Zıplanacak içerik
  • Üye Ol

Önerilen İletiler

Gönderi tarihi:

Hadiste İnsanlığın Yazılı Vahiy Serüveni

 

Muhammed İbn-i Cerir Et-Taberî Hazretleri, dünya tarihinin, başlangıcından o güne kadar ki kısmını anlattığı Tarihü'l- Ümem ve'l- Mülûk adlı eserinde Ebu Zerr-i Gifarî'ye (R.Anh) dayanan bir senedle Peygamberimiz'den (A.S.M.) su meşhûr hadis-i şerifi rivayet ediyor: " İnsanlığa 100' ü suhuf, 4' ü kitap olmak üzere 104 ilahî, yazılı mesaj gelmiştir. 10 suhuf Âdem'e, 50 suhuf Şît'e, 30 suhuf İdris'e ve 10 suhuf da İbrahim’e indirilmiştir."

 

Gayb aleminden gelen ve gayb aleminin dili olan ayetlere ve bir kısım hadislere, sırf zahirine bakılarak meal verildiği, mealden manaya geçilmediği yani bu sözle ne anlatılmak istenildiği anlaşılmadığı için bu gaybî ifadelerin mucizevî yönleri kaybolmuş, hatta bir kısım ayetler hakkında " tarihsellik " tartışması yapılmış, bir çok hadis-i şerife de " mevzû " damgası vurulmuştur.

 

Efendimizin (A.S.M.) geçmiş ve gelecek zamanla ilgili ve özellikle peygamberlerle ilgili ifadeleri birer ihbar-i gaybîdir. Bu perspektifken bakılarak hadisleri te'vile gidilmelidir. Gaybî yönleri göz önüne alınarak yapılacak yorumlamalarla şu an bizim için büyük kısmı karanlık olan geçmiş zamanı aydınlatacak ve geleceğe ışık tutacak bir çok tarihî, içtimaî hakikatler istihraç edilebilir.

 

Bu ve buna benzer, akla gelebilen, hadislerin ve ayetlerin daha iyi anlaşılmasında yardımcı olacak bilgiler ışığında mevzu-bahis olan bu hadisten, şu manalar çıkarılabilir:

 

1) İnsanlık, vahşet ve bedeviyet dönemini yasarken (1) , doğrudan kitaba yani sosyal hukuk ve geniş bilgi birikimine muhatap olacak seviyede değildi. Bundan dolayı Cenâb-ı Hak, temel basit bilgilerden ibaret olan suhuf ( sahifeler ) indirmiştir. Ne zaman ki o toplum Kitab'a muhatap olabilecek bir zihnî seviyeye ulaştı, o vakit Allah, o topluluğa kitap göndermiştir.

 

2) Uzak bir yere bakıldığında büyük cirimler görünür; Efendimiz'e (A.S.M.) geçmiş zaman gösterildiğinde -ki zamanen çok uzaktır- gözlerine, o devrin veya o devre hâkim olan etkinliğin şahs-i manevisi gözükmüştür. Çünkü gayb ve misal alemlerinde, maddî alemde olan her faaliyeti ve fikri temsil eden bir şahs-i manevî vardır. Peygamberimiz de geçmiş dönemlerin misalî levhalarına baktığında o dönemleri temsil eden eşhas-i maneviyeyi Âdem, Şît, İdris ve İbrahim (Aleyhimüsselam) suretinde görmüştür.

 

3) Âdem, insanlığın şahs-i manevisi olup Kur'an'da ve Tevrat'ta insanin manevî yapısını ve kültürel yönünü ifade sadedinde kullanılır; insanin maddî yönü nazara verileceği zaman ve maddî yaratılışı konusunda ise beşer ve insan kelimesi kullanılır.

 

Şît, harika maneviyat ve bilgi sahibi demektir. Şît, kelime kökü itibariyle yenilik ve harikalık demek olup olağanüstü anlamına gelir.

İdris, kelime kökü yönünden bakıldığında çok çok ders ve ilim yapan manasına gelmektedir. Hz. İdris bir çok ilimleri bilmekteydi. (2) Bu yüzden yeryüzünde kalemi ilk kullanan (3) ve yazıyı ilk kez yazanın o olduğuna dair rivayetler bulunmaktadır. Hermetik kültürün babası kabul edilen Hermes-i Kebîr'in İdris (A.S.) olduğu söylenilir. Yeryüzünde ilk ilmî faaliyetlere başlayan topluluk olan Sabiiler, Hz. İdris'in, peygamberleri olduğunu söylerler.

 

İbrahim, kelime manası ile herkesin, her dinin, her ırkın babası demektir. İbrahim’in (A.S.) Tevrat'ta ilk ismi Abram'dır. Abram büyük baba demektir. Evet, bir şahıs dengeli olunca, madde ile manayı bir ve beraber götürünce, sırat-i mustakimde gidince toplum için bir büyükbaba olduğunu gösterir. Hadis rivayetinden anlaşıldığı gibi, gayb aleminde İbrahim, büyük, dev, fakat o kadar da şefkatli bir baba olarak görünür, yanında çocuk gibi kalan diğer müminlere babalık yapar.(Sahih-i Buhâri)

 

Evet, Hz. İbrahim, bütün kâinatı ilgilendiren vahiy gerçeği ile serfirâz olunca, İbrahim oluyor. Yani herkesin, her dinin, her ırkın babası oluyor. Çünkü insanlık, dengeli yaşam demek olan bu İslam vahyine muhtaçtır. Ve ancak o dengeli bilgilerle insanlık güzel bir şekilde gelişebilir.

 

Beşeriyet, vahşet ve bedeviyetten, âdemiyetin esaslarını anlatan 10 suhufla kurtularak gerçek " âdem " oldu. 10 rakamı sembol ilminde(4) mükemmelliği temsil eder. İnsanlık, bu 10 suhuf ile Allah’ın, hepsi mükemmel olan isimlerine ayna olma hâsiyetine malik ve tüm eşyanın isimlerini bilerek meleklere rüçhâniyetini ispat eden ahsen-i takvîm sırrına mazhar olan âdem oldu. Sonra gönderilen, insanları soyut değerlere yönelten, madde ötesine açılmanın yollarını gösteren, maneviyat ve velayet muhtevalı 50 suhufla bu âdemiyet, manevî bir ilerleme kaydetti.

 

Tarihe bakıldığında insanlığın ilk dönemlerinde küllî bir maneviyâta yönelişin olduğu gözüküyor. Hz. Şît'e rivayetlerde " Hibetullah "(5) denilmesi de velayetin ve maneviyâtın insanlara Allah’ın ekstra bir lütfu, hibesi olduğuna dair latîf bir remizdir. Velâyetin ve maneviyâtın sembol ilminde 50 sayısıyla sembolize edilmesi de, bu fikrimizi ayrı bir noktadan destekler. İnsanlığın bu küllî maneviyâta yönelişinden sonra, bir kısım insanların, tabiatı incelemeye, varlıklar hakkında derinden derine düşünmeye yöneldikleri hatta ay ve güneş gibi gök cisimlerinin hareketleri konusunda hesaplamalara giriştikleri, elde bulunan kil tabletlerden ve mağaraların duvarlarına yapılan şekil ve işaretlerden anlaşılmaktadır. Hz. İdris böyle bir dönemin başlangıcında gelmiştir. Ona verilen suhuflarla ve onun şahsında temsil edilen ilim ve tedris faaliyetleri ile insanlık, daha önceki dönemde maneviyâtta ilerlediği gibi ilmen de küllî bir kalkınmaya başlamıştır. 3 rakamı sembolik dilde ilmin mukabilidir. Hz. İdris'e verilen suhuf sayısının 30 olmasıyla, O ve onun şahsında temsil edilen dönemde insanlığın, 10 bilimin temelini attığına ve küllî mükemmeliyetine yönelik 3 kademe ilerleme kaydettiğine ince bir işarette bulunulur. Basta astronomi, matematik, anatomi olmak üzere bir çok ilmin(6) temelleri o peygamber-i zîşan döneminde atılmış olup bu ilim dalları kademe kademe ilerleyerek günümüzdeki hallerine ulaşmışlardır. İnsanlık manevî ve maddiyâta yönelik ilmî faaliyetlerdeki kalkınmaları ile bir madde-mana dengesine doğru yaklaşmış oldu. Hz. İbrahim’e verilen 10 suhuf ile tam, mükemmel ve dengeli düzene yani İslam’a ulaştı.

 

İslam tüm dinlerin özüdür. Bu özü ilk yakalayan insan İbrahim’dir (A.S.). O, En'am Suresi 163. ayette " Ben, Müslümanların ilkiyim." diyor. Âdemiyet, İslam ile, dünya ve ahiret saadetini elde edip, mükemmeliyetler üstü mükemmeliyete kapı açan Kitabî döneme geçişe ehliyete Hz. İbrahim’e gelen 10 suhufla erişti.

 

4) Bahsi geçen 100 suhufun dışında suhuflarin da olduğu ayet ve hadislerden anlaşılıyor. A'la Suresi 19. ayette Hz. Musa'ya Tevrat'tan evvel verilen suhuflardan(7) bahsediliyor. Kadi Iyaz, Şifâ-i Şerîfinde Hz. Şuayb'ın suhufu olduğunu ve bu sahifelerde Peygamberimiz'in (A.S.M.) isminin Müseffah olarak geçtiğini bildiriyor.

 

Tevrat, Zebur, İncil ve Kur'an'ın dışında başka kitapların da indirildiği ayet ve hadîs-i sahihlerden anlaşılıyor. Kamer Suresi 25. ayette Hz. Salih'e verilen kitaptan bahsedildiği gibi Sünen-i Ebu Davud'da da Abdullah İbn-i Abbas'dan (R.Anhüma) yapılan rivayette İranlılara peygamber gönderildiği, şeytanin, bu topluma verilen kitabin tahrifine sebep olduğu ifade ediliyor. Bilindiği üzere Hz. Musa'ya indirilen kitabin esas ismi Ahd-i Atîk'tir. Meşhûr ismi bu iken, Kur'an'da ve hadislerde, Hz. Musa'ya verilen kitaptan özellikle Tevrat diye bahsedilir.

 

Tüm bunlar nazara alındığında insanın aklına söyle bir soru geliyor: Neden dört kitabın isminden hem de olduğundan farklı isimlerle bahsediliyor? Neden suhuf alan peygamberlerden, yalnızca bu dördünün adından bahsediliyor?

 

El-Cevab: Kur'an'daki ve hadislerdeki ibareleri tarihî birer malumat kabul edip sadece o döneme has olarak düşünmek hata olur. Dinin her bir cüz'ü mucizedir. Her ayette bir hakikat-i külliyeye işaret eden manalar vardır. Bunlar nazar-i îtibara alınıp bakıldığında; her ayetin bir mucize olduğu kör gözlere de görünür derecede ortaya çıkacak, Peygamber Efendimiz'in (A.S.M.) ısrarla neden " Benim en büyük mucizem Kur'an'dir. " dediği daha iyi anlaşılacak ve Kur'an'in etrafındaki surların yıkıldığı bu asırda Kuran'in mucizeliğini onun i'caz ve îcazinin harikalığını göstererek isbat eden Zâtın " Zaman ilerledikçe Kur'an gençleşiyor. "(8) sözünün hakikate ne kadar muvafık olduğu apâsikar görünecektir. Tüm bunlar düşünüldüğünde mezkûr soruya şu şekilde cevap verilebilir:

 

Efendimiz (A.S.M.), insanlığın Kitab Öncesi tarihini anlatmak için yani insanlığın Kitab'a muhatap olacak seviyeye kadar geçen döneminde neler yaşadığını, o dönemdeki toplumların yapılarını ve o toplumlarda zamanla gerçeklesen ve onlara hâkim olan etkinliklerin neler olduğunu ifade etmek için tüm bu faaliyetlerin, misalî levhalarda görünen şahs-i mânevilerini kullanıyor. Hz. Adem âdemiyeti, Hz. Şît maneviyât ve velâyeti, Hz. İdris ilmi ve bilimsel çalışmaları, Hz. İbrahim ise İslam’ı yani her yönüyle dengeli faaliyetleri ve Kitab gönderilmesini lisan-i haliyle isteyen bir dönemi temsil ediyor.

 

İndirilen kitaplar, nâzil olduğu topluluğun neye ihtiyacı varsa o konuları hâvi idi. Peygamberlere verilen mucizeler de aynı yapıdaydı. Sihrin revaçta olduğu bir topluma gönderilen Hz. Musa'ya sihir görünüşünde mucizelerin verilmesi, tıbbın revaçta olduğu bir topluma gönderilen Hz. İsa’ya tıbbın nihayet noktalarını gösteren mucizeler verilmesi gibi...

Hz. Musa, Mısır’da esâret altında yasayan, özgürlüğe aday ama özgürlüğün tadını ve nasıl bir şey olduğunu hayal bile edemeyen bir topluluğa gönderilmişti.

 

Ne zaman ki Mısır’dan huruç edip Tih Sahrasına girdiler bu esir ruhlu millet ta ilk vahşet ve bedeviyet döneminden kalma âdetlerine rücu' edip paganlaştılar ve bir buzağıya tapmaya başladılar. Hz. Musa gibi ülü'l-azm bir peygamberi dinlemediler. 40 Sene boyunca o sahrada bocalayıp durdular. Oysa Allah, bu topluluğun, otorite altına girerek bedevilikten kurtulmasını ve devlet haline gelerek rablerinin çizdiği sınırlar içinde yasayarak gelişmesini yani toplumsal olarak evrimleşmesini istiyordu. Bundan dolayi Benî İsrail'e yasa ağırlıklı bir kitap verildi. Tevrat kelimesinin etimolojik olarak " yasa " manasına gelmesi de bu fikri desteklemektedir. Ahd-i Atîk'in diğer bir ismi Tevrat'tı fakat bu isim Ahd-i Atîk kadar meşhur değildi. Kur'an'da, Hz. Musa'ya verilen kitaptan özellikle Tevrat diye bahsedilmesi, Hz. Musa ve onun misyonundaki diğer peygamberlere indirilen kitapların ana konularının, vahşetten kurtulmuş ama bedeviyetten sıyrılamamış toplulukları, " yasa " ağırlıklı vahiyler vasıtasıyla kontrol altına alarak insanlığın küllî mükemmeliyetine yönelik adımlar attırmak olduğunu ifade etmenin en kısa yoludur.

 

Hz. Davud, devletleşme arefesinde bir topluma peygamber olarak gönderilmişti. Hak nasip edip de devlet kurulunca ve sistem oturunca Hz. Davud'a yeryüzü hilafeti de verildi. Bu kadar maddî ve manevî yükü Onun ve Onun şahsında tüm İsrail oğullarının kaldırabilmesi için manevî gelişme ve yoğunlaşma gerekliydi. Bilindiği üzere bir topluluk maddeten zirveleştiğinde onda soyut değerlere (hikmet, sanat gibi) bir yöneliş olur. Böyle bir topluluğa Allah, hikmet ve sanatın özlerini birer çekirdek gibi taşıyan maneviyât ve hikmet yüklü mizmarlardan oluşan bir kitap indirmiştir. Liderleri önderliğinde bu kitap, ruhlara kazınacak, yüreklere satır satır yazılacak şekilde okundu. Öyle ki okunurken dağlar, taşlar, kuşlar eşlik ediyorlardı ve öyle bir şekilde anlaşılıp uygulandı ve sanatta öyle derecelere ulaşıldı ki bir sonraki halîfe Hz. Süleyman’ın huzuruna çıkan Belkıs’a, cam ustalarının sanatı, paçalarını sıvattırdı.(9) Zebur kelimesi etimolojik olarak " yazı " manasına gelir. Zebur kitabi mizmar adi verilen kısımlardan oluşmaktadır. Kur'an'ın, Hz. Davud'a verilen bu kitaptan Mezâmir diye değil de Zebur diye bahsetmesinin Hz. Davud ve onun misyonundaki diğer peygamberlere indirilen kitapların ana maksadı, maneviyâtın ve hikmetin, ruhlara ve kalplere, yaşanılmakla; topluma ve içtimaî hayata, beşeriyetin ruhî tekâmülünü madde üzerinde de gösterecek eserleri verdirmekle, satır satır yazılması olduğunu ifade etmektir.

 

İncîl yepyeni bir nesil yetiştiren manasına gelmektedir. Allah (C.C.), tamamen maddileşmiş, maddiyâtı hayatının gayesi yapıp onda boğulmuş olan İsrail oğullarına kendisi bir " ruh " olan, vahy-i ilahiyi zatında temsil eden Hz. Isa vasıtasıyla saf hikmet ve maneviyât yüklü bu kitabi göndererek tekrar eski maneviyâtlarına kavuşmaları için onlardan bir " Yeni Ahid " almıştır. Kur'an'da ve Nebevî beyanda, asil ismi Yeni Ahid olan bu kitaptan ısrarla İncîl diye bahsedilmesi Hz. Isa ve onun konumundaki diğer peygamberlere verilen kitapların temel maksadının " çok çok yeni bir nesil " yetiştirmek olduğudur.

 

Kur'an ise etimolojik olarak " çok çok okunan " manasına gelmektedir. Bir diğer mânâsı ise kendi ifadelerinden anlaşıldığı üzere " Kâinatın Belleği " dir. Kur'an, tüm insanlığa gönderilen bir kitap olduğu için her topluma, her topluluğa, her insan tabakasına hitap edecek bir yapıda olup tüm kâinatın belleği onda kodlanmıştır. Arayanın her istediğini bulabileceğine işareten, " Yaş-kuru her şey onda vardır " ayeti bir çok alimce Kur'an'ın kendisi hakkındadır. Gerek remzen, gerek işareten, gerek aşikâre her şey onun içinde yer alır. Ayetlerde Kur'an'a bir çok isim verilmekte fakat Efendimiz (A.S.M.) özellikle onun hakkında Kur'an ismini kullanmaktadır. Sanki Sâhibü'l- Kur'an olan Efendimiz, Kur'an'ın yaşadığı bu garipliği ta O, on dört asır evvelden görmüş ve ısrarla, " Ona sahip çıkın, onu okuyun! Kur'an, kâinatın belleği olduğu gibi siz de onu belleğinize kodlayın! " diyerek bu garipliğin yaşanmasına engel olun demek istemiştir. (Heyhât! Ümmeti, bu sözleri dinlemedi)... Çünkü Kur'an önceki tüm kitapların ve suhufların özlerini muhtevîdir.

 

5) Bir ağacın başlangıcı neyse sonu yani meyvesi de o olur. İnsanlık bir şeceredir. Başı, vahşet ve bedeviyetti, dinlerle ve hükûmetlerle nim-medenî hale gelmişti.(10) Günümüzde de bir yarım medenilik var. Yer yer vahşilikler, anarşizm sergileniyor. İnsanlık, Kitabî olmasına rağmen, kitaptan uzaklaştı. Kitab'a muhatap olabilecek seviyeye ulaşabilmek için tekrar ayni süreci yaşıyor. Topluma bakıldığında bir kısmı dünyaya nasıl gelmişse olduğu gibi yani âdem olarak kalıyor, hatta kimi zaman o âdemlik dahi fazla geliyor ki yokluğa ehil olacak hale düşüyorlar. Büyük bir kısmı ise Kitabî olmayan manevî yollara kapılıp en büyük sermayeleri olan kalplerini ifsad ediyorlar. Diğer bir büyük çoğunluğu ise asil Hak ve Hakikat olan Allah'a ulaşmalarına engel olan, Kitaba muhâlif bir ilme yönelip akıllarını ve beyinlerini tabiat bataklığında boğduruyorlar. Çok az bir kısmı ise dengeyi tutturup dengeli bir yasama kavuşuyorlar. İlk dönem ile yani kademe kademe Kitab'a ehil olmaya çalışılan ve yaklaşılan dönem ile bu son dönemin yani Kitab'dan uzaklaşılan, beyinlerin kasden uyuşturulduğu dönemin zıtlığı küfrân-i nimete verilen bir cezadır. Bundan dolayı Kitap Öncesi dönemin tüm insanları kurtulabilir desek de günümüzün Kitab'dan uzak toplumunda dengeli yasamayanlar, kurtulabilir, diyemeyiz.

Elhasıl, insanlık hakîki insaniyeti Kitab ile buldu. Kitab'dan uzaklaşılan bu devrin boğucu havasından ve öldürücü fitnesinden ancak Kitab-i Mübîne sığınılarak kurtulabilir. Felaha erenlerden olmamız temennisiyle!..

 

Dipnotlar:

(1)Bediüzzaman Said Nursî, Sözler,Lemeat

(2)'Geçmiş devirlerin bütün ilimleri kendisinde toplanmıştı.'( Taberî, Tarih,c.1,s.86; Ibnü'l Esir, Kâmil,c.1,s.60 ) ()Deylemî, Firdevs,c.1,s.32; Ebu'l-Fidâ, el-Bidâye ve'n-Nihâye,c.1,s.99; Ibn-i Abdirabbih, Ikdü'l-Ferîd,c.4,s.157

(3)Numeroloji literatürüne bakiniz...

(4)Belâzûrî, Ensâbu'l-Esrâf,c.1,s.3

(5)Sa'lebî, Arâis,c.1,s.86; Ibnü'l-Esir, Kâmil,c.1,s.59

(6)'Musa (A.S.)'ya Tevrat'tan önce de, 10 suhuf verilmiştir.' (Ebu Nuaym, Hilyetül'l-Evliyâ,c.1,s.167; Ibn-i Asâkir, Tarih,c.2,s.357; Süyûti, Düreru'l-

(7)Mensûr,c.6,s.341; Aliyyu'l-Muttakî, Kenzu'l-Ummal,c.16,s.132)

(8)Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, 25.Söz, 2.Sule ve Mektûbat, Hakîkat Çekirdekleri

(9)Neml Suresi 40-44. ayetler

(10)10 Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, 28.Mektup, 6.Mesele

 

Bahaeddin Sağlam

Gönderi tarihi:
Hadiste İnsanlığın Yazılı Vahiy Serüveni

Kur'an ise etimolojik olarak " çok çok okunan " manasına gelmektedir. Bir diğer mânâsı ise kendi ifadelerinden anlaşıldığı üzere " Kâinatın Belleği " dir. Kur'an, tüm insanlığa gönderilen bir kitap olduğu için her topluma, her topluluğa, her insan tabakasına hitap edecek bir yapıda olup tüm kâinatın belleği onda kodlanmıştır. Arayanın her istediğini bulabileceğine işareten, " Yaş-kuru her şey onda vardır " ayeti bir çok alimce Kur'an'ın kendisi hakkındadır. Gerek remzen, gerek işareten, gerek aşikâre her şey onun içinde yer alır.

Bahaeddin Sağlam

 

Çelişki;

 

Bahaettin sağlam isimli vatandaş Allah'tan daha çözümcü (!) davranarak,

Kura'nda, "ben herşeyi herkesin anlayabileceği bir şekilde söyledim" denmesine rağmen,

şifreli, kodlu, gizemli göstererek hata işlemekte, kendine de "alimlik" rantı sağlamaya kalkmakta.

 

"tüm kâinatın belleği onda kodlanmıştır."

" Yaş-kuru her şey onda vardır " ayeti bir çok alimce Kur'an'ın kendisi hakkındadır.

Kuranın şifresi/kodu alimler tarafından biliniyor idi ise eğer. (Sahte kod çözücü, rantçı Çelakıl gibi)

"Herkes" için de kodların çözülmesi mümkünmü ?

 

İşte çözülecek "kainatın sosyal şifreleri"nden bazıları (!).

 

"Karılarınızı dövünüz."

"El ayak kesiniz."

"Nerde bulursanız öldürünüz."

"Bu dünya oyun ve eğlencedir."

"Kadın, erkek eşit değildir." (maddiyat için de, yasa karşısında da)

"insanlar eşit değildir". (bazıları avantajlıdır)

"Bazıları hayvanlardan daha ******ktır" (Hayvanlar da ******ktır)

"Üç/beş kadın alarak, diğer kadınların kadınlık kişiliğini görmemezlikten gelebilirsiniz"

"Kan davası sürdürebilirsiniz"

"İtaat karşılığı ye, iç, yat (!) şarap ırmakları."

"İtaat karşılığı 77 adet sübyan çocuk"

Vs vs.

 

Bu ve bunun gibi yüzlerce sosyal kod ve şifre.

Bahsi geçen İncil ve Tevrattaki kodlar/şifreler de benzer anlamlıdır.

Biri birinden kopya çekilmiştir.

 

Toplumların sağlıklı yaşamı ve ilişkileri ;

Binlerce yıllık yerel ve bazı toplum guruplarının kültürlerine inanarak değilde;

Üretim ilişkilerinden oluşmuş, modern, insancıl ve bilim kaynaklı evrensel yasalar çerçevesinde hareketle mümkündür.

 

Gönderi tarihi:

BİLİM ;

Feyerabend'e göre; ''' Bilim, son iki yüzyıldaki göz kamaştırıcı başarılarına ragmen ne hakikatin tılsımlı anahtarıdır ne tümüyle akılsaldır ne evrensel yöntem ve usullere baglıdır ne kusursuzdur ne de her zaman insanın yararınadır.Batı bilimi dünyanın her yerinde rakipsiz bir egemenlik kurmuştur.Bunun nedeni, akılsal oluşu yada içsel üstünlügü degil ; devletle bütünleşerek bütün diger kültürleri, degerleri, yöntemleri, usulleri, akıldışı, bilimdışı ilan ederek yok etmiş olmasıdır.Rakipsiz bırakan zafer her zaman yozlaştırıcıdır.Batı bilimi yozdur.Bilimin hakikat konusundaki tekelci konumunu ''geçim kapısı'' haline getirmiş ''aydınlar'' da toplumun yapısını belirleyen, neyin dogru olup olamadıgı konusunda fetva veren , herkese ne yapması gerektigini söyleyen, hakkında hüküm verdikleri halkın denetimi dışında kalmayı başaran ayrıcalıklı bir ideolojinin savunucuları haline dönüşmüşlerdir.'''......

 

Modern bilimin olumlu yanı bazılarının göstermek istedigi kadar güçlü degildir.Endüstri ile elele gitmesi, yenilikler selinin neden oldugu devrim varsayıldıgı gibi sınırsız kolaylıklar, imkanlar, rahatlıklar vs. her şartta faydalı degilse daha iyi bir durum yaratmaz.Bugüne kadar beklenen faydalar alınmışmıdır ??. İnsanlar ne daha iyi durumda, ne de daha mutlu ve güvendedirler.Hatta bazılarına göre daha da kötü durumdadır.

 

Modern bilim icad edilmeden önce hiç zeki adam yokmuymuş.....

Gönderi tarihi:
Modern bilim icad edilmeden önce hiç zeki adam yokmuymuş.....

 

Varmış da, şeytanın işbirlikçisi oldukları gerekçesiyle katledilmişlerdir.

 

Aynı şeyleri tekrar tekrar yazmaktansa, aşağıda daha önce bilimle ilgili yazmış olduğum yazılarımdan iki link veriyorum.

 

 

http://www.turkish-media.com/forum/index.p...;showentry=1539

 

http://www.turkish-media.com/forum/index.p...;showentry=1540

Gönderi tarihi:
Varmış da, şeytanın işbirlikçisi oldukları gerekçesiyle katledilmişlerdir.

 

Aynı şeyleri tekrar tekrar yazmaktansa, aşağıda daha önce bilimle ilgili yazmış olduğum yazılarımdan iki link veriyorum.

http://www.turkish-media.com/forum/index.p...;showentry=1539

 

http://www.turkish-media.com/forum/index.p...;showentry=1540

bırak adres vermeyide görüş yaz , her önüne gelen başka bir link veriyor.yani linkleri okuyunca dönüp özür dilicem..

şeytanın işbirlikçisi olmadıgını ispat edersin olur biter..

Gönderi tarihi:

Modern bilimin en tipik mahsülü oldugu bakış açısının hakim olması sık sık iddia edildigi ve geniş kabul gördügü gibi karanlıktan aydınlıga çıkışı temsil ediyorsa o zaman bu yolu takip edersek herşey bizim için olmasa bile çocuklarımız için iyi olacak demektir.( modern bilimde aslında dinler gibi korku ve ümit arasında bekleyişte ; yoksa insan mı her durumda aynı ) neyse...

Fakat dinlerin iddia ettigi gibi şayet öteki dünya bu dünyanın yaşamıyla kıyaslanamıyacak bir gerçeklige ve sonsuzluga sahipse ve ahireti samimiyetle isteyenleri kapsayıp dünyayı samimiyetle isteyenleri kapsamıyorsa o zaman sonuç bellidir.Gidilen yol iddia edildigi gibi karanlıktan aydınlıga çıkışı degil, bilakis loş bile görünse bir ışıktan kaçışı ve karanlıga ve karmaşaya dalışı temsil eder.

Genel insanlar böyle bir düşüncenin kabulünün zor ve imkansız oldugunu söyleyeceklerdir. ( yani bu kadar nimetleri varken modern bilimin) Aslında haklılık paylarıda yok degil.İnsan iki cennet arasında sıkışmıştır.

Gönderi tarihi:

Bir ağacın başlangıcı neyse sonu yani meyvesi de o olur. İnsanlık bir şeceredir. Başı, vahşet ve bedeviyetti, dinlerle ve hükûmetlerle nim-medenî hale gelmişti.(10) Günümüzde de bir yarım medenilik var. Yer yer vahşilikler, anarşizm sergileniyor. İnsanlık, Kitabî olmasına rağmen, kitaptan uzaklaştı. Kitab'a muhatap olabilecek seviyeye ulaşabilmek için tekrar ayni süreci yaşıyor. Topluma bakıldığında bir kısmı dünyaya nasıl gelmişse olduğu gibi yani âdem olarak kalıyor, hatta kimi zaman o âdemlik dahi fazla geliyor ki yokluğa ehil olacak hale düşüyorlar. Büyük bir kısmı ise Kitabî olmayan manevî yollara kapılıp en büyük sermayeleri olan kalplerini ifsad ediyorlar. Diğer bir büyük çoğunluğu ise asil Hak ve Hakikat olan Allah'a ulaşmalarına engel olan, Kitaba muhâlif bir ilme yönelip akıllarını ve beyinlerini tabiat bataklığında boğduruyorlar. Çok az bir kısmı ise dengeyi tutturup dengeli bir yasama kavuşuyorlar. İlk dönem ile yani kademe kademe Kitab'a ehil olmaya çalışılan ve yaklaşılan dönem ile bu son dönemin yani Kitab'dan uzaklaşılan, beyinlerin kasden uyuşturulduğu dönemin zıtlığı küfrân-i nimete verilen bir cezadır. Bundan dolayı Kitap Öncesi dönemin tüm insanları kurtulabilir desek de günümüzün Kitab'dan uzak toplumunda dengeli yasamayanlar, kurtulabilir, diyemeyiz.

Elhasıl, insanlık hakîki insaniyeti Kitab ile buldu. Kitab'dan uzaklaşılan bu devrin boğucu havasından ve öldürücü fitnesinden ancak Kitab-i Mübîne sığınılarak kurtulabilir. Felaha erenlerden olmamız temennisiyle!..

bahaeddin sağlam

Katılın Görüşlerinizi Paylaşın

Şu anda misafir olarak gönderiyorsunuz. Eğer ÜYE iseniz, ileti gönderebilmek için HEMEN GİRİŞ YAPIN.
Eğer üye değilseniz hemen KAYIT OLUN.
Not: İletiniz gönderilmeden önce bir Moderatör kontrolünden geçirilecektir.

Misafir
Maalesef göndermek istediğiniz içerik izin vermediğimiz terimler içeriyor. Aşağıda belirginleştirdiğimiz terimleri lütfen tekrar düzenleyerek gönderiniz.
Bu başlığa cevap yaz

×   Zengin metin olarak yapıştırıldı..   Onun yerine sade metin olarak yapıştır

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Önceki içeriğiniz geri getirildi..   Editörü temizle

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

×
×
  • Yeni Oluştur...

Önemli Bilgiler

Bu siteyi kullanmaya başladığınız anda kuralları kabul ediyorsunuz Kullanım Koşulu.