Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Dini inanışa göre insan soyu ADEM VE HAVVA adlı çiftin üremesi sonucu

türemiş ve yeryüzüne dağılmıştır.Bu inanışa göre ortaya çıkan tablo şudur;

adem le havva cinsellik yaşamış çok fazla çocukları olmuş ve sonra...tabii ki

soyun devamı için o çocuklar (yani kardeşler) de birbirleriyle cinsellik yaşamış

ve insan sayısı çoğalmaya başlamıştır.Sanırım insanların çoğalması

için bu yoldan başka bir alternatif yok.Yani ortaya çıkan durum ''enseste'' girer

yani *****lık nederseniz deyin,eğer ki adem ve havva gibi sadece 2

insandan tüm insan soyunun türediğine inanırsak bu *****lığı da kabul ediyoruz demektir.

Dinibütün arkadaşlar bu inançlarını bir de bu çerçeveden elealdılar mı hiç şimdiye kadar??

Yoksa öğretilenin ezberleyip geçtiler mi??

Bir yorumu yada düşüncesi olan arkadaş var sa paylaşmak isterim.Sevgilerle..

Gönderi tarihi:

Bu eleştirilerin temelinde toplumda var olan ahlaki kavramların kullanıldığı açıktır. Ahlak kelimesi Arapça “Haleke” yaratmak kelimesinden gelmektedir. “Yaratılışına uygun yaşamak” anlamına gelmektedir.

Kelimenin anlamında da anlaşılabileceği bu din kökenli bir kelimedir. Ahlakın çıkışı da referansı da dindir. Gerçekten de eğer bir toplumdan dini değerleri kaldırır iseniz ahlaki değerler de ortadan kalmış olur. Temel olarak evlilik kurumu da bunun içindedir. Kimlerinin kiminle evlenebileceği yada evlenemeyeceği dinin koyduğu hükümlerle belirlenmiştir. Bu hükümler daha sonra toplumun örfüne dahil olmuş ve benimsenmiştir.

 

Şeriat dediğimiz, ibadet ve dünyaya ait işlerde Hz. Âdem’den Peygamberimize kadar her devrin icaplarına, insanların ihtiyaçlarına göre bazı hükümler değişerek gelmiştir. Cenab-ı Hak her devrin insanının yaşayışını ve menfaatini gözeterek her ümmete ayrı bir şeriat göndermiştir.

 

Mâide Sûresinin 48. âyetinde bu hususta, “Sizin her biriniz için Biz bir şeriat ve açık bir yol tayin ettik” buyurulur.

 

Asırlara göre şeriatlar değişir. Belki bir asırda kavimlere göre ayrı ayrı şeriatlar, peygamberler gelebilir ve gelmiştir.Muhammed'den (a.s.) sonra büyük şeriatı her asırda, her kavme kâfi geldiğinden muhtelif şeriatlara ihtiyaç kalmamıştır.

 

 

...Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim... MÂİDE SÛRESİ(3)

 

 

ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ(19) Şüphesiz Allah katında din İslam'dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın âyetlerini inkar ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.

 

Adem’in çocuklarının nasıl evlendiği konusuna gelince, evlilik dini bir kurumdur. Kimin kiminle evleneceğini helal yada haram kılan Allah’ın hükümleridir. İnsanlar bazı kişilerle evlenmiyorsa, bu Allah yasakladığı içindir.

Adem’in çocuklarını düşünürsek Allah onlara böyle bir yasak getirmediyse, evlenmeleri de haram olmaz. Daha sonraki nesillerde gelen peygamberler aracılığıyla bu tarz evlilik yasaklanmıştır.

 

 

Materyalist dünya görüşüne sahip olup, yine bu düşünce adına ensest ilişkiyi savunan bir çok düşünür olmuştur. Bunun en tipik örneği Sigmund Freud’dur. Freud cinsel güdülerin baskılanmaması gerektiğini iddia etmiş ve sağlıklı bir psikoloji için bunun önündeki her türlü tabunun kaldırılması gerektiğini söylemiştir. Ensenst ilişkinin de bir tabu olduğunu düşünen Frued’un kendi kızı ile de böyle bir ilişki yaşadığı bilinen bir gerçektir. Salt materyalist değerlerle hareket edildiğinde de bu yanlış bir mantık olmayacağı açıktır.

Bir çok ateist düşünceye sahip kişinin ensest ilişkiyi kötü karşıladıklarına da eminim. Fakat bunu kötü görmelerinin sebebinin din olduğunu unutmamaları gerektiğini hatırlatmak istiyorum. Ensest ilişkiyi kötü gören ateist düşünceye sahip kişiler aslında dinin kendilerine kazandırdığı referans ile hareket etmektedirler. Eğer dini ve onun getirdiği hükümleri ortadan kaldırırsanız, Frued gibi düşünmeleri önünde hiç bir engel yoktur.

Gönderi tarihi:
Eğer dini ve onun getirdiği hükümleri ortadan kaldırırsanız, Frued gibi düşünmeleri önünde hiç bir engel yoktur.

 

Sayın Aslan34...

Ne alaka?

Freud gibi düşünmek ne demek?

 

Ya da Sigmund Freud'u ne kadar biliyoruz da böyle bir niteleme yapıyoruz?

 

Özellikle Freud ile ilgili bir yazı yazmak isterdim lakin Psikoloji bölümünde zatan onu anlatmaya çalıştım yeterince, okursanız iyi olur.

 

"Sigmund Freud Gibi Düşünmek"ten kastınız "Sapıklık" ise eğer,

Merak etmeyin Freud sapık değildir.

Hatta kuramlarındaki en önemli nokta,

Kuramını oluştururken kendi yaşantılarını tamamen dışarıda bırakmış olmasıdır.

 

Neyse,

Konuyla pek alakalı değil ancak ben Freud'un çok zeki biri olduğunu ve çok isabetli tespitler yaparak çok sağlam ve hala geniş ölçüde kullanılan ve işlerliği olan bir kuramı ortaya attığını düşünüyorum...

 

Saygılarımla...

Gönderi tarihi:

 

Sayın Aslan34...

"Sigmund Freud Gibi Düşünmek"ten kastınız "Sapıklık" ise eğer,

Saygılarımla...

 

 

herhangi bir sapık kelimesi geçiyor mu?

 

sayın boşig

 

selamlar.

Gönderi tarihi:
herhangi bir sapık kelimesi geçiyor mu?

 

aslan34

 

"Frued’un kendi kızı ile de böyle bir ilişki yaşadığı bilinen bir gerçektir. " demişsiniz,

 

bu olaya verilen ad "sapıklık, sapık(ensest) ilişki"

Gönderi tarihi:
Bu eleştirilerin temelinde toplumda var olan ahlaki kavramların kullanıldığı açıktır. Ahlak kelimesi Arapça “Haleke†yaratmak kelimesinden gelmektedir. “Yaratılışına uygun yaşamak†anlamına gelmektedir.

Kelimenin anlamında da anlaşılabileceği bu din kökenli bir kelimedir. Ahlakın çıkışı da referansı da dindir. Gerçekten de eğer bir toplumdan dini değerleri kaldırır iseniz ahlaki değerler de ortadan kalmış olur. Temel olarak evlilik kurumu da bunun içindedir. Kimlerinin kiminle evlenebileceği yada evlenemeyeceği dinin koyduğu hükümlerle belirlenmiştir. Bu hükümler daha sonra toplumun örfüne dahil olmuş ve benimsenmiştir.

 

Şeriat dediğimiz, ibadet ve dünyaya ait işlerde Hz. Âdem’den Peygamberimize kadar her devrin icaplarına, insanların ihtiyaçlarına göre bazı hükümler değişerek gelmiştir. Cenab-ı Hak her devrin insanının yaşayışını ve menfaatini gözeterek her ümmete ayrı bir şeriat göndermiştir.

 

Mâide Sûresinin 48. âyetinde bu hususta, “Sizin her biriniz için Biz bir şeriat ve açık bir yol tayin ettik†buyurulur.

 

Asırlara göre şeriatlar değişir. Belki bir asırda kavimlere göre ayrı ayrı şeriatlar, peygamberler gelebilir ve gelmiştir.Muhammed'den (a.s.) sonra büyük şeriatı her asırda, her kavme kâfi geldiğinden muhtelif şeriatlara ihtiyaç kalmamıştır.

...Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm'ı seçtim... MÂİDE SÛRESİ(3)

ÂL-İ İMRÂN SÛRESİ(19) Şüphesiz Allah katında din İslam'dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras ve aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın âyetlerini inkar ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.

 

Adem’in çocuklarının nasıl evlendiği konusuna gelince, evlilik dini bir kurumdur. Kimin kiminle evleneceğini helal yada haram kılan Allah’ın hükümleridir. İnsanlar bazı kişilerle evlenmiyorsa, bu Allah yasakladığı içindir.

Adem’in çocuklarını düşünürsek Allah onlara böyle bir yasak getirmediyse, evlenmeleri de haram olmaz. Daha sonraki nesillerde gelen peygamberler aracılığıyla bu tarz evlilik yasaklanmıştır.

Materyalist dünya görüşüne sahip olup, yine bu düşünce adına ensest ilişkiyi savunan bir çok düşünür olmuştur. Bunun en tipik örneği Sigmund Freud’dur. Freud cinsel güdülerin baskılanmaması gerektiğini iddia etmiş ve sağlıklı bir psikoloji için bunun önündeki her türlü tabunun kaldırılması gerektiğini söylemiştir. Ensenst ilişkinin de bir tabu olduğunu düşünen Frued’un kendi kızı ile de böyle bir ilişki yaşadığı bilinen bir gerçektir. Salt materyalist değerlerle hareket edildiğinde de bu yanlış bir mantık olmayacağı açıktır.

Bir çok ateist düşünceye sahip kişinin ensest ilişkiyi kötü karşıladıklarına da eminim. Fakat bunu kötü görmelerinin sebebinin din olduğunu unutmamaları gerektiğini hatırlatmak istiyorum. Ensest ilişkiyi kötü gören ateist düşünceye sahip kişiler aslında dinin kendilerine kazandırdığı referans ile hareket etmektedirler. Eğer dini ve onun getirdiği hükümleri ortadan kaldırırsanız, Frued gibi düşünmeleri önünde hiç bir engel yoktur.

Yani ben nediyeceğimi bilemiyorum ben size ne soruyorum siz kalkıp neler neler sıralamışsınız,

hangi kitaplardan ne yazılar yazmışsınız...eğer bunu sorulan bir soru karşısında

kafaları karıştırıp,hedef şaşırtmak için yapıyorsanız başarısız olacaksanız söyleyeyim,

Bu fii tarihinden kalma ******* taktikleri uygulayarak etki altına alabileceğiniz

kapasitede bir insan karşında yok bunu da belirteyim.

 

Ha bir konuya da açıklık getireyim insanlar ensest ilişkiyi sadece kuranda

yasaklandığı için yada biriki alim uyardı diye reddetmezler;

 

İnsan oldukları için bazı değerlere sahip oldukları için böyle birşeyi

düşünemezler bile zaten kendi içlerinden gelen budur.(ruh hastaları hariç)

Şimdi sen zaten cevabıda küçük bir cümlede vermişsin Allah ozamanlar

helal kılmıştır böyle olmuştur diyorsun.Ben de sana birşey diyemiyorum kusura

bakma arkadaşım.Daha ilk cevaptan kan beynime sıçrıyor inanılır gibi değil.

Gönderi tarihi:

Aslan34'ün gayet iyi açıkladığını düşünüyorum, fakat farklı referans noktalarından yola çıkıldığı için bazılarına anlaması zor gelmiş olabilir.

Bize şu an çirkin gelen pekçok fiil karşısında, kendimizi rahatsız hissetmemizi sağlayan şey, ahlak kurallarıdır.

Bu kurallar ile büyüdüğümüz için, bunları içselleştirmişizdir.

Ahlak kurallarının kaynağı ise büyük ölçüde dini referanslardır. Burada sadece İslam'dan veya Kuran'dan bahsetmiyoruz.

Geçmişte farklı referanslara uyulmuştur.

 

İlk İnsanlar için bu ayıplanmış veya yasaklanmış değildi. Bu yüzden olaya bizlerin baktığı gibi bakmıyorlardı.

Ayrıca Havva'nın bütün çocuklarının biri erkek ve biri kız olmak üzere ikiz olduğu ve bunların kendi aralarında değilde diğer ikizlerden karşı cins ile evlendiği de söylenir.

Demekki o zamana ait olan akraba ile evlenme yasağı, sadece ikizlerin kendi aralarında evlenmemesi şeklinde geçerliydi.

Gönderi tarihi:
Aslinda ben bu konuya kafa yormustum bir vakitler,ancak sonuca varamamistim....

Cunku bana cok mantiksiz gelmisti butun insanligin iki kisiden meydana gelmesi.....

Ki bu kisilerin tamamen kardes olmasi,beraberinde sunlari getirmez mi?

 

Birbirlerine bagli olarak dogan bu cocuklar sakat olmaz mi?Yani birinden biri olmali...

******* degilmidir aile ici iliski

____________

Bunun disinde herkezin kardes oldugunu dusunsek ki soyumuz havayla ademe dayaniyorsa sonuc budur...

O zaman sabanciya miras hakki icin pekala dava acabilirim...

Sonucta bir yerlere dayanan kan bagimiz var,yoksa yok mu?

:lol:

Sabancıyı boşver, Rockefeller'e bile açabilirsin,

Ama 6 milyar kardeşinle paylaştığında geriye fazla birşey kalmayacaktır:))

Gönderi tarihi:
Aslan34'ün gayet iyi açıkladığını düşünüyorum, fakat farklı referans noktalarından yola çıkıldığı için bazılarına anlaması zor gelmiş olabilir.

Bize şu an çirkin gelen pekçok fiil karşısında, kendimizi rahatsız hissetmemizi sağlayan şey, ahlak kurallarıdır.

Bu kurallar ile büyüdüğümüz için, bunları içselleştirmişizdir.

Ahlak kurallarının kaynağı ise büyük ölçüde dini referanslardır. Burada sadece İslam'dan veya Kuran'dan bahsetmiyoruz.

Geçmişte farklı referanslara uyulmuştur.

 

İlk İnsanlar için bu ayıplanmış veya yasaklanmış değildi. Bu yüzden olaya bizlerin baktığı gibi bakmıyorlardı.

Ayrıca Havva'nın bütün çocuklarının biri erkek ve biri kız olmak üzere ikiz olduğu ve bunların kendi aralarında değilde diğer ikizlerden karşı cins ile evlendiği de söylenir.

Demekki o zamana ait olan akraba ile evlenme yasağı, sadece ikizlerin kendi aralarında evlenmemesi şeklinde geçerliydi.

 

Yani sen diyorsunki ensest ilişkiyi engelleyen sadece toplumun koyduğu yasaktır,küçük yaşlardan itibaren

insana öğretilen ahlak kurallarıdır.Siz ehli müslim arkadaşlar en büyük hatayı nerede yapıyorsunuz biliyormusunuz,

bazı soruların cevaplarını kendi içinizde insan oluşunuzun doğal sonuçlarında değilde dışarıda başka birilerinin ağzının içinde,

söylenegelenlerde arıyorsunuz bu da sizlerin kişiliğinizin kabuklarını kırıp gelişmesini tamamen engelliyor.

 

Şu konuda bile verdiğiniz cevaplar içleracısı malesef;şöyle ki insanların ensest ilişkiye girmemesinin tek nedeninin

toplum tarafından yasaklanmış olduğunu filan savunuyorsunuz kendi içinizdeki duygusal ruhsal bütünlüklerinizden haberiniz dahi yok*****************

Gönderi tarihi:
Şu konuda bile verdiğiniz cevaplar içleracısı malesef;şöyle ki insanların ensest ilişkiye girmemesinin tek nedeninin

toplum tarafından yasaklanmış olduğunu filan savunuyorsunuz kendi içinizdeki duygusal ruhsal bütünlüklerinizden haberiniz dahi yok *********

 

 

toplum degil sevgili lucas.

 

kim toplumun koydugu kurallardan bahsetti.

 

eleştiriyi söylenen üzerinden yapın.

Gönderi tarihi:

Selamlar..

 

Bugünlerde buraya biraz fazla takılacağım, yeni bir konunun izlerini sürüyorum. Dolayısıyla buraya da bir cevap versem sanırım pek de kötü olmaz dedim. (Bu açıklamayı uzun zamandır foruma tartışmak için katılmıyordum bunu belirtmek için yaptım)

 

Meseleye darwinin evrim teorisinden yaklaşmak islama aykırı bu belli. Ancak meseleye Ahlak/sızlık ve islam paralelinde yaklaşmakta da bir takım gariplikler yok değil. İnsanlara ahlak anlayışı dinler tarafından verilmiştir. Dinin asıl kaynağı yaratıcı olduğuna göre aslan34 kardeşimizin yaklaşımı önem arzeder. Ancak, insanlar için değişen ahlak yasaları Allah için de değişmiş midir? Allah Teala daha sonra yasaklayacağı şeye başlangıçta izin verir mi? Allah'ın ahlak anlayışı değişir mi? Bu meselenin can alıcı "yakıcı" taraflarından biridir.

 

Bundan 1,5 yıl kadar evvel islamın evrime, yaratılmaya, var olmaya ilişkin bir söylemi var mı bunun araştırması içindeydim. Derken internette Mehmet Bayraktar'ın bu konuda kitapları olduğunu gördüm. En son birkaç gün önce Hayrettin Karaman Hocanın bu konuda birkaç tane makalesine ulaştım. Bu arada İbn'i Tufeyl'in bu konuya hasredilmiş bir kitabı vardı bu da aklımdaki yerini muhafaza ediyor.

 

Hayrettin Hoca'nın bu konudaki cevabı bana daha tutarlı geldi. Bir evrimden bahsedeceğiz ama Yaratıcının varlığını askıya alan değil, bizzat onun dilemesiyle olan bir evrimden. Türlerin birbiri arasındaki geçişi esas alan değil ama belki aynı tür içerisinde bazı evrimlerden...

 

Makale aşağıda...

 

Evrim teorisi (2)

 

Allah'a inanmayan maddeci filozoflar yaratmaya inanmaz, varlıkların nasıl vücuda geldiği konusunda hiçbir mantıki tutarlığı olmayan "tesadüf"ten (kendi kendine, rastgele oluştan) başka bir açıklama yapamazlar. Kendiliğinden var olan cansız maddeden canlı varlıkların ve bunlar içinde de en gelişmişi olan insanın nasıl var olduğu konusunda tutundukları düşünce evrim teorisidir. Bu teorinin eski Yunan düşünürlerine kadar uzanan kökleri bulunmakla beraber sistematik evrim teorisi Lamarck ve Darwin'e aittir. Lamarck 1809'da neşrettiği Zoolojik Felsefe isimli kitabında, Darwin de 1859 da yayımladığı Türlerin Menşei isimli kitabında evrim teorisini ileri sürmüşlerdir. Lamarck evrimin, türlerin tabiatında var olan evrimleşme özelliğinden kaynaklandığına inanırken Darwin evrimleşmenin böyle bir özellikten değil, tamamen dış şartlardan kaynaklandığını ve tabîî seleksiyonla oluştuğunu iddia eder. İlmî gelişmeleri uzaktan/geriden izleyen ve bilimi ideolojiye alet eden geri kalmış ülke bilimcileri evrim teorisini bilimin ispat ettiği bir gerçek gibi ileri sürmüş ve buna dayanarak, bazan bilim adına sahtekârlıklar da yaparak (örnekler için bak.M. Bayraktar, İslam'da Evrimci Yaratılış Teorisi, İst. 1987, s.196 vd.) yaratılış inancına karşı çıkmışlardır. Konuya tarafsız ve bilim açısından yaklaşanlara göre evrim teorisi adı üstünde bir teoridir; bilimin ispat ettiği, benimsediği bir gerçek değildir. Darwin gibi evrim teorisini oluşturanların samimi itirafları ve tereddütleri vardır, Darwin'den sonra da biyolojide ve paleontolojide çeşitli/farklı görüşler ve tespitler olmuştur (Örnekler için bak. Y. Sezen, Maddeci Felsefenin Çıkmazları, İst. 1996, s. 144 vd.).

 

İslam düşüncesinde üç ekol bulunduğunu biliyoruz: Kelam, felsefe ve tasavvuf.

 

Kelamcılar da sünnî olan ve olmayan şeklinde ikiye ayrılmaktadır. Sünnî olmayan kelam mezheplerinden Mutezile'ye mensup Nezzam (öl. 835 veya 845 m.), Câhız (öl. 869 m.) gibi bazı alimler ile zühd döneminden sonra yetişen bazı mutasavvıflar "evrimci yaratılış teorisi" diye isimlendirilmesi mümkün olan bir teori ileri sürmüşlerdir. Hemen zikretmeliyiz ki bu teori, İslam inancı ile bağdaştırılması mümkün olmayan materyalist ve ateist varlık ve evrim düşüncelerine karşı bir reaksiyon olarak ortaya çıkmıştır ve ortak unsur yaratılış inancıdır; yani her şeyin yok iken Allah tarafından yaratıldığına inanmaktır. Her şeyi yok iken yaratan Allah, evrimci yaratılış teorisini ileri süren İslam düşünürlerine göre türleri ayrı ayrı ve birden yaratmamış, birinin diğerinden evrimleşme yoluyla oluşmasını sağlamıştır. Bu "birinin diğerinden oluşması" da, ilk yarattığı maddenin, aslın, çekirdeğin, kendinden sonra meydana gelecek bütün türleri bilkuvve (onda gizlenmiş olarak) içermesi sebebiyle olmakta, bu özelliğe dayanmaktadır. Bu konuda değerli bir çalışma yapmış bulunan M. Bayraktar'a göre İslam düşünürlerinin evrimci yaratılış teorileri bilim bakımından darwinizm ve lamarckizmden daha sağlam temellere oturmaktadır (ag.esr. s. 195 vd.).

 

Ehl-i sünnet kelamcılarına (sahih İslam inancını açıklayan ve farklı inançlara karşı savunan alimlere) göre Allah Teâlâ bütün türleri birden ve ayrı ayrı yaratmıştır. Türler arasında evrimleşme yoluyla geçişler yoktur, evrim türlerin kendi içinde olabilmektedir. Bu inanç ve düşüncenin dayandığı naslar (insanın yaratılışı ile ilgili olanları) ve kısaca açıklamaları şöyledir:

 

İnsan suresinin 1. âyetine göre "İnsanın (varoluş tarihinde) adının sanının bulunmadığı bir zaman parçası şüphesiz gelip geçmiştir". Bu âyet, insan yok iken yani bir varlık değilken kesinlikle üzerinden bir zaman geçtiğini, yaratılışı tamamlanıp mükemmel bir insan haline gelinceye kadar varlıklar arasında bulunmadığını ifade eder. Çünkü insan yaratılışı tamamlanmadan önce yeryüzünde toprak, sonra babasının sulbünde bir sperm ve anasında bir yumurtadır. Daha sonra ana rahminde bir embriyo haline gelmektedir. Nitekim Yüce Allah 2. âyette insanı "katışık bir nutfe"den yani ana rahminde döllenmiş bir yumurtadan yarattığını ifade buyurmuştur. Kendisine görme, işitme gibi organlar da lütfedilen bu varlık artık yükümlülüklere muhatap ve imtihana tabi tutulabilecek bir kıvama gelmiş olmaktadır (insanın yaratılış aşamaları hakkında bilgi için bk. Hac 22/5; Mü'minûn 23/12-15; Kıyamet 75/37).

 

Konuya devam edeceğiz.

 

20 Ocak 2006

Cuma

 

Evrim Teorisi (3)

 

Ehl-i Sünnet kelamcılarının insanın yaratılışı ile ilgili inançlarını ve dayandıkları delilleri veriyorduk.

 

İnsanın yaratılışını anlatan bir başka âyetin meali de şöyledir: "Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan, ikisinden birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinize itaatsizlikten sakının" (Nisâ:4/1).

 

Kur'an'da nefis (en-nefs) ve çoğulu enfüs, "insan, insanın veya başka bir şeyin kendisi, insanın hayatta iken insan olmasını sağlayan (insanın onun sayesinde, ona sahip olduğu için insan olduğu), ölünce de ebedî varlığını devam ettiren unsuru" mânalarında kullanılmıştır. Bazı âlimler, filozoflar ve sûfîler ruh ile nefsi aynı varlığın iki adı olarak açıklamışlar (Gazzâlî, İhyâ, II, 2 vd.), bazıları ise nefs ile ruhu farklı mahiyetler olarak tanımlamışlardır. İkinci tanımlamaya göre Allah Teâlâ her bir insan için tıpkı bedeni gibi bir de nefis yaratır, Şah Veliyyullah'ın "neseme" adını verdiği bu nefis, insanın hayatı boyunca yapıp ettiklerine göre mânevî bir yapı ve kişilere göre farklı özellikler kazanır. Ruh ise şahsî değil, umumidir; tek bir enerji merkezinden gelip ampülleri aydınlatan elektrik gibidir ve ilâhîdir, Allah'a aittir, halk âlemine değil, emir âlemine dahildir, nefis için Allah'ın rızasına götüren yolu aydınlatır veya onu bu yola çeker. İnsanın tabiatında ve yapısında Allah'ın rızasına aykırı yola çeken güçler de (heyecanlar, güdüler, ihtiyaçlar) vardır, ayrıca şeytanın da işi, insanı Allah yolundan saptırmaya çalışmaktır. İnsan (nefis), aldığı eğitim ve iradesi sayesinde bu iki çekim merkezi arasında mücadele ve imtihan vererek dünya hayatında kulluğunu ve tekâmülünü gerçekleştirmeye; emmâre (kötüye çeken, kötüyü emreden) nefis olmaktan kurtularak, levvâme (kendini tenkit eden, kınayan), mülheme (ilâhî ilhama mazhar olan), mutmainne (şüphelerden ve geçici zevk bağımlılığından kurtularak huzura eren), râdıye (Allah'ın takdirine razı olan), merdıyye (Allah'ın rızasına mazhar olan) nefis basamaklarına veya derecelerine tırmanmaya çalışır (Şah Veliyyullah, et-Tefhîmâtü'l-ilâhiyye, Haydarâbâd, 1967, I, 222; II, 216 vd.; Hüccetullâhi'l-bâliğa, I, 38-40, 58-61).

"İlk insan ve onun eşi aynı özden yaratıldıktan sonra ilk üreme ve onu takip eden nesillerin oluşması nasıl gerçekleşmiştir" sorusuna cevap arayan alimlerin bir kısmı, "Havva'nın ikiz doğurması ve aynı batında doğmayanların (bir sonrakinde doğanların) öncekilerle evlendikler gibi" akıl ve nakil yönünden kabul edilmesi mümkün olmayan formüller ileri sürmüşlerse de bize göre böyle bir tasavvur zaruri değildir; çünkü Allah Teâlâ'nın insanı nasıl yarattığını açıklayan âyetlerde topraktan, çamurdan, nefisten ve Allah'ın ruhundan üflemesinden kayıtları ve şekilleri vardır. Son şekil Hz. Îsâ'nın yaratılması ile ilgilidir. Meryem, bir erkekle beraber olmadan Allah'ın ruhundan üflemesi (Enbiyâm 21/91; Tahrîm 66/12) ve bunun açıklaması mahiyetinde olan "ruhun insan şekline bürünüp Meryem'e görünmesi" (Meryem 19/17) ile hamile kalmış ve Allah'ın ona ulaştırdığı bir kelimesi (Nisâ 4/171) olarak Hz. Îsâ'yı doğurmuştur. Kezâ Hz. Zekeriyyâ bir zürriyet vermesi için Rabbine dua etmiş, Rabbinin de duasını kabul ederek Yahyâ'yı ona vereceğini müjdelemesi üzerine "kendisinin yaşlandığını, eşinin de çocuktan kesildiğini ifade ederek" bunun nasıl olacağını sormuştu, Rabbin ona cevabı şöyle olmuştur: "İşte böyledir, Allah dilediğini yapar" (Âl-i İmrân 3/40), "...bu benim için kolaydır, sen hiçbir şey değilken seni de yarattım" (Meryem 19/9). Hz. Âdem'in yaratılmasında ana da yoktur baba da, Hz. Îsâ'nın yaratılmasında yalnızca ana vardır, Hz.Yahyâ'nın yaratılmasında ana ve baba vardır, fakat çocuk yapma/doğurma kabiliyetleri mevcut değildir. Kur'ân-ı Kerîm'de ve sağlam rivayetlerde "kardeşlerin birbiri ile evlendikleri" bilgisi verilmediğine göre ilk yaratılan erkek ile kadından birçok erkek ve kadının türetilmesinin nasıl olduğunun bilinmediğini, yukarıda zikredilen şekillerden birisine göre veya bir başka şekilde yaratma ve çoğaltmanın olabileceğini ifade etmek bize daha uygun görünmektedir.

Gönderi tarihi:

Öncelikle "Ahlak"ın kaynağının ne olduğunu belirlemek gerekiyor.

Ahlak, Tabu, Din, Töre, Gelenek, Dil ve özellikle "Kutsallık" kavramları, İnsan ilişkilerinin bir ürünüdür.

 

Kutsal olan şey, insanların "bir arada yaşamaklığı" ile ilgili ortak paydalardır...

"Bayrak" "Millet" "Vatan" "Din"...

 

Kavramlardan başka hiç bir şey ve madde "Kutsal" değildir, olamaz.

Çünkü deneye tabi tutulabilir ve bundan başka kutsal olmalarını gerektirecek bir özellikleri yoktur.

Kur'an ya da diğer din kitapları, insan ilişkilerini düzenlediği sürece kutsaldır.Ya da Bayrak, Milli bir birlikteliği sağladığı sürece Kutsaldır.

Bir taşın ya da yapının Kutsal olması ya da Manevi bir yüceliğe sahip olmasının temelindeki Psikoloji bundan başka bir şey değildir.

Bazen ekonomik çıkarlarda Kutsallık atfeder bazı şeylere.

Mesela Hıristiyanların öte dünya için yer satın almaları.

Ya da Suk'u Ukaz panayırının "Hacc"laştırılması, Araplar tarafından.

 

"Ahlak"ta yine referansını ya da kaynağını din'den almaz.

Dinler var olan Ahlaki yapıyı "Şekillendirmişlerdir" ancak bunun gelişmesini, yapısını ve devamlılığını sağlayan şey yine "Toplumun Kabulleri" yani "Toplumun Kendisi" olmuştur.

Mesela Müslüman toplumdan Müslüman Topluma bu yapı farketmektedir.

Arapların yaşadıkları İslam Ahlakı ile Türklerin yaşadıkları farklıdır.

Şii toplumunun da İslam Ahlakı farklıdır,

Alevi toplumunun da...

Sünniler içersinde de bulunmaktadır bu farklılıklar.

Çünkü en başta Toplumların Kabulleri ve Yapıları farklıdır.

"Dini Ahlak Nüveleri"ni bu yüzden farklı anlamlandırmaktadırlar ve anlamlandıracaklardır.

Bu kaçınılmazdır.

 

Dediğim gibi "Ahlak" gibi kurallar "Din" kaynaklı değil "Toplum" kaynaklıdır.

Dinler sadece birer ip ucu olarak koymuşturlar ortaya bir şeyleri en fazla.

 

Temel olarak Ahlak, birden bire ve aniden oluşan ya da kabul edilen bir yapı arzetmez.

İlk İslam toplumundaki "Ahlaki Değişim" İslam ile birlikte "Had Safhaya" ulaşmıştır.

İslamiyete geçişin hızlı olması sadece "Mücadele Azmi"nden değil, asıl olarak "Cahiliye Dönemi"ndeki bozukluğun toplumda rahatsızlık yaratmasından ve bir değişime ihtiyaç duyulmasında olmuştur.

İslam ile olan mücadeleler "Kültür" değişiyor ya da "Din" değişiyor diye değil, "Ekonomik Çıkarlar Değişiyor" diye olmuştur.

Ve İslam, değişim sürecinde olan Ahlaki Düzenin "Ad"ı olmuştur sadece.

Yani "Toplumsal" ve "Kültürel Devrim"in yasalaşması olmuştur.

 

Mesela "Türk Toplumunun" Cumhuriyet dönemi Kültürel Değişimini, taa Meşrutiyetten hatta Fransız İhtilalinden başlatırız Tarihte.

Niye?

Çünkü "Ahlaki" ve "Kültürel" oluşum bir "Süreç" sonucunda olabilmektedir.

Hiç bir insan toplumu "Birden Bire" bir ahlaki değişim sergilemez.

Kabullerini birden bire değiştiremez.

İlk İslam toplumu da böyle olmuştur.

Önce Cahiliye Devri Ahlaki Yapısından rahatsız olunmuştur, eleştirilmeye başlanmıştır ve bir değişime ihtiyaç duyulmuştur.

Hz. Muhammed'de bu değişimin kıvılcımı olmuştur.

Yani "Ahlak"i değişimin temel nedeni ve Ahlak'ın temel nedeni "Din" değil "Toplum"dur.

Bu ayrımı, gerek Dindar olsun gerekse Ateist ya da Dinsiz olsun bir çok insan yapamamaktadır, bunu görüyoruz çok açık.

"Din" adı yüklendiği için "Ahlak"a "Reddediş"in kaçınılmaz olması gerektiğine inanılıyor.

Oysa Ahlakın temeli "Din" değil, İnsanlar Arası İlişkiler'dir.

 

Neyse,

Konunun bu kısmını ayrıca başka bir tartışma açıp ele alacağım.

Gelelim "Adem ile Havva" meseline...

 

Adem ile Havva'nın belki de bir "İlk Toplum" olabileceği de söyleniyor, ki ne kadar "Dine Bağlı" bir yaklaşımdır bu, henüz anlamlandıramadım.

 

Lakin "Ahlak"ın oluşması açısından "ilk iki insan" henüz birbirlerine "Eş"liliğe bağlı bir ahlaki yapı oluşturabilirler.

Yani "Kardeş" ya da "Ebeveyn/Çocuk" ahlakının sınırları henüz belli değildir.

Çünkü daha bir "İlk"den bahsetmekteyiz.

"Üremek" kaçınılmaz olduğuna göre, kendi içlerindeki "Ahlaki Yapı"ya göre bu tür bir ilişki "Kaçınılmaz" olarak "Normallik" arzedecektir.

Çünkü, o yapının "Yanlış" olarak adlandırılması için "Doğru" seçenek haklarının olması gerekmektedir.

Adem ile Havva'nın ise böyle bir hakları yani üremek için başka bir çareleri yoktur.

Bu türlü ilişkinin "Yanlışlığına" dair bir yaşanmışlıkta yoktur daha önceden.

Toplum çoğaldıkça, bu türlü bir ilişki "Yanlış" olarak kabul görmüş olmalıdır.

 

Lakin şöyle bir soru geliyor aklıma ve cidden içinden çıkılmaz gibi belkide.

 

Bugün "Aile İçi İlişki" "Ahlaksızlık" olarak nitelenmektedir.

Bu görüşün Referansı "Din" midir?

Bunun cevabını özellikle Sayın Aslan34'ten bekliyorum.

 

Sonra yine başka bir soru geliyor aklıma:

Eğer bunun referansı Din ise, Tanrı ilk andan itibaren aynı dini indirmiştir değil mi?

"Kardeş İlişkisi"nin Referansı da Dindir öyleyse...

Yani ilk önce kardeş ilişkisini onayıp, sonra tam tersi reddetmek...

 

İlk başta İki Çift yaratmış olması daha çok akla uygun geliyor...

Adem ile Havva iki toplum ya da kavime ad olmuş olabilir.

Son yıllarda böyle bir kanı var ortada, bilmiyorum hiç rastladınız mı?

Gerçi buna "Minareyi çalan kılıfını hazırlar" kabilinden yaklaşacak arkadaşlar mutlaka olacaktır

Ancak unutulmamalıdır ki "hiç bir sözlü ya da yazılı efsane, mit ya da inanç" mesnedsiz ya da temelsiz değildir.

Mutlaka dayandıkları bir temel ve anlatmaya çalıştıkları bir şeyler vardır.

O yüzden bu türlü bilgiler her ne kadar Somut olarak bir kanıt süremese de ortaya,

Arkeolojik kanıtlarla desteklenip somutlaşırlar en sonunda.

O yüzden hiç bir dini yada inançlara dayalı "Söylem" uydurma değildir bence.

Kaynaklarını aldıkları bir yer var mutlaka.

 

Türklerin "Ergenekon Destanı" mesela.

Orta Asya'da tarih boyunca aşılamayacak bir dağ kütlesi hiç var olmamamıştır.

Hiç bir dağ kütlesi de yoktur ki o bölgede ortası delik ve içi demir olsun...

Lakin buna "Uydurma" diyemeyiz, çok farklı bir anlam sergilemektedir.

 

Bir inanç nüvesi olan Adem ile Havva'da bence bu şekilde bir anlam içermektedir.

 

Saygılarımla...

Gönderi tarihi:
Öncelikle "Ahlak"ın kaynağının ne olduğunu belirlemek gerekiyor.

Ahlak, Tabu, Din, Töre, Gelenek, Dil ve özellikle "Kutsallık" kavramları, İnsan ilişkilerinin bir ürünüdür.

 

Kutsal olan şey, insanların "bir arada yaşamaklığı" ile ilgili ortak paydalardır...

"Bayrak" "Millet" "Vatan" "Din"...

 

Kavramlardan başka hiç bir şey ve madde "Kutsal" değildir, olamaz.

Çünkü deneye tabi tutulabilir ve bundan başka kutsal olmalarını gerektirecek bir özellikleri yoktur.

Kur'an ya da diğer din kitapları, insan ilişkilerini düzenlediği sürece kutsaldır.Ya da Bayrak, Milli bir birlikteliği sağladığı sürece Kutsaldır.

Bir taşın ya da yapının Kutsal olması ya da Manevi bir yüceliğe sahip olmasının temelindeki Psikoloji bundan başka bir şey değildir.

Bazen ekonomik çıkarlarda Kutsallık atfeder bazı şeylere.

Mesela Hıristiyanların öte dünya için yer satın almaları.

Ya da Suk'u Ukaz panayırının "Hacc"laştırılması, Araplar tarafından.

 

"Ahlak"ta yine referansını ya da kaynağını din'den almaz.

Dinler var olan Ahlaki yapıyı "Şekillendirmişlerdir" ancak bunun gelişmesini, yapısını ve devamlılığını sağlayan şey yine "Toplumun Kabulleri" yani "Toplumun Kendisi" olmuştur.

Mesela Müslüman toplumdan Müslüman Topluma bu yapı farketmektedir.

Arapların yaşadıkları İslam Ahlakı ile Türklerin yaşadıkları farklıdır.

Şii toplumunun da İslam Ahlakı farklıdır,

Alevi toplumunun da...

Sünniler içersinde de bulunmaktadır bu farklılıklar.

Çünkü en başta Toplumların Kabulleri ve Yapıları farklıdır.

"Dini Ahlak Nüveleri"ni bu yüzden farklı anlamlandırmaktadırlar ve anlamlandıracaklardır.

Bu kaçınılmazdır.

 

Dediğim gibi "Ahlak" gibi kurallar "Din" kaynaklı değil "Toplum" kaynaklıdır.

Dinler sadece birer ip ucu olarak koymuşturlar ortaya bir şeyleri en fazla.

 

Temel olarak Ahlak, birden bire ve aniden oluşan ya da kabul edilen bir yapı arzetmez.

İlk İslam toplumundaki "Ahlaki Değişim" İslam ile birlikte "Had Safhaya" ulaşmıştır.

İslamiyete geçişin hızlı olması sadece "Mücadele Azmi"nden değil, asıl olarak "Cahiliye Dönemi"ndeki bozukluğun toplumda rahatsızlık yaratmasından ve bir değişime ihtiyaç duyulmasında olmuştur.

İslam ile olan mücadeleler "Kültür" değişiyor ya da "Din" değişiyor diye değil, "Ekonomik Çıkarlar Değişiyor" diye olmuştur.

Ve İslam, değişim sürecinde olan Ahlaki Düzenin "Ad"ı olmuştur sadece.

Yani "Toplumsal" ve "Kültürel Devrim"in yasalaşması olmuştur.

 

Mesela "Türk Toplumunun" Cumhuriyet dönemi Kültürel Değişimini, taa Meşrutiyetten hatta Fransız İhtilalinden başlatırız Tarihte.

Niye?

Çünkü "Ahlaki" ve "Kültürel" oluşum bir "Süreç" sonucunda olabilmektedir.

Hiç bir insan toplumu "Birden Bire" bir ahlaki değişim sergilemez.

Kabullerini birden bire değiştiremez.

İlk İslam toplumu da böyle olmuştur.

Önce Cahiliye Devri Ahlaki Yapısından rahatsız olunmuştur, eleştirilmeye başlanmıştır ve bir değişime ihtiyaç duyulmuştur.

Hz. Muhammed'de bu değişimin kıvılcımı olmuştur.

Yani "Ahlak"i değişimin temel nedeni ve Ahlak'ın temel nedeni "Din" değil "Toplum"dur.

Bu ayrımı, gerek Dindar olsun gerekse Ateist ya da Dinsiz olsun bir çok insan yapamamaktadır, bunu görüyoruz çok açık.

"Din" adı yüklendiği için "Ahlak"a "Reddediş"in kaçınılmaz olması gerektiğine inanılıyor.

Oysa Ahlakın temeli "Din" değil, İnsanlar Arası İlişkiler'dir.

 

Neyse,

Konunun bu kısmını ayrıca başka bir tartışma açıp ele alacağım.

Gelelim "Adem ile Havva" meseline...

 

Adem ile Havva'nın belki de bir "İlk Toplum" olabileceği de söyleniyor, ki ne kadar "Dine Bağlı" bir yaklaşımdır bu, henüz anlamlandıramadım.

 

Lakin "Ahlak"ın oluşması açısından "ilk iki insan" henüz birbirlerine "Eş"liliğe bağlı bir ahlaki yapı oluşturabilirler.

Yani "Kardeş" ya da "Ebeveyn/Çocuk" ahlakının sınırları henüz belli değildir.

Çünkü daha bir "İlk"den bahsetmekteyiz.

"Üremek" kaçınılmaz olduğuna göre, kendi içlerindeki "Ahlaki Yapı"ya göre bu tür bir ilişki "Kaçınılmaz" olarak "Normallik" arzedecektir.

Çünkü, o yapının "Yanlış" olarak adlandırılması için "Doğru" seçenek haklarının olması gerekmektedir.

Adem ile Havva'nın ise böyle bir hakları yani üremek için başka bir çareleri yoktur.

Bu türlü ilişkinin "Yanlışlığına" dair bir yaşanmışlıkta yoktur daha önceden.

Toplum çoğaldıkça, bu türlü bir ilişki "Yanlış" olarak kabul görmüş olmalıdır.

 

Lakin şöyle bir soru geliyor aklıma ve cidden içinden çıkılmaz gibi belkide.

 

Bugün "Aile İçi İlişki" "Ahlaksızlık" olarak nitelenmektedir.

Bu görüşün Referansı "Din" midir?

Bunun cevabını özellikle Sayın Aslan34'ten bekliyorum.

 

Sonra yine başka bir soru geliyor aklıma:

Eğer bunun referansı Din ise, Tanrı ilk andan itibaren aynı dini indirmiştir değil mi?

"Kardeş İlişkisi"nin Referansı da Dindir öyleyse...

Yani ilk önce kardeş ilişkisini onayıp, sonra tam tersi reddetmek...

 

İlk başta İki Çift yaratmış olması daha çok akla uygun geliyor...

Adem ile Havva iki toplum ya da kavime ad olmuş olabilir.

Son yıllarda böyle bir kanı var ortada, bilmiyorum hiç rastladınız mı?

Gerçi buna "Minareyi çalan kılıfını hazırlar" kabilinden yaklaşacak arkadaşlar mutlaka olacaktır

Ancak unutulmamalıdır ki "hiç bir sözlü ya da yazılı efsane, mit ya da inanç" mesnedsiz ya da temelsiz değildir.

Mutlaka dayandıkları bir temel ve anlatmaya çalıştıkları bir şeyler vardır.

O yüzden bu türlü bilgiler her ne kadar Somut olarak bir kanıt süremese de ortaya,

Arkeolojik kanıtlarla desteklenip somutlaşırlar en sonunda.

O yüzden hiç bir dini yada inançlara dayalı "Söylem" uydurma değildir bence.

Kaynaklarını aldıkları bir yer var mutlaka.

 

Türklerin "Ergenekon Destanı" mesela.

Orta Asya'da tarih boyunca aşılamayacak bir dağ kütlesi hiç var olmamamıştır.

Hiç bir dağ kütlesi de yoktur ki o bölgede ortası delik ve içi demir olsun...

Lakin buna "Uydurma" diyemeyiz, çok farklı bir anlam sergilemektedir.

 

Bir inanç nüvesi olan Adem ile Havva'da bence bu şekilde bir anlam içermektedir.

 

Saygılarımla...

 

Sayın boşig bakış açınız getirdiğiniz yorumlara saygı duymamak mümkün değil,

en azından akla-mantığa yatkın tahminler üzerinde duruyorsunuz.Ben de şunu ısrarla

ve çok ciddi olarak iddia ediyorum ki;kuran eğer muhammedin ********* değilse

ve gerçekten manevi bir kaynağı varsa baştan sona her cümlesiyle her kelimesiyle

MECAZ dır,eğer mecaz değilse yazılanlar doğrudan anlaşıldığı gibiyse insanoğlunun

en büyük hatalarından biridir tüm bu din olgusu.Teşekkürler.

Gönderi tarihi:

Sayın boşig bakış açınız getirdiğiniz yorumlara saygı duymamak mümkün değil,
en azından akla-mantığa yatkın tahminler üzerinde duruyorsunuz.Ben de şunu ısrarla
ve çok ciddi olarak iddia ediyorum ki;kuran eğer [b]muhammedin ******* değilse
ve gerçekten manevi bir kaynağı varsa baştan sona her cümlesiyle her kelimesiyle
MECAZ dır,eğer mecaz değilse yazılanlar doğrudan anlaşıldığı gibiyse insanoğlunun
en büyük hatalarından biridir[/b] tüm bu din olgusu.Teşekkürler.

 

 

Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı âyetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih âyetlerin peşine düşerler. Halbuki Onun tevilini ancak Allah bilir. İlimde yüksek pâyeye erişenler ise: Ona inandık; hepsi Rabbimiz tarafındandır, derler. (Bu inceliği) ancak aklıselim sahipleri düşünüp anlar. (Al-i İmran 7)

 

Sanırım, ayet açıklama gereğinden beni kurtarıyor.

 

Dinler var olan Ahlaki yapıyı "Şekillendirmişlerdir" ancak bunun gelişmesini, yapısını ve devamlılığını sağlayan şey yine "Toplumun Kabulleri" yani "Toplumun Kendisi" olmuştur.

 

Bana kalırsa ahlaki yapıyı bizzat din kendisi oluşturmuştur.

 

TDK:AHLAK:İyi nitelikler, güzel huylar:Bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları, aktöre, sağtöre:

 

Güzel ve çirkin davranış problematiğini es geçeceğiz kendinde güzel veya kendinde çirkini. Gül kendinden güzeldir ancak ahlakla alakası yoktur. Bu sebeple toplumsal vakıalarda kendinde güzellik veya çirkinlik olgusu bir norma göre belirlenmelidir, kendiliğinden değil. Birine küfür ettiniz ancak bunun kötü veya olduğunu neye göre değerlendireceksiniz, örf-adet-norma göre. Dolayısıyla toplumun örfüne adedine uygun bir yaşantı sürmek, ahlaklı olmak bakımından bizi doğru yolda yürütmektedir. Toplum şarap içiyorsa bizim de içmemiz ahlaksızlık olarak telakki edilemez, böylesi bir durum ancak şarap içilmesinin yasaklandığı bir toplumda .....sızlık olarak telakki edilebilir.

 

Veya zina islam toplumunda .....sızca hayat sürmeye eşdeğerdir. Ancak zina batı toplumunun telakkisinde ahlaksızlıkla alakalı bir veri değildir. Kırılma noktası veya Yusuf Kaplan'ın deyimiyle yakıcı mesele işte burada ortaya çıkıyor. Zinayıda, şarapı da İslam ahlaksızlık sembollerinden biri haline getirmiştir. İslam öncesi Arap toplumunda bu davranışlar yasak, haram, ahlaksızca değildi. İslam bunları yasaklayınca bu davranışlar kendisini .....sızlık içerisinde buldu. Ne oldu, Din topluma ahlaki bir yön verdi. Toplumun ahlak anlayışını değiştirdi.

 

Pekiyi, birşey soralım. İslam öğretisine göre dinsiz bir zaman bulunmuş mu? Hayır her çağda bozulmuş olsa da bir din bulunmuş. İlk insanların dini dahi mevcut. Onlara ahlak anlayışını neden din vermemiş olsun. Tabiki bu bahsi diğer bir mevzuu...

 

Kutsal olanla ahlak arasında kurulan kolerasyon ise sanırım tam yerine oturmamış. Bayrak, Millet, Vatan,Din...Konuyla birebir alaka göremedim. Her ne ise, konu aslında Ahlak da değil ancak sadece konunun bir tarafı.

 

LUCAS kardeş, sanırım yukarda Hayrettin Karaman Hoca'nın verdiği cevap yeterli. Forumda ise belki 100'lerce kez evrim teorisi tartışıldı. Bunların haricinde eğer Ahlak'ı tartışmak istiyorsan ayrı bir başlık açman bu konudan daha fazla fayda sağlayacaktır. İstersen seküler ahlak olur mu? Dinsiz ahlak olur mu? Ahlakın esas kaynağı din midir, yoksa insanın bizzat kendisi midir diye bir başlık açabilirsin? Haddim olmayarak bunları belirtme gereği duydum

Gönderi tarihi:

Sana kısa ve net söyleyeyim ;

1-)HOCA mertebesindeki hiç bir kişinin açıklamasını ve bana söylediklerini

kaale bile almam,hoca ''kendi kişiliğini yetiştirememiş insanları söylevleriyle,yorumlarıyla,

hatim diliyle gayet güzel her yöne yönlendirebilir ama beni ASLA.

2-)İnsanın içindeki ahlakın kaynağı din filan değildir insanın bizzat kendi duygu ve kişilik yapısıdır.

Dine inanmayan hiçbir insana ahlaksız damgası vuramazsın.Eğer kendine yeteri kadar inanırsan bu cevabı sende kendinde bulursun.

öyle hocaya hacıya filan gerek yokmuş dimi??Biraz sağduyu birazda akıllı düşünce

konuyu çözümlüyor.

Gönderi tarihi:

Hayrettin Karaman Kimdir

 

 

Erzurumlu bir ailenin çocuğu olarak 1934 yılında Çorum'da doğdu. İlkokulu burada bitirdikten sonra özel olarak Arapça ve İslâmî ilimler tahsil etti. İlk İmam Hatip okullarından biri olan Konya İmam Hatip Okulu'na girdi ve ikinci dönem mezunları arasında yer aldı (1959). Yeni açılan İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü'nde okudu ve ilk mezunlarından biri olarak 1963'te mezun oldu. İki yıl İstanbul İmam Hatip Okulu'nda meslek dersleri öğretmeni olarak çalıştıktan sonra İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü'ne fıkıh asistanı oldu. "Başlangıçtan Dördüncü Asra Kadar İslam Hukukunda İctihad" konulu tezi ile fıkıh öğretim üyesi oldu (1971). Aynı yıl İzmir Yüksek İslam Enstitüsü'ne tayin edildi. 1975'te tekrar İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü'ne döndü. Yüksek İslam Enstitülerinin İlahiyat Fakülteleri'ne dönüşmesinin ardından akademik çalışmalarını tamamlayarak sırasıyla doktor, doçent ve profesör ünvanlarını aldı. Eylül 1976-Eylül 1980 yılları arasında yayımlanan Nesil dergisini çıkaranlar arasında bulundu. Yarım asra yaklaşan fikir ve meslek hayatı boyunca, yurtiçi ve yurtdışında binlerce konferans, seminer, panel, vaaz, hutbe, kurs, yazılı ve görsel medya programı, eğitim programında yer alarak eğitim, öğretim, tebliğ ve irşad faaliyetini sürdürdü. Aralarında bugünün tanınmış bilim ve fikir adamları olan binlerce öğrenci yetiştirdi. 2001 yılında, özgürlüğün şart olduğu üniversite ortamında hüküm süren baskılara karşı çıkarak Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesindeki görevinden ayrıldı. Halen, Avrupa Uluslararası İslam Üniversitesinde (Hollanda) misafir öğretim üyeliğini sürdürmekte ve bireysel ilmi çalışmalarına devam etmektedir. Arapça, Farsça ve Fransızca bilen Hayreddin Karaman'ın periyodik yazıları, Yeni Şafak Gazetesi, Gerçek Hayat Dergisi ve Eğitim-Bilim Dergisinde yayınlanmaktadır.

Karaman, 1956 yılından beri evli olup, üç çocuğa (Latife, M.Lutfullah, M.İhsan); yedi toruna (U.Murat, Zeynep, Selva, M.Tahir, Bilal, Enes, Salih) ve bir torun çocuğuna (Mustafa) sahiptir.

 

Eserleri:

 

* Kur'an-ı Kerim ve Açıklamalı Meali (Meal, Heyet'le birlikte)

* Arapça-Türkçe Yeni Kâmus (Sözlük, B.Topaloğlu ile birlikte)

* İlmihal (Heyet'le birlikte)

* Kur'an Yolu (Beş ciltlik tefsir, Heyet'le birlikte)

 

Telif Eserleri:

 

* Mukayeseli İslam Hukuku (Üç cilt)

* İslam Hukuk Tarihi

* İslam Hukukunda İctihad

* İslam'ın Işığında Günün Meseleleri (Üç cilt)

* Günlük Hayatımızda Helaller Haramlar

* İslam'da İşçi-İşveren Münasebetleri

* Anahatlarıyla İslam Hukuku (Üç cilt)

* İslam'da Kadın ve Aile

* İslamlaşma ve Önündeki Engeller

* İmam-Hatip Şuuru

* İnsan Hakları

* Gerçek İslam'da Birlik

* Laik Düzende Dini Yaşamak (Üç cilt)

* Türkiye ve İslam

* Her Şeye Rağmen (Röportajlar)

* Hayatımızdaki İslam

* Hayatımızdaki İslam-2 *YENİ KİTAP*

* Dert Söyletir (Şiirler)

 

Çeviri Eserleri:

 

* Yolların Ayrılış Noktasında İslam

* İslam'a Göre Banka ve Sigorta

* İmam-ı Rabbani ve İslam Tasavvufu

* Yeni Gelişmeler Karşısında İslâm Hukuku

* Rasul-i Ekrem'in Örnek Ahlakı

* Altın Nesil

* Dört Risale

* Kelile ve Dimne (B.Topaloğlu ile birlikte)

 

Ders Kitapları:

 

* Arapça Sarf-Nahiv (Dilbilgisi, B.Topaloğlu ile birlikte)

* Arapça Metinler (B.Topaloğlu ile birlikte)

* Fıkıh Usûlü

* Hadis Usûlü

 

 

İlim, kendi başınıza öğrenebileceğiniz kadar basit olsaydı hiç birimizin üniversiteye gitmesine gerek kalmazdı. Hoca dediğim zat Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Profesördü. Siz sanıyorum ki bu bilgiyi dahi incelemeden cevap verdiniz. Adem ve Havva sorunuz islam perspektifinde sorulmuş bir soruydu ve konunun muhatabı müslümanlardı. Biz de bu konuda islam alimlerinden birinin cevabını vererek kendi adımıza cevap verdiğimizi belirttik. Tartışmanın burada bitmesi gerekiyordu, ancak siz devam ettirmek lüzumunu hissettiniz anlaşılan bari ben keseyim.

 

Bu arada ahlakla ilgili söylenmiş olan sözler hocanın değil benim sözlerimdi. Bu sebeple mümkünse eğer ahlakla ilgili cümlelerimi hasımane değil de doğruluk ihtimali var mı diye bir kez daha incelersen gerçekten memnun olacağım.

-Sanırım yeter. Ebu Zehra "Bu kadar söz anlayacak olana da anlamayacak olana da yeter" diyordu. Selamlar ile...

Gönderi tarihi:
Hayrettin Karaman Kimdir.

.

.

.

Bu arada ahlakla ilgili söylenmiş olan sözler hocanın değil benim sözlerimdi. Bu sebeple mümkünse eğer ahlakla ilgili cümlelerimi hasımane değil de doğruluk ihtimali var mı diye bir kez daha incelersen gerçekten memnun olacağım.

-Sanırım yeter. Ebu Zehra "Bu kadar söz anlayacak olana da anlamayacak olana da yeter" diyordu. Selamlar ile...

 

Sizlere daha küçük yaşlardan itibaren bulunduğunuz çevre tarafından dayatılmış,

ve çaresizliğiniz sebebiyle kabul görmüş yaşam şekilleri ve anlayışları

sizleri ölmeden mezara sokmakta ileri yaşlarda türlü psikolojik

sorunlara yolaçmakta,değil kendi içinizdeki gerçekleri,burnunuzun ucunu dahi

göremeyecek şekilde farkındalığınızı sekteye uğratmakta.

Gönderi tarihi:
"Ahlak"ta yine referansını ya da kaynağını din'den almaz.

.

.....Dinler var olan Ahlaki yapıyı "Şekillendirmişlerdir" ancak bunun gelişmesini, yapısını ve devamlılığını sağlayan şey yine "Toplumun Kabulleri" yani "Toplumun Kendisi" olmuştur.

Mesela Müslüman toplumdan Müslüman Topluma bu yapı farketmektedir.

Arapların yaşadıkları İslam Ahlakı ile Türklerin yaşadıkları farklıdır.

 

...Oysa Ahlakın temeli "Din" değil, İnsanlar Arası İlişkiler'dir.

 

.

 

Sayın Boşig, İnsanlar arası ilişkiler İslam ahlakının sadece bir bölümünü kapsar.

Sizin dediğiniz ''Etik''tir ve ahlak'tan farklı birşeydir.

İslam Ahlakı toplumdan topluma değişmez, çünkü insanın, insanla, Yaratıcıyla, eşya ile, çevreyle, hayvanlarla olan ilişkilerini düzenler ve Kuran-sünnet kökenlidir.

Gelenek-göreneğin katkısı tabiki yadsınmaz, fakat ana hatları asla etkileyemez.

(İslam ahlakının anlaşılmaması veya bilinmemesinden kaynaklanan yanlış uygulamaları, yani pratikteki hataları dikkate almıyorum)

Gönderi tarihi:

İnsanlar son yüzyılda olduğu gibi akıl,ilim,irfan

yolunda ilerledikçe dinlerin geçerliliği de günümüzde olduğu gibi hızla

yokolmaya insanlar tarafından terkedilmeye mahkum,sizlerde anlayacaksınız

bunu ama nekadar erken olsa okadar iyi herkes için.

Gönderi tarihi:
Sayın boşig bakış açınız getirdiğiniz yorumlara saygı duymamak mümkün değil,

en azından akla-mantığa yatkın tahminler üzerinde duruyorsunuz.

Teşekkür ederim Saynın Lucas...

Özletmiştiniz kendinizi ne zamandır.

 

Bana kalırsa ahlaki yapıyı bizzat din kendisi oluşturmuştur.

 

TDK:AHLAK:İyi nitelikler, güzel huylar:Bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimleri ve kuralları, aktöre, sağtöre:

...

...

Bunların haricinde eğer Ahlak'ı tartışmak istiyorsan ayrı bir başlık açman bu konudan daha fazla fayda sağlayacaktır. İstersen seküler ahlak olur mu? Dinsiz ahlak olur mu? Ahlakın esas kaynağı din midir, yoksa insanın bizzat kendisi midir diye bir başlık açabilirsin? Haddim olmayarak bunları belirtme gereği duydum

Sanıyorum ki, forumun bir süredir durgunlaşan fikir paylaşımı yine bir ivme kazanacak.

Bu teklifi üzerime alınıoyorum bende.

Ve Ahlaki Gelişimin hem Toplumsal ve hem de Psikolojik olarak Bireysel boyutunu tartışmayı, kaynağının ne olduğunu irdelemeyi çok isterim.

Bence de bu açıdan bir konu açmalı diye düşündüm ve ilgili yere açtım.

Buyurum Ahlak'ı orada tartışalım, her yönü ile ele alalım...

 

Yani din olmadan ahlak anlayışı,kötülüğün sessiz dilini yaşamaktır.

Aslında bunu cevaplamayı "Psikoloji" bölümündeki tartışmaya bırakmak istemiştim ancak orada tekrar dile getiririm, sorun değil.

"Ahlak Anlayışı"nin temeli "Vicdan Gelişimi"ne bağlıdır.

Eğer bir insanın "Vicdan Gelişimi" (ki psikolojide ayrı bir alan olarak ele alınır, bölümü ve kuramları vardır) olumlu ve sağlıklı ise inancının ne olduğu ya da olmadığı hiç önem arzetmemektedir.

Önemli olan "Vican Gelişimi"ni sağlayabilmiş, sağlıklı bir gelişim sürdürebilmiş olmasıdır.

Ben bir Ateist değilim lakin hiç bir zaman "Ateist"lerin "Ahlaki" yapıdan mahrum olduklarını iddia edemem... Bunun nedeni şudur ki; En yakın arkadaşım Ateisttir ve "Vicdani ve Ahlaki Gelişimi" o kadardır ki bir çok inançlıya taş çıkartır. Ateist bir insanın bu denli Ahlaki bir özelliğe sahip olmasının nedeni nedir?

Forumdaki Ateist arkadaşların ne denli bir Ahlaki yapıda olduklarını gözlemleyemiyoruz, lakin gerçek hayatta tanıdığım insanlar üzerinden yürüyecek olursam şunu söyleyebilirim ki "Ahlaklı olmak ile bir Dine mensub olmak arasında bir bağ, öyle sandığınız kadar sıkı değildir kesinlikle".

Ve hatta aralarındaki ilgi zayıftır. Bunu "İnançlılar .....sız" olur anlamında tabii ki söylemiyorum lakin İnanmanın ya da Ateist olmanın "Ahlaklı" olmak için yeterli olduğunu düşünmüyorum.

 

Belirttiğim gibi "Ahlak" Toplumun yani Toplumdaki Bireylerin birbirleri ile olan ilişkileri sonucunda belirli bir süreç dahilinde vücut bulur.

Tarihsel olarak bu güne kadar belirli bir Ahlaki yapıda evrilmiş hiç bir toplumu bir çırpıda "Din" ya da "İdeoloji" adı ile "Değiştiremez" ve eski yapılarını terk ettiremezsiniz.

Hz. Muhammed'in bildirdiği Ahlaki Kurallar'da böyledir.

Toplum zaten bir değişim sürecine girmiş yani bir değişim ihtiyacı hisseden insanlar ortaya çıkmış ve Hz. Muhammed bunun kıvılcımını vermiştir. Yani Ahlaki yapı, yine insanların tercihlerince belirlenmiştir.

Mesela bakın Sovyet Rusya'ya...

Eski Rus Ahlaki yapısının reddi ya da yeni bir tepeden inme dikte edilen Ahlaki yapı ile gelinen Ahlaki yapısı ortadadır diye düşünüyorum. Gerçi bizzat Rusya'ya gidip görmedim, verdiğim bilgi eksik olabilir, Özür Dilerim. Sayın BrainSlapper rusya'daymış, belki o bizi bilgilendirir.

Ancak ne olursa olsun, Toplumun içinden çıkmayan tepeden inen her türlü Ahlaki yapı mutlaka ve mutlaka bir çıkmaza ve çöküntüye uğrar. Tolumlar yapay değil, doğaldırlar çünkü.

 

Şunu söylemek istiyorum:

İster İslam Devrimi olsun ister herhangi bir değişim, mutlaka ve mutlaka temellerini Toplumdan almaktadır.

Hele Cahiliye devrinden "İslam Toplumuna" evrilen Arap Toplumunun bu süreci incelenirse ve değişimin dinamikleri göz önünde bulundurulursa demek istediğim daha net anlaşılacaktır...

 

Devamını, verdiğim ilgili yönlendirmede tartışalım...

 

Saygılarımla...

Gönderi tarihi:
"Ahlak"ta yine referansını ya da kaynağını din'den almaz.

Dinler var olan Ahlaki yapıyı "Şekillendirmişlerdir" ancak bunun gelişmesini, yapısını ve devamlılığını sağlayan şey yine "Toplumun Kabulleri" yani "Toplumun Kendisi" olmuştur.

Mesela Müslüman toplumdan Müslüman Topluma bu yapı farketmektedir.

Arapların yaşadıkları İslam Ahlakı ile Türklerin yaşadıkları farklıdır.

Şii toplumunun da İslam Ahlakı farklıdır,

Alevi toplumunun da...

Sünniler içersinde de bulunmaktadır bu farklılıklar.

Çünkü en başta Toplumların Kabulleri ve Yapıları farklıdır.

"Dini Ahlak Nüveleri"ni bu yüzden farklı anlamlandırmaktadırlar ve anlamlandıracaklardır.

Bu kaçınılmazdır

Saygılarımla...[/b][/font][/size]

 

 

Ahlakın kaynagı, tartışmaya deger.

Bu bizim 'ahlak'ı nasıl tanımladıgımız açısındanda önemlidir. Yani ahlaka nasıl bir tanım getiriyoruz ve kaynagını nasıl bulabiliriz.

 

Benim için ahlakın tanımı temelde Kur'an çerçevelidir ve pek tabi olarak kaynakda Kur'an olcaktır.

Toplumdan yola çıkıp Kur'an'ı degerlendirmek ve Kur'an'dan yola çıkıp toplumu degerlendirmek, her ikiside mümkündür aslında.

Lakin insan edimi farklılık arz edeceginden her zaman istenileni veremeyebilir, Hakikati sayı çokluguna vurmak sakıncalıdır.

Kur'an'i Ahlakı en kısa tanımla, ''yaratılışa uygun'' olarak tanımlamak gerekir. Yaratılışa uygun olanı aramak, insan yaratılışına.

 

Ahlakın kaynagını 'dinden' almadıgını söylesek bile, insan, yaratılışına uygun olanı dinlerde bulmuş diyebiliriz. O zamanda ahlakın kaynagı 'fıtrat' dememiz gerekir ve aslında yanlışda degildir. Yani varolan ahlaki yapı, fıtratdır ve gene kaynagı insanın kendisidir bir bakıma. Kendi kendine birşey degildir ahlak, insanın içinden gelen ve bana göre insanıda yaratan Allah olduguna göre; O zaman ahlakın kaynagı Allah'dır.

 

İlahi kitapları, bozuma ugramış varolan ahlakın tamiri ve kemale ermesi için indigini söylemek bu tanımlara oturmaktadır. Allah'ın bu anlamda ''terbiye edici'' olması kullarını, iş bu Kitap ve Elçileri sayesindedir. Kur'an'ın ve Muhammedin ahlakı tamamlamak, nihayete erdirmek için gönderildigini bu anlamada düşünmek lazımdır.

Rasülün ahlakı sual olunca; '' O'nun ahlakı Kur'an ahlakıdır.'' denilmiştir.

 

Allah'ın yaratışında bir degişiklik bulamazsınız ve bu Kur'an'i anlamda ahlakın degişmez oldugunu yani insan nasıl yaratıldıysa ilkin, bugünde aynı oldugu anlamına gelir. Kur'an ahlakının evrenselligide burada meydana çıkar.

 

Müslüman toplumların kültürel olarak yapıp etmeleri ile Kur'an'i anlamda ahlakın arasında kesin bir fark vardır. Bu ayrışma basit kültürel anlamda her insan için normaldir ve dinin ruhuna ters degildir.

Araçlarda ki kimi farklılaşma eger ki amaçlarıda farklı kılıyorsa, burada bir terslik oldugu söylenebilir. Amaç aynı ve araçların degişik olması sonuca etki etmez diye düşünüyorum.

 

Yaratılışa uygunun olanın aynı zamanda adil olacagı ve adil olmayanın Kur'an ahlakına uymayacagı ve zülüm olacagını gene Kur'andan ögreniyoruz.

Bu anlamda adalet ile Ahlakın bir birini direk ilgilendirdigini anlamak zor olmasa gerekir.

 

selamlar.

Gönderi tarihi:
Lakin şöyle bir soru geliyor aklıma ve cidden içinden çıkılmaz gibi belkide.

 

Bugün "Aile İçi İlişki" "Ahlaksızlık" olarak nitelenmektedir.

Bu görüşün Referansı "Din" midir?

Bunun cevabını özellikle Sayın Aslan34'ten bekliyorum.

 

Sonra yine başka bir soru geliyor aklıma:

Eğer bunun referansı Din ise, Tanrı ilk andan itibaren aynı dini indirmiştir değil mi?

"Kardeş İlişkisi"nin Referansı da Dindir öyleyse...

Yani ilk önce kardeş ilişkisini onayıp, sonra tam tersi reddetmek...

 

İlk başta İki Çift yaratmış olması daha çok akla uygun geliyor...

Adem ile Havva iki toplum ya da kavime ad olmuş olabilir.

Son yıllarda böyle bir kanı var ortada, bilmiyorum hiç rastladınız mı?

Gerçi buna "Minareyi çalan kılıfını hazırlar" kabilinden yaklaşacak arkadaşlar mutlaka olacaktır

Ancak unutulmamalıdır ki "hiç bir sözlü ya da yazılı efsane, mit ya da inanç" mesnedsiz ya da temelsiz değildir.

Mutlaka dayandıkları bir temel ve anlatmaya çalıştıkları bir şeyler vardır.

O yüzden bu türlü bilgiler her ne kadar Somut olarak bir kanıt süremese de ortaya,

Arkeolojik kanıtlarla desteklenip somutlaşırlar en sonunda.

O yüzden hiç bir dini yada inançlara dayalı "Söylem" uydurma değildir bence.

Kaynaklarını aldıkları bir yer var mutlaka.

 

Saygılarımla...[/b][/font][/size]

 

 

Biz, Allah'ın Adem(a)'mi yaratıp içine yerleştirdigi 'fıtrat' üzereyiz ve ahlakın temelide, kaynagınıda buna dayandırıyorum.

İnsan temeller açısından bir 'evrim'den geçmiş degildir. Biz genlerimizde bu temelleri Adem'den aldık ve bu böyle sürüp gidiyor.Ahlaki olarak bir tekamül geçirebilir insan ve nefis iyi/kötü'yü içinde barındırmaktadır.

 

Adem'den Muhammed'e gelinceye kadar bütün peygamberler hak dini tebliğ etmişlerdir. Dinin temeli olan İMAN ESASLARI hep aynı kalmıştır. Fakat ŞERİAT dediğimiz, ibadet ve dünyaya ait işlerde Adem'den Peygamberimize kadar her devrin icaplarına, insanların ihtiyaçlarına göre bazı hükümler değişerek gelmiştir. Cenab-ı Hak her devrin insanının yaşayışını ve menfaatini gözeterek her ümmete ayrı bir şeriat göndermiştir.

Kur'an'da, “Sizin her biriniz için Biz bir şeriat ve açık bir yol tayin ettik” buyurulur.

Evlilik kurumu imani degil bilakis şeri bir mesele olarak telakki etmek lazımdır. Biz bugün bu anlamda İslam şeriatinden sorumluyuz ve ona uymakla mükellefiz.İslam ile bu 'şeriatler' tamamlanmış ve kemale ermişdir. İman ise zaten hep aynıydı ve Peygamberlerin 'dili' bunu kanıtlıyor.

 

Allah elbetde istese bir çok Adem ve Havva yaratırdı. Allah dilesiydi 'iki toplum'da yaratabilirdi, ve çocuklar bu iki aileden evlenebilirdi, bizim inandıgımız Allah buna Kadir'dir.

Lakin Allah, Adem ile Havva'nın her dogumda kız ve erkek ikiz olan çocuklarının birbiriyle evlenmesine degil, bir sonra dogan kız ve erkek ikiz çocuklarla evlenmelerine izin vermiştir.

Düşünsenize aynı atadan geldigimizi söyleyen ve 'ırkçılık' yapmayın diyen dinlere ragmen insanların durumunu. Birde ayrı atalardan olsaydık vay halimize..

 

Allah neden bir kereligine bile olsa bu çocukların evlenmelerine izin vermiştir.? Bunun hikmetini aramak, bundan başka bir yorumu aramakdan çok daha tutarlı. Çelişkileri en aza indirmek insanın kendi elindedir.

selamlar.

Gönderi tarihi:
Benimde ekleyeceğim şunlardır;Ahlakın en önemli kaynağı dindir,sizin dediğiniz gibi olsa cisimlenmiş hal alırki,

Televole kültürü ahlakı olur,o zaman ne doğunun ne batının namusunu yaşar hale gelinir.

Yani din olmadan ahlak anlayışı,kötülüğün sessiz dilini yaşamaktır.

 

Selam ile...

 

Yazdıklarınıza katılmamak mümkün değil,Bencede ahlak kuralları tamamen dinsel kökenlidir.Bu etik kuralların doğrularını ve yanlışlarını insan toplumuna dinler öğretmiştir,dikkat ederseniz hukuk kuralları içerisinde ki kurallarla din içerisinde ki bir çok kural benzeşir.Bugün bize ****** gelen bir çok eylemi red etmemizin asıl nedeni dinin yasaklarıdır.Örneklemek gerekirse hala Anadoluda sizlerde bilirsiniz birisi kötü birşey yaptığı zaman halk kişiyi "Bak sen dinsiz,İmansızın yaptığına"diye tanımlarlar,yada "Allah'tan korkmaz kuldan utanmaz"derler.Vicdan olgusu zaten Allah korkusudur kişi kendine hesap verme gibi bir durumda değildir Allah'a vereceği hesabı düşünür bu tamamen bilinç altımıza yerleşmiş olan bir düşücedir ne kadar inkar edilmeye çalışılsıda,,çocukken yaramazlık yaptığımızda kırılan vazo umurumuzda değildir ama annemize vereceğimiz hesap bizi korkutur.

Gönderi tarihi:
Yazdıklarınıza katılmamak mümkün değil,Bencede ahlak kuralları tamamen dinsel kökenlidir.Bu etik kuralların doğrularını ve yanlışlarını insan toplumuna dinler öğretmiştir,dikkat ederseniz hukuk kuralları içerisinde ki kurallarla din içerisinde ki bir çok kural benzeşir.Bugün bize ****** gelen bir çok eylemi red etmemizin asıl nedeni dinin yasaklarıdır.Örneklemek gerekirse hala Anadoluda sizlerde bilirsiniz birisi kötü birşey yaptığı zaman halk kişiyi "Bak sen dinsiz,İmansızın yaptığına"diye tanımlarlar,yada "Allah'tan korkmaz kuldan utanmaz"derler.Vicdan olgusu zaten Allah korkusudur kişi kendine hesap verme gibi bir durumda değildir Allah'a vereceği hesabı düşünür bu tamamen bilinç altımıza yerleşmiş olan bir düşücedir ne kadar inkar edilmeye çalışılsıda,,çocukken yaramazlık yaptığımızda kırılan vazo umurumuzda değildir ama annemize vereceğimiz hesap bizi korkutur.

 

İçinizde korku olmasa doğruyu güzeli asla bulamazsınız zaten.

Ya korkacaksınız ya ödül hevesiyle yanıp tutuşacaksınız başka türlü kendi

kişiliğinize erişmeniz mümkün değil kendi kişiliğiniz,kararlarınız,vicdanınız,düşünceleriniz bir hiç

olmuş.

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.