Gönderi tarihi: 4 Şubat , 2007 18 yıl 'Su savaşları kapıda' Eski Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Butros Butros Gali, su kaynakları için rekabetin, Afrika ve Orta Doğu'da savaşların fitilini ateşleyebileceğini savundu. Narmada nehri BBC Radyo 4'te yayımlanan 'Today' programına katılan Butros Butros Gali, uluslararası topluma, su kaynaklarının ülkeler arasında adil paylaşımının sağlanması çağrısı yaptı. En büyük tehlikenin Nil Delta'sında bulunduğunu, bölge ülkeleri arasında su nedeniyle askeri çatışmanın neredeyse kaçınılmaz olduğunu söyleyen Gali, tek çözümün suyun adil paylaşımı olduğunu vurguladı. Mısır, öteden beri Nil Nehri'nden en fazla yararlanan ülke. Ancak nehrin, Beyaz Nil ve Mavi Nil adlı kolları üzerinde bulunan ülkeler giderek daha fazla pay talep ediyor. Örneğin Etiyopya'daki Tana Gölü Mavi Nil'in kaynağı. Ancak ülke, nehirden hiçbir şekilde faydalanamıyor. Etiyopya'daki kuraklık nedeniyle, milyonlarca insan yaşamak için gıda yardımına muhtaç durumda. Etiyopya hükümeti, bu doğal kaynağı kullanabilmek için gerekli altyapıya sahip olmadığını söylüyor ve uluslararası destek arıyor. Mısır ise, nehirden etkili olarak yararlanıyor ve çölü tarıma elverişli hale getiriyor. Kenya ve Tanzanya da, Nil'den daha fazla pay talep eden ülkeler arasında. Daha önce Mısır Dışişleri Bakanlığı da yapmış olan Butros Butros Gali, Mısırlıların, sorunun çözülmemesi durumunda, ileride karşılaşabileceklerinin farkında olmadıklarını söylüyor. Su paylaşımı, sadece Nil Deltası'nın değil, Orta Doğu'nun da büyük bir sorunu. Butros Butros Gali, daha önce de, su sorununun Orta Doğu'yu savaşa sürükleyebileceği uyarısı yapmıştı. Gali'ye göre, ileride kurulacak bağımsız bir Filistin devleti, su kaynakları İsrail'in elinde bulunduğu sürece yaşayamaz.
Gönderi tarihi: 4 Şubat , 2007 18 yıl Yazar Ortadoğu'daki gelişmeleri; sinema ekranında üzerimize doğru gelen trenin gerilimini hissederek fakat "nasılsa tren ekrandan çıkamaz" şeklinde bırakmak istemediğimiz sahte bir güvenle seyrediyoruz. Bu arada; düşünsel altyapımıza, "ABD Suriye'ye saldırmaya hazırlanıyor", "ABD İran"'a saldırmaya hazırlanıyor" şeklinde cümlelerle serilen kurguda; ABD'nin saldırı hazırlıkları sırasında aynı zamanda Türkiye'nin çevresini askeri ve lojistik olarak kuşattığı gerçeği perdeleniyor. Medyanın manşetlerinde sakız yaptığı "ABD İncirlik'i istiyor" konusu ise; ABD'nin, Türkiye'nin lojistik altyapısını nasıl kullandığını; Türkiye topraklarının ve imkanlarının, İran'a yönelik ne tür çalışmalar için kullanıldığını bilen bizler için sadece eğlencelik bir konudan öteye geçmiyor. Bütün bunlar olurken; Uluç Gürkan babasının vefatı üzerine kaleme aldığı yazısında, 1964'te Kıbrıs'a çıkartma girişimi sırasında, hastalanan komutanının yerine, 39 Tümen komutanı olarak Kıbrıs'a hareket eden çıkartma birliğinin başındaki babasının kendisine bıraktığı mektuplardan sözediyor. Gürkan; babasının komutasındaki birliklerin, ABD'nin "6 Filo ile birliklerinizi engelleriz" tehdidi ile geri çekilmesi üzerine yaşadığı hayal kırıklığını, "ben emirlerimi Türk Hükümetimden aldığımı zannediyordum" cümlesi ile nasıl dile getirdiğini açıklıyor. Bunlar gerçekleşirken; ABD'ye karşı savaş fikrini "hastalıklı düşünce" ilan eden eski bir MİT Müsteşarı ile; "Süveyş'i işgal etmeyi planlamıyorsak Kıbrıs'ın stratejik önemi yoktur" diyen eski bir donanma komutanı; ekranlarda Ermenistan'dan; Irak'a çeşitli konularda ahkam kesmeye; "müttefiklik", "küreselleşme", "BOP" masalları okumaya devam ediyor. Fakat emekli Tuğgeneral Eslen'in yorumlarında sık sık vurguladığı gibi : "ABD'nin deşifre olmuş isimlerle kendi propagandasını yaptırmaya devam etmesi artık pek fazla etkili olmuyor". Tezin de, anti-tezin de bu kadar manipülasyona açık hale geldiği bir ortamda; Tezide, anti-tezide ofsayta düşürecek Alternatif Düşünce Sistematiklerini - ADS Teorileri (bazıları buna komplo diyor); Olasılık Matriksimize yerleştirmemiz gerekiyor. Türkiye'deki psikolojik harp sahnesine baktığımızda; kitlelerin uyanışı karşısında manevra alanı daralanların; kitleler kadar, devletin bürokratlarına yönelik de nitelikli psikolojik harp operasyonları gerçekleştirdiğini ve bu operasyonların temel maksadının; Türkiye'nin güvenlik bürokrasisinin gözünde, geleceğe yönelik bir olasılık setinin ağırlığını arttırırken; diğerlerini düşürmek ve hatta "komplo teorisi" olarak marjinalize etmek olduğunu görüyoruz. "Müttefik" bildiklerimizin "esas" niyetlerinin, "komplo" diye küçümsenen olasılık setinin arkasına gizlenmişken; devlet reflekslerimizin sahte/perde bir olasılık seti üzerinden kurgulanarak; Türkiye'yi tuzağa düşürecek tarihsel mizansenlerin yaratılması ciddi bir tehdit olarak karşımıza duruyor. Herhangi bir tezi derinleştirmeden önce; sözkonusu tezin boynundan "saçma" yaftasını çıkarmak gerekir. Eski MİT Müsteşarlarının bile; "ABD'ye karşı savaşmayı" "hastalıklı düşünce" olarak nitelendirdiği; Medyanın bir "medeniyet" yaygarası peşinde koca bir "AB Pravdasına" dönüştüğü bir ortamda, alternatif düşüncenin "saçma" olarak nitelendirilmesi için zeka değil, "kaba medya kuvveti" yeterli olmaktadır. Bunun için sözkonusu tezi oluşturan alt unsurları en az üç temel zemin üzerinden meşrulaştırmak şarttır. a ) Daha Önce Olmuştu - Tarihsel Meşruiyet b ) Daha Önce Olmasa Bile; Olması İçin Gerekli İşbirliği Kanalları Mevcuttur - Mekanik Meşruiyet c ) Olduğunu Varsaymak Mevcut Tablonun Sonuçları ile Çelişmemektedir - Nedensel Meşruiyet Bu tür sıradışı tezleri; reddedilemez noktasına taşıyacak olan bir başka meşruiyet zemini daha mevcuttur ki; bu sağlandığı noktada zaten alternatif düşünce sistematiği; "tez" kategorisinden sıyrılıp, ete kemiğe bürünür. "Kanıtsal Meşruiyet" zemini diye adlandıracağımız bu zemini sağlamanın zorluğu; bir enformasyon/dezenformasyon cennetine dönüşen dünyamızda malumunuz. Fakat yokluğu; bir alternatif düşünce tezinin yanlış olduğu anlamına gelmez. Sözkonusu meşruiyet zeminlerini "11 Eylül komplosu" üzerinden test ettiğimizde; Tarihsel Meşruiyet; Pearl Harbour baskınından ABD devletinin önceden haberdar olduğunun belgelerinden, Kennedy'nin Savunma Bakanı McNamara'nın Küba'nın işgalini "meşru" kılmak için hazırladığı "Operation Northwood"' belgelerine kadar bir çok unsur; 11 Eylül'le ilgili ADS teorilerinin tarihsel meşruiyetini oluşturmaktadır.... ABD daha önce savaş çıkarmak için kendi ülkesine saldırılmasına gözyummuştu... Mekanik Meşruiyet; "Arap terörist" olarak gözüken "Bin Ladin"'in Afganistan'ın Sovyetler tarafından işgali döneminde CIA'nin uzantısı olduğu gibi nispeten bilinen bilgilerin aydınlatılmasından öte; Bush ailesinin ve ABD'de yönetimi ele geçiren küresel cuntanın; Bin Ladin ailesi ile ilişkiler ağının deşifre edilmesi ile daha bir güçlendi.. Nedensel Meşruiyet; ABD'nin her geçen gün; ülkesine saldıran Bin Ladin'i unutup, "terörle savaş bahanesi" arkasına saldırarak; kendi emperyalist hedeflerini gerçekleştirmesi ile, "11 Eylül'ü İslamcı teröristler yaptı" tezinin, "11 Eylül; bir terörist saldırıdan çok, ABD'nin başlattığı küresel operasyonun işaret fişeği olarak dünya kamuoyunu ikna operasyonudur" tezinin güçlenmesi ile daha da sağlam bir zemine oturdu... Tarihin en şeytani komplosu olarak belleklere kazınan 11 Eylül'ün mimarları bile bazı somut kanıtların ortaya dökülmesini engelleyemediler ve bir-iki sene öncesine kadar bir kaç radikal sitedeki veriden oluşan, "Kuleler kontrollü patlama ile çökertildi", "uçaklar tanker uçaklarıydı", "Pentagon'a çarpan Boeing değildi" gibi iddialar, artık kanıtları ile birlikte ana medyanın gündemine dahi girmeye başladı. Dolayısı ile 11 Eylül "komplo teorisi"; tarihsel, mekanik ve nedensel meşruiyetten sonra da bir de çok güçlü bir kanıtsal meşruiyet zemini üzerinden farklı bir noktaya geldi. İşte bizde; "İsrail ile İran arasında bir kontrollü savaş senaryosunun" gündemde olabileceğini; olası bir doğru olarak üç meşruiyet zemini üzerinden ortaya koyacağız. Kanıtsal meşruiyeti ise ancak zaman sağlayabilir.
Gönderi tarihi: 7 Şubat , 2007 18 yıl Türkiye'nin nereye kostugunu degilde nereye kaydigini söyleyebilirim;sonu bilinmeyen bir mechule,umarim ki bu mechul bir yere carpip durmakla son bulur,ama ya mechulün sonu bir ucurumsa?? Saygilarla
Gönderi tarihi: 9 Şubat , 2007 18 yıl Yazar Ortadoğunun zenginliği gözleri kamaştırıyor bu kamaşmada türlü entrikalarda Türkiye'de hedefin en başında yer alıyor, bişey olmazcılar, bu ülkede sorun mu var diyenler, herşey yolunda ekonomi büyüyor masalına inananlar, su kaynakları kurumaktaymış, petrol yasaları el kol bağlarmış, Türkiye Cumhuriyetinden, azınlıklar cumhuriyetine sürülüyoruz, ama ne ola ki bunlarda mesele mi? ortadoğuda asıl ağızları sulandıran petrolmü gerçekten yoksa petrol artık yerini başka şeylere bırakacakken asıl yaşamsal kaynaklar yani su yani dicle ve fırat mıdır iştahları kabartan... dünyanın gelecek 10/20 yılında su kaynakları en önemli etken olacak... petrolün yerini başka bir enerji alacaktır ama ya suyun yerini alacak başka bir şey varmı? geleceğini göremeyen ve planlayamayanlar, dünya değişirken o değişime seyirci kalmaktan öte hiç bir şey yapamazlar, geleceği planlayanların oyunlarında kaybolup giderler... etnikti, dindi, laiklikti, idealdi, sen haklıydın, ben haklıydım derken atı alan Üsküdar'ı geçmese bari... -------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------- H2O. Dünyanın ¾’ü, vücudumuzun 2/3’si. Yaşamın ta kendisi. Yaşamın temel kaynağı olan su; tarımsal üretim, endüstriyel kullanım, enerji üretimi, ulusal güvenlik gibi konularda da önemli bir yere sahip. Suyun yeterli ve uygun kalitede olması, ekonomik ve sosyal kalkınma için de gerekli. Türkiye’de suyun %75’i tarımda , %15’i evsel amaçlı ve %10’u da sanayide kullanılıyor. Sahip olduğumuz sınırlı su kaynakları, geri dönülemez biçimde tükeniyor. Türkiye’de son 40 yıl içinde 1 milyon 300 bin hektar sulak alan tarımsal amaçlı kurutma, doldurma, aşırı su kullanımı gibi nedenlerle ekolojik ve ekonomik işlevini yitirdi. Türkiye’de su kullanımıyla ilgili en büyük sorun, özellikle tarımsal su kullanımında yaşanıyor. Tarımda kullanılan suyun büyük bir kısmı yanlış sulama teknikleri ve taşıma sırasındaki kayıplar nedeniyle boşa harcanıyor. Kaçak kuyular, aşırı yeraltı suyu çekimi sonucu su kaynakları kuruyor ve yok oluyor. Hotamış Sazlıkları, Eşmekaya Sazlıkları, Suğla Gölü bazı örnekler… Sulak alanların kaybı önce kuşları, sonra da insanları göçe zorluyor. Türkiye’de suyun %10’u sanayide kullanılıyor ancak burada da su kaynaklarının aşırı kullanımı ve kirlenmesi gündeme geliyor. Tüm sektörlerde kaçak su kullanımının önüne geçilmesi ve sanayinin kullandığı suyu geri dönüştürerek yeniden kullanması gerekiyor. Yapılan araştırmalar bir litre atık suyun sekiz litre içme suyu kirlettiğini ortaya koyuyor. Su kaynaklarına yakın verimli tarım arazilerinin de sanayinin gelişimi için gözden çıkarılması diğer bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye’de nüfus artışı, köyden kente göç, plansız kentleşme ve su havzalarının yapılaşmaya açılmasına bağlı olarak içme suyu kaynakları kirlenip tükeniyor. Türkiye’de bugün nüfusun %7’si sağlıklı içme suyundan yoksun. Kişi başına düşen yıllık yaklaşık 1.400 m3 su miktarıyla Türkiye, su fakiri olma yolunda bir ülke. 2030 yılında Türkiye’de nüfusun 80 milyona ulaşacağı ve kişi başına 1.100 m3 kullanılabilir su düşeceği tahmin ediliyor. Bu da Türkiye’nin gelecekte su sıkıntısı çeken bir ülke olacağını gösteriyor. Biz WWF-Türkiye olarak; susuzluk tehlikesini bertaraf edebilmek için ülkemizin su kaynaklarının çok dikkatli yönetilmesi, yeraltı suyu kullanımının düzenlenmesi ve su tasarrufunun tüm sektörlerde devlet tarafından teşvik edilmesi gerektiğine inanıyoruz. Suyumuza sahip çıkalım. Çünkü su varsa hayat da vardır.
Gönderi tarihi: 9 Şubat , 2007 18 yıl BIZIM ÜLKEMIZDE DERIN SU KAYNAKLARI VAR ÖNEMLI OLAN HIZLA YATIRIM BUNDAN GELECEK GELIRLE SADECE BUNA DÖNÜK YATIRIMIN DEVAMINI SAGLAMAK BU KENDI BASINA BÜYÜK SEKTÖR SIRF IC PIYASAYA GÖRE DÜSÜNSEN BILE BÜYÜK YATIRIM !!! BINLERCE ISYERI GELIR DEMEK (vergi) BU COGRAFYADA PETROL KADAR DEGERLI !!!fakat unutmayalim BIZDEKI SUYA AVRUPA BILE TALIP OLUR ICME SUYU ICIN !!! EVET BIZ BEKLIYORUZ BIRILERI AGZIMIZA MAMA VERSIN DIYE aslinda mama,nin kendisi bizleriz.,,., Birileri suyu boyuyor sekerliyor dünyayi elinde tutuyor.,. BIZ DE HERHALDE BOYA EKSIK !!! AKLIMA ILGINC BIR KONU GELDI,,, BIZ BU ÜLKEDE NIYE YASIYORUZ,,, Saygilar yamyam frankfurt
Gönderi tarihi: 16 Şubat , 2007 18 yıl Dünya su günü - 22 Mart Dünya su günü günü hakkında bilgi Su, bireylerin en temel gereksinimi olma ve başlıca ekonomik faaliyetlere kaynaklık etme özelliği ile ulusların devamlılığı için yaşamsal bir kaynaktır. Sosyal ve ekonomik faaliyetlerin sürmesi büyük ölçüde temiz ve yeterli su arzına sahip olmaya bağlıdır. Su kaynaklarının geliştirilmesi ekonomik üretkenlik ve sosyal refaha doğrudan katkı yapmaktadır. Öte yandan, nüfus ve ekonomik faaliyetler arttıkça birçok ülke hızla su sıkıntısı çeker duruma gelmekte ya da ekonomik gelişmeleri kısıtlanmaktadır. Sürdürülebilir kalkınma politikası doğrultusunda, su kaynaklarını tasarruflu kullanma bilinci yerel, bölgesel, ulusal ve uluslararası her düzeyde geliştirilmelidir. Su, hayatın kaynağı, dünyanın 3/4'ü; vücudumuzun % 80'i su. Kana kana içtiğimiz, duş yaptığımız, yağmur olup yağdığında sevdiğimiz ama sel olup aktığında korktuğumuz su. Su insan için çok önemli. Ama öte yandan da dünya nüfusunun artması, küresel ısınmaya bağlı iklim değişiklikleri, suyun yeryüzündeki dağılımı ve kullanım şekli, su ile ilgili ciddi sorunların ortaya çıkmasına yol açmaktadır. İşte bu konudaki gerçeklerin bir kısmı: • Dünyadaki tatlı suyun %80 i buzul olarak kutuplardadır. • Dünyadaki nehirlerin yaklaşık 2/3ü (yaklaşık 300 nehir) sınır ötesi su olarak bir kaç komşu ülke tarafından paylaşılmaktadır. Bu nehirlerin hemen hemen tamamı komşu ülkelerle sorunlara yol açmaktadır. • Yaklaşık 1,1 milyar insan temiz içme veya kullanım suyundan yoksundur. • Her yıl yaklaşık 5 milyon insan temiz su ile ilgili hastalıklardan dolayı ölmektedir. • 2025 yılında dünya nüfusunun üçte biri şiddetli derecede su sıkıntısı çekecektir. • Halen dünyada 2,8 milyar insan şehirlerde yaşıyor, bu rakam 2025'te 4,5 milyara yükselecek. Şehirler temiz suya daha fazla ihtiyaç duymakta olup aynı zamanda da daha büyük atık su sorununa yol açmaktadırlar. Şehir nüfusunun artması ciddi su sorunlarını beraberinde getirecektir. • Ülkemizdeki 3200 belediyenin yaklaşık 50 adedi kanalizasyon sularını arıtmaktadırlar. Başka bir deyişle nüfusumuzun yaklaşık 50 milyonuna ait kanalizasyon suları doğrudan nehirlere dolayısıyla göl ve denizlere akmaktadır. Bunlar, su ile ilgili gerçeklerin sadece bir kısmı. Bu ve buna benzer konuların ciddi bir şekilde dünya gündemine gelmesiyle BM Genel Kurulu 1993 yılı Aralık ayında aldığı bir kararla her yılın 22 Mart gününün " Dünya Su Günü" olarak kutlanmasını kararlaştırmıştır. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, 1992 yılında Rio de Janerio’da düzenlenen BM Çevre ve Kalkınma Konferansı’nda dünyada suyun giderek artan öneminden dolayı her yıl 22 Mart gününün "Dünya Su Günü" olarak kutlanmasına karar vermiştir. Ortaya çıkışı BM Çevre ve Kalkınma Konferansı’nın sonuç metni olan Agenda21’in su kaynaklarının gelişimi ile ilgili 18. bölümüne dayanan Dünya Su Günü, suyun önemi ile ilgili bilincin geliştirilmesi ve Agenda21’de sunulan önerilerin uygulanmasının sağlanması için, bütün ülkelerin ulusal düzeyde konferans, seminer, sergi, yayın ve doküman dağıtımı gibi bir dizi etkinlik yapmasını teşvik etmeyi amaçlamaktadır.
Katılın Görüşlerinizi Paylaşın
Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Hesabınız varsa, hesabınızla gönderi paylaşmak için ŞİMDİ OTURUM AÇIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.