadı. Baykal'ın ısrarla kışkırtmaya çalıştığı müdahale henüz gerçekleşmemişti. O gün Baykal, "tüm çağrılarına rağmen toplumun en önemli ağırlık merkezlerinin duruma seyirci kaldığını" söyleyerek, askerlere serzenişte bulundu ve TBMM iradesine dönük bir müdahale gerçekleştirmedikleri için üzüntülerini dile getirdi. Aynı gece yarısı askerlerin demokratik işleyişe müdahalesi geldi. CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen hemen ve büyük bir coşku ile, askerlerin bildirisiyle tamamen aynı görüşleri paylaştıklarını ilan etti. Baykal da açıkça destek çıktı ve 1 Mayıs günü parti grubunda yaptığı konuşmada, askerî müdahalenin, öyle bir ihtiyaç duyulduğu için yapıldığını söyledi. Demokrasi tarihinde kara bir leke... Sosyal demokrat bir parti olarak CHP'nin, rejime yönelen demokrasi dışı müdahalelere herkesten önce ve önde karşı durması gerekir. Zaten CHP'nin parti programı da açıkça bunu öngörüyor. Ama Baykal yönetimindeki CHP ne yazık ki, karşı durmak bir yana, 2002'den beri demokratik rejime dönük bir askerî darbe beklentisi ve kışkırtıcılığı içinde.....

 

[email protected] CHP PARTİ MECLİSİ ESKİ ÜYESİ

HALUK ÖZDALGA

Gönderi tarihi:
Haluk Özdalga; CHP 'müdahaleyi' nasıl kışkırttı?

.....

Rota değişiyor: Açıktan kışkırtma...

Askerler üzerinden siyaset yapmak, Baykal için yeni bir şey değil. 28 Şubat müdahalesini, "TSK 'demokratik kitle kuruluşu' (!) gibi çalıştı", "...kurmayca planlanmış bir strateji izledi. Bir müdahale açıktır, ama resmi muhtıra bile verilmeden sorun çözülmüştür" diye yüz kızartıcı övgülerle desteklemişti. Ama, AKP hükümetinin askerler tarafından düşürülmesi beklentisi gerçekleşmedi. Bu sonuçta, eski Genelkurmay Başkanı .

.

.

.

Sosyal demokrat bir parti olarak CHP'nin, rejime yönelen demokrasi dışı müdahalelere herkesten önce ve önde karşı durması gerekir. Zaten CHP'nin parti programı da açıkça bunu öngörüyor. Ama Baykal yönetimindeki CHP ne yazık ki, karşı durmak bir yana, 2002'den beri demokratik rejime dönük bir askerî darbe beklentisi ve kışkırtıcılığı içinde.....

 

[email protected] CHP PARTİ MECLİSİ ESKİ ÜYESİ

HALUK ÖZDALGA

Yavuz hirsiz evsahibini bastirirmis!Birileri aynen o durumda su günlerde.Bu birilerinden biri Haluk Özdalga olsada farketmiyor,hazimsizlik var ortada,Laikligin Cumhuriyetin hazmedilememis yani belirli bir kesim tarafindan hazmedilememis olmasindan dogan telas baskalarini suclama hakki,kendilerini demokrasinin bekcileri gibi gösterip haksizliga ugradiklarini sanan ve saf insanlari kandirmaya yönelik bir sürü ivir zivir konusmalar.

Gercek ise bambaska.Gercek antidemokratik bir hükümetin isbasinda olmasi ve devletin kalelerini zaptetme savasi vermesidir.Bu savasin baskomutani Tayyip Erdogan,cephe komutanlari ise ,Bülent Arinc ve Abdullah Güldür.Amac Atatürkcülügün Laikligin safdisi birakilarak,mollalar esliginde Amerikanin öngördügü Türkiye'nin bölünme sürecine hiz verilmesidir.Bütün kavga budur.Ta 80 li yillardan bu yana Atatürk düsmanlarinin ugraslari ABD AB esliginde basariya ulasmak icin mümkün olan her yola basvurmaktadirlar.Devleti yikmaya calisan bu kimselerin Türk dostu olmalari ve hatta müslüman olmalari mümkün degildir.Siz bakmayin onlarin hanimlarinin basindaki sembollere.Sembollerle müslümanlik olsa idi en iyi müslümanlar Araplar olurdu.Halbuki Amerikanin kucaginda oturan ve müslüman kani akittiranlarin ve bu kanin akmasini seyredenlerin hepsi müslümandir.Aynen Türkiyede iktidar ugruna milleti birbirine düsürmeye calisan ve Türk devletini bölmeye calisan müslümanlar gibi.

 

saygilarla

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.

Configure browser push notifications

Chrome (Android)
  1. Tap the lock icon next to the address bar.
  2. Tap Permissions → Notifications.
  3. Adjust your preference.
Chrome (Desktop)
  1. Click the padlock icon in the address bar.
  2. Select Site settings.
  3. Find Notifications and adjust your preference.