Φ EmiLY_pandora Gönderi tarihi: 1 Aralık , 2005 Gönderi tarihi: 1 Aralık , 2005 Yüreğimden gelen sözleri dudaklarımdan gönderiyorum Boynu bükük yetimler gibi, bir bir geri dönüyorlar Ve yüreğimdeki yetim çocuklar, yalnızca seni ağlıyorlar Evet, yüzleşipte sayamadığım bu yetim sözlerim Beni her yazdığım kelimede asilce terk ediyor Ve geri dönmeyeceklerini bilerek çocuklarım gidiyor Zamansız gelen bir deprem gibi,yıkmıştın evimi Oysa omuzlarım düştüğü halde,taşıyordum yükünü İnanmayacaksın ama, beklemiyordum bu son zulmünü Sonra, amansız bir fırtına çıkardın bunların üstüne Bilmiyordun değilmi? Evdeydim,toplayamamıştım gücümü Ama sen herşeyi dağıtıp, savurmakta buldun çözümü Ne garip değilmi, sen dağıtıyorsun bense topluyorum Tıpkı ev yapmak için kazılan bir toprak yığını Ya da yerleşim için yok edilen yağmur ormanları gibi Bazen belkide buyüzden sevdik birbirimizi diyorum Bir tarafta gece karanlığı, diğer taraftaysa güneş ışığı Ama en önemlisi ise, ikisinin birbirini tamamladığı Zamanı gelmişti ayrılığın diyordun şimdi anlıyorum Haklıydın, çünkü seni çok ama çok derin sevdim Haklıydın, çünkü isteseydin canımı bile verebilirdim Artık dağıttığın evime,bedenime,yüreğime üzülmüyorum Yeniden seni mutlu etmek, güldürmek isteyebilirdim Ya da bir daha fırtınalı bu aşkı,yaşayalım diyebilirdim Olsun, yinede çiğnendiğim halde bütün suç bende Sana o denli değer ve aşırı ilgi göstermemeliydim Senden uzak durmalı ve herşeyi senden beklemeliydim Yapamadım, çünkü bu kalleşçe bir çıkarcılıktı gözümde Seni hiçbir karşılık beklemeden,ömrümce sevmeliydim Çünkü ben sadece, ölümsüz aşklara inanan biriydim Yazdıkça rahatladığımı sanıyorum ama boşluğa düşüyorum Bir anda tüm duygularım,yaşadıklarım silinmiş gibi oldu Zamanında diyemediğim sözlerse, bu kadar yer doldurdu İlginç, söylenecek sözleri,ancak bir kağıda sığdırabiliyorum Oysa yaşadığımız heran, binlerce sayfa oluştururdu Ama bitti artık gülüm, kalansa bu bir yapraklık kağıt oldu Alıntı
Φ ERBAY Gönderi tarihi: 1 Aralık , 2005 Gönderi tarihi: 1 Aralık , 2005 Aldanış Yıkılmak,ezilmek her gün biraz daha Dostlar değişiyor aldanmalar değil, Aksimizden eser yok şimdi o sularda Çirkin olan biziz aynalar değil... ****** ellerin şerefe kaldırdıkları Şişeler,kadehler o cam kırıkları Götürün,götürün bu aydınlıkları İçimde güz başladı ilkbahar değil, Ne bir anlayışlı el,ne bir dost bakış Biraz ümit,biraz hayal sonra aldanış En güvendiğimiz tepelere kar yağmış Deniz o deniz değil,dağlar o dağlar değil... . Ümit Yaşar Oğuzcan Alıntı
Φ ERBAY Gönderi tarihi: 3 Aralık , 2005 Gönderi tarihi: 3 Aralık , 2005 Senin Korkularını Benim İnceliğimi Ayrılık ne biliyor musun? Ne araya yolların girmesi, ne kapanan kapılar, ne yıldız kayması gecede, ne ceplerde tren tarifesi, ne de turna katarı gökte. İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık! İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini, birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine. Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken, duvarlara dalıp dalıp gitmesi. Türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık. Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin. Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun. Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya. İki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı, hüznün arması ayrılık. O küçük ölüm! Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan. Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından gidip ağzını yıkadığında başlamıştı. Ben bulutları gösterirken, “bulmacanın beş harfli yemek sorusuna” yanıt aramanla halkalanmış, “Aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı” türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş, Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip, “bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı? ” diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan. Şimdi anlıyormusun gidişinin neden ayrılık olmadığını, bir yaprağın düşmesi kadar ancak, acısı ve ağırlığı olduğunu. Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını. Boşluğa bir boşluk katmadığını, kar yağdırmadığını yaz ortasında.... Ne mi yapacağım bundan sonra? Ayak izlerimi silmek için sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce. Şiir yazmayacağım bir süre, Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye. Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim. Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim. Falcı kadınlara inanmayacağım artık. Trafik polislerine adres sormayacağım, Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye.... Ne yapacağımı sanıyorsun ki? Tenin tenime bu kadar sinmişken, ömrüm azala azala önümden akarken, gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken.. Senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime, bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım. Şükrü Erbaş Alıntı
Φ EmiLY_pandora Gönderi tarihi: 5 Aralık , 2005 Yazar Gönderi tarihi: 5 Aralık , 2005 Asenkron anıların toplamı bile olmayan bir anektod olmalı tüm yaşadığımız. Şimdi anatomisini hangi kelimelerle yazabileceğimi bilmediğim kısa ve yakın tarihi düşlerimin. Şimdi eşkalini bile tarif edemeyeceğim yeni doğmuş bebek olmalı aşkımız, doğarken öldürdüğün... Sen; çok sevilmenin aristokrasisinde, göremediğin klişelerle gündeliğin kalabalık ayrıntılarında vurdumduymazca yaşıyordun. Farkına vardığın her doğrudan kaçtığın, heybeti gizinden uğultulu bir ormandı için.. koşuyordun, geçtiğin yerlere bir işaret bile bırakmadan. Hep aynı yerlerden geçiyordun. Kalabalık, tenhalığını saklıyordu. Görmüyordun. Sen; yalan bir sestin telefon ahizesinde. Sesinde adres sorar gibi bir çekingenlik, uzun zamandır sigarasını yakamayan bir insanın müptela yangınlarını haberdar eden bir telaş ve onarılması zor bir kırgınlık vardı. Ben ise iflas etmiş bir hayal taciriydim, asılsız haritaların coğrafyasında kendi ütopyasını ararken, hep ertelediği iklimlerinde, başkalarına mevsim tarifleri yapmaya çalışan birisiydim belki de bir korsandım kendi gömütlerinin peşinde... Sense kayıp hazinelerin tarifi yabancı bir lehçe aşkın anadilinde... Ne kadar çok inanıyordum içgüdülerime, ne kadar içtendi sana söylediğim aşk güdümlü kelimelerim. Sen ya haritanın kayıp parçası ya da hazinenin kendisi olmalıydın. Sen; gündeliğin sıradan ayrıntılarında birkaç sayfası eksik olan bir kitabı okuyordun. Okuduklarının öznesi, yaşadıklarının ise yüklemi uymuyordu lirik bir yaşamın gramerine. Bense bakışlarını kaçırdığın bir ayrıntıydım ve çok sevilmenin aristokrasisine değil, çok sevmenin emeğine inanıyordum. Şimdi bir inançlarım kaldı yangında ilk kurtarılacak bir de yüreğim, ilk yangında tekrar yanacak...... Biliyor musun? Ne içgüdülerimden vazgeçtim ne inançlarımdan ve ne de eksik haritalardan. Şimdi sana yazdıklarım; içgüdülerimden baktığım falın dindirilemeyen inatçılığıdır. Okuduğun devrik cümleler metni; devrilemeyen bir yazgının en belirgin kopyasıdır. Belki de telefona yanıt vermemeliyim bir süre, belki telefondaki o sesin buğusuna bir şeyler yazma arzusundan arınmalıyım. Seni çıkartmalıyım içimden... Seni soyunmalıyım... Telefon konuşmalarımızı hatırlıyor musun? Açıklayabiliyor musun birbirini hiç görmemiş iki insanın diyaloglarını? Ortak paydalarımızın çokluğu muydu, ortak bir yaşamı çağrıştıran? Bir sihirdi bir ihtimal, kısık, durağan, kadife kelimelerin tüm dökümü. Tebessümler tanıdık, beklentiler ortak, ardından koşulan çağrışımlar aynı keman ve piyanonun düetiydi. Hiç yaşanmamışlığın açıklanabilir kıldığı şaşkınlığımızla kaldırıyorduk düşlerimizi, düştükleri yerlerden. Ürküyorduk da kırılganlığın verdiği bir telaşla. En önemlisi; birbirimize benzediğimizi hissediyorduk. Bu ikimiz için de bir ilkti belki de. Tereddütlü kararların, yadsıdığımız tutkuların, alışkanlıkların sonunu getiren bir “ilk”... Biz de erken çözüldük o sihir gibi “İlk”ler sonlara daha yakınmış bilmiyordum...... Şimdi bir siren sesi gibi geliyor telefonun o akşamki sesi, artık ne zaman telefonum çalsa, çalınmış bir çocuk ihbar ediliyor aşka duyduğum güven(liği)in güçlerine. “Gidiyorum” dedin. “Yarım saat sonra” Her şey yarımdı artık... ...ve şimdi hiç birini hafızama, hiçbir zaman yerleştiremeyeceğin açıklamalarınla; bir kere olsun görmeden, bir kere olsun dokunmadan, bir kere olsun inmeden göz bebeklerimden içime, öylece gidiverdin işte Yeni bir şehir, yeni bir hayat korkutuyordu seni. Karı zararı hesaplayamıyordun sana önerdiğim takasta. Senin bile şüphe duyduğun bir şehire, bir geçmişe, temize çekilme saati çoktandır çalan bir yaşama, aslında hiçbir şeyin tam olarak açıklayamadığı bir şeylere, ağır bir şikeyle mağlup ediyordun kendi hayatını. Kolay Gelsin Alıntı
Misafir Zıplayan Dana Gönderi tarihi: 5 Aralık , 2005 Gönderi tarihi: 5 Aralık , 2005 EmİLY, Çok güzel bir yazı... Haddimden çok beğendim. Alıntı
Misafir MohiCaN Gönderi tarihi: 5 Aralık , 2005 Gönderi tarihi: 5 Aralık , 2005 Şimdi bir inançlarım kaldı yangında ilk kurtarılacak bir de yüreğim, ilk yangında tekrar yanacak...... Alıntı
Φ EmiLY_pandora Gönderi tarihi: 6 Aralık , 2005 Yazar Gönderi tarihi: 6 Aralık , 2005 Uzaklardan bir ses olmanı isterdim, bir selam, bir nefes... "Üşüme" diye seslenmeni isterdim... Bir el olmanı isterdim, bir kol... "Özledim" deyip sarılmanı... En karanlık yerinde düşlerimin çıkıp gelmeni isterdim. Kınalı bir bahar gibi, umut ışığı olmanı isterdim hayatıma... Gelseydin ve yaslasaydım başımı omuzuna, ağlasaydım doya doya ... Geçerdi üşümesi yüreğimin, geçerdi üşümesi içimin, kirpiklerimde yağmurlar dumanlanmazdı biliyorum... Ama nafile, aramızdaki bütün yollar kapalı... Bütün dallar kesik... Yokluğun buz gibi soğuk... Üşüyorum... Yüreğim de donmuş sanki. Gözlerimde... Ateşler içinde bedenim... Öyle bir üşüme ki, hiç bir şey ısıtmıyor artık. Bütün uzuvlarım uyuşmuş. Ezip geçiyor ruhumu acılar... Yoksun işte, kalbimin kuyusu en hazin sesle inliyor şimdi. Kirpikleri kırılan bir zamanın teninde, ağrılı şiirler topluyorum gecelere şimdi... Bilirim, sevmek ve özlemek bir ateşe dokunmaktır; yakmaktır yüreğini yangınlarda. Ama ben üşüyorum. Yokluğun buz gibi soğuk. Yakacak bir şeyimde yok… Ağlıyorum, buza dönüşüyor gözyaşlarım… Ağlıyorum, akıp gidiyor gözyaşlarım çağlayanlara… Bakakalıyorum ardından çaresiz… Ah! bir el olsan dokunsan alnıma, okşasan saçlarımı bir baba şefkatiyle.. Geçerdi ağrısı başımın, geçerdi biliyorum... Bir gül olsaydın bahçemde, koklasaydım nefes nefes, çekseydim içime derin derin... Bir göz olup baksaydın gözlerime, çekip alsaydın içindeki hüznü... Ah! bir bilsen nasıl sevinirdi yüreğim, nasıl sevinirdi dudağımdaki gelincik, kapımdaki akasya... Susuyorum artık derin derin... Ve sessizce soluyorum bir hazan yaprağı gibi... Oysa ne kadar çok hasretim konuşmaya, anlatmaya anlaşılmaya... Oysa ne çok istiyorum, tüm bedenimden söküp almanı yalnızlığımı, hicranımı bir tılsımla... Yüreğim kanrevan, dikenler acımasız, ayaklarım kırık koşamıyorum artık doruklara, menzil uzak... Gel. Yüreğim ol seher gülüm, her ölümümde bana yeniden hayat ver. Elim ol, ayağım ol, canım ol... Gecem - gündüzüm ol... Ağlayan gözlerim ol her damlada yeniden doğur beni, yeniden doğur umudumu. Her öldüğümde yeniden yarat ki, seni ne kadar özlediğimi anlatayım yeryüzündeki bütün canlı cansız varlıklara, ne kadar çok sevdiğimi ... Önce sen gel sevgilim solmadan resimler, şiirler sislenmeden... İslenmeden geceler ... Sonra ölüm gelsin... Yoksun işte, kalbimin kuyusu en hazin sesle inliyor şimdi. Artık ismini sen koyma İsmi zaten en Başından Koyulmuş.......... Alıntı
Φ BlackWhite Gönderi tarihi: 18 Ocak , 2006 Gönderi tarihi: 18 Ocak , 2006 bana her bakışın aşk bulaştırdı üzerime, senin için umutlar büyüttüm çocuksu düşlerimde, sana gelirken yüreğimde umut vardı. şimdi bir demet hüzün bıraktın bende... ilk yıkılışım değil bu,ilk hayal kırıklığı,ilk kaybediş değil. mavi bir göğü olmadı hayallerimin, sen yüreğimi çaldın hırsız gözlerinle. bana kaldı hayat denilen intihar, bir demet hüzün bıraktın yüreğimde... oysa ben avuç avuç sevgi topladım yürüdüğün yollardan. görmedin sana titreyen dalı, yollarına serdiğim gençliğimin üzerine basıp geçtin... sen mahrem düşlerimi çaldın benim. dar günlere saklanmış umutlarımı,el gün için biriktirilmiş tebessümlerimi, biliyorsun,herkesin saklanmış bir yarası vardır hayatta.. sen bütün yaralarımı sattın çarşı-pazar, zaten yaralıydı yüreğimde,bir de sen... bir demet hüzün bıraktın bende... söyle neden?neden beni katladın üçe dörde? yüze beşyüze neden böldün beni? bir han gibi kilit vurdun yüreğime, neden bir demet hüzün bıraktın bende...? belki de ucuz kahramanlar gerek sana, ben yüreğimi bir kartvizit gibi yakamda taşımam ki... cebimde bozuk para değildir ki aşk... bir yanım çocuk masumluğudur bu yüzden, ben seni gerekçesiz ve neticesiz sevdim. ve nasıl sevmişsem seni,böyle dolu dizgin, ulu orta,öylece hüzne belenmişim işte! bir demet hüzün oldun bende... sen çocuksu düşlerimin katili, başı sonu belli bir cinayetin meçhul maktülü. üşüttün beni ateşlerde,yağmurlarda yaktın. hüzün oldun... bundan sonra ihlal ediyorum yürek yasalarını ve ilan ediyorum. sen bir demet hüzünsün yüreğimde büyüttüğüm... bak senin için şiir doldu gözlerim,şairce ağlayacağım. madem ki;söndürdün lanbaları, o zaman yakma!karanlığına alışacağım... Alıntı
Φ CILGIN Gönderi tarihi: 7 Şubat , 2006 Gönderi tarihi: 7 Şubat , 2006 Uzaklardan bir ses olmanı isterdim, bir selam, bir nefes... "Üşüme" diye seslenmeni isterdim... Bir el olmanı isterdim, bir kol... "Özledim" deyip sarılmanı... En karanlık yerinde düşlerimin çıkıp gelmeni isterdim. Kınalı bir bahar gibi, umut ışığı olmanı isterdim hayatıma... Gelseydin ve yaslasaydım başımı omuzuna, ağlasaydım doya doya ... Geçerdi üşümesi yüreğimin, geçerdi üşümesi içimin, kirpiklerimde yağmurlar dumanlanmazdı biliyorum... Ama nafile, aramızdaki bütün yollar kapalı... Bütün dallar kesik... Yokluğun buz gibi soğuk... Üşüyorum... Yüreğim de donmuş sanki. Gözlerimde... Ateşler içinde bedenim... Öyle bir üşüme ki, hiç bir şey ısıtmıyor artık. Bütün uzuvlarım uyuşmuş. Ezip geçiyor ruhumu acılar... Yoksun işte, kalbimin kuyusu en hazin sesle inliyor şimdi. Kirpikleri kırılan bir zamanın teninde, ağrılı şiirler topluyorum gecelere şimdi... Bilirim, sevmek ve özlemek bir ateşe dokunmaktır; yakmaktır yüreğini yangınlarda. Ama ben üşüyorum. Yokluğun buz gibi soğuk. Yakacak bir şeyimde yok… Ağlıyorum, buza dönüşüyor gözyaşlarım… Ağlıyorum, akıp gidiyor gözyaşlarım çağlayanlara… Bakakalıyorum ardından çaresiz… Ah! bir el olsan dokunsan alnıma, okşasan saçlarımı bir baba şefkatiyle.. Geçerdi ağrısı başımın, geçerdi biliyorum... Bir gül olsaydın bahçemde, koklasaydım nefes nefes, çekseydim içime derin derin... Bir göz olup baksaydın gözlerime, çekip alsaydın içindeki hüznü... Ah! bir bilsen nasıl sevinirdi yüreğim, nasıl sevinirdi dudağımdaki gelincik, kapımdaki akasya... Susuyorum artık derin derin... Ve sessizce soluyorum bir hazan yaprağı gibi... Oysa ne kadar çok hasretim konuşmaya, anlatmaya anlaşılmaya... Oysa ne çok istiyorum, tüm bedenimden söküp almanı yalnızlığımı, hicranımı bir tılsımla... Yüreğim kanrevan, dikenler acımasız, ayaklarım kırık koşamıyorum artık doruklara, menzil uzak... Gel. Yüreğim ol seher gülüm, her ölümümde bana yeniden hayat ver. Elim ol, ayağım ol, canım ol... Gecem - gündüzüm ol... Ağlayan gözlerim ol her damlada yeniden doğur beni, yeniden doğur umudumu. Her öldüğümde yeniden yarat ki, seni ne kadar özlediğimi anlatayım yeryüzündeki bütün canlı cansız varlıklara, ne kadar çok sevdiğimi ... Önce sen gel sevgilim solmadan resimler, şiirler sislenmeden... İslenmeden geceler ... Sonra ölüm gelsin... Yoksun işte, kalbimin kuyusu en hazin sesle inliyor şimdi. Artık ismini sen koyma İsmi zaten en Başından Koyulmuş.......... emilay gercek ten cok guzel tşkler Alıntı
Önerilen İletiler
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.